32. Bölüm

•XXXII•

melek şendur
meelcnmel

Patika yolda, topuklu ayakkabılarım üzerinde yavaşça yürürken bir yandan da elimdeki telefondan Kenan'ın numarasını tuşlamaya çalışıyordum. Eve geçtiğimde ona haber vereceğimi söylemiştim ve eğer haber vermezsem ortalığı ayağa kaldırabilirdi. Şu an elim dolu olduğu için mesaj atmaya zorlanmış, aramaya karar vermiştim.

Elimdeki telefon, karşı taraftan açılmayı beklerken diğer elimdeki anahtarla da evin kapısını açtım. Aralık kapıyı elimle yavaşça itip içeriye doğru bir adım attığımda telefonun onun tarafından açılmasını bekliyor fakat bu esnada da hareket etmeyi ihmal etmiyordum.

Eve girip kapıyı arkamdan kapattığımda evin karanlığı beni karşılamış, ışıkları açmak için elimi karanlığa doğru uzatmıştım. Bu esnada karanlıktan bir el bana doğru uzatılıp dudaklarımın üzerine kapatıldığında gözlerim korkuyla irileşti, ellerimdeki kâğıtlar yere düştü. Dudaklarımdan firar eden bir çığlık, yabancı birinin avucunda kaybolduğunda kalbim saatler önceki heyecanla değil, bu sefer korkuyla göğüs kafesimin içerisinde çırpınıyordu.

Ellerimi kaldırıp onun ellerinin üzerine örttüğümde amacım bu yabancı ellerden kurtulmaktı. Az önce eve geleceğim için oldukça mutluyken şimdiyse buradan kaçmak istiyor, zamanı geriye almak istiyordum.

O esnada yere düşen telefonumdan yayılan tanıdık bir ses, yabancı birinin kollarında deli gibi çırpınmamın son bulmasına neden olurken bunu, arkamdaki yabancı da beklemiyor olacaktı ki kısa bir an kulağımın dibindeki soluması kesilmişti.

"Efendim sevgilim?"

Kenan'ın telefonun ucundaki sesi, evimin girişinde yankılandığında arkamdaki yabancının boşluğundan yararlanıp dişlerimi onun eline geçirdim. Onun erkeksi iniltisini duyduğum an, benden uzaklaşmasını fırsat bilerek yumruk yaptığım elimi ona doğru savurmuştum. Onun iniltileri evin içerisinde yankılanırken dizimi hafifçe kaldırıp kasıklarına geçirmiştim.

"Maran?" diyen telefondaki ses, endişeyle harmanlanmışken bulabildiğim ilk fırsatta eğilip yerdeki telefonumu aldım. Bu esnada yabancı adamın bedeni ayaklarımın dibine düştüğünde kapıyı açıp dışarı doğru bir adımımı atmıştım ki ayak bileğime bir kanca misali dolanan eli, ayaklarımın yerle temasının kesilmesine neden oldu. Ben, bir anda yere kapaklanırken kalbim korkuyla çarpıyor, ellerim titriyordu. "Orada mısın, Maran?"

"Kenan," dedim, can havliyle. "Evde biri var lütf-" Elimdeki telefon, arkamdaki beden tarafından alınıp yere fırlattığında asfalta düşen telefonumun camı tuzla buz olmuştu. Ben, pes etmeden ellerimle yerden destek alarak kalkmaya yeltendiğimde asfalta sürtünen avuçlarım adeta yanıyordu. Dolan gözlerimden bir damla yaş aktığında saçlarıma büyük bir güçle asılan el, acı dolu bir iniltiyi koyvermeme neden olmuştu. "Bırak beni!"

Beni, saçlarımdan tutarak kaldırdığında canım yanıyor, beni bırakması için çığlık atıyordum. "Bora!" diyerek bağırdığımda bağırışım, tüm araziyi inletmişti. Bu esnada saçlarımı bırakıp bir kez daha elini dudaklarıma örttüğünde gözyaşlarım onun elini ıslattı. O, beni bahçenin arka tarafına doğru sürüklerken ona direniyor, zorluk çıkarıyordum. Kolumu sıkan elini, boştaki elimle tüm gücümle ittiğimde başarılı olmuş, geriye doğru sendelediğinde kafamı suratının tam ortasına gömmem de bir olmuştu. Bununla birlikte elimle yüzündeki maskesini sıyırıp yere attığımda ismi, aklımın ucundan bile geçmeyen bir çift kahverengi gözün sahibiyle karşılaşmıştım.

Korkuyla dolmuş olan gözlerimi kırpıştırdığımda gözlerim neredeyse yuvalarından fırlayacaktı. Kalbim gümbür gümbür çarparken yüzümden akan sıcak sıvıyı hissediyordum. Hatta avuçlarım ve dizlerimden de.

"Sinan?"

Onun sütlü kahveyi andıran gözleri, bahçenin ışığında kendini belli ederken ön bahçeden buraya doğru yaklaşan birden fazla adım sesi, bakışlarının kısaca oraya dönmesine neden olmuştu. Pekâlâ, bunu ondan kesinlikle beklemiyordum fakat uzun zamandır sesinin çıkmaması da dikkatimden kaçmış değildi.

"Maran Hanım?" diyen Özgür, endişeyle bana baktığında arkasında da bir ordu adam vardı. Bu adamlar, Sinan eve girip benim canımı yakarken neredeydi? Bana bir şey yapsaydı hiçbirinin ruhu duymayacaktı!

"Sen," dedim, hayretle. Onu görmem, canımın acısını kısa bir anlığına unutturmuştu. Bana yaşattığı şokun tarifi şu an yoktu. "Nasıl girdin sen evime? Niye yaptın böyle bir şeyi Sinan?" diyerek bağırdığımda yakalanmanın onun hoşuna gitmediğini görebiliyordum. Kesinlikle birtakım planları vardı ama hepsi ters tepmişti. Üstelik şu an kaçmaya bile yeltenmiyordu. Kaçamazdı da çünkü tüm korumalar etrafına toplanmıştı. Açıkçası eve girerken de bunca güvenliğe rağmen nasıl girmiş olduğunu da bir yandan merak etmiyor değildim.

Sütlü kahveyi andıran gözleri benden itinayla kaçarken az önceki cesareti kaybolmuş gibiydi. Sanki az önce beni yerlerde sürükleyen kendisi değilmişçesine şu an benden utanıyordu. Bana bir cevap veremeyeceğini anladığım an, Özgür'e başımla bir işaret yaptığımda arkasındaki dev korumalardan ikisi eş zamanlı olarak Sinan'ın koluna yapışmışlardı.

"İçeri götürün, ben gelene kadar da gözünüzü üstünden ayırmayın.." dediğimde az önce hissettiğim korkunun yerini yavaş yavaş öfke almaya başlamıştı. Onlar, Sinan'ı eve doğru götürürken elimin tersiyle burnumdan akan kanı sildim. Yere düştüğümde yüzüm asfalta değmiş, çizilmiş olmalıydı.

"Siz neredesiniz?" dedim, büyük bir sakinlikle. Gözlerim hepsinin üstünde tek tek dolaştığında yine Bora'yı görememiştim. Asıl o neredeydi? O, bana haber vermeden bir yere kaybolmazdı! "Ulan herif koskoca eve, size görünmeden girmiş! Nasıl olabiliyor bu? Sözde kuş uçurtmuyorsunuz, nasıl oluyor bu?" diyerek hiddetle sözlerime devam ettiğimde gözle görülür seviyede bir haklılığım olduğu için hepsinin başı önüne eğilmişti. "Burnunuzun dibinde geberip gitsem haberiniz olmayacak, nasıl bir sorumsuzluk bu?"

Sözlerim, arazinin içerisinde adeta yankılanırken bunca lükse rağmen güvende olmadığımı ilk kez iliklerime kadar hissetmiştim. Eğer ben ona karşı direnmeyip kendimi korumasam kimse benden haberdar olamayacaktı.

"Git bana peçete su bir şey getir.." derken kan olmuş ellerime baktım. Avucum parçalanmış, tırnaklarım kırılmıştı. "Bari bunu yapın." diyerek de laf soktuğumda Özgür, diğerlerine bir işaret yapmış ardından da isteğim üzerine beni kapıdaki güvenlik kulübesine doğru sürüklemeye başlamıştı fakat ileriye doğru bir adım atacağım sırada tökezleyen adımımla beraber bakışlarım yere düştü, kırılmış olan topuğuma bir bakış attım. Bununla beraber ayağımı hafifçe kaldırıp topuğu kırılmış olan ayakkabımı çıkarmaya yeltendiğimde Özgür'den destek alıyordum. Diğer ayağımdaki ayakkabıyı da çıkarıp attığımda çıplak ayaklarım asfaltla buluştu.

"Size bir şey getireyim, ayağınıza bir şey batabilir.." diyen Özgür'e ters ters baktığımda çoktan adımlarını yönlendirmişti. Ben, onun arkasından da aynı bakışları atarken çıplak ayaklarım benden bağımsız hareketlendi.

"Maran Hanım," diyen başka bir koruma bunu fark etmiş olacak ki hemen yanımda bitip koluna girmeme müsaade etmişti. Bu, işime gelirken ayağıma batan çakıl taşlarını hissediyordum.

Henüz birkaç adım atmıştım ki Özgür, evden getirmiş olduğu terliklerimi önüme bıraktı. İtiraz etmeden terliklerimi giyip onun yardımıyla yürümeye devam ettiğimde ayak bileğimin de sızlıyor olduğunu fark etmiştim. "Telefonunu ver," diyerek elimi ona doğru uzattığımda ceketinin iç cebinden telefonunu çıkarıp ikiletmeden bana uzattı. Ona kirpiklerim altından bir bakış atıp telefonu elinden çekip aldığımda, "Babamla bu konuyu görüşeceğim," Elimdeki telefondan bir numarayı tuşlarken bir arabanın sesi tüm dikkatimi dağıtmış, başımı bahçe kapısına doğru çevirmiştim. Bahçenin büyük demir kapısının ardında gördüğüm araba, elimdeki telefonu kapatıp geri sahibine uzatmama neden oldu. Bu sırada benim için getirilen su şişesini alarak birkaç yudum su içmeyi ihmal etmedim.

"Maran," diyen ve oldukça endişeli olan sesin sahibine baktığımda nasıl bir görüntüyle karşılaştığının farkındaydım. Çıplak ayaklarım, parçalanmış ellerim ve yüzüm.. Adeta korku filminden fırlamış gibiydim.

O, aceleci ve büyük adımlarla aramızdaki mesafeyi kapattığında yeşillerinde gördüğüm duygu canımı yakmıştı. Gözlerinde gördüğüm korku, ona yakışmamıştı.

Koca elleri yavaş ve olabildiğince dikkatli bir şekilde yüzümü avuçladığında yeşil gözleri, yüzümde olduğunu düşündüğüm çiziklerde geziniyordu. "Ne oldu sana?" dedi, yavaşça. "Kim yaptı bunu?"

Gözlerim bir kez daha ince bir tabakayla kaplanırken bu sorularını şimdilik cevapsız bırakmak zorunda kalmıştım. Şu an sadece biraz olsun güvende hissetmek istiyordum ve aradığım şey, onun kollarında mevcuttu.

Kollarımı kaldırıp onun boynuna doladığımda parmak uçlarımda hafifçe yükselmiş, başımı da onun mis kokulu boynuna yaslamıştım. "Çok korktum," dedim, dudaklarımdan bir hıçkırık firar etmeden hemen önce. Gözlerimden arka arkaya boşalan yaşlar onun gömleğini ıslatırken burnumu çektim. O korku hâlâ kalbimin en ücra köşesindeydi. İlk kez böyle bir durumla karşılaştığım için bedenim bir yaprak misali titriyordu.

Güven bulduğum elleri sıkıca belime dolandığında titreyen bedenimi fark etmiş olacak ki bunun dinmesi için elinden geleni yapmaya koyulmuştu. Saçlarımı şefkatle okşuyor, beni bir an olsun bu güvenden şüphe ettirmiyordu.

Ne kadar süre boyunca orada, o şekilde kaldığımızı bilmiyordum fakat en son ağlamalarım durmuş, geriye sadece titremelerim kalmıştı. O, üzerindeki ceketini çıkarıp bana giydirdiğinde Özgür'ün benim için getirdiği peçeteyi alarak gözlerimi yavaşça sildi. "Sana pansuman yapalım, durma böyle.." dediğinde kaşları çatılmıştı. Ses tonundaki endişe ağır bassa da öfkesi de her kelimesinde kendini gösteriyordu. "Nasıl oldu bu, anlat bana.."

Gözlerinin hapsindeyken elimdeki peçeteyle burnumu silip başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum." dedim, çatallı bir sesle. "Eve geldim, sana haber vermek için aradım işte.. Bu esnada da anahtarla kapıyı açıyordum. İçeri girip kapıyı arkamdan kapattığım an tanımadığım bir el dudaklarıma kapandı." Burnumu çektim bir kez daha. "Sen telefonu açtığında da bir şekilde ondan kaçmayı başardım ama bu sefer de beni yere düşürdü.."

Bu anlattıklarım, gözlerinden adeta alevler çıkmasına neden olurken yüzümdeki kurumuş kan lekelerine çok dikkatli bakıyordu. Mavi gözlerime bakmayı denese de bir şekilde bakışları kayıyor, gözlerinde gördüğüm öfkesi artıyordu.

"Bunu yapan her kimse," dediğinde titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Çenem hafifçe öne doğru titriyor, beni tekrar bir ağlama nöbetine sürüklüyordu. "Onun sülalesini sikeceğim.. Bulduğum ilk yerde geberteceğim onu," Yangın yerine dönmüş olan yeşilleri, uzunca bir süre gözlerimde dolandığında bu söylediklerinde ne kadar ciddi olduğunu biliyordum. Onu ucundan ilgilendiren bir konu varsa bile asla sessiz kalmaz, gerekeni yapardı. "Babana da haber verdim," dedi, o gözleri şefkatle parlarken. Nasıl oluyor da bütün duyguları aynı anda o yeşillerinde barındırabiliyordu anlamıyordum. Elini kaldırıp yanağımı okşarken, "Geliyorlar yoldalar.."

"Teşekkür ederim," dedim, dolu gözlerimle ona bakarken. "O anda da telefonunu açmasaydın.." dediğimde aklımdan geçen düşünceler, kalbimin yerinden hoplamasına neden oldu. Bu, onun daha da sinirlerini bozarken elini kaldırıp yavaşça başımı göğsüne bastırmıştı.

"Şşh," dedi, beni yatıştırırcasına. "Düşünme bunları, geldim ben işte.." Saçlarıma bir öpücük bıraktığında saç diplerim sızladı. Az önce vahşice saçlarımın çekildiğini bilse Sinan'ı gerçekten öldürürdü.

"Gel sana bir pansuman yapalım, mikrop kapacak yaran." diyerek beni eve doğru yönlendirdiğinde eve girmek istemiyordum. Açıkçası hâlâ korkmam bir yana, Sinan'ın hâlâ içeride olması bir yanaydı. En azından babam gelene kadar onu görmemeliydi.

Ben tam bunu düşünürken babama ait olan siyah, lüks araba da büyük demir kapıdan bahçeye giriş yapmıştı. Bu, derin bir nefes almama neden olurken onun da arabasını park edip annemle beraber arabadan inmesi çok uzun sürmedi. O ikisinin endişeli bakışları bahçede duran bana döndüğünde Kenan da kolları arasından çıkmama izin vermişti.

"Ahu," diyen babam, ona göre küçük kalan bedenimi kolları arasına aldığında deli gibi çarpan kalbini çok net hissetmiştim. Bu, bir kez daha gözlerimin dolmasına neden olduğunda, "Kim yaptı bunu sana?" diyerek hiddetle konuştuğunda annem de öfkeli görünüyordu. O da saçlarımı okşama görevini üstlenirken babamdan uzaklaşmıştım.

"İyi misin?" diyen annem de benim ellerimi tutup beni incelediğinde bu sorunun cevabını biliyordu. "Nasıl oldu bu? Kim, nasıl girmiş içeri?"

"Bilmiyorum," Başımı iki yana salladım. "Geldiğimde içerideydi.."

Bu sözlerimle birlikte babamın kaşları çatıldığında daha onun öfkesiyle uğraşmam gerekeceğinin farkındaydım. "Bunca güvenliğe rağmen nasıl eve girebiliyor? Bora nerede?"

"Görünmüyor ortada," Gözlerimi bahçede gezdirirken onun nerede olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Böyle birden ortadan kaybolması hiç normal gelmiyordu.

Babam, cebinden telefonunu çıkarıp Bora'nın numarasını tuşladığında açan olmamıştı. Bu, onu daha çok merak etmeme neden olurken ağzımdaki kelimeleri bir an önce dökmek istiyordum. Bildiklerim, üzerimde ağırlık yapıyor bir an önce yükümü bırakmak istiyordum.

"Benim bir şey söylemem gerekiyor," diyerek kelimeleri ağzımdan çıkardığımda üç çift göz bana dönmüştü. Bu, daha çok gerilmeme neden olurken babamın masmavi gözleri adeta alev saçıyordu. Tabii bunun yanında sağ tarafımdaki bedenin sahibi de öfkesini saçmaktan geri kalmıyordu.

"Adnan Bey," diyen Özgür, elindeki telefonla yanımıza yaklaşırken lafımı kestiği için ona kızmamıştım. Fakat eninde sonunda göreceklerdi. "Söylediğiniz gibi kamera kayıtlarına baktık," derken elindeki telefondan bir şeyleri tuşlayıp telefonu babama uzattı. Babam, ona ters bir bakış atarken elindeki telefonu almayı ihmal etmedi.

"Seninle sonra görüşeceğiz," diyerek benim babam olduğunu belirttiğinde Özgür'ün mahcubiyetini o ifadesinde görmüştüm.

"Kimmiş?" diyen Kenan da başını hafifçe babamın elindeki telefona doğru eğdiğinde dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirdim. Pekâlâ, ben bu hâldeyken bana fazla kızamazlardı.

"Kim olabilir, var mı senin bir fikrin?" Annemin sözleri, bakışlarımı kısa bir an ona doğru çevirmeme neden olduğunda ona bir cevap vermeyip ben de başımı telefonun ekranına uzattım.

Ekranı kaplayan görüntüde ben, kapıya taktığım anahtarı çevirirken bir yandan da elimdeki telefondan Kenan'ı arıyordum. Ardından içeri girip kapıyı kapattığımda aradan sadece saniyeler geçmişti ki tekrar kapı benim tarafımdan açıldı. Fakat bu esnada yüzümde oldukça korku dolu bir ifade vardı. Bu, dakikalar önceki o anı bir kez daha hatırlamama neden olurken titreyen ellerimi Kenan'a ait olan ceketin ceplerine yerleştirmiştim.

Ekrandaki görüntü akıp giderken gözlerim de ekrandaydı. Hızlı adımlarla evden çıktığım an bir anda yere kapaklandığımda Kenan'ın kolu omzuma yavaşça dolanmış, ilk defa babamı umursamadan başımın üzerine bir öpücük bırakmıştı. Fakat bilmiyordu ki bunun dahası da vardı.

Görüntüdeki yabancı ama aslında yabancı olmayan adam, elimdeki telefonu alıp yere fırlattıktan sonra saçlarıma bütün gücüyle asıldığında bakışlarımı korkarak onlara doğru çevirmiştim.

"Bu herifi bulduğum an onun belasını sikeceğim,"

Kenan'ın öfkeyle sarf ettiği kelimeler beni şaşırtırken sadece beni değil, annemi de şaşırtmış olmalıydı. Sorun küfür etmesi değildi, buna alışıktım da. Fakat annemle babamın yanında ilk kez bu yanını gösteriyordu. Bunu kendisi de fark etmiş olacak ki bakışlarını usulca anneme doğru çevirmiş ve onun şaşkın bakışlarıyla karşılaşmıştı. Çatık kaşları hafifçe gevşerken dudaklarını birbirine bastırdı.

"Affedersiniz," dedi, kibar bir şekilde. "Gerçekten kusura bakmayın, tutamadım kendimi.." dediğinde babam onun lafını kesti.

"Haklı," dedi, anneme dönerek. "Ona bırakmadan ben sikeceğim onu.." dediğinde annem konuşma yemini etmiş olmalıydı. O da oldukça öfkeli olsa da Kenan'dan bu çıkışı beklemiyor olmalıydı.

"Yapan kişi görünmüyor mu?" diyen annem konuyu değiştirdiğinde babam ekranda birkaç şey tuşlayarak ekranı değiştirdi, bahçedeki başka bir kamera devreye girdi. Burada da Sinan'la ben vardık. Ona direndiğim saniyeler akıp geçerken onun maskesini çıkardığım ana gelmiştik. Bahçenin ışıklarından dolayı aydınlanan yüzü, kim olduğunu açıkça belli ediyordu ve sırf bu yüzden de o maskeyi taktığı belliydi. Fakat başarısız olmuştu işte.

"Size söyleyecektim," diyerek babamın elindeki telefonu alıp Özgür'e uzattığımda şaşkınlık ve öfke duygusu bir aradaydı. Onların bakışları benim üzerimdeyken Kenan hiç de şaşkın görünmüyordu. Sadece onu daha da öfkelendirmiş gibiydim. "Lütfen sakin ol baba, sorun istemiyorum.. Kargaşa istemiyorum, evimde böyle bir şeyi kabul etmiyorum." dedim, öngördüğüm şeyler için kısa bir uyarı yaparak. Bakışlarım Kenan'a dönerken bakışlarım daha yumuşak bir hâl almıştı. "Lütfen."

"Maran," dedi, annem. Onun da kaşları çatılmış, normalde bu hâllerini desteklemeyeceği babama arka çıkmıştı. "Baban haklı, bu çocuk daha ne kadar seni rahatsız etmeye devam edecek böyle?" dediğinde bu söylediği, Kenan'ın kaşlarının derince çatılmasına neden oldu.

"Ne?" dedi, hiddetle. Bununla beraber anneme uyarıcı bir bakış attığımda babam da çoktan korumalara emir yağdırmaya başlamıştı. "Seni daha önce de mi rahatsız ediyordu? Neden haberim yok?"

"Annem, Sinan'ın yersiz aramalarından bahsediyor sadece." dediğimde bundan zaten haberi vardı. Birkaç kez şahit olmuş, sırf benim için hiçbir şey yapmamıştı. "Bunları biliyorsun zaten.. Bu boş aramalarını ciddiye almadım, bu yüzden de herhangi bir önlem almaya gerek duymadım. Bilemedim böylesine sıyıracağını."

"İçeride mi o?" dedi, babam da. En az Kenan kadar öfkeliydi o da.

"Baba," diyerek uyarı yapacağım esnada beni umursamayarak lafımı hızla kesti.

"Kabul etmiyorum, Ahu." dedi, elini hafifçe kaldırıp benim lafımı kestiğinde. "Onunla ben ilgileneceğim, seni ne hâle getirmiş farkında mısın? Kenan'a ulaşamasan onun sana neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyorum! Sana en başında onunla bir ilişki yaşayamayacağını söylemiştim."

Babamın sözleri adeta kulaklarımda çınlarken Sinan'ı da çoktan evden çıkarmışlardı. Bunu az önce babam, Özgür'den rica etmişti. Onu, bahçedeki başka bir arabaya bindirip götürürlerken kendinde gibi değildi. Onu, tanıdığım ilk zamanlar çok kibar, çok iyi bir adamdı fakat artık onu tanıyamıyordum.

"Nasıl yani?" diyen Kenan oldukça şaşkınken dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktım. "Hiçbir şey yapmayacak mıyız?"

Onun oldukça sakinlikle sarf ettiği kelimeler, öfkesini bastıramıyor daha da açığa çıkmasına sebep oluyordu. Çattığı kaşları, sinirlendiğinde kızaran beyaz teni ve boynunda belirginleşen damarları onun içinde büyük bir yangının olduğunun göstergesiydi. Eğer babam burada olmasaydı Sinan'ın işini bitireceğine emindim. Hatta sırf bu yüzden babamın gelmesini bile beklemiştim.

Elimi onun koluna yaslayıp hafifçe sıvazladığımda hâlâ korkuyordum. Hem tüm olanlar için hem de onun öfkesine yenik düşecek olmasından dolayı deli gibi korkuyordum.

"Sakin ol," diye fısıldadığımda babam bunu daha sesli bir şekilde dile getirmeyi tercih etmişti. Elini tıpkı benim gibi onun omzuna yerleştirdiğinde hafifçe omzunu sıkıp peş peşe küçük vuruşlar bıraktı.

"Mahzene götürecekler," dediğinde kaşlarımı çattım. Mavi gözleri, Kenan'ın yeşillerinde gezinirken, "Merak etme, onu şimdilik sana bırakıyorum."

"Kenan'ın ona dokunmasını istemiyorum," dedim, hızla. Bu, babamın bakışlarının bana dönmesine neden olurken Kenan'ın göz devirdiğini görmüştüm. "Senin de öyle.. Kimsenin ona bir şey yapmasını istemiyorum çünkü ben yapacağım."

"Senden uzak durmasını mı söyleyeceksin?" diyen Kenan'ın yeşil bakışları bana dönerken kaşları alayla havalanmıştı. "Bunu daha önce de yapmıştın ve işe yaramadığını görüyorum.. Hasta bu herif, kabullen ve önlemini almamıza müsaade et." diyerek sertçe konuştuğunda eğer haklı olmasaydı bu tepkisine karşılık ona kızabilirdim. Böyleyken bile bana çıkışıyordu fakat haklılık payının farkındaydım.

"Aynen öyle," dedi, annem de. "Evden nasıl çıktığımı bilmiyorum Maran, çok korkuttun bizi." diyerek kollarını bir anne şefkatiyle tekrar bana doladığında ben de bu sarılışına karşılık vermiştim.

"İyiyim ben anne," dedim, yumuşacık bir sesle. O, saçlarımı okşarken, "Merak etme, iyiyim.." diyerek onu yatıştırmaya çalıştığımda geri çekilip birkaç saniye yüzümü inceledi.

"Hastaneye gidelim, bir baksınlar sana.."

"Abartma anne," dedim, onu sakinleştirmek için hafifçe gülerek. "Birkaç çizik sadece.."

"Pansuman yapsınlar en azından Maran," dediğinde az önce beni dolaylı yoldan azarlayan Kenan bu sefer kurtarıcım olmuştu. Sanırım ona minnettardım.

"İçeride hallederiz," diyerek duruma el attığında ona minnettar olduğumu sadece bakışlarımla belli etmiştim. Çünkü şu an bir hastane faslını çekemeyecektim. Üstelik o kadar ciddi bir durumum da yoktu. "Siz merak etmeyin, Yıldız Teyze'ciğim." diyerek de cilvesini yaptığında annemi ikna etmesi oldukça kolay olmuştu. Ardından bakışları tekrar bana döndüğünde, "Burnun kanıyordu, ona da bir bakalım içeride."

"Bakalım ama öncesinde ben duş almak istiyorum," dediğimde kendimi çok pis ve yorgun hissediyordum. Bugün oldukça yorulmuş, saçma sapan bir gün yaşamıştım. "Anne benimle gelir misin?"

"Gelirim tabii kuzum," dedi, saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken. O, elini sırtıma yaslayıp adımlarımı hareketlendirmem konusunda yardımcı olduğunda Kenan'ın yeşil gözlerine baktım. O, bu bakışlarımdan çok şey anlamışçasına gözlerini kapatıp beni onayladığında annemle beraber eve doğru ilerlemeye başlamıştım.

Evde kimse olmamasına rağmen eve tek girmeye korkuyordum. Sırf bu yüzden de annemin benimle gelmesini istemiş, ancak onunla beraber eve girmiştim. Beraber eve girip aynı şekilde merdivenleri tırmandığımızda üst katın ışıklarını bile açmıştım. Sanırım bu olaydan sonra bir süre kendime gelemeyecektim. Hâlâ kalbim korkuyla çarpıyor, en ufak sesten irkiliyordum.

"Suyu senin için ayarladım," dedi, annem banyodan çıkarken. "Ben burada bekliyorum seni kuzum. Rahat edeceksen banyonun kapısını da açık bırakırsın, sen çıkana kadar çıkmayacağım buradan tamam mı?" diyerek bana kendimi küçük bir çocuk gibi hissettirdiğinde onu başımı yavaşça sallayarak onayladım. "Sana kıyafet de çıkarırım ben şimdi.. Sen banyodayken eşyalarını toparlayayım bir süre yanımızda kal."

Annemin bu teklifi, kulağıma oldukça cazip gelirken bunu bir teklif olarak görmüyordum. Ben burada kalmak için yalvarıp yakarsam bile babam buna müsaade etmez, gerekirse beni zorla götürürdü. Bu olanlardan sonra beni kolay kolay bırakacağını da sanmıyordum.

Burada kalamazdım.

Kendi evimde olmak bile istemiyordum ve bu duygu bana yabancıydı.

Annemin bu sözlerini yine sadece başımla onayladığımda daha fazla beklememiş ve üzerimdeki ceketi çıkarıp oturduğum yatağımdan kalkarak banyoya girmiştim. Sürgülü cam kapıyı hafif aralık bırakmış, kendimi biraz olsun rahat hissetmek istemiştim. Hızla üzerimdekilerden kurtulup sadece yüzüklerimle saatimi çıkardığımda kendimi hızla suyun altına atmıştım. Sadece beş dakika bile bana yeter, artardı.

Ilık suyun altında dakikalarca kendime gelmeye çalıştığımda yaralarıma değen su da canımı acıttığından dolayı duştaki süremi elimden geldiğince uzatmamaya çalışmıştım. Sadece saçlarımı hızlıca şampuanlayıp vücudumu temizlemiştim. Kurumuş kan lekelerini dikkatlice temizledikten sonra bornozumu giyip aynanın karşısına geçtiğimde görüntümden memnun değildim. Pekâlâ, kim memnun olurdu ki?

Özen gösterdiğim cildim şimdi açık yaralarla doluydu ve bu, gözlerimin dolmasına neden oldu. Bunu hak edecek hiçbir şey yapmamıştım fakat bunları yaşadığıma hâlâ inanamıyordum. Kulağa oldukça ürkütücü gelse de bana daha neler yapabileceğini de deli gibi merak ediyordum. Aklımdaki türlü düşünceler, pek iç açıcı değildi.

Dolaptan saç kurutma makinesini çıkarıp annemin yardımlarıyla saçlarımı iyice kuruttuktan sonra tıpkı küçükken bana yaptığı gibi dakikalarca benimle ilgilenip saçlarımı örmüştü. Onun da çok korktuğunu ve hâlâ da korktuğunu görebiliyordum.

"Hadi giyin sen çabucak," dedi, elindeki bana ait olan kıyafetleri banyoya bırakırken. "Kenan kapının önünde, seni bekliyor çocuk." diyerek de yanağımı hafifçe okşadığında gülümsedim. "Ben de eşyalarını topladım, çocuklara söyleyeyim aşağı indirsinler, gelirim birazdan."

"Tamam anne," dediğimde çok geçmeden o banyodan çıkmış, ben de benim için getirdiği iç çamaşırları hızla giymiştim. Getirmiş olduğu koyu mavi renkteki pijama takımını da üzerime geçirdikten sonra girmeden önce çıkardığım yüzüklerimle saatimi alıp banyodan çıktım. Ardından onları da annemin kapının önüne bıraktığı çantamın içerisine koyduğumda elimi uzatıp kapının kolunu yavaşça indirmiştim. Kapıyı açmamla birlikte karşılaştığım Kenan da tam kapının önünde, yerde oturuyordu. Sırtını duvara yaslamış olsa da kapıyı açar açmaz yeşilleri hızla bana döndü. Onu gerçekten endişelendirmiştim. Üstelik bu duygu gerçekten ona yakışmıyordu.

Kapının kolundaki elimi indirip ona doğru uzatırken, "Gel," dedim, yavaşça. O, bununla beraber birkaç saniye gözlerini gözlerimde gezdirdiğinde eli elimi kavramış fakat kesinlikle benim yardımımla değil, kendi gücüyle yerden kalkmıştı. Yine de elimi bırakmadığında kapıyı sonuna kadar açıp onunla beraber içeri geçtim.

"Daha iyi misin?" dediği esnada beni yatağa yönlendirip oturmama yardım etmiş, sırtım yatak başlığına yaslanmıştı. O da yatağın yanına, yere çöktüğünde elimi elleri arasına aldı. Yeşil gözleri ilgiyle parlıyordu.

"İyiyim," dedim, kısık bir sesle. Gözleri üzerimde gezinirken diğer elini kaldırıp yanağıma yerleştirdi, usulca yaramı okşadı. Bunu yaparken canımın yanmamasına özen göstermiş, tüy hafifliğinde dokunuşlar bırakmıştı.

"Bir süre annenlerde kal," dedi, uzun süren bir sessizliğin ardından. "Bu olanlardan sonra seni asla bırakmazdım ama babanın şartları altında benimle kalamayacağını biliyorum." dediğinde bu, dudaklarımdan küçük bir kıkırtının düşmesine neden oldu. Böyle bir anda bile beni güldürebiliyordu. Onun da dudakları hafifçe yukarı kıvrılırken kapının önündeki eşyalarım da aşağı indiriliyordu.

"Bundan sonra istesem de bu evde kalamam," dedim, bu sözlerine karşılık. "Bu geceyi bir süreliğine unutmayacağım."

"Ben de," dedi, öfkesini kolayca hissedebildiğim o tonda. O yeşil gözleri sık sık, yüzümdeki emarelere kayarken, "Ben de unutmayacağım, inan bana."

Bu sözleri, tüm hücrelerime kadar işlerken elimi tutan elinin parmaklarıyla oynamaya başlamıştım. Onun öfkesini anlıyordum ve bunun tehlikeli olduğunu da biliyordum. Onun durdurulamaz olduğunu, bunu benim bile yapamayacağımı biliyordum.

"Kalkma yerinden, geliyorum ben.. Kapatalım artık şu yaralarını." diyerek ayaklandığında yüzümdekileri görmekten rahatsızlık duyduğunun farkındaydım. Benimle konuşurken gözleri sürekli olarak gözlerimden ayrılıyordu ve bu, ona göre bir davranış değildi. O, asla gözlerini gözlerimden ayırmazdı.

"Aradığın şeyleri banyodaki dolapta bulabilirsin," diyerek arkasından seslendiğimde adımlarını çoktan banyoya yöneltmişti. O, banyoya girip bir süreliğine orada oyalandıktan sonra elindekilerle yanıma gelip onları komodine bırakmış ve bu sefer yanıma, hemen dizimin dibine oturmuştu.

Ben, onu izlerken o da biraz pamuk çıkarıp getirdiği tentürdiyottan azıcık elindeki pamuğa döktü. Ardından da bana doğru yaklaşıp elindeki pamuğu varla yok arasında elmacık kemiğimin üzerindeki açık yaraya bastırdığında ufacık bir sızlama dışında hiçbir acı hissetmemiştim.

"Elin de hafifmiş," dedim, alayla. Bu, onun gülmesine neden olurken konuştu.

"Senin değil ama," dediğinde başta neyden bahsettiğini anlamasam da Trabzon'dayken Araz'la kavga etmesinin sonucu olarak ona pansuman yapmam gerekmişti ve bunu yaparken de canını fazlasıyla acıttığımı hatırlıyordum.

"Özür dilerim," dedim, hissettiğim mahcubiyetle. Bu, onun gözlerinin gözlerime kenetlenmesine neden olurken elindeki pamukla elmacık kemiğimdeki yarayı temizlemeyi bırakmıştı.

"Bakma şöyle," Aynı bakışlarla ona bakmaya devam ettiğimde başka bir pamuğu almıştı.

"Nasıl?" dedim, gayriihtiyari.

"Kedi gibi," diyerek beni güldürdüğünde yüzümdeki yaraları özenle temizlemiş, uzunca bir süre benimle ilgilenip canımı yakmamaya özen göstermişti. Ardından ellerimde de bulunan açık yaraları temizleyip krem sürdükten sonra kendimi onun bebeği gibi hissediyordum. Bana böyle oldukça dikkatli davranması hoşuma gidiyordu.

"Bakayım dizine," dediği esnada elimi uzatıp pijamamı yukarı doğru hafifçe sıyırdım. İki dizimi de açığa çıkardığımda orada da hatırı sayılır yaralar olduğunu görmüştüm. Aslında dizlerimin acısından da bunu anlamıştım. Duşta bacaklarımdaki kan lekelerini temizlerken de detaylıca incelemiştim ama o, dizlerimde de yaralar olduğunu nasıl anlamıştı?

Gözlerinde gördüğüm öfkeye rağmen hiçbir şey söylemeyip sessizce yaralarımı temizlemeye devam ettiğinde bu çok uzun sürmemiş, dizlerimdeki yaraları bandajla kapatıp pijamamı kendi elleriyle düzeltmişti. "Çoraplarını da giydirelim üşüme." diyerek de giymeyip yatağın üstünde bıraktığım gri, uzun çoraplarımı eline aldı. Hiç üşenmeden hatta itiraf etmeliyim ki büyük bir zevkle çoraplarımı yavaşça giydirdikten sonra uzanıp elmacık kemiğim üzerindeki yaraya kuş kadar hafif bir öpücük bıraktı. Ardından yüzümdeki özenle temizlediği yaraların hepsine teker teker aynı öpücükleri bıraktığında dudaklarım hafifçe yukarı kıvrılmıştı.

"Teşekkür ederim," dedim, mırıldanarak.

"Etme," dedi, yumuşacık bir tonda. Ardından örgümden taşan kısa tutamlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra parmakları hafifçe çenemi kavramış, parmaklarını kullanarak başımı hafifçe oynatıp burnuma baktı. Hafifçe sızlıyordu fakat yere düşerken aldığım darbeden dolayı olduğuna emindim.

"Canın acıyor mu?" diyerek de konuştuğunda onu başımı iki yana sallayarak yanıtladım. Bu, ona pek inandırıcı gelmemiş olacak ki elini kaldırıp burun kemerime hafifçe dokunduğunda gerçekten bir şeyim yoktu.

"Acımıyor, iyiyim.." dedim, bir kez daha. "Ama ayağımın üzerine basarken bileğim biraz acıyor," dediğimde bana bir bakış atıp elini indirdi. "Sol ayağım."

"Neden söylemedin?" diyerek de bana kızar gibi olduğunda dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Elini sol ayak bileğime indirdiğinde az önce giydirdiği çorabımı çıkarmak zorunda kalmıştı. Eliyle hafifçe bileğimi yokladığında dudaklarımdan minik bir inilti dökülmüştü. Bu, elini oradan çekmesine neden olurken dokunuşları daha yumuşak bir hâl almıştı. "İncinmiştir," dedi, kaşlarını çatarak. "Bir hastaneye gidelim yine de Maran.. Böyle olmaz."

"İstemiyorum, Kenan." dedim, acı çekiyormuşçasına. Hastaneye gitmekten nefret ediyordum. "Burkuldu galiba, bir şeyim yok.."

"Saralım o hâlde," diyerek tekrar yerinden ayaklandığında ne onun bana ısrar etme gücü, ne de benim ona direnme gücüm vardı. Bu yüzden o getirdiklerini tekrar banyoya götürüp söylediği gibi bileğim için merhemle bandaj getirmişti.

Sol ayak bileğime merhem sürüp parmaklarıyla bir güzel masaj yaptığında açıkçası biraz daha iyi hissediyordum. Bakıldığında o gerçekten işinde iyi bir doktor olabilirdi, çünkü eli fazlasıyla hafifti. Üstelik o ellerinde gerçek bir sihir vardı ve dokunduğu her şey daha iyi oluyordu.

Getirdiği bandajı özenle bileğime sarıp ayaklanarak getirdiklerini tekrar banyoya götürmüştü. Bu esnada ben de ayaklarımı yataktan sarkıtıp annemin ben banyodayken getirdiğini düşündüğüm komodindeki su dolu sürahiye uzandım. Yanında duran bardağı elime alıp biraz su doldurduğumda o da banyodan çıkmıştı. O, duşa girmeden önce çıkarıp koltuğun üzerine bıraktığım ceketini geniş omuzlarından geçirirken ben de suyumu içmekle meşguldüm. Ardından da boş bardağı tekrar komodine bırakıp elimi ona doğru uzattığımda beni geri çevirmemiş, elimi avucu içerisine hapsederek kalkmama yardım etmişti.

"Şunu da giy," diyerek hangi ara yatağın üzerinden almış olduğunu bilmediğim hırkamı bana giydirdiğinde çok geçmeden beraber önce odadan çıkmış, ardından da merdivenleri inerek evden çıkmıştık. Hiç arkama bile bakmadan adımlarımı babamın arabasına doğru yönlendirdiğimde benim için arabanın kapısını açmayı ihmal etmedi.

"Geleceğim yanına," dedi, emniyet kemerimi de bağladıktan sonra.

"Bakıcım olarak geleceksen gelme," dediğimde dudaklarında sadece minik bir tebessüm oluşturabilmiştim.

"Eve geçtiğinde haber ver bana, tamam mı?"

"Tamam," diyerek onu yanıtladığımda kimsenin görmeyeceğine emin olduktan sonra yanağına tatlı bir öpücük bırakmıştım. "Seni seviyorum.."

"Ben de seni," dedi, içli bir şekilde. Bu, dudaklarımın yukarı doğru hareketlenmesine neden olurken mavi gözlerime son kez oldukça duygu yüklü bir şekilde bakıp benden uzaklaşarak arabanın kapısını kapatmıştı. O, birkaç adım uzaklaşırken annem de onunla vedalaşıp -duyabildiğim kadarıyla da bu gece için onu teşekkür yağmuruna boğduktan sonra- arabaya bindi. Ardından babam da arabaya binip arabayı çalıştırdığında arabanın camları film kaplı olmasına rağmen nasıl denk getirmişti bilmiyordum fakat son bir kez daha gözlerimiz onunla kesişmiş, biz evin bahçesinden çıkana kadar da yerinden kıpırdamamıştı.

Gözlerimi, onun nokta kadar olan görüntüsünden alıp önüme döndüğümde bu gecenin bir kâbus olmasını diliyor, bir an önce yeni bir güne uyanmaya can atıyordum.

🧸🧸🧸

"Maran kalkma artık yerinden!" diyen annem, abartılı bir şekilde göz devirmeme neden olduğunda onu dinlemeyip giyinme dolabıma doğru ilerledim. Biraz daha hava almazsam kafayı yiyebilirdim.

"Anne," dedim, uyarıcı bir tonda. Bu, kollarını göğsünde birleştirip bana ters ters bakmasına neden olduğunda umursamazca önüme dönüp dolaptaki kıyafetlerimi incelemeye başladım. Az önce telefonda Bige'yle konuşmuş ve abisinin sahile koşuya gittiğini öğrenmiştim. Bu bilgiyi öğrendiğim anda da yerimde durmayıp yatağımdan fırlamıştım. Aslında pencereye çıksam onu buradan da görebilirdim fakat bu mesafeden onu öpemez, ona sarılamazdım.

"Hiçbir şey söylemiyorum sana.." dedi, annem sitemkâr bir şekilde.

Resmen günlerdir bana ölümcül hastalığa yakalanmışım gibi davranıyordu. Oysaki yüzümdeki yaralar iyileşmiş, incinen bileğim de kendine gelmişti. Fakat ona rağmen hâlâ yatağa bağlı yaşıyordum. Üstelik işe giderken de babamla birlikte gidip onunla birlikte eve dönüyordum. Eğer dışarı çıkacaksam da o benimle geliyor, korumalardan birini peşime takmıyordu. Bu, artık onlara bile güvenmediğini açıkça belli ederken bu tavrında haklı olduğunu biliyordum. Artık ben de hiçbirine güvenmiyor olsam da Bora'nın yeri bende ayrıydı. Eminim ki o gece orada olsaydı buna asla müsaade etmez, Sinan asla o gece evime giremezdi. Sinan da bunu tahmin etmiş olmalı ki o gece Bora'yı, benim telefonumdan atılan bir mesajla evden uzaklaştırmıştı. Halbuki ben, o gün hiç Bora'yla iletişime geçmemiş olsam da IP adresime ulaşarak benim adıma bir mesaj atıp Bora'yı ıssız bir yere göndermişti. Bora da başımın dertte olabileceğini düşünerek oraya gittiğinde hiç kimseyi göremediğini, bu yüzden de daha çok endişelendiğini söylemişti.

Açıkçası hepimiz kâbus gibi bir gece geçirmiştik.

Aklımdaki düşünceleri, başımı iki yana sallayarak kovduğumda annemin söylenmeleri bir kulağımdan girip ötekinden çıkıyordu. Dolaptan çıkarmış olduğum kıyafetlerle beraber odanın içerisindeki ahşap paravanın arkasına geçtiğimde hızla üzerimdeki pijama takımından kurtulup çıkardığım siyah taytımı bacaklarımdan geçirdim. Ardından da sporcu sütyenimin üzerine gri V yaka olan salaş bir kazağı geçirdiğimde paravanın arkasından çıkıp yatağa oturarak beyaz çoraplarımı giymiştim.

"Kenan'ın yanına, sahile gidiyorum anneciğim izninle.." diyerek onun söylenmelerine bir son verdiğimde çatık kaşları düzeldi, bakışları normal hâlini aldı. "Babamın korkusundan gelemiyor buraya." Güldü.

"Öyle mi söyledi?" Kıkırdadım.

"Hayır ama ben öyle tahmin ediyorum." dedim, bilmiş bir tavırla. Ardından spor ayakkabılarımı da ayağıma geçirirken, "Bir saate gidip gelirim merak etme."

"Kenan'la olduğunda merak etmiyorum ama babana da haber ver çıkmadan." dedi, kapıya doğru ilerlerken. Bu, gözlerimi irileştirip ona bakmama neden olurken ayakkabılarımın bağcıklarını bağlamakla meşguldüm.

"Babam bilmesin, şimdi ben de geleyim diyecek anne ya!" dediğimde bir kez daha güldü. O da bunun farkında olduğundan dolayı aklınca bana şaka yapmıştı. "Yukarıda uyuyor dersin, girmez o ben uyurken."

"İyi tamam," diyerek beni yanıtladığında rahat bir nefes vermiştim. "Dikkatli ol ama, Bora'yı da al yanına.. Çıkarken de bana bir görün, mutfaktayım ben."

Onu, başımla onayladıktan sonra odadan çıkıp kapıyı da arkasından kapatmıştı. Ben de makyaj masama doğru yanaşıp saçlarımı açtığımda amacım onları örüp yüzüme birkaç şey sürmekti. Günlerdir beni oldukça çirkin olan ev hâlimle görüyordu ve açıkçası bundan memnuniyet duymuyordum. Bu yüzden kendime çeki düzen vermem gerekliydi.

Masanın üzerinde duran nemlendiricilerimden yüzüme sürüp göz altlarıma çok az kapatıcı uyguladıktan sonra jilet gibi bir eyeliner çekip gür kirpiklerime de tek bir kat olacak şekilde rimel sürmüştüm. O ruhsuz, soluk yüzüm canlanırken dudaklarıma da onun oldukça beğendiği glosslarımdan birini sürdüm. Dudaklarımı birbirine sürterek onu dağıttıktan sonra da saçlarımı sıkı olmayacak bir şekilde örüp perçemlerimi de iki yandan çıkarmıştım. Bir süre aynada kendimi inceledikten sonra oldukça hoş göründüğüme kanaat getirerek şarjda olan telefonumu çıkardım ve komodinin üzerinde duran pembe kulaklığımı da alarak boynuma geçirdim. Ardından da aceleci adımlarla odadan çıkıp merdivenleri ikişer üçer atladığımda içimde inanılmaz bir heyecan vardı. Sanki her sabah gelip beni birkaç dakika da olsa gören kendisi değilmiş gibi onu göreceğim için heyecanlanıyordum. Pekâlâ onu birkaç dakika da olsa görüyordum fakat bir türlü baş başa kalamıyorduk. Annem bizi yalnız bıraksa da babam yanımızdan ayrılmıyor, bu yüzden de doğru düzgün konuşamıyorduk bile.

Adımlarımı mutfağa yönlendirip annemi kontrol ettiğimde onun akşam yemeği için hazırlık yapıyor olduğunu görmüştüm. O, başını kaldırıp beni fark ettiğinde mutfakta yalnızdı. "Çıkıyorum ben anniş," diyerek yanına gidip yanağına bir öpücük bıraktım.

"Dikkat et kendine, çok geç kalma.. Babanı bir saatten fazla oyalayamam biliyorsun." dediğinde başımı salladım hızlıca. "Bora'ya da söyledim, seninle birlikte gelecek."

"Tamamdır, geç kalmam merak etme."

"Selam söyle,"

"Söylerim." diyerek aynı hızlı adımlarla mutfağın bahçeye çıkan kapısından çıktığımda hava oldukça kasvetliydi. Büyük ihtimalle yağmur yağacaktı, çünkü günlerdir hava böyleydi. Ara ara gökyüzü damlalarını yeryüzüne bıraksa da bu çok kısa sürüyordu.

"Maran Hanım," diyen Bora'yı gördüğüm an dudaklarım yukarı kıvrılırken babamın görmemesi için bahçenin arka kapısına doğru adımlamaya başlamıştım bile. O da tahmin ettiğim gibi beni orada bekliyordu.

"Naber Bora?" dedim, oldukça neşeli bir şekilde.

"Teşekkürler, siz nasılsınız?" dediğinde onun bu resmiyeti içten içe göz devirmeme neden oldu.

"Harikayım," dedim ve ardından ekledim. "Babam seni gördü mü?"

"Hayır, görmedi.. O yüzden dikkatli olmalıyız." dediğinde başımı sallayarak onu onayladım. "Yıldız Hanım, sizi bir saniye bile yalnız bırakmamam gerektiğini söyledi."

"Yanılıyorsun," Ona ukala bir bakış attım. "Bana sahile kadar eşlik ettikten sonra sen geri dönebilirsin." Bu sözlerim, biçimli kaşlarının hafifçe çatılmasına neden olurken beni reddedeceğini biliyordum.

"Yıldız Hanım'ın talimatı bu yönde maalesef," dediğinde bu keskin tavrına şaşırmamıştım. Bu, babamla annemin işi olmalıydı. "Birkaç adım arkanızda olmama izin verin.."

"Tamam tamam," dedim, geçiştirircesine. Bu esnada o kadar hızlı adımlar atmıştım ki çabucak arka kapıya ulaşmış, yalıdan ayrılmıştık. "Yine de babamdan daha iyi bir seçenek olduğuna eminim." dediğimde ne söylediğimi anlamamış olmalı ki bana bir cevap vermemiş, kalan yolculuğumuza sessizce devam etmiştik. Sessizce diyordum fakat emindim ki kalbimin atışlarını o duymamıştı. Kalbim öyle bir hızla göğüs kafesime çarpıyordu ki karşı caddeden bir mehter takımı geçtiğini düşünebilirdi.

Aradan geçen dakikalar, gitgide daha da heyecanlanmama neden olurken nihayet sahile varabilmiş, denizin o temiz kokusunu ciğerlerime doldurabilmiştim. Hava kapalı olduğundan dolayı sahil bomboştu. Sadece tek tük insan varken onu bulmam daha kolay olacaktı.

"Neredesin çakır gözlüm?" diyerek hayıflandığımda gözlerim etrafı tarıyordu.

"Anlamadım?" diyen Bora'ya bir bakış attım.

"Enişteni görebiliyor musun?"

"Kenan Bey'i mi?"

"Başka enişten mi var?"

"Galiba kendisi şu an sizi fark etti," diyerek sorumu yanıtladığında bakışlarımı ondan alıp hızla sahilde gezdirdim. Fakat bu çok uzun süren bir arayış olmamış, karşıdan bana doğru geldiğini hemen fark etmiştim. Yeşil gözleri direkt olarak gözlerime işlerken hızla çarpan kalbim bir dondurma misali yavaşça erimeye başladı.

Terden neredeyse üzerine yapışmış olan siyah tişörtü, geniş omuzlarını sıkıca sararken yavaş ama büyük adımlarla bana doğru ilerliyordu.

'Rabbim neler yaratıyor?'

İnsan değil.

"Of Allah'ım," Dudaklarımdan benden bağımsız bir şekilde dökülen sözcüklerle beraber elini kaldırıp kulağındaki kulaklığı çıkardığında gözleri kısa bir an yanımda ilerleyen Bora'ya kaymıştı. Bora, ona başıyla selam verdiğinde dudakları hafifçe yukarı hareketlendi ve son büyük adımı atarak ortada buluşmamızı sağladı. İşte yol boyunca beklediğim bu an, heyecandan şuracıkta bayılmama neden olabilirdi.

"Naber Bora?" diyerek önce ona selam verdiğinde gözlerimi bir saniye bile o güzel yüzünden ayırmıyordum.

"Teşekkür ederim Kenan Bey, siz nasılsınız?" diyerek Bora da onun bu nezaket dolu tavırlarına aynı nezaketle karşılık verdiğinde bu sohbetlerinin olabildiğince kısa sürmesini diliyordum. Pekâlâ benimle ilgilenmek yerine önce Bora'yla mı ilgileniyordu?

"Sevgilin benim," dedim, kıskançlıkla. "Bora değil.." Bu sözlerim onun dikkatini çekmemi sağlarken Bora da söylediği üzere yanımızdan uzaklaşmıştı. Sanırım gerçekten birkaç adım gerimizde yürümekte kararlıydı.

Bu sözlerimle birlikte onun bakışlarının odağı nihayet olabildiğimde yüzündeki gülümseme yavaşça dağıldı, başını hafifçe yana doğru oynatıp hoş tınılı bir gülüşü dudaklarından bırakıverdi.

Kulaklarımı şenlendiren bu gülüş ifademin yumuşamasına neden olurken ona doğru bir adım atmıştım. Ayakkabılarımızın uçları birbirine değdiği an ona sarılacağımı anlamış olmalı ki geriye doğru bir adım atıp benden uzaklaştı.

"Terliyim," diyerek anlamsız bakışlarıma bir cevap verdiğinde bu söylediği umurumda olmamıştı.

"Bana ne?" diyerek bir kez daha aramızdaki mesafeyi kapatıp parmak uçlarımda yükseldiğimde onu yine güldürmüştüm. Kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldığımda hiç olmadığım kadar mutluydum. Onu fazlasıyla özlemiştim.

Güçlü kolları ince belime yavaşça dolanırken şakaklarıma bir öpücük bırakıp çenesini başıma yasladı. Bir süre onunla böyle kalıp bu anın tadını çıkarmak istiyordum.

"Üşümüyor musun sen?" derken eli hafifçe sırtımı sıvazlıyor, esen rüzgârdan beni korumaya çalışıyordu. "Niye bir şey almadın üstüne?"

"Isıtırsın diye düşündüm," diyerek muzip bir tavırla konuştuğumda ifadesini görmek için geri çekilip ona bakmıştım. Bu söylediğim onun yüzünde bir sırıtışın oluşmasına neden olurken aynısı benim yüzümde de hâkimdi.

"Isıtırım," derken yüzünü hafifçe yüzüme doğru eğmiş, kalbimin ağzıma tırmanmasına neden olmuştu. Yeşil gözlerine bu kadar yakından bakmak bile bana çok farklı şeyler hissettiriyordu. Bir çift göz bana nasıl bu denli şiddetli duygular hissettirebiliyordu bilmiyordum. "Özledim seni.." dedi, koyulaşan sesiyle.

"Ben de," Gözlerim kısaca etrafta gezinirken yine çok yanlış bir yerde bulunduğumuzu bir kez daha anlamıştım. Şu an onu öpmek istiyordum ama olmazdı. Büyük ihtimalle o da nerede olduğumuzu hatırlamış olmalı ki şimdilik dudaklarını yanağıma bastırmakla yetinmişti.

Dudaklarım yukarı kıvrılırken belimdeki ellerini yavaşça indirip sol elimi avucu içerisine hapsetti. "Baban nasıl bırakmış seni?" dedi, alayla. Bu sırada da yan yana yürümeye başlamıştık.

"Annemin haberi var, babama söylemedim.." dediğimde güldü. "Eğer söyleseydim benimle geleceğine eminim."

"Haksız sayılmaz," diyerek konuştuğunda ona ben de hak veriyordum. Babamın benim için olan endişesini tabii ki doğru ve yerinde buluyordum. "Endişeleniyor senin için."

"Konusu açılmışken artık konuşabiliriz bence," dediğimde bakışları bana döndü, bir süre mavi gözlerime baktı. Onunla henüz bu konuyu detaylıca konuşmamıştık. O gece Sinan'ı mahzene götürdükleri bilgisi dışında ona ne yaptıklarını bilmiyordum. Üstelik emindim ki bu konuda babama gerek kalmamış, her şeyi Kenan halletmişti. O geceden sonra beni ziyarete geldiğinde ellerindeki yaralar da bunu kanıtlayacak nitelikte olmuştu. Bu nedenle de ona, gerçeği bildiğim için ne olduğunu sorma gereği duymamıştım.

Sinan'ın canına okuduğuna neredeyse emindim.

"Neyi?" dedi, anlamazdan gelerek. Bu, gözlerimi baymama neden olurken ilerideki bankın önünde kağıt helva satan tonton bir amcayı gösterdi. "Sana kağıt helva alayım mı?" diyerek de beni, bir çocukmuşum gibi kandırmaya çalıştığında gülmeme engel olamadım.

"Ya Kenan," dediğimde onun da dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Ardından bir kedi gibi ona sokulduğum esnada bu küçük oyununa kandığımı anlamış olacak ki gülümsemesi tatlı bir kıkırtıya dönüştü. "Tamam al bari.. Ama bana her şeyi anlatacaksın, kaçışın yok."

Bu sözlerimle birlikte gözleri kısılırken yeşil gözleri yavaşça bana döndü. "Pazarlık mı yapıyorsun sen benimle?"

Gözlerimi ondan kaçırıp düşünüyormuş gibi yaptığımda bu, onun için yeterli bir cevap olmuştu. "Asıl sen benimle pazarlık yapıyorsun.. Üstelik bunu o kadar iyi yapıyorsun ki anlamıyorum bile!"

"Ders alman gerekiyor işte," diyerek kendiyle övündüğünde kıkırdadım. "Kaç tane yersin?"

Gözlerim, ileride durup küçük çocuklara satış yapan tonton amcaya kaydığında, "Yerim beş tane.."

"Yuh," Gözlerim sahte bir kızgınlıkla irileşirken boştaki elimi kaldırıp çıplak koluna vurdum. Tenin tene çarpma sesi şiddetli bir şekilde kulaklarıma ulaştığında bundan hiç de etkilenmiş gibi değildi. Hatta aksine sırıtmıştı.

"Şapşal ya!"

"Geç otur şuraya, geliyorum hemen." diyerek beni bir banka oturttuğunda arkamızdan ilerleyen Bora'nın adımları da durmuştu.

"Bora'ya da al," dedim, hızla. "O yemezse ben yerim ziyan olmaz yani."

"Evde aç mı bırakıyorlar seni?"

"Yoo,"

O bu sözlerime gülerek yanımdan uzaklaştığında Bora'ya, yan tarafımdaki banka oturması konusunda epey ısrarda bulunmuş, en sonunda o da bu ısrarlarıma dayanamayıp birkaç adım uzağımda olan banka oturmuştu. Bu esnada elimdeki telefonumun melodisi kulaklarıma dolarken ekrana bir bakış atarak kimin aradığına baktım. Pekâlâ, babamdı. Ona çok çabuk yakalanmıştım.

"Efendim babacığım?" diyerek telefonu açtığımda bu kadar çabuk yakalanmayı beklemiyordum.

"Neredesin, Ahu?" dedi, gergince.

"Kenan'la sahildeyiz." dedim, onu yanıtlayarak. "Bora da yanımda, merak etme.."

"Neden bana haber vermiyorsun?" dediğinde Kenan'ın bana doğru yaklaştığını görmüştüm.

"Ay baba," dedim, gözlerimi bayarak. "Dışarı çıkmak istedim biraz, hava alıyorum işte.. Bir saate evde olacağım, söyledim anneme. Merak etmeyin, Kenan da yanımda hem."

"Kenan'a ver telefonu, onunla konuşacağım." dediğinde onu onaylamış, yanımdaki boşluğa oturmakta olan Kenan'a elimdeki telefonu uzattım. Bu, onun bakışlarının elimdeki telefonun ekranına takılmasına neden olurken, "Babam, seninle konuşmak istiyor." demiştim.

O, elindekileri elime tutuşturup telefonu elimden aldıktan sonra keyifle arkama yaslanıp kucağımdaki paketlerden birini açmaya koyuldum. Bunu yaparken de paketlerden birini Bora'ya uzatıp ona tatlı bir teklifte bulunsam da beni şaşırtmayarak yine reddetmişti.

"Merak etmeyin Adnan Bey," diyen Kenan'ı izlerken onun yeşilleri de karşımızda çarşaf gibi uzanan denizdeydi. "Maran'ı eve bizzat ben bırakacağım." dediğinde babamın Kenan'ı bu şekilde darlamalarına bir nevi alışmıştım. Günlerdir ona da bana da böyle davranıyordu.

O, sadece birkaç dakika içerisinde babamla olan telefon konuşmasını sonlandırıp telefonu bana uzattığında elinden almıştım. "Babama neden 'Bey' diyorsun?" dedim, merakla. Bu, bakışlarının dudaklarıma kaymasına neden olurken elimde yarılamış olduğum kağıt helvaya bir bakış attı.

"Bilmem," dedi, umursamazca. Ardından elini kaldırıp baş parmağıyla dudağımın kenarını hafifçe sildiğinde yapacağı şeyi anlayarak sırıtmıştım. Bununla beraber başını bana doğru yaklaştırıp dudaklarıma hoş bir öpücük bıraktığında tam oracıkta ruhumu teslim etmek üzereydim. Bu, onun bir alışkanlığı hâline gelmişti.

Gözlerim kapanırken dudaklarım üzerindeki baskısı çok geçmeden yok oldu, soğuk bir rüzgâr eserek dudaklarımdaki varla yok arası olan ıslaklığı kuruttu. "Sikeyim," diyerek kısık bir küfür mırıldandığımda onun ifadesini görmüyordum fakat gülüşü kulaklarıma ulaşmıştı. Bu, gözlerimi yavaşça aralamama neden olurken, "Acil sevişmemiz gerek.." dedim, mırıldanarak.

"Bir süre daha bu gerçekleşemeyecek gibi görünüyor," dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Doğru söylüyordu, babam beni evden dışarı bile zar zor salarken onunla nasıl olacaktı da bir araya gelecektik?

"Seni odama alırım," dedim, edepsiz bir şekilde. "Gizlice." Güldü.

"Edepsizleştin,"

"Edepsizleştiriyorsun."

Gözleri, bir kez daha dudaklarıma kayarken onun için yanıp tutuştuğumun farkında değil gibiydi. Şu an burada böylesine uslu oturmam, onu istemediğim anlamına gelmiyordu. Aksine şu an yerimde zar zor duruyordum.

"Ev işini ne yaptın?" diyerek gözlerini hafifçe kırpıştırıp bakışlarını benden uzaklaştırdığında bu tavrı kıkırdamama neden oldu. Sanırım aynı şeyleri hissediyorduk.

"Babam bakıyor hâlâ da," dedim, elimdeki helvadan bir ısırık almadan önce. "Ben gerek olmadığını düşünüyorum.. Zaten evleneceğiz," dediğimde etrafta dolaşan gözleri gözlerimi buldu. "O evde sadece birkaç ay ya da bir yıl gibi bir süre oturmuş olacağım, gerek yok bence. Hem açıkçası kendimi buna hazır hissetmiyorum." Elimdekini ona doğru uzattığımda beni geri çevirmemiş ve kağıt helvamdan bir ısırık almıştı. "İyiyim ama hâlâ aklıma geldiğinde korkuyorum. Bu yüzden tek başıma bir eve çıkmam mümkün görünmüyor, bizimkilerle iyiyim şimdilik."

"Mantıklı düşünüyorsun," dediğinde bana hak verdiğini anlamıştım. "Fikrimi soracak olursan ben de orada kalmanı daha doğru buluyorum."

"Görüşemiyoruz ama,"

"Görüşüyoruz işte." Başımı hafifçe omzuma doğru eğdim.

"Evlensek iyi olur aslında," Güldü bu sözlerime fakat alaylıydı.

"Güpürler ve şamdanlar olmadan mı?" Göz devirdim.

"Ben ciddiyim," dedim, tüm ciddiyetimle. Bu, gözlerinin üzerimde takılı kalmasına neden olurken elimdekinden bir ısırık daha almıştım. "Neyi bekliyoruz ki, çok saçma!"

"Senin beklemek istediğini sanıyordum," dedi, yavaşça. "O yüzden bekliyoruz ya?"

"Tamam beklemeyelim daha fazla," Başımı salladım ağırca. "Başlayalım hazırlıklara.." Yeşil gözleri hafifçe kısılırken benden bunu beklemiyor olmalıydı ki şaşırmış görünüyordu.

"Sen ciddi misin şu an?" dedi, hayretle.

"Ciddiyim," dedim, hiç düşünmeden. "O zamana kadar projeyi tamamlarım, sonrasında da nikah için gün alırız.. Döndüğümüzde de düğün yaparız işte."

"Sen bayağı tasarlamışsın her şeyi kafanda," dediğinde güldüm. Evet, günlerdir bunu planlıyordum ve bundan haberi yoktu. "Tamam," dedi, kabullenir gibi. "Başlarız hazırlıklara.."

"Ben de eve geçince babamlarla konuşurum," derken elimdeki lokmayı onun ağzına tıkıştırmıştım. Ardından elimle, dudağının kenarında kalan kırıntıları temizlediğimde dudaklarımda bir gülümseme vardı. "Bir an önce başlarız hazırlıklara işte."

"Ben de annemlerle konuşurum o hâlde," diyerek beni yanıtladığında gözlerimiz hoş bir iletişimdeydi. Yüzlerimiz oldukça yakın, gözlerimiz büyük bir temastaydı. "Sabah akşam seni soruyor o da.." Güldüm. "Maran iyi mi, nasıl olmuş?"

"Canım ya," dedim, gerçek bir gülümsemeyle. "Çok seviyorum anneni.."

"O da sana bayılıyor inan bana." derken omzumu hafif hafif okşayan elini görmezden gelmeye çalışıyordum. Bu yaptığı küçük hareket hem ısınmamı hem de mayışmamı sağlasa da aramızdaki çekim bugün, diğer günlere göre oldukça yoğundu.

"Şimdi," dedim, i harfini uzatarak. Ellerimi birleştirip bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde konuyu evirip çevirip yine aynı yere getireceğimi bilmiyor olmalıydı. "Asıl konumuza dönelim, bu sefer beni geçiştiremezsin." dediğimde kaşları havalandı, kafasında parçaları birleştirdi. Gözlerim birkaç saniyeliğine yeşil gözleri arasında gidip geldiğinde soracağım sorunun cevabını biliyordum fakat ondan duymak da istiyordum. "Sinan'a ne yaptın?"

Bu sorum, gözlerinin gözlerimdeki yerini korumasına neden olurken aramızda bir sessizlik oluşmuş, sanki deniz bile dalgalanmayı bırakmıştı. Günlerdir sessizliğimi koruyordum fakat artık konuşma vakti gelmişti.

"Onu, geliştirdiğim işkence yöntemlerimle öldürdüğümü söylemek isterdim ama hayır," dedi, gözlerimin içine baka baka. Bu, tüylerimin adeta diken diken olmasına neden olurken alaylı ses tonunun aksine gözlerinde bir ciddiyet vardı. Bu söylediklerini yapabileceğini fakat yapmadığını söylüyordu. "Mahzende hâlâ, bırakmadım."

"Neden?" dedim, merakla. "Neden bırakmadın? Ara sıra yanına gidip stres mi atıyorsun?"

"Evet tam olarak öyle yapıyorum, nereden anladın?" dediğinde benimle dalga geçmemesi için başımı hafifçe geriye doğru atıp ona ciddiyetle bakmıştım.

"Kenan," dedim, uyarıcı bir tonda.

"Ne?" dedi, anlamazdan gelerek.

"Ben ciddiyim," Elimi salladım hafifçe. "Sorularıma gerçek cevaplar arıyorum."

"Ben de sana oldukça gerçek olan cevaplar veriyorum." derken omzumdaki parmakları tırmanıp yüzüme doğru düşen saç tutamlarımı kavramıştı. Onları yavaşça kulağımın arkasına doğru ittirdiğinde gözlerim onun üzerindeydi. O da sanki susmamı istercesine gözlerime bakıyor, bir an olsun oradan ayrılmıyordu.

"Onu görmek istiyorum,"

"Anca rüyanda." Kaşlarımı çattım bu kaba tavrına karşılık.

"Onu görmek istiyorum," dedim, bir kez daha. "Senden izin almıyorum bu durumda.. Sadece beni oraya götürmeni istiyorum."

Gözleri gözlerimde dolaşırken dudakları arasından sıkılmışçasına bir nefes verip kolunu arkamdan çekti ve bu da hiç hoşuma gitmedi. "Unut onu Maran," dedi, keskin bir tavırla. "Hem görüşürüp ne yapacaksın ki sen bu herifle? Gerek yok, otur oturduğun yerde."

Son sözleriyle kaşlarım daha derin bir şekilde çatılırken, "Hey," dedim, uyarıcı bir tonda. Bu, o sert ifadesinin az da olsa kırılmasına yol açtığında, "Nasıl bir konuşma tarzı bu?"

"Özür dilerim ama öyle bir şey olmayacak." diyerek daha yumuşak bir tavırla konuştuğunda çatık kaşlarım da normal hâlini almaya hazırlanmıştı bile. "Şimdi sana bir şey söyleyip benim canımı sıkacak ve ben de dayanamayacağım.." derken olacaklar çoktan gözümün önünde canlanmaya başlamıştı. Evet, kesinlikle böyle olacaktı.

"Yahu herif benim evime girdi, ben hesap soramıyorum nasıl iş bu?" dedim, hayıflanarak. Gerçekten de öyleydi, ne babam ne de o buna müsaade etmiyordu. "Beni mahzene götür Kenan.. Eğer bana karşı gelirsen rahat durmayacağımı biliyorsun."

Yeşilleri, mavilerimde kısaca oyalandığında ciddiyetimi fark etmiş olmalı ki her ne kadar bu duruma karşı olsa da daha fazla konuşmamış, aramızdaki gerilimi şimdilik sonlandırmıştı. "Neden uslu bir kız gibi o güzel çeneni kapatıp köşene çekilmiyorsun?" Omuz silktim.

"Uslu bir kız değilim, belki ondandır." diyerek onu yanıtladığımda yeşil gözlerinden bir ifade geçmişti.

"Seni çok boş bırakmışım ben," dediğinde tavrımdan asla ödün vermiyordum. Çenemi hafifçe dikleştirip gözlerine bakmaya devam ettiğimde bu hareketimle gözleri adeta parladı.

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" dedim, sahte bir merakla.

"Seni altıma alma vaktim gelmiş," dediğinde içimdeki yangında alevler her yana sıçramaya başlamıştı. Litrelerce su dökülse bile bu yangınımı anca o dindirebilirdi.

"Sen böyle söyledikçe ben uslanmıyorum," dedim, pembemsi dudaklarına bakarken. Şu an onu öpmek istiyor ve durmak istemiyordum. "Daha da yoldan çıkıyorum, bilmiyor musun?"

Gözlerim, dudaklarından gözlerine doğru çıktığında bu şeye bir an önce son vermemiz gerekiyordu. Aksi takdirde işler hiç iyi bir noktaya varmayacak, biz daha da yoldan çıkacaktık.

"Bora hadi gidelim artık," diyerek de bu işe bir son verdiğimde esen rüzgârın soğukluğu bana işlemiyor, tenim alev alev yanıyordu.

Gözlerimi onun gözlerinden zorlukla ayırdığımda Bora'nın da yerinden kalktığını fark etmiştim.

"Niye bu kadar erken gidiyorsun?" dediğinde kaşlarının hafifçe çatıldığını gördüm. Demek bana doyamamıştı.

"Rahat duramıyorum çünkü," diyerek açık sözlülüğümü konuşturduğumda çatık kaşları usulca gevşedi. "Özlersen balkonuma tırmanırsın yapmadığın şey mi?" dedim, alayla.

Bu sözlerim, onun bakışlarının kısaca Bora'ya dönmesine neden olurken onun duyup duymadığını kendince kontrol ediyor olmalıydı. "Babana söz verdim, seni eve ben bırakacağım."

"Hay hay," diyerek onu onayladığımda benden önce ayaklanmış, elimi ona uzattığımdaysa elimi tutup beni kaldırmıştı. Elimdeki paket paket kağıt helvalarla küçük bir çocuk gibi hissetsem de hâlimden memnundum.

Adımlarım onun adımlarına karışırken Bora da söylediği gibi bir iki adım arkamızdan yürüyor, bize eşlik ediyordu.

"Götürecek misin beni?" diyerek başımı ona doğru kaldırdığımda beni geçiştirircesine başını salladı. Eş zamanlı olarak elimi kaldırıp ona vurduğumda bıkkınlıkla derin bir nefes verdi.

"Tamam, Maran.." dedi, susmamı istercesine. "Uzatma yoksa vazgeçerim, haberin olsun." diyerek tıpkı ondan bir şey isteyen küçük bir kız çocuğuymuşum gibi beni azarladığında güldüm. Bazen hatta çoğunlukla onun küçük kızıymışım gibi hissediyordum. Bu saçmaydı fakat öyle hissetmeme engel olamıyordum.

"Tamam ya," dedim, omuz silkerek. "Sen de vazgeçmek için yer arıyorsun resmen."

"Arıyorum tabii," dedi, hiç bozmadan.

"Abartıyorsun, sadece onun neden bunu yaptığını öğrenmek istiyorum."

"Adam hasta," dedi, tane tane. Bunu bana o kadar çok söylemişti ki artık bunu duymak garip gelmiyordu. "Senin yatak odana gizli kamera yerleştirecek kadar hasta ruhlu ve sapık bu adam.. Hâlâ onunla mantık çerçevesi içerisinde konuşmak istemene hayran kalıyorum gerçekten." Evet bir de bu vardı.

O gece, Kenan odamda bana pansuman yaparken benim daha önce fark etmediğim hatta dikkat bile etmediğim bir ayrıntıyı fark etmiş, bunu bana hemen söylemek yerine de ben evden ayrıldığımda tekrar yukarı çıkıp kontrol etmişti. Sinan, yatağımın hemen yan tarafındaki abajura küçük, gizli bir kamera yerleştirmişti. Üstelik sadece yatağımın baş ucunda değil, giyinme odamda ve banyomda da Kenan, bu kameralardan bulmuştu. Bunu duyduğum anda tüylerim diken diken olmuş, korkum on katı artmıştı. Ben, o kameraları şu zamana kadar fark etmemiştim ve o, daha önce de bir şekilde ben yokken evime girip odama kameraları yerleştirmişti. Onun ne zaman evime girip, ne zaman o kameraları taktığını bilmiyordum fakat babamın anlattığına göre günlerdir ağzını açıp tek kelime etmiyordu.

"Daha hiçbir şey yapmadım ona," diyerek kendi kendine mırıldandığında bu konu, tıpkı ilk günkü gibi yine dudaklarımı birbirine kilitlememe neden olmuştu. Resmen bir sapık gibi beni gözetlemişti ve bunu öğrendiğimden beri kendimi iyi hissetmiyordum.

Ben, ona hiçbir cevap vermeyip sessiz kaldığımda bu hassasiyetimi bildiğinden dolayı daha fazla konuşmayıp kolunu omzuma atarak beni kendine doğru çekmiş, başımın üzerine bir öpücük bırakmıştı. Hatta adımlarımız yavaşlayana kadar da bu şekilde yolumuza devam etmiştik. Yalıya kadarki kısa yürüyüşümüzde kafamı dağıtmak için benimle sık sık uğraşmış, yüzümü güldürmeyi başarmıştı.

"Hadi geç sen," dedi, kolunu omzumdan çekerken. Yol boyunca kolunu omzumdan çekmemiş, üşümemi engellemişti. Son günlerde hava birden soğumuştu ve bu, bir dileğimin gerçekleştiğini gösteriyordu. "Yeterince üşüdün, üşüme daha fazla.."

Bu sözleriyle birlikte gözlerim onun gözlerinden ayrılıp kapının önünde bekleyen Bora'ya döndü. Birkaç adım uzağımızda beni bekliyordu. "Bora sen geçebilirsin, geliyorum ben hemen." dediğimde beni geri çevirmedi, büyük kapıdan geçerek bahçeye girdi. Ardından bakışlarımı kısaca etrafta gezdirip kimsenin olmadığına kanaat getirdikten sonra parmak uçlarımda yükselerek daha onun bir şey söylemesine fırsat bile vermeden dudaklarımı dudaklarına bastırmıştım. Yumuşacık dudaklarını dudaklarımda hissetmek, içimdeki o elektrik dalgasının harekete geçmesine neden olurken ellerim yüzünü avuçladı. O, bunu beklemiyor olacak ki şaşkınlığını biraz geç atabilmiş ve bu tatlı öpücüğümü karşılıksız bırakmamıştı.

"Bu ne içindi?" dedi, öpüşmemiz arasında. Dudaklarım dudaklarına yavaşça sürttüğünde içim titredi, kalbim duracak gibi oldu.

"İçimden geldi," diyerek onu yanıtladığımda bir kez daha dudaklarını dudaklarımla kavramış, boğazının gerisinden yükselen bir hırıltıyla beraber alt dudağını emerek ondan uzaklaşmıştım.

"Sikeyim," diyerek bir küfür savurduğunda gözleri öpüşmemizin etkisiyle kapanmıştı. Ellerim hâlâ yüzündeyken parmaklarım hafifçe kirli sakallı çenesini okşuyordu. "Ne yapıyorsun bana böyle?"

"Ne yapıyorum sana?" dedim, cilveli bir tavırla. Her nefes alışımda bedenime çarpan bedeni ve görmezden gelemeyeceğim bu yakınlık ikimizi de delirtiyordu. "Akşam gelecek misin?"

"Geleceğim," dedi, pes edercesine. Bu, dudaklarımda bir sırıtışın oluşmasına neden olurken dudaklarıma tutkulu bir öpücük bıraktı. "Git, geleceğim."

"Bekleyeceğim bak," Burnum burnuna hafifçe sürttüğünde parmaklarıyla çenemi kavrayıp yanağıma tüy hafifliğinde bir öpücük kondurdu. "Gelmezsen ben gelirim haberin olsun."

"Ona ne şüphe?" dediğinde dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmüştü. Bu esnada da ellerimi yavaşça aşağı indirdiğimde yeşil gözleriyle etrafı kontrol etti. "Git hadi, baban merak etmesin şimdi."

"Dikkatli git," dedim, yumuşacık bir tonda. "Eve gidince de haber ver bana."

"Veririm,"

Dudaklarım yukarı kıvrılırken içimde adeta kelebekler uçuşuyordu. Bu kadar büyük bir heyecanı bir insan için duymam çok saçmaydı fakat kendimi bir türlü durduramıyordum. Hatta her geçen gün bu duygu katlanıyor gibiydi.

Adımlarımı açık kapıya doğru yönlendirip ona son bir bakış daha attığımda hâlâ beni bekliyordu. Yeşil gözleri üzerimdeyken dudaklarında tıpkı benimki gibi bir gülümseme vardı. İşte buna şahit olmak bile benim için yetiyordu.

Bakışlarımı ondan alıp kapıdan geçerek bahçeye adımımı attığımda beni bekleyen Bora'yı görmüştüm. Evde annemle babam, dışarıda da Bora beni yalnız bırakmıyordu. Babam da sadece ona güveniyor, bu yüzden yanımdan ayrılmasına müsaade etmiyordu.

O, bana evin kapısına kadar eşlik ederken kapıyı açan Nermin ablayla ufak bir selamlaşma yaşamış, hızla eve girmiştim. Mutfaktan yayılan güzel kokular günler sonra iştahımı açarken bunun nedeni belliydi. İçimdeki mutluluk tarif edilemezdi.

"Ben geldim!" diyerek cıvıldadığımda mutfağı es geçip salona ulaşmıştım. Kanepede oturan annemle babamın bakışları bana dönerken babam da gözlüklerinin ardından bana bir bakış atıp baştan aşağı beni süzdüğünde bu mutluluğumu fark etmiş olmalıydı.

"Erken geldin," dedi, annem elindeki tableti bırakırken.

"Bir saat demiştim," Kaşları havalandı.

"Kenan mı bıraktı?" Başımı salladım.

"Niye girmedi içeri?" diyerek babam ilk kez konuştuğunda kendimi kanepelerden birine bırakmıştım.

"İşleri varmış," dedim, bir çırpıda. Gözlerim ikisi arasında kısaca gidip geldikten sonra dudaklarımda takılı kalan sözcükleri bir an önce onlara dökebilmek için derin bir nefes aldım. "Benim sizinle bir şey konuşmam gerek."

Annemle babamın bakışları, bu sözlerimle birlikte buluştuğunda annemin yüzündeki o merak ifadesini çok net yakalamıştım. "Ne konuşacaksın?" dedi, babam da. O da elindeki gazeteyi bırakıp gözlüğünü çıkardığında mavi gözleri, onunla tıpatıp aynı tonda olan gözlerimi buldu, bir süre yüzümü inceledi.

"Biz Kenan'la konuşup anlaştık," dedim, yavaşça. Kalbim küt küt atıyor, onların da bu sevincime ortak olmasını istiyordum. "Yani her şey bir anda oldu, bunu ben istedim.." Gözlerim bir kez daha onların üzerinde yavaşça gezindiğinde onları iyice meraklandırdığımı görmüştüm ve bir an önce buna bir son vermek isteyerek son kelimelerimi sarf etmiştim. "Biz evlenmeye karar verdik. Bekleyecek bir şeyimiz yok."

Son sözlerim bunlar olurken salona tuhaf bir sessizlik çökmüş fakat bu sessizlik beni rahatsız etmemişti. Annemin merakını gidermiş, onun ifadesinin bu sefer şaşkın bir hâl almasına neden olmuştum. İrileşen gözleri, üzerimden ayrılmazken babam da benim bu kadar hızlı davranacağımı beklemiyor olacak ki o da şaşırmıştı. Onun şaşırma sebebi de bu konu açıldığı her an ortamdan koşarak uzaklaşmama rağmen bir anda karşılarına böyle bir fikirle çıkmamdı.

Pekâlâ haksız sayılmazdı.

Daha düne kadar evlilikten kaçıp bu konu açıldığında kapatmak için türlü türlü şekillere giren ben, az önce evlenme kararı almıştım.

"Ne?" diyerek bağıran annem, bağırışının salonun duvarlarında yankılanmasına neden olurken şaşkınlıkla irileşen gözleri kısa bir an karnıma düştü. "Hamile misin yoksa? Doğru söyle Maran, nereden çıktı şimdi bu bir anda?"

Annemin bu beklenmedik sorusu karşısında bu sefer şaşıran ben olduğumda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, gözlerim yuvalarından fırlamaya hazırlandı. Vücudumdaki tüm kan yanaklarıma toplanırken bu, az önceki yangından çok çok farklıydı.

Bakışlarımı annemden alıp hızla babama çevirdiğimde o da annemin bu sorusuyla birlikte kaşlarını derince çatmış, bakışlarını anneme çevirmişti.

"Saçmalama anne," dedim, şaşkınlıkla. Ardından utançla babama döndüğümde, "Yok öyle bir şey baba yemin ederim.." Kucağımda birleştirdiğim ellerimi çimdiklerken bunu söylediğime çoktan pişman olmuştum bile. Bu soruyu soracağı aklımın ucundan dahi geçmemişti fakat çoktan içime bir kurt düşürmüştü. "Sadece beklemenin bir anlamı olmadığına karar verdim, hepsi bu!"

"Daha düne kadar erken diyip geçiştiriyordun bizi, ne oldu da kararın değişti birden?" diyen anneme gözlerimi açarak uyarıcı bir bakış attığımda beni umursadığı söylenemezdi. Bunu bana baş başa olduğumuz bir zaman diliminde sormasını bir şekilde kabul edebilirdim fakat babam buradaydı yahu! Şu an bana olan bakışlarıyla karşılaşmamak için başımı çevirme cesareti gösteremiyordum.

"Seviyoruz birbirimizi," dediğimde tenim utançtan alev alev yanıyordu. Bu kararımın sonucunun bu olacağını düşünmemiştim. "Her anımda yanımda, benim için elinden gelen her şeyi yapıyor, beni koruyup kolluyor, yanında güvende hissediyorum en önemlisi de bu bence.. Beni şüpheye düşürecek hiçbir şey de yapmadı şu zamana kadar. Ha yıllar sonra evlenmişiz ha şimdi, ne fark eder ki?"

Babamın çatık kaşları yavaşça düzelirken bana şüpheli bir bakış attı. Annem onun da içine kurt düşürmüştü belli ki. "Başka bir şey varsa söyle bilelim," dediğinde yaşadığım o utanç katlandı, yerin dibine geçmek istedim. "Ahu doğruyu söyle."

"Yok öyle bir şey baba," derken çoktan elim ayağım birbirine girmişti. Öyle bir şey yoktu fakat bu soru benim için gerçekten beklenmedikti. "Annemi bilmiyor musun, dinlemeden etmeden aklına geleni söylüyor çat diye!" Bakışlarım anneme dönerken onun çatık kaşları gevşemişti. "Sadece size güzel bir haber vermek istedim, beni pişman ettin anne çok teşekkür ederim!"

"Ay ne bileyim ben canım?" dedi, hiçbir şey olmamış gibi. "Son zamanlarda bizi çok şaşırtıyorsun."

Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp bu utancımdan sıyrılmaya çalıştığımda bu epey zor gibiydi. Sanırım bir süre daha onların yüzüne bakamayacaktım. "Her neyse," dedim, elimi hafifçe sallayarak. "Bir an önce hazırlıklara başlasak iyi olur, sorun çıksın istemiyorum. Yavaş gidelim ama her şey sorunsuz olsun."

"Kararı zaten size bırakmıştık," dedi, babam da. "Siz ne diyorsanız o, başlarız hemen hazırlıklara.. Hem araya uzun bir zaman dilimi girmemeli zaten." dediğinde onun annemin sözlerine pek takılı kalmadığını anlamıştım bile. Bu, benim açımdan iyi bir durumdu.

"E sen işten güçten kafanı kaldıramıyorsun, nasıl hazırlık yapacağız?" diyen anneme bakışlarımı çevirdiğimde bir noktada haklı sayılırdı. İşte fazlasıyla yorulurken şimdi iki katı daha yorulacaktım fakat bunun pek bir önemi yoktu.

"Projeyi aralıkta teslim edeceğim," dedim, omuz silkerek. "Zaten aynı ay içerisinde nikahı, hemen arkasına da düğünü yapmayı planlıyoruz. Yaklaşık üç ay gibi bir süremiz var, o zaman dilimine kadar her şey hazır olmaz mı? Düğün burada, yalıda olacak üstelik."

"Her şey hallolur da," dedi, annem bana bir bakış atarak. Bu esnada babam da bıraktığı gazetesini tekrar eline almış, gözlüğünü takmıştı. "Sen gelinliğine karar vermeye başla bence, onda sorun çıkabilir."

Kaşlarım çatılırken, "Neden?"

"E zor karar veriyorsun kuzucuğum," dediğinde göz devirmemek için zor durmam gerekmişti. Son zamanlarda herkes bunu söylüyordu. "Diktirecek misin, yoksa gidip mağazadan mı alacaksın?"

"Bilmiyorum," dedim, düşünceli bir tavırla. "Ben birkaç dergiden bakmıştım ama benlik bir şey bulamadım.. Ayrıca ilk kez gelin oluyorum, güzel olmam gerek! Tabii ki zor karar vereceğim yahu."

Annem, bu sözlerime gülerken, "O zaman bu haftaya sana randevu ayarlayalım, gidip gelinliklere şöyle alıcı bir gözle bakalım. O zaman da diktirip diktirmeyeceğin konusunda net bir karara varırsın olur mu?" dediğinde bu fikir aklıma yatmış, onu hemen onaylamıştım.

"Eğer diktireceğim diyorsan Funda'yla da görüşürüm ben, beni kırmaz o kalkar gelir hemen."

Funda, annemin yakın arkadaşlarından biriydi. Amerika'da bir moda evi vardı ve üstelik bayağı iyi bir modacıydı.

"Süper olur," dedim, ellerimi çırparak. Ardından masaya bıraktığım telefonumu alıp ayaklandığımda kucağımdaki kağıt helvaları almayı ihmal etmemiştim. Annem, bunu fark ettiğinde bana imalı bir bakış gönderdi.

"Hâlâ çocuksun sen, nasıl evleneceksin?" dediğinde babam, gözleri gazetede olmasına rağmen onun bu sözlerine gülmüştü. Ben de bu sözlerine alınmayarak salondan çıkıp merdivenlere yöneldiğimde içimde bastıramadığım bir heyecan vardı. Üstelik bu heyecan, bir süreliğine dinmeyecek gibiydi.

🧸🧸🧸

Gözlerim, tam karşımda oturan adamın sütlü kahveyi andıran gözlerinde dolaşırken onun gözleri de geldiğimden beri üzerimden ayrılmıyordu. Bu oldukça rahatsız edici olsa da ona hesap sormadan buradan gitmeyi düşünmüyordum.

Dün, Kenan'a yaptığım ısrarlar sonucu bugün buradaydım. O, bu fikirden başta hoşlanmasa da hâlâ aynı fikirde olduğu barizdi. Kapının orada duvara yaslanıp kollarını göğsünde birleştirmiş, Sinan'a onaylamaz bakışlar atıyordu. Dakikalar önce Sinan'ın bana bakışlarından rahatsız olup ona saldırmaya kalkışsa da ona ben engel olduğum için bunu yapmamıştı. Şimdi de aramızdaki mesafenin sebebi buydu. Bana öfkelenmişti, bunu görebiliyordum fakat kusura bakmasındı burada ben olduğum sürece böyle bir şey yapamazdı. Zaten ona yeterince vurmuştu, aradan günler geçmesine rağmen yaraları oldukça taze görünüyordu. Söylediği gibi onu her gün düzenli olarak dövdüğü belliydi.

Aklımdan geçen bu düşünceye içimden göz devirmekle yetindiğimde onun gerçekten ruh hastası olduğunu düşünüyordum.

"Evet," dedim, göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözerken. Ardından geldiğimden beri dikilmekte olduğum yerden hareketlendiğimde adımlarımı, onun çaprazında kalan tahta sandalyeye doğru yöneltmiştim. "Seni dinliyorum, konuş."

Bu sözlerim, onun yüzünde çarpık bir gülüşün oluşmasına neden olurken arkamdan bir yerden gelen o öfkeli nefes verişini duymuştum. Eş zamanlı olarak tahta sandalyeyi, topuklu ayakkabımla hafifçe onun tam karşısına doğru ittirdiğimde konuştu. "O güzel çeneni boşuna yoruyorsun."

"Lan bana bak," diyen Kenan'ın sesini duyduğumda yerinden hareketlendiğini adım seslerinden anlamıştım.

"Tamam Kenan," dedim, uyarıcı bir tonda. Ardından sandalyeye oturduğumda adımları durmuş, çatık kaşları altından bana bir bakış göndermişti. "Çık sen, konuşacağız biz."

"Anlamadım?" dedi, tehlikeli bir tınıda. Bu, başımı yavaşça arkaya doğru çevirmeme neden olurken yeşil gözlerinin deliye döndüğünü görmüştüm. "Beni delirtme istersen.. Konuşmak istiyorum dedin getirdim buraya, uzatma. Daha fazla da saçmalayıp benim asabımı bozma. Çıkmıyorum dışarı falan, beş dakikan var."

"Sana göre kaba bir adam değil mi?" diyen Sinan'ın bu sorusu, Kenan'ın daha da öfkelenmesine neden olurken gözlerini hafifçe yumup kendini sakinleştirmeye çalıştı. Aksi takdirde yapmasını istemediğim şeyler yapabilirdi.

"Kes çeneni," dedim, tıslarcasına. O, bundan daha çok keyif alırken, "Yemin ederim gebertir seni, karışmam haberin olsun."

Bu sözlerim, ortamda kısa bir sessizliğin oluşmasına neden olurken Kenan da arkamdan uzaklaşmamış, hatta bana daha çok yaklaşmıştı. Ona güvenmediğini biliyordum, çünkü Sinan'a ben de güvenmiyordum.

O, kendine bir sigara çıkarıp yaktığında benim için çıkarmayı da ihmal etmemişti. Benim için uzattığı sigarayı elinden alıp dudaklarım arasına sıkıştırdığımda sigaramı da yakmış, benden uzaklaşmıştı. Sadece bir adım atarak aramıza bir mesafe koyduğunda gözleri Sinan'ın üzerinden bir saniye bile ayrılmıyordu.

Sigaramdan derin bir nefesi içime çektiğimde, "Konuş," dedim, buyurgan bir tavırla. "Duydun, beş dakikan var."

"Sana, senden vazgeçmeyeceğimi söylemiştim." dediğinde birkaç saniye onun gözlerine baktım. Kahverengi saçları dağılmış, tanıdığım hâlinden oldukça sıyrılmıştı. "Seni seviyorum, bunu değiştiremezsin.."

"Hastasın sen hakikaten," Kenan'ın bu meşhur sözlerini ilk kez Sinan'a karşı kullandığımda gözlerim kısılmıştı. "Kaç ay oldu biz ayrılalı, kafayı yemişsin..."

"Alınmıyorum bu sözlerine," dedi, gerçek bir hasta gibi. "Aksine hoşuma gidiyor."

"Bırak öldüreyim şunu," Kenan'ın homurtusu kulaklarıma ulaşırken onunla konuşmamın sonucunda hiçbir yere varamayacağım açıktı. Üstelik ona ne soracaktım ki? O gerçekten hastaydı ve yaptıklarının bir nedeni yoktu.

Aklımdaki düşünceler, iyice sinirlerimi bozarken ona ne yapacağımızı gerçekten bilmiyordum. Açıkçası onun bir hastaneye yatması en mantıklısıydı fakat oradan kaçmayacağı ne malûmdu?

"Senin gerçekten hastaneye yatırılman gerek," diyerek son sözlerimi sarf ettiğimde oturduğum yerden kalkmıştım bile. Onunla karşı karşıya gelmem bile büyük bir hataydı aslında. Onunla karşılaştığım ilk an o gece hissettiğim o korkuyu tekrar hissetmiş, bunu Kenan'dan istediğim için pişman olmuştum.

Adımlarımı kapıya yönlendirip birkaç büyük adımda odadan çıktığımda dudaklarımdan derin bir soluk bırakma ihtiyacı hissettim. Kalbim de tıpkı o geceki gibi korkuyla çarpıyordu. Onun normal bir insan olduğunu düşünüp buraya kadar gelmem saçmalıktı fakat ben de böyleydim.

Arkamda kalan kapının kapandığını duyduğumda olduğum yerde dönüp dışarı çıkan Kenan'a bakmıştım. O, kapıyı kilitleyip kapının yanındaki tuşa bastığında kapının üstüne gri bir daraba inmişti.

"Sana demiştim," dediğinde sessiz kalmayı tercih ederek parmaklarım arasındaki sigarayı içmeye devam ettim. "Sen olaylara fazla mantıklı yaklaşıyorsun ama bu öyle bir şey değil, Maran.. Sana söylüyorum, bu herifin ciddi problemleri var."

"Sense onu daha da delirtmişsin."

"O, beni delirtti bence."

Bu sözleri, böyle bir anda bile dudaklarımın bir gülüş için seğirmesine neden olduğunda yeşil gözleri usulca dudaklarıma düşmüş, bir süre onun oluşturduğu gülüşte de takılı kalmıştı. "Ne yapmak istiyorsun?" dedi, bana doğru bir adım atıp aramızdaki mesafeyi sıfırlarken. Ayağımdaki topuklulara rağmen onun çenesine bile zor gelirken bakışlarını hafifçe bana doğru eğmek zorunda kalmıştı. "Söyle, senin için yapacağım."

"Bilmiyorum," dedim, düşünceli bir sesle. "Kafam çok karışık.. Eğer normal bir kafada hareket etmiş olsaydı onu gerçekten bu yaptıklarının karşılığında öldürebilirdim ama şu an elimden pek bir şey gelmiyor."

"Baban, ailesinin yurt dışında olduğunu söyledi," dediğinde başımla onu onaylamıştım. "Buraya getirdiğimiz günden beri telefonu bende ve onu hiç kimse arayıp sormadı şu ana kadar.."

Bu sözleri, onun bana yaptıklarından sonra bile içimde bir yerlerin cız etmesine neden olurken kendime inanamıyordum. Resmen ona üzülüyordum ve bu, bunca şeye rağmen çok kötüydü. Kendimi aptal gibi hissettirmekten başka bir işe yaramıyordu.

"Onun için üzülüyorum aslında," Gözlerimi, vereceği tepkiden korkarak yavaşça gözlerine çıkardığımda güldü. "Gülme Kenan.."

"İnanamıyorum sana," Başını iflah olmazmışım gibi iki yana salladığında gözleri gözlerim arasında mekik dokuyordu. "Bence seni de onun yanına yatırmalıyız, müthiş bir çift olursunuz."

Kaşlarım hızla çatılırken boştaki elimi kaldırıp onun göğsüne vurdum. "Kenan!"

"Kafayı yemişsin güzelim," Omuz silktim.

"Olabilir," dedim, umursamazca. "Bana bunları yaşatmasını tabii ki normal karşılamıyorum hatta ona çok kızgınım." Kaşları alayla havalandığında ekledim. "Onunla birlikteyken ailesinin ona karşı olan ilgisizliğini görüp üzülüyordum. Bu durum beni hâlâ üzüyor ama bu, ona kızgın olduğum gerçeğini değiştirmiyor."

"Sevgilim," dedi, yavaşça. O alaylı ifadesi düzelirken dudakları arasından bir nefes bıraktı. "Kusura bakma ama ilgisiz büyüyen bir çocuk olması bütün bunları yapabileceği anlamına gelmiyor. Hatta güven bana, bütün bu yaptıklarının nedeni de ailesinin ona göstermediği ilgi de değil.. Daha önceki ilişkilerinde de böyle yaptığını düşünmüyorum. Sorun sensin. Sorun onun sana olan takıntısı.. Başka bir nedeni yok, hatta yaptıklarının bir nedeni yok. Sadece hasta."

"Anlıyorum," dedim, ona çıkışarak. "Sürekli şunu söyleyip durma!"

"Bazı anlar sana bunu hatırlatmam gerekiyor," dedi, imayla. Ona üzülmem, bunca şeye rağmen hoşuna gitmiyordu. Açıkçası bu durum benim de hoşça karşıladığım bir şey değildi fakat elimde olmadan duygularımla hareket edebiliyordum.

"Tamam," dedim, sigaramı merdivenlerin trabzanında söndürürken. "Her neyse, daha fazla konuşmak istemiyorum bu konuyu.. Sıkıldım." Gözlerimi onun gözlerine değdirmeden bileğimdeki saati göz ucuyla kontrol ettiğimde artık gitmem gerektiğini fark etmiştim. Gitmem gereken bir gelinlik provası varken burada zaman kaybetmem saçmalıktı. "Geç kalıyorum zaten." Bakışlarımı kısaca onun gözlerine değdirdiğimde tüm moralimin altüst olduğunu fark etmişti bile. "Görüşürüz."

Ona arkamı dönüp merdivenin ilk basamağına adımımı atacağım esnada koluma tutunan eli durmama neden olmuş, yavaşça beni kendine doğru çevirmişti. "Sen bana mı kızdın?" dedi, gözleri hafifçe kısılırken.

"Kızmadım," dedim, durgun bir tonda. "Moralim bozuk, iyi hissetmiyorum. Mutsuzum."

"Sebep?" diyerek beni sorguya aldığında başımı hafifçe geriye doğru atarak gözlerine baktım. Sanırım tek ihtiyacım olan buydu. "Mutsuz olacağın hiçbir şey yok, bana bırak her şeyi.. Halledeceğim söz veriyorum sana."

"Ne yapacaksın ki?" dedim, merakla. "Tek başıma dışarı adımımı bile atamıyorum, var mı buna bir çözümün?"

"Bana niye kızıyorsun, anlamıyorum." derken ses tonundan bu tavrımı anlamlandıramadığını anlayabiliyordum. Kaşları hafifçe çatılmış, bana öylece bakıyordu. Beni anlamak istercesine gözlerimde birtakım duygular arıyordu. "Senin için elimden gelen her şeyi yapıyorum, bana kızamazsın Maran."

Gözlerim onun yeşillerinde gezinirken hiç olmadığım kadar bitkin hissediyordum kendimi. Yetişmem gereken bir gelinlik provam, hazırlık yapmam gereken bir düğünüm yokmuş gibi mutsuzdum. Oysaki dün bu kararı verdiğimde oldukça mutluyken şimdi bana ne olmuştu bilmiyordum. Mutsuz olacağım hiçbir şey yoktu fakat mutsuzdum işte.

"Abi," Merdivenlerin başından yükselen bir sesle birlikte bakışmamız saniyeler içinde kesildiğinde basamakları inen Bartu'yla karşılaşmıştım. Onun gözleri ikimiz arasında kısaca gidip geldiğinde bir şey böldüğünü düşünmüş olmalıydı. "Yanlış bir zaman mı?"

"Hayır hayır," dedi, Kenan. "Söyle dinliyorum."

"Ben sizi yalnız bırakayım," diyerek yanlarından ayrılıp basamakları çıkmaya koyulduğumda arkamdan yükselen sesini duymuştum.

"Gitme bir yere, bekle beni geleceğim." diyen sesini duyduğumda omzum üzerinden ona bir bakış atıp başımla onu onaylamıştım. Ardından da basamakları tırmanıp yukarıya çıktığımda herkesin hâlâ arı gibi çalışıyor olduğunu görmüştüm. Onlar çalışırken kendimi deri kanepelerden birine atmış, cebimdeki telefonu çıkarıp Olcay'a kısa bir mesaj atmıştım.

Ahu Maran KAYA: Bir beş dakika gecikeceğim, annemi idare eder misin?

Olcay TORALI: Ederim tabi bebişim de,

Olcay TORALI: Bir problem yok değil mi?

Ahu Maran KAYA: Hayır aşkım, Kenan'layım.

Telefonumu kapatıp tekrar cebime yerleştirdiğimde Esvet'in elindeki kahveyla yanıma doğru yaklaştığını görmüştüm. Onunla aramız eskiye göre iyi sayılırdı. Yani çok iyi anlaşmıyorduk fakat birbirimize ölümcül bakışlar atmıyorduk en azından.

"Selam," dedi, elindeki kupayı bana vermeden önce. Onun bu misafirperverliği karşısında ifademi korurken bana uzattığı kupayı elinden almıştım.

"Selam," dediğimde yanımdaki boşluğa oturmuş, bedenini bana doğru çevirip bir kolunu koltuğun sırt kısmına yaslamıştı. O, elindeki kahveden bir yudum alırken, "Naber?" demiştim.

"İyidir ama sen değil gibisin," Elimi boşver dercesine salladığımda onunla sohbet eder duruma gelmemizi kesinlikle beklemiyordum. Eğer birkaç ay önce biri bana onunla bu hâle geleceğimizi söyleseydi kahkahalarla gülebilirdim. "Evleniyorsun mutlu olman gerekiyor bence."

"Senin de üzgün olman gerekiyor, hayallerinin erkeğiyle evleniyorum sonuçta." Bu sözlerim, onun abartılı bir şekilde göz devirmesine neden olurken, "Kaç yıl oldu?" demişti.

"Bilmiyorum kaç yıl oldu?" diyerek merakla ona döndüğümde yanıma geldiği için pişman olmuş gibiydi.

"İki yıl olmuştur," dedi, benim bu merakımı yanıtsız bırakmayarak. Kaşlarım havalanırken kupayı dudaklarıma yaklaştırdım.

"Yalnız mısın şu an?" Dudakları yukarı doğru hareketlenirken gözlerini usulca gözlerimden kaçırmıştı.

"Biriyle görüşüyorum ama tam olarak bir ilişki denemez." Dudaklarımda tıpkı onunki gibi bir gülümseme oluşurken Kenan'ın merdivenleri tırmandığını görmüştüm. "Birbirimizi tanımaya çalışıyoruz işte."

"Senin adına sevindim," dedim, içtenlikle. "Umarım istediğin gibi olur her şey."

Gözleri gözlerimde dolaşırken mavilerinde yansımamı görmüştüm. "Umarım senin de öyle olur.. Son olanlardan haberim var, senin için üzüldüm ama her şey hallolacak merak etme." diyerek büyük bir samimiyetle konuştuğunda bunu iliklerime kadar hissetmiştim. "Onun icabına bakacağız."

Bu söylediği, dudaklarımdan bir gülüşün dökülmesine neden olurken o da bana ortaklık etmiş, bize doğru yaklaşan Kenan'ın kaşlarının şaşkınlıkla havalandığını görmüştüm.

"Sevgilimi güldürecek kişinin sen olacağını tahmin etmemiştim," diyen sesini aramızdaki mesafeye rağmen duyduğumda Esvet başını hafifçe arkaya doğru çevirip ona bakmıştı.

"Burada hüzünlü bir melek gibi oturmasına gönlüm el vermedi." dedi, Esvet de. Dudaklarımdaki gülüş bir gülümsemeye dönüşürken Kenan da yanıma yaklaşmış, yanıma oturmayıp tam karşımda durmuştu.

"Seni ben bırakacağım," dediğinde onu reddetmek için dudaklarımı aralamıştım ki masanın üzerindeki telefonunu alırken ekledi. "Hadi çıkalım."

"Arabam-"

"Çocuklardan birine söylerim, bırakırlar." diyerek sözümü kestiğinde ona daha fazla itiraz edemeyeceğimi anlayarak henüz birkaç yudum almış olduğum kahvemi önümdeki sehpaya bırakıp çantamı elime aldım.

"Kahve için teşekkür ederim," diyerek Esvet'e doğru döndüğümde dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi.

"Lafı olmaz," dedi, elini hafifçe sallayarak. Yerimden ayaklanırken gülümsedim.

"Görüşürüz,"

"Görüşürüz.."

Ben, onun yanından ayrılırken çok geçmeden Kenan da peşime takılmıştı. Diğerleriyle de kısa bir vedalaşma faslı yaşadığımızda beraber oradan ayrılmıştık. Ben önde, o arkada ormanlık alandaki arabasına doğru ilerlerken mahzenden çıkarken benden aldığı arabamın anahtarını Bartu'ya verdi. Biz önce ilerlerken Bartu da benim arabamla arkamızdan gelecekti.

Arabanın kapılarını elindeki anahtarla açtığında ön koltuğa hızla kurulup emniyet kemerimi takmıştım. O da arabanın etrafında dolaşarak yan koltuğa geçtiğinde Bartu da Kenan'ın arabasının arkasındaki arabama bindi.

Ben, onun arabayı çalıştırmasını beklerken bunu yapmamış, elini arkaya doğru uzatmıştı. "Sana bir şey almıştım ama vermeyi unuttum," dediğinde bu söylediği kalbimin ortasında küçük bir heyecan yaratmış, çocuksu bir merakla onun yeşil gözlerine bakmıştım. O, arka koltuktan almış olduğu çiçek buketini bana uzatırken dudaklarım yavaşça yukarı kıvrıldı, gözlerim onun gözlerinden ayrılıp elindeki çiçek buketini buldu.

Beyaz şakayıkların olduğu bir buketten yayılan o ferah koku ciğerlerime dolarken yaptığı bu jest kalbimi bir heyecan dalgasının sarmasına neden olmuştu. Bugünkü bu moralsizliğimi ondan başkası zaten düzeltemezdi.

Onun elindeki buketi yavaşça alıp burnumu çiçeklere doğru yanaştırdığımda arabanın içerisindeki o koku yoğunlaşmıştı. "Nasıl oluyor da her durumda yüzümü güldürebiliyorsun?" dedim, hayretle.

"Yüzünün asık olması canımı sıkıyor evet ama buraya gelirken böyle bir suratla karşılaşacağımı bilmiyordum," dediğinde güldüm. "Tamamen doğaçlama oldu yani."

"Gel buraya," diyerek elimi kaldırıp onun yanağına yerleştirdiğimde bana yardımcı olarak başını bana doğru hafifçe yaklaştırmıştı. Yüzümü onun yüzüne yaklaştırıp dudaklarımı dudaklarına bastırdığımda içim kıpır kıpırdı. Bana daha önce hissetmediğim duyguları hissettiriyordu.

Yumuşacık dudaklarını dudaklarımla yavaşça kavradığımda dudaklarının o tarif edilmesi güç tadı beni mest etmiş, beni büyük tehlikelere davet etmişti. O, üst dudağımı kavradığında yanağındaki elim aşağı doğru hafifçe kayıp boynuna tutundu. Bu küçücük öpücük bile bünyemi altüst ederken dudaklarımı dudaklarına hafifçe sürterek ondan uzaklaşmıştım.

Yüzlerimiz arasına bir mesafe girdiğinde yeşil gözleriyle doğrudan temas halindeydik. Kalp atışlarımız arabanın içerisinde yankılanırken arkada kalan arabamın kornasına, Bartu tarafından abanılmıştı. Bu, yerimden hafifçe sıçramama neden olurken bakışmamız onun yüzünden kesilmek zorunda kaldı. Onun bu patavatsız davranışıyla birlikte Kenan, başını hafifçe arkaya doğru çevirdiğinde bu anı bozduğu için Bartu'ya epey sinirlenmiş gibi duruyordu.

"Hadi abiciğim," diyen Bartu'nun sesini açık camdan duyduğumda kıkırdamıştım.

"Tamam lan, patlama." diyerek Kenan ona kabaca cevap verdiğinde emniyet kemerini takıp arabayı çalıştırmıştı. Ardından bakışları kısaca bana döndüğünde emniyet kemerimi takıp takmadığımı kontrol etmiş, ondan sonra da hızla ormanlık yolda ilerlemeye başlamıştı. "Nereye götürüyorum seni?"

"Dur konuma bakayım," derken elimdeki çiçekleri koklamayı bırakıp cebimdeki telefonumu çıkardım. Annemle olan konuşmalara girip bana attığı konumu kontrol ettiğimde, "Kordon'da bırakabilirsin beni. Yürüme mesafesinde zaten."

"Konumu gir sen," diyerek bana üstü kapalı bir şekilde itiraz ettiğinde ona direnmeyip konumu navigasyona girmiştim. Ardından telefonumu kapatıp çantama atarken kucağımdaki çiçeklere bir bakış attım. O kadar güzellerdi ki gözlerimi alamıyordum.

"Sen ne yapacaksın?" dedim, merakla ona dönerek. "Şirkete mi geçeceksin?" dedim fakat şirkete geçmeyeceğini tahmin ediyordum. Üzerinde o şık takımlarından biri yoktu, aksine bugün oldukça spordu. Üzerinde giydiği kamuflaj pantolonuna müthiş bir uyum sağlayan beyaz bir tişörtü varken hava da son zamanlarda olduğundan biraz daha soğuk olduğundan üzerine bir kot ceket almıştı. Normalde dışarıya yansıttığı o plaza adamı kişiliğinden uzaktı.

"Şirkette bugün işim yok, mahzende olacağım." diyerek beni yanıtladığında günlerdir hiç konuşmadığımız o Yasemin konusunda bir gelişme olduğunu düşünmüştüm.

"Bir gelişme mi var?"

"Henüz değil," Kaşlarımı kaldırdım.

"O ne demek?"

"Bir gelişme yok demek."

"Benden gizliyorsun!"

"Hiçbir şey gizlemiyorum,"

"Hiç inandırıcı gelmiyor nedense."

O, bana yandan bir bakış attığında hızla başımı diğer tarafa doğru çevirmiştim. "Sesi soluğu çıkmıyor, ihaleyi bekliyoruz biz de." dedi, bu tribime karşılık. Bununla beraber başımı hafifçe ona doğru çevirdiğimde kaşlarım normal hâlini almıştı. "Ha bunun yanında da her adımımı takip ediyor, merak ettiğin buysa."

"Başını belaya sokacağını söylemiştim," dediğimde bu onun pek umurunda gibi durmuyordu. Bu durum ona oldukça normal geliyor, kendini tehlikede gibi hissetmiyordu. Hoş, bu tür gibi durumlar onun için normaldi zaten.

"Başımı belaya sokmaktan korktuğumu mu düşünüyorsun?" Göz devirdim.

"Öyle olmadığı için korkuyorum zaten aptal!" Elimi hafifçe ona doğru salladım. "Birazcık korkabilirsin bence? Her adımını takip ediyorsa planladığı bir şey vardır."

"Hiçbir şey yapamaz."

"Nereden biliyorsun yahu? Niye yapamasın?" diyerek hiddetle konuştuğumda bu tavrı çoğunlukla hoşuma gitse de bu gibi durumlarda sadece sinirlerimi bozuyordu. Kendine bu kadar güvenmesi iyi bir şey değildi.

"Boşuna endişeleniyorsun," dedi, en sonunda pes ederek. Bakışları yoldan bana doğru kısa bir an döndüğünde kaşlarımı çatmış ona bakıyordum. "Amacı bana zarar vermek olsaydı bu kadar beklemezdi, inan bana.. Derdi başka bir şey eminim."

Bu keskin tavrı kaşlarımın usulca normal hâlini almasına neden olurken, "Ne?" dedim, merakla. Bu söylediğiyle birlikte aklıma iyi şeyler gelmemişti. "Ne demek istiyorsun?"

Bu sorum karşısında hafifçe dudaklarını büxüp omuz silktiğinde onun da bir şeyler bilmeyip sadece tahmin yürüttüğünü anlamıştım. Fakat bu belirsizlik de can sıkıcıydı. "Senin merak ettiklerini ben de merak ediyorum. Ne istediği konusunda bir fikrim yok ama benimle iletişime geçeceğinden eminim."

"Dikkatli ol sen yine de." dedim, hızlıca. "Güvenmiyorum ona."

"Ben de güvenmiyorum emin ol."

Onunla olan bu sohbetimiz sadece bu kadarla sınırlı kalırken yolculuğumuza sessiz devam etmiş, bu vakti çiçeklerimle geçirmeyi tercih etmiştim. Radyodan yayılan kısık müzik dışında arabada çıt çıkmazken yolculuğumuz tahmin ettiğim kadar uzun sürmemişti. Orman yolundan çıkmamız uzun sürse de kısa süre içerisinde beni moda evinin önüne bırakmıştı.

Gözlerimi moda evinin tabelasından alıp kucağıma bıraktığım çantamla çiçeklerimi aldım. Emniyet kemerimi çıkarıp çantamı omzuma astıktan sonra ona doğru dönmüştüm. "Eve geçerken haber ver bana," dediğinde yanağına bir öpücük bırakmıştım. Dudaklarıma batan kirli sakalları huylanmama neden olurken dudaklarımda bir gülümseme vardı.

"Sen de haber ver, merak ederim." O, beni sadece tuttuğu elime bir öpücük bırakarak yanıtladığında dudaklarımdaki gülümsemeyi zaptedemiyordum. Dakikalar önce mutsuzken şimdi böyle duygular hissetmem oldukça garipti.

"Veririm," dedi, yumuşacık bir sesle. Yeşil gözleri gözlerimde gezinirken onun yanından ayrılmak benim için zordu. Sanırım onun için de zordu ki elimi bırakmaya niyeti yok gibiydi. Buna rağmen elimi elinden yavaşça kurtarıp arabadan indiğimde Bartu'nun da buraya doğru yaklaştığını görmüştüm. O, aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatıp elindeki bana ait olan arabamın anahtarını bana uzattığında gülümseyerek elinden aldım.

"Görüşürüz yengecan,"

"Görüşürüz yengesi," dediğimde gülmüş, az önce benim indiğim koltuğa binerken bana son kez bir selam çakmıştı. Eş zamanlı olarak açık camdan bana bakan bir çift yeşil gözle rastlaştığımda gülümsemem genişlemiş, ona el sallamıştım. Bununla beraber onun da o güzel yüzünde bir gülümseme oluşurken arabayı bir kez daha çalıştırıp yanımdan geçip gitmişti.

O gözden kaybolana kadar orada dikildikten sonra arabamın anahtarını çantamın içerisine atarak önünde durduğum moda evinin merdivenlerini tırmanmaya başladım. Merdivenleri hızlıca tırmanıp açık kapıdan içeri girdiğimde içeriden yükselen kahkaha seslerini duyabiliyordum. Demek ben gelene kadar eğlenmeyi başarmışlardı. Bu, geç kalışımın göze batmayacağı yönünde bana bir ışık yakarken annemin azarından şimdilik kurtulmuş sayılırdım.

"Selamlar," diyerek tüm gözlerin bana dönmesini sağladığımda gelinlik giymiş olan Bige gözümden kaçmamıştı. Bu, dudaklarımda bir sırıtışın doğmasına neden olurken Olcay da onunla dalga geçiyordu.

"Nerede kaldın kuzucuğum?" diyen annem, onlarda olan dikkatimi kendine çekmeyi başardığında gözleri elimdeki çiçeklere kaymıştı. Ardından nereden geldiğimi anlamış olacak ki şöyle söyledi: "Neyse.. Sormadım say."

Onun bu söylediği Defne Teyze'nin gülmesine neden olurken çantamla çiçeklerimi önümdeki yuvarlak sehpaya bırakmıştım. Onun imalarına alışmış sayılırdım sonuçta.

"Bige de mi evleniyor?" diyerek dikkatimi tekrar onlara çevirdiğimde Olcay gülmüş, Bige de bir prenses edasıyla kendi etrafında dönmüştü. Pekâlâ, gerçekten bir prenses gibi olmuştu ve bugün moralimi bozacağı aşikârdı. O güzelim gelinliklerin hiçbirinin üzerimde böyle durmayacağına neredeyse emindim.

"Çocukluk hayalimi gerçekleştiriyorum, neden hevesimi kırıyorsunuz?" diyerek de bize kızdığında annesi, iflah olmazcasına başını hafifçe iki yana sallamış ve elindeki fincanı dudaklarına yaslamıştı.

"Maran'dan rol çalıyorsun şu an," dedi, Defne Teyze. "Çıkar hadi onu, kaç yaşına geldin hâlâ gevezelik yapıyorsun Bige!"

"Ben hiç alınmam," dedim, hızla. "Çok yakışmış kendisine.." Bu sözlerim Bige'nin bana havadan bir öpücük göndermesine neden olduğunda annesinin söylediğine katılmış olacak ki yanındaki genç çalışanın yardımıyla çift kanatlı kapısı bulunan bir odaya girmişti.

"Hadi sen de bak," dedi, annem de bu sözlerime karşılık. "Merak ediyorum nasıl olacağını." diyerek çocuksu bir heyecanla konuştuğunda güldüm.

"Tamam ama şöyle bir bakınayım önce,"

"Ben size yardımcı olayım," dedi, genç kadın. Yüzündeki kocaman gülümsemesiyle yanıma kadar geldiğinde elini hafifçe kaldırıp az önce geçtiğim koridoru göstermişti. "Buyurun lütfen, şöyle geçelim."

Bu teklif benim için iyi olurken beraber onların yanından ayrılmış, gelinliklerin olduğu bölüme geçmiştik. Az önce buradan geçerken gözüme takılan birçok gelinlik olsa da aralarından en güzelini değil, bana en yakışanı seçmem gerekiyordu. Bana yakışmayacak modelleri az çok bildiğimden ona göre bir seçim yapmam gerekecekti.

"Sade, düz bir şey istiyorum aslında ama," derken elim askıdaki bir gelinliğe gitmiş, büyük bir çelişkiye düşmüştüm. Gözlerime kestirdiğim gelinliğin omuzları düşük, uzun kolları dantelliyken kabarık bir modele sahipti. Üst kısmı bir korse şeklinde vücuda tam otururken bir bacağımı tamamen açıkta bırakacak bir yırtmacı vardı ve oldukça hoş görünüyordu. Fakat bunu üzerimde taşıyabileceğimden emin değildim. "Güzelmiş bu."

"Bence size de yakışacaktır," diyen kadın, gülmek istememe neden olurken gülüşümü zar zor bastırabilmiştim. Pekâlâ, beni bu şekilde yola getirmese iyi olurdu çünkü denediğim ilk gelinliği satın alıp buradan çıkabilirdim. O, gözlerimden gelinliği ne kadar beğenmiş olduğumu anlamış olacaktı ki yanındaki başka bir çalışana, gelinliği kabine götürmesini söylemişti. Ben de ona hiç itiraz etmeyerek askıdaki gelinliklere bakmaya devam ettiğimde az önce söylediğimin aksine bu gelinliğe benzer modelleri beğenmiş, onların da kabine gitmesini istemiştim. Yolumdan sapışımı erkenden fark edip hemen bakışlarımı daha sade olan gelinliklerin üzerine diktiğimde kabarık olmayan birkaç gelinliği de tercih etmiş, onlarla birlikte kabine geçmiştim. Bu esnada bana yardımcı olması için genç kızlardan biri yanımda kalmıştı.

"Şunu denemek istiyorum önce," diyerek ilk seçtiğim gelinliği direkt olarak gözüme kestirdiğimde o da beni onaylamış, ben üzerimi değiştirirken benim için gelinliği hazır etmişti. İçimdeki o çocuksu heyecan kendini göstermeye başladığında onun yardımlarıyla oldukça ağır olan gelinliği giymiş, o sırtımdaki ipleri bağlarken aynadaki görüntümü inceliyordum.

Giydiğim gelinlik üzerime tam oturmuş, üst kısmı bedenimi tamamen sarmıştı. O kadar güzel bir gelinlikti ki içinde kendimi bir prenses gibi hissetmeme engel olamıyordum. Kabarık eteği aşağı doğru inerken dalgalar hâlinde omuzlarımdan dökülen saçlarımı elimle düzeltip son bir kez daha kendimi inceledim.

"Çok güzel görünüyorsunuz," diyen genç kız da arkamdan çekilip beni kontrol ettiğinde gülümsedim.

"Maran hadi!" diyen Olcay'ın sesini duyduğumda annem de onu onaylayan şeyler söylemişti. Sabırsızlıkları, bulunduğum odada bile hissedilirken gözlerimi yansımamdan zorlukla alıp onları bekletmemek için odadan çıktım. Odadan çıktığım an bana dönen gözler, içimdeki heyecanı katlarken onların tepkilerini haddinden fazla merak ediyordum.

Gözlerim onların gözlerinden ayrılıp tam karşımdaki büyükçe aynaya döndüğünde yana doğru hafifçe dönüp kendimi kontrol etmiştim. "Nasıl?" dedim, merakla. Ardından bakışlarımı önce anneme, ardından da Defne Teyze'ye doğru çevirdiğimde dördünün de bakışlarından cevabı almıştım aslında. Onların bakışları üzerimde, hayranlık olarak adlandırabileceğim pırıltılarla gezinirken, "Olmuş mu?"

"Kuğu gibisin," diyen Bige, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken, "Çok güzel olmuşsun abi." Kıkırdadım.

"Harbiden," dedi, Olcay da ona katılarak. "Müthiş olmuşsun, bayıldım!"

"Gerçekten mi?" dediğimde Bige de çoktan telefonunu çıkarıp fotoğrafımı çekmeye başlamıştı bile. Şu an bir paparazzi gibi etrafımda dört dönüyordu. "Anne?" diyerek bakışlarımı hevesle anneme doğru çevirdiğimde gözlerini tavana dikip eliyle yüzüne doğru hava yapmaya başlamıştı. Bu, dudaklarımın hafifçe öne doğru büzülmesine neden olurken zaten duygusal olan yapıma bu ters düşmüştü. Şu an beni ağlatmaması gerekiyordu.

"Ay saçmalamayın," dedi, Defne Teyze olaya hemen el atarak. Bir bana bir anneme bakarken şaşkın olduğunu söyleyebilirdim. "Bak Maran'ı da ağlatacaksın.. Bu kadar duygusallık fazla!" dediğinde annem gözlerini silip beni baştan aşağı bir kez daha süzmüştü.

"Çok güzel olmuşsun," dedi, aşırı duygusal bir şekilde. "Prenses gibi.."

"Ya," Gözlerimin önü ince bir tabakayla kaplanırken hızla gözlerimi annemin gözlerinden çekip aynadaki yansımama dikmiştim. Bu kadar duygusallık gerçekten fazlaydı. "Bunu çok beğendim ama aşırı ağır.. Hareket ederken epey zorlanıyorum."

"E katlanacaksın artık," dedi, Bige de. "Gelin oluyorsun canım kolay mı?"

"Gelin oluyorum diye bu kadar ağır bir şeyi taşımak zorunda değilim herhalde?" dediğimde hepsi gülmüştü. "Diğerlerini de bir deneyeyim, sonra bakarız." derken tekrar onlara doğru dönüp onlardan bir onay beklemiştim. Onlar beklediğimden daha çok bu hâlimi beğenmiş olsalar da beni onaylamışlardı.

Az önce çıktığım giyinme odasına geri döndüğümde bu sefer daha sade bir gelinlik deneme kararı vererek üzerimdeki gelinliği, isminin Leyla olduğunu öğrendiğim genç kızın yardımıyla çıkardım. Bu değişim işlemi birkaç kez devam ederken oldukça yorulmuş, fazlasıyla da kararsız kalmıştım. Denediğim bütün gelinlikleri tam olarak üzerimde beğenmesem de gözüme kestirdiklerim tabii ki olmuş, onların fotoğraflarını tek tek Bige'den alarak bunu daha sonra düşüneceğimi aklımın nir kenarına not etmiştim bile.

"Güzel oldu bu," dedim, memnuniyetle. Üzerimdeki gelinlik oldukça sade bir modelken bedenimi tamamen sarmıştı. Üst kısmı korse şeklindeyken straplez bir modeldi. Dümdüz, sade bir elbise gibi görünse de tamamıyla güpür ve dantel detayları vardı. Açıkçası bunu beğenmiştim fakat üzerime tam olması için biraz tadilata gerek varmış gibiydi. Ya da onun yerine biraz kilo verebilirdim, çünkü içinde nefes alamadığımı hissediyordum.

 

Olcay, saçlarımı gelişigüzel bir şekilde ensemde gevşek bir topuz yaptığında aynadaki görüntümü oldukça beğenmiştim. Tam anlamıyla bir prenses olmuştum.

"Tamam ya," dedim, kendimden beklemediğim bir kararlılıkla. "Bunu beğendim ben.."

"Biraz daha bakın istersen.. Bak bir sürü seçeneğin var." diyen annem, bu kararlılığıma şaşırmış gibiydi.

"Saatlerdir buradayız zaten," dedim, gülerek. "Yakışmadı mı bana?"

"Hayır, müthiş oldun." dedi, Defne Teyze. Elindeki telefonunu bırakırken bir kez daha beni süzdü. "Çok yakıştı sana, bayıldım!"

"Şu an içinde nefes alamıyorum ama zayıflarsam olacak." dediğimde Defne Teyze hariç hepsi göz devirmişti. Defne Teyze, bu hâlime pek alışık olmadığı için onların bu tavrına anlam verememişti. "Çok da beğendim bunu, prenses gibi oldum." derken eteklerimi tutup etrafımda yavaşça dönmüştüm. Bu, onları güldürürken hepsiin hayran dolu bakışları üzerimdeydi.

"İki düğün yapacağız, bir de nikah için bir şeyler bakalım sana.." diyerek Defne Teyze onları umursamadığında başımı salladım.

"Diğerlerini diktireceğim aslında," dedim, düşünceli bir sesle. "Yani böyle çok kararsız kalıyorum, istediğim gibi bir şeyi de bulamıyorum.. En iyisi kafamdakine göre bir şey diktirsem ortada bir problem kalmaz, biz de bu kadar yorulmayız."

"Eğer istersen ilgilenebilirim bu işle," diyen Defne Teyze, hevesle ona doğru dönmeme neden olduğunda onu reddedeceğimi sanmıyordum. O, bu işte mükemmeldi. "Yani biliyorsun, Firuze'nin gelinliğiyle de ben uğraşmıştım.."

"Harika olur," dedim, coşkulu bir sesle. "Firuze'nin gelinliğini çok beğenmiştim ben, müthiş olmuştu.."

"Aklında bir şeyler oluştuğunda gel moda evine, neler yapabileceğimize bakalım bir.. Düşünme aşamasında yardımcı da olabilirim, çok güzel bir fiziğin var. Ona göre bir şeyler yaparız, hiç merak etme sen."

"Ya Defne Teyze," derken dudaklarımda bir gülümseme oluşmuştu. "Harikasın." Bu küçük iltifatım onu güldürdüğünde Leyla da üzerimdeki gelinliğin fermuarını benim için açıyordu.

"Sensin harika olan," diyerek bu iltifatımı karşılıksız bırakmadığında Bige'nin sorusu bu tatlı diyalogumuzu böldü.

"Anneme artık teyze diyerek seslenmeyi bırakmalısın bence," dediğinde bakışlarım ona döndü. "Alış bunlara canım, olmaz böyle!"

"Bige," dedi, Defne Teyze de. "Bırak kız nasıl istiyorsa öyle hitap etsin bana.."

"Yani," dediğimde onun bu sorusu da aklımı bulandırmıştı. Pekâlâ, bunda hiçbir sorun yoktu, hatta bu konuda haklıydı da. Bu alışkanlığımı terk etmem gerekiyordu fakat annemden başkasına anne diyebileceğim konusunda pek emin değildim. "Doğru söylüyorsun ama ben annemden başka birine-"

"Tabii ki öyle," diyerek Defne Teyze sözümü nazikçe kestiğinde dudaklarımı birbirine bastırmıştım. "Bana o şekilde hitap etmeni çok isterim ama bu senin isteğine bağlı bir şey güzelim.. Eğer istemiyorsan tabii ki öyle söylemek zorunda değilsin."

"Maran biraz hassastır bu konuda ama der tabii canım." dedi, annem de. Onunla göz göze geldiğimizde oldukça mahcup hissediyordum. Yanlış anlaşılmak kesinlikle hoşuma gitmiyordu. "Niye demesin?"

"Maran'cığım nasıl rahat edecekse öyle söylesin, hiç sorun olmaz benim için." diyen Defne Teyze'yle birlikte konu dağılırken onlardan izin isteyerek arkamda kalan giyinme odasına geçmiş, kapıyı arkamdan kapatarak üzerimdeki gelinliği oldukça dikkatli bir şekilde çıkarmıştım. Ardından üzerimi giyip eşyalarımı alarak odadan çıktığımda aklımı bulandıracak bir konuyu kendime bulmuştum. Defne Teyze beni pek yanlış anlamış gibi durmuyordu, aksine oldukça anlayışla karşılamıştı fakat yine de kendimi kötü hissetmeme engel olamıyordum. Bu konuyu, Bige böyle bir soru sorana kadar hiç düşünmemiş, aklıma dahi getirmemiştim. Fakat bundan sonrasında biraz dikkatli davransam iyi olacaktı.

Giyinme odasından çıktığımda onlar da toparlanmışlardı. Ben, gelinlik konusunda kesin kararımı oradaki çalışanlara belirttiğimde iki hafta sonraya bir prova ayarlanmıştı. O provaya kadar da bulduğum vakitlerde zamanımı spor salonunda geçirsem fena olmazdı. Çok değil, sadece bir iki kilo versem içinde daha rahat hareket edeceğimi düşünüyordum.

Hep beraber moda evinden çıkıp arabalara bindiğimizde havanın yavaş yavaş kararmaya başladığını görmüştüm. Burada, sandığımdan daha fazla vakit geçirmiş olmalıydık ki saat epey geçiyordu. Üstelik ben de bugün yaşadığım koşuşturmadan yorulmuş, bir an önce dinlenmek istiyordum.

Defne Teyze'lerle vedalaşarak arabaya bindiğimde anahtarı anneme vermiş ve yan koltuğa geçmiştim. En azından eve kadarki yolculuğumda biraz dinlenebilirdim.

Belki de kafamdaki sesleri susturmayı deneyebilirdim.

🧸🧸🧸

Bölüm : 16.12.2024 15:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...