
Topuklu çizmelerim üzerinde ilerlerken elimdeki telefonu kapatıp gözlerimle kısaca etrafı taradım. Şirket, çıkış saati olduğu için epey sakinken bu manzara beni şaşırtmamış değildi. Buranın temposuna alışkın olduğum için bu beni şaşırtmış fakat çıkış saati olduğu için pek üzerinde durmamıştım.
Yaklaşık bir saat önce şantiyeden ayrılıp eve geçmiş, bir duş alıp evden çıkmıştım. Evden çıkmadan Kenan'la haberleştiğim için buraya geleceğimi biliyordu. Bu yüzden Bora'nın beni şirkete bırakmasını istemiş, garajdan arabamı almamıştım.
Topuklu çizmelerimin zeminde bıraktığı tok sesle beraber nihayet onun odasına ulaştığımda kapıyı tıklatma gereği duymadan yavaşça kapıyı açtım. Kapıyı açtığım anda da onun bakışlarıyla kesiştiğimde yanı başındaki Pırıl'ı görmem pek hoşuma gitmemişti. Bu kızı görmek bile sinirlerimi altüst ederken ne diye hâlâ onu kovmadığını bilmiyordum.
"Hoş geldin sevgilim, gel.." dediğinde gözlerim ikisi arasında kısaca mekik dokumuş, en sonunda da Pırıl'ın üzerinde durmuştu. Bu soğukta giydiği mini eteğiyle bacaklarını neredeyse kocamın ağzına sokacaktı.
'Parçala onu.'
İç sesimin söyledikleri gayet aklıma yatarken gördüğüm bu manzara dudaklarım arasından usulca bir nefes vermeme neden oldu. Bu sırada da içeri doğru yavaşça bir adım atmış, kapıyı arkamdan kapatmıştım. Tabii tüm bunları yaparken de kıstığım gözlerimle Pırıl'a bakıyordum.
"Hoş buldum," derken sağ elim hafifçe havalanmış, bakışlarımla ona işkence etmeye başlamıştım. Bunu fark eden Kenan da bakışlarını çok ama çok kısa bir anlığına ona doğru çevirdiğinde bu uzun sürmemiş, önüne dönmüştü. "O etek niye o kadar kısa?" Bu sorum Pırıl'ın da şaşırmasına neden olurken benden bu çıkışı beklememiş olmalı ki başını eğip eteğini kontrol etmiş, ardından da bana dönmüştü. O, ağzını açıp tek kelime dahi edemezken, "İş yeri burası," dedim, kabaca. Bu sırada Kenan'ın gözleri de önündeki bilgisayar ekranında dolaşıyor, sanki böyle bir konuşma onun odasında yaşanmıyormuş gibi davranıyordu. Hoş, bana hiçbir şey diyemezdi de. "Git değiştir öyle gel."
"Ama Maran Hanım," dedi, Pırıl. Ona öylece bakmaya devam ettiğimde şaşkınlıkla konuştu. "Nasıl değiştireyim?"
Dudağımı büzüp omuz silktiğimde elimi de hafifçe sallamıştım. "Bugünlük işin bitti o hâlde," Bileğimdeki gümüş saati de göz ucuyla kontrol ederken, "Mesai de bitti, şansa bak!"
O, şok üstüne şok yaşarken bakışlarını benden alıp tepesinde dikilmekte olduğu Kenan'a doğru çevirmiş ve ondan bir hamle beklemişti. Bakışlarının ağırlığını üzerinde hisseden Kenan da istifini hiç bozmadığında açıkçası zevkten dört köşeydim.
"Çıkabilirsin Pırıl,"
"Kenan Bey-"
"Patron ne derse o." diyerek son sözü o söylediğinde sırıtmama engel olamamıştım. Bununla beraber Pırıl da mosmor bir şekilde elindeki evrakları masaya bırakıp yanımdan geçerek odadan çıktığında tam o an Kenan'ın bakışları bilgisayarından ayrılıp beni buldu. "Gel otur şöyle..Çok az işim kaldı, biraz bekleteceğim seni."
"Önce bir lavaboya gidip makyajımı düzelteyim, hiç istediğim gibi yapamadım.." diyerek şımarık bir kız çocuğu misali mızmızlandığımda bu onun inanılmaz derecede hoşuna gidiyordu. O yeşil gözlerine eğlenceli pırıltılar çökmüş, beni baştan aşağı incelemişti.
"Tamam," dedi, büyük bir zevkle. "Beklerim ben, buradayım.."
Onun gözleri üzerimden ayrılmazken gerisingeri odadan çıkmış, topuklularım üzerinde hiddetle ilerlemeye başlamıştım. Bir yandan da gözlerimle etrafı tarayıp aradığım kişiyi bulmaya çalışırken çok geçmeden onu, masasının başında görmüştüm. Eşyalarını yavaşça toplarken adımlarımı az da olsa yavaşlatıp ona doğru ilerledim. "Pırıl," dedim, buz gibi bir tonda. Onun bakışları bununla beraber bana doğru döndüğünde etraftaki birkaç gözün de kısa bir an dikkatini çekmiştik. "Odama gel hemen."
"Tabii," diyerek o cici kız hâllerine büründüğünde birkaç adım atarak odama girmiş, kapıyı arkamdan hafifçe aralık bırakmıştım. Omzumda asılı olan çantamı çıkarıp masamın önündeki koltuğa, telefonumla beraber bıraktığımda adeta burnumdan soluyordum. Tüm bu olanlara bir son vermem gerekiyordu çünkü sevgili kocamın bir şey yapmaya niyeti yok gibiydi.
Arkamdaki kapının kapatıldığını duyduğum an onun o üzerine boca ettiği parfümünün kokusu da burnuma dolmuş, yavaşça ona doğru dönmeme neden olmuştu.
Onu ilk gördüğüm anda da bana hiç güven vermemişti ve ben, onun hakkında Kenan'a söylediklerimi daha dün gibi hatırlıyordum. Fakat benim saf sevgilim, onun o şişirilmiş eğitimine kanmış, ona bir şans vermek istemişti. Onun bu işe ihtiyacını olduğunu düşünmüştü ama ne çıkacağını tahmin edememişti.
Adımlarımı durdurup onun tam karşısında dikildiğimde ela gözleri merakla gözlerimde dolanıyor, ona söyleyeceklerimi merakla bekliyordu.
Elim birden havalanıp onun sarı saçlarını kavradığı an gözleri bu hareketimle beraber büyümüş, o dolgun dudaklarından acı dolu küçük bir inilti dökülmüştü. Eli, refleksle elime doğru hareketlendiğinde saçlarına daha güçlü bir şekilde asıldım. Sanırım bunu benden beklemiyor olacaktı ki hem şaşırmış, hem de canı yanmıştı. "Sen benim kocamı mı ayartmaya çalışıyorsun?" dedim, adeta tıslarcasına. O, kollarımda çırpınırken beni ne kadar saf sandığını da ilk kez o gözlerinde görmüştüm. Benim gerizekalı olduğumu düşünüyordu fakat bu zamana kadar sadece kendini kandırmıştı. Asıl gerizekalı, görüyordum ki kendisiydi. "Sence bakar mı sana? Kanar mı bu ucuz, basit numaralarına?" diyerek sözlerime devam ettiğimde göz bebeklerinde oluşan o korkuya yakından şahit olmuştum. Göz bebekleri bu ani hareketimden dolayı hafifçe titriyor, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. "Uzak duracaksın kocamdan, duydun mu beni?" dedim, yüzümü hafifçe yüzüne doğru yaklaştırarak. "Ona yaklaştığını görürsem yemin ederim öldürürüm seni Pırıl.. Yaparım bunu hiç şüphen olmasın. Canını seviyorsan yarın sabah verirsin istifa dilekçeni."
"Yok öyle bir şey Maran Hanım," dedi, can havliyle. Onun bu ucuz oyunculuğunu mimik oynatmadan izlerken, "Yemin ederim yok öyle bir şey, yanlış anladınız siz."
"Neyi yanlış anladım be?" dedim, çirkef bir tavırla. "Görmüyor muyum sanıyorsun? Salak mıyım ben, bak bakayım bana!" Onun yüzü renkten renge girerken saçlarını benden kurtarma girişiminde bulunmayı da çoktan kesmişti. Benden kurtulamayacağını anlamış olacak ki boşu boşuna çabalamayı bırakmış, sahte gözyaşları dökmeye başlamıştı. "Böyle şeyler ilgisini çekmez, boşuna uğraşma! Koynuna almaz seni, orada ben varım."
Mavi gözlerim onun gözleri arasında mekik dokurken deli cesaretimin farkına varmış olması gerekiyordu çünkü söylediklerimi yapacak potansiyel bende gayet vardı. Eğer dediklerimi yapmazsa gerçekten kafayı yemiş olduğunu düşünebilirdim.
"Bu etekle mi kandıracaktın onu yani?" dedim, başımı iflah olmaz dercesine iki yana sallayarak. "Çok komiksin Pırıl ama gülmüyorum! Rezil ediyorsun kendini sadece.. Neyse ki Kenan çok saf bir adam, iyi düşünceli, iyi niyetlidir. Senin bu yaptıklarını görmedi, anlamadı bile ama çok zeki bir karısı olduğu için şanslı. Gerçi senin bu hareketlerini o yakalasa daha fena olurdu; insanı rezil etmekte bir numaradır, kocam diye söylemiyorum!" Alaycı ifademle onun yüzünü incelerken, "Veriyor musun istifanı yoksa o güzel bacaklarını kırıp ağzına mı sokayım istersin?"
"Tamam," dedi, hızla. Gözyaşları adeta sel olurken başını sallamaya çalıştı fakat saçlarını bütün gücümle tuttuğum için bunu pek becerememişti. Az önce Kenan'a yaptığım şımarıklıklardan sonra bu deccal hâlim doğruyu söylemek gerekirse şaşırtıcıydı. İki kişiliğin aynı bedende var olması pekâlâ tuhaf olabilirdi. "Tamam vereceğim istifamı, lütfen bırakın. Canım acıyor.."
"Kenan'ın masasına bırakmadan önce ben göreceğim, önce bana getireceksin duydun mu beni?"
"Duydum.. duydum."
Bakışlarım birkaç saniye onun yüzünde gezindikten sonra saçlarını bırakmış, birbirine giren tutamlarını da parmaklarımla düzeltmiştim. "Aferin." dedim, gülümseyerek. "Çık git şimdi, seni bir daha görmeyeceğim kocamın yanında."
O, hiçbir şey söylemeden ağlayarak odamdan çıktığında arkasından gözlerimi devirmiştim. Devam edecek cesareti yoksa ne diye böyle şeylere kalkışıyordu, anlayamıyordum. Bu yaptıkları, kendini rezil etmekten başka hiçbir şey işe yaramamıştı.
Az önce masamın önündeki koltuğa bıraktığım telefonumla çantamı alıp odadan çıktığımda onu etrafta görememiştim. Açıkçası görmek de istemiyordum. Eğer bir kez daha onu görürsem bu sefer gerçekten elimde kalabilirdi.
Adımlarımı önce lavaboya yönlendirip Kenan'ın hiçbir şey anlamaması için ona söylediğim gibi makyajımı düzeltmiş, kendime çeki düzen verip bu agresif hâllerimden kurtulmaya çalıştıktan sonra lavabodan çıkarak onun odasına öyle dönmüştüm.
O, hâlâ bıraktığım gibiyken ben de kendimi masasının önündeki koltuklardan birine bıraktım. Gözlüklerinin ardındaki bakışları bilgisayar ekranında dolanırken onu izliyordum. "Tamamdır," dedi, yerinde hareketlenirken. O, bilgisayarını kapatıp bana doğru döndüğünde gözleri yüzümde ilgiyle gezinmişti. "Çok hoş görünüyorsun."
"Biliyorum," Güldü, oturduğu yerden kalkarken. O, askıda duran kabanını eline alıp omuzlarından geçirdiğinde ben de yerimden kalkmıştım. Masadaki telefonunu alıp ceketinin iç cebine yerleştirirken boştaki elini de öne doğru uzatıp geçmem için bana öncelik tanıdı. Onu geri çevirmeyip önce ben, ardımdan da o odadan çıktığında beraber asansöre doğru ilerlemeye başlamıştık.
"Çok acıktım," diyerek onun bana uzattığı elini tuttuğumda elim onun avucu içerisinde kaybolmuştu. Asansöre doğru birlikte yürürken, "Nereye götürüyorsun beni?"
"Yeni bir restoran keşfettim," dedi, büyük bir hevesle. Onun bu çocuksu hâli sırıtmama neden olduğunda bakışlarım ona doğru dönmüştü. "Yeni açılmış, İtalyan mutfağı üzerine.. Sen seviyorsun diye hemen rezervasyon yaptırdım. Umuyorum ki aç kalmazsın."
"İtalyan mutfağını seviyorum ama senin elinden daha güzel oluyor."
"Benim yemeklerimi daha çok sevdiğini biliyorum tabii ki." dedi, ukala bir şekilde.
"Bay Ego!" Bu sözlerime karşılık erkeksi kıkırtısını işittiğimde asansörün tuşuna basmıştı.
"Günün nasıl geçti, anlat bana.." dediğinde bakışları da eş zamanlı olarak bana döndü. Gözlerim asansörün duvarında gezinirken güzel bakışlarının ağırlığını üzerimde hissediyordum.
"Sıradan," Omuz silktim, başımı hafifçe ona doğru kaldırırken. "Bu aralar işe gitmek istemiyorum, tembel bir çocuk gibi hissediyorum kendimi. Neyse ki yarın evde olacağım."
"Gitmeyebilirsin," dedi, ilk söylediğim şeye karşı. "Gerek yok biliyorsun." dediğinde asansör de bulunduğumuz katta durmuş, beraber asansöre binmiştik. Bu sefer ben tuşa bastığımda bu söylediklerine yanıt vermeyi ihmal etmedim.
"Benim hevesim birkaç günlük, öyle evde oturamam ben. Benlik değil, sen de bunu biliyorsun."
"Bir şey söylemedim farz et." diyerek bu söylediği şeyin üstünü kapattığında asansörün kapıları da yavaşça kapanmıştı. "Ama tembellik yapmak istiyorsan sana eşlik ederim."
Dudaklarımda bir sırıtış oluşurken, "Düğünden beri adam akıllı çalışmadık zaten sus, sakın söyleme öyle çünkü kanarım."
"Çalışmayalım boşver," dediğinde onun bunu söylemesi, işkolik bir adama göre şaşırtıcıydı. Demek ki benimle vakit geçirmek, tüm bu her şeyden önce geliyordu. "Taşınırız bir kasabaya, şehirden uzak.. Sadece ikimiz."
"Ee?" dedim, alayla. Bir yandan da onun bu söylediklerini merakla dinlerken, "Ne yapacağız orada? Parasız pulsuz kalınca götümüze bakarak geri döneriz artık." Bu sözlerim onu güldürdü.
"Doğru," dedi, başını ağırca sallayarak. "Marka çantaların, ayakkabıların olmadan yapamazsın sen zaten."
"Kusura bakma canım ama yapamam tabii ki," Bu düşünce kötü bir düşünceymişçesine başımı iki yana salladığımda keyifle ifademi izliyordu. Bu esnada asansörün o çın sesi kulaklarıma dolduğunda eş zamanlı olarak kapılar aralanmış, beraber asansörden inmiştik. Otoparka açılan kısa koridoru aşarken, "Hem sen de ikinci günden itibaren başlarsın zaten, şirkete gitmem gerek diye."
"Abartma." derken kabanının cebinden arabasının anahtarını çıkarıyordu. "Bayılıyorsun mübalağa yapmaya."
"Mübalağa benim işim, biliyorsun."
"Bilmem mi?" diyerek benim için arabanın kapısını açtığında öne doğru bir adım atarak arabaya binip koltuğa yerleşmiş, o kapıyı kapatırken de çantamı dizlerimin üzerine bırakmıştım. Arabanın içerisi inanılmaz soğukken sadece çok kısa bir an giydiğim mini elbiseye lanet ettim. Altına giydiğim siyah deri çizmelerim beni ısıtsa da dışarıda hatrı sayılır bir soğuk vardı. "Sen üşümeyecek misin öyle?" dedi, sanki aklımı okumuş gibi. Emniyet kemerimi takıp başımı ona doğru çevirdiğimde açık kalan kapısını kapatıp bacaklarıma hoşnutsuz bir bakış attı.
İşte başlıyorduk.
"Üşümüyorum," dedim, yalana başvurarak. Çünkü biliyordum ki eğer üşüdüğümü söylesem gece boyunca elbiseme kafayı takacaktı. Hoş, yalan söylemesem de bana kafayı takacaktı zaten.
Onun bakışları üzerimde gezinirken elini uzatıp klimayı benim için açmış, sıcak havanın direkt olarak bacaklarıma vurmasını sağlamıştı. Bunun için ona minettar olsam da bir şey söylememiştim. "Daha yeni kendini toparladın, hiç dinlemiyorsun beni." diyerek lafını da esirgemediğinde küçük bir çocuk gibi omuz silktim.
"Kocama süslendim işte, gözü gönlü açılsın diye."
"Hayatım, gözlerine baktığım an benim içim açılıyor zaten." dedi, müthiş bir savunma yaparak. Bu, gözlerimin onun üzerinde takılı kalmasına yol açarken arabayı çalıştırmıştı. Kalbim, bu sözleriyle hızla ağzıma tırmandığında yavaşça otoparktan çıkmış, çok geçmeden de arabanın içerisi ısınmıştı. Bu sırada ara bölmedeki telefonunun melodisi arabanın içerisini doldurduğunda gözlerim telefonunun ekranına kaydı. O da telefonunu eline aldığında ekrana bir bakış atmıştı. Aramayı yanıtlayıp telefonunu hoparlöre alarak dizinin üzerine bıraktığında Bige'nin cıvıltısı arabayı doldurmuştu.
"Abiciğim," dedi, sevecen bir sesle. Bu, sırıtmama neden olduğunda bir şey isteyeceği çok belliydi. "Nasılsın, ne yapıyorsun? Çok özledim seni ya, sensiz akşam yemeklerine oturmak çok zor geliyor biliyor musun-"
"Ne isteyeceksin Bige?" dedi, Kenan da. Bununla beraber kıkırdamaya başladığımda bunu çok sık yaşıyorlardı. Bige her sıkıştığında önce Gediz abiyi, ardından da ondan yüz bulamadığında Kenan'ı arıyordu. "Araba kullanıyorum çabuk söyle ne söyleyeceksen."
"Aa, nereye gidiyorsunuz?"
"Yemeğe gidiyoruz Maran'la."
"Yengeciğime selam söyle,"
"Bu yalakalıklarınla onu kandıramazsın," dediğinde sırıtmaktan çenem ağrımaya başlamıştı. "Söyle hadi, ne oldu yine?"
"Babam kartlarıma el koydu ya," diyerek ağzındaki baklayı çıkardığında Kenan buna alışkın olmalıydı ki gözlerini devirmişti. "Beş kuruş param yok, annem de babamın arkasında durduğu için şu an tek güvencem sensin.. Gediz abimle de konuştum, o da bu sefer affetmedi." dedi, hüzünlü bir şekilde.
"Ne yaptın yine kim bilir?"
"Çanta aldım kendime."
"Sadece çantayla bittiğini sanmıyorum nedense," dedi, Kenan da onun bu sözlerine karşılık. "Ne kadar istiyorsun?"
"Gönlünden ne koparsa."
"Tamam, yarına hallederim."
"Yarın olmaz." diyerek çıkıştığında Kenan da sıkıntılı bir nefes vermişti. Kendinden küçük bir kardeşinin olması epey zor olmalıydı. "Yarın dışarı çıkacağım, bugün gelemez misin?"
"Maran'la dışarıdayız, olmaz şimdi."
Bakışlarımı ona doğru çevirdiğim esnada o da başını bana doğru hafifçe çevirmişti. "Gidebiliriz sorun olmaz," dedim, aralarına girerek.
"Süpersin yengecan!" diyen Bige'ye kıkırdadığımda bana bol övgüler yağdırmakla meşguldü.
"Yemekten sonra geliriz o hâlde," dedi, Kenan. Ardından da bakışlarını bana çevirip bir onay beklediğinde onu gözlerimle onaylamıştım. "Kapat şimdi, acıktım zaten."
"Afiyet olsun, öpüyorum sizi kocaman." diyerek ardı ardına bize öpücük gönderdiğinde Kenan da ben de onu geri çevirmemiştik.
Bu tatlı sohbetleri, onun telefonu kapatmasıyla son bulduğunda Kenan da telefonunu ara bölmeye bıraktı. "Kusura bakma, Bige işte..Kıramıyorum onu biliyorsun."
"Saçmalama, ne olacak?" dedim, teessüf eder gibi. Gözlerim kırmızı ojelerim üzerinde gezinirken, "Hem annenleri de görmüş oluruz, olmaz mı?"
"Olur," dedi, bana ayak uydurarak. "Sen nasıl dersen."
Eş zamanlı olarak arabayı bir mekânın önünde durdurduğunda başımı kaldırıp dışarı doğru bir bakış atmıştım. "Geldik mi?" dedim, hayretle. Onun arabayı hızlı kullandığını biliyordum fakat bu kadar çabuk gelmemiz şaşırtıcıydı.
"Geldik," diyerek beni yanıtladığında arabayı park edip anahtarı kontaktan çekmişti. Emniyet kemerini çıkarırken ben de ona ayak uydurarak kemerimi çıkardım. O, benden önce arabadan indiğinde hemen arkasından da ben inip onun kolları arasına girmiştim. Kolu, onun yanında küçük kalan bedenimi tamamen sararken dışarının soğuğundan hızlı adımlarla kurtulup kendimizi adeta içeri atmıştık.
"Hoş geldiniz Kenan Bey," diyen çalışan yanımızda bittiğinde gözleri onun ardından beni buldu. "Maran Hanım, hoş geldiniz.."
"Hoş bulduk," diyerek Kenan, ikimiz adına bir cevap verdiğinde genç çalışan da yanımızda ilerliyordu.
"Sizi şöyle alacağım," diyerek kibarca bize; Kenan'ın rezerve etmiş olduğu masayı gösterdiğinde mekânın o kargaşasından uzak, sessiz ve güzel köşeden daha şimdiden memnun kalmıştım. "Ceketinizi alabilirim," dediğinde Kenan, kabanımı çıkarmama oldukça nazik bir şekilde yardımcı olmuştu. O; hangi ara çıkardığını bile bilmediğim kabanıyla birlikte benimkini de genç kıza teslim ettiğinde o yanımızdan ayrılmış, benim sandalyemi de çekmeden yerine oturmamıştı.
"Teşekkür ederim," dedim, gülümseyerek. Elini çeneme yaslayıp arkamdan çıkmadan önce başımın üzerine bir öpücük bıraktığında küçük bir çocuk gibi kalbim heyecanla kasılmıştı. Onunla evlenmiştim ama buna rağmen hâlâ bu davranışlarına alışamamıştım.
"Rahat mısın öyle?" dediği an telefonumu masaya bırakıp çantamı da sandalyemin kol kısmına astığımda onu onaylamayı ihmal etmedim. "Üşümüyorsun değil mi?"
"İçerisi iyi, rahatım böyle.." derken gözlerimi kısaca etrafta gezdirdim. Mekânın taş duvarları ve çok göz almayan ışıklandırmalarla aydınlatılması hoştu. Hiçbir kasıntılığı olmayan sıcak bir restorandı. "Güzelmiş burası, zevkli herifsin." Güldü bu sözlerime.
"Ne kadar zevkli bir adam olduğum seninle evlenmemden belli oluyor zaten," Cilveli bir şekilde güldüğümde gözleri üzerimden bir an olsun ayrılmıyordu. "Yedi alem böyle güzel bir kadın gördü mü acaba?"
"Görmemiştir, nerede görecekler?" diyerek o egomu konuşturduğumda buna bayıldığını biliyordum. Gözlerindeki o parıltılar her şeyi açıkça belli ediyordu zaten.
"Görmesinler zaten," dediğinde dudaklarımda aptal bir sırıtış oluşmuş, masaya doğru yaklaşarak iki elimle masaya yasladığı elini tutmuştum. Bununla beraber de diğer elini kaldırıp ellerimizin üzerine yerleştirmeden önce avucum içerisine bir öpücük bırakmıştı.
Gözlerime çöktüğüne emin olduğum o parıltılarla onun yeşillerine bakarken aramızdaki mesafeye rağmen o sıcaklığını hissediyordum. "Çok tatlısın.. Hatırlat, eve gidince biraz mıncırayım seni."
"Konuşma şöyle, biri duyacak." dediğinde bunu söyleyeceğini az çok tahmin ettiğim için kıkırdamıştım. "Tüm karizmamı bitireceksin şu laflarınla."
"Karizmanı yerim senin," dediğim an önümüze birer menü bırakılmış ve başka bir çalışan tarafından da kadehlerimiz doldurulmaya başlanmıştı. Tabii bu söylediklerimi de duymuşlardı.
Kenan'ın bakışları uyarıcı bir hâl aldığında ellerimiz yavaşça birbirinden ayrılmış, dudaklarımdaki sırıtışla önümdeki menüye uzanmıştım.
Onun bakışlarının ağırlığı üzerimdeyken gülmemek için epey zorlanıyor fakat yüzümdeki sırıtışla yetinmeye çalışıyordum. Onun bakışlarından kaçmak için elimdeki menüyü yüzüme doğru kaldırmış, onu görüş açımdan çıkarmıştım. Onun sabır çekişleri kulağıma ulaşırken dirseğimi masaya elimi de alnıma yaslayıp güldüm.
Sanırım bütün gece onu böyle delirtecek, sabrını taşırma noktasına getirip o yumuşacık tavrını bozmamaya çalışacaktı.
Evet, kesinlikle böyle olacaktı.
🌸🌸🌸
"Uyumadın inşallah," diyen sesi kulaklarıma ulaşırken melodik gülüşüm arabanın içerisinde dağıldı.
Gözlerim, ağaçlarla kaplı arazide gezinirken radyodan yayılan kısık sesli müzik de arabanın içerisinde dağılıyordu. Bütün yol boyunca tüm enerjimle ona şarkılar söyleyip dans etsem de bir süre sonra yorulmuş, onu bundan mahrum etmiştim. Sanırım o da bu uzun süren sessizliğimi garipsemişti.
"Uyumadım," diyerek onu yanıtladığımda ağaçlıkların arasında rastladığım iki beden, gözlerimi hafifçe kısmama neden oldu. Arazideki ışıklandırma iki bedeni kolaylıkla seçmeme neden olsa da yüzlerini pek görebildiğim söylenemezdi. Karşılaştığım bu görüntüde onların yüzünü görebilmemin mümkünatı yoktu fakat saklayamadığı kızıl saçlarından kim olduğunu anlamıştım.
Gözlerim adeta yuvalarından fırlarken benim gördüğüm şeyi Kenan'ın görüp görmediğini kontrol etmek için başımı hızla ona doğru çevirmiş fakat onun yolda olan bakışlarını gördüğümde rahatlıkla önüme dönmüştüm.
Bige'yle Yiğit sanıyordum ki kendilerine gizli bir buluşma planlamışlardı ve mekân olarak da burayı seçmişlerdi. Üstelik ağaçlıkların ardında öpüşürken görünmediklerini sanıyorlardı fakat ben onları yakalamıştım!
Yan tarafımdaki görüntü hızla akıp giderken açıkçası şaşkın olduğum şey onların gizli bir şekilde buluşmasıydı. Herkesin onların ilişkisini bildiğini sanıyordum.
"Kenan,"
"Efendim?"
"Bir şey soracağım,"
Gözleri bana doğru dönerken arabanın hızı da yavaşlamış, bahçedeki süs havuzunun önünde durmuştuk. "Sor sevgilim."
"Bige'yle Yiğit'in ilişkisini annenler biliyor mu?"
Bu sorumla beraber gözleri ilgiyle kısıldığında emniyet kemerimi usulca çıkarmıştım. Ardından da kucağımda duran çantamı omzuma astığımda beni yanıtladı. "Babam bilmiyor sadece, niye soruyorsun?"
"Hiç," Omuz silktim. "Merak ettim öyle."
"Babam buna pek hazır olmadığı için ona bu konuda kendini açmamayı tercih ediyor," derken emniyet kemerini çıkarmış, arka koltuğa doğru uzanmıştı.
"Anladım," dedim, arabanın kapısını açıp inerken. Bu esnada o da arka koltukta duran karton poşeti alarak arabadan indiğinde elindeki anahtarla kapıları kilitlemeyi ihmal etmemişti.
"Bu merakın boşa değil senin," dediğinde kolu omzuma dolandı. Bedenim onun bedenine yaslanırken dudaklarımda bir gülümseme oluşmuş, bakışlarımı ona doğru kaldırmıştım. Onun yeşil bakışları ilgiyle üzerimde gezinirken hayırdır dercesine sağ gözünü hafifçe kırptı.
'Kalbimin orta yerinden vuruldum.'
Ben de.
Adımlarımız senkronize bir şekilde ilerlerken bu tatlılığı karşısında kalbimdeki o sıcacık duygular tekrar açığa çıkmış, gözlerim o güzel yeşillerinde kaybolmuştu bile. "Çok tatlısın," dedim, kendi kendime.
Bu sözlerim onun güzelim dudaklarından hoş tınılı bir gülüşün dökülmesine neden olurken başımı ona doğru yaklaştırıp burnumu hafifçe burnuna sürtmüştüm. "Bugün bunu o kadar çok söyledin ki.."
"Ama çok tatlısın?"
Adımlarımız yavaşlarken dudaklarında asılı kalan gülüş yavaşça bir gülümsemeye dönüşmüş, gözleri dudaklarıma düşmüştü. "Hmm," diyen o mırıltısıyla beraber çenemi hafifçe kaldırıp dudaklarına doğru yanaştığımda şu an bunun gerçekten de tam yeri (!) olduğunu söyleyebilirdim. "Sakın cesaret etme çünkü beni durduramazsın."
"Durma," dedim, arsızca. Dudaklarım öne doğru büzüldüğü her an onun dudaklarına hafifçe sürterken nefeslerimiz artık bir olmuş, bir bütün hâline gelmiştik. "Durmanı isteyen kim?"
"Bütün gün beni öpmedin," dediğinde konuşmanın gideceği yeri bildiğimden gülmüştüm. O, kelimeleri arasına bir nefeslik boşluk bıraktığında gözüme kestirdiğim gibi alt dudağını hafifçe kavradım. Dudaklarının o tatlı tadı damağımın her bir noktasına büyük bir hızla yayılırken boğazımın gerisinden zevk dolu bir mırıltı yükselmişti. "Yapma bunu bana, yeri değil."
Dudaklarından dökülenler öpüşmemiz arasına sıkışırken bu dengesiz hâllerimiz epey komikti. Söylediği gibi bütün gün ona bir öpücük bahşetmemiştim fakat hiç yeri olmadığı bir anda da böyle bir tehlikeye girişmiştim.
"Eve gidince çocuk yapma çalışmalarımıza devam edelim," dedim, dudaklarına son kez uzun bir öpücük bırakmadan evvel. Bu sözlerim onu güldürürken dudaklarıma doğru yayılan gülüşü ondan ayrılmamı zorlaştırıyordu.
"Öyle bir çalışmamız yok," derken en sonunda o beni durdurmuş, elini çeneme yaslayarak istemeye istemeye buna bir son vermişti. Düzensiz nefeslerim göğsümün hızla inip kalkmasına neden olurken bakışları her ne kadar dudaklarımda da olsa kendine sahip çıkmayı başarıyordu.
"Yanılıyorsun, var."
"Eve gidene kadar uzak dur benden," diyerek bedenime yaslı olan kolunu benden uzaklaştırdığında sırıtıyordum. "Altüst ettin iki dakikada."
"E ben adamı mahvederim."
"Bilmez miyim?"
Dakikalar önce duran adımlarımız tekrar hareketlendiğinde tam o anda kapı, Firuze tarafından açılmıştı. Bu, çok kısa bir an yakalanmış olduğumuzu bana düşündürse de geldiğimizi kapıdan haber verdiklerini biliyordum.
O, kucağındaki Alaz'la beraber kapıyı açtığında dudaklarımdaki sırıtış büyümüştü. Onu epeydir görmüyordum. "Hoş geldiniz, sizi yakaladım!" Onun bu sözleriyle beraber Kenan'la bakışlarımız hızla birbirine döndüğünde kesinlikle aynı şeyi düşünüyorduk. Bu esnada da Firuze'yle aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatmıştık. "Ne güzel cilveleşiyorsunuz öyle."
Tüm vücudum anında ısınırken tüm kanın yanaklarıma doğru hücum ettiğini hissediyordum. Az önce arsızca davranan benken şimdi utançtan yerin dibine girebilirdim.
"Gözünden de hiçbir şey kaçmıyor," diyen Kenan, ona doğru yaklaşıp dudaklarındaki gülümsemeyle Alaz'ı kontrol ettiğinde şaşırtıcıydı ki ilk kez uyumuyordu. "Büyümüş şerefsiz," dediğinde Firuze gülmüş, Kenan da boştaki elini kaldırıp Alaz'ın yanağını parmağıyla hafifçe okşamıştı.
"Erkek çocuk da ne güzel yakışıyor sana," diyen Firuze, onun gözlerini bayarak gülmesine neden olduğunda bize takıldığını biliyordum fakat ne yazık ki bu esprisine gülememiş, az önce girdiğim yerin dibinde kalmaya karar vermiştim.
"Başlama yine," diyerek gözlerini Alaz'dan aldığında bakışları bana dönmüş, utancımı fark etmişti. Gözleri birkaç saniyelik gibi kısa bir süreliğine yüzümde dolaştığında elini hafifçe öne doğru uzattı. "Üşüme daha fazla, içeri geç hadi.."
Onun bu buyurgan sözleriyle yerimden hareketlendiğimde Firuze'nin yüzüne bakacak hâlim pek olmadığı için bana açtığı yoldan hızla içeri geçmiştim. "Utandırdım karını."
"Karıma bulaşma." diyen sesini duysam da hiçbir şey söylemeyip üzerimdeki kabanımı çıkarmaya koyuldum. "Herkes içeride mi?" derken o da mutfaktan çıkmakta olan Şermin ablayla içten bir şekilde selamlaşmış, yolda aldığımız tatlıyı ona teslim etmişti.
"Evet, içerideler," diyerek yanıtladı onu Firuze. "Siz geçin, ben bir Alaz'ı yatırıp geleceğim."
"Ben de diyorum bu çocuk niye uyumamış daha?" diyerek ilk kez konuştuğumda ikisi de gülmüştü. Kenan, kabanını çıkarırken ben de Alaz'ı sevmek için Firuze'ye doğru yaklaşmıştım. "Büyü artık, azıcık mıncırayım seni... Kenan şuna bak, küçücük." derken bana doğru yaklaşmış, tıpkı benimki gibi bir gülümsemeyle o güzel bakışlarını Alaz'a doğrultmuştu. "Çok tatlı," derken Alaz, işaret parmağımı minik eliyle kavramıştı.
"Prensesim nerede?" diyerek Kenan, Eftal'i sorduğunda Firuze onu yanıtladı.
"Salonda, babasının yanında.."
Onun eli belime dolanırken bakışları da bana dönmüştü. "Geçelim mi içeri?"
"Olur geçelim," diyerek bu teklifini geri çevirmediğimde Alaz'la vedalaşmış, Firuze yukarı çıkarken biz de salona geçmiştik. Salondakilerin koyu sohbeti bizi biraz geç fark etmelerine neden olmuştu.
"İyi akşamlar," diyerek Kenan'la aynı anda konuştuğumuzda koltukta oturan Defne Teyze, Turgay Amca ve Gediz abinin bakışları bizi bulmuştu.
"Aa," dedi, Defne Teyze bizi görmeyi beklemiyor olmalı ki. Demek ki Bige onlara geleceğimizi söylememişti. O; yerinden ayaklanırken hızla bize doğru ilerlemiş, diğerlerinin de ayaklanmasına neden olmuştu. "Hoş geldiniz çocuklar," diyerek önce bana doğru atıldığında onu aynı samimiyetle kucakladım.
"Hoş geldiniz," dedi, Turgay Amca da. "Haberimiz yoktu geleceğinizden, şaşırdık.."
"Maran'la dışarıdaydık," diyen Kenan, annesiyle kucaklaşırken Turgay Amca da bana doğru ilerlemişti. "Bir uğrayalım dedik, Bige söylemedi mi size?"
"Bige hiç gelmedi ki buraya," Gediz abinin sözleri, yanağımın içini dişlememe neden olduğunda Kenan da dahil olmak üzere hepsinin kaşları hafifçe çatılmıştı. "Gelir birazdan, evdedir.. Hoş geldin fıstık, naber?" diyerek beni bir abi edasıyla kucakladığında gülümsedim.
"İyidir abi, sen?"
"Çoluk çocukla uğraşıyoruz," dediğinde güldüm.
"Aç mısınız, size bir şeyler hazırlatayım?" diyen Defne Teyze, bir bana bir de Kenan'a baktığında Kenan onu yanıtlamıştı.
"Hayır anneciğim, yemekten geliyoruz biz de.. Gel otur şöyle." diyerek önce annesini, ardından da beni oturttuğunda o da hemen yanıma oturmuştu. Bu kibar tavırları beni oldukça cezbederken bunun farkında mıydı bilmiyordum fakat olsa iyi olurdu.
Bakışları çok kısa bir an bacaklarıma düştüğünde hiç düşünmeden yan tarafında duran yastığı kucağıma, bacaklarımın üzerine yerleştirdi. Bu, içten içe gülmeme neden olduğunda ona karşı çıkmayıp ellerimi de yastığın üzerinde birleştirmiştim.
"Keşke yemeğe gelseydiniz, hep beraber olurduk."
"Planda yoktu anneciğim," dedi, Kenan da. "Dışarıdaydık, eve dönmeden bir uğrayalım dedik.." diyerek az önce söylediklerini tekrarladığında bakışları yerde oyuncaklarıyla oynayan Eftal'deydi. Sanırım Eftal onu hâlâ fark etmemişti.
"İyi yapmışsınız, başka türlü yüzünüzü göremiyoruz zaten."
"Yeni evliler onlar, Defne.." diyen Turgay Amca, tıpkı karısı gibi bizi gördüğünde çok sevinmişti. Büyük ihtimalle Bige, abisiyle arasındaki meseleyi açık etmemek adına onlara geleceğimizi haber vermemişti. "Gezip tozuyorlar işte."
"Yarın yemeğe gelin, hep birlikte olalım.. Yıldız'ları da çağırmıştım, siz de gelin işte." diyerek Defne Teyze, Turgay Amca'nın bu sözlerini umursamadığında Kenan'la ikimiz aynı anda gülmüştük.
"Yarın olmaz," dedi, Kenan annesini kırmamaya özen göstererek. Bu, bakışlarımı ona doğru çevirmeme neden olduğunda bu teklifi neden geri çevirdiğini anlayamamıştım. "Karımla birlikte ilk kez yeni yıla gireceğim, kusura bakmayın ama biz, baş başa kalmayı tercih edeceğiz.."
Dudaklarım yukarı kıvrılırken yanaklarım ısınmaya başlamış, saçlarımdan birkaç tutamı önüme alarak bunu gizlemeye çalışmıştım. Onun bu dengesiz konuşmalarına sanırım bir türlü alışamayacaktım.
"Aile var," dedi, Gediz abi araya girerek. Onun söylediği bu şey, bakışmamızın bölünmesine neden olduğunda gülümsemem hafif bir sırıtışa dönüşmüştü. "Hem de bir değil iki aile.."
"Biz neyiz?" dedi, Kenan. "Biz de aileyiz."
"Doğru, unutmuşum." diyen Gediz abi, buna epey şaşırmış görünüyordu. Pekâlâ, buna ben de hâlâ alışamamıştım. İşten ayrılırken eve dönüş yolunda bir iki kez yolu karıştırmışlığım bile vardı.
Ben, bunları düşünürken birden salona giren Bige, bütün bakışların ona dönmesine neden olmuştu. "Hoş geldiniz," diyerek birkaç basamağı inerek abisinin oturduğu koltuğa doğru ilerlediğinde Turgay Amca'nın ona yönelttiği soruyla duraksadı.
"Neredeydin?" dedi, merakla.
"Evdeydim, babacığım." dediği an ona gözlerimi kısarak baktığımda çok kısa bir an göz göze gelmiştik. Bu esnada son olarak Firuze de aşağı indiğinde o da Gediz abinin diğer tarafında kalan boşluğa kurulmuştu.
"Cezalısın hâlâ, unutmadın değil mi?"
"Ne cezası?" diyen Kenan'la beraber Turgay Amca'nın bakışları Bige'den ayrıldı.
"Kartları patlatmış hanımefendi," dediğinde Bige somurttu. "Okuldan eve, evden okula gidiyor artık.. Bir süre böyle."
Bige'nin bu yaşadıkları bana birkaç ay öncesini hatırlatırken neredeyse aynı şeyleri yaşıyor oluşumuz sırıtmama neden olmuştu. Aynı şeyleri babam da bana yapmış, bir süre ondan izinsiz dışarı çıkamamıştım.
"İyi bakalım, sürünsün biraz." Kenan'ın bu sözleriyle beraber Bige, kaşlarını çattığında Gediz abi de onun saçlarını hafifçe karıştırmıştı. Bu, hafifçe gülmemi sağlarken Bige'yle göz göze gelmiş ve ona, diğerlerine çaktırmadan başımla mutfağı işaret etmiştim. O, ona ne söyleyeceğimi tahmin etmiş olmalı ki hiç ikiletmemişti. Onlar sohbete daldıkları bir anda da kimseye çaktırmadan yerinden kalkmış, önce o ardından da ben yerimden hareketlenmiştim.
Kucağımdaki yastığı yanımdaki boşluğa bırakıp oturduğum yerden kalktığımda Kenan dışında kimsenin pek dikkatini çekmemiştim fakat o da nereye gittiğimi bildiği için bir şey sormamayı tercih etmişti.
Salondan çıkıp mutfağa geçtiğimde mutfakta sadece Bige'yle Sevda abla vardı. Sevda abla bizim için kahve yaparken Bige de ada tezgâhın etrafındaki taburelerden birine oturmuştu. Onun yanına doğru ilerleyip tam karşısındaki tabureye oturduğumda elimdeki telefonun arkasına sakladığım kredi kartını tezgâhın üzerinden ona uzattım. "Şifresini biliyormuşsun," diyerek mırıldandığımda beni başıyla onayladı. "Baban şüphelenir diye benim vermemi istedi.. Kimseye söyleme tamam mı?"
"Delirmedim o kadar," dedi, ona verdiğim kartı telefon kılıfının arkasına saklarken. "Çok teşekkür ederim.."
"Ben bir şey yapmadım, abine teşekkür edeceksin artık." dediğimde sadece onun duyabileceği bir şekilde konuşuyordum. "Bir şey olursa beni de arayabilirsin." dedim, büyük bir içtenlikle. Bu, güzel yüzünün bir gülümsemeyle aydınlanmasına neden olurken bu bulaşıcı bir şeymiş gibi benim de dudaklarım aynı yavaşlıkla yukarı doğru kıvrılmıştı. "Ayrıca sizi gördüm." diyerek de o gülümsemesinin hızla solmasına neden olduğumda başta neyden bahsettiğimi anlamamış, anladığı anda da o bembeyaz teni kıpkırmızı kesilmişti. "Utanma, görmemiş gibi yapacağım."
"Çok kötüsün." dedi, hızla. "Abim gördü mü?"
"Görmedi," Güldüm, elimi hafifçe sallayarak. "Kızım salak mısın sen, ulu orta yerde çocukla cilveleşiyorsun? Atsana eve adamı." Gayet mantıklı başlayan kelimelerim sonlara doğru mantık dışı kelimelere dönüştüğünde beni şaşkınlıkla dinlemişti. Koca gözleri irileşmiş, yanakları kızarmıştı. "Babana yakalanırsan bitersin, söyleyeyim de.. Bir dahakine eve al, kimse görmez. Tecrübeyle sabit bak ben söylüyorum."
"Babam öldürür beni," dedi, başını iki yana sallayarak. "İyi ki o görmedi!"
"Kim, neyi görmedi?" diyen bir ses, ikimiz arasına girdiğinde ikimizin de bakışları birbirinden kopmuş, mutfak kapısına doğru dönmüştü. Defne Teyze, biçimli kaşlarını çatmış bir ona bir bana bakarken Bige'nin iyice eli ayağı birbirine dolanmıştı. "Ne konuşuyorsunuz bakayım siz? Bir anda yok oldunuz ortadan."
"Öyle havadan sudan anneciğim," diyen Bige, bakışlarını hızla bana çevirip annesine çaktırmadan kaş göz yaptığında elimi çeneme yaslayıp rahat bir tavır takınmıştım. "Yengeciğimle sohbet ediyoruz,"
"Bırak yengeni, kocası sağına soluna bakınıyor dakikalardır.." Defne Teyze'nin bu sözleri beni güldürürken yerimden hareketlenmiştim.
"Abim karısı olmasa ne yapacak acaba?" dedi, Bige de. "Hanımcı çıktı iyice."
"Ben bir bakayım ona," diyerek yanlarından ayrıldığımda salondan gelen kahkahalar adeta evi inletiyordu. Salonda koyu bir sohbet dönerken neredeyse sesleri koridora kadar ulaşıyordu.
Salona geçip birkaç dakika önce kalktığım koltuğa oturduğumda Kenan söylemeden yastığı tekrar kucağıma yaslamıştım. Bu esnada da o, ben yokken kucağına almış olduğu Eftal'le ilgileniyordu. Tüm dikkati onda olsa da geldiğimi fark etmişti.
"Çocuğumu kucağına almıyorsun, fark etmiyorum sanma." diyen Firuze, dikkatle o ikisini izlerken Kenan onun bu sözlerine güldü. O, sahte bir alınganlıkla Kenan'a bakarken Kenan da kucağındaki Eftal'in minik elleriyle oynuyordu.
"Ben küçük çocuk sevmiyorum," diyen Kenan, Eftal'e bir bakış attığında onun hayran bakışlarıyla karşılaştı. Koca ela gözleriyle ona bakarken elimi uzatıp yanaklarını sıkıştırmıştım.
"Bırak hayatım sevmesin," dedi, Gediz abi. O, kolunu karısının omzuna dolayıp kendine doğru çektiğinde gülümsedim. "Biz de onun çocuğunu sevmeyiz."
"Ne zaman dönüyorsunuz?" dedi, Kenan da bu sözlere karşılık. Bu sefer ben; bakışlarımı ona doğru çevirip dudaklarımdaki gülümsemeye rağmen ona gözlerimi belerterek baktığımda bu, sırıtmasına yol açtı.
"Ayıp, Kenan."
"Biz böyle anlaşıyoruz, kimse de alınmıyor gördüğün gibi." diyerek güldüğünde gerçekten de öyleydi. Gediz abiyle aralarındaki bu tatlı atışmayı Firuze de umursamıyor hatta gülüyordu.
"İşte kibar ve naif olunca böyle oluyor." dedi, Gediz abi. O, Kenan'a laf soktuğunda bu sefer gülen bendim. "Senin için yanlış bir seçim olmuş fıstık."
"Karışmaz onun kafası, aşık bana çünkü." diyerek de bilmiş bir şekilde konuşan kişi, gözlerimi baymama neden olduğunda eş zamanlı olarak o da Eftal'in tombul yanaklarına birer öpücük bırakmıştı. Onları izlemek epey zevkli olsa da bir yerden sonra kıskanmaya başlıyordum.
"Eftal'i sana verelim, birkaç gün bak da aklın başına gelsin." Firuze, Kenan'ın reddedemeyeceği bir teklif yaptığında Kenan gülmüştü.
"Olur," dedi, tıpkı tahmin ettiğim gibi. Gözleri, Eftal'in koca gözlerinde dolaşırken onu hafifçe havaya kaldırıp gülmesini sağladı. Kısılan gözleri, gülümsememin genişlemesine neden olduğunda minik ve bir o kadar da tombul olan elleri Kenan'ın kirli sakallarının çevrelediği çenesine yaslanmıştı. Bununla beraber de tekrar onun kucağına yerleştiğinde Kenan da o küçük ellerini avucu arasına alıp minik bir öpücük kondurmuştu. "Kaçırayım mı seni?"
"Dünden razı," diyen Firuze, Eftal'in cilveli kıkırtılarına atıfta bulunduğunda pabucumun dama atıldığını hissediyordum. Kenan'ın üzerimden ilgisini çektiği tek an, Eftal'le ilgilendiği zaman dilimi oluyordu.
"Babasına daha aşık olduğu için asla seninle gelmez."
"Deneyelim istersen," Kenan'ın iddialı sözlerini Eftal'in tavırları da desteklerken saçmaydı fakat gerçekten Gediz abinin şansı yok gibiydi. Üstelik onun bu huysuzluğuna da bir yerde anlam veriyordum. E tabii haklıydı, kendi kızı amcasına daha düşkündü.
"Bu kızla nasıl baş edeceğim bilmiyorum," Başını hafifçe iki yana salladığında Firuze güldü. "Yakışıklı herif gördü diye şu hâllere bak."
"Sağ ol ablacığım," diyerek Sevda ablanın önüme bıraktığı kahveye doğru uzandığımda en iyisinin sessizce kahvemi içmek olduğunu düşünüyordum. Tabii bu sırada o da sessizliğimi fark etmiş olmalı ki ilgisini bana doğru çevirebilmişti. Pekâlâ, sanırım biraz kıskançtım.
"Sessizsin," diyerek bana yanaştığında fincanı dudaklarıma doğru yanaştırdım.
"Düşünüyorum."
"Neyi?"
"Çocuğumuz olursa ne yapacağımı," dediğimde ona bakmamama rağmen gülüşünü işittim fakat komik değildi. Yani en azından o kadar komik değildi. "Kendini unuttun resmen."
"Yok artık," dedi, şaşkınca. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde göz göze geldik. "Şu kadarcık çocuğu mu kıskandın?" derken bu onu epey eğlendirmiş gibi görünüyordu. Dudaklarında bir sırıtış oluşmuş fakat o şaşkınlığını da gizleyememişti.
"Aklın başından gitti."
"Ne zamandır görmüyorum Eftal'i, özlemişim işte ne var bunda?"
"Evet üç gün görüşmediniz sadece.."
Bu sözlerim, bakışlarının gözlerim arasında mekik dokumasına neden olduğunda bu onu güldürmüştü. "Şu an o kadar tatlısın ki.." dediği an dudaklarım yavaşça yukarı doğru kıvrılmıştı. Bu sırada boştaki kolunu arkama doğru uzatmış, beni kendine doğru hafifçe çekmişti. "Kıskanma," dedi, yavaşça. "Seni daha çok seviyorum, biliyorsun."
"Şu an pek emin olamıyorum." dediğimde bir kez daha gülmüş, o tatlı dudaklarından içimi eritecek kadar melodik bir gülüş dökülmüştü.
"Biz önümüzdeki haftalarda Trabzon'a gitmeyi planlıyoruz, dönmeden önce bizimkileri bir görelim dedik." diyen Gediz abinin sözleri, dikkatimizi dağıtmaya yettiğinde bakışlarımız birbirinden kopmuştu. "Annemleri de görürüz, düğünden sonra görüşemedik bir türlü." diyerek karısına doğru döndüğünde Firuze onu onaylayan şeyler söylemişti.
"E biz de geliriz," diyerek aralarına girdiğimde Kenan'la böyle bir planımız olduğu için o şaşırmamıştı. "Ziyarete gitmek istiyorduk zaten, sen ne diyorsun?" dedim, ona doğru dönerek.
"Sen ne diyorsan onu yapacağız, başka şansımız mı var?"
'Şovu kes abiciğim, daha çok bağlanıyoruz sonra.'
Dudaklarımdaki sırıtış büyürken hızla gözlerimi ondan kaçırıp bizi izleyen üç çift göze doğru dönmüştüm. "Biz de geleceğiz, ayarlayalım bir ara."
"Siz niye dönüyorsunuz, kalın işte."
"Firuze kalsın istiyorum ben aslında," dedi, Gediz abi de Kenan'ın bu sözlerine karşılık. "Ben işteyken çocuklarla tek başına baş edemeyeceğini düşünüyorum ama kendisi bir türlü kabul etmiyor."
"Olmaz öyle Gediz, ne yapacağız biz burada sen yokken?"
"Biz de buradayız kızım, tek başına değilsin öyle söyleme." diyerek Turgay Amca onların arasına girdiğinde Defne Teyze'yle Bige de salona girmiş, yerlerine oturmuşlardı. "Gediz doğru söylüyor, tek başına yapamazsın."
"Ne oldu, ne konuşuyorsunuz?" Defne Teyze, merakla onların sohbetini böldüğünde Eftal'in saçlarını hafifçe okşuyordum. O, elindeki oyuncakla oynarken hiç rahatsız olmuyordu.
"Döneceklermiş,"
"Yine mi bu mevzu?" dedi, Defne Teyze bıkkınlıkla. "Ben diyorum size şirketi buraya taşıyalım diye."
"Öyle kolay olmuyor anneciğim," dedi, Gediz abi de. "Yılların emeği var orada, bir anda olmuyor ki her şey."
"Yardıma ihtiyacın varsa gelirim," diyen Kenan, bu beklenmedik teklifiyle beraber tüm bakışların ona dönmesine neden olduğunda onların içinde ben de vardım. Bakışlarım ona doğru hızla dönmüş, ifadesini kontrol etmiştim. "İşler ne durumda?"
"Bildiğin gibi yoğun," diyerek onu yanıtladığında içimi bir korku kaplamış, bu konuşmaya dikkat kesilmiştim. "Ama halledilmeyecek gibi de değil, işler biraz birikti sadece o kadar."
"Şimdi dönerseniz Firuze için zor olur," dediğinde bu konunun nereye varacağını merak ediyordum.
"Eftal doğduğunda da oradaydık ve gayet hallediyordum her şeyi, bence hiçbir sorun olmaz." diyerek Firuze duruma el attığında Gediz abinin bakışları ona dönmüştü.
"O zaman sadece Eftal vardı ama,"
"Ben burada sensiz tek başıma kalmam, Eftal çok özler seni.."
"Alaz biraz büyüyene kadar en azından," dedi, Defne Teyze. "Bir bakıcı da bulursunuz o zamana kadar, öyle dönersin sen de kızım.."
"Şirketi taşısak iyi olur aslında, artık olmuyor böyle." Turgay Amca'nın bu sözleri, Defne Teyze'nin sevinmesine neden olurken açıkçası bence de mantıklı olan buydu. "Orayı yine siz ikiniz yönetirsiniz, Bige'nin de okulu bitiyor yakında. O zamana kadar şirketi buraya taşımış oluruz, üçünüz yürütürsünüz işleri.."
"Sen bu fikri hayata geçir o zaman, bak çocuklar zorlanıyor artık. Yapamıyorlar böyle.."
"Halledeceğim en kısa sürede."
"Duyduğuma göre bu sefer Kenan'ı gönderecekmişsin." dedi, Gediz abi. Bu, kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden olduğunda Kenan'ın bakışları bana dönmüştü. O, bu bakışlarımı fark ettiğinde bir şey olmadığını belirtircesine başını hafifçe salladı.
"Japonya'da bir iş var, ondan bahsediyor abim."
"Bana söylemedin daha önce?"
"Henüz belli bir şey değil çünkü,"
"Gidemezsin bir yere, izin vermiyorum." dediğimde hepsi gülmüştü fakat ben ciddiydim. Bu ciddiyetimin farkında olan tek kişi de oydu.
"Ortada bir şey yok daha, sakin ol." dedi, gülerek.
"Ama ihtimal var,"
"Evet ama kesinleşirse sadece bir haftalığına gidip geleceğim." Kaşlarım havalanırken bizi keyifle izliyorlardı.
"Bir de?" dedim, abartılı bir tavırla. "Ben ne yapacağım o sırada?"
"Bunu kesin bir şey olduğunda düşünürüz bence," diyerek beni yanıtladığında gözlerim uzunca bir süre üzerinde gezinmişti. Böyle bir ihtimalden daha yeni haberdar oluşum yeterince sinirlerimi bozmuşken bir de kesin olmayışı daha çok gerilmeme neden olmuştu. Birkaç gün de olsa onsuz nasıl yapardım bilmiyordum. "Asma o güzel suratını," derken parmakları çenemi kavramış, makas almıştı.
"Ne nazlı karın var senin öyle," dedi, Firuze bana takılarak.
"Onun nazı bana," Kenan'ın gülerek söylediği şeye hiçbir tepki vermediğimde kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslanmıştım. Birden açılan bu konuyla beraber moralim altüst olmuş, suratım asılmıştı. Böyle şeylerden nedense en sonunda benim haberim oluyor, asla bana söylemiyordu.
Sanırım bu koltuktan kalkana kadar da surat asmaya devam edecektim.
"Lütfen biraz güler misin?" diyen sesini duyduğumda onun bu sözlerini umursamadım. Diğerleri başka bir konuya yönelmişken bizi pek duymuyorlardı. "Somurtma şöyle, ayıp."
"Konuşma benimle." dediğimde o esnada Eftal'i kucağından indirmiş, o da tekrar yerdeki oyuncak yığınına geri dönmüştü. Gözlerim onun üzerinde gezinirken peluş bir ayıcığı eline aldı.
"Bu ne şimdi, çocuk gibi?" dedi, hayıflanırcasına. "Yok öyle bir şey dedim ya?"
"Sadece henüz belli bir şey olmadığını söyledin," derken bakışlarımı yavaşça ona çevirdim. "Yani bu, gidebileceğin anlamına geliyor."
"İş için, keyfi değil."
"Bazen yanlış bir eş seçimi yaptığımı düşünüyorum," dediğimde kaşları çatıldı. "İşkolik adamın tekisin, nereden bulduysam seni?"
"Maran," diyerek uyarıcı bir tınıda konuştuğunda onu umursamadım. Bakışlarımı tekrar önüme çevirip kulağımı ona tıkadığımda o da daha fazla konuşmamayı tercih etmiş, enerjisini eve saklamıştı. Büyük ihtimalle eve gittiğimizde tartışacaktık fakat umurumda değildi. Onun yoğun çalışmalarından açık olmak gerekirse artık sıkılmıştım. Üstelik böyle bir konunun varlığından bile bana bahsetmemişti.
Belki de gerçekten işkolik, deli bir adamla evlenmiştim.
🌸🌸🌸
Giydiğim elbisenin göğüs kısmını düzeltirken gözlerim önümdeki boy aynasında geziniyor, bir yandan da kararsızca dolaptaki elbiselerime bakınıyordum.
Kırık beyaz tonlarındaki elbise vücudumu tamamen sararken elbise ayak bileklerime kadar uzanıyordu. Omuzları düşük elbisenin büzgü detayları varken üzerime tam oturmuştu fakat yine kararsızlığım nüksetmişti.
Bakışlarımı dolaptaki elbiselerimden alıp tekrar aynaya doğru döndüğümde bu görüntüde yalnız değildim. Giyinme odasının kapısına yaslanmış beni izleyen bir çift göz daha vardı. "Yakışmış," dedi, benim kararsızlığımı görmüş olacak ki.
"Yakıştığının farkındayım," dediğimde bu, aramızda esen sert rüzgarları kısa bir anlığına dindirmişti. O, benim dudaklarında yarattığım gülüşle bana doğru ilerlerken ben de bakışlarımı tekrar kendi görüntüme çevirmiştim.
Dün gece eve geldiğimizde de, arabadayken de yurt dışı mevzusuna hiç değinmemiştik. Açıkçası o da pek bir şey söylememiş, eve geldiğimizde sadece bana sırnaşmakla yetinmişti. Dün gece aramızda pek hoş şeyler yaşanmadığından dolayı da sabahtan beri ondan uzak duruyordum.
Çünkü o neticede tehlikeliydi.
Belime dolanan eli, yine tüm sistemimi altüst ederken gözlerimiz aynadan kesişmişti. "Benim için bu kadar hazırlanmana gerek yok," dedi, sanki onun için bunca hazırlığı yapmışım gibi.
'Baş başa olacağınıza göre kime hazırlandın bu kadar?'
İç sesimin yine beni açık ettiği anlardan birindeyken göz devirmemek için kendimi epey bir zorlamam gerekmişti çünkü bu aralar Kenan'ın yanında sıklıkla iç sesimle konuştuğum için deli olduğuma kanaat getirebilirdi.
"Senin için hazırlanmadım," dedim, bir çırpıda. Onun bakışları aynadan beni takip ederken diğer eli de usulca aşağı doğru kaymıştı. "Kenan yaklaşma bana.." diyerek ondan uzaklaştığımda aynanın önünden de çekilip makyaj masama doğru ilerlemiştim.
"Hâlâ bitmedi mi bu saçma tribin?" dedi, bıkkınlıkla. Buna karşılık umursamazca omuz silktiğimde pufa oturup çekmecedeki makyaj malzemelerimi karıştırmaya başladım. "Gitmem gerekirse gideceğim tabii ki bu benim işim. Biraz olsun saygı duyamaz mısın?"
Bu sözleri kısa bir an duraksamama neden olduğunda bu sözlerinde tabii ki haklıydı fakat benim sorun ettiğim şey bu bir düşünce olsa bile bundan haberimin olmayışıydı. Üstelik ondan da öğrenmemiştim.
"Saygı duyuyorum zaten," dedim, sakince. Elimdeki makyaj malzemelerini masanın üzerine bırakırken, "Bana söylememenden yakınıyorum sadece, anlamıyor musun?"
"Haklısın," dedi, bir kez daha bana doğru ilerlerken. O, yavaşça bana doğru yaklaşırken elimdeki kapatıcıyla göz altlarımı kapatıyordum. Bu esnada da yanıma gelmiş, kalçasını makyaj masasına yaslayıp kollarını göğsünde birleştirerek beni izlemeye koyulmuştu. "Henüz belli olmadığı için söylemek istemedim ama evet, yine de söyleyebilirdim." Gözleri yüzümün her bir noktasında gezinirken, "Dün geceden sonra bunu unutmuşsundur diye düşünüyordum."
Sözleri, gözlerimi kısa bir an ona çevirmeme neden olduğunda dün gecenin görüntüleri zihnime doluşmuştu. "Yatağıma giren sendin, seni geri çevirmedim sadece.."
"Hiç öyle demiyordun," derken epey eğleniyor gibiydi. Benimle uğraşmak onun hoşuna gidiyordu. "Bana bir sürü iltifat ettin.."
"Kocam değil misin, ederim?"
"Bahanen bitti tabii." diyerek benimle dalga geçmeye devam ettiğinde dayanamamış, dudaklarımda bir sırıtışın oluşmasına izin vermiştim. Bu, onun yüzünde sahici bir gülüşün belirmesine neden olduğunda bakışlarımı ondan uzaklaştırdım.
"Defol git şuradan, makyajımı yapacağım."
"Hayır, seni izlemek istiyorum."
"İzleme beni git," Omuz silkerken kolumu masaya yaslayıp bir süngerle yüzümdeki kapatıcıyı dağıtmaya başlamıştım. Bu esnada söylediği gibi beni izliyor, gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Dakikalarca bu, böyle devam ettiğinde makyajım da epey kısa sürmüştü. Günlük yaptığım makyajdan farklı bir şey yapmamış, her zamanki ben olmuştum. Tek bir farkla bu sefer kırmızı rujumu sürmeyi tercih etmiştim. "Sana da süreyim mi?" diyerek konuştuğumda büyük bir dikkatle rujumu sürüyordum.
"Seni öpmeyi tercih ederim," Güldüm alayla.
"Maalesef canım ya."
"Benimle iddialaşma bence," Yeşil gözleri profilimde gezinirken elimdeki ruju masanın üzerine bırakmış ve kendimi aynadan son kez kontrol etmiştim. Ardından da ona doğru dönerek işaret parmağımı ayakkabılarımın dizili olduğu rafa doğru uzattım. O, ne istediğimi anlayarak yerinden doğrulduğunda ona hiçbir şey söylemememe rağmen istediğim siyah topuklu çizmelerime doğru uzanmıştı. Bu, kaşlarımın havalanmasına neden olurken dudağım hafifçe öne doğru büzüldü.
"Tanıyorsun karını,"
"Karım olduğun için olabilir mi acaba?" diyerek bana doğru döndüğünde aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatıp yanıma kadar gelmiş, önümde dizlerinin üzerine hafifçe çökmüştü. Bununla beraber bacağımı bir diğerinin üzerinden indirdiğimde yere bıraktığı çizmelerden birini eline alıp sağ ayağıma yavaşça geçirdi. Elbisemin eteklerini, kendine alan tanımak için hafifçe yukarı kaydırdığında görüş açımdaki başının üzerine istemsizce bir öpücük bırakmıştım. Saçları arasına bıraktığım bu öpücükle beraber kokusu ciğerlerime dolmuş, bakışlarını usulca bana doğru kaldırmıştı. Yüz yüze geldiğimizde de gülümseyip burnumu burnuna sürttüğümde gözleri dudaklarıma doğru bir rota çizdi. "Küs olduğumuzu sanıyordum," dedi, dudaklarındaki küçük sırıtışla.
"O konuyu hiç açma bence," dedim o, çizmemin fermuarını çekerken. Buna rağmen gözleri dudaklarımdan ayrılmazken, "Zararlı çıkarsın." Bir eli bacağımdayken bu sözlerimi pek umursuyor gibi görünmüyordu. Hatta çenesini hafifçe kaldırıp dudaklarıma doğru yaklaşmış fakat başımı geriye doğru çekmemle beraber dudakları dudaklarımı teğet geçmişti. "Çok beklersin."
"Baş başayız," dedi, imalı bir şekilde. Yeşil gözleri gözlerime tırmandığında ona üstten bakıyordum. "Eninde sonunda yakalayacağım seni." dediğinde gülmüştüm. Bu esnada çalan kapı zili aramızdaki kısacık sessizliği doldurduğunda dudaklarımdaki gülüş bir gülümsemeye dönüşmüş, kaşlarım hafifçe çatılmıştı. Onun da aynı şekilde kaşları çatılırken, "Birini mi bekliyorduk?" diye sordu.
"Hayır," dedim, omuz silkerek. "Kim ki?"
"Ben bakarım," diyerek diğer çizmemin fermuarını da çektikten sonra çöktüğü yerden yavaşça doğrulmuş, ben kendimle ilgilenirken o da odadan çıkmıştı. Bu sırada ben de takılarıma göz attığımda odada daha fazla oyalanmadan aşağı indim.
Kapıdan gelen sesler kulaklarıma ulaşırken, "Ne işiniz var oğlum burada?"
"E parti yapacağız,"
Kılıç'ın sesini duyduğum an neler olup bittiğini anladığımda omuzlarım düşmüş, bu geceye dair olan planlarımızın tamamen çöp olduğunu anlamıştım. "Biliyordun tabii evde olacağımızı değil mi? Sırf şerefsizlik yapmak için geldin buraya."
"Tanıyorsun beni."
Kapıdaki sesler git gide yaklaşırken olduğum yerde durup kollarımı göğsümde birleştirerek bana doğru gelen topluluğa baktım. Kılıç, Yiğit, Bige ve çok çok daha fazlası yüzlerindeki sırıtışla bana doğru ilerlerken en arkada beş karış surata sahip iki kişi vardı.
Olcay ve Kenan oldukça huysuz görünüyorlardı.
Kenan'la bakışlarımız kesiştiğinde başım hafifçe omzuma doğru düşmüş, onun ellerini çaresizce iki yana açmasına neden olmuştum. "Naber yengecan?" diyen Kılıç, yanağımdan makas alarak yanımdan geçip gittiğinde Kenan da usulca yanıma yanaşmıştı. O, elini belime atıp benimle beraber somurtmaya devam ettiğinde Olcay da adımlarını bana doğru sürükledi.
"Aşkım kusura bakma," dedi, bana doğru atılıp tek bir kolunu boynuma dolarken. Ben de kollarımı indirip ona karşılık verirken bu suratsızlığının nedenini anlamıştım. "Engel olamadım işte."
"Saçmalama, seninle bir alakası yok.." diyerek onu yatıştırmaya çalıştığımda çok geçmeden benden uzaklaştı. "Başka çaremiz yok, eğleneceğiz!" Güldü.
"Ben pek eğleneceğimi sanmıyorum." diyen Kenan'la beraber başımı ona doğru çevirdiğimde Olcay bunu duymamış, çoktan yanımdan ayrılıp koltuklardan birine doğru ilerlemişti.
"Ben de." dedim, dudağımı hafifçe büzerek.
"Kaçalım mı?" Güldüm.
"Bu kadar insan buradayken?"
"Banane amına koyayım, gelmeselerdi."
Onun bu kaba sözleri beni güldürürken elimi kaldırıp beline dolamıştım. "Olmaz öyle şey, gel.." diyerek onu salona doğru sürüklediğimde tüm bunlara rağmen bana itiraz etmedi. Adımlarıma ayak uydururken salondaki koltuklar adeta dolup taşmıştı. "Daha yok muydu?" dediğimde Kenan ne demek istediğimi anlamış olacak ki bu sefer onu ben güldürmüştüm. Bu sırada kendimize bulduğumuz bir boşluğa sıkışmış, beni de kucağına çekmişti. Onun dizine oturduğumda sırtım da koltuğun kol kısmına yaslandı. "Pasta mı o?" dedim, Bige'yle Yiğit'in mutfağa doğru gittiğini gördüğümde. Ellerinde koca bir pasta kutusu varken açıkçası onları kovmamayı düşünebilirdim.
"Evet," dedi, Bige de.
"Neli?"
"Çilekli." Sırıttım.
"Beni nasıl kandırıyorlar görüyorsun değil mi?" diyerek Kenan'a döndüğümde bana yandan bir bakış atmıştı.
"Zor olmuyor onlar için."
"Kıskançsın."
"Ve kaba." dedi, Kılıç.
"Sen de kabasın," Olcay'ın sözleri, Kılıç'ın bakışlarının ona dönmesine neden olduğunda kolunu onun omzuna atıp kendine doğru çekmişti. Dudaklarımdaki gülümsemeyle onları izlerken salonun diğer köşesinden duyulan güçlü bir ses yerimden sıçramama neden oldu. Bununla beraber hepimizin bakışları o tarafa dönerken Yiğit'le Bige'nin getirdikleri bir şampanyayı açtıklarını görmüştüm. Açtıkları şampanya yere damlarken kaşlarımı çattım.
"Hey!" dedim, bağırarak. "Temizleyin çabuk orayı, hemen!"
"Yiğit, hadi koçum." diyen Kenan da bu sözlerimi desteklediğinde çatık kaşlarım normal haline geldi. "Konuşturma yengeni."
"Yaşlı çiftlere benzemişsiniz iyice," diyen Yiğit, elindeki şişeyi Bige'ye verip ortadan kaybolduğunda Kenan'ın kaşları çatıldı. Malûm onun yaşlılığa karşı bir önyargısı vardı.
"Taş gibisin," dedim, işaret parmağımı çenesine yaslarken. "Kıskanıyorlar seni, boşver." diyerek fısıldadığımda bu onu güldürdü. Bu gülüşü de içimi ısıtırken önce yanağını, ardından da dudaklarımı hafifçe aşağı kaydırıp çenesini öpmüştüm. Rujum, beyaz tenine bulaşırken parmağımla silmeye koyulmuştum bile. "Hadi bana şarap getir, içelim." Gözleri kısıldı.
"Bir şey isteyeceğin belliydi zaten," Kıkırdadığımda sağ elini kaldırıp bacaklarımın arasına yaslamış ve beni kucağından kaldırmıştı. O, yerinden kalkıp mutfağa doğru gittiğinde ben de bıraktığı boşluğa oturarak kollarımı göğsümde birleştirdim. Bu esnada konsolun üzerindeki müzik çalardan yayılan gürültülü müzik evin duvarlarında yankılandığında yüzümü buruşturup o tarafa doğru bir bakış atmıştım.
Bu gecenin uzun süreceği daha ilk dakikadan belli olmuştu.
🌸🌸🌸
"Kız becerikliymişsin ya sen?"
Annemin bu sözleri beni güldürürken kolumu kaldırıp önüme gelen bir tutam saçımı geriye doğru itmeye çalıştım. Saçlarım arasındaki kırmızı renkli bandanaya rağmen önüme düşüyor ve beni rahatsız ediyordu. Ellerim kirli olduğundan dolayı dokunamamak da epey sinirlerimi bozuyordu.
Saatler önce annemle Defne Teyze, bugün evde olduğumu bildikleri için bana sürpriz yapıp buraya gelmişlerdi. Onlar sadece beni görmek için gelmiş olsalar da bir şekilde kendimizi mutfakta bulmuştuk. Açıkçası ben, onları ısrarla mutfağa sokmuştum.
"Güzel yapıyor muyum?" derken elimde duran incecik yaprağı onlara gösterdim. Defne Teyze'den bana, bunu öğretmesini istemiştim ve acemi birine göre de gayet iyi gittiğimi söyleyebilirdim.
"Çabuk öğrendin," diyen Defne Teyze'ye güldüğümde elimdekini önümde duran tencereye yerleştirmiştim. "Kenan bayılıyor buna.."
"Biliyorum," dedim, dudaklarım yukarı doğru hareketlenirken. "O yüzden öğrenmek istiyordum, kısmet bugüneymiş." dediğim esnada evin kapısının biri tarafından açıldığını duymuş, bakışlarımı mutfak kapısına doğru çevirmiştim. Çok geçmeden o da mutfağın kapısında göründüğünde bakışlarımız kesişmiş; ardından görmüş olduğu manzaranın şaşırtıcılığıyla kaşları hafifçe havalanmış, adımları yavaşlamıştı. Bu, bir anda nükseden gülme isteğimi zar zor bastırmama neden olduğunda gülmemek için epey çabalamam gerekmişti.
"Hoş geldin," diyen mırıltımı duyduğunda annemle Defne Teyze de onun geldiğini henüz yeni fark etmişlerdi.
"Hoş buldum," derken öncesinde anneme doğru ilerledi. "Hoş geldiniz Yıldız Teyze'ciğim," dediğinde ona sarılmak için bir hamlede bulunmuş ve annem de kollarını ona doğru kaldırmıştı.
"Hoş buldum Kenan'cığım," dedi, annem de. "Nasılsın görüşmeyeli?" derken birbirlerinden uzaklaşmışlardı. Kenan'ın dudaklarında sıcacık bir gülümseme varken gözlerimi ondan almakta zorlanıyordum.
"İyiyim, siz nasılsınız?"
"Ayol bırak artık şu sizi bizi!" Annemin bu sözleriyle beraber istemsizce kıkırdadığımda Defne Teyze de gülmüştü. Bu esnada Kenan da annemin bu sözlerine sadece gülmekle yetinmiş ve annesine iki büyük adımda ulaşarak onu kucaklayıp yanağına tatlı bir öpücük bırakmıştı.
"Bırak çocuk nasıl istiyorsa öyle söylesin anne," dediğimde annem bana bakmıyordu bile. Önündeki yemeğe dalmış, onunla uğraşıyordu fakat bu sırada bana laf yetiştirmeyi ihmal etmedi.
"Siz gençler bir tuhaf oldunuz zaten.." dediğinde gülerek gözlerimi baymış ve bana doğru yaklaşan kocama tek kolumu hafifçe kaldırmıştım. O, kolunu bana dolayıp kokumu derince solurken dudaklarımda hoş bir gülümseme vardı.
"Ellerim kirli, sarılamıyorum." dedim, mırıltı hâlinde. O, boynuma çaktırmadan bir öpücük bıraktığında başımı hafifçe oynatıp annemleri kontrol etmiştim.
"Ne yapıyorsunuz böyle?" diyerek benden uzaklaştığında bakışları da ada tezgâhın üzerine uğramıştı. Birden fazla yemek ve tatlı türü tezgâhı baştan sona donatmışken bizim enerjimize şaşırdığı gözlerinden okunuyordu.
"Maran akşam yemeğine kalmamız için epey ısrar etti," Evet, bundan Kenan'ın haberi vardı.
"Ve bütün yemekleri de bize yaptırıyor," diyerek annem, Defne Teyze'nin sözlerini tamamladığında Kenan'la birlikte Defne Teyze de güldü.
"Ya hayır," dedim, gözlerimi büyüterek. "Anne!" Hızla başımı iki yana salladım. "Kara lahana sarmayı öğrenmek istedim sadece!"
"Ben gayet eğleniyorum," dedi, Defne Teyze de. Bununla beraber anneme bakıp Defne Teyze'yi gösterdiğimde güldü.
"Bige'yle Firuze nerede?"
"Bige okuldaydı, çıkmıştır muhtemelen.. Firuze'yle Gediz de Alaz'ı kontrole götürdüler."
"E gel otur, kalma ayakta." diyerek aralarında oluşan sessizliği bozduğumda bakışlarım da ona döndü. "Açsan sana bir şeyler hazırlayayım?"
"Aç değilim güzelim, sen işine bak.." dedi, yumuşacık bir tonda. "Ben bir yukarı çıkacağım, duş alıp gelirim sonra yanınıza." derken bakışları uzunca bende durmuş, başını hafifçe oynatarak kapıyı göstermişti. Bu, birkaç saniyeliğine duraksamama neden olduğunda en sonunda ona öyle bakmayı kesip ayaklanmıştım. Defne Teyze'yle annem, bu hareketliliğimi umursamazken Kenan da mutfaktan çıktı. Eş zamanlı olarak da Melinda mutfağa girdiğinde lavaboda ellerimi yıkıyordum.
"Melinda," dedim, o bana doğru ilerlerken. Ela gözleri bana dönerken, "Annemlere bir kahve yapabilir misin?"
"Tabii," dedi, o aksanlı sesiyle. Onunla daha birkaç gün önce tanışmış, iş konusunda da çabucak anlaşmıştık. Başta ona olan ön yargım da onu tanıdığımda kırılmış, sevecen tavırlarına hemen kanmıştım.
Ellerimi yıkayıp askıda duran mutfak havlusuyla da ellerimi kuruladıktan sonra hızla mutfaktan çıkarak merdivenleri tırmandım. Merdivenleri de hızlıca bitirip odaya çıktığımda kapalı olan kapıyı açıp içeri girmiş, ardından da kapıyı arkamdan kapatmıştım. Kenan, üzerindeki gömleğin düğmelerini çözerken adımlarımı yavaşça ona doğru sürükledim.
"Ne oldu?" dedim, merakla.
"Önemli bir şey yok, seninle konuşmak istedim sadece." dediğinde kaşlarım havalandı, kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Ne hakkında?"
"Pırıl istifa etti." O, dikkatlice gözlerime bakarken bir yandan gömleğinin düğmelerini usulca çözüyor, bir yandan da benim gözlerimdeki ifadeye dikkatle bakıyordu.
"Süper bir haber." dedim, hiç istifimi bozmadan.
"Sabah arayıp söyledi, yazılı istifasını da masama bırakmış." Onun bu sözlerine hiç şaşırmadan onu dinlemeye devam ettiğimde gözlerim gözlerine çıkmıştı. Onun bakışları da aynı yerdeyken, "Nedenini sorduğumda da söylemedi, bir şeyler geveledi ama ben biliyorum."
"Neyi biliyorsun?"
"Ne yaptın kıza?"
"Saçını başını yoldum, ne yapacağım?" Omuz silktiğimde bakışları hızla bana dönmüştü ki gözlerimi baydım. "Yok artık Kenan, ne yapacağım ben ona ya?" diyerek konuştuğumda iç sesim cadı kahkahaları atıyordu. Pırıl bu sabah Kenan'ı aramadan önce yazılı istifasını bana göndermiş ve ben de kontrol etmiştim. Yani bütün bu olanlardan haberdardım.
"Gözlerin öyle demiyor."
"Haklısın," dedim, ona doğru yavaşça bir iki adım atıp ellerimi çıplak göğsüne yaslarken. Mavi gözlerimi süzerek onun yeşillerine baktığımda, "Gözlerim çok başka şeyler söylüyor çünkü.."
"Beni idare ediyordu, neden yaptın böyle bir şey?" diyerek beni umursamadığında boynundaki zinciriyle oynuyordum.
"Sana asılmasını göz göre göre kabul mu edecektim?" dedim, sakince.
"İyi de umurumda değil ki bütün bunlar," dediğinde bunu tabii ki biliyordum. Böyle şeyler onun hiç ilgisini çekmiyordu fakat o kızdan rahatsız oluyordum. "İlgimi çeker mi sence böyle şeyler?"
"Aşkım sevmiyorum o kızı ne yapayım?" dedim, gayet masum bir şekilde. "Yenisini buluruz, o iyi çalışamıyordu zaten boşver."
"Ah Maran ah," diyerek yakınmaya başladığında güldüm. O, bana üstten bakışlar atarken başımı hafifçe geriye atarak at kuyruğu yaptığım saçlarımın omuzlarımdan aşağı salınmasını sağladım. "Ne yapacağım acaba seninle?"
"Valla istediğini yapabilirsin," dediğimde bu sefer gülen o olmuştu. Güzel gülüşüne gözlerim takılırken, "Biliyorsun yapacağın şeyleri.."
Eli belime dolanırken ben de ellerimi kaldırıp gömleğinin yakalarına tutunmuştum. "Duş alacağım," dedi, yeşil gözleri yavaşça dudaklarıma inerken. "Anca akşam hesaplaşabiliriz."
"Küçük bir öpücük belki?"
"Öpersem bırakmam." Kıkırtım odanın duvarlarında yankılanırken bunu söylemesine rağmen bakışları hâlâ dudaklarımdaydı. Kolları belime sıkı sıkıya dolanmış, bedenlerimiz tamamen bir bütün hâline gelmişti. Üstelik benden uzaklaşmaya da pek niyeti olduğunu söyleyemezdim.
"E bırak o zaman beni,"
"Zor geliyor şu an."
"Biraz daha böyle bakmaya devam edersen ben seni öpeceğim." Bu sözlerim onun gülmesine neden olsuğunda gözleri yavaşça gözlerime çıkmış, mavi gözlerimde bir süre oyalanmıştı. Bu esnada ben de gömleğinin yakalarını bıraktığımda elleri gevşemiş fakat hâlâ beni bırakmamıştı. "Hadi git duş al, aşağı iniyorum ben de."
Ondan uzaklaşıp kapıya doğru ilerlemek için hamle yapacağım esnada beni bırakmamış, aramızda açılan o kısacık mesafeyi yine kapatmıştı. Burun buruna geldiğimizde dudaklarımdan yine bir gülüş dökülmüş, bir şey söylememe fırsat vermeden dudaklarını dudaklarıma örtmüştü.
Gülüşüm dudakları arasında kaybolduğunda yumuşacık dudaklarının baskısı beni sınırlamıştı. Eş zamanlı olarak öpüşlerine karşılık vermeye başladığımda eli de ensemi kavramış, yüzünü iyice yüzüme gömmüştü. Bununla beraber elimi kaldırıp boynuna yasladığımda nabzını adeta parmak uçlarımda hissediyordum. Teninin sıcaklığı parmak uçlarımı yakarken diliyle dudaklarıma baskı yaparak onun için aralamamı sağladı. Ona itiraz etmeden dudaklarımı hafifçe araladığımda dili dudaklarım arasından içeri doğru sızmış, öpücükleri sertleşmişti.
Bu baş döndürücü öpücükleri, ayaklarım üzerinde durmamı gitgide zorlaştırırken ona tutunduğum için şanslı olduğumu söyleyebilirdim. Tüm bunların yanında da vücudumdaki sıcaklık artmış, ateşim yükselmişti.
Belimdeki eli usulca aşağı doğru kayıp kalçamı kavradığında bu sert hareketiyle beraber dudaklarımız arasına çok kısa bir mesafe girmiş, boştaki elimi çıplak göğsüne yaslamıştım. "Böyle giderse duramayacağız."
"Sana söyledim," dedi, fısıltıyı andıran o ses tonuyla.
Sikeyim ki şu ses tonu bile beni yoldan çıkarmaya yeterdi.
"Çek elini," dedim, yüzümdeki aptal sırıtışla. "Uzak dur benden-" Sözlerimi bölen şey, dudaklarıma kondurduğu bir öpücük olurken dudaklarını usulca çeneme doğru kaydırmıştı. Islak öpücükleri tenimde kayarken ne kendime ne de ona engel olabiliyordum. "Kenan.."
"Adımı böyle zikrettiğinde duracağımı mı sanıyorsun?" dedi, hayıflanırcasına.
Ah, kesinlikle durmayacaktı.
"Annen aşağıda!" Güldü arsızca.
"Evet, haberim var." derken başını hafifçe geriye doğru çekip ifademi kontrol etti. "Az önce aşağıdaydım."
Ellerimi göğsüne yaslayarak onu kendimden uzaklaştırdığımda tüm düğmelerini açmış olduğu gömleğini omuzlarından sıyırdı. Bakışlarımı gözlerine dikerek ona bakmayı reddettiğimde onun gözleri de benden ayrılmıyordu. "Git,"
"Gidiyorum," diyerek son kez gözlerime baktığında yanımdan geçip gitmesini beklerken o başını hafifçe eğip yanağıma bir öpücük bırakmıştı. Bu, kıkırdamama neden olurken yanımdan geçerek banyoya girdi. Ardında bıraktığı o bağımlı olduğum kokusuyla baş başa kaldığımda giyinme odasına geçip makyaj aynasından kendimi kontrol etmiş, kendime çeki düzen verdikten sonra da aşağı inmiştim. Bu sırada da mutfaktan çıkan Melinda'yla karşılaşmıştım.
"Etrafı toparladım," dediğinde gayet düzenli duran salona bir bakış attım. "Yemekler de tamam, işim bittiyse eğer çıkmam sizin için problem yaratır mı?"
"Yemeğe kalmayacak mısın?" dedim, kaşlarım havalanırken. O, genelde bu saatlerde işlerini halledip eğer evdeysem benim onayımı aldıktan sonra çıkıyordu. Evde olmadığım zamanlarda da eve girip çıkarken ayrı ayrı gün içinde bana rapor veriyordu. Açıkçası onunla iyi anlaşıyorduk. "Hep beraber yemek yerdik.."
"Eve geçmeden birkaç işimi halletmem gerek," dediğinde beni reddedeceğini anlamıştım. "Belki başka zaman.."
"Çıkabilirsin o zaman," dedim, kollarımı göğsümde birleştirirken. Bu sırada da çoktan beraber kapıya ilerlemeye başlamıştık. "Bora'ya söyleyeyim seni bıraksın."
O, portmantodan kabanıyla çantasını alırken ben de kapıyı açıp bahçedeki Bora'ya bakınmıştım. Onunla göz göze geldiğimiz an ne isteyeceğimi anladığında yerinden hareketlendi. "Melinda'yı gideceği yere kadar bırakır mısın?"
"Bırakırım tabii," diyerek sözlerime karşılık verdiğinde Melinda'yla da çok kısa bir vedalaşma yaşamış ve o, Bora'yla beraber bahçedeki arabaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Onlar arabaya bindiği an ben de içeri girdiğimde direkt mutfağa geçmiştim.
"Melinda gitti mi?"
Annemin sorusunu başımı sallayarak yanıtladığımda her şey bitmiş görünüyordu. Ortalık toparlanmış ve mutfak düzenli bir hâle gelmişti. Pekâlâ ne kadar süredir yukarıda olduğumu merak ediyordum.
"Yemeğe kalmasını istedim ama birkaç işi varmış, o yüzden çıktı.." derken elimi hafifçe sallayarak etrafı gösterdim. "Sizi de yordum o kadar."
"Olur mu öyle şey kuzucuğum," dedi, Defne Teyze. "Ne yorulması, aşk olsun.. Duymayayım bir daha."
"Gel otur gel," dedi, annem de. O, mutfak havlusuyla ellerini kurulayıp kalktığı yere tekrar otururken ben de söylediği gibi yerime oturmuştum. "Melinda'yla iyi anlaşmışsınız?"
"Evet, ben de beklemiyordum bu kadarını." diyerek onu onaylarken elimi çeneme yaslamıştım. "Çok şeker bir kız, iyi anlaştık.. Kimseye benzemiyor."
"Melinda iyidir," dedi, Defne Teyze de. "Şüphen olmasın hiç." dediği an kapının zili tüm evi doldurduğunda az önce oturduğum yerden bir kez daha kalkmam gerekmişti. Büyük ihtimalle Bige ya da Firuze olmalıydı, çünkü onların geleceğini kapıya haber vermiştim.
Mutfaktan çıkıp hızlı adımlarla kapıya ulaştığımda elimi kapının koluna atıp kapıyı açtım. Direkt olarak Bige'yle karşılaştığımda yüzümde tıpkı onunki gibi kocaman bir gülümseme oluşmuştu. "Hoş geldin!" diyerek cıvıldadığımda gülmüş, ardından da bana sarılarak aynı sıcaklığı göstermişti.
"Hoş buldum, yengecan." dediğinde buraya doğru gelen Yağız'ı da fark etmiştim. Elindeki siyah kutuya gözlerim takılsa da ilgimin bir kısmı Bige'deydi. Ondan yavaşça ayrılıp kapının önünden çekildiğimde gülümsüyordum. "Annem içeride mi?" diyerek salonu gösterdiğinde ben de elimi uzatıp mutfağı göstermiştim.
"Annemle mutfaktalar," dedim, başımı tekrar bahçeye çevirmeden önce. "Sen geç, geliyorum hemen."
O, çıkardığı ceketiyle çantasını portmantoya bırakıp mutfağa doğru ilerlediğinde ben de kapıda dikilen Yağız'a dönmüştüm. "O ne?" dedim, merakla. Bu sırada elindeki kutuyu bana uzattı.
"Kenan Bey'e geldi.." dedi, beni yanıtlayarak. Gözlerim, siyah kutunun üzerinde dolaşırken kaşlarım merakla havalanmıştı.
"Kimdenmiş?"
"Hiçbir bilgim yok ama isterseniz öğrenebilirim."
"Yok," dedim, umursamazca. Başımı hafifçe iki yana salladığımda o da geriye doğru bir adım atarak basamağı inmişti. "Sağ ol.." dediğimde içimdeki o merak duygusunu bastırmaya çalışıyordum fakat bu zordu. Bu yüzden de hızla içeri girip merdivenleri tırmandığımda amacım ona ait olan bu kutuyu çalışma odasına bırakmaktı. Tabii bu esnada onunla koridorda karşılaşmış, çalışma odasına gitmeme gerek kalmamıştı.
"O ne?" dedi, bana doğru ilerlerken.
"Bilmem, sana gelmiş." derken onunla ortada buluşmuştuk. Elimdeki kutuyu ona verdiğimde yeşil bakışları tıpkı benim gibi merakla kutunun üzerinde dolandı.
"Kimden?"
"Gizli bir hayranın olmalı." diyerek gözlerimi onun üzerine diktiğimde başını kaldırıp bana bir bakış atmıştı. Aramızdaki bu bakışma sadece saniyeler sürse de sanırım o da bu gizemli kutunun içerisindekinin ne olduğunu merak etmiş olacak ki daha fazla uzatmayıp tekrar ilgisini elindeki kutuya çevirmişti. Ne çok büyük ne çe çok küçük olan bu kutunun içerisindekini ben de merak ediyordum. "İstersen seni yalnız bırakabilirim?"
"Saçmalama," dedi, elindeki kutunun kapağını kaldırırken. Bu sırada ben de merakımı gizleyemeyerek başımı ona doğru uzattığımda kutunun içerisinde küçük bir zarf görmüştüm. Zarfın altında da kendini belli eden ve pek de küçük olmayan safir bir taştan başka hiçbir şey yoktu. Bu safir taş, tüm ışıltısını gözler önüne sererken kaşlarım hafifçe çatıldı.
Kesinlikle hiçbir şey anlamamıştım.
Bakışlarım kutunun içerisinde gezinirken ne benden ne de Kenan'dan çıt çıkmıyordu. Koridordaki o ölüm sessizliği sürüp giderken merakıma engel olamamış ve elimi kutunun içerisine doğru uzatmıştım. Tabii bunu yapmamla birlikte Kenan, hızla kutunun kapağını kapattığında bakışlarım da eş zamanlı olarak ona doğru dönmüştü.
Çattığı kaşlarıyla beraber bakışlarını bana çevirdiğinde benim bakışlarım da sorgulayıcıydı. "Ne oluyor?" dedim, merakla. Havada kalan elimi hafifçe sallayarak kutuyu gösterdiğimde kaşları çatıktı. "Kenan?"
"Bir şey olduğu yok," dedi, beni geçiştirerek. Elindeki kutuyu avucu içerisine hapsettiğinde gözlerim onun üzerindeydi. "Sen in aşağı, geliyorum ben de."
Bu esrarengiz tavırları karşısında gözlerimi kıstığımda benden kolay kurtulamayacağı açıktı. "Ne karıştırıyorsun sen?"
"Bir şey karıştırmıyorum," diyerek gözlerimin içine bakmaya devam ettiğinde gözlerimle elindeki kutuyu gösterdim.
"Niye saklıyorsun o zaman?"
"Sonra bakarım, ayıp olmasın şimdi annemlere.." diyerek beni geçiştirmeye devam ettiğinde yerinden hareketlenmişti. "İn sen, geliyorum ben de."
"Sen bir şeyler karıştırıyorsun ama hayırlısı.." dediğimde çoktan yanımdan geçip çalışma odasına girmişti. Bu, tüm aklımın allak bullak olmasına yol açarken olan biteni algılamaya çalışıyordum fakat bu kutunun ne anlama geldiğini o kadar anlamamıştım ki bütün çabalarım boşa çıkıyordu.
Anlamsız bakışlarım ve ben, koca koridorda baş başa kaldığımızda yanına gidip gitmeme konusunda ikilemdeydim. Aslında şu an yanımdan kaçması, sorularımı sonraya saklamam gerektiğini söylüyordu fakat içimdeki merak duygusuna maalesef çözüm yoktu.
Ben, aklımdaki sorularla o koridorda saniyelerce dikildiğimde o odadan bir türlü çıkmamıştı. Büyük ihtimalle gelen kutuyu yanımda didikleyemediği için kendisini odaya kapatmayı tercih etmişti ve bu da benim daha çok meraklanmama sebep olmuştu. Hâl böyleyken benim merakımı dindirmesi gerekiyordu fakat o, kendini odaya kapatmayı tercih etmişti.
En sonunda onu, sonrasında sorguya çekmeyi aklımın bir köşesine not edip yatak odasına geçtiğimde amacım üzerimi değiştirmekti. Bu yüzden de direkt giyinme odasına geçip hızla üzerimdekilerden kurtulmuştum.
Zihnimi kurcalayan saçma düşüncelerle birlikte üzerimi giyindiğimde açıkçası aklım başka bir yerdeydi. Akrep yelkovanı kovaladığı her an içimdeki merak büyüse de bunu bastırmaya çalışıyordum. Sorulacak soruları erteliyor,içimde oluşan huzursuzluğu gizlemeye çabalıyordum.
Üzerime geçirdiğim siyah bir takımla beraber aynaya doğru ilerlediğimde ayakkabılarımın bulunduğu raftan da rastgele kısa topuklara sahip olan ayakkabılarımı elime almıştım. Makyaj masamın önündeki pufa oturmadan önce aynada kendimi kısaca süzdüğümde gayet gündelik görünüyordum.

Giydiğim siyah midi etek, vücuduma tam otururken onunla bir takım olan olan bluz de belimi birazcık açıkta bırakmıştı.
Görüntümden memnun bir şekilde makyaj masama oturduğumda önce ayakkabılarımı giymiş, ardından da mutfağa girmeden önce çıkardığım alyansımla safir taşlı yüzüğümü parmağıma takmıştım. Boynumdaki kolyelerimi de yeterli bulup sadece bilekliklerimden birkaçını taktığımda makyajsız olan yüzüme de nemlendiricilerimden birini sürmeyi yeterli görmüştüm. Sadece bir renk olması adına kirpiklerime rimel sürüp dudaklarıma bir parlatıcı geçmiştim.
Son olarak da saçlarımı ensemde gelişigüzel bir şekilde toplayıp öndeki birkaç tutamımı çıkardığımda halka küpelerimi de takıp makyaj masamın önünden çekildim. Gayet sade ve aynı zamanda şık duruyordum ve bu benim için yeterliydi.
Odadan çıkıp merdivenleri indiğimde salondan gelen kahkahaları duyuyordum. Henüz son bir basamağım kalmışken evin kapısı çaldığında hızla o basamağı da inip kapıya doğru yöneldim. "Ben bakıyorum!" diyerek bağırdığımda topuk tıkırtıları parke zeminde hoş bir tını bırakıyordu.
Adımlarımı kapıya doğru sürüklediğimde benim adımlarıma başka bir adım daha karışmıştı.Eş zamanlı olarak kapının kolunu indirip kapıyı araladığımda babam ve Turgay Amca'yla karşılaşmıştım. Bu, dudaklarımda koca bir gülümsemenin oluşmasına neden olurken, "Hoş geldiniz,"diyerek adeta cıvıldamıştım. Ardından da direkt olarak babamla kucaklaştığımda az önce arkamdan duyduğum adım seslerinin sahibini de böylelikle yine sesinden tanımıştım.
"Hoş geldiniz," dedi, o da tıpkı benim gibi.
"Hoş bulduk damat," diyen babam benden uzaklaştığında ben de bu sefer Turgay Amca'ya yönelmiştim.
"Nasılsın Maran'cığım?" diyerek oldukça sıcak bir şekilde beni kucakladığında yüzümde kocaman bir sırıtış vardı.
"İyiyim, siz nasılsınız?"
"Bildiğin gibi, koşuşturuyoruz.." derken birbirimizden ayrıldık. "Seni çok görmüyorum şirkette ama Kenan şantiyede yoğun çalıştığını söylüyor."
"Evet öyle," dedim, başımı sallayarak. "İşler çok yoğun ama bugün evdeydim."
"Dinlenmişsindir işte ne güzel," dedi, babam da. Ardından kolunu omzuma doladığında gülümsüyordum. Turgay Amca'yla babamın ortasında salona doğru ilerlerken Kenan da birkaç adım arkamızdaydı. Biz beraber salona girdiğimizde Firuze'yle Gediz abinin de gelmiş olduğunu böylelikle görmüştüm. Onlar, ben yukarıdayken gelmiş olmalıydılar fakat yukarıda çok fazla oyalanmamıştım.
"Geldiniz mi sonunda?"
Defne Teyze'nin bu hayıflanışı, kıkırdamama neden olduğunda babamla ayrılmıştık. Turgay Amca ve o, eşlerinin yanına geçerken ben de Gediz abi ve Firuze'yle selamlaşmıştım.
"Kız sen her gördüğümde daha da güzelleşmiş oluyorsun," dedi, Firuze. Bununla beraber güldüğümde Kenan'ın yanındaki boşluğa kendimi bıraktım. "Ne yapıyorsun kendine?"
"Karım güzel, bir şey yapmasına gerek yok." diyen Kenan onu yanıtladığında Gediz abi tüm bunları duymuyordu çünkü Eftal'in huysuzluğuyla başı dertte görünüyordu.
"Ay," dedi, Firuze. "Yesinler karını."
"Ne güzel olmuşsun sen harbiden," diyerek bana doğru döndüğünde gözlerimi gözlerine çıkarıp ona baktım.
"Bir şey yapmadım ki."
"Çok yakışmış bu sana." derken beni inceliyordu güzel gözleriyle.
"Yeni aldım."
"Belli.."
Gözleri üzerimde ilgiyle dolaşırken aşk dolu bakışmamız da her geçen saniye yoğunlaşıyordu. Bu fazla olan ilgisi beni hiçbir zaman bunaltmıyor, aksine bundan çok hoşlanıyordum.
"Sürekli biz geliyoruz size," dedi, babam. O, annemin yanına kurulmuş olsa da tüm bu neşesinin yanında yorgun gözüküyordu. "Hiç gelmediniz yalıya.."
"Birkaç güne geleceğim merak etme," dedim, bakışlarımı ona çevirirken. "Kenan, hafta sonu Japonya'ya gidiyor. O dönene kadar başınızdayım."
"Henüz belli değil," diyen Kenan, konuya dahil olduğunda başımı bu sefer ona çevirmek zorunda kalmıştım. "Sadece Yiğit'i gönderebilirim." dediği an Bige'nin ilgisini çektiğinde başını hızla kaldırıp abisine bakmıştı. Yiğit'in babasıyla da ortaklık yaptığımız için birlikte çalışıyorduk ve o da işinin ehliydi.
"Neden?" dedim, merakla. "Hevesliydin bu işe?"
"Bir karara varmadım henüz," dediğinde gözlerimi kısıp onun ifadesini bir süre inceledim. Kesinlikle onda bir şeyler vardı ve ben, bunu çözmeden durmayacaktım. Haftalardır bu konuda oldukça hevesliyken şimdi hiç öyle görünmüyordu.
"Ay aman boşver," dedi, Defne Teyze de. "Yeni evlisiniz siz, öyle karını bırakıp gitmek için daha çok erken." diyerek konuyu şakaya vurduğunda normal bir zamanda olsak salondaki gülüşmelere ben de katılabilirdim fakat kafam o kadar allak bullaktı ki bunu yapamamıştım.
Geçen dakikalarda da aynı sohbet havası salonda devam etse de ben masayı hazırlamak için mutfağa geçmiş, bu esnada birkaç yardım isteğini de geri çevirmiştim. Zaten masa hazırdı ve ben sadece yemekleri kontrol edecektim. Hiçbir isteği kabul etmesem de Kenan'ın teklifini geri çevirmemiştim.
"Benden sakladığın bir şey varsa şimdi söyle," dedim, aramızdaki sessizliği bozarak. Onun bana sırtı dönükken bu sözlerimle beraber usulca bedenini bana doğru çevirdi. Elindeki su bardağını tezgâhın üzerine bırakırken bu sorumdan kaçacağını biliyordum. "Ne karıştırıyorsun, son kez soruyorum. Bir daha sormam, onun yerine paralarım seni."
"Ne karıştıracağım ya?" dedi, rahat bir tavırla. Ardından yanımdan geçerken yolu açmam için elini nazikçe belime yaslamıştı.
"O yeşillerin öyle söylemiyor ama?"
"Ne söylüyorlar peki?" derken açık olan fırını kapatıp kapağını açtı. Benim tüm dikkatim ondayken o başka şeylerle uğraşıyordu.
"Niye gitmiyorsun Japonya'ya?"
"Gideceğim için kıyameti koparıyordun düne kadar," dedi, bakışlarını çok kısa bir an bana çevirirken. "Hem sadece düşünüyorum, net bir karar değil."
"O kutu kimden geldi?" diyerek ona bambaşka bir soru yönelttiğimde yeşillerinden bir gölge geçti.
"Çapraz sorgudayım herhalde?" dedi, beni alaya alarak.
"Kenan," dedim, a harfini uzatarak. Adımlarımı ona doğru sürükleyip gözlerinin içine baktığımda orada gördüğüm şeyler yanıltıcı değildi. "Ne var benim bilmediğim?"
"Yok," dedi, bıkkınca. "Yok, hiçbir şey yok.. İçeride insanlar bizi bekliyor, sırası mı şimdi bunun?" diyerek yanımdan geçeceği esnada elimi kaldırıp kolunu tutmuştum. O, bununla beraber durakladığında bir kez daha gözlerimiz kesişti.
"Öğrenmeyeceğimi mi sanıyorsun?" dedim, kendimden emin bir şekilde. "Elim kolum uzundur, hiç şüphen olmasın."
"Bilmez miyim?"
"Gösteririm ben sana.." diyerek bu sefer ben yanından geçip gittiğimde aramızda daha fazla konuşma yaşanmamıştı. Aynı sessizlik sürüp gitmiş, aramızdaki boğucu sessizliği mutfaktaki birkaç şıngırtı dağıtmıştı.
Tabii bu seslere karışan başka bir gürültü vardı ki o daha da sinir bozucuydu. Zihnimdeki karmaşanın sesi tek başına yeter de artardı. Üstelik ben bu karmaşayı çözecektim ve bunu, ondan bir şeyler öğrenmeden yapacaktım.
Asıl tehlikenin henüz farkında değildi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |