
"Gerçekte daha yakışıklıymış,"
"Adamın sevgilisi duyacak şimdi, sussana!"
Çatık kaşlarım altındaki bakışlarım tam karşımdaki manzarada olsa da bir yandan da hırsla koşuyor, diğer yandan yan tarafımda koşan kızların konuşmasını dinliyordum. Kulağımdaki kulaklıktan dolayı onları duymadığımı düşünüyor olmalılardı fakat müzik dinlemiyordum. Onları daha rahat dinleyebilmek için kulaklığımı takmış olsam da çatılan kaşlarıma bir çözümüm yoktu.
Kenan'la beraber geldiğimiz spor salonunda dakikalardır bu koşu bandının üzerindeyken o da bir diğer tarafımda koşmakla meşguldü. O da benim gibi kulaklığını takmıştı fakat onun, bu konuşmaları duymadığına emindim. Sessiz sakin bir şekilde sporuyla ilgileniyor, gözlerini çevirip benim dışımda kimseye bakma ihtiyacı duymuyordu. Bu, oldukça hoşuma gitse de o dikkat çeken bir adamdı. Görüyordum ki hatta duyuyordum ki herkes onu izliyordu.
"Sabır," Gözlerimi kırpıştırıp ifademe bir çeki düzen verdiğimde kimseye çatmamak için zor duruyordum. Ben kendi kendime homurdanırken erkeksi bir kıkırtı kulaklarıma ulaşmış, başımı hafifçe diğer tarafa çevirmeme neden olmuştu. Pekâlâ, sanırım tek kurnaz ben değildim. O da tıpkı benim gibi konuşulanları dinlemişti.
Gözlerim kısılırken elimi kaldırıp başımdaki kulaklığı boynuma indirdim. Dudaklarındaki tatlı gülüşü, onun daha çok dikkat çekmesine neden olurken onu eve kapatmamın nasıl olacağını düşünüyordum. İyi bir fikir olabilirdi.
"Çok fenasın," dedim, yavaşça. Yeşil gözleri gözlerime tutunurken kulaklığının tekini çıkardı.
"Sen de çok masum değilsin," dediğinde bu sözleri beni güldürmüştü.
"Geldiğimizden beri hepsi seni kesiyor," dedim, kıskançlıkla. "Birazdan ben de hepsini tek tek parçalara ayıracağım."
"Galiba ben de," diyerek bu sözlerime karşılık verdiğinde ne demek istediğini başta anlamamış, ardından bakışlarının bir noktaya kaydığını fark ettiğimde başımı hafifçe oraya doğru çevirmiştim. Bir grup erkeğin bakışları da benim üzerimdeydi.
"Hayranlarım," dediğimde bakışlarını müthiş bir yavaşlıkla bana çevirip ters bir bakış atmıştı. "Şaka yapıyorum."
O, diğer kulaklığı da çıkarıp önündeki tuşlardan birine bastığında çok geçmeden adımları yavaşlamıştı. Sıkılmış olmalıydı. Ben de sıkılmıştım, üstelik etraftaki bakışları gördükçe de deliriyordum. "Hadi," dedi, koşu bandından inerken.
Onun bu emrine uyarak ben de tıpkı onun gibi önümdeki tuşlardan birine bastığımda adımlarım yavaşlamış, bununla beraber bir kolu belime dolanırken tek bir hamleyle beni koşu bandından indirmişti. Bu, dudaklarımdan çocuksu bir kıkırtının dökülmesine neden olurken yerden saniyelik kesilen ayaklarım tekrar yere kavuştu. Ardından su şişemle havlumu alarak peşine takıldığımda dudaklarımda aptal bir sırıtış vardı.
"Yemeğe gidelim mi?" diyerek hoş bir teklifte bulunduğunda güldüm.
"Saatlerdir iki gram yağ yakacağım diye öldüm burada ve sen yemek mi diyorsun?" dediğimde bu sefer gülen o olmuştu. Bu gülüş, ilkbaharda esen ılık bir meltemin yüzüme doğru esmesi gibi bir şeydi. Hoş, tatlı bir rüzgârdı bu.
"Gidiyoruz o hâlde, " Adımlarım onun adımlarıyla senkronize hareket ederken elimdeki havluyla ensemden aktığını hissettiğim teri silmiştim. Bakışlarım bu sözleriyle beraber ona döndüğünde eş zamanlı olarak onun da bakışları beni buldu.
"Bir duş alayım, çıkarız."
"Tamam," diyerek beni onayladığında kadınlara ait soyunma odasına yönelmiştim. "Ben de bir duş alacağım, dışarıda buluşuruz."
O, benden uzaklaşarak koridorun diğer ucundaki soyunma odasına doğru ilerlediğinde ben de önünde bulunduğum soyunma odasının kapısını açıp içeri geçmiş, kapıyı da arkamdan kapatmıştım. Elimdekileri bırakıp dolabıma doğru ilerlediğimde hedefim hızlı bir duş almaktı.
Dolabıma bıraktığım çantamdan birkaç parça eşya çıkarıp kabinlerden birine girdiğimde aşırı yorgun hissediyordum. Üstelik daha yapacak çok işim varken bu kadar yorgun hissetmem hiç iyiye işaret değildi.
Kısa olmasına özen gösterdiğim bir duştan sonra hızla çıkıp çantamdan çıkarmış olduğum eşyalarımı üzerime geçirdiğimde karşımdaki aynadan kendimi kontrol ediyordum. Islak saçlarımı kurutup mandal tokayla topladığımda makyajımı arabada yapmaya karar vererek orada daha fazla oyalanmadan eşyalarımı alıp soyunma odasından çıktım. Ardından da aynı hızla spor salonundan çıktığımda Kenan'ın otoparkta, sigarasını içiyor olduğunu görmüştüm.
"Hadi gidelim," diyerek bakışlarının odağı olmayı başardığımda yaslandığı yerden doğruldu. Eş zamanlı olarak da ön yolcu koltuğunun kapısını açıp koltuğa yerleştiğimde o da yanıma oturmuş, kapıyı kapatmıştı. Ben, emniyet kemerimi takarken o da sigarasını dudakları arasına sıkıştırıp kendi kemerini takmış, ardından da kendi tarafındaki camı hafifçe aralayıp arabayı çalıştırmıştı. Bu esnada telefonumu çıkarıp arabaya bağlarken, "Nereye götürüyorsun beni?"
"Doğaçlama takılacağım," Kıkırdadım. Bir yandan playlistten müzik arayışı içerisindeyken diğer yandan da çantamda bulunan birkaç malzemeyi çıkarmakla uğraşıyordum.
En sonunda favori şarkılarımdan birini açarak kısık sesli müziğin arabanın içerisini doldurmasına neden olduğumda kendi tarafımda bulunan aynayı indirip kendimi kısaca kontrol etmiştim. Ardından çantamın içerisinden çıkardığım makyaj bazımdan çok az olacak şekilde yüzüme sürmüş, onu yüzümün her noktasına dağıttıktan sonra sadece göz altlarıma da kapatıcı uygulamıştım. Daha çok göz makyajı yapmayı seviyordum ve bu, bana yetiyordu. Çok makyaj yapmayı seven biri değildim, sadece özel günlerde yine abartılı sayılmayacak bir makyajı tercih ediyordum.
"Ay inanmıyorum," Mırıltım, şarkının nakaratına eşlik ederken ritme ayak uydurarak omuzlarımı hafifçe sallamıştım. Üzerimde hissettiğim bakışlar, başımı hafifçe ona doğru çevirmeme neden olduğunda dudakları arasındaki sigarayı çekerek bu cilveli tavırlarıma karşılık bana tatlı bir gülüşü bahşetti. "Yandım kavruldum.." Gözlerim, aynadaki yansımamı bulurken elimdeki kalemin kapağını açmıştım. Bir yandan ritme göre omuzlarımı sallarken diğer yandan da şarkıya eşlik ediyordum. Tabii bu esnada yanımdaki adamın bakışlarını sıklıkla üzerimde hissediyordum.
Büyük bir titizlikle gözlerime eyeliner çektiğimde bunu yapmaya alışık olduğum için ikinci kez denememiş, tek seferde istediğim sonucu elde etmiştim. Mavi gözlerim, bununla beraber daha dikkat çekici hâle gelirken kucağımdaki çantamdan rimelimi çıkardım.
"Of Allah'ım," diyen mırıltısını duyduğum an, aynadaki bakışlarım ona dönerken parmakları arasındaki sigarayı açık camdan dışarı attı. Şu an kırmızı ışıkta bekliyorduk ve bunun rahatlığıyla beni izleyebiliyordu.
"Ne?" dedim, dudaklarım yukarı kıvrılırken. Yeşil gözleri gözlerime kavuştuğunda öyle bakıyordu ki kendimi dünyanın en güzel kadını gibi hissediyordum. Pekâlâ, böyle bakmayı kesmeliydi.
"Çok güzelsin," dedi, içi gider gibi. Bu, dudaklarımdaki sırıtışın genişlemesine neden olurken boştaki elimi uzatıp çenesini kavrayarak onu kendime doğru hafifçe çektim ve dudaklarına hoş bir öpücük bıraktım.
"Senin kadar değil," dediğimde bu sözlerim onu güldürmüş, onu güldürebildiğim için de ben gülmüştüm. Ardından da ondan uzaklaşarak tekrar aynaya doğru döndüğümde, "Yeter bu kadar, daha ne kadar dikkat çekeceksin?" diyerek hayıflandı.
"Hiçbir şey yapmadım ki!" dedim, şaşkınlıkla gülerek.
"Bir şey yapmana gerek yok, her türlü dikkat çekiyorsun zaten."
"Sen de çekiyorsun.. Ben seni eve kapatmıyorum ama." dediğimde güldü. "Yapabilirim ama yapmıyorum."
"Kötü fikir değil," dedi, büyük bir ciddiyetle. "Sen de benimle kapanacaksan eğer," Elimdeki rimeli kirpiklerime değdirirken bu sözleri, dudaklarımdan bir kıkırtının dökülmesine neden olmuştu. Bu esnada yeşil ışık yandığında eliyle direksiyonu kavramış, yola devam etmiştik.
Kirpiklerime ikinci katı geçip dudak kalemimi çıkardığımda o da yanımda homurdanmaya devam ediyordu. Bu huysuzluğunun sebebi neydi bilmiyordum ama biraz daha devam ederse hiç iyi şeyler olmayacaktı.
Müzik listemde sırayla değişen müziklere oldukça neşeli bir şekilde eşlik etmeye devam ederken bir yandan da kendimle ilgileniyor, oturduğum koltukta ritme göre figürler sergiliyordum.
Elimdeki gloss'u çantama atıp aynadan kendimi kontrol ettiğimde oldukça iyi görünüyordum. Toplu saçlarım arasındaki tokayı çıkarıp saçlarımı elimle hafifçe dağıttığımda nemli saçlarım küçük buklelere dönüşmüştü. Yer yer ıslak olsa da gayet iyi duruyordu. Saçlarımın iki yanından birer dalgalı tutamı bırakıp küçük bir tokayla bir kısmını topladıktan sonra aynayı kapatmış, başımı Kenan'a doğru çevirmiştim.
"Bozayım mı rujunu,"
"Hayır, rahat dur." derken müziği kapatmak için telefonuma uzanmıştım ki ara bölmede duran telefonu çalmaya başlamıştı. Telefonunun melodisi arabanın içerisini doldururken hiç düşünmeden çalan müziği kapatıp bakışlarımı ona doğru çevirdim. O da göz ucuyla telefonunu kontrol edip sessize aldıktan sonra cebine sıkıştırmıştı.
"Kim?" dedim, meraksız olmaya çalışarak.
"Eğer öpmeme izin verirsen söylerim," Göz devirdiğimde güldü. "Bir arkadaş, önemli biri değil."
"Saatlerdir telefonun çalıyor ve açmıyorsun," dedim, ısrarla. Gözlerim onun profilinde gezinirken oldukça meraklıydım. Zaten günlerdir böyle davranıyordu. Ona işleriyle alakalı sorular sorduğumda da beni geçiştiriyor, Yasemin'le alakalı hiçbir şeyi bana anlatmamaya çalışıyordu. Bu olaydan beni olabildiğince uzak tutuyorlardı ama ben bu durumdan hoşnut değildim. "Hatta son günlerde de gizemli takılıyorsun, hiçbir şey anlatmıyorsun bana!"
"Geldik," diyerek beni tiye aldığında gözlerim ondaydı fakat dönüp bana bakmıyordu bile. Sırf bana hiçbir şey anlatmamak için gözlerime bakmamaya özen gösteriyordu.
O, arabayı park edene kadar gözlerim onun üzerinde olsa da en sonunda bundan vazgeçip kucağımdaki çantamı da alarak arabadan inmiştim. Pekâlâ, bu gizem nereye kadar devam edecekti merak ediyordum. Bu, hiç hoşuma gitmese de patlama noktama yaklaştığı kesindi.
Arabadan inip kapıyı çarptığımda gözlerini üzerimde hissetmiş fakat bakışlarımı ona çevirmemiştim. Onun adımlarının yanıma uğramasını beklemeden yavaş adımlarla mekâna doğru ilerlediğimde arkamdan geldiğini biliyordum.
"Küstük mü?" diyen sesini duyduğumda umursamazca omuz silktim. Bu esnada iki büyük adım atarak yanımdaki yerini aldığında kollarımı göğsümde birleştirmiştim.
"Hoş geldiniz Maran Hanım," diyen çalışana gülümsediğimde bakışları yanımdaki Kenan'ı bulmuştu. "Kenan Bey hoş geldiniz.."
Ben, genç adamın açtığı yoldan geçip mekâna girdiğimde öğle sularında olduğumuz için pek fazla bir kalabalığı yoktu fakat yine de dolu sayılabilecek kadar masa vardı.
"Maran," dedi, bir kedi gibi bana sırnaşarak. Onun önünde yürüyor olsam da aramızdaki mesafe bir adımdan fazla değildi.
"Ne?" dedim, kabaca. Ardından da gözüme kestirmiş olduğum cam kenarındaki bir masaya geçip oturduğumda o da karşıma oturmuş, gözlerini üzerime dikmişti. O bakışlarını hissetsem de dönüp ona bakmayı reddediyordum.
"Küs müyüz?"
"Değiliz,"
"Yalan söylüyorsun,"
"Niye soruyorsun o hâlde?"
"Trip yiyorum yani şu an?" dediğinde kaşlarımı kaldırıp ona, aynen öyle bakışımı atmıştım. Bu, yeşil gözlerinin gözlerimde kısaca dolanmasına neden olduğunda dilini yavaşça dudakları üzerinde gezdirip bir soluk bıraktı. "Ne bilmek istiyorsun?" dedi, ilgiyle.
"Ben anlamıyorum," dedim, kollarımı masaya yaslarken. Yüzümde oldukça tuhaf bir ifade varken bu davranışlarına kesinlikle anlam veremiyordum. "Biz evleneceğiz ve sen bana hâlâ hiçbir şeyini anlatmıyorsun.. Sürekli kapalı bir kutu gibisin, hiçbir soruma cevap vermiyorsun. Senin hakkında bildiğim bilgiler hep kısıtlı, bir sınırın var ve ben, sadece izin verdiğin sürece o sınırı geçebiliyorum." O, beni can kulağıyla dinlerken elimi hafifçe salladım. "Evlenince de mi böyle olacak? Aynı evin içinde iki yabancı mı olacağız?"
"Birtanem," diyerek yerinden hafifçe doğrulduğunda bu durumdan fazlasıyla sıkılmıştım. Sürekli bunu yaşıyorduk ve bu, can sıkıcıydı. "Sana anlatmadığım şeyler var evet ama bu, anlatmayacağım anlamına gelmiyor ki?" dediğinde öylece yeşil gözlerine bakıyordum.
"Çocuğumuza anlatırsın o zaman," dediğimde beni ciddiye almamış olacak ki dudakları hafifçe yukarı kıvrılmış, ardından hoş tınılı gülüşü kulaklarıma dolmuştu. "Anca o zamana kısmet olur gibi çünkü de."
"Abartıyorsun,"
"Abartıyor muyum?" derken daha fazla sakin kalamamıştım. Kaşlarım çatılmış, dakikalar önceki neşem arka plana düşmüştü. "Ben söylediklerimde ciddiyim ve bu durumdan da sıkıldım.. Ya ben sana her şeyimi anlatıyorum, sırf her şeyime ortak olmanı istediğim için ama sen böyle düşünmüyorsun galiba?"
"Saçmalama,"
"Asıl sen saçmalıyorsun," Çatık kaşlarım altındaki bakışlarım onun üzerindeyken tüm bu öfkeme rağmen bana doğru hafifçe eğilmiş, elini uzatıp masanın üzerindeki elimi tutmuştu. "Sağ kolunun dirseğinin hemen üzerinde küçük bir yara izi var," dediğimde bu söylediğimle birlikte aralamış olduğu dudaklarını birbirine bastırmak durumunda kalmıştı. Gözleri, ne söyleyeceğimi merak etmiş olmalı ki ilgiyle gözlerimde geziniyordu. "Yaptırdığın dövmeyle gizlemeye çalışmışsın ama pek başarılı olamamışsın.. Kaç defa ya, kaç defa sordum ne olduğunu ve sen yine, her zaman olduğu gibi o zaman da benim sorularımdan kaçmanın bir yöntemini buldun! Ben cidden bu durumdan sıkıldım, kimsin sen yahu? Neyin gizemi bu? Seni gerçek anlamda tanıyıp tanımadığımı bile bilmiyorum ve ben bu adamla evleneceğim!"
İçimdekilerin bir kısmını ona dökmenin verdiği rahatlıkla dudaklarım arasından küçük bir soluk bıraktığımda gözlerimiz bir saniye bile birbirinden ayrılmıyordu. O bunca zamandır bunları düşündüğümün hiç farkında değilmişçesine şaşkındı fakat bu ifadeyi de dışa vurmuyor, eğer izin verirse gözlerinden görebiliyordum. Şu anda da buna izin veriyordu.
O yeşilleri hafif bir şaşkınlıkla, duyduğu bu sözlerin etkisiyle mavi gözlerimde gidip gelirken elimi elinden kurtararak bu göz temasını kestim ve başımı cama doğru çevirdim. Pekâlâ, abartmış olabilir miydim?
Kesinlikle abartmamıştım.
Bunca zaman konuşmamam bile hataydı.
"Hoş geldiniz Kenan Bey," diyen bir ses, aramızdaki rahatsız edici sessizliği böldüğünde bu sessizliğe çatal bıçak sesleri eşlik ediyordu. Mekânın içerisindeki seslerin uğultusu, birtakım yabancı seslere ortaklık ederken biz de hiç olmadığı kadar sessizdik. Sanırım ilk kez bu kadar sessiz kalıyorduk. "Maran Hanım.."
Masanın başında dikilmekte olan çalışanı normal bir zamandaki aksime kaba bir tavırla sadece başımla onun bu nezaket dolu sözcüklerine karşılık verdiğimde Kenan benden daha nezaketli davranmıştı. O, menüye bakmaya bile tenezzül etmememden güç almış olacak ki benim siparişimi de kendi vermişti. Buraya sıklıkla uğradığımızdan dolayı ikimizin de tattığı sabit lezzetler vardı ve o da ikimiz adına yine aynı şeyi tercih etmişti.
"Böyle sessiz olmanı istemiyorum," diyerek aramızda süregelen sessizliği bozduğunda kollarımı göğsümde birleştirmiş öylece oturuyordum. Onun gözlerine bile bakmıyor, sadece denizi izliyordum.
"Bundan sonra ben de sessiz kalacağım," dedim, buz gibi bir tonda. "Müthiş bir çift oluruz işte."
"Biz zaten müthiş bir çiftiz,"
"Dışı seni içi beni yakıyor gördüğün gibi.."
"Maran," dedi, mırıltıyla. "Bak gözlerime lütfen."
"Bakmıyorum,"
"Aynı iz dizimde de var," diyerek dikkatimi çekmeyi başardığında başta neyden bahsettiğini anlamadığım için kaşlarım hafifçe çatılmış, bakışlarım anlamsızca ona dönmüştü. Gözlerim onun yeşil hareleriyle temasa geçtiğinde aylardır merak ettiğim o izden bahsettiğini anlamam uzun sürmedi. "Trabzon'da, konağın bahçesinde büyük bir portakal ağacı var belki dikkatini çekmiştir.. Ben 12 yaşındayken Bige de 6 yaşındaydı, koskoca bahçede sadece ikimizdik. O, günler öncesinden gözüne kestirmişti o ağacı tabii. Sadece bir tane portakal istiyordu, sanki hiç ulaşamayacağı bir şeymiş gibi." dediğinde bunu söylerken dudaklarında çocuksu bir sırıtış oluşmuştu. Bu anı ona komik geliyor gibiydi. "O an etrafta yardım alabileceğimiz kimse yoktu, ki üstelik olsa bile sonuç olarak o ağaca tırmanmak istiyordum. Biraz aptal, oldukça da arsız bir çocuk olduğum için Bige'nin bu isteğini ben yerine getirmek istedim." Göz devirdi kendi kendine. "O ağaç o zaman o kadar yüksek, büyük bir ağaç değildi ama bir çocuğun tırmanamayacağı kadar da tehlike barındırıyordu. Sonuç olarak sırf bir portakal uğruna o küçücük boyuma rağmen o ağaca tırmandım.. Hatta Bige'nin istediği gibi portakalı da aldım fakat inerken ağacın dalına takılıp yere kapaklanmıştım. O anki kargaşayı hâlâ hatırlıyorum. Hatta ne zaman Trabzon'a gitsem hâlâ bu anı anlatılır. Bige'nin o küçücük yaşına rağmen telaşlanıp annemleri çağırması, benim kan ter içinde ağlamalarım hâlâ hatırımda.."
Dudaklarındaki gülümseme yeşil gözlerine de yansırken bahsettiği küçük çocuk hâlâ arsızdı. Hâlâ her tehlikeye koşuyor, bir dakika bile rahat durmuyordu. Yıllar görünüşte çok şey değiştirse de aslında hiçbir şey değişmemişti.
Dudaklarımda istemsizce oluşan gülümseme, onun dikkatini çekmiş olmalı ki bulunduğu o ruh hâlinden hızlıca sıyrılıp kollarını masaya yasladı. "Evet biliyorum, kapalı bir kutu gibiyim.. Hakkımda en ufak şeyi bile öğrenmek çok büyük zorluklar gerektiriyor olabilir, haklısın. Ama ben de bu zamana kadar hep böyleydim, Maran.." dediğinde kollarımı yavaşça çözüp elimi çeneme yaslamıştım. Gözleri gözlerimde gezinirken, "İnan bana, sana kendi hakkımda anlattığım çoğu şeyi şu zamana kadar kimseyle paylaşmadım bile. Özelsin benim için, iki yabancı ne demek?" diyerek dakikalar önce sarf ettiğim kelimelerin içine dert ettiğini bana belli etmişti.
"Bana hiçbir şey anlatmıyorsun," Omuz silktim. "Yabancı gibiyiz birbirimize."
"Söyleme öyle, beni kırıyorsun."
"Kırıl diye söylüyorum zaten." Bu söylediğim, onun kısa bir şaşkınlık yaşamasına neden olurken çok geçmeden dudaklarından bir kıkırtı dökülmüştü.
"Senin şu ters köşelerin," dedi, başını hafifçe iki yana sallayarak.
"Kim aradı seni?" dedim, bir kez daha. Gözlerim onun gözlerinde dolaşırken bu sorumdan kaçışı yoktu. Hele onu bu kadar yumuşatmışken bana cevap vermemesi imkânsız gibi bir şeydi.
Yeşilleri, kaçışı olmadığını anlamışçasına birkaç saniye üzerimde gezindiğinde, "Yasemin elimizde," Bu iki kelimelik cümlesi, kaşlarımın çatılmasına neden olurken, "Çatma kaşlarını hemen.." demiş, benim konuşmama engel olarak devam etmişti. "Planda böyle bir şey yoktu tamamen doğaçlama gerçekleşti."
"Başlarım senin doğaçlamana," diyerek ağzımı açtığımda şokta olduğumu söyleyebilirdim. Hem şokta, hem de öfkeliydim. "Ulan ben sana kadından uzak dur derken bunu mu anladın gerçekten? Gidip kadını mı kaçırdınız?" Elimi ona doğru hafifçe sallarken gözleri kısa bir anlığına ona doğru salladığım elime düşmüş, ardından tekrar gözlerime çıkmıştı.
"Asistanını kaçırmamız gerekiyordu ama Bartu gerizekalısı planın içine ettiği için bize Yasemin düştü."
"İnanamıyorum size.." Başımı salladım. "Şaka gibisiniz." O, bu sözlerime karşılık ağırca başını sallarken bakışlarını sol tarafımdaki denize doğru kısa bir an çevirmişti.
"Evet baban da böyle söyledi."
Pekâlâ, sonuçta babamın kızıydım.
"Nerede peki?"
"Mahzende, Sinan'la ikisini aynı odaya koymalarını istedim." Göz devirdim.
"İkisi de ruh hastası diye mi?" Onun gözleri kısılırken bu söylediğimde ne kadar haklı olduğumu biliyordum.
"Sevgilinin zekâsını ne kadar iyi tanıyorsun öyle?"
"Bırak o kadını," dedim, keskin bir tavırla.
"Şu anlık öyle bir niyetim yok," Kaşlarımı çattım.
"Kenan,"
"Maran," derken ifadesi ciddiyet kazanmış, kaşları hafifçe çatılmıştı. Kollarını masaya yaslayıp bana doğru eğildiğinde çatık kaşlarım altındaki bakışlarım onun üzerindeydi. "Bu konuyu uzatmasak mı? Kendi işlerimi kendim mi halletsem, sen de karışmasan?" Bu tavrı karşısında kaşlarım havalanırken ekledi. "O herif konusunda hâlâ bir karar vermemene rağmen sana karışmıyorum, istesem senin tek bir sözünü bile beklemeden onu öldürebilirim ama yapmıyorum, sana karışmıyorum.."
"İşlerime burnunu sokma diyorsun yani?"
"Tam olarak öyle denemez ama evet," dediğinde aramızda elektriği fazlaca yüksek bir gerilim vardı. Tam yumuşuyorken tekrar başa dönüyorduk.
Gözlerim, sadece birkaç saniye onun gözlerinde gezindikten sonra çantama doğru uzanmış, yerimden kalkmaya yeltenmiştim. Bunu fark ettiğindeyse çoktan pişman olmuş gözüküyordu fakat bunları söyledikten sonra hiçbir önemi yoktu.
"Maran," diyen sesini duysam da masadaki telefonumu da alarak adımlarıma yön verdim. "Maran, dur lütfen."
Etraftaki masalardan birkaç gözü üzerimde hissetsem de üzerime alınmamış, onun peşimden gelen adımlarını umursamamaya çalışmıştım. Eğer onu ilgilendiren konulara burnumu sokmamı istemiyorsa pekâlâ bunu yapabilirdim. Bu kadar kırıcı olmasına rağmen bunu yapardım fakat o, bu kaba tavırlarını daha ne kadar sürdürürdü bilemiyordum.
Mekândan çıkıp hızla adımlarımı caddeye doğru sürüklediğimde yolun başında bulunduğum yere doğru gelen taksiyi görerek hemen elimi kaldırmıştım. "Maran durur musun? Ne yapıyorsun Allah aşkına?" diyerek havadaki kolumu yumuşak bir hareketle tutup indirdiğinde gelmekte olan taksi de yavaşladı.
Başımı hafifçe ona doğru çevirip göz göze gelmemizi sağladığımda kaşları çatıktı. Büyük ihtimalle onu o masada tek başına bırakmış olmamdan hoşlanmamıştı fakat umurumda değildi. Öncesinde benimle nasıl konuşmasını gerektiğini öğrenmeli, ona göre hareket etmeliydi.
"Bırak kolumu," diyerek kolumu ondan kurtardığımda bir adım da geri çekilmiştim. Bu esnada taksi de önümde durduğunda elimi arka koltuğun kapısına doğru uzatmıştım ki, "Abi sen devam et," diyen sesini duydum.
"Hayır bineceğim," dedim, keskin bir tonda. Ardından da kısaca bakışlarımı taksiyi kullanan tonton amcaya çevirdiğimde o da ne yapacağını şaşırmış gibiydi. "Ve sen de peşimden gelmeyeceksin.. Onun yerine otur bir düşün istersen, ben ne yaptım diye!"
Bağırışım, caddedeki insanların bakışlarının üzerimizde toplanmasına neden olurken taksi de hâlâ olduğu yerde, şaşkınca ikimiz arasında gidip geliyordu.
"Ne yapmışım ya ben?" diyen Kenan da tıpkı benim gibi celallendiğinde örnek bir çift gibi görünmediğimizin farkındaydım. Çocuk gibiydik ve böyle daha ne kadar devam edebilirdik bilmiyordum.
"Ne mi yaptın?" dedim, alayla. O, gözlerini bir saniye olsun gözlerimden ayırmazken ekledim. "Hayatına burnunu soktuğumu söylüyorsun resmen! Oysa ben sadece seni düşünüyorum, senin için endişeleniyorum.. Ne hayatın ne de kendin hakkında tek kelime bile edemiyoruz, bir de benimle böyle kaba konuşuyorsun! Hayvanın tekisin sen, ne işim var benim seninle be?"
Kaşları, son söylediklerimle birlikte neredeyse üst dudağına kadar çatıldığında, "Hayvan mı?" dedi, oldukça sakin bir tonda.
"Ablacığım bineceksen bin artık, işim gücüm var benim." diyen taksici amca aramızdaki hararetli tartışmayı böldüğünde ona daha fazla laf yetiştirmek istemeyerek tek bir hamleyle kapıyı açıp arka koltuğa kurulmuştum bile. Ardından da kapıyı sertçe onun suratına kapattığımda aradaki cama rağmen göz temasımız kesilmemişti. Öylece, ateş saçan gözleriyle bana bakıyordu.
"Devam edelim biz," diyerek bakışlarımı önüme çevirdiğimde taksi de hareketlenmişti. Onun yanından hızla geçip gittiğimizde hiç olmadığım kadar öfkeliydim.
Kimse ama kimse bana böylesine kaba davranamazdı. Kesinlikle beni hak etmiyordu fakat ona beslediğim duygular ortadayken ondan çok da uzak kalamazdım. Belki biraz burnu sürtülürdü de bana daha kibar davranırdı!
"Hayvan," dedim, kendi kendime. "Öküz ya!"
Taksici amcanın gözleri dikiz aynasından kısaca bana dönerken büyük ihtimalle deli olduğumu düşünüyor olmalıydı. Deli değildim fakat oldukça öfkeliydim. O da bunu fark etmiş olmalı ki bakışlarını benden hızla çekmişti.
"Abi biz Seferihisar'a gidiyoruz," diyerek onun dikkatini tekrar çektiğimde telefonumu çantama attım. "Şu yeni başlayan inşaata.."
O, beni başıyla onaylayıp trafiği yararak hızla ilerlemeye devam ederken başımı cama doğru çevirip akıp giden yolu izlemeye koyulmuştum. En azından inşaata gidene kadar biraz olsun sakinleşmeyi deneyebilirdim.
📌📌📌
"Ben duş alıp yatacağım," dedim, oturduğum yerden ayaklanırken. "Çok yoruldum bugün, iyi geceler size.." Salondaki televizyonun sesine, benim sesim karıştığında annemle babamın bakışları da usulca bana doğru dönmüştü.
Bugün bütün gün inşaatta çalışmış, akşam da babam yanıma uğradığında onunla birlikte eve dönmüştüm. Oldukça yorgun bir şekilde eve gelip beraber yemeğe otursak da vücudum dinlenmek istediği için odama çıkmak istiyordum. Hem yorgun hem de canım sıkkın olduğundan dolayı onların neşeli sohbetine pek katılamıyordum fakat neyse ki onlar sadece yorgun olduğumu düşünüyordu. Fakat böyle olmamın nedeni sadece o değildi. Bütün gün beklediğim o aramaları ve özür içerikli mesajları alamadığımdan dolayı öfkeli ve mutsuzdum.
Arkama bakmadan gitmiştim ve o, peşimden bile gelmemişti.
Gerçekten hayvanın tekiydi.
Merdivenleri bitirip odama geçtiğimde kapıyı arkamdan kapatıp telefonumu şarja takmak için yatağıma doğru ilerledim. Uyumadan önce ılık bir duş alsam fena olmazdı. Belki tüm yorgunluğumu biraz olsun hafifletebilirdi.
Telefonumu komodine, şarja takacağım esnada melodisi odamın duvarlarında yankılanmaya başlamıştı. Bu, ekranda yanıp sönen isme kısa bir bakış atmama neden olduğunda nihayet ki istediğim aramayı alabilmiştim. Fakat bu sefer o biraz bekleyecekti.
Hiç düşünmeden büyük bir zevkle aramasını reddedip banyoya doğru ilerlediğimde telefonum bir kez daha çalmıştı. Bu, daha da keyiflenmeme neden olduğunda sonuna kadar çalmasını beklemiş, o uzun uzun çaldırdıktan sonra aramasını yanıtlamıştım.
"Ne var?" dedim, kabaca.
"Aşağıdayım, gel konuşalım iki dakika." diyerek yine öküzce bir tavır sergilediğinde gözlerimi devirdim. Bu adam niye değişmiyordu?
"Gelir misin," dedim, onu düzelterek. Bu esnada da cama doğru yanaşıp dışarı baktığımda buradan az da olsa arabasını görebilmiştim. Yalının bahçesine girmemiş, sur gibi kapıların ardında kalmayı tercih etmişti.
"Gelir misin sevgilim, lütfen?" dediğinde sırıttım.
"Gelemem!" Perdeyi çekip ona arkamı döndüğümde komodine doğru ilerledim. "Yorgunum, duş alıp uyuyacağım.. Bütün gün aklın neredeydi?"
Bu sözlerimle beraber, dudakları arasından bir nefes verdiğini telefonun ucundan işittiğimde kaşlarım havalandı. "Şirkette birkaç işim vardı, onları halletmem gerekti.. Eve geçmeden seni göreyim, konuşalım istedim. Bahçeye sokma beni şimdi, babanlar anlayacak bir sorun olduğunu." Görecekmiş gibi omuz silktim.
"Anlasınlar ne olacak? Bana ne kadar kaba davrandığını kendin anlatırsın artık!"
"Özür dilerim, gel konuşalım hadi.. Sesini duymadım bütün gün, özledim seni."
Bu sözleri, dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasına neden olurken beni bu kadar çabuk etkisi altına almaması gerekiyordu. İki güzel sözüyle beni manipüle edebiliyordu.
O, oldukça teklikeliydi.
"Yorgunum," derken sanki sırıttığımı görecekmiş gibi hızla kendimi toparlamıştım. "Uyuyacağım, hadi kapatıyorum.. İyi geceler."
Telefonu kulağımdan indirip aramayı sonlandırdıktan sonra telefonumu tekrar şarja takarak takılarımı çıkarıp komodine bıraktım. Ardından da banyoya geçip kapıyı kapattığımda üzerimdekileri çıkarıp kendimi hızla suyun altına atmıştım.
Başta soğuk akan su, yavaş yavaş ısınırken ilerleyen dakikalarda ılık suyun altında iyice mayışmıştım. Tüm bedenim suyun altında gevşiyor, tüm yorgunluğumu atmış gibi hissediyordum.
Kısa bir duş alıp bornozumu üzerime geçirerek aynanın karşısına geçtiğimde ıslak saçlarımı kurutmak için dolaptan saç kurutma makinesini çıkarıp fişe takmıştım. Son zamanlarda hava birden soğuduğu için saçlarımı ıslak bırakmamaya özen gösteriyordum. Bu kadar koşuşturmanın arasında bir de hasta olursam işler iyice sarpa sarabilirdi.
Saçlarımı hızlıca kurutup dişlerimi de fırçaladıktan sonra banyodan çıkmıştım. Ardından üzerimi değiştirmeden önce makyaj masamın üzerinde duran vücut losyonlarımdan birini alarak yatağın üzerine oturdum. Aldığım losyonu önce bacaklarıma, ardından da kollarıma sürmeye başladığımda balkon kapısının yavaşça açıldığını duyarak kaşlarımı hafifçe çatmıştım. Başımı hızla omzum üzerinden arkaya doğru çevirdiğimde karşılaştığım bedenin aslında beni hiç şaşırtmaması gerekiyordu.
Pekâlâ, onu reddederken bunu yapacağını tahmin etmem gerekiyordu.
Oturduğum yerden ayağa fırlayarak ona şaşkınlıkla baktığımda yeşil gözleri çok geçmeden beni bulmuştu. "Kenan?" dedim, hayretle. Ellerimi hafifçe iki yana doğru açıp adımlarımı ona doğru ilerlettiğimde sanki kendi odasıymış gibi yatağıma doğru adımlamaya başladı. Bir yandan da üzerindeki deri ceketini çıkarmakla uğraşırken, "Ne işin var burada? Görmedi mi kimse seni?"
O, gözlerini tekrar gözlerime diktiğinde kendini yatağa bırakmış ve sırtını da yatağımın başlığına yaslayarak beni kısaca süzmüştü. Bu rahatlığı beni bir gün öldürebilirdi.
"Görmedi kimse merak etme." dediğinde dudaklarım arasından bir soluk bırakıp ellerimi belime yerleştirerek ona üstten bir bakış attım. "Sana, aşağı in demiştim.. Gelseydin bunu yapmak zorunda kalmazdım."
"Konuşmak falan istemiyorum seninle." dedim, çenemi hafifçe dikleştirerek. "Boşuna tırmandın balkonuma.. Git hadi."
"Aramızdaki meseleyi çözmeden gitmeyeceğim," dedi, kararlılıkla. "Buradayım."
"Biri gelecek şimdi, babam seni burada görürse ikimizi de öldürür biliyorsun değil mi?" Omuz silkti umursamazca.
"Bir şey olmaz," dediğinde çoktan kapıya doğru ilerleyip kapıyı kilitlemiştim bile. Beni ciddiye almıyor olabilirdi fakat ben ciddiydim. Babam gelir de onu burada görürse gerçekten onu öldürürdü. "Boşuna telaş yapıyorsun."
"Babam gelirse ben de sana telaş yapmamanı söylerim.." diyerek ona doğru döndüğümde açık kapıdan içeri doğru esen rüzgâr, içeriyi çoktan soğutmuştu. Bu esnada o da odama iyice yerleşiyordu. Cebindeki telefonunu, cüzdanını, arabasının anahtarıyla sigara paketini çıkarıp komodine bırakmıştı. "Sen hâlâ burada mısın?"
O, kollarını başının altına yaslayıp yatağımı heybetli bedeniyle kapladığında hiç gitmeye niyeti var gibi değildi.
"Kalksana oğlum," diyerek yastığımla ona vurduğumda hiç istifini bozmuyordu. Her tarafından tüller fışkıran yatağımda uzanırken oldukça eğreti duruyordu fakat bir o kadar da bana mükemmel bir görüntü sunuyordu.
"Konuşacağız,"
"Daha çok uyumaya gelmişsin gibi duruyor ama!" Güldü. Bu esnada da yanındaki boşluğa oturup yatağın üzerinde duran losyonumu komodinin üzerine bırakmıştım. O da yavaşça yattığı yerden doğrulduğunda konuşabileceğimiz daha doğru bir pozisyona gelmişti.
"Özür dilerim," dedi, tüm bu laubali tavırlarının aksine. Sesini duysam da ona değil, karşı duvardaki çerçevelere bakıyordum. Yani kısacası trip atıyordum.
Onun bakışlarını üzerimde hissederken parmakları yavaşça çenemi kavramış, başımı ona doğru çevirmemi sağlamıştı. Gözleri mavi gözlerimde gezinirken, "Hayvanlık ettim, haklısın. Öyle demek istememiştim yemin ederim."
"Hayvan olduğunu kabul ediyorsun yani?" dediğimde yeşil gözlerinde, saatler önce bıraktığım o ateşi görmüştüm. Kesinlikle hâlâ öfkeliydi fakat benimle böyle olmayı da kabullenemiyordu.
"Maran," dedi, uyarıcı bir tonda. "Şunu söyleyip benim asabımı bozma.."
Gözlerimiz arasındaki iletişim, dilimizden dökülen sözcüklerden oldukça farklıyken daha fazla tartışmaya gücü yok gibiydi. Öyle ki benim huyuma gidiyor, benim haklı olduğumu söyleyerek bu konuyu kapatmaya çalışıyordu. Oysaki gözlerimizdeki ifadeye bakılırsa çoktan ateşli bir tartışmaya girmiştik bile.
"Hayvanın teki olduğunu kabul edersen seni affederim," Bu sözlerim, onun ifadesinin alaylı bir hâl almasına neden olurken kaşları havalandı.
"Yok ya?" dedi, alayla. "Saçmalama, delirtme beni." derken çenemi kavrayan parmakları usulca aşağı doğru inip bornozumun yakasını kavramıştı. "Arkanı dönüp gitmeni unutmadım henüz." Yüzlerimiz arasındaki mesafe azalırken gözleri gözlerimden ayrılmış, dudaklarıma inmişti. O, yüzünü bana doğru yaklaştırıp dudaklarıma bir öpücük bırakacağı esnada başımı hafifçe yana doğru çevirerek dudaklarının çenemle temas etmesini sağladım.
Dudaklarının yumuşacık baskısı, içimden bir şeylerin akıp gitmesine neden olurken ona karşı bu kadar kayıtsız olmaktan nefret ediyordum. Azıcık trip atıp onu kendimden mahrum edememek zordu. O da bunu bildiği için sürekli bana sırnaşıyordu.
"Dokunma bana," dedim, muhteşem bir oyunculuk sergileyerek. Gözlerimi süzüyor, içimde yaşadığım duygulara rağmen göğsüne yasladığım elimle onu kendimden uzaklaştırıyordum.
"Nazına ölürüm," diyen kısık sesi, kulağımın tam dibindeyken birbirimizi bu kadar iyi tanımamızın ne kadar tehlikeli olduğunun farkındaydım.
Dudakları yanağıma sürterken yakamdaki eliyle bornozumu hafifçe çekiştirip omuzlarımın ortaya çıkmasını sağlamıştı. "Yapma bana bunu, barışalım işte."
"Daha süründürmedim seni," Bu sözlerim, erkeksi kıkırtısının dudaklarından dökülmesine neden olduğunda kulağımda bıraktığı o tınıyla birlikte her şey sütliman olmuştu bile. O gülüşü kulaklarımda öyle hoş izler bırakıyordu ki bir süre bu anda kalmak istiyordum.
"Ben anladım hatamı," dediğinde dudaklarını hafifçe yanağıma bastırmış, ardından da dudaklarını tenimden ayırmadan dudaklarıma doğru bir yol çizmişti. O, dudaklarımda konaklarken, "Affet beni hadi.."
Bedenimdeki elleri öylesine sıcaktı ki ondan uzaklaşma girişiminde bile bulunmuyordum. Hatta çoktan ona trip atmayı bile bırakmıştım.
İşte ben buydum, bu kadardım.
"Hâlâ aynı fikirde misin?" diyerek sorduğumda dudaklarıyla dudaklarımı yavaşça kavrayıp hafif bir öpücüğü bana bahşetmişti.
"Hangi konuda?" dedi, dipten gelen bir sesle. Ardından bir kez daha dudaklarıma kapandığında şuracıkta kendimi ona teslim etmek istiyordum.
O güzelim dudakları, dudaklarım üzerinde salınırken ona karşılık vermekten kendimi alıkoyamıyordum. O beni böyle yumuşakça öperken ben de çoktan ona söyleyeceğim hakaretleri unutmuş, kendimi kollarına atıvermiştim.
Kesinlikle kendimden utanıyordum.
"Hayatına burnumu sokmamam konusunda," dedim, öpüşmemiz arasında. Dudaklarımız arasına tek nefeslik bir mesafe girdiğinde bu çok uzun sürmemiş, ondan bir saniye bile mahrum kalmama müsaade etmemişti.
"Aptallık ettim," diye mırıldandı dudaklarıma doğru. "Kesinlikle söylediklerimde ciddi değildim." Kaşlarım havalanırken gözlerim gözlerinin arasında kısaca mekik dokudu.
"Öyle mi diyorsun?"
"Öyle diyorum," Gözlerimi kıstım.
"Çenemi kapatmam için mi böyle konuşuyorsun?"
"Hayır, doğruları söylüyorum." dedi, ciddiyetle. "Saçmaladım biraz.. Derdimizi sorunumuzu birbirimizle paylaşıp çözüm aramayacaksak neden birlikteyiz? Neden evleniyoruz biz?"
"Oturup düşündün yani?"
"Düşündüm," dedi, alnını alnıma yaslarken. "Haklıydın, hayvanın tekiyim.." Kaşlarım alayla havalanırken, "Az önce öyle demiyordun ama?" demiştim.
"Kabul ediyorum işte," dedi, az önceki isteğime atıfta bulunarak. Ardından bir kez daha dudaklarıyla dudaklarımı kavradığında boğazımın gerisinden bir mırıltı yükselmişti. Ellerim onun omuzlarına sıkı sıkıya sarılırken oturduğum yerde hafifçe yükselerek bacağımı bedeninin diğer tarafına atıp kucağına yerleştim. Bu, onun da elini belime yaslamasına neden olurken bedenim sıcacık olmuş, vücudumu birtakım arzular yönetmeye başlamıştı.
"Ben hayvanım, senin gibi bir kadını üzüyorum.." Dudaklarımız arasına giren tek nefeslik mesafede bu kelimeleri sarf ettiğimde elleri sinsice çıplak tenime tırmanmış, elini bacağıma yaslamıştı. "Senin kalbini kırıyorum de."
"Kalbini yerim," dedi, içli bir şekilde. Bununla beraber dudaklarımda şımarık bir sırıtış oluştuğunda tişörtünün sardığı göğsünü hafifçe okşuyordum.
"İstediğim şeyi söylemiyorsun."
Bu, dudakları arasından küçük bir soluk vermesine neden olduğunda kısaca gözlerini yumup kendini bu söyleyeceğine karşı hazırlamaya çalıştı. Bu hareketleri gülme isteğimi arttırırken karşısında oldukça ciddi durmam gerekiyordu.
"Hayvanım," dedi, tek seferde. Yeşil gözlerini gözlerime diktiğinde memnuniyetimi fark etmiş olmalıydı. "Oldu mu?"
"Yani," Dudağımı hafifçe büzüp omuz silktiğimde gözleri kısıldı, bir süre bu tavrımı izledi. "Bilemedim.."
"Maran," dedi, a harfini uzatarak.
"Ne?" dedim, tıpatıp onunla aynı tonda. Burunlarımız birbirine sürterken hızla inip kalkan göğsüm onun bedenine çarpıyor, dudaklarımız arasından verdiğimiz sık nefesler birbirine karışıyordu. Bacaklarımda gezinen parmakları vücuduma bir elektrik dalgası yayarken nefes alış verişlerim her geçen saniye daha da hızlanıyor, sadece kucağında oturmama rağmen ciddi anlamda deliye dönüyordum.
Aramızdaki çekim öylesine kuvvetliydi ki en ufak temas bile bize yetiyordu.
Pekâlâ, dakikalar öncesine kadar ona hakaretler ederken şimdi de onun beni becermesini istemem ruh hastası olduğumu gösteriyordu. Ona hastalıklı bir şekilde bağımlıydım.
O, dudaklarıma doğru atıldığı an baş parmağımı dudaklarımız arasına yasladığımda son anda kaçtığım öpücüğünü parmağıma kondurmak zorunda kalmıştı. Bu da onun gözlerinde bir hoşnutsuzluğun belirmesine yol açtığında kaşları hafifçe çatıldı.
"Ne?" dedi, fısıltı hâlinde. "Barışmadık mı?"
"Öpemezsin beni,"
"Sebep?"
"Çünkü öyle istiyorum." Bu sözlerimle beraber kaşları daha da çatıldığında bunu yapmaktan vazgeçmezse erken yaşta kırışacağının farkındaydım. Sürekli kaşlarını çatarak dolaşması hiç iyiye işaret değildi.
"Uyudun mu Maran?" diyen annemin kapıdan gelen sesini duyduğum an kapı da onun tarafından tıklatıldığında kapının kolunu yavaşça indirmiş fakat kapı kilitli olduğu için açılmamıştı. "Allah Allah, kapıyı niye kilitledin kuzucuğum?"
"Sikeyim," diyerek kısık bir küfür mırıldandığında elimi çıplak göğsüne yaslayıp onun üzerinden hızla kalktım. Neyse ki bu iyi bir şeydi, yoksa onun kucağından kalkma gibi bir girişimde bulunmayacaktım.
"Şşh!" Kaşlarımı çatıp sağ elimin işaret parmağını kendi dudaklarıma yasladığımda ondan önce ayaklanıp onu da kolundan tutarak kaldırmıştım. Pekâlâ, onun yardımıyla o koca cüssesini yatağımdan kaldırabilmiştim.
Yatağın ucuna bırakmış olduğu ceketini de alıp göğsüne bastırdığımda o da komodine bıraktığı eşyalarını alıp cebine sıkıştırmıştı.
"Maran?" Kapıdaki annemin sesi endişeli bir tınıya bulanırken, "İyi misin, aç şu kapıyı göreyim bir seni.. Korkutuyorsun beni." dediğinde Kenan'ın yeşil gözleri gözlerimdeydi.
Ona gözlerimi belerterek bakıp işaret parmağımla arkasında kalan banyoyu gösterdiğimde, "Bakma bana öyle, geç banyoya!" O, itiraz etmeden banyoya geçtiğinde kapıyı da üstüne kapatıp derin bir nefes aldım. Ardından da yatağımın diğer tarafında kalan aynadan yansımama baktığımda hemen kendime çeki düzen verip kapıya doğru yönelmiştim. Önce kapının kilidini, ardından da kapıyı açtığımda annemle bakışlarımız kesişti.
O, beni görür görmez derin bir nefes aldığında elini hafifçe salladı. "Niye kilitli bu kapı? Ses de vermiyorsun, uyuyor muydun?" derken gözlerini yavaşça üzerimde gezdirmişti. Kendi sorusuna yine kendi cevap verdiğinde başımı iki yana salladım.
"Banyodaydım anneciğim, duymamışım." dedim, onu rahatlatmak istercesine. "Dalgınlığıma gelmiş, kilitlemişim işte kapıyı da.." diyerek yine yalana başvurduğumda annem birkaç saniye gözlerime bakıp odama girdi. Bu, gözlerimi sıkıca yummama neden olduğunda Kenan'ı görmemesi için dua ediyordum.
"Burası niye erkek parfümü kokuyor?" diyerek bana bir soru yönelttiğinde hızla ona doğru döndüm. O, kaşları çatık bir şekilde bana bakarken damarlarımda adrenalin kol gezmeye başlamıştı.
Kenan'ın kokusu işte tam olarak böyle bir şeydi. Sadece iki fıs parfüm sıksa dahi yanından ayrıldığımda üstüm başım o kokuyordu. Üstelik şu an yastığıma ve yorganıma da onun kokusunun sindiğine adım kadar emindim.
"Erkek parfümü mü?" dedim, şaşkınlıkla. Ardından da odama sinen o kokusunu içime çektiğimde adeta başım dönmüştü. "Yoo," Omuz silktim. "Sana öyle gelmiştir.. Hem nasıl kokacak anne Allah aşkına?" derken çoktan balkon kapısına ilerleyip anneme çaktırmadan kapıyı hafifçe aralamıştım. Onun kokusunun benimle kalmasını isterdim fakat annemle babam bir şeylerden şüphelenmese iyi olurdu.
En azından kendi sağlığım için.
"Bana bak bakayım," diyen anneme doğru başımı çevirdiğimde şüpheli bakışları yine üzerimdeki yerini almıştı. Gözlerini kısmış bana bakıyordu. "Bizden gizli erkek mi atıyorsun sen eve?"
Bu sorusuyla beraber gözlerim irileşirken elimi kolumu nereye koyacağımı bilememiştim. O anneydi ve hiç kimse de olmayan süper güçlere sahipti. Tıpkı şu an olduğu gibi.
"Ne?" dediğimde o şüpheli bakışları yavaşça üzerimde gezindi. "Ben?" dedim, işaret parmağımı kendi göğsüme yaslayarak. Ardından da güldüğümde annem en ufak açığımı kovalıyordu. Bu yüzden de fire vermemeye çalışıyordum. "Bende baba korkusu var maalesef ki.. Yapamam öyle bir şey!"
'Ne güzel oynuyorsun ama..'
İç sesimi duymazdan gelmeye çalışarak ellerimi masum bir çocuk gibi arkamda birleştirdiğimde annemden çıt çıkmıyordu. Gözleri üzerimde itinayla geziniyor ama görebildiğim kadarıyla da o şüphesini azaltıyor gibiydim.
"Doğru," dedi, kollarını göğsünde birleştirirken. Ardından da gözleriyle odamın her köşesini taradığında ona çaktırmadan dudaklarım arasından bir soluk bırakmıştım. Eğer Kenan'ın odama tırmandığını öğrenirse babama kalmadan beni kendi mahvederdi. "Hadi sen giy üstünü, üşütme.. Ben de çıkıyorum." diyerek kapıya doğru yöneldiğinde ona seslenerek adımlarını durdurmasını sağlamıştım.
"Sen bir şey mi söyleyecektin?"
"Yok kuzum, uyudun mu diye bir bakayım dedim.." dedikten sonra kapıyı açmadan önce eliyle balkon kapısını gösterdi. "Uyumadan önce kapıyı da kapat, hasta olacaksın."
"Kapatırım," diyerek onu onayladığımda bana iyi geceler dileklerinde bulunup odadan çıkmıştı. Onun adım seslerinin uzaklaşmasını bekledikten sonra tekrar kapıya gidip kilitlemiştim. O esnada da banyonun kapısı Kenan tarafından açıldığında gözlerim ona döndü. Onun hınzır ifadesini gördüğümde de benimle dalga geçeceğini anlamıştım. Bu esnada da annemin söylediği gibi balkon kapısını kapattım.
"Ne güzel yalan söylüyorsun sen öyle?" dediğinde göz devirdim. O, bu durumdan fazlasıyla eğlenmiş olacak ki kendini tekrar yatağıma bırakmıştı. Kollarını başının arkasında birleştirip rahat bir pozisyon aldığında burada kalmaya niyeti var gibiydi.
"Ne diyecektim başka?" dedim, alayla. "Bir gün şurayı tırmanırken çakılacaksın zaten, ikimiz de rezil olacağız!"
"Barıştık mı biz?" diyerek beni umursamadığında gözlerimi üzerine dikip ona ters ters bakmıştım.
"Barışmadık!" deyip dolabıma doğru adımladığımda gözleri üzerimdeydi. Bu esnada dolabımdan birkaç parça kıyafet alıp odanın köşesindeki ahşap paravanın arkasına geçtiğimde söylediklerini duyuyordum.
"Az önce öyle demiyordun," diyerek imayla konuştuğunda kendi kendime gözlerimi devirmiştim.
"Annem gelmeden önce beni öpemeyeceğini söylüyordum evet,"
"Ondan öncesinde de-"
Cümlesini tamamlamasına izin vermeyerek abartılı bir şekilde ofladığımda erkeksi kıkırtısı odamın duvarlarında hoş bir melodi bırakmıştı.
"Kes sesini," dedim, kabaca. Ardından da pijama takımlarımdan siyah beyaz puantiyeli olanı üzerime geçirdiğimde çıkardığım bornozu da paravanın üzerine gelişigüzel bırakmıştım. Paravanın arkasından da çıkarak makyaj masama doğru ilerlediğimde saçlarımı taramayı planlıyordum. "Gitmeyecek misin sen?"
"Gideyim mi?"
"Keyfin bilir."
"Bu, gitme demek mi?"
"Lafı götünden anlamak diye buna diyorlardı herhalde?" Cıkladı.
"Ne kadar terbiyesiz bir kız oldun böyle?" diyerek beni onaylamıyormuş gibi konuştuğunda onu umursamayıp saçlarımı taramaya devam etmiştim. Her şeye rağmen onunla atışmayı sevsem de buna şimdilik bir son vermeliydik. Üstelik annem her an geri gelebilecekken sessiz olsak iyi olurdu.
Saçlarımı tarayıp makyaj masamın üzerinde duran tokamı da alarak saçlarımı hızlıca gevşek bir şekilde ördüğümde çıtı çıkmıyordu. Uyuyup uyumadığını kontrol etmek için başımı ona doğru çevirdiğimde gözlerinin kapalı olduğunu görmüştüm. Bu kadar hızlı uyuyamayacağını bildiğimden bu küçük oyununa kanmadım ve yatağıma doğru ilerledim.
"Kay," dedim, fısıltıyla.
O, bana itiraz etmeden bedenini yatağın ucuna doğru hafifçe kaydırdığında yatağıma tırmanıp hemen onun yanına yerleşmiştim. Başımı onun göğsüne değil de yastığıma yasladığımda bundan hoşnut olmayıp beni kendine doğru çekeceğini biliyordum.
Sadece birkaç saniye içinde de tam tahmin ettiğim gibi kollarını başının altından çekip bir kolunu omzuma dolayarak beni kendine doğru çektiğinde iç sesim de cadı kahkahaları atmakla meşguldü. Benim de dudaklarımda gizli bir sırıtış varken başımı boyun girintisine yaslayıp kolumu beline dolamış, iyice ona sokulmuştum.
"Barıştık mı?" diyen mırıltısını duyduğumda kendime engel olamayarak dudaklarımdan bir kıkırtının dökülmesine müsaade etmiştim.
"Barıştık," dedim, gülerek. Başımı hafifçe ona doğru kaldırdığımda gözleri oldukça yakınımdaydı. "Ama hâlâ konuşmadık.. Bana her şeyi anlatmak zorundasın!"
"Tamam," dedi, hiç itiraz etmeden. Gözleri benim yüzümde gezinirken ben de onun yüzünü inceliyordum. Odamı aydınlatan tek şey ay ışığıyken komodinin üzerindeki abajurdan da loş bir ışık yayılarak o güzel yüzünü aydınlatıyordu. "Neyi merak ediyorsan anlatacağım.."
"Ne zamandır Yasemin elinde? Üstelik neden bundan haberim yok?"
"Sinirleneceğini bildiğim için söylemedim," dedi, dürüstçe. "Olcay'ı elimizde tutup konuşturmayı amaçlıyorduk fakat işler yolunda gitmedi.. Aslında bu daha iyi oldu, onun planlarını başkasından değil de ondan duymuş olacağım."
"Derdi neymiş peki?" derken işaret parmağımla yanağına hayali çizgiler çiziyordum.
"Henüz konuşma fırsatımız olmadı kendisiyle," dediğinde kaşlarım hafifçe çatıldı. "Yanına uğramadım ama Esvet yanına girip konuşmaya çalışmış. Pek bir sonuç elde edememiş, o yüzden gidip bir de ben konuşacağım.. O zaman öğreneceğiz derdinin ne olduğunu."
"Bir tahminin var mı?" dedim, meraksız olmaya çalışarak. Bu, bakışlarının garip bir hâl almasına neden olurken cevabı biliyordum. Hadi ama, o bir fikri olmadığı konu hakkında böylesine kararlı davranmazdı. Eğer Yasemin'i kaçırma gibi bir cesarette bulunduysa illa ki güvendiği bir şeyler vardı. Hatta bana kalırsa onun derdini de biliyordu fakat bunu dile getirmeyi şimdilik tercih etmiyordu. "Tabii ki var,"
"Yani," dedi, düşünceli bir sesle. Yeşil gözlerini gözlerimden kısa bir anlığına ayrdığında kelimelerini toparlamaya çalışıyor gibiydi. "Amacının bana zarar vermek olduğunu düşünmüyorum, eğer öyle olsaydı bu kadar zaman bekleyip bana zaman tanımazdı.. Duyduğuma göre Dimitri'yle de araları pek limoni bu aralar." dediğinde ses tonunda garip bir tını sezmiştim. "Ve bu yüzden de şu an bize yakın hissediyor olabilir."
"Düşmanımın düşmanı dostum.." dedim, meraklı bir tonda. Gözlerim onun yüzünde gezinirken, "Öyle mi diyorsun?"
"Öyle diyorum," diyerek beni yanıtladığında bu düşüncesinden fazlasıyla emin gibiydi. Bu rahatlığının da bu yüzden olduğunu düşünüyordum. "Derdine çare aradığını düşünüyorum bir nevi.."
"Araları iyi gibiydi,"
"Aralarında ne olduğunu bilmiyorum ama ilişkileri çıkar üzerineydi zaten," diyerek merakımı giderdiğinde onu can kulağıyla dinliyorum. O, dudakları arasından küçük bir soluk bıraktığında gözleri tekrar beni bulmuştu. "Asıl sen söyle," dediğinde yerimde hafifçe doğrulup dirseğimi yastığıma, elimi de başıma yasladım. O da benimle aynı pozisyona gelirken yüzlerimiz yakındı.
"Neyi?"
"Sinan konusunda bir karara vardığını düşünüyorum, kaç gün oldu?" dedi, hayıflanır gibi. Bu konu onu olduğundan daha sabırsız bir hâle getirmişti. Sırf benim vereceğim karara önem verdiği için şu an hiçbir şey yapamamak onun canını sıkıyordu. Aslında onu ilk dakikadan öldüreceğini biliyordum ama bunu yapmasına müsaade edemezdim.
"Bir şey düşünmedim," dedim, gözlerimi usulca gözlerinden kaçırarak. "Ona ne yapmak istediğimi bilmiyorum çünkü.. Ölmesini istemiyorum, onu nasıl öldüreceğim ki? Bana yaptıklarından sonra bunun istediğim tek şey olması gerekiyor ama yapamam. Ona karşı bu kadar duygusuz olmam da ürkütücü ama ne yapacağımı bilmiyorum, Kenan." Bakışlarındaki anlayış, bu konudaki gerginliğimi biraz olsun azaltırken bu konuda bana yardımcı olabileceğini düşünüyordum. Fakat onun şiddet yanlısı biri olması, bu düşünceme oldukça zıt düşüyordu. "Onun bir hastaneye yatmasına müsaade etsem oradan kaçmayacağı ne malûm? Bu kadar gözünü karartmış birinin daha da delirmeyeceğini savunamam.. Yapabilir, ona güvenmiyorum. Onca korumaya rağmen evime girip bu kadar şeyi organize ettiyse o hastaneden de kaçabilir? Aklındaki neydi bilmiyorum ama onu tamamlayacak gücün onda olduğunu biliyorum."
"Öyle bir şey olmayacak," diyerek kelimelerim arasına bir nefes koymama müsaade ettiğinde bu söylediklerim onu kızdırmış gibiydi. Ama bu öfkesi bana değildi. "Maran bana izin ver bu problemi çözeyim.. Çözeyim ve senin kaygılarına bir son vereyim."
Gözlerim onun gözlerine tırmanırken katran karasına bulanmış yeşillerinde birçok duygu vardı fakat en belirgini öfkeydi. Onun öfkesi onu yakmazdı ama beni yakardı. Çıkan yangının sebebi bile benken o yangında yanacak olan da yine ben olacaktım. Gözlerinde gördüğüm o ifade bile tenimi ürpertmeye yeterken bu yangının sonucuna nasıl katlanabilirdim bilmiyordum.
"Gözlerinde gördüğüm şey beni korkutuyor,"
"Sen zaten korkuyorsun Maran,"
"Benim için böyle bir şey yapamazsın," dedim, keskin bir tavırla.
"Yanılıyorsun," dedi, birebir aynı tonda. "Senin için her şeyi yaparım." Yeşil gözleri gözlerimdeki izini kaybetmezken ellerini yavaşça kaldırıp yüzümü avuçladı. O gözlerinden hem şefkat hem de sevgi seli benim gözlerime doğru hayali bir yol çizerken gözlerinde yakalamış olduğum ifade hâlâ oradaydı. "Beni tanımıyormuş gibi konuşma, her şeyi yapabileceğimi en iyi sen biliyorsun.. En çok da senin için her şeyi yaparım. Hiç düşünmeden."
"Beni korkutan da bu ya zaten?" diye mırıldandığımda başını hafifçe iki yana salladı.
"Benden mi korkuyorsun?"
"Yapabileceklerinden korkuyorum." diyerek düşündüklerimi açıkça belirttiğimde aklımdan geçenler pek iç açıcı değildi. Açıkçası aklımdan geçenler de gözlerinde yakaladığım ifadeyle aynıydı. "Lütfen, sadece bana bırak.. Bu olaya kimsenin bulaşmasını istemiyorum, lütfen..."
"Benim bile mi?" Güldüm keyifsizce.
"En çok da senin."
Bakışları, keyifsiz gülüşümde kısaca oyalandığında bu söylediklerim aklına yatmasa da beni koşulsuz onaylayacağını biliyordum. Bu kadar kararlıysam bana asla karşı gelmezdi.
"Peki," dedi, baş parmağı hafifçe çenemi okşarken. "Senin kararlarına saygı duyuyorum ama ne karar verirsen ver yanında olduğumu bil, olur mu? Bundan sonra sana hiç kimse yaklaşamaz, izin vermem... Güvendesin, benimlesin duydun mu beni?"
Onun bu inandırıcı sözleri kalbime işlerken farkında değildi belki ama onun yanında zaten kendimi güvende hissediyordum. Bu çok garipti fakat o yanımda olduğunda görünmez bir kalkan etrafımdaymış gibi hissediyordum.
Alnım alnına yaslanırken elimi kaldırıp çenesine yaslamıştım. "Biliyorum," dedim, fısıltı hâlinde. Başımı ağırca sallarken gözlerimizin teması yoğundu. "Sen benim süper kahramanım gibi bir şeysin.." Güldü bu sözlerime.
"Hayatımda duyduğum en iyi iltifat sanırım bu," Kıkırdadım.
"Çok da yakışıklısın." Kaşları havalanırken dudaklarında da bir sırıtış oluşmuştu.
"Ne kadar mesela?" dediğinde bu oyunbaz tavrı oldukça hoşuma gitmiş, hemen ona ayak uydurmuştum.
"Çok," dedim, o harfini uzatarak. Bu, gülüşünün genişlemesine neden olduğunda başımı yorgunlukla koluna yasladım. Gözlerimin manzarası o güzel yüzüyken ona yağdıracağım çok fazla iltifat vardı. "David'le Brad halt yemiş yanında, o derece.. Sen niye model falan olmadın?" diyerek aklıma gelen ilk soruyu sorduğumda beni büyük bir zevkle yanıtladı.
"Annemden dolayı çok fazla teklif geliyor ama ben kabul etmiyorum," dediğinde şaşırmamıştım. Gerçekten müthiş bir varlıktı ve eğer keşfedilmemiş olsaydı şaşırırdım.
"Kabul etmemen işime gelir ama neden kabul etmiyorsun?"
"Yapamam," diyerek ona oldukça zıt bir cümle kurduğunda kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Bana ters o işler."
"Allah'ın krosu," dedim, kendi kendime. Bu, onu güldürürken ben de gülmüştüm. "Tersmiş.." Gözlerine baktım uzun uzun. "Ben olsam seni hemen havada kapardım,"
"Ona ne şüphe?"
"Bak ya," dedim, gülerek. "Egonu yesinler." Elimi onun göğsüne yaslayıp iyice ona sokulduğumda beni geri çevirmemiş, kolunu omzum boyunca sararak beni kendine çekmişti. Kokusunu soluduğum an derin bir iç çektiğimde günün yorgunluğunu onun kollarında atmak benim için bulunmaz bir nimetti.
Dudaklarımı esnemek için araladığımda kollarımı iyice ona dolamıştım. "Ben uyumadan gitme.." dediğimde esnediğim için sesim boğuk çıkmış, bu da onu güldürmüştü.
"Gitmem," dedi, yumuşacık sesiyle. Elini saçlarım arasına daldırdığında gözlerimi de kapatmıştım. "Buradayım."
O, saçlarım arasına bir öpücük bıraktığında başımı iyice boyun girintisine yaslamış, bacağımı da onun bacaklarının üzerine atmıştım. Onu böyle kollarım arasına hapsedersem nasıl gidecekti bilmiyordum fakat gitmesini de istemiyordum. Sabah uyandığımda ilk onun yüzünü görmek istiyordum ve bu yüzden de gitmemesi benim için iyi olurdu.
Göz kapaklarıma yüklenen ağırlıkla beraber bir uykuya daha tutulduğumda burnumdaki kokunun sahibi de rüyalarımı süslemek için oradaydı.
📌📌📌
Parmaklarım, tezgâhın üzerinde ritmik dokunuşlar bırakırken dilime dolanan şarkıyı mırıldanıyordum. Arkamda kalan masada koyu bir sohbet dönerken gözlerim kahve makinesinin üzerinde dolanıyordu. Yaptığım kahvenin o taze kokusunu her aldığım nefeste ciğerlerime doldururken göğsümün üzerinde belli belirsiz bir ağırlık hissediyor, nefeslerimi kontrol etmemi engelliyordu. Fakat göğsümdeki bu sancıyı görmezden geliyor, yine depresif olduğum günlerden birinde olduğumu düşünerek başımın üzerindeki gri dumanları savuşturuyordum.
Gözlerimi kırpıştırıp silkelendiğimde öten kahve makinesini kapatıp seramik kupayı elime aldım. O esnada da bileğimdeki saatimi göz ucuyla kontrol etmiş, arkamı dönerek ada tezgahın önündeki bar taburelerinden birinde oturan Kenan'a doğru ilerlemiştim.
Yaklaşık bir saat önce herkes öğle yemeğine giderken ben de şantiyeden ayrılmış ve onun yanına uğramıştım. Onu, yoğun olduğumdan dolayı birkaç gündür çok sık göremiyordum ve bugün de bir saat de olsa onu görmek için mahzene gelmiştim. Zaman da onun yanında olduğundan daha hızlı aktığı için şimdi de gitmem gerekiyordu.
O, elini çenesine yaslamış bir şekilde yeşil gözleriyle beni izlerken dudaklarım yukarı kıvrıldı. Ardından elimdeki kupayı da onun önüne bıraktığımda bakışlarının esiriydim.
"Al bakalım,"
"Sağ ol," diyen o yumuşacık sesi, dudaklarımdaki gülümsemeyi genişletirken elini usulca çenesinden çekip önüne bıraktığım kupayı kavramıştı. Bu esnada ben de sandalyede duran ceketime uzanıp omuzlarımdan geçirdim.
"Ben de gitsem iyi olur, çok işim var daha." derken telefonumu da çantama atmıştım. "Çok bile kaldım."
"Biraz daha kal, seni ben bırakırım." dediğinde bu çocuksu isteği beni güldürdü. Dakikalardır beni böyle yanında tutuyordu.
"Olmaz," derken elimi uzatıp yanağına yaslamış, onu kendime çekerek yanağına koca bir öpücük bırakmıştım. "Gitmem gerek, hem daha annenin yanına da uğrayacağım.." Yanağındaki ruju temizlerken, "Gelinlik için."
"Boşver gitme," dedi, küçük bir çocuk gibi.
"Oldu canım, başka?"
"Yoruluyorsun," dedi, gözleri yüzümde dolaşırken. "Bir acelemiz yok sonuçta, sen sadece işlerinle ilgilen.. Kendini yormadan."
"İşte daha çok yoruluyorum," diyerek onu düzelttiğimde güldü. Bu esnada merdivenleri tırmanan Bartu da bize doğru yüzünde anlam veremediğim bir ifadeyle yaklaşıyordu. Gözlerim onun üzerinde takılı kalırken herkes onun bu hâlini fark etmişti bile.
"Abi," dedi, gür çıkan sesiyle. Aradaki koca mesafeyi büyük adımlarıyla aştığında onu böyle ciddi görmek garip gelmişti.
Onun Kenan'a seslenişiyle beraber tüm bakışlar ona döndüğünde elimi usulca indirip Kenan'dan uzaklaşmıştım. Onun da yeşilleri, Bartu'ya dönerken sadece birkaç saniye onun ifadesini inceledi.
"Ne oldu?" dedi, kaşları çatılırken. O da onun bu hâlini fark etmiş, hepimiz gibi meraklanmıştı.
Bartu, ona söyleyeceklerini toparlamadan önce derin bir nefes aldığında olduğum yere çakılmıştım bile. Bu tavrı bende bile merak uyandırmış, yerimden kıpırdamamı engellemişti.
"Sıkıntı var," dedi, ciddiyetle. Onun bu söylediği, Kenan'ın gözlerini devirmesine yol açtığında büyük masanın etrafında oturmuş goygoy yapan çocuklar da ayaklanmıştı.
"Ne oldu yine?" dedi, buna alışıkmış gibi.
"Sinan yok,"
İşte bu iki kelime, kaşlarımın çatılmasına yol açarken aynı yavaşlıkla Kenan'ın kaşları da çatılmış, henüz bir yudum bile alamadığı kahvesini tezgaha bırakmak zorunda kalmıştı. Diğerlerinin de yüzünde aynı ifade varken hepsinin ağzından büyükçe bir şaşkınlık nidası dökülmüş, gergin görünen Bartu'yu böylelikle daha çok germişlerdi.
Buranın başka çıkışı yoktu, üstelik biz şu an neredeyse yerin altındaydık. Kaçsa bile herhangi bir çıkışı olmazdı, bu imkansız gibi bir şeydi. Herkes burada otururken o hiçbir yere kaçamazdı. Kaçması için önce yukarı çıkmalı, eğer çıkışı da biliyorsa önümüzden geçmesi gerekirdi. Fakat böyle olsa hepimiz onu görürdük ki kimse de buna müsaade etmezdi. Üstelik aşağıda onun için alınan önlemleri bile görmüşken değil buradan, olduğu odadan bile çıkamazdı.
"Sen aşağıda değil miydin?" dedi, Kenan da. O, hızla yerinden ayaklandığında az önceki o kedi gibi hâlleri birden yok olmuştu. Gözlerim Bartu'nun üzerindeyken, "Lan sana, buradan ayrılma demedim mi ben?" diyerek celallendiğinde sabahtan beri sol tarafımda hissettiğim o ağırlık da yükünü tamamen kalbimin ortasına bırakmış, dizlerim üzerine çökmek istememe neden olmuştu. O ağırlık her neyse onu taşıyamıyor, saatlerdir kendimi yere bırakmamak için direniyordum.
Elimi, tezgâha yaslayıp ayakta durabilmek adına oradan destek aldığımda dudaklarım arasından da bir soluk bırakmıştım.
"Aşağıdadır, hiçbir yere gidemez." dedi, Kılıç rahatlıkla. "Bu salak panik yapmış işte boşu boşuna." dediğinde Kenan da çoktan yerinden hareketlenmişti. O, merdivenlere doğru ilerlerken onun peşine takılan ilk kişi bendim.
"Maran gelme,"
"Geleceğim,"
"Yiğit, Maran'a sahip çık."
Onun bu sözleri, arkamdan gelen adım seslerinin çoğalmasına neden olduğunda adımlarım sadece tek bir kişiyi takip ediyordu. Şu an içimde büyüyen o berbat his, onun adımlarının durduğu yerde son bulacak gibiydi. İçimdeki ses de sadece onu takip etmemi söylüyordu. Beraber merdivenleri indiğimiz süre boyunca da o saniyeler saatlere hatta yıllara dönüşmüş, ağırlığıma kilolarca ağırlık katmıştı. Her indiğim basamakta göğsüm daralıyor, kalbim ağzımda atıyordu.
"Yenge dur artık," diyen Yiğit'i umursamayarak basamakları inerken son basamağı inen Kenan'la beraber geniş koridorun ışığı yanmış, bulunduğumuz o karanlık aydınlanmıştı. Aydınlanmıştı fakat kalbimin en ücra köşesi, hâlâ karanlıktaymışım gibi hissettiriyordu. Bu, kötü bir histi. Akrep yelkovanı kovaladığı her saniye o his içimde büyüyor, patlamak için de son saniyeleri sayıyordu. Adeta saatli bir bomba gibiydi.
"Kenan,"
Koluma tutunan bir el, başımı arkaya doğru çevirmeme neden olduğunda Yiğit'in mavi gözleriyle karşılaştım. İkimizi yararak merdivenleri inen kalabalıkta adımlarımı durdurmamı sağlayan tek şey, onun kolumu tutarak bana engel olmasıydı. Tabii bu beni durdurmamış, kolumu ondan kurtararak aceleci adımlarla kalan basamakları hızla inmiştim. Bu esnada Yiğit bıkmadan usanmadan bana sarf ettiği sözlerle beraber peşimden gelmeye devam etti.
Koridorun en sonundaki odanın kapısı ardına kadar açıkken onun oradan nasıl çıkmış olduğunu merak ediyordum. Biz yukarıdayken sadece Bartu aşağıda kalmıştı fakat kapı o an nasıl açılmıştı bilmiyordum. Onun dışarı çıkabilmesi sadece kapının açılmasıyla mümkün olurdu ama bu da Kenan'ın aldığı onca önleme rağmen imkansızdı. O odadan çıkmışsa bile hâlâ burada olmalıydı.
Sensörlü ışık kısa bir anlığına söndüğünde bu, elimin ayağımın birbirine dolaşmasına neden olmuştu. Neredeyse ağzımda atan kalbim, tüm bu yaşananları zaten kaldırmazken sadece birkaç saniye süren bu karanlıkla birlikte de göğsüm daralmıştı. Bu olanların sadece kötü bir rüyadan ibaret olmasını umup hayatıma kaldığım yerden sorunsuz bir şekilde devam etmek istiyordum fakat öyle ki hayatın benim için hazırlamış olduğu sürprizler vardı.
Koridorda bir hareket oluştuğu an karanlık aydınlığa dönüşmüş, tepemdeki ışık da tekrar yanmıştı. İşte tam o an önce bir el ateş sesi duymuş, ardından da bedenimde ince bir sızı hissetmiştim.
Hayatın benim için hazırlamış olduğu bir sürprizdi bu.
Kötü bir sürprizdi.
Kulaklarımda bir uğultu oluşurken bedenimden akan o sıcak sıvıyı hissederek buğulanan gözlerimi usulca aşağı indirdim. Gözlerim, mavi gömleğime yavaşça bir mürekkep gibi yayılmakta olan kanı bulduğunda elimi aynı yavaşlıkla kaldırıp oraya dokunmuştum. Koyu kırmızı rengindeki sıvı parmaklarıma bulaşırken kulaklarımdaki o boğuk seslerin arasından sadece bir sesi ayırt edebilmiştim. Bu sesin sahibini çok iyi tanıyordum.
"Maran," diyen sesini zar zor ayırt edebildiğimde az önce deliler gibi çarpan kalbim yorgun düşmüştü. Usulca yerine dönmüş, zayıfça atmaya devam etmişti kendi yerinde.
Saatlerdir göğsümde hissettiğim o ağırlık baskın hâle gelirken kendimi yere bırakmamam için hiçbir sebebim yoktu. Dizlerimin bağı adeta çözülmüş, saatlerdir direnebildiğim kadar direnmiştim.
Dizlerimin üzerine çöktüğümde ellerim kendi kanıma bulanmış, buğulu gözlerimden hissettiğim o acıyla bir damla yaş süzülüvermişti. İnce, çok ince bir sızı vardı bedenimde ve bu canımı acıtıyordu.
Bedenim soğuk zeminle değil, tanıdık bir bedenin arasına hapsolduğunda bedenime sarılan o güçlü kolları hâlâ hissedebiliyordum. Hangi ara bana doğru koşup beni kolları arasına aldığını bile görmemiştim ama onu hissediyordum. O eşsiz kokusunu hâlâ alabiliyor olsam da bu hâlde bile derin derin solumaya gayret ediyordum. Sonuçta hayattı bu, kim bilir daha ne sürprizleri olacaktı?
"Maran," dediğinde elinin yanağıma yaslandığını hissetmiş, yarı aralık olan gözlerimi, bana endişeyle bakan yeşillere çevirmiştim. Bu bakış, bu ifade kesinlikle onun o güzel gözlerine yakışmıyordu. "Sakın kapatma gözlerini.." derken ara ara kapanan gözlerimin kapanmaması için hafifçe yanağıma dokunuyor, kısa da olsa gözlerimi açmamı sağlıyordu. "Bir şey olmayacak." dedi, yine o kendine güvenen tavrıyla. "Duyuyor musun beni? İzin vermeyeceğim buna.."
"Kenan," Sesimi ben bile duymazken sıcacık ellerinin benim buz gibi tenimde hareket edişini varla yok arasında hissediyordum. Kendimi konuşmak için bir kez daha zorladığımda canım yanmış, kelimeler dudaklarımda asılı kalmıştı.
"Kılıç bir şey yap," diyen o çaresiz sesi, benim acımı katladığında yanağımdaki ıslaklığı hissediyordum. Yarı kapalı gözlerimden akan yaşlar onun avucunda kaybolurken yaramın üzerine bastırdığı elinin benim kanıma bulandığını görebiliyor, bu daha çok yaş akıtmama neden oluyordu.
Etraftaki koşuşturmacada sesler kulaklarıma uğultu hâlinde ulaşırken son duyduğum şey, bir el daha ateş edilmesi olmuştu.
📌📌📌
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |