34. Bölüm

•XXXIV•

melek şendur
meelcnmel

Duyduğum su sesi, ritmik bir şekilde damlayarak kendine ait bir melodi oluştururken bu sesin nereden geldiğini algılamaya çalışıyor, hissettiğim o merak duygusuyla gözlerimi aralamak istiyordum fakat sanki gözlerim bir güç tarafından birbirine kilitlenmişti. Göz kapaklarım kirpiklerime öylesine bir güçle yapışmıştı ki aralayıp sesin geldiği yere bakamıyor, içimde gitgide büyüyen o merak duygusuyla olduğum yerde kalakalıyordum.

Bu su sesine karışan başka bir ses daha vardı. Mekanik bir şekilde kulaklarıma ulaşırken bunun neye olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Düzenli olarak öten bu şey, kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden olurken bununla beraber birbirine kilitlemiş olduğum dudaklarım hafifçe aralandı. Kurumuş dudaklarım, adeta bir damla su için yalvarırken başımı hafifçe oynatarak sesi takip ettim.

Büyük bir çabayla gözlerimi en sonunda aralayabildiğimde ilk olarak karşılaştığım şey, tavandaki beyaz ışıktı. Gözlerime direkt olarak nüfuz ederken başımı ondan kaçmak adına hızla diğer tarafa doğru çevirmiştim. Bu ani hareketim, bedenimde bir sızının baş göstermesine neden olduğunda dudaklarım arasından acı dolu bir inilti döküldü.

Bulanık zihnim, bu acının sebebini öğrenmek istercesine geçmişe doğru hızlı ve derin bir analiz yapmaya koyulduğunda gözümün önünde hızla akıp giden görseller, çok geçmeden tüm görüntülerin birer birer zihnimde belirmesine neden olmuştu.

Gözüme giren bu beyaz ışık da bana hiç olmadığım kadar rahatsız hissettirirken önce bedenimdeki o acının sebebini, ardından da baş ucumdaki o su sesinin ne olduğunu anlamıştım bile.

Hastanedeydim.

Biri beni vurmuştu ve ben, o kişiyi görmemiş olmama rağmen kimin olduğunu biliyordum.

O anı hatırlamamla birlikte bedenime güçlü bir ağrı saplandığında yüzümü buruşturarak odanın her köşesini gözlerimle taramıştım. Koskoca odada hiç kimse yoktu fakat kapının önünden gelen sesleri duyuyordum. Adım sesleri daha çok yaklaşırken bu adım sesinin bile kime ait olduğunu biliyordum.

Açılan kapı, dışarıdaki seslerin kısa bir an da olsa net bir şekilde kulaklarıma ulaşmasını sağladığında başımı hafifçe çevirerek kapıya doğru baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi o gelmişti. Onun o gözlerini, en son gözlerimi kapatmadan önce görebilmiş, sesini en son o zaman duyabilmiştim fakat şimdi tam karşımdaydı.

Aralık kapıdan içeri hafifçe soktuğu bedenini gördüğümde yeşil gözleri direkt olarak hasta yatağındaki beni buldu. Onun o çok sevdiğim yeşil gözleri perişan bir hâldeyken bu, sol tarafımda bir ağrının oluşmasına neden olmuştu. Bedenimdeki acıyı kısa bir anlığına unuttum, o acı yerini kalbimdeki bir noktada aldı.

"Uyanmışsın," diyen sesi, dudaklarımın hafifçe yukarı doğru kıvrılmasına neden olurken içeri doğru bir adım atarak içeri girdi ve arkasında kalan kapıyı kapatarak iki büyük adımda yanıma ulaştı. O, hemen baş ucumdaki sandalyeye oturduğunda ben de yerimden doğrulmak için bir hamle yapmıştım. "Kalkma kalkma," dedi, hızla. Eş zamanlı olarak da eliyle beni durdurduğunda zaten bunu yapacak gücü kendimde bulamamıştım.

"Yardım etsene," diyerek bir kez daha hareketlendiğimde uyandığım için onu çoktan pişman etmiş gibiydim. Fakat bunu bana hiç belli etmeyip yerinden kalkarak benim yavaşça doğrulmamı sağlamıştı. O, yastığımı düzeltirken yeşilleriyle beni kontrol etti.

"Rahat mısın?" Başımı salladım.

"İyiyim," dedim, çatallı bir sesle. Ardından da kurumuş dudaklarımı birbirine bastırdığımda rahat olduğum konusunda kendini ikna etmiş olmalıydı ki tekrar yerine oturmuştu. Yeşil gözleri, saklayamadığı bir endişeyle üzerimde gezinirken, "Korkuttun beni." O, elimi elleri arasına hapsedip bir öpücüğü bana bahşettiğinde bulunduğumuz mekâna rağmen bile dudaklarımda engelleyemediğim bir gülümseme vardı. Bu gülümseme, o odaya girdiğinden beri oradaydı.

Yeşil hareleri, benim mavi gözlerimde mekik dokurken, "Canın çok acıyor mu?"

"Acımıyor," diyerek küçük bir yalan söylediğimde bana inanmadığını biliyordum. Zaten ona yalan söylemekte pek başarılı değildim. Hemen yalan söylediğimi anlıyor, onu kandırmama asla müsaade etmiyordu.

"Yalan söyleme," dediğinde bu kadar çabuk yakalandığım için pek mutlu sayılmazdım. Yeşil gözlerine baktığımda kendini ne kadar üzüp perişan ettiğini görmek zaten canımı fazlasıyla yakarken bir de canım acıdığı için kendisini üzmesini istemiyordum.

"Tamam ama biraz acıyor," dedim, hemen onunla pazarlığa oturarak. Bu, gözlerinin hafifçe kısılmasına neden olurken ne yapmaya çalıştığımı hemen anlamıştı.

"İyisin sen iyi," dedi, bu üçkağıtçı tavrımı hemen yakalayarak. Bu, dudaklarımdan küçük bir kıkırtının dökülmesine yol açtığında yaram sızlamış, elimle onun eline hafifçe vurmuştum.

"Güldürme," dedim, sahte bir kızgınlıkla.

"Kılıç'ı çağırdım az önce, gelip kontrol eder birazdan.." dediği esnada odanın kapısı biri tarafından açıldığında ikimizin de bakışları kapıya doğru dönmüş, sözünü ettiğimiz kişinin geldiğini görmüştük.

Kılıç, odaya girdiği an o ciddi ifadesi kırılırken gözlerimiz kesişmiş ve yüzünde gülücükler açmıştı. Onu her zaman gördüğüm hâlinin aksine üzerindeki beyaz önlüğüyle gördüğümde bunun ona yakıştığını hiç kimse inkâr edemezdi. Henüz işini yaparken onu görme fırsatını tatmamış olsam da emindim ki işini layıkıyla yerine getiriyordu.

"Yengecan," diyerek odaya girdiğinde kapıyı arkasından kapatmış, birkaç adım atarak yatağımın diğer ucuna geçmişti. "Nihayet uyandırabildik seni tatlı uykundan." dediğinde dudaklarımda yeni bir gülüş peyda oldu. O, baş ucumda duran serumumu göz ucuyla kısaca kontrol ettiğinde bakışları bana döndü, gözleriyle taramasını yaptı. "Nasıl hissediyorsun kendini, iyi misin?" Başımı salladım.

"Ağrım var ama iyiyim," dediğimde başını ağırca sallamıştı.

"Güzel, ağrı kesici veririz şimdi sana.. O seni uyutacak, bir güzel dinlenirsin." derken biten serumumu çıkarmakla ilgileniyordu. "Bunu da yenileyelim şimdi.."

"Annemler nerede?" diyerek bir soru yönelttiğimde Kenan'ın zaten üzerimde olan gözleri daha ilgili bir hâl almıştı.

"Annenler aşağıda, kafeteryadalar." dedi ve ardından hızla ekledi. "Ben onlara uyandığını söyleyeyim, çok endişelendiler senin için.." derken çoktan ayaklanmıştı bile. Ellerimden ayrılan eli, beni bir boşluğa düşürürken dakikalardır onda hissettiğim bir gariplik vardı. Her zamanki gibi değildi fakat şimdilik bunu, bu yaşananlara yoracaktım.

"Gidecek misin?" dedim, merakla.

"Geleceğim tekrar," O güzel bakışlarında dalgalanan hüzün, kalbimi tam orta yerinden bıçaklamıştı. Dakikalardır gözlerinde bu ifadeyi görmek canımı hiç olmadığı kadar yakıyordu fakat iyi olmama rağmen bu bakışları neden hâlâ olduğu yerdeydi bilmiyordum.

O, elini yanağıma yaslayıp bana doğru eğilerek önce alnıma, ardından da başımın üzerine bir öpücük bıraktığında geri çekilmeden önce son kez gözlerime bakmıştı. Bu bakışma, onun tarafından sonlandırıldığında son kez Kılıç'a bakıp odadan hızla çıktı.

Bakışlarım, ardından kapanan kapıda takılı kalırken geri geleceğini biliyordum ama yine de o bakışlarını hafızamdan çıkaramıyordum. Öyle ki bu bakışlarına ilk kez rastlıyordum. Onun bu hâl tavırlarının nedeninin bu yaşananlar olduğunu düşündüğüm için çok üzerinde durmayacaktım. Sonuçta illa ki tekrar yanıma gelip beni görecekti.

Sadece dakikalar içerisinde Kılıç odadan çıkıp onun arkasından bir hemşire odaya girdiğinde o da serumumu yenileyip hızla odadan çıktı. Bu esnada içeriye giren annemle babam, bakışlarımın onlara dönmesine neden olduğunda elimdeki su bardağını yavaşça komodine bırakmıştım.

"Maran," diyen annem, kollarını açarak bana doğru hızlı adımlarla yaklaştığında onların bu perişan ve dağılmış görüntüsü beni mahvetmişti. Annemin solgun yüzü ve babamın mavi gözlerindeki batmış gemiler, gözlerimin hızla dolmasına neden oldu. "Çok korkuttun bizi anneciğim.."

Annem, kollarını temkinli bir şekilde bedenime doladığında anında ciğerlerime dolan o kendine has kokusunu derince içime çekmiş, kollarımı yavaşça kaldırarak onun bedenine dolamıştım. Elleri, siyah saçlarımı büyük bir şefkatle okşarken saçlarım arasına belli belirsiz öpücükler bırakıp geri çekilerek yüzümü inceledi. "İyi misin?" dedi, ilgiyle. "Canın çok yanıyor mu? Nasıl hissediyorsun kendini?"

"İyiyim anneciğim," derken sağ elimle onun elini sıkıca tutmuş, ona iyi olduğumu hissettirmeye çalışmıştım bir şekilde. "Merak etmeyin iyiyim ben," dedim, başımı ağırca sallayarak. Ardından dolu gözlerim annemin yaşlı gözlerinden ayrılarak babamı bulduğunda o da hemen baş ucuma kadar gelmiş, tıpkı Kenan'ın yaptığı gibi elini başıma yaslayıp alnıma bir öpücük kondurmuştu.

"Mahvettin beni, Ahu." dedi, yorgun bir sesle. "Nasılsın, bana doğruyu söyle.. Ağrın var mı, yaran ne durumda?" diyerek peş peşe soruları dizdiğinde bakışlarındaki endişeyi saklama gereği duymadan beni incelemişti.

"Doğruyu söylüyorum, iyiyim ben." dedim, kaçıncı kez olduğunu sayamayarak. Ardından bakışlarımı ikisi arasında gezdirdiğimde, "Öyle bakmayın bana, gerçekten iyiyim. Biraz ağrım var ama ağrı kesici verdi hemşire şimdi geçer.."

"Kılıç'la konuştum, o da iyi olduğunu söyledi ama zor bir ameliyat geçirdin, endişeleniyoruz senin için.." dediğinde aklımdaki birçok soruyu sormak için bir fırsat yakalamış sayılırdım.

Burada ne kadar süredir kaldığımı, onların ne zaman haberi olduğunu, buraya ne zaman geldiklerini merak ediyordum. Bunların yanında da ben bilincimi kaybettikten sonra mahzende neler olduğunu merak ediyordum. Ben, gözlerimi kapatmadan hemen önce bir ateş sesi daha duymuştum fakat o, kime isabet etmişti bilmiyordum.

"Ben ne zamandır buradayım, ne zamandan beri uyuyorum?" dedim, merakla.

"Dün öğle saatlerinde seni hastaneye getirmiş çocuklar," dedi, annem de. "Direkt ameliyata almışlar, o esnada Kenan babanı arayıp haber verdi.. Sesini duyunca bir sorun olduğunu anladık ama olayın bu kadar ciddi olduğunu düşünmemiştim." dediğinde o anı hatırlamak onu epey üzmüş olmalı ki dolu gözlerini birkaç kez kırpıştırmıştı. Bu, dudaklarımın hafifçe öne doğru büzülmesine neden olduğunda birazdan ağlamaya başlayacağımı biliyordum. "Buraya geldiğimizde de hâlâ ameliyattaydın, geldikten çok kısa bir süre sonra yoğun bakımdan çıkardılar. O zamandan beri uyuyorsun, en başta biraz endişelendik tabii ama Kılıç, ilaçların etkisinden böyle olduğunu söyleyince.."

"Görüyorum, şimdi iyisin ama çok korkuttun bizi Ahu.." Babamın bu sözleriyle birlikte boştaki elimle onun elini tuttuğumda iki eliyle elimi sıkıca kavramıştı. Onun o her daim otoriter olan tavrı şimdi yoktu. Annem de o da küçük birer çocuk gibiydi ve benim yüzümden bu hâle gelmeleri canımı acıtıyordu.

"Aa," dedim, sahte bir kızgınlıkla. Bunu yaparken çaktırmadan gözlerimi silmeye çalışmış ama başarılı olamamıştım. "Hadi toparlayın kendinizi, çok iyiyim ben! Böyle somurtkan olacaksanız gidin yanımdan."

"Ay tamam," dedi, annem de neredeyse benimle aynı tonda. O biçimli kaşlarını büyük bir oyunculukla çatmıştı. "Şuna bak, bizi kovuyor resmen!"

Bu sözleri, beni güldürürken bir kez daha ona küçük bir çocuk gibi sokulup başımı göğsüne yaslamıştım. Bu hâllerimiz, babamın o hüzünlü ifadesini biraz olsun kırmaya yararken gözlerimdeki yaşları geri gönderip dudaklarıma bir gülümseme kondurdum. Onların ben uyurken yeterince ağladıklarını, yüzlerindeki ifadeden anlayabiliyordum. Bu yüzden daha fazla üzülüp ne onları ne de kendimi üzmenin bir anlamı vardı.

"Kenan nerede?" diyerek aradan geçen dakikaları bir soruyla böldüğümde babam da az önce odadan çıkmıştı. Ona, bu hastane havasından çabucak sıkıldığımı söylediğimde benim için Kılıç'la konuşmaya gitmişti. Açıkçası buradan bir an önce çıksam iyi olurdu, çünkü burada bulunmamın kimsenin dikkatini çekmesini istemiyordum. Muhtemelen bunu onlar da düşünmüş olacak ki beni Kılıç'ların hastanesine getirmişlerdi.

"Kenan bizimle birlikte yukarı çıkmadı," diyen annemle beraber somurttuğumda onun ne zaman tekrar yanıma geleceğini merak ediyordum. "Aşağıdadır, gelir birazdan.. Çağırayım ister misin?" dediğinde başımı iki yana sallayarak onu reddettim. "O da çok endişelendi senin için,"

Annemin bu sözleri, kalbimin yerinden hoplamasına neden olduğunda onun söyleyeceği şeyler için çoktan merakla yerimde doğrulmuş, kulaklarımı bir kedi gibi yukarı dikmiştim. Ben uyurken onun ne durumda olduğunu oldukça merak ediyordum.

"Yanından ayrılmadı bir dakika bile," Dudaklarım yukarı kıvrılmak için adeta can atarken hafifçe yanağımın içini dişlemiş, kendime engel olmaya çalışmıştım.

"Çok üzüldü mü?"

"Çocuk perişan oldu diyorum ayol," diyen annem, dudaklarımdan bir kıkırtının dökülmesine neden olurken, "Duyduğuma göre sana kan vermiş, biz yokken.."

"Gerçekten mi?" Gözlerim, annemin ifadesinde gezinirken onun ne kadar ciddi olduğunu görmüş, bu söyledikleri kalbimin yumuşacık olmasını sağlamıştı. Bu duyduklarım, damarlarımda gezinen kanın bile bir farklı akmasına yol açarken kalbimin gümbürtüsünün dışarıdan duyulduğuna emindim. Hatta o kadar emindim ki baş ucumda öten makine deliye dönmüş, sanki son nefeslerimi alıyormuş gibi büyük bir ritim tutmuştu.

Odayı dolduran ses, kulaklarımda bir uğultu oluştururken annemin ifadesi endişeli bir hâl almış, dudaklarının kıpırdamasından da bir leyler söylediğini anlamıştım fakat onu duymuyordum.

Galiba, bir süre sadece kalp atışlarımı duyacaktım.

🧸🧸🧸

"Gelinlik yerine kefen giyiyordun kız az daha,"

Ufuk'un bu sözleri, dudaklarımdan güçlü bir kıkırtının dökülmesine neden olurken bu söylediği sadece bana komik gelmiş olmalı ki odamın içerisindeki sesler susmuş, duvarlarda sadece benim gülüşüm yankılanmıştı. Bununla birlikte bakışlarımı hepsinin üzerinde tek tek gezdirdiğimde herkesin Ufuk'a ters ters baktığını gördüm. Onun bakışları da sadece tek bir kişide kaldığında yerine sinmiş, çenesini kapatıp Onur'un arkasına saklanmıştı.

Gözlerim, onun bakışlarını takip ettiğindeyse dakikalardır odanın diğer ucunda kapının pervazına yaslanmış bir şekilde duran Kenan'ı buldu. O; kollarını göğsünde birleştirmiş, Ufuk'a öldürücü bakışlarını atarken bu bakışları işe yaramış gibiydi. Emindim ki Ufuk, gidene kadar ağzını açıp tek kelime dahi etmezdi.

Dün sabah, benim yalvarıp yakarmalarım sonucu Kılıç son kontrollerimi yapmış ve hastaneden çıkabileceğimi söylemişti. Bununla beraber de babam işlemleri halletmiş ve hep beraber hastaneden çıkmıştık. Beni eve getirmişlerdi ve dünden beri de yatağımdan çıkmama bile müsaade etmiyorlardı. Saatlerdir, hatta günlerdir yatmaktan başka hiçbir şey yapmıyordum fakat kalkmak istiyordum. Sürekli yatmak bir yerden sonra sıkıcı bir hâle gelmiş, kendimi hasta hissettirmeye başlamıştı. Ayağa kalkma çabalarıma annemler engel olsa da Kenan, birkaç dakikalığına da olsa yürüyüş yapabileceğimi söyleyerek beni onların elinden kurtarıyor, onun yardımlarıyla aşağı inebiliyordum. Pekâlâ, bu döngü sıkıcı olsa da onun benimle ilgilenmesi normalden iki kat daha hoşuma gidiyordu. Bana kendi elleriyle yemeğimi yediriyor, suyumu bile o içiriyordu. Dün, hastaneden çıkarken o da bizimle gelse de birkaç saat sonra evine gitmiş fakat sonrasında tekrar yanıma gelmişti. Bu ilgi ise sadece benim değil annemle babamın da oldukça hoşuna gidiyordu.

Mavi gözlerim, onun gözlerinde gezinirken o öldürücü bakışlarını Ufuk'tan nihayet alabilmiş ve bakışlarının odağı ben olmuştum. Göz göze geldiğimiz an, ikimiz arasında bir elektrik dalgası oluşurken kalbim uyuduğu uykusundan sıçrayarak uyanmıştı. Ona olan duygularım sanki daha da şiddetlenmiş gibiydi fakat bunun nedenini bir türlü çözemiyordum. Evet, ona olan sevgim gün geçtikçe hatta akrep yelkovanı kovaladığı her saniyede artsa da bu hissettiklerim tuhaftı. Yeniden doğmuş, onu ilk kez görmüş gibiydim.

"Şuursuz," dedi, Onur. O da Ufuk'a ters ters bakarken onun üzerinde Kenan etkisi oluşturamamış olacak ki Ufuk yine ona sığınmıştı.

"Ne şuursuz hem de!" diyen Olcay, ona son bir bakış atıp bana döndüğünde güldüm.

"Şaka yaptı çocuk," dedim, biraz olsun onun üzerindeki bu bakışları dağıtmaya çalışarak. "Her zaman böyle şuursuz konuşuyor zaten!"

"Hiç espriden anlamıyorsunuz,"

"Ufuk!" Onur'la Olcay'ın sesi, aynı anda odamın içerisinde yankılandığında tam o anda da buna bir telefon melodisi eklenmişti. Onur'la Olcay, Ufuk'la hararetli bir laf dalaşına girdiğinde çalan telefon da Kenan'a aitti. O, ceketinin cebinden telefonunu çıkarıp kimin aradığını kontrol ettikten sonra bana bir bakış atmıştı.

"Geliyorum hemen," Başımı salladım.

"Tamam,"

O, aramayı yanıtlayıp telefonu kulağına yaslayarak odadan çıktığında bakışlarım komodinde duran vazodaki o güzel çiceklere döndü. Hastanedeyken de eve geldiğimizde de birçok ziyaretçim olduğundan dolayı odam adeta bir çiçek bahçesine dönüşmüştü fakat benim en çok hoşuma giden tek bir buket vardı. Onu benim için alan kişi de belliydi.

Dudaklarımda oluşan gülümsemeyi bastırabilmek adına dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirdiğimde kimsenin benim deli olduğumu düşünmesini istemiyordum. "Ne sırıtıyorsun öyle bakayım?" diyen Olcay, bakışlarımın çiçeklerimden ayrılıp ona dönmesine neden olurken Onur'la Ufuk da hâlâ tartışıyordu.

"Hiç.." dedim, i harfini uzatarak.

"Nasıl hiç o öyle?" Kıkırdadım.

"Hiç işte!"

"Sana bir hâller oldu," dedi, bendeki bu tuhaf değişimi fark etmiş olacak ki. Bu, dudaklarımdaki sırıtışın büyümesine yol açarken gözleri kısıldı, kızarık yanaklarıma bir bakış attı. Ardından da elini kaldırıp yanağıma hafifçe dokunduğunda pembeleşen parmağına bakıp gülmüştü. "Makyaj mı yaptın hasta yatağında? Kime süsleniyorsun sen?"

"Ya Olcay!" diyerek elini ittiğimde gülüşü şiddetlenmiş, rastgele toplamış olduğum saçlarım arasındaki tokayı bir çırpıda çıkarmıştı. Ben, onu izlerken saçlarıma eliyle şekil verip düzeltti.

"Böyle daha güzel oldun," derken komodindeki çantasına uzanmıştı. "Ama gerek yoktu aşkım, enişte sana aşık zaten!" dediğinde kucağımda duran peluş yastığa sarılarak utancımı saklamaya çalıştım. Pekâlâ, kendimi ele vermem hoş olmamıştı.

"Enişten ruhsal sancılar çekiyor sanırım," dedim, kinayeyle. "Yanıma doğru düzgün yaklaşmıyor öküz!"

"Sen de amma kuduruk çıktın," derken sinsice gülmüş, kaşlarımı çatmama neden olmuştu. "Adamı hastanede gördüm, çok kötüydü Maran.." dedi, anlayışlı bir tonda. Bu esnada da çantasından makyaj malzemesini çıkarmakla meşguldü. Resmen hasta yatağında kendime makyaj yaptıracaktım. "Nasıl üzüldüğünü gördüm, hatta görmedim ama ağlamış bile olabilir!" derken gülmüştü. "Koskoca adam, bebek gibiydi."

Bu söyledikleri gözlerimin önüne o hallerini getirmeme neden olduğunda kalbim onun için sızlamış, bir yandan da bana hissettiği duyguların ciddiyetine bir kez daha varmama neden olmuştu. Bana olan sevgisini bilsem de onun böyle olduğunu görüp duymak bir noktada şaşırtıcı gelebiliyordu. O, duruşu sağlam ve oldukça da sert mizaca sahip bir adamdı. Onun o yumuşacık hâllerini sadece ben bilsem de yine de düşündüğümde garip gelmiyor değildi.

"Yerim ben onu," dedim, yumuşacık bir tonda. Bu esnada Olcay'ın elinden aynayı alıp kendimi kontrol ettiğimde günlerdir alıştığım bir görüntüyle karşılaşmıştım. Normalde de çok fazla makyaj yapmadığım için makyajlı hâlimle pek bir farkım yoktu fakat yanaklarıma allık sürmesem yüzüm oldukça solgun duracaktı. Sırf bu yüzden yanaklarımı renklendirmiştim.

'Tabii canım kesin ondandır.'

Of!

"Sinan hâlâ hastanedeymiş," diyen Olcay'la beraber bakışlarım, aynadaki aksimden ona doğru döndüğünde bu söylediği bana hiçbir şey hissettirmemişti. Sadece bunu bana ve çevremdekilere yaşattığı için ondan nefret ediyordum. Evime gizlice girip bana zarar vermeye kalkıştığında bile aptal gibi onun ruh hâlini anlamaya çalışmıştım fakat kesinlikle bu yaptıklarının hiçbir şekilde affedilir bir nedeni yoktu.

Ben, bilincimi kaybetmeden önce son kez bir ateş sesi duymuştum ve bu da Sinan'a aitti. Beni vurduktan sonra kendini vurmuş fakat yapmaya çalıştığı şey, işe yaramıyor gibi görünüyordu. Onun yüzünden zor bir ameliyat geçirsem de şu an hayatta olduğum için şükrediyordum. Onun içinse hiçbir şey hissedemiyor ve düşünemiyordum.

"Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum," dedim, stabil bir tonda. "Ona bir şey olmasa beni vurduğu için babam onu öldürecek zaten."

"Nasıl bu hâle gelebildi, anlamıyorum." dedi, Onur da. O ve Ufuk arasındaki kaf dalaşı ne ara bitmişti bilmiyordum fakat konuştuklarımızı duymuş gibilerdi. "Bir yabancıya dönüştü, hiç tanımıyormuşuz gibi.."

Onun bu söyledikleri, bakışlarımın bir noktaya takılmasına neden olduğunda zihnim eski anları bir film şeridi gibi gözümün önümden geçirdi. Bir grup olarak hep beraber olup her şeyi birlikte yapmamıza rağmen onu ne kadar az tanıdığımı bir kez daha fark etmiştim. Üniversite yıllarımızın en başından beri birbirimizi tanıyor olsak da onu hiç tanıyamamıştık.

Üstelik ben onunla kısa süreli de olsa bir ilişki yaşamıştım.

"Maran," diyen bir ses, bakışlarımı daldığı yerden çekmemi sağladığında bu iyi olmuştu, çünkü zihnimde dolanıp duran saçma düşüncelerde boğulmaya niyetliydim. Bu yüzden de yanımda sürekli birilerinin olmasını istiyor, düşünmek istemiyordum.

"Efendim?" diyerek kapıda duran Kenan'a doğru bakışlarımı çevirdiğimde gözlerinde, bu konuşmamızı duyduğuna dair bir ifade yakalamıştım. Onun yanında bu konu açıldığında keskin bir biçimde bu konuda rahatsız olduğunu belirtiyor ve benim yanımda da konuşulmasına müsaade etmiyordu. O da bu konuda tıpkı babam gibi pişmandı. Sinan eğer uyanırsa -ki bu zor bir ihtimal gibi görünüyordu, çünkü durumu kritikti- onu kendi elleriyle öldüreceğini biliyordum.

"Acıkmadın mı?" dedi, gözleri ilgiyle yüzümde gezinirken. Ardından da yüzümde ne görmüştü bilmiyordum ama gözleri hafifçe kısıldı. "Ne oldu yüzüne?"

Bu sorusu, Olcay'ın gülmesine neden olurken elimdeki aynayı kaldırıp kendime baktım. Pekâlâ, yanaklarıma sürdüğüm allığı fazla kaçırmış olmalıydım fakat bunu yeni mi fark etmişti?

"Ne olmuş?" dedim, elimle yanaklarımdaki allığı çaktırmadan dağıtmaya çalışırken. "Ayrıca ben acıktım," diyerek konuyu değiştirdiğimde komodindeki bitmiş sürahiye bir bakış attım. "Suyum da bitti, getirebilir misin? Çok susadım.."

"Getiririm tabii," diyerek birkaç adım atıp yanıma kadar geldiğinde o güzel kokusu burnuma dolmuştu. Bu, derin bir iç çekmeme neden olduğunda gözlerimi ondan almamı sağlayan tek şey Olcay oldu.

"Biz gidelim artık," dedi, yerinden hareketlenirken. Bundan öncesinde de Onur'la Ufuk'a bir bakış atmış ve hep beraber ayaklanmışlardı.

"Nereye ya?" dedim, mızmız bir çocuk gibi.

"Aşkım, gidelim. Sen de dinlen." derken çantasıyla telefonunu da aldı. Bu esnada makyaj çantasını da bana bırakmış, bunu yaparken çaktırmadan göz kırpmıştı. "Geliriz yine, bu sefer Ufuk'u getirmeyiz ama." Güldüm. Bu esnada Ufuk da göz devirmişti.

"Görüşürüz kız," dedi, yanıma kadar gelip bana sarılmadan hemen önce. O, çaktırmıyordu fakat aramızda en çok beni seviyordu. Bunu, bana defalarca söylese de bu bizim bir sırrımızdı. "Dikkat et kendine, çok da kudurma.."

"O biraz imkansız gibi," diyen Kenan, onun bu sözlerine benim yerime karşılık verdiğinde hepsi gülmüştü. Üçü de bana tek tek sarılıp vedalaştıklarında Kenan'la beraber odadan çıkmışlar, beni tek başıma bırakmışlardı.

Dudaklarımda, onların bıraktığı gülümsemeyle beraber ben de yerimde doğrulduğumda gidip öncesinde şu yüzümü temizlememin iyi olacağını düşünüyordum. Ayaklarımı yataktan yavaşça sarkıtıp komodinden destek alarak dikkatli bir şekilde ayağa kalktığımda duvara tutunarak banyoya girmiştim. Direkt olarak aynanın önüne doğru ilerlediğimde Kenan'ın neden yüzüme öyle baktığını anlayarak bu rezilliğim karşısında başımı iflah olmazmışım gibi iki yana hafifçe salladım. Ardından da rafta duran temizleme jellerinden birini alarak yüzüme uygulamış ve suyu açarak yüzümü güzelce yıkamıştım.

Yüzümü yıkayıp bir havlu yardımıyla kuruladıktan sonra yüzüme sadece nemlendirici sürmüş, kuruyan dudaklarımı da bir nemlendiriciyle kendine getirmiştim. Bu esnada odamın kapısının açıldığını duyduğumda gelen kişinin kim olduğunu biliyordum.

"Niye kalktın, Maran?" diyerek hayıflanan sesini duyduğumda da çoktan banyonun kapısında görünmüştü. Ben, aynanın karşısından çekilerek ona doğru ilerlemeye koyulduğumda hızla yanıma doğru gelmiş ve yürümemde yardımcı olmuştu.

"Ay iyiyim ben," dedim, bundan yakınarak. "Yürüyebiliyorum, bir şeyim yok."

"Yeni çıktın hastaneden, rahat durmuyorsun." dediğinde başımı kaldırıp ona baktım. "Çocuk gibisin."

"O zaman kucağına al beni," dediğimde o da başını hafifçe eğip bana bakmıştı.

"Yaran mı acıyor?"

"Evet," dedim, başımı sallayarak. Ona söylediğim bu küçük yalana kanmış olacak ki birkaç saniye ifademi inceledikten sonra bir elini belime dolamış, diğer elini de bacaklarımın arasından geçirerek beni oldukça temkinli bir şekilde kucağına almıştı. İşte bu his, inanılmaz derecede hoşuma giderken kollarında olmaya bayılıyordum. Eğer bana bir bebekmişim gibi davranacaksa bunu yapmalıydı.

Kucağındaki benle birkaç adım atıp banyodan çıktıktan sonra ytağıma doğru ilerleyip beni tekrar yatağıma bırakmıştı. Sırtımla yatak başlığı arasına bir yastık koyup daha rahat etmemi sağladığında benim için getirdiği yemek tepsisine bir bakış attım.

"Rahat mısın?"

"Rahatım," dediğimde küçük bir masayı kucağıma yerleştirmiş ve tepsiyi de onun üzerine bıraktıktan sonra hemen dizimin dibine oturmuştu. Bana, kendi elleriyle yemek yedireceğini anladığım an dudaklarımda tatlı bir gülümseme oluştuğunda tepsideki kaşığı eline aldı.

"Kiminle konuştun?" diyerek bir soru sorduğumda elindeki kaşığı çorba kâsesine daldırmıştı.

"Annemle," derken elindeki kaşığı bana doğru uzattı. Onu geri çevirmeden sıcak çorbayı içtiğimde acıktığımı daha şimdi fark etmiştim. "Seni sordu.. Moda evinden çıkınca gelecekmiş seni görmeye."

O, bana sıcak çorbayı küçük yudumlar hâlinde içirirken bir yandan da kopardığı ekmek dilimlerini ağzıma tıkıştırıyordu. "Kendimi bebek gibi hissediyorum sayende." Güldü.

"Bebeksin zaten,"

"Senin bebeğin,"

Yeşil gözleri gözlerime tutunduğunda tam o an dudaklarındaki o tatlı gülümsemeden onu öpmek istiyordum. O kadar tatlı bir gülümsemesi vardı ki karşısındaki insanın da gülümsememesi imkânsızdı.

O, bana doğru yaklaşıp yanağıma sert bir öpücük bıraktığında gülümsemem genişledi. "Benim bebeğimsin."

"Kenan," dedim, ismini uzatarak. Onun elinden kaşığı yavaşça aldığımda gözleri beni bulmuştu. "Bırak şimdi,"

"Ne oldu?"

"Konuşamadık bir türlü," dediğimde elimdeki kaşığı tepsiye bırakmıştım. Ardından elimdeki peçeteyi avucum içerisinde sıkıştırırken gözleri üzerimdeydi. Onunla bir türlü baş başa kalıp konuşma fırsatı bulamamıştık. "Bana kan vermişsin, annem söyledi.." derken tepsiyi de baş ucumda duran komodine bırakmıştım.

Bu sözlerimle beraber gözleri hafifçe kısıldığında bir süre ifademi inceledi. "Bunun için teşekkür etmeyeceksin değil mi?"

"Hayır, edeceğim." dedim, onunla inatlaşarak. Ardından da başımı hafifçe iki yana salladığımda dudakları arasından bir soluk bırakmıştı. Elimi kaldırıp onun elini tuttuğumda bakışları yavaşça ellerimize düşmüş, diğer elini elimin üzerine koyup o sıcaklığıyla beni sarmalamıştı. "Sen benim kahramanımsın," Yavru köpek bakışlarım, onun yeşil gözlerindeki şefkat duygusunda boğulurken şu an damarlarımda gezinen kanın ona ait olduğunu bilmek bile bana müthiş hissettiriyordu.

"Değilim," dedi, stabil bir sesle. Bu, ona öylece bakmama neden olurken baş parmağıyla hafifçe elimi okşuyordu. "Senin için her şeyi yaparım demiştim ama yapamadım.. Ben senin kahramanın falan değilim," dedi, baskın bir sesle. Bu tavrıyla beraber kaşlarım çatılırken yeşil gözlerinde küçük, hüzünlü bir çocuk vardı. "Ben seni koruyabilirdim ama koruyamadım.. Yapamadım, Maran. Seni koruyamadım bile."

"Saçmalama,"

"Hayır, öyle.." diyerek bana karşı çıktığında bunları düşündüğünü bilmek bile beni üzmüştü. Pekâlâ, onun bunları düşündüğünü bilmiyordum. Uyandığımdan beri onun oldukça dalgın olduğunu fark etsem de kendini suçladığını aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. "O herifi ilk dakikadan öldürmem gerekiyordu ama yapmadım. Eğer bunu yapsaydım bütün bunları yaşamamış olacaktık.. Sen," dedi, yavaşça. "Şu an acı çekiyor olmayacaktın."

"Bunun seninle bir alakası yok, yemin ederim." Sırtımı yasladığım yerden çekip ona doğru yaklaştığımda elimi kaldırıp yüzünü avuçlamıştım. "Söyleme böyle Kenan, lütfen."

"Maran," dedi, içi gidiyormuş gibi. O yeşil gözleri benim okyanusumda gezinirken, "Sana bir şey olsaydı yaşayamazdım, anlıyor musun?" Mavi gözlerimin önü buğulanmaya başladığında içimden kendime sağlam bir küfür savurmuştum. "Sana, benim yanımdayken hiçbir şey olmayacağını söyledikten sonra böyle bir şey yaşanıyor, nasıl kendimi suçlamam söylesene?"

"Hayır, buna izin vermiyorum." derken gözlerimi kırpıştırarak biriken yaşlarımı hızla geri gönderdim. Parmaklarım, yanağını hafifçe okşarken yeşil gözlerine günler sonra ilk kez bu kadar yakından bakıyordum. "Başıma her gelen şey yüzünden kendini suçlayamazsın, duydun mu beni Kenan?" dedim, yüzümü hafifçe onun yüzüne doğru yaklaştırıp gözlerine bakarken. "Sen, benim kahramanımsın.. Üstelik bu düşüncemi değiştiremeyeceksin."

Bu söylediklerim aramızdaki konuşmanın son kelimeleri olurken gözlerimiz arasında bir çatışma vardı. Biz sussak da onlar susmuyor, tartışmaya devam ediyorlardı. Sessiz bir sinema gibi fakat anlayana göre fazlaca gürültü içeriyordu.

Bakışlarım gözlerinden usulca ayrılıp yüzünün her bir zerresini aklıma kazımak istercesine güzel çehresinde bir gezintiye çıktığında elimi hafifçe kaldırıp saçlarını geriye doğru yavaşça ittirmiştim. "Yerli Superman'im benim."

Bu küçük iltifatım, dudaklarından keyifsiz bir kıkırtının dökülmesine neden olduğunda bunu aklına takmaya devam edeceğini tabii ki biliyordum fakat bunu ona unutturmanın illa ki bir yolu vardı.

"Yemeğini bitir çabuk, hadi.." dedi, bir baba edasıyla. Yüzündeki elimi tutup indirdikten sonra öpüp ellerimizi birbirinden ayırmıştı.

"Yemeğimi bitirirsem beni aşağı indirecek misin?" diyerek onunla pazarlık yaptığımda düşünüyormuş gibi gözlerini kısa bir an benden uzaklaştırdı.

"Ona sonra bakacağız," diyerek somurtmama neden olduğunda tekrar tepsiye doğru uzanmama yardımcı olmuş, dizlerim üzerine bırakmıştı. "Yardım edeyim mi sana?"

"Ben hallederim,"

"İlaçlarını da içeceksin daha.." Çorbamı elimdeki kaşıkla karıştırırken ofladım. Bu sürekli uyur hâlde olmamdan çok sıkılmıştım. Hem bir sürü işim varken burada yatmaktan hoşlanmıyordum. Babam benim için işlerimi kontrol etse de kim bilir şantiyede işler ne durumdaydı? "Asma o güzel suratını, kurban olurum sana." Dudaklarım yavaşça yukarı doğru hareketlenirken burnumdan makas almıştı. "Sen yemeğini ye, ben de bir aşağı ineyim.. Baban çağırdı, ona bakıp geleceğim hemen."

Kaşlarım havalanırken, "Neden?"

"Bilmem," demiş ve yerinden ayaklanmıştı. Ardından kucağımdaki tepsiye bir bakış atıp tekrar bana baktı."Bitir onu, birazdan gelip kontrol edeceğim."

"Tamam," diyerek onu onayladığımda odadan çıkıp kapıyı kapatmış, beni koskoca odada bir başıma bırakmıştı. Bununla beraber elimdeki su bardağını komodindeki su dolu sürahinin yanına bırakıp en azından o gelene kadar yemeğimle oyalanabileceğimi düşünerek az önce bıraktığım kaşığı tekrar elime aldım.

Belki de ona bir sürpriz yapıp o gelmeden aşağı inebilirdim.

🧸🧸🧸

Esen bir rüzgârla beraber oturduğum yere sindiğimde bir çift bakışın üzerimde olduğunu hissediyor fakat karşılaşacağım bakışlarından korktuğum için ona bakmayı reddediyordum.

Birkaç saat önce odamda sıkılıp aşağı indiğimde bolca azar işitsem de onların odama çıkma konusundaki ısrarlarına karşı gelip bahçeye çıkmıştım. Havanın güzel olduğuna aldanarak çıkmıştım fakat güneşli havanın aksine hava biraz soğuktu. Biraz üşümüş olsam da Kenan'ın bana söyleyeceklerinden korktuğum için bunu dile getirmiyordum fakat üşüdüğümü anlamış olmalıydı. Dakikalardır gözlerini üzerimden ayırmıyor, en ufak bir şikayetimi bekliyor gibiydi.

"Fal bakayım mı kız sana?" diyen Bartu, bakışlarımı güneşli gökyüzünden alıp ona dönmeme neden olduğunda gözlerimi hevesle irileştirdim.

"Biliyor musun?" dedim, merakla. Bu, diğer herkesin gülmesine neden olduğunda onunla dalga geçiyor gibilerdi. Fakat Bartu, bu işi sanki biliyormuşçasına oldukça ciddi görünüyordu.

Mahzendeki herkes, hatta Esvet de dahil olmak üzere hepsi az önce beni görmeye gelmişlerdi. Onlar hastaneye de gelip beni ziyaret etseler de dünden beri hepsi yanımdaydı. Sürekli beni ziyarete geliyorlar, iyi olup olmadığımı merak ediyorlardı.

"Dalga geçiyor seninle," dedi, Sedef de. Ardından da Bartu'nun kafasına vurduğunda Bartu ona ters ters baktı.

"Bana da bak," dedim, hevesle. Bu, onların daha da keyiflenmesine neden olduğunda onları eğlendireceğim aşikârdı. Emindim ki Bartu hiçbir şey bilmiyordu ama bir kere beni can evimden vurmuştu bile. "Nermin abla, ben de kahve istiyorum!" diyerek önüme bitki çayı bırakan Nermin ablanın dikkatini çektiğimde beni onaylamıştı.

"İnanma şuna yenge." dedi, Yiğit de. "Sen onun deneğisin."

Bakışlarım, biraz ötemde durup sigarasını içen Kenan'a döndüğünde onun gözlerinden bir onay bekliyordum. Eğer o, Bartu'yu savunacak ufacık bir şey söylerse beni kimse durduramazdı.

'Söylemezse de durmayacaksın!'

Onun yeşil gözleri benim gözlerime tutunurken dudaklarını hafifçe öne doğru büzüp omuz silkti. "Anlamam ben, hiç bakma öyle."

"Bilmiyor mu yani?" Güldü bu çocuksu hâlime.

"Ne bileyim ben Maran?" Ardından da yavru köpek bakışlarıma şefkat dolu bakışlarıyla karşılık verdiğinde sigarasından bir nefes daha çekmeden konuştu. "Gevezelik yapıyor işte, inanma şuna.."

"Siz öyle sanın," dedi, Bartu da. Hepsine üstten bir bakış attığında çoktan kanıma girmişti. "Daha beni keşfedemediniz."

"Bakacaksın," dediğimde hepsi gülmüş, Bartu da büyük bir zevkle benim bu isteğimi kabul etmişti.

Onlar benim de dahil olduğum bu goygoya keyifle devam ederlerken sabırsızca yerimde kıpırdanıp durmuştum. Bu tür şeylere oldukça meraklı olduğum için konusu geçtiği an kimse beni tutamıyordu. Bunu en iyi bilen kişi de Olcay'dı. Hatta o da oldukça meraklı olsa da benim kadar değildi.

Çok geçmeden Nermin abla, ondan rica ettiğim kahveyi benim için yapıp getirdiğinde ona teşekkür etmiştim. Bu esnada Kenan da ortadan kaybolmuştu fakat o kadar gözüm dönmüştü ki onun nereye gittiğini bile sorgulamadım.

Parmaklarım arasındaki fincandan ağır ağır kahvemi yudumlarken omuzlarıma bırakılan bir ağırlıkla başımı hafifçe omzum üzerinden geriye doğru çevirmiştim. Gözlerim, omuzlarıma bırakışmış olan mavi hırkamı bulduğunda bunun bana ait olduğunu fark ederek gözlerimi yavaşça arkamdaki bedenin sahibine çevrildi.

"Üşüdüğünü fark ettim, boşuna çırpındın o kadar." diyerek de bana ilk lafını soktuğunda dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmüştü. O, yanımdaki boşluğa otururken kahvemden büyük bir yudum daha aldım. Sıcak kahve beni yaksa da iki çift kelime uğruna onu bitirmem gerekiyordu. "Rahat mısın sen böyle?" diyen Kenan, dakikalar içerisinde yaklaşık beş kez sorduğu soruyu bir kez daha tekrarladığında başımı iki yana sallayarak güldüm.

"İyiyim Kenan," dedim, hiç usanmadan. "Gayet rahatım, canım da acımıyor.. İlaçlarımı da içtim, süperim! Sorma artık."

"Tamam, demedim bir şey."

Gözlerim, onun yüzünde kısaca gezindikten sonra başımı ona doğru yaklaştırıp yanağına masum bir öpücük bıraktım. Bu, yeşil gözlerinin bir kez daha gözlerimle buluşmasını sağladığında söylediklerimde oldukça ciddiydim. İçimde inanılmaz bir enerji vardı ve ağrım falan da yoktu. Hatta normalde hissettiğimden daha çok iyi hissediyor, ona karşı daha fazla duygu besliyordum. Bunun bilimsel bir açıklaması var mıydı bilmiyordum fakat bu tuhaftı.

"Bir şey diyeceğim," dedim, mırıldanarak. Boştaki elimi kaldırıp parmaklarımı hafifçe elmacık kemiğine dokundurduğumda cildinin pürüzsüzlüğü beni bir kez daha cezbetmişti.

"Hm?" diyerek tatlı bir mırıltı çıkardığında onun parmakları da benim saçlarıma dolanmış, yine yerini bir şekilde bulmuştu.

"Serumlarımın içerisine ne koydular bilmiyorum," Bu sözlerim, söyleyeceklerimin nereye varacağını merak etmiş olacak ki kaşlarının havalanmasına neden olduğunda bedenim de duygularım da onun etkisi altındaydı. "Hatta ilaçlar yan etki falan da yapmış olabilir bilmiyorum ama ben şu an seninle deli gibi sevişmek istiyorum."

Sonlara doğru fısıltı hâlini alan ses tonumu sadece onun duyabileceği bir şekilde ayarladığımda gözlerim bu aralar sıkça olduğu gibi yine dudaklarına kaymıştı. Pekâlâ gerçekten bu söylediklerim mümkün olabilirdi.

İlaçlarım yan etki yapmıştı.

Yeşil gözleri bu itirafımla beraber çok hafifçe kısıldığında dudaklarından melodisine ölüp biteceğim bir kıkırtı döküldü. Bu, kalbimin ona doğru erimesine neden olurken gerçekten iyi değildim.

"Bana ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok ama olduğumdan daha azgınım şu an."

"Maran," dedi, fısıltı hâlinde. Kıpırdayan yumuşacık dudakları adeta 'beni öp' diye bağırırken bunu yapamamak zordu. "Böyle şeyler söyleme, durmam biliyorsun.."

"Durma," dedim, oldukça edepsiz bir şekilde. Gözlerim en sonunda dudaklarından gözlerine doğru çıkabildiğinde yeşilleri capcanlı duruyordu. İkimizin de aynı şeyleri hissediyor olması çok tuhaftı ama bir o kadar da zevk veriyordu. "Hem bak seni gizlice odama almama da gerek kalmadı."

"Babanın beni vurmasını istemiyorum şimdilik."

"Benim isteklerim babamdan daha önemli olmalı senin için!"

"Yaralı olmasan bu fırsatı kaçırmazdım,"

"Ben iyiyim!"

"Saçmalama, Maran."

İfadesi ciddi bir hâl aldığında küçük bir çocuk gibi dudaklarımı birbirine kilitleyip öne doğru büzmüştüm. Gözlerimi de onun gözlerinden ayırıp yavaşça etrafta gezdirirken rahat durmayacağım kesindi. Ona karşı duyduğum bu inanılmaz çekim durdurulamazdı. "Son kararın mı?" diyerek bir kez daha şansımı denemeye kalktığımda başını çevirip bana tek bir bakış atmış, çenemi kapatmam gerektiğini hemen anlamıştım.

"Bana da baksana," diyen Esvet'in sesini duyduğumda aramızdaki bakışma son bulmuş, bakışlarımı hızla Esvet'e çevirmiştim. O elindeki fincanı kapatıp büyük bir hevesle Bartu'ya uzattığında herkes, onun bu çok nadir dağılan ciddiyeti karşısında önce şaşırmış ardından da gülmüşlerdi. Hatta öyle ki ben de gülmüş, bu konuda yalnız olmadığım için şükretmiştim.

"Kısmet mi arıyorsun?" Bartu'nun bu sözleri başımı hafifçe Esvet'e doğru çevirmeme neden olduğunda dudaklarımda engelleyemediğim bir sırıtış vardı. Hatta sadece ben değil herkes sırıtarak Esvet'e bakıyordu.

"Ne alaka be?" diyerek Bartu'ya carladığında amacının gerçekten o olduğunu bu hâl tavırlarından anlamıştık bile.

"Sen ne arıyorsun?" Kenan'ın sözlerini duyduğum an başımı ona doğru kaldırdığımda sorduğu sorunun ne anlama geldiğini önce anlamasam da çok geçmeden zihnimde şimşek çakmıştı.

Omuz silktim. "Kısmet aramıyorum merak etme." Göz devirdi.

"Komik mi şimdi?"

"Gülmediğine göre değil.."

"Kapattın mı kız sen de?" Bartu'nun sözleriyle birlikte bakışlarımı ondan çekip fincanımda kalan son yudumu da hızla içtiğimde fincanımı kapatıp ona uzatmıştım. O, fincanımı elinden aldığında Kenan'a laf yetiştirmekten kahvem buz gibi olduğu için fincanımın soğumasını çok fazla beklemem gerekmeyecekti.

"Çabuk bak, merak ediyorum." dedim, yerimde kıpırdanırken. "Kötü şeyler de söyleme, takıyorum sonra."

"Yengeciğim, gördüğümü söyleyeceğim o işler öyle olmuyor maalesef." dediğinde göz devirmiştim.

O, sadece birkaç dakika arayla fincanımı kontrol edip eline aldığında ilgim ondaydı. Söyleyecekleri yalan olsa bile bu kadar merak etmeme engel olamıyor, günler sonra kafamı başka bir şeyle meşgul edeceğim için de seviniyordum.

"Bir adam var burada," dedi, fincanımı incelerken. Gözlerini kısmış, fincanın içerisine bakarken sadece benim değil, az önce onunla dalga geçen herkes ilgiyle onu dinliyordu. "Uzun boylu, geniş omuzlu biri.."

"Kim o?" dedim, merakla.

'Salaksın sen gerçekten!'

"Yeşil gözlü, yakışıklı bir şey bu," diyerek ekleme yapan Bartu, iç sesimin bana ettiği hakaretlerin nedenini anlamamı sağladığında Kılıç güldü.

"Ulan ne adamsın sen?" dedi, hayretle. "Telvede nasıl gördün yeşili?"

Kılıç'ın bu sözleri hepimizi kahkahaya boğarken Kenan da ilk defa onlara ortak olmuştu. Bartu, sahte bir öfkeyle Kılıç'a baktığında, "Sessizlik istiyorum, dikkatimi dağıtıyorsunuz şu anda!"

"Bol keseden sallıyorsun sadece."

"Ee?" dedim, onun ilgisini kendime yönelterek. "Başka ne görüyorsun, anlat?" diyerek onun fincanımla ilgilenmesini sağladığımda daha söyleyeceği çok şey var gibiydi. Fakat az önce söyledikleriyle benimle dalga geçtiğini geç de olsa anlamıştım.

"Bu oğlanla gelecek görüyorum," Kaşlarım havalandığında ekledi. "Siz evleniyorsunuz, çocuğunuz olacak yakın bir tarihte."

Bu sözleri, bu sefer benim kahkahayı basmama neden olduğunda bu söylediklerini gerçekten bol keseden salladığına inanmış, hevesim kaçsa da eğlenmeye devam etmiştim.

Pekâlâ, kesinlikle saçmalıyordu.

"Yok artık,"

"İki kız bir erkek," diyerek bu inançsızlığımı baltaladığında gülüşüm dudaklarımda asılı kalmıştı. O, büyük bir dikkatle fincanımı incelerken benimle dalga geçip geçmediğini bir türlü anlayamıyordum. "İlk çocuk erken olacak, ikinizden biri istemeyecek sanki.." dediğinde istemeyen tarafın ben olacağını Kenan da ben de anlamıştık.

Bakışlarımı usulca ona çevirdiğimde o, benim gibi Bartu'yu dikkatle dinliyor gibi değildi. Onun kesinlikle salladığını düşünüyordu. Bense ne düşündüğümü bilmiyordum.

"Olaylı olacak biraz, ayrılık da görüyorum." Kaşlarım çatıldı.

"Saçmalıyorsun bence."

"Gördüğümü söylüyorum." Omuz silktim.

"Bir şey gördüğünü düşünmüyorum!"

"Ben demiştim," diyen Sedef, onunla aynı fikirde olduğumu gösterirken Bartu ona ters ters baktı.

"Yaşayıp görürsünüz o zaman." dediğinde kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslanarak somurtmuştum. Söylediği şey, canımı sıkmıştı. Biz ayrılmazdık ve birbirimizi de asla bırakmazdık. "Bir şey daha gördüm ama söylemeyeceğim."

Son sözleri bunlar olurken fincanımda ne görmüştü bilmiyordum fakat bakmaya devam etmeyip Esvet'in fincanına yönelmişti. İçimdeki arsız merakım baş gösterirken onun daha neler gördüğünü bilmek istiyordum ama bu söylediklerinden sonra korkmuyor değildim.

"Seninle uğraşıyor, inanma." diyen yumuşacık bir ses, dikkatimi dağıtırken çatık kaşlarım altındaki bskışlarım usulca ona döndü, yeşil gözleriyle karşılaştım. "Asma o güzel suratını, tüm bunlara inanmayacaksın herhalde? Seni asla bırakmam, biliyorsun."

Bu söyledikleri, kalbime çöken o huzursuzluğun üzerine biraz olsun su serperken tüm bunları zaten biliyordum fakat Bartu'nun söyledikleri aklımı çelmemiş değildi.

"Biliyorum," dedim, mırıldanarak.

"Değiştir ifadeni o hâlde, hiç yakışmıyor sana."

Yüzümü turlayan yeşilleri, dudaklarımın yukarı kıvrılmasını sağladığında aklımdaki saçma düşünceleri geri plana itmiştim. Pekâlâ, haklılardı. Bartu resmen benimle dalga geçiyordu ve ona inanmayacaktım.

"Ben seni bırakmam zaten," diyerek mırıldandığımda ifadesi tatlı bir hâl almış, yanağıma da hızlı bir öpücük kondurmuştu. Bu, kalbimin ortasında oluşan gereksiz huzursuzluğu yok ederken başımı onun omzuna yaslayıp Bartu'nun bu söylediklerini elimdeh geldiğince düşünmemeye çalıştım.

En azından kendimle baş başa kalana kadar.

🧸🧸🧸

2 AY SONRA

Gözlerim, aynadaki aksi görüntümde oyalanırken elimdeki halka küpeleri takmakla meşguldüm. Aşağıda beni bekleyen bir araba yokmuş gibi hâlâ oldukça miskin bir şekilde hareket ediyor, saatlerdir hazırlanmama rağmen bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum.

Üzerimdeki bej rengindeki kolsuz elbise bileklerime kadar uzanırken vücuduma tam oturmuş, bana hiç olmadığı kadar yakışmıştı.

'Geldi ego kaçağı..'

İç sesimin söylediklerini duymazdan gelerek küpelerimi takıp boynumdaki kolyeleri de düzelttikten sonra dalgalı saçlarımı elimle dağıtıp son kez kendimi kontrol ettim. Her zaman yaptığım makyajı bugün biraz daha abartmış olsam da bende eğreti durmamış, elbiseme müthiş bir uyum sağlamıştı.

Pekâlâ bugün benim doğum günümdü ve parlamalıydım!

Dudaklarımdaki kırmızı ruju; dudaklarımı birbirine sürterek iyice dağıttıktan sonra topuklu çizmelerim üzerinde ilerleyerek önce makyaj masamın üzerinde duran telefonumla çantamı, sonra da yatağımın üzerine bırakmış olduğum bej renkli kabanımı aldım. Ardından da odadan çıkıp kapıyı arkamdan kapattıktan sonra topuklularımın zeminde bıraktığı tok sesle beraber merdivenleri inmeye başladığımda aşağıdan gelen sesleri duyuyordum.

"Maran!" diyen annemin sesini duyduğumda saatlerdir bana seslendiği için buna alışmış sayılırdım.

"Geldim!" diyerek son basamağı da indiğimde annemin bakışları usulca bana dönmüştü. Onun gözleri üzerimde uzunca gezinirken başımı evin kapısına doğru çevirmiş ve kapıdaki babamla karşılaşmıştım. O, kapıda biriyle konuşurken bu kişinin Kılıç olduğunu tahmin edebiliyordum. Olcay'la o, beni almaya gelmişlerdi ve ben onları dakikalardır bekletiyordum.

"Ne güzel olmuşsun sen?" Annemin bu küçük iltifatı, dudaklarımda çocuksu bir sırıtışın oluşmasına neden olurken kendi etrafımda döndüm.

"Gerçekten mi?" Teessüf eder gibi baktı.

"Kız ben doğurdum seni, nasıl çirkin olacaksın ki?" dediğinde dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmüş, ona yaklaşarak yanağına bir öpücük bırakmıştım.

Neticede bu egomu annemden almıştım.

"Ben gideyim, beklemesinler daha fazla." diyerek kapıya doğru beraber ilerlemeye başladığımızda tahmin ettiğim gibi kapıda Kılıç vardı. O, babamın söylediklerini dinlerken hoş bir sohbette gibi görünüyorlardı. "Gidelim hadi," dediğimde onların bu sohbeti benim yüzümden bölünmüştü.

Kenan, beni almaya gelememişti çünkü mekândaki ışıklandırmalarla benim için özel olarak kendisi ilgileniyordu. Sadece ona güvendiğim için mekândaki organizasyonu onun yapmasını istemiştim. Sırf bu yüzden de beni almaya gelememiş, onun yerine Kılıç'ı göndermişti.

Babamın bakışları bana dönerken çoktan evden dışarı adımımı atmıştım bile. "Eve geç kalma sakın," dediğinde ona çaktırmadan göz devirdim.

Yaklaşık iki aydır evden dışarı iş dışında adımımı atamıyordum ve bugün de doğum günüm olduğu için dışarı çıkmama ancak müsaade etmiş, bu esnada da izin vermesi için büyük çaba sarf etmiştim. Son zamanlarda başıma gelen talihsiz olaylar yüzünden evden dışarı çıkmam çok zor olsa da bugün beni kırmamıştı fakat her dakika aynı kelimeleri sarf ediyordu.

"Tamam baba," dedim, bıkkın bir tonda. "Geç kalmayacağım, Kenan beni eve bırakacak merak etme."

"Yanından ayrılma tamam mı?"

"Tamam." diyerek onu onayladığımda bu esnada Kılıç da gülmemek için zor duruyordu. O, annemlerle kısaca vedalaşıp arabaya doğru ilerlediğinde ben de onlarla vedalaşıp arkasından ilerlemeye başlamıştım.

"Sakın gülme!" diyerek ona uyarıda bulunduğumda da dudaklarını birbirine bastırıp o ifadesini düzeltti.

"Tamam yengecan," dedi, yatıştırıcı bir şekilde. "Gülmüyorum valla bak."

"Kenan'a söylerim seni."

"Kenan burada değil ama?"

"Bu benim için bir engel değil ama!"

Onun yüzünde gördüğüm o korku ifadesiyle beraber keyiflendiğimde arka koltuğun kapısını açarak arabaya binmiş, ön koltukta oturan Olcay'ın dikkatini çekmiştim. Onun beni gördüğü an yüzünde güller açarken arkaya doğru dönüp ona uzattığım kollarımı hemen karşılamıştı.

"Aşkım," dedi, o her zamanki sevecen hâliyle. "Fıstık gibi olmuşsun!"

"O benim her zamanki hâlim." Gülüp benden uzaklaştığında Kılıç da çoktan arabaya binmiş, arabayı çalıştırarak araziden çıkmaya hazırlanmıştı. Bu esnada ben de çantamın içerisinden telefonumu çıkardığımda telefonuma gelen herhangi bir mesajın olup olmadığını kontrol ederek arkama yaslandım. Eğer bir sorun olsaydı mutlaka haberim olurdu.

"Evet," dedim, küçük sabırsız bir çocuk gibi. Ardından ellerimi birbirine hafifçe vurduğumda bakışlarım ikisi arasındaydı. "Bana ne aldınız?"

"Gece sonunda hediyeleri vereceğiz, boşuna bakma öyle." diyerek Olcay beni yanıtladığında Kılıç gülmüş, bakışlarımın hızla ona dönmesini sağlamıştı.

"Kenan bana ne aldı?" dedim, merakla. Pekâlâ, hediyeleşmeyi seviyordum ve bu, küçük bir çocuk gibi heyecanlanmama neden oluyordu. "Sen biliyorsundur, söyle hadi!"

"Hiçbir şey bilmiyorum yemin ederim," diyerek oldukça inandırıcı bir bakışı bana dikiz aynasından gönderdiğinde gözlerim kısıldı. "Cimri o herif, hiçbir şey almamıştır kesin." dediğinde Olcay onun bu söylediğine gülmüştü.

Burnumu kırıştırarak onlara baktım. "Hiçte bile!" dedim, arkama yaslanırken."Bunları da Kenan'a söyleyeceğim. dediğimde ikisi de gülmeyi bırakmış, Kılıç da ağzını açıp bir kelime daha etmemişti.

Bu, keyiflenmeme neden olurken kısa sürecek olan yolculuğumun tadını çıkarmaya koyuldum. Tabii bu sırada bolca Kılıç'la Olcay'a bulaşmış, onları delirtmiştim. Hatta bir ara Kılıç, beni arabadan indireceğini söyleyerek arabayı yavaşlatsa da Kenan'dan korkmuş olacak ki buna cesaret edememişti.

"Abartıyorsun," dedim, mekânın merdivenlerini tırmanırken.

"Kenan sana nasıl sabrediyor?" diyen Kılıç, bir kez daha aynı kelimeleri sarf ettiğinde göz devirmekle yetindim. Dakikalardır buna benzer şeyler söyleyip sinirlerimi bozuyordu.

Son adımımı atıp basamakları indiğimde gürültülü müziğe kulaklarım alışmış sayılırdı. Kapıda gördüğüm onca araba, kendi doğum günü partime geç kaldığımı gösterse de bu gecenin epey uzun geçeceğine inanıyordum.

Yanıp sönen renkli ışıklar gözümü alırken içim kıpır kıpırdı. Çalan müziklerden tüm ışıklandırma sistemine kadar her şey tam benim zevkime göreydi ve bu iş için doğru kişiye güvendiğimi daha ilk saniyeden anlamıştım.

"Bence susmalısın çünkü enişte buraya doğru geliyor," diyen Olcay'ın söylediği şey, bakışlarımı etrafta gezdirmeme neden olduğunda tam karşıdan bana doğru yaklaşan bir bedeni hemen görüvermiştim. Daha yeni ayak basmama rağmen bu kadar kalabalıkta beni nasıl gördüğünü gerçekten merak ediyordum.

Aramızdaki mesafe usulca kapanırken onu kısaca süzmeyi ihmal etmemiştim. Üzerine giydiği bordo renkteki kazağı o tenine hiç olmadığı kadar büyük bir uyum sağlarken bugün bile benden rol çalacağı aşikârdı. Zaten her daim bunu yapmıyormuş gibi bir de bugün yapacaktı.

O, bana doğru ilerlerken bakışları üzerimde delicesine dolaşıyor, tıpkı benim yaptığım gibi o da beni süzüyordu. Sanki her hücremi aklına kazımak istercesine gözlerini ağır ağır üzerimde gezdiriyordu.

"Seni kaçırıyorum o hâlde,"

Kılıç'ın bu sözleri kulaklarıma ulaşırken hemen arkasından Olcay'ın o cilveli kıkırtısını duymuştum. Kılıç, onu elinden tutup yanımdan birlikte geçerek gittiklerinde söz konusu kişiyle aramızdaki aşılmaz mesafe kapanmış ve nihayet o güzel yüzüyle karşı karşıya gelebilmiştim.

Yeşillerindeki yoğun ifade, kalbimdeki gümbürtüyü coştururken çoktan eli belime dolanmış ve beni kolları arasına almıştı. Kokusunu soluduğum an, kendimden geçtiğimde çoktan ellerimi kaldırıp onun boynuna dolamıştım bile. Bedenlerimiz arasındaki elektrik aktif hâle gelirken dudaklarının baskısını yanağımda hissetmiştim. Onun dudakları tenime değdiği an, tenimin alev alev yandığını hissettiğimde bu yangının nasıl oluyor da beni yaktığını anlamıyordum.

"Biraz daha gelmesen arabaya atlayıp ben gelecektim," dediğinde kıkırdadım.

"Hazırlanmam uzun sürdü ama boşuna hazırlanmışım," diyerek ondan usulca uzaklaştığımda o yeşil gözleri bir kez daha üzerimde gezindi.

"Harika görünüyorsun,"

"Sen de benden geri kalmıyorsun," dediğimde güldü. "Benim yerime parıldadığın için tüm ışığım söndü şu an!"

"İnan bana, Maran.." derken dudaklarında tatlı bir gülüş vardı. "Senin ışığını ben bile söndüremem."

Dudaklarımdaki gülüş, tatlı bir gülümsemeye dönüşürken başımı hafifçe omzuma doğru eğip ona bir bakış atmıştım. Bu, elini kaldırıp yanağıma yerleştirmesine neden olurken yanağıma bir öpücük daha bıraktı.

Pekâlâ, beni sürekli öpücüklere boğarak sarhoş etmeyi amaçlıyor olmalıydı.

"Hadi gel," diyerek elimi tutup beni peşinden sürüklemeye başladığında içimdeki çocuksu heyecanı bastırmaya çalışıyordum.

"Bana hediyemi mi vereceksin?" dediğimde güldü.

"Ne hediyesi?"

Bu sorusu, gözlerimin kısılmasına yol açarken dakikalar önce arabadayken Kılıç'ın söyledikleri aklıma gelmişti fakat yüzündeki ifadeye bakılırsa sadece beni kandırmaya çalışıyordu.

"Hediyemi ver!"

"Hediyeni verdim zaten,"

Beni bara doğru sürüklediğinde ikimizin de adımları durmuş, kalabalığı gerimizde bırakmıştık. Hareketli müzik, kanımın kaynamasına yol açarken şu an dikkat kesildiğim tek şey sözleriydi.

Kaşlarım hafifçe çatılırken benim için çektiği bar taburesine yavaşça oturdum. "Nasıl?" dedim, merakla. O, yanımdaki boşluğa otururken çantamı tezgâha bırakıp bedenimi tamamen ona doğru çevirdim. "Bana bir şey vermedin!"

"Yatağının yanındaki komodinin çekmecesinde," diyerek bu sözlerime yanıt verirken başını hafifçe iki yana salladı. "Hediyeni verdim ama sen bulamamışsın."

"İlla böyle küçük oyunlar oynayacaksın değil mi?" dedim, sırıtarak. "Niye diğer insanlar gibi doğru düzgün bir şekilde hediyemi vermiyorsun?"

"Beni, diğer insanlar olarak mı niteliyorsun şu an?" dedi, sahte bir alınganlıkla. Yeşil gözlerinde hınzır pırıltılar varken oldukça eğleniyordum. "İnanamıyorum."

"Ya," derken bir kedi gibi ona yanaşmış, az önce bıraktığı elini bu sefer ben tutmuştum. "Saçmalama.."

"Ama öyle söyledin," diyerek o alıngan tavrını sürdürdüğünde boştaki elimi de kenetlenmiş ellerimiz üzerine koydum. Ellerinin sıcaklığı, benim buz kesilmiş ellerimi ısıtırken bunu fark etmiş olacak ki ellerimi kendi elleri arasına almıştı.

"Alınma hemen," dedim, yumuşacık bir sesle. O güzel gözleri, gözlerimde dolaşırken harelerindeki yoğunluk da gevşememi sağlıyordu. Sıcaklık sadece ellerinden ellerime değil, bakışlarından tüm vücuduma nüfuz ediyordu. "Küstük mü?"

"Küsmedik," dediğinde gözleri gözlerimden usulca ayrılıp kısa bir an bar tezgâhının arkasındaki barmene dönmüştü. "Senin sevdiğin şaraptan getittirdim.. Bir kadeh al kendine, ben de senin pastanı kontrol edip geleyim olur mu?"

"Çabuk gel ama,"

"Beş dakikaya geleceğim, kaybolma bir yere." diyerek yanımdan kalkmadan önce benim için genç çalışandan bir kadeh şarap istemiş ve öyle yanımdan ayrılmıştı.

O, yanımdan ayrıldığı an bana doğru gelmekte olan Bige'yle Yiğit'i gördüğümde önümdeki kadehi yavaşça kavrayıp şarabımdan küçük bir yudum aldım. Mayhoş tat, kurumuş boğazımı kendine getirirken uzun zamandır bu zevki tadamadığım için hemen bir yudum daha içmiştim. Aylardır şarap içmiyordum ve bu, benim için susuzluk gibi bir şeydi.

"Yengecan," Bige'nin cıvıltısını duyduğumda boş kadehimi tezgâha bırakıp genç çalışana doğru hafifçe itelemiştim.

Bige, kızıllığını kıskandığım saçlarını savura savura aramızdaki kısa mesafeyi kapatıp boynuma atıldığında Yiğit de onun epey arkasında kalmıştı. Ben, onun bu tatlı kucaklaşmasını dudaklarımdaki koca gülümsemeyle karşıladığımda çoktan kollarımı onun ince bedenine dolamıştım.

"Doğum günün kutlu olsun, sen olmasan ne yapardım?" Kıkırdadım.

"Önce hediyemi verin," dedim, yüzsüz gibi. "Böyle kuru kuru kabul etmiyorum."

O, gülerek kollarını yavaşça benden uzaklaştırdığında yeşil gözleri, yanıp sönen renkli ışıklarla aydınlanıyordu. "Pasta kesildikten sonra vereceğiz, şansına küs!" derken Yiğit de yanımıza ulaşmıştı. O da tıpkı sevgilisi gibi bana içten bir sarılmayı bahşettiğinde çok geçmeden geri kalanlar da etrafıma toplanmıştı. Onlarla da upuzun süren bir kucaklaşma yaşadığımda içten içe bir an önce bu senfoni bitmesini, kadehimdeki şarabı yudumlamayı sabırsızca beklemiştim. İnsanlarla kucaklaşmayı sevsem de şu an içimdeki bu özlem daha ağır basıyordu.

Elimdeki kadehi kaçıncı kez olduğunu saymadan bir kez daha kavradığımda damarlarımda akan kanın o sıcaklığını çok net hissetmeye başlamıştım. Kalbim deli gibi çarpıyor, yerimde durmakta zorlanıyordum.

Gözlerim, kadehin içerisindeki sarı renkte olan sıvıyı bulduğunda hiç düşünmeden onu bir kez daha kafama dikmiştim. Acı tat, yüzümü hafifçe buruşturmama yol açarken boğazım feci derecede yanıyordu. Fakat buna rağmen elimdeki kadehi yanımdan geçen bir garsonun elindeki tepsiye bıraktığımda o da artık buna alışmış olacak ki geri dönmek üzere gözden kaybolmuştu.

Terden ıslanan saçlarımın enseme yapıştığını hissederken buna rağmen bu beni durdurmuyor, çalan müziğin ritmine göre ayak uydurmaya devam ediyordum. Bir yandan bağıra bağıra eşlik ettiğim şarkıları dans ederek desteklerken bir yandan da boşalan kadehlerimi yeniliyordum.

"Maran," diyen bir sesi, gürültülü müzik yüzünden zar zor algılayabildiğimde kalçalarımı sallamayı bırakmak zorunda kalmıştım. Belime dolanan bir el, bedenimi yavaşça ona doğru çevirmemi sağlarken dudaklarım arasından sık nefesler veriyordum.

Bulanık bakışlarım, oldukça heybetli bir bedenin sahibini bulduğunda onu çifter çifter görüyordum. Yeşil gözlerini, gözlerimi kırpıştırarak seçebildiğimde kaşları çatıktı.

"Waov," diyerek abartılı bir tepkiyi ortaya koyduğumda dudaklarımda bir sırıtış oluşmuş, onu baştan aşağı bir kez daha süzmüştüm. "Tanışıyor muyuz?"

Bu sözlerim mümkünmüş gibi kaşlarının daha çok çatılmasına yol açarken, "Ne?" dedi, söylediklerimi anlamamış gibi. O, gürültülü müzikten dolayı başını çok hafif bana doğru eğdiğinde sarhoş zihnimin bana bir oyun oynadığını düşünüyordum. "Ne diyorsun, anlamıyorum?"

Gözlerim, kusursuz çehresinde gezinirken ben de başımı ona doğru kaldırıp burunlarımızın sürtmesini sağlamıştım. "Taş gibisin, diyorum!" Dudakları bir gülüş için hareketlendiğinde başım dönüyor, midem bulanıyordu fakat öyleydi ki onunla geçireceğim birkaç dakikanın tatsız sonlanmasını istemiyordum.

Burnumu hafifçe burnuna sürtüp bedenimi bedenine yasladığımda aramızda bir kıvılcımın doğduğunu çok net hissediyordum. "Sevişelim mi?"

"Olmaz," dedi, bana karşı koyarak. "Nişanlım çok kızar."

"Nişanlın da burada mı?"

Beni onaylayan mırıltılar çıkarırken belimdeki parmaklarının hareketi beni gıdıklıyordu. "Amma salakmış o da," dediğimde güldü. Gözlerim gülüşüne kayarken bu kadar görkemli olması pek adil değildi. "Senin gibi herif yalnız bırakılır mı?"

"Bırakılmaz mı?" Cıkladım.

"Kaparlar valla,"

Gözlerim gözlerinden ayrıldığında dudaklarımız arasında sadece bir nefeslik mesafe vardı. Bu mesafe de epey canımı sıkarken kendime bu eziyeti yaşatmamak adına dudaklarını dudaklarımla kavradım. Dudaklarından aldığım içkinin tadı, damağımla buluşurken kollarımı kaldırıp omuzlarına dolamıştım. Yumuşacık dudakları bana kendimi kaybettirirken öpüşmemiz oldukça vahşiydi.

Aralık dudakları arasından gönderdiğim dilim, adeta ağzını talan ederken bedenlerimiz de birbirine yapışıp bir bütün hâline gelmişti. "Sevişelim," dedim, öpüşmemiz arasında.

"Pastanı kesmedik daha,"

"Derdin pastaysa sana en güzellerini yediririm hiç merak etme." Öpüşmemiz arasına melodik gülüşü girdiğinde alt dudağını sertçe kavramıştım.

"Sarhoşsun,"

"Değilim!"

"Ne kadar içtin sen?" diyerek öpüşlerimden kaçtığında aramızdaki mesafeyi uzun tutmayıp yine ona doğru yaklaştım.

"Su içtim."

"Yalanını sevsinler," dediğinde güldüm. Parmaklarım boynunda gezinirken çenesine sürten dudaklarımı hareketlendirerek ona küçük bir öpücüğü bahşetmiştim. Dudaklarımın baskısı, boynuna doğru ince bir yol izlerken kırmızı rujum onun beyaz teninde izler bırakıyordu. "Maran,"

"Sana mı gidiyoruz, bana mı?"

"Annenler evdeyken mi sevişeceğiz?"

"O zaman sana gideceğiz."

"Hadi ya?" Başımı salladım, gözleri yüzümde dolaşırken. "Seni eve bırakacağım, ayılacak gibi değilsin."

"Ya," diyerek mızmızlandığımda topuklularımı yere vurmuş, bir çocuk gibi dudaklarımı büzmüştüm. "Karpuz kesmedik daha!"

Bu sözlerim onu bir kez daha güldürürken gözlerini gözlerimden kısa bir an ayırıp etrafta gezdirdi. "Seni sadece beş dakika yalnız bıraktım, rahat duramamışsın yine." Gözlerimi kırpıştırarak ona oldukça masum olan bakışlarımı gönderdiğimde belimdeki ellerini indirip elimi tutmuş, "Gel hadi," diyerek adımlarıma adımlarıyla yön vermişti.

"Sana mı gideceğiz?" Başıyla beni onayladığında adeta ağzım kulaklarıma varmıştı.

"Seni ayıltıp eve bırakacağım," derken bana bir bakış attı. "Baban bu hâlini görürse seni yalının bahçesine bile almaz çünkü." Sırıttım.

"Biz de sana gideriz!" O, başını iflah olmazmışım gibi hafifçe iki yana salladığında dudaklarında benim eserim olan bir gülücük vardı.

O, benim yalpalayan adımlarımı da kendisi yöneterek beni bar kısmına doğru götürdüğünde orada eğlenen arkadaşlarımızı görmüştüm. Birkaçının bakışları bize dönerken Kenan da tezgâhta duran çantamı eline almıştı.

"Nereye?" diyen Kılıç, kısa bir an bana baktığında Kenan'a müsaade etmeden ben konuştum.

"Sevişeceğiz!"

Tek kelimelik cümlem, bu sefer hepsinin bakışlarının bize dönmesine neden olduğunda yemin edebilirdim ki müzik bile durmuş hatta bar tezgâhının arkasında bir arı misali çalışan barmenler bile bize bakmıştı.

Kenan'ın bakışları fazlasıyla ağır bir şekilde bana döndüğünde dudaklarına ve boynuna bulaşmış rujum zaten her şeyi açıkça belli ediyor gibiydi.

"Maran!" dedi, uyarıcı bir tonda.

"Onu anladık zaten," diyen Yiğit, sırıtarak Kenan'a baktığında Kenan benim utancımı da sırtlamıştı. O, gözlerini gözlerimden ayırmadan bana ters ters bakarken gözlerimi ondan kaçırma zahmetinde bulunmadım.

"Abimin özel hayatını öğrenmem hoş olmadı şu an," Bige'nin söyledikleri, Kenan'la olan ölümcül bakışmamızı böldüğünde boştaki rkini kaldırıp çaktırmadan boynundaki ruj izini silmeye çalışmıştı. Bir yandan da dilini dudaklarından geçirip o kızarıklığın dinmesi için bir çabaya giriştiğinde hepsi gülüyordu.

"Saçmalıyor, sarhoş işte.." diyerek benim bu edepsizliğimi örtmeye çalıştığında epey kızgın duruyordu. "Hem bu kız size emanet değil miydi amına koyayım? Ne ara içti o kadar?"

"İçmedim ben bir şey."diyerek araya girdiğimde o ölümcül bakışlarıyla bir kez daha karşılaşmıştım.

"Kapa çeneni,"

"Senin sevgilin de çok uslu zaten," dedi, Kılıç da. "Biz içirdik zorla."

"Evet," dedim, onu onaylayarak. İşaret parmağımı onlara doğru tuttuğumda kaşlarımı çatmıştım. "Onlar içirdi bana."

"Ben eve götüreceğim Maran'ı, takılın siz."

"Doğum günü kızı olmadan doğum günü mü kutlayacağız?" Omuz silkti.

"İçmesine engel olsaydınız o hâlde?" dediğinde Kılıç ona göz devirmişti. Bu esnada Kenan da bakışlarını ondan alıp bana baktığında gözleri kısaca üzerimde gezmişti. "Ceketin nerede senin?"

Gözlerim onun gözlerine tutunduğunda onu bulanık görüyordum. Hatta ondan birden fazla vardı. Dudaklarımı öne doğru büzüp ona öylece baktığımda dudakları arasından sabır dolu bir nefes vermişti.

"Gidiyoruz biz," derken elimi bir kez daha sıkıca tutup onlara son bir bakış attı. "İyi eğlenceler size.."

"Size de." diyerek ona karşılık veren Yiğit, Kenan'ın iyice küplere binmesine neden olurken hiçbir şey dememeyi tercih edip benim yalpalayan adımlarımla beraber beni mekânın yukarı çıkan merdivenlerine doğru büyük zorluklarla ilerletmişti. Bu sırada ona büyük zorluklar yaşatsam da sadece bolca sabır dileyip en sonunda beni kucağına alarak mekândan çıkardı.

"Midem bulanıyor," diyerek huysuzca mırıldandığımda onun kollarındaki sıcaklıktan hiç olmadığım kadar memnundum. Hatta öyle ki mekândan çıktığımızda beni karşılayan sert rüzgâr bile pek fayda etmemişti.

"Eve gidiyoruz, dayan biraz." dedi, ilgiyle. "Ilık bir duş alıp kendine gelirsin şimdi."

Gökyüzünden hırçınca damlayan yağmur damlaları, ikimizi de ıslatırken valenin onun arabasını getirmesini bekliyorduk fakat o gelmeden çoktan sırılsıklam olacak gibiydik.

"İndirsene beni," dedim, hevesle. "Kenan lütfen!"

"Olmaz, eve gidiyoruz.." diyerek beni kucağından yavaşça indirdiğinde valenin arabasını getirdiğini bile yeni fark etmiştim. O, arabanın kapısını benim için açıp koltukta duran kabanını benim üzerime geçirdiğinde bunu üşüdüğümü düşündüğü için yaptığını biliyordum. Ona ait olan kaban, üzerime oldukça bol gelirken nerdeyse ayak bileklerime kadar da uzanmıştı. "Bin çabuk, ıslanma daha fazla."

"Binmeyeceğim." dedim, şımarık bir çocuk gibi.

Yeşil gözleri, gözlerimde kısaca gezindiğinde bu gecenin sonunda sabrının taşacağına emindim. Sarhoş olduğumda hiç çekilmediğimi, ertesi sabah uyandığımda bana anlatılan anılardan biliyordum.

Gözlerimi onun gözlerinden uzaklaştırıp git gide hızlanan yağmurun altına kendimi attığımda saçlarım sadece birkaç saniye içerisinde ıslanmış, üşümemem için giydirdiği kabanı da sırılsıklam olmuştu.

"Ay çok güzel!" diyerek cıvıldadığımda yüzüme düşen yağmur tanelerinden büyük bir haz duyuyordum.

"Hasta olacaksın, Maran!" diyen o sesini duyduğumda bana doğru hızlı adımlarla geldiğini fark ederek yerimden hareketlenip koşmaya başlamıştım. Dudaklarımdan anlamsızca dökülen kıkırtılar, caddedeki o soğuk sessizliği doldururken yağmurda koşmanın bu kadar iyi hissettirdiğini de yeni fark ediyordum. Fakat koştukça daha az ıslanıyor gibiydim.

Boş caddede sadece kıkırtılarım ve topuklu çizmelerimin asfalt zeminde bıraktığı o tok ses yankılanırken peşimden gelen o adımlarını da duyabiliyordum.

"Maran!" diyen o bağırışını duyduğumda bu, kıkırdayarak adımlarımı daha da hızlandırmama neden olmuştu. Gözlerimin önü buğulu olduğu için her şeyi birden fazla görüyordum. "Koşma dur,"

O, peşimden koştururken kalbim de içtiğim içkilerin etkisinden olsa gerek deli gibi çarpıyordu. Hatta her şeyi çifter çifter görmem de bu yüzdendi. Fakat durmam gerekiyordu, çünkü midem bulanmaya başlamıştı.

Trafik ışıkları yanıp sönerken adımlarım adımlarıma karışarak karşı caddeye geçmek için bir hamle yapmıştım ki bana doğru gelen bir arabadan son anda kurtuldum. Bakışlarım, büyük bir adrenalinle sürücü koltuğundaki adamı bulduğunda kornaya abanmıştı.

"Maran!" Kenan'ın sesini duyarak başımı arkaya doğru çevirdiğimde kaşlarının çatık olduğunu gördüm. O da peşimden koştuğu için pek iyi görünmüyordu. Üstelik bu arabadan son anda kurtulduğum için endişeli gibiydi. "İyi misin?" derken aramızdaki mesafeyi hızla kapatmış, ellerini yüzüme kapatmıştı. Saçları yağmurdan dolayı ıslanmış, birkaç tutamı hafifçe alnına doğru dökülmüştü.

Gözleri endişeyle üzerimde gezindiğinde dudaklarımda anlamsız bir sırıtış vardı. "Süperim!" diyerek onu yanıtladığımda bir kez daha sürücü koltuğundaki adam kornaya abandı.

"Hadi kardeşim, kapatmayın yolu!" diyerek kaba bir tavır sergilediğinde Kenan benden uzaklaşmış, sürücü koltuğunun camına doğru usulca ilerlemeye başlamıştı. Gözlerim onun üzerinden ayrılmazken sürücü koltuğunda bulunan adam da çatık kaşlarıyla ona bakıyordu. Bunu, ön camdan görsem de kendi tarafındaki cam kapalıydı. Kenan, ona eliyle camı açması için bir işaret yaptığında trafiği tıkadığımızın farkındaydım. Üstelik bu, benim yüzümden olmuş gibiydi.

"İndir lan camı," Onun bu kaba tavrını destekleyen çatık kaşları altındaki bakışları oldukça ürkütücü görünürken midem feci derecede bulanıyordu. Ne kadar çok içtiğimi hesap edememiştim fakat kendimi de durduramamıştım.

Sürücü koltuğundaki genç yaşlarda olan adam, onun bu tavrına öfkelenerek camı indirdiğinde, "Hayırdır kardeşim?" demiş, bununla birlikte olan olmuştu. Kenan, birden onun yakasına yapıştığında midem ağzıma kadar yükseldi, yere doğru eğilerek midemde ne var ne yoksa çıkardım.

"Niye önüne bakmıyorsun pezevenk?" dedi, adeta tıslarcasına. Sesi kulaklarıma ulaşsa da her şey uğultu hâlindeydi. Dizlerimi asfalt zemine yasladığımda yerdeki küçük çakıl taşları dizlerime batmış fakat bu umurumda olmamıştı. Öğürmelerim, Kenan'ın ettiği küfürlere karışırken trafik de yoğunlaşmıştı. Pekâlâ, aşırı saçma bir durumun içerisine girmiştik ve tüm olanlar benim yüzümden olmuştu.

"Aa," diyen küçük bir kızın sesini duyduğumda başımı hafifçe kaldırıp önümdeki arabanın camından beni izleyen küçük kız çocuğuna baktım. Elindeki oyuncak bebeğiyle beni izlerken oldukça şaşkın görünüyordu. "Anne bak, oyuncak bebeğimin aynısı!" diyerek annesine seslendiğinde elindeki oyuncağa elimden geldiğince daha dikkatli bakmaya çalışmıştım.

Siyah dalgalı saçlı bebeğin üzerinde tıpkı benimki gibi bir elbise varken şu an o bebeğin bile benden daha iyi göründüğüne emindim.

Midem ağzıma kadar bir kez daha yükseldiğinde gözlerimden bir damla yaş da yanağıma doğru süzülmüştü. Gerçekten şu an midem ağzımdan fırlayıp asfalt zemine kendini bırakmak istiyordu.

"Polisi arıyorum," diyen yabancı bir ses, bu gecenin nerede sonlanacağını açıkça belirtirken bir kez daha karakol binasında bir gece geçireceğimi çoktan anlamıştım.

🧸🧸🧸

"Ya ben şeyi merak ediyorum,"

Bütün gözler bana dönerken kelimeler ağzımda yuvarlanıyor, sarhoş olduğumu çok fazla belli ediyordum. Üstelik babamla Kenan bana ters ters bakarken neyden cesaret aldığım meçhuldü.

Onlara tabii ki Kenan haber vermişti. Bu gece buradan çıkamayacağımızı anladığı an babamı arayıp benim iyi olmadığımı söylemiş ve olayı kısaca anlatmıştı. Onlar da apar topar evden çıkıp buraya gelmişlerdi ve nihayetinde babamın bir arkadaşı sayesinde Kenan'ın trafikte dövdüğü herif şikayetini büyük ikna kabiliyeti sonucunda geri çekmişti.

Bakışlarımı masanın arkasında oturan polise çevirdiğimde bana büyük bir ciddiyetle bakıyordu. "Şimdi kavga benim yüzümden çıktı ya.." Gözlerimi kırpıştırıp işaret parmağımı kendime doğru tuttuğumda babamın sabır çekişlerini duyabiliyordum. "Beni içeri atmazsınız değil mi? Hayır, ben yapamam çünkü.. Eğer özel bir suit ayarlayacaksanız düşünebilirim."

"Maran," dedi, Kenan uyarıcı bir tonda. Bakışlarımı yavaşça ona doğru çevirdiğimde o yeşil gözleri alev saçıyordu. Pekâlâ, onu oldukça öfkelendirmiş olmalıydım.

"Her şey için teşekkür ederim, Fuat." dedi, babam oturduğu koltuktan ayaklanırken. Ardından da karşısında oturan polis ayaklanıp onunla tokalaştığında tüm bu tatsızlığa rağmen içten bir şekilde gülümsemişti. "Bunu telafi edeceğim mutlaka."

"Yürü," Annemin kolumdan tutup çekiştirmesiyle birlikte odadan çıktığımızda adımlarım oldukça tembeldi. Şu an Kenan gelip beni kucağında taşıyabilirdi ama bana kızgın olduğu için bunu yapmayacağına emindim.

Onlar da bizim arkamızdan odadan çıktıklarında adımlarımı durdurmuştum. "Ben Kenan'la gideceğim." dediğimde babam, çatık kaşları altından bana ürkütücü bir bakış yolladı.

"Yürü Ahu, beni daha fazla delirtme." Omuz silktim.

"Ben Kenan'la gideceğim." dedim, bir kez daha. Ardından da parmağımı ikimiz arasında hafifçe salladığımda sırıtarak başımı kaldırıp Kenan'a bakmıştım. O da daha fazla patavatsızlık yapmamdan korkuyor olmalı ki bana uyarıcı bakışlar atıyordu. "Hem.. Bana duş teklifinde bulunmuştu."

Bu sözlerim, annemin şaşkınlıkla bir ona bir de bana bakmasına neden olurken babamın kaşları da mümkünmüşçesine daha da çatılmış, bakışlarını Kenan'a çevirmişti. Kenan da hızla başını babama doğru çevirdiğinde o da şaşkın gözüküyordu.

"Öyle değil.." dedi, hızla. "Ayılması için söylemiştim yemin ederim." Kaşlarımı çattım.

"Öyle mi?"

"Kapa çeneni," diyerek onların duymayacağı bir şekilde mırıldandığında küçük bir çocuk gibi kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Neler duyuyorum, inanılmaz!" diyen babam, kolumdan tutup beni kendiyle beraber sürüklemeye başladığında annemden daha başarılı olduğu kesindi. Beni çıkışa doğru götürürken annemle Kenan da arkamızdalardı.

"Kenan'la gideceğim," diyerek tekrar sayıklamaya başladığımda babam beni umursamıyordu. Hatta eve götürüp odama kilitleyeceğinden de emindim.

Benim aynı şeyleri tekrarlayışım, onun beni azarlamaları sonucunda karakoldan çıkıp bahçedeki arabaya doğru ilerlediğimizde kolumu babamdan kurtarmıştım. "Baba! Çekiştirip durma beni, elbisem mahvoldu!"

"Hadi bin arabaya," dedi, annem de. O, arabanın kapısını açıp binmem için yüzüme baktığında bakışlarımı Kenan'a çevirmiştim.

"Bir şey söyle, seninle gelmek istiyorum!"

"Ahu!" diyen babamın bağırışı, bahçedeki birkaç gözün bize dönmesine neden olduğunda mavi gözleri adeta yangın yerine dönmüştü. "Şımarıklığı kes ve arabaya bin! Kaç yaşına geldin, yaptığın hareketlere bak!"

"23 oldum," Omuz silktim arsızca. Bu, erkeksi bir kıkırtının kulaklarıma ulaşmasına neden olduğunda babamla aynı anda başımızı Kenan'a doğru çevirmiştik. Onun dudaklarındaki ufacık gülümseme, babamın ona ters ters bakmasına neden olduğunda hızla kendine çeki düzen vermişti.

"Affedersiniz,"

"Kızımı sana emanet etmiştim," dediğinde kaşlarımı çattım.

"Onun bir suçu yok!"

"Sen konuşma," diyerek babam, bir kez daha beni azarladığında Kenan'ı bu duruma düşürdüğüm için kendime kızgındım. Sonuçta o, sadece iki dakika yanımdan ayrılmıştı ve bunda hiçbir suçu yoktu. Bütün gece onu uğraştırdığım için ben suçluydum. "Sana güvenip Ahu'yu dışarı çıkarmana izin verdim ama şu olanlara bak! Ya o araba kızıma çarpsaydı? Ne olacaktı, ne söylemeyi düşünüyordun bize?" dedi ve ardından elini hafifçe kaldırıp işaret parmağını ona doğrulttu. "Bu iki oldu, Kenan.. Kızım senin yanında neden sürekli tehlikede?"

Babamın ağır olan bu sözleri, dudaklarımı bir kez daha aralamama neden olduğunda Kenan da babamın bu sözlerinde haklı olduğunu düşünüyordu. Ona göre benim yanımdan ayrılmaması, bu gece bunların yaşanmaması gerekiyordu ama hiçbiri onun suçu değildi. Ben, fazla şımarık davranmıştım.

Yeşil gözleri, babamın mavi gözlerinden ayrılmazken bu sözleri karşısında mahcup olsa da omuzları dikti. "Özür dilerim," dedi, gayet baskın bir tonda. "Haklısınız, söyleyecek bir şeyim yok."

"Ne söyleyeceksin ki zaten?" dedi, babam da. "Onu nasıl koruyup kollayacaksın ömrün boyunca? Şimdi bile yapamıyorsun bunu!" dedikten sonra ağırca başını sallayıp söyleyeceklerini toparladı. "Ben karar verdim, bu evlenme işini bir kez daha gözden geçiriyoruz!"

Bu sözleri, gözlerimin faltaşı gibi açılmasına neden olurken dakikalardır babam ona onur kırıcı sözler sarf etmesine rağmen ifadesi değişmeyen Kenan'ın da kaşları çatılmıştı.

"Hadi ya?" dedi, alaylı bir tonda. Bu, aralarındaki gerilimin daha da artmasına yol açarken bunun nereye kadar gideceğini merak ediyordum. "Olmayacak öyle bir şey." Bu keskin sözleri, babamın ve annemin şaşırmasına neden olurken babama karşı bu tavrı ilk kez ortaya koyuyordu ki bence haklıydı da. "Birkaç haftaya kalmadan kızınız nikâhlı karım olacak, bence bu fikre alışsanız iyi olur. Bu söylediklerinizi de duymamış gibi yapacağım."

Söylediği tek kelime dikkatimi çekerken dudaklarımda aptal bir sırıtış oluşmuş, adeta ona kilitlenmiştim.

Pekâlâ onun karısı olacaktım.

Sıfatlardan hoşlanmayan ben, bu hitap karşısında dizlerimin üzerine çökebilirdim.

"Kenan doğru söylüyor," dedim, omuz silkerek. Bu, babamın alev saçan bakışlarının odağı olmama neden olduğunda oldukça ayık hissediyordum. Hem de tüm bu duyduklarımdan sonra. "Her şey hazır ve sen bunu şimdi mi söylüyorsun?"

"Anlamadım," diyen Kenan'ın bakışları bana doğru dönerken gözleri kısılmıştı. "Her şey hazır olmasa babanın bu söylediğine uyacaktın yani? Doğru mu anlıyorum?" Omuz silktim bir kez daha.

"Ben sarhoşum."

"Onu da ayrı konuşacağız ya zaten?" diyerek babam bir kez daha beni azarladığında kolumu tutup beni zorla arka koltuğa tıkıştırıp kapıyı kapatmıştı. Bununla beraber camı indirip Kenan'a baktığımda babam ona doğru sönüp işaret parmağını hafifçe salladı.

"Seninle de görüşeceğiz." diyerek son sözü söylediğinde Kenan'ın bir şey söylemesine kalmadan arabanın etrafında dolaşarak sürücü koltuğuna geçmişti. Annem de babamı haklı görmüş olacak ki hiç konuşmadan arabaya bindiğinde Kenan'ın yeşil gözleri mavilerime tutunmuştu. O da benim yüzümden sırılsıklam olmuştu ve ceketi de bendeydi. Ki hoş, ceketi ona versem de bir şey fayda etmezdi çünkü o da sırılsıklam olmuştu.

"Ceketin," dedim, mırıldanarak. Üzerimdeki siyah kabanı bana neredeyse üç beden büyük gelmiş, içerisinde babasının cekdtini giyen küçük bir kız çocuğu gibi hissetmiştim.

"Bir önemi yok," dedi, elini hafifçe sallayarak. Ardından beni kısaca süzdüğünde babam arabayı çalıştırmıştı. "Çıkar üstünden, ıslak durma."

Başımı salladım ona el sallarken. Bu esnada araba hareketlendiğinde ona havadan bir öpücük göndermiştim. Bu, bu gece yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen dudaklarında bir gülücüğün belirmesini sağladığında aramızdaki cam, babamın bastığı bir tuşla kapanmıştı.

🧸🧸🧸

Kenan Keskin'in, Adnan Kaya'yı bile susturacak bir heybete sahip olması beni her seferinde fenalaştırıyor🥴🥴

Bölüm : 11.01.2025 11:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...