36. Bölüm

•XXXVI•

melek şendur
meelcnmel

Elimdeki kırmızı topu, önümdeki koskoca ağacın dalına asarken oturduğum yerde hafifçe yükselmiştim. Salonda yayılan kısık müziğin sesi kulaklarıma ulaşırken içeride büyük bir sessizlik vardı fakat bu sessizlik, gerçek bir huzura aitti. Dışarıda yağmakta olan yağmurun sesi ve biraz ötemde, şöminede yanan odunların çatırtısı bana öyle bir huzuru vadediyordu ki çıt bile çıkarmaya cesaret edemiyordum. Konuşup bu anı bozmak hiç istemediğim için dakikalardır sessizliğimi koruyordum.

Yerdeki kutunun içerisinde duran küçük zillerden birkaçını elime alıp diğer tarafımdaki bedene uzattığımda hiç itiraz etmeden onları elimden almıştı. Ben; yerde peluş halının üzerinde otururken o da ayakta, benim yetişemediğim yerlere ona uzattığım süsleri tek tek asmakla meşguldü. O da tıpkı benim gibi bu sessizliğe ortak ediyor, sesini çıkarmıyordu.

"Bana ne alacaksın?" diyerek utanmazca sorup bu sessizliği bozduğumda erkeksi kıkırtısı salonu doldurdu.

"Ne istiyorsun?" dediğinde düşünüyormuş gibi yapmıştım. O, ona süsleri uzatmamı beklerken gözleri de üzerimdeydi. Bu esnada yanımda duran kutuyu alıp ona doğru uzattığımda artık yorulmuştum.

Birkaç saat önce benim ısrarlarım sonucu evimize gelip yeni yıl için ağaç kurmaya karar vermiş, bunun öncesinde de alışverişe çıkmıştık. Dün, Giovanni'ye projemi teslim ettikten sonra üzerimden büyük bir yük kalktığı için bugün kendime birkaç saatlik izin vermiş, bu birkaç saati de onunla geçirmek istemiştim.

"Bilmiyorum, düşünmem gerek." diyerek onu yanıtladığımda bu onu bir kez daha güldürmüştü. O, kutuda kalan süslerin tamamını astığında artık bitmiş sayılırdı. Salonun köşesinde duran koca ağaç, tüm ihtişamıyla salonun havasını değiştirirken yanıp sönen ışıkları da camın üzerine gölge düşürüyordu. "Çok güzel oldu."

"Elin değdi, ondandır."

Dudaklarım yukarı kıvrılırken, "Kenan," diyerek bir kedi gibi ona sırnaştığımda o da yorulmuş olacak ki kendini yere bırakıp sırtını kanepeye yaslamıştı. Bununla beraber dizlerim üzerinde sürünerek aramızdaki kısacık mesafeyi kapatıp bedenimi onun bacakları arasına sıkıştırdığımda sırtım onun göğsüne yaslanacak şekildeydi. O, çok uzun süre boş kalan kollarını benim bedenime doladığında başımın üzerine bir öpücük bırakmayı ihmal etmedi. Ardından da çıplak omzumu öptüğünde dudaklarımdaki sırıtış yine engel olamayacağım türdendi.

"Yemeğe gidelim mi?" Somurttum.

"Hayır gitmeyelim bir yere," dedim, küçük bir çocuk gibi mızmızlanarak. Başımı hafifçe yana doğru çevirip gözleriyle temasa geçtiğimde yüzüme düşen tutamları geriye doğru ittirmişti. "Evimizdeyiz işte, sosyal olasın mı tuttu?"

Bu söylediklerim dudaklarından bir kıkırtının dökülmesine neden olduğunda yeşil gözlerinde ışıltılar vardı. "Acıkmadın mı?" Omuz silktim.

"Acıktım," dediğimde kendimle bu kadar çelişmem pek hoş olmamıştı. "Yap bir şeyler de yiyelim, boşuna mı aldım seni?" Göz devirdi.

"Hep ben mi yemek yapacağım bu evde?"

"Aa," diyerek sahte bir şaşkınlıkla ona baktığımda kaşları çatılmıştı bile. "Kaç kere yaptın da konuşuyorsun?"

"Sen yap," dedi, sanki bu benim için çok kolaymış gibi. Açıkçası kendimi biraz olsun geliştirmiştim fakat büyük bir iddiam da yoktu. "Hem bana aylar öncesinden kalan bir yemek sözün vardı." dediğinde ona verdiğim bu sözü hemen hatırlamıştım. Trabzon'dan döndüğümüzde onu evime, yemeğe davet etmiş fakat bu teklif, talihsiz olaylar yüzünden havada kalmıştı.

"Emin misin?" derken bu konuda onun kadar keskin olamayacağım aşikârdı. Sonuçta yaptığım yemekleri sadece kendim yiyordum.

"Evet eminim," dedi, tereddütsüz bir şekilde. Bu, birkaç saniye yeşil gözlerine bakmama neden olduğunda oldukça kararlı görünüyordu. "O kadar kötü olmadığını söylemiştin."

"Evde yaptığım yemekleri sadece ben yiyorum ama," dediğimde dudakları hafifçe yukarı doğru hareketlenmişti ki buna son anda engel olabildi. "Bence o kadar kötü değilim ama senin kadar mükemmel de değilim.. Dışarıdan söyleyelim, aç kalırsın sonra bak."

Dudaklarını aralayıp bana cevap vereceği esnada aramıza giren telefonunun melodisi beni bu görevden şimdilik kurtarmış sayılırdı. O, benden uzaklaşarak cebinden telefonunu çıkardığında ona çaktırmadan derin bir nefes almıştım. Ona kendi yemeklerimi şimdilik tattırmamayı düşünüyordum.

"Efendim?" diyen sesini dinlerken ondan kaçarak yerimden kalkmaya yeltenmiştim ki bir kolunu belime dolayarak buna engel oldu. İşte bu beklediğim hareketi, alanımı kısıtlarken beni kurtaracak tek kişi telefonun ucundaki kişi olabilirdi.

Gözlerim onun yeşil gözleriyle karşı karşıya geldiğinde ne yaptığımı anlamış olmalıydı. Ondan kaçmamam için bana engel olmuş, beni bedeni arasına hapsetmişti.

"Maran'layım şu an," dediğinde başımı ona yaklaştırarak kulağımı telefonuna yaslamıştım. Bu esnada Defne Teyze'nin sesi kulaklarıma ulaştığında kurtarıcımın o olmasını beklemiyordum.

"E ne güzel işte, beraber gelin.. Herkes sizi soruyor, siz ortalıkta yoksunuz ama olur mu öyle şey?"

"Nereye gidiyoruz?" diyerek merakla Kenan'a doğru döndüğümde o bundan pek memnun görünmüyordu. Açıkçası haklıydı da. Doğru düzgün baş başa kalabildiğimiz her an bize bir şekilde zehir oluyordu.

"Bizimkiler gelmiş," dedi, hoşnutsuzca. Bu, kaşlarımın havalanmasına neden olduğunda Defne Teyze'nin sesini tekrar duymuştum.

"Hadi oğluşum, üzmeyin anneyi." diyerek konuştuğunda şu an daha çok Kenan'ın canını alıyormuş gibiydi. Az önceki o sevimli hâlleri yok olmuş, yerine huysuz bir adam gelmişti.

"Tamam, gelirim birazdan." dediğinde çok geçmeden annesiyle olan telefon konuşmasını sonlandırmıştı. O, telefonunun ekranına huysuz bir bakış atıp telefonunu kapattığında elimi kaldırıp kirli sakallarının çevrelediği çenesine yerleştirdim. "Yemek iptal."

"Önemli değil," Omuz silktim, yanağını okşarken. "Birlikteyiz sonuçta, ben sana ne yemekler yaparım."

Bu sözlerim onun o ifadesini dağıtırken melodik gülüşü içimi ısıtmıştı. Boştaki elimi de kaldırıp yanağına yerleştirdiğimde burunlarımız birbirine hafifçe sürttü. Bu, gözlerinin rujlu dudaklarıma düşmesine neden olduğunda buradan kalkmak zorunda olmak ikimize de zor geliyordu.

"Biraz zamanımız var aslında," dedi, neredeyse fısıldayarak. Bununla beraber yanağımın içini dişlediğimde yumuşacık dudakları yavaşça dudaklarımı kavramıştı. Bu öpücüğü gözlerimin kapanmasına yol açtığında bu temas pek uzun sürmedi. "Yatak odasını kontrol etmiş miydik?"

Dudaklarımdan bir kıkırtı dökülürken gülüşüm dudaklarımız arasında sıkışıp kalmıştı. "Ettik," dedim, anlamazdan gelerek.

"Bir daha mı baksak?" diyerek şansını bir kez daha denediğinde her ne kadar bunu istesem de gitmemiz gerektiğini biliyordum. Neticede Defne Teyze'nin bir dahaki aramasında bu kadar cici davranmayacağının o da ben de farkındaydık.

O, dudaklarıma doğru hareketlendiğinde başımı geriye doğru çekerek buna müsaade etmemiştim. "Olmaz Kenan," dedim, ondan uzaklaşarak. "Bak annen bekliyor, hadi kalk."

Yeşil gözleri yine memnuniyetsizliğini gizlemeyerek gözlerimde kısaca dolandığında yüzündeki ellerimi indirip yanağına koca bir öpücük bırakmıştım. Ardından da ondan ayrılarak oturduğum yerden kalktığımda bu en çok bana zor geliyordu. Birkaç gün önce nikâhımız olmasına rağmen günlerdir neredeyse iki saat bile baş başa kalamamıştık. Üstelik her yakınlaşmamızda bazı şeylerin havada kalması artık sinirlerimi de bozmaya başlamıştı. Ona olan özlemim hat safhadayken başka bir şey düşünemiyor, başka şeylere odaklanamıyordum.

Eve geldiğimde koltuğun üzerine bıraktığım ceketimi üzerime geçirip çantamı da aldığımda onun huysuzca söylenmeleri eşliğinde evden ayrılıp arabaya binmiştik. Oysa bugünkü planlarımız içerisinde böyle bir şey yoktu.

"Tak kemerini," diyerek kemerimi kontrol ettiğinde hemen kemerimi takmıştım. O, arabayı çalıştırıp sitenin içerisinde ilerlemeye başladığında bir kez daha bir şey unutup unutmadığımı kontrol ettim. Telefonum cebimde, çantam da yanımdaydı.

"Şömineyi söndürdük mü?" diyerek ona döndüğümde başıyla beni onaylamıştı. Bu, içimi rahatlatırken arabaya binerken yağmurdan hafifçe ıslanmış olan saçlarımı elimle düzeltip klimadan yayılan sıcaklıkla az da olsa ısınmaya çalıştım. Saatlerdir şöminenin önünde oturduğum için bu soğuk hava bütün dengemi altüst etmişti.

Onun bakışlarını kısa bir an üzerimde hissettiğimde elini uzatıp klimanın ayarlarıyla oynamış ve dizlerime sıcak havanın vurmasını sağlamıştı. Bedenim bu sıcaklıkla yavaşça gevşerken arkama yaslanıp cebimdeki telefonumu çıkardım. Bu sırada yanımda bir hareketlilik hissettiğimde hapşırmış, tıpkı benim gibi ıslanan saçlarının iyiye işaret olmadığını da böylelikle anlamıştım.

Dudaklarım hareketlenirken, "Oy," dedim, içli bir şekilde. Ardından elimi kaldırıp parmaklarımın tersiyle yanağını okşadığımda, "İyi yaşa.."

"Bence benden uzak dur, hasta olacağım gibi."

"Duramam senden uzak falan," dedim, mızmız bir çocuk gibi. Bu, o güzelim dudaklarında bir hareketlilik oluştururken ona doğru yaklaşıp yanağını bir kez daha öpmüştüm. "Gidince bir bitki çayı yapalım sana, şu üstünü de değiştirirsin."

"Sen de ıslandın," dediğinde bu sözleriyle zihnim başka yerlere kaymış, ona bunu belli etmekten de kaçınmamıştım.

"Hem de nasıl, bir bilsen.."

Bu edepsiz sözlerim bakışlarının yoldan ayrılıp gözlerimle buluşmasını sağladığında bunu beklemiyor olacaktı ki yeşilleri de hafifçe kısılmıştı. Gözlerimiz ve bedenlerimiz arasındaki bu kahrolası çekim, gün geçtikçe daha da şiddetlenirken artık bu mesafeye tahammülüm yok gibiydi.

"Maran," dedi, uyarıcı bir tonda. Parmaklarım hafifçe tenini okşarken gözleri çok kısa bir an yola dönmüş fakat benden de tam anlamıyla kopamamıştı. "Sikeyim, irademe sahip çıkamıyorum zaten! Yapma şunu."

"Aa," dedim, safa yatarak. "Islandığımı söyledin ya?"

"Şunu söylemeyi kes," dedi, kabaca. "Tamam demedim bir şey, kapat konuyu." Kıkırdadım, hafifçe ıslanmış olan saç tutamlarıma dokunurken.

"Doğru söylüyorsun ama ıslandım-"

Bu sözlerimi bölen şey, ani bir fren olduğunda kemerimi taktığım için şükretmeliydim. Bedenim öne doğru savrulmasa da eğer kemerimi takmasaydım başıma iş almam söz konusu olabilirdi.

Açılan gözlerimle başımı yola doğru çevirdiğimde dışarıdan duyduğum bir havlama sesiyle bu ani frenin nedenini de böylelikle anlamıştım.

"Siktir," diyerek emniyet kemerini hızla çıkarıp arabadan indiğinde ben de duramamış ve arabadan inmiştim. Kapıyı açtığım an yüzüme sert bir rüzgâr çarptığında bunu umursamayıp hızla yağan yağmuru da görmezden geldim.

Pekâlâ, belki de gerçekten onu dinleyip çenemi kapatmam gerekiyordu.

"Var mı bir şeyi?" diyerek ona doğru ilerlediğimde arabanın önünde kıvrılmış olan köpeği görmemle beraber içim bir nebze de olsa rahatlamıştı. Sapsarı tüyleri yağmurdan dolayı ıslanmış, asfalt zeminde bir top gibi kıvrılmıştı.

"Yok," derken köpeğin yanına çökmüş, bir yerinde bir şey olup olmadığını kontrol ediyordu. O da tıpkı bu zavallı köpek gibi bu yağmurun altında sırılsıklam olurken benim durumum o ikisine göre epey iyiydi. Başımdaki bere ve kat kat giyindiğim kıyafetlere minettardım. Fakat şu an sorunumuz başkaydı. "Bir şeyi yok ama yine de bir baktıralım, içim rahat etsin."

"Korkuttu beni," dedim, çatık kaşlarımla yerdeki köpeği inceleyerek. O, gayet masumca etrafı izlerken bize ne yaşattığının farkında olduğunu sanmıyordum.

"Beni de," dediğinde o da tıpkı benim gibi kaşlarını çatmıştı. Fakat bu kızgınlığına rağmen, "Gel bakalım." diyerek yerdeki köpeciği yavaşça kucağına almıştı. Onun için adımlarımı hareketlendirip arka koltuğun kapısını açtığımda onu arka koltuğa bıraktı ve kapıyı kapatarak arabanın sıcaklığında onun ısınmasını sağladı. Bununla beraber o, arabaya binmek için arabanın etrafında dolandığında ben de az önce indiğim arabanın kapısını açıp çoktan içine kurulmuştum. O da hemen ardımdan arabaya bindiğinde ikimiz de aynı anda arka koltukta kıvrılmış olan köpeği kontrol etmiştik. Boynundaki tasmasına bakılırsa sokak köpeği değildi fakat bu yol da pek işlek bir yol değildi. Evden bir şekilde kaçmış olmalıydı.

Elimi uzatıp boynundaki tasmasının ucuna dokunduğumda orada yazan ismini göz ucuyla kontrol etmiştim. İsmi Karlos'tu. Sapsarı tüyleriyle oldukça tatlı görünse de üşüdüğü belliydi.

"Sana şu dakikadan itibaren konuşmayı yasaklıyorum," dedi, arabayı çalıştırırken. "O güzel ağzını yol boyunca açmazsan sağlıklı bir yolculuk geçireceğiz."

"Manyağa bak, ne yaptım ben be? Senin aklın pis şeylere çalışıyor demek ki."

"Maran." diyerek bana son uyarıda bulunduğunda dudaklarımı birbirine bastırmış ve emniyet kemerimi takarak geri kalan yolculuğumuza hazırlanmıştım.

Sessiz bir yolculuğa.

🌸🌸🌸

"Ay bu nedir ya?"

Gözlerimi abartılı bir şekilde devirip dirseğimi makyaj masasına, elimi de alnıma yaslamıştım. Tam arkamda dolabın üzerinde asılı duran saçma sapan pullu ve kabarık olan elbise tüm sinirlerimi altüst ederken bunu giymek zorunda olmadığımı düşünüyordum.

Evet, kesinlikle giymek zorunda değildim.

Aynadaki yansımadan hiç tarzım olmayan fakat bana, gelenek kisvesi altında giymem için baskı yapılan kıyafete bakarken neredeyse ağlamak üzereydim. Bu sabah, Kiraz Babaanne tarafından eve gönderilen bu şeyle (?) beraber tüm iştahım arkasına bakmadan kaçmış, kahvaltıdan kalkıp kendimi odaya kilitlemiştim. Hiçbir güç bana onu giydiremezdi.

"E giyme canım sen de," dedi, Bige. Onunla Olcay, tıpkı benim gibi düşünse de ağlamamam için ellerinden geleni yapıyorlardı. "Babaannem sever öyle gelenekleri ama giymek zorunda değilsin tabii ki! Firuze'ye de böyle yapmıştı ama o da giymedi sonuçta."

"Boşver aşkım sen takma kafana," diyen Olcay, yanıma doğru ilerlemeye başladığında gözlerim de aynadan onu takip etmişti. "Giymeyeceksin tabii ki."

"Ayıp olur, saçmalamayın." diyerek annem, o ikisine şaşkınlıkla baktığında olduğum yerde sinirden tepinecektim. Bu saçmalığı kimseyi kırmamak adına kabul etsem de bu kadarı fazlaydı. "Birkaç dakika sadece Maran, böyle olacağını bilerek kabul etmedin mi sen bunu?"

"Hayır tabii ki böyle olacağını bilmiyordum!" diyerek carladığımda elimi de yüzümden indirip kaşlarımı çatmıştım. "Kenan'la konuşacağım, bu şeyi giymeyeceğim!"

"Ay ne yapıyorsanız yapın, uğraşamayacağım sizinle!" dedi, bıkkınlıkla. Annem, bana son bir bakış attıktan sonra, "Bir şeyler ye, sonra da saç makyaja başlayalım.. Şu yüzünü de düzelt, somurtma!" diyerek odadan çıkmıştı.

Onu umursamayıp makyaj masamın üzerinde duran telefonumu elime aldığımda çoktan yerimden ayaklanıp balkona çıkmıştım. Kapıyı da arkamdan kapatıp soğuk havayla baş başa kaldığımda elimdeki telefondan kurtarıcımın numarasını tuşladım.

"Yavrum," diyen o rahatlatıcı sesini duyduğum an çatık kaşlarım düzeldiğinde trabzanlara yaslanıp boştaki elimi kaldırarak dün sürdürdüğüm ojelerimi kontrol ettim.

"Neredesin?" dedim, merakla. Ardından daha o cevap vermeden, "Ne yapıyorsun?"

"Evdeyim, duşa girecektim şimdi.. Bir şey mi oldu?"

"Babaannen bana saçma sapan ve oldukça da iğrenç bir elbise göndermiş giymem için!" diyerek hiddetle konuştuğumda telefonun ucunda duraksadığını hissetmiştim. "Ben onu giymem Kenan, söyle o babaannene.. Bu ne canım böyle? Sırf kırmak istemediğim için bu saçmalığı kabul ettim ama daha fazlası olmayacak. Bu, ilk ve sondu."

İçimdekileri dökmüş olmanın verdiği rahatlıkla dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktığımda gözlerim hizasında olan elimi indirip yaslandığım yerden doğrularak karşımda uzanan Ege denizine doğru döndüm.

"Haberim yoktu böyle bir şeyden," derken ses tonundan buna şaşırmış olduğunu anlayabiliyordum. "Gideceğim şimdi, konuşurum ben onunla.. Babaannem işte Maran, bilmiyor musun onu? Tanıyamadın mı hâlâ?"

"Ben ona göstereceğim ama," dedim, görecekmiş gibi başımı sallayarak. Gözlerim, çarşaf gibi olan denizin yüzeyinde gezinirken bu geceyi herkese zehir etmeyi aklıma koymuştum.

"Bu ses tonundan hoşlanmadım," dedi, yavaşça. "Maran, lütfen sakin ol. Sorun çıksın istemiyorum. Babaannemin bezdirme politikası bu, her gelinine uyguladığı tarife yani."

"Ben de onu bezdireceğim işte," dedim, inatla. Ardından da kendi kendime omuz silktim. "Benimle uğraşmak neymiş görsün."

"Ben onunla konuşacağım, lütfen sen bir şey yapma." dedi, yapıcı bir şekilde. "Lütfen, Maran."

Onun bu beni yatıştırıcı konuşmaları ilk kez bir işe yaramazken çoktan kendimi olacaklara hazırlamış fakat ona bunu belli etmemeye çalışmıştım. "Sen evde mi olacaksın bütün gün?"

"Planım o yöndeydi," diyerek beni yanıtladığında onu sakince dinliyordum. Duyduğuma göre Kılıç'ın bu gece için planları vardı fakat Kenan'ın ona ortak olmasını istemiyordum. Kılıç'ın ayarladığı gecelere yakınen şahit olduğumdan bunu istemiyordum. "Bizimkiler organizasyon yapmış bu gece için.. Aslında gitmek istemiyorum,"

"Gitme o zaman," dedim, onu buna ikna etmeye çalışarak. Bu, onu güldürdüğünde kaşlarım çatıktı.

"Ben de tıpkı senin gibi kimseyi kırmak istemiyorum işte," dediğinde göz devirdim.

"Sen yine de gitme, Kılıç'a güvenmiyorum."

"Ben de güvenmiyorum."

"Konum at bana da nerede olduğunu bileyim."

"Bana güvenmiyor musun?"

"Sana ne kadar güvendiğimi biliyorsun," dedim, kendimden emin bir tonda. "Kılıç'a güvenmiyorum, dedim ya?"

"Tamam atacağım," dedi, pes ederek. Kılıç'la geceleri dışarı çıktığı her an ondan bunu istediğim için bu tavrıma alışıktı. Çeşme'deki son gecemizi hâlâ çok net hatırladığım için elimden geldiğince Kılıç'la gecelere akmasına müsaade etmiyordum. "Ben hâlledeceğim, konuşacağım yani babaannemle. Sen sakin ol, keyfine bak olur mu?"

"Tamam," diyerek onu yanılttığımda bana son sözlerini söyleyip benden sözler almış, ardından da benimle vedalaşarak telefonu kapatmıştı. Bununla beraber içeri geçip kapıyı da örttüğümde Olcay'la Bige'nin gözleri bana dönmüştü.

"Ne yapıyoruz?" dedi, Olcay.

Elimdeki telefonu makyaj masamın üzerine bırakırken, "Giyeceğim,"

O ikisi benim bu ani karar değişimimi beklemiyor olacaktı ki ikisinin de gözleri yuvalarından fırlamış, şaşkın bakışları üzerime toplamıştım. Bu bakışları umursamadan az önce kalktığım pufa tekrar otururken bu gece onları daha çok şaşırtacağım kesindi.

🌸🌸🌸

Elimdeki mısırı ağzıma atarken gözlerim dev televizyon ekranındaydı. Kulaklarıma ulaşan şöminenin çıtırtısı ve evin içerisine hâkim olan o sessizlik benim için adeta bir terapi gibiyken bu sessizliği bozan tek şey televizyonda oynayan filmden yankılanan sesti. Daha dakikalar öncesinde açmama rağmen ilk dakikadan itibaren beni kendine çekmeyi başarmış, sürüklemişti. Öyle ki böyle bir kargaşada ilgimi çekmeyi başarabilmişti.

Önümdeki sehpanın üzerindeki telefonum bir kez daha titrediğinde göz ucuyla gelen aramayı kontrol etmiş fakat umursamamıştım. Buraya geleli neredeyse bir saat oluyordu ve son yarım saat içerisinde bu aramalara alışmış sayılırdım.

Saatler önce evden kimseye çaktırmadan Bora'nın yardımlarıyla arka kapıdan çıkmış ve arabama atlayıp buraya, evime gelmiştim. Yani kendi kına gecemden kaçmıştım. Zaten bu organizasyon bana ait olmadığından onları evin salonunda baş başa bırakmıştım. Açıkçası pişman da değildim, aksine gayet eğleniyordum.

Kapıdan gelen anahtar tıkırtısıyla beraber başımı hafifçe sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde evin kapısı Kenan tarafından açıldı. Gözlerimiz direkt olarak birbirini bulduğunda burada olduğumu sadece onun tahmin edeceğini biliyordum. Tam da tahmin ettiğim gibi olmuş, o da benim gibi kaçıp gelmişti.

Yeşil gözleri üzerimde gezinirken arkasında kalan kapıyı yavaşça kapatmış, anahtarını portmantoya bırakıp bana bir bakış atmıştı. Bakışlarını üzerime diktiğinde kucağımdaki mısır dolu kâseyi alıp yerimde yavaşça doğruldum.

Pekâlâ, sanırım birazdan kavga edecektik.

O, olduğu yerde dikilmeyi bırakıp bana doğru ilerlemeye başladığında başını iflah olmazmışım gibi iki yana hafifçe sallamıştı. "Hani hiçbir şey yapmıyordun?" dedi, alayla. Bununla beraber elimdeki kâseyi sehpaya bıraktığımda omuz silktim. "Maran, ne yapacağım ben seninle?"

"Sev beni işte, ne yapacaksın başka?" dedim, arsızca. Bu sırada o da yanıma doğru ilerleyip önümdeki masaya oturduğunda aramızdaki mesafe kısalmıştı. Yeşil bakışlarını üzerimde gezdirirken bacaklarımı kaldırıp bağdaş kurdum. Evden pijamalarımla çıkmış, özenle yapılan saçlarımı tepemde toplamıştım. Yüzümdeki makyajı da silmiş, nemlendiricilerimden birini sürmüştüm.

"Annemler aradı, dansöz çağırmışsın Maran." dedi, çok kötü bir şey yapmışım gibi.

"E eğlensinler dedim," derken elimi hafifçe sallamıştım. "Kötü mü yapmışım?"

"Babaannemi biliyorsun, hoşlanmıyor böyle şeylerden."

"Hoşlanmıyor diye yaptım zaten." dediğimde dudaklarını birbirine bastırıp bana öylece baktı. Ona, saatler önce telefonda bunun karşılıksız kalmayacağını söylemiştim. "Ben de böyle şeylerden hoşlanmıyorum, biliyorsun. Gelenek görenek, bunlar sıkıcı şeyler! Banane bundan yahu? Ben evleniyorum, size ne oluyor?"

"Haklısın, bir şey demiyorum buna zaten." dediğinde arkama yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdim. O, pes edercesine dudakları arasından bir soluk bıraktığında elini uzatıp dizime dokunmuştu. "Gerek yoktu buna, hiçbir şeyi onlar istediği için yapmak zorunda değildin.. Bunu sana hep söylüyorum, söyledim de biliyorsun."

"Ben sadece kırmak istemedim," dedim, mırıltıyla. "Babaannenin tepeme çıkacağını düşünmedim."

"Babaannemin her istediğini sırf kimse kırılmasın diye yapmanı istemiyorum bu yüzden. Babaannem böyle işte, onun istediği bir şeyi yaptığında daha fazlasını istiyor."

"Deneyimledim işte," dedim, umursamazca. Açıkçası canım sıkkın falan değil, keyfim gayet yerindeydi. Zaten bu organizasyonu istemiyordum, tüm enerjimi düğünden sonra benim yapacağım bir organizasyonda atacaktım.

"Ne zaman geldin buraya? Bana niye haber vermedin?" diyerek beni sorguya çektiğinde bileğimdeki saati göz ucuyla kontrol etmiştim.

"Yaklaşık iki saat oluyor," diyerek yanıtladım onu. "Senin de buraya geleceğini biliyordum, o yüzden haber vermedim. Anlarsın diye düşündüm."

"Doğru düşünmüşsün, tahmin ettim buraya geldiğini."

Gözlerim onun gözlerinden yavaşça ayrılıp kısaca üzerinde gezindiğinde asıl benim onu sorguya çekmem gerektiğini fark etmiştim. Neticede Kılıç'ın hazırladığı bir organizasyonda bulunmuştu. Orada da çok barınamamış, sonuç olarak yanıma gelmişti. Sanırım bir taşta iki kuş vurmuştum.

"Sen ne yaptın?" diyerek ona kirpiklerim altından bir bakış attığım sırada üzerindeki ceketi çıkarıp koltuğun ucuna bırakmış, elini bacaklarıma yaslayarak oturduğum yerde hafifçe kayıp ona bir alan açmamı sağlamıştı. Ardından da kendini yanımdaki boşluğa bıraktığında cebindeki telefonuyla sigara paketini çıkarıp masaya bıraktı. "Kudurdunuz mu?"

"Kudurmadık," dedi, arkasına yaslanırken. O, rahat bir pozisyon alırken, "Annem arayınca geldim hemen işte. Çok kalmadım yani." Burnumu kırıştırdım.

"İyi yapmışım o zaman," Güldü bu sözlerime.

"İyi yapmışsın, evime geldim ne güzel." Sırıttım.

"Değil mi?"

Yeşilleri gözlerime kilitlenirken kolunu kaldırıp arkama doğru uzatmış, "Ama gideceğiz, biliyorsun." diyerek tüm keyfimi kaçırmıştı. Suratım asılırken gözleri üzerimde dolanıyordu. "Gitmemiz gerek, bak herkes seni merak etmiş."

"Gitmeyelim ya güzel böyle, iyiyiz yani."

"Yani bence de öyle tabii ama," diyerek bana katıldığında abartılı bir şekilde ofladım. Bugün bunu kaç kez yaptığımı artık sayamamaya başlamıştım. "Hadi sevgilim," dedi, yanağıma yumuşacık bir öpücük bırakırken. "Hadi karıcığım, üzme beni." derken dudaklarını kaydırıp dudaklarımın kenarına aynı öpücükten kondurmuştu. Tüm agresifliğim arkasına bakmadan kaçarken gözlerimi kırpıştırarak onun güzel yüzüne baktım.

"Tamam," dedim, çaresizce. Ardından bu kararından vazgeçebileceği ihtimaliyle boynumu hafifçe bükmüştüm. Bu işe yaramazken dudaklarım hafifçe öne doğru bükülmüş, bir kez daha oflamıştım. Ardından uzanıp masadaki kumandayı aldığımda açık olan televizyonu kapatıp ayaklandım. Masanın üzerinde duran mısır dolu kâseyi de alıp mutfağa bıraktıktan sonra tekrar yanına dönmüştüm. Tüm asık suratlılığımla beraber portmantoya doğru ilerleyip kabanımı üzerime geçirdiğimde o da yanan şömineyi söndürmekle meşguldü. Bu esnada ben de tekrar salona geçip masanın üzerinde duran telefonlarımızı elime aldığımda içimde bir gram bile gitme hevesim yoktu. Kesinlikle en başta buraya gelmeyip başka bir yere saklanmalıydım.

En sonunda beraber evden çıkıp onun arabasına bindiğimizde arabamı evin bahçesinde bırakmak zorunda kalmıştım. Pekâlâ, zaten yarından itibaren burada olacağım için şu an arabama ihtiyacım yoktu.

"Asma suratını öyle," diyerek aramızdaki sıkıcı sessizliği bozduğunda gözlerimi yoldan çekmiştim. "Hem ben konuşmuştum annemlerle, gerek yoktu ki buna. Neden canını sıkıyorsun böyle şeyler için?"

"Kafam attı bir kere, ne yapayım?" dedim, çok iyi bir savunma yaparak. O da böyle düşünmüş olacak ki bana yandan bir bakış atmıştı. "Yarına unutmuş olurlar merak etme."

"Dansöz nereden geldi aklına, onu anlamıyorum.." derken başını hafifçe iki yana sallamış, bozuk ifademi dağıtarak gülmemi sağlamıştı.

"Aslında dansöz kılığına girmeyi düşündüm ama babaannen fenalaşır diye biraz daha insaflı davrandım," Kaşları havalandı alayla.

"Sağ ol birtanem, çok düşüncelisin."

"Öyleyim tabii." dediğimde onu bir kez daha güldürmüş, içten içe deli olduğumu düşünmesine neden olmuştum. Yani bana bunu açıkça söylemese de böyle düşündüğünü biliyordum.

"Çok tatlısın ama babaannem zaten fenalaşmış," derken bakışları çok kısa bir an yoldan ayrılıp bana dönmüş, ifademi kontrol etmişti. Açıkçası babaannesinin sürekli olarak sırf ilgi için fenalaşmasına artık alışmış sayılırdım. Onlar da buna alışkındı fakat ona istediğini yine de veriyorlardı. Sanırım bu hastalık yaşlılığın prensiplerinden biriydi. "Eve götürmüşler kadıncağızı."

"Bir şeyi yoktur onun," dedim, oldukça rahat bir tavırla. "Çok iyi niyetli, çok safsın.. Üzülüyorum sana da, böyle şeylere hemen kanıp insafa geliyorsun." diyerek ona üzülüyormuş gibi konuştuğumda ifadesinden anlaşıldığı gibi benimle dalga geçtiği açıktı. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme, yüzünde alaycı bir ifade vardı.

"Siz iyiydiniz, erkek torun sözü bile vermiştin aslında." diyerek bana birkaç ay öncesini hatırlattığında göz devirdim. "Ne oldu da yine başa döndünüz?"

"Sabrımı sınıyor işte," Omuz silktim. "Ayrıca erkek torunu da rüyasında görür. Kızım olacak benim bir kere!"

"Bunu babaannemin önünde söyleme,"

"Sebep?"

"Senin bütün özelliklerini almış bir kız çocuğu onun felaketi gibi bir şey olur da ondan." dediğinde güldüm.

"Ne güzel işte?" Bu söylediğime katılırcasına başını hafifçe salladı.

"Bence de."

"Kesin benim gibi cadaloz bir şey olur," dedim, düşünceli bir sesle. Dudaklarımdaki sırıtışla beraber ona doğru döndüğümde yalıya çok fazla bir mesafemiz de kalmamıştı. Ev yalıya da Defne Teyze'lere de neredeyde eşit uzaklıktaydı. Açıkçası bu evi görmeye geldiğimde mesafeyi fazla önemsememiş, evi gezdiğim an kararımı vermiştim. Aklımın alamayacağı kadar büyük bir bahçesi varken yalnızca iki katlı bir evden oluşuyordu. Üst kattan denizin görünmesi de beni epey tetiklemiş, ev üzerinde pek düşünmemiştim.

"Sana benzemez zaten o konuda, sen fazla kibarsın çünkü." dediğimde ona laf sokmamı umursamadı. "Şak diye lafı koyar, çünkü neticede benim kızım."

"Tek yaptın zaten değil mi?"

"Alınma hemen, sana benzediği yönleri de olur tabii." diyerek bir sipariş oluşturmaya başladığımda artık kesin olarak deli olduğumu düşünmeye başladığına emindim. "Gözleri seninkiler gibi olsun, yeşil yeşil.. Biraz şımarık olsun benim gibi ama daha çok senin gibi uslu olsun. İkimiz de çocukken tosun gibiymişiz mesela. Kesin o da öyle olur, çok eminim. Boyu da uzun olsun, benim boyum uzamadı. Bu konuda sana çekse fena olmaz, senin boyun ne güzel upuzun.. Omuzların da geniş, Edirne kapısı gibi." Gözlerim onun üzerinde dolanırken bakışlarının ağırlığını üzerimde hissetmiştim. "Ne kadar yakışıklısın sen? Hayret ediyorum her seferinde."

Bu sözlerim onu güldürdüğünde bahsettiğim konudan bu kadar hızlıca sapmam onu güldürmüştü. Birkaç saniye onu incelediğim an ne konuştuğumu unutmuş, aklım başımdan gitmişti. "Çok teşekkür ederim," dedi, oldukça tatlı bir şekilde. "Senin güzelliğini uzun uzadıya konuşmak isterdim ama geldik.." dediğinde dudaklarım yukarı kıvrılsa da başımı çevirip ön camdan dışarıya bir bakış atmıştım. Yalının bahçesinde, süs havuzunun önündeydik. Bu esnada elimdeki telefon titremeye başladığında başımı eğip arayan kişiyi kontrol etmiş, aramayı redderek emniyet kemerimi çıkarmıştım. Annem arıyordu fakat birkaç dakika daha beklese fena olmazdı.

Beraber arabadan inip eve doğru ilerlemeye başladığımızda kabanımın cebindeki anahtarı çıkarıp evin kapısını açmış, beraber eve girmiştik. Eve girdiğim an beni karşılayan gürültü, yüzümü buruşturmama neden olurken içeriden gelen sesleri duyuyordum.

Kenan, benden önce salona giriş yaptığında beni de arkasından sürüklemeyi ihmal etmemişti. Salona girdiğimiz an üzerimize dönen bakışlara aldırış etmemeye çalışsam da annemin öldürücü bakışlarından kaçışım yoktu.

Defne Teyze ve annemden oluşan küçük topluluktan üzerime doğru hücum eden bakışlar fazlasıyla rahatsız edici olsa da Kenan'ın arkasına hafifçe saklanmıştım. Olcay, Bige ve Zilan da salondaydı fakat Olcay zaten böyle bir şey yapacağımı tahmin etmiş olmalıydı. Üstelik salonun ortasında dans etmekte olan dansözler de yoktu. Emindim ki onları annem göndermiş, ardından da Farah ve Cevher Hala da Kiraz babaanneyle beraber eve dönmüşlerdi.

Bedenimi Kenan'ın bedeni arkasına tamamen sakladığımda elimi tutmayı bırakmamış, hatta bu yaptığıma gülmüştü fakat komik bir şey yoktu. Birden kapatılan müzikle beraber kulaklarım şenlenirken gözlerimi sıkıca yumup başımı onun sırtına yasladım.

"Neredesin kız sen?" diyen annemin carlayışını duyduğumda salonda bir hareketlilik oluşmuş, Kenan da elimi sıkı sıkıya tutarak arkasından çıkmamı tamamen engellemişti. Şu an hiç kimseyi görmesem de annemin delici bakışlarını saçma bir şekilde hissedebiliyordum.

"Benimleydi," diyerek Kenan, annemin bu sorusunu yanıtladığında şu an ona sarılabilirdim. Hatta pozisyonumuza bakılırsa buna gerek yoktu da. "Annem aradığında söyledim aslında," dediğinde de Defne Teyze'nin şaşırdığını düşünüyordum, çünkü böyle bir konuşmanın gerçekleşmediğine neredeyse emindim. Bana, sadece annesiyle konuştuğunu söylese de böyle bir şeyden bahsetmemişti. Çünkü annesine böyle bir şey söylememişti.

"Aa," diyen Defne Teyze, gülme isteğimi zar zor bastırmama neden olduğunda başımı hafifçe uzatıp onları kontrol ettim. Defne Teyze tam da tahmin ettiğim gibi şaşkındı fakat bunu gizlemeyi iyi başarıyordu. "Evet söyledi ama ben o anki kargaşada sana söylemeyi unuttum Yıldız'cığım.. Kenan'ı aradığımda bana Maran'la beraber olduğunu söyledi."

Annemin çattığı kaşları yavaşça normal hâlini alırken bedenini hafifçe oynatıp arkasında kalan Defne Teyze'yi kontrol etti. Ardından da dönüp önce Kenan'a, sonra da bana bir bakış attığında gözlerimi hızla ondan kaçırmıştım. "Maran gerildi biraz tabii, alışkın değil bu tür şeylere siz daha iyi bilirsiniz neticede.." diyerek annemin kanına rahatlıkla gireceği bir konuşmaya başladığında kaşlarım havalanmıştı. "Babaannemin sabah yaptığı şey de onu çok gerince dayanamadım gelip aldım onu hemen."

Annemin kaşları alayla havalanırken kollarını göğsünde birleştirdi. "Öyle mi?" dedi, alayla. "Peki ya dansözler? Onları da biz eğlenelim diye mi çağırdı yoksa?"

"Gerçekten tam olarak öyle oldu," diyen Kenan annemin bu sorusunu yanıtladığında dayanamayıp kıkırdamış, annemin kaşlarının derince çatılmasına neden olmuştum.

"Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz yahu?" dedi, hiddetle. Bu, dudaklarımı sertçe birbirine kenetlememe neden olduğunda aynı ifade Kenan'ın yüzünde de hâkimdi. Gülmek istediğini anlayabiliyordum fakat bunu yapmaya annemin öfkesinden dolayı cesaret edemiyordu. "Hanımefendi için insanlar kalkıp buraya kadar gelsin ama o şımarık bir çocuk gibi evden kaçsın! Nasıl bir terbiyesizlik bu böyle? Ben sana böyle mi öğrettim kızım?"

"Kaç Maran," diyerek Kenan başını hafifçe oynatıp bana doğru fısıltı hâlinde konuştuğunda gerçekten kaçmam gerekiyordu. Bir süre annemin gözüne görünmesem fena olmazdı. "Kaç, ben halledeceğim."

Yeşil gözleri bu sözlerini desteklercesine yüzümü turladığında ona güvenerek elini yavaşça bırakmış, annemin söylenmeleri eşliğinde arkasından çıkıp koşar adımlarla salondan çıkmıştım.

"Maran!" diyerek bana seslenişlerini duymazdan gelip merdivenleri hızla tırmanmaya başladığımda dudaklarımdaki aptal sırıtışa engel olamıyordum. Resmen oturduğum yerde başıma iş açmıştım.

Merdivenleri tırmanıp odama girdiğimde kapıyı arkamdan kapatıp kilitledim. Kendimi güvende hissettiğim an üzerimdeki kabanımı çıkarıp makyaj masamın önündeki pufa bıraktığımda tüm bu yaşananların yanında kendimi yorgun da hissediyordum. Bu sabah erkenden kalkıp hazırlıklara başlamış, benim için hazırlanan geceye katılmasam da fazlasıyla eğlenceli bir şekilde geceyi noktalamıştım. Üstelik bu, buradaki son gecemdi.

Hatırladığım bu şeyle beraber dudaklarımdaki gülümseme buruk bir hâl aldığında yarın çok fazla ağlayacağımın sinyalini daha geceden almış sayılırdım. Yorucu ve uzun bir gün geçirecek olmamın verdiği bu sorumlulukla kendimi sırtüstü yatağa bıraktığımda kalbim hiç olmadığı kadar buruk hislerle doluydu.

 

 

 

 

✨✨✨

Bahçedeki kargaşayı büyük bir dikkatle izlerken parmaklarım arasındaki sigaradan ara ara derin nefesleri içime çekiyor, bulunduğum yerden yolunda gitmeyen bir şeyler varsa hemen el atıyordum. Bu hazırlıkları benim için aşağıdan yakın bir şekilde takip eden onlarca insan olsa da benim birtakım takıntılarım vardı.

Birçok çalışan bahçede bir o yana bir bu yana koştururken parmaklarım arasında tükenen sigarayı, balkondaki masanın üzerinde duran kültablasında söndürüp yarısı dolu olan şarap kadehini elime alarak içeri geçmiştim.

İçeride de aynı kargaşa sürerken, "Hadi Maran, hazır değilsin hâlâ!" diyen Olcay'a bir bakış attığımda tam olarak gelinin kız kardeşi gibi görünüyordu. Giydiği siyah uzun elbise incecik bedenini sarmış, ayağına geçirdiği topuklu çizmeleriyle de müthiş bir uyum sağlamıştı. O, bakıldığında klasik bir kombin yapmış gibi görünse de benden sonra bu gecenin yıldızı olacağı kesindi.

"Fıstık gibi olmuşsun," dedim, yanından geçip makyaj masasına otururken. Bu sırada odanın kapısı biri tarafından açıldığında içeriye Bige, annem ve Defne Teyze girmişti. Eş zamanlı olarak da son zamanlarda sıklıkla görür olduğum saç ve makyaj ekibi de etrafıma üşüştü. Saçlarımla saatler önce epey ilgilenseler de henüz makyajım yapılmadığı için üzerimi giymemiştim. Üstümde beyaz saten bir şortlu takım varken onun üzerine de yine aynı renkte saten, mini bir sabahlık geçirmiştim.

"Her şey yolunda mı burada?" diyen annem, benim ne durumda olduğumu kontrol ettiğinde kendi sorusuna yine kendi cevap bulmuş oldu. Her şey şaşırtıcı bir şekilde yolunda gidiyordu ama henüz birkaç saniyeliğine bile Kenan'ı görememiştim. O, sabah erkenden benim kullanacağım aksesuarları mağazadan aldırıp yalıya gönderse de şu an sadece birkaç adım ötemde olmasına rağmen bir türlü görüşememiştik. Evet, bakıldığında tek sorun şu an bu gibi görünüyordu.

"Aşağıda da bir sorun yok, her şey iyi ilerliyor." dedi, annem benim için kısa bir açıklama yaparak. Kızının ne kadar takıntılı olduğunu sadece kendisi biliyordu. "İstediğin gibi çiçekler de geldi, ikramlıklar da birazdan gelecek.. İstediğin bir şey varsa hemen halledelim?"

"Şunu içmeyeceğim," dedim, elimdeki kadehi masaya bırakırken. Sanırım çok içmiş olmalıydım fakat normalde bir şişeyi bitirmem gerekirken bir kadehi bile zar zor bitirmiştim. "Midem bulanıyor, Nermin abla bana kahve yapabilir mi?"

"Ben hallederim, aşağı iniyorum zaten." diyen Olcay, duruma el attığında çok geçmeden Bige'yle beraber odadan çıkmıştı. Bu esnada annem de ilgiyle yanıma yanaşmıştı.

"Miden niye bulanıyor? Sabah bir şeyin yoktu?"

"Strestendir o," diyen Defne Teyze'yi başımla onayladığımda annemin bakışları değişmedi.

"Sen yine sabah bir şeyler yemedin, öyle geçiştirdin. Sana bir şeyler göndereyim, atıştır biraz." dediğinde ona itiraz etmeme bile müsaade etmemişti. Ben de bir kez daha buna yeltenmemiş, onu kırmamıştım.

"Kenan nerede?" dedim, merakla. "En son sabah konuştuk, bir daha aramadı beni."

"Aşağıda, babanlarla birlikte."

"Ben ona bir bakayım, onun da hazırlanması gerekiyor artık." diyen Defne Teyze, hızla odadan çıkarken annem de son kez beni kontrol ederek söylediğini yapmak üzere Defne Teyze'nin arkasından çıkmıştı. Bu sırada makyajıma devam edilirken önce kahvem, ardından da yemeğim gelmişti. Eş zamanlı olarak da tepemde bir arı gibi çalışıp makyajımla ilgilenen makyözleri kısa bir süreliğine rahat bırakmış, onların da bir şeyler atıştırması için göndermiştim. Saatler sonra odada tek başıma kaldığımda kahvemden bir yudum alıp saatlerdir elime almadığım telefonumu aldım. Gelen birçok bildirimde gözlerim dolaşırken tam o anda kapıdan gelen gürültüler kulağıma ulaşmıştı.

Bakışlarım, telefonumdan ayrılıp kapıya doğru döndüğünde, "Maran'ı göreceğim," diyen boğuk bir ses, çok geçmeden dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasına neden olduğunda bu kişinin kim olduğunu anlamak zor olmamıştı.

"Yahu giremezsin diyorum enişte!" Olcay'ın bağırışı, adeta odamın duvarlarını inletirken, "Gelin hazır değil, düğünden önce görmek uğursuzluk getirir. Hiç duymadın mı böyle bir şey sen?"

"Duymadım," diyen Kenan'ın sesi oldukça huysuz gelirken kapı bir kez daha onun tarafından zorlanmıştı fakat onun gücüne Olcay'ın engel olduğunu sanmıyordum. "Kızım çekilsene şuradan," dedi, kabaca.

"Düzgün konuş lan sevgilimle." Kılıç'ın sesi, onların hararetli tartışmasını böldüğünde kendi kendime kıkırdadım.

"Sevgiline bir şey söyle o hâlde," diyerek Kenan onu yanıtladığında elimdeki telefonu bırakmış, kapıdaki konuşmayı dikkatle dinlemeye başlamıştım.

"İçeri mi girmek istiyorsun?" dedi, Olcay en sonunda pes ederek. Buna şaşırsam da onun kesin Kenan'a bir şeyleri şart koşacağından emindim. Eğer bu kadar çabuk pes ediyorsa bunun bir bedeli illa ki olacaktı. "O zaman açıyorsun kesenin ağzını, yok öyle elini kolunu sallayarak gelin odasına girmek!"

Onun bu sözleri, tahminlerimi doğrularken dayanamayıp yerimden kalkmış, kapıya doğru ilerlemiştim. Şu an hazır olmasam da eğer beni görmekte bu kadar ısrarcıysa bir şey söyleyecek olmalıydı fakat bunun için arayabilirdi de.

"Krizi nasıl fırsata çeviriyorsun, hayret ediyorum Olcay." diyen Kılıç, bir kez daha beni güldürürken onunla aynı fikirdeydim. Üstelik bunu Olcay çok iyi yapıyordu.

"Al," dedi, Kenan. "Yeter mi, görebilir miyim artık karımı?"

"Yeter canım yeter.." diyerek onu yanıtlayan Olcay hâlâ kapının önünden çekilmezken Kenan'ın sabrının zorlandığı açıktı.

"Ne istiyorsun Olcay?" dedi, sabırlı olmaya çalıştığı belli olan bir tonda.

"Son bir şey daha," dediğinde işte bunu beklemediğim için kulağımı iyice kapıya yanaştırmıştım. "Kızınız olursa adını Olcay koyacaksınız, yoksa kabul etmiyorum! Vallahi görüşmem sizinle."

Bu söyledikleri, dudaklarımda genişçe bir gülümsemenin oluşmasına yol açarken Kenan'ın homurtusunu işitmiştim. "Olmaz öyle şey, kızımın adı Ece olacak." dediğinde kıkırdayarak dayanamayıp kapıyı hafifçe araladım. Kapıyı açtığım an, onun huysuz ifadesiyle karşılaştığımda kapının önünde duran Olcay da kaşlarını çatıp ona bakmıştı.

"O zaman giremezsin!" Ofladı.

"Onu Maran'la konuşacaksın o hâlde," diyerek onu geçiştirdiğinde Kılıç onların bu hâlinden epey keyif alıyor gibiydi. "Şimdi çekil, karımı bekletiyorum senin yüzünden."

"Ne işin var senin burada?" dedim, dayanamayarak.

"Engel olamadım," diyerek Olcay bana döndüğünde elinde deste hâlinde olan banknotlar gözümden kaçmamıştı. İsteme töreninde de bir benzeri yaşanmıştı fakat onların arasına girmeyecektim.

"Fark ettim," dediğimde Kenan, Olcay'ın boşluğundan faydalanarak odaya girmiş ve onun carlamalarını duymazdan gelerek kapıyı kapatmıştı. Bu, dudaklarımdan melodik bir gülüşün dökülmesine neden olduğunda onun da tıpkı benim gibi hazır olmadığını görmüştüm. Her zamanki gibi spor bir hâldeyken tanımayanların onun damat olduğunu düşünmediğine emindim.

"Biri gelecek şimdi, çabuk söyle ne söyleyeceksen," diyerek konuştuğumda onun bu çocuksu hâllerinden büyük bir zevk alıyordum. Yeşilleri gözlerimden ayrılarak elini ceketinin cebine daldırdığında bakışlarım onu takip etmişti. O, cebinden siyah bir kutu çıkardığında çocuksu hislerle kaplı olan kalbim de ağzıma tırmanmış, heyecanla onu izlemeye devam etmiştim.

Yeşil gözleri tekrar gözlerimle buluştuğunda aramızdaki iki adımlık o kesafeyi küçük bir adımla yarıya indirmiş, elini hafifçe kaldırıp elinde duran kutuyu ikimizi bedeni arasına sıkıştırmıştı. Ben, merakla onu izlerken, "Bu senin," dedi, yumuşacık bir tonda.

Gözlerim uzunca bir süre gözleri arasında mekik dokuduğunda dayanamayıp elimi kaldırmış ve bana uzattığı siyah kadife kaplı kutuyu elinden yavaşça almıştım. "Ne bu?" dedim, saklayamadığım bir heyecanla. Ondan her hediye alışımda küçük bir çocuk gibi oluyor, delicesine bir heyecana kapılmama engel olamıyordum.

"Küçük bir şey," diyerek yanıtladı beni. "Sana yakışacağını düşündüm."

Bu sözleriyle beraber büyük bir heyecan dalgası etrafımı sardığında onun küçük hediyelerinin ne kadar büyük hediyeler olduğunu çok yakından biliyordum. Bu yüzden dudaklarımdaki sırıtışa engel olamayarak gözlerimi ondan uzaklaştırdığımda elimdeki kutunun kapağını usulca kaldırmıştım.

Kutunun içerisindeki kolyenin ışıltısı ilk saniyeden gözlerimi alırken güldüm. "Bayağı küçük bir şeymiş gerçekten." dememe engel olamadığımda o da bana katılıp gülmüştü. Bakışlarımı elimde duran kutuya indirdiğimde pırlantalarla işlenmiş olan kolyenin üzerine hafifçe dokundum. Ucunda büyükçe sarı renkli bir safir taş vardı ve bu taş çok değerli, çok nadir bulunan bir taştı. Safir olarak nitelendirilen taşın rengi genelde mavi olarak bilinse de aslında sarıya dönük bir rengi de vardı fakat bu o kadar nadir görülen bir şeydi ki ben de ilk kez karşılaşıyordum.

Üstelik safir, bağlılığın ve sadakati simgelen bir taştı. Şu an parmağımda olan yüzük de safirdi ve ben bunu daha yeni fark ediyordum.

"Çok güzel," derken ses tonumdaki o hayranlığı gizleyememiştim. Bana bir hediyeyle bahşettiği anlamlar da kalbimdeki mehter takımını harekete geçirirken başımı hafifçe kaldırıp yeşil gözlerine baktım.

"Beğendin mi?" dediğinde tutulan dilimle ona bir şey söyleyememiş başımı hafifçe sallamıştım.

"Deli misin, çok güzel bu.." dedim, hülyalı bir tonda. Ardından kutuyu hevesle ona uzattığımda, "Taksana."

O, itiraz etmeden elimdeki kutuyu alıp kolyeyi içerisinden çıkardığında kutuyu da makyaj masamın üzerine bırakmıştı. Ona yardımcı olmak adına sırtımı ona döndüğümde saçlarımı tek elimde toplayıp kolyeyi boynuma takmasını büyük bir sabırla bekledim. Kolyenin ucundaki taşın gerdanıma temas ettiğini hissettiğim an, heyecanım iki katı artarken omzumla boynum arasına bıraktığı küçük bir öpücükle gülümsemem genişlemişti.

"Dön bakayım," diyerek saçlarımı bırakıp ona doğru dönmemi sağladığında güzel gözleri boynumda yerini alan hediyesinde uzun uzun gezindi. "Harika oldu.."

"Gerçekten mi?" derken elim refleksle boynumdaki kolyeye gitmişti.

"Sana pek layık değil tabii ama," dediğinde başımı hafifçe omzuma doğru eğip dudaklarımdaki gülümsemeyle ona baktım. O, gözlerini üzerimden çekmekte epey zorlanıyor gibiydi.

"Çok teşekkür ederim," dedim, aramızdaki mesafeyi kapatırken. Ardından elimi kaldırıp yanağına yasladığımda parmak uçlarımda kalkarak dudaklarıyla kavuşmuştum. Yumuşacık dudaklarını dudaklarımla kavradığımda midemde tatlı bir sızı vardı. Bu, saatlerdir yaşadığım o bastırılmış heyecandan kaynaklanıyordu.

Eli belimi kavradığı an bir yapboz parçası gibi tamamlandığımı hissederken yumuşak öpüşleri kalp atışlarıma oldukça zıt bir şekilde ahenkle hareket ediyor, bana hissettirdiği duyguların kalbimin en ücra köşesinde sinsice dolaşmasını sağlıyordu.

"Seni seviyorum," dedim, dudaklarımız arasına giren ilk boşlukta. Yüzlerimiz arasında sadece bir nefeslik mesafe varken yeşil gözlerine uzun uzun baktım.

"Ben de seni seviyorum," Ellerini kaldırıp yüzümü avuçladığında gözlerinden gözlerime doğru akan duygu seli oldukça yoğundu. Bedenlerimiz bir bütün hâline gelmiş, yalnız iki ruh fakat tek bir beden olmuştuk. "Çok seviyorum."

"Bugün pek bir romantiğiz," dediğimde dudaklarıma doğru güldü. Bu, adeta içini ısıtırken, "Çok bizlik değil, şaşırıyorum."

"Bugün başka bir adamım," dedi, bunu anlamlandıramıyormuşçasına. "Böyleyim işte, bunu istemiyor muydun?"

"Ben senin her hâlini seviyorum ama," derken burnumu hafifçe burnuna sürtmüş, gözlerim pembemsi dudaklarına düşmüştü.

"Bak bak bak," dediğinde kıkırdadım. Eliyle önüme düşen birkaç tutamı hafifçe ittirdiğinde ellerimi usulca indirip göğsüne yaslamış, sırtının arkasında kalan kapıya yaslanmasını sağlamıştım. Bedenim bedenine tamamen yaslandığında içimdeki o ateşin ufaktan harlandığını hissediyordum.

Yeşillerine çöken o şehvet parıltısı beni yoldan çıkarırken, ellerini bir kez daha belime yerleştirmişti fakat tutuşu bu sefer daha sıkıydı. "Hazır baş başayken," dedim, arsızca. Bu, gözlerinin dudaklarıma doğru bir yol çizmesine neden olduğunda dişlerimi hafifçe alt dudağına geçirip onu daha çok kendime çekmiştim. "Geceyi beklemek zorunda mıyız?"

Belimdeki elleri yavaşça kalçalarıma doğru hareketlenirken kendimi çoktan ona teslim etmiştim bile. "Tabii ki değiliz," derken tek bir hamlede beni kucağına almış, ayaklarımın yerden kesilmesini sağlamıştı. Bununla beraber bacaklarımı beline doladığımda gözleri gözlerimden ayrılmıyor, sabırsızca üzerimde geziniyordu. O, birkaç adım atıp beni yatağa bıraktığında gözlerinin yuvalarında delice döndüğünü çok net görmüştüm. Onu, bunun için çok fazla bekletmiştim.

"Kapıyı kilitlemedim,"

"Siktir et kapıyı," diyerek az önceki o naif hâllerini yok ettiğinde kıkırdayarak üzerimdeki sabahlığın kuşağını çözdüm. O, dizini yatağa yaslayıp üzerime doğru eğildiğinde bacaklarımı edepsizce aralamıştım.

Ellerim geniş omuzlarına tutunurken bedeni bacaklarım arasındaki yerini almış, bedenimin heyecanla yükselmesine neden olmuştu. Onunla uzun zamandır kurmadığım bu yakınlık, beni deli edecek bir noktaya kadar gelmişti.

Sağ eli bacaklarım arasına doğru hareketlendiğinde tıklatılan kapı, adeta yerimden sıçramama neden oldu. Bununla beraber hızla inip kalkan göğsüm onun bedenine sertçe çarptığında onu tek bir hamleyle üzerimden iterek ayaklanmış, o esnada da kapı annem tarafından açılmıştı.

Bedenime yüklenen adrenalin damarlarımda delice dolaşmaya başlarken yanaklarıma toplanan o ısıyı çok net hissediyordum. Arkamdaki adamın sadece saniyeler içerisinde vücudumda bıraktığı etki hâlâ emarelerini korurken bacaklarım arasındaki o ıslaklık da olduğu yerdeydi.

Annemin kahverengi gözleri ikimiz arasında mekik dokurken Kenan'ı burada görmeyi beklemediği belliydi. Çünkü herkes şu an onun hazırlanmak için kendi odasına gittiğini biliyordu fakat ben onu kendi odama atmıştım. Üstelik bununla yetinmeyip yatağa atmıştım.

"Kenan?" dedi, hayretle. Bakışlarım bununla beraber hızla Kenan'a doğru döndüğünde yeşil gözlerindeki memnuniyetsizliği yakalamıştım. "Oğlum senin ne işin var burada?" derken bakışları tekrar bana döndü. "Yahu siz delirtecek misiniz beni? Niye hazır değilsiniz? Misafirler gelecek birazdan!"

"Ben Maran'ı kontrol etmek için gelmiştim, şimdi de gidiyorum.." diyerek bana son bir bakış attığında hâlâ bedenimde mevcut olan o elektriğin diri bir şekilde kalmasını sağlamıştı. Yeşil gözleriyle girdiğim temas, tüylerimin ürpermesine neden olurken yanımdan geçerek odadan hızla çıktı. Bununla beraber dudaklarım arasından bir soluk bıraktığımda annemin meraklı bakışlarına bir cevap vermek için ona doğru dönüp boynumdaki kolyeye dokundum.

"Bunun için gelmiş," dedim, hızla. Annemin bakışlarını boynumda varlığını koruyan kolyeye düşerken bakışları yavaşça normal hâlini aldı. "Çok güzel değil mi? Çok beğendim."

"Hoşmuş," dedi, kollarını göğsünde birleştirerek. Dudakları yukarı kıvrılırken gözleri kolyemdeydi. "Yakışmış sana da."

"Kenan da öyle söyledi." dedim, sırıtarak.

"E üzerini de giy, gelinlikle daha şık olacak." diyerek yerimden hareketlenmemi sağladığında tam o an kapı bir kez daha tıklatılmış, Efe'yle beraber Gamze de içeri girmişti. "Gelin gelin," dedi, annem. "Maran'ın makyajı tamamlansın bir an önce, çok az vaktimiz kaldı."

"Siz merak etmeyin Yıldız Hanım," diyen Efe, beni masaya doğru sürüklerken aceleyle onu durdurdum.

"Üzerimi giyeyim mi önce?"

"Tamam öyle yapalım," diyerek beni onayladığında, "Çıkalım biz, sen hazırlan o zaman."

"Gamze kalsın, sana yardımcı olur." dedi, annem de. Bu, benim işime gelirken Efe'yle beraber odadan çıkıp bizi baş başa bırakmışlardı. Gamze, odamın bir köşesinde duran gelinliğe ilerlerken ben de üzerimdeki sabahlığı çıkarıp yatağa bıraktım.

Üzerimdeki saten takımdan da kurtulup onun yardımlarıyla gelinliğimi giydiğimde açıkçası bu uzun sürmüştü. Aynanın karşısında dakikalarca oyalandığımda gelinliğimin fermuarını çekip arkamdan çıkmıştı.

Gözlerim aynadaki görüntümde dolaşırken görüntümden oldukça memnundum. Defne Teyze'nin benim için özenle dikmiş olduğu gelinlik üzerime tam otururken kendimi bir kuğu gibi hissediyordum. Straplez gelinliğin yakası dantelken belimi sıkıca sarmıştı. Düşük kolları dantel şeklinde bileklerimi sararken ellerimi beyaz kumaşın üzerinde gezdirdim.

"Çok güzel oldun," dedi, beni süzerken. Bu, gülümsememin genişlemesine neden olduğunda ekledi. "Saçlarına son dokunuşları makyajını tamamladıktan sonra yaparız.. Sen geç otur, hemen başlayalım."

O, makyaj masamın önündeki koltuğu benim için çekip oturmamı sağladıktan sonra odadan çok kısa bir an çıkıp Efe'yle geri dönmüştü. Onlar yarım kalan makyajıma devam ederken boş olan oda ilerleyen dakikalarda dolmuş, babaannem yanıma kadar gelip bana övgüler yağdırmıştı. Onun ve annemin duygusallığı beni de etkilerken bunu fark edip olaya müdahale eden Olcay olmuştu. Onların bu duygusalığını hızla dağıtmış, beni yatıştırarak onları odadan kibarca kovmuştu. İlerleyen dakikalarda da Defne Teyze'yle beraber Kiraz Babaanne'ler gelip beni kontrol etmişler, geldiklerinde de bana birkaç küçük (!) hediyeler sunmuşlardı. Açıkçası onların bu yapısına artık alışmaya başlamıştım. Kenan'dan anlaşıldığı üzere bu genetikti de.

"Süper görünüyorsun," dedi, Olcay. Efe, ensemde at kuyruğu şeklinde topladığı dalgalı saçlarımı sabitlemesi için sprey sıkarken ben de yüzümün iki yanında bukle hâlinde duran iki tutamı elimle yavaşça düzeltmiştim. Gerçekten tam da hayal ettiğim gibiydim. "Bu gidişle enişte gece sonunu bekleyemez." diyerek arsızca konuştuğunda bu söylediğinde doğruluk payı olduğu için ona kızmadım fakat uyarıcı bakışlarımı atmayı ihmal etmedim. Bu esnada Efe, yanındaki Gamze'yle konuşurken bunu fırsat bilmiş olacak ki bana doğru yavaşça eğildi. "İç çamaşırlarını görmesi yeter diye düşünüyorum."

"Olcay!"

"Ne?" dedi, yaramaz bir çocuk gibi. "Kutusunu banyoda gördüm," diyerek gözlerini süzdüğünde ona hayretle bakıyordum. "Fenaymış.." Başımı iflah olmazcasına iki yana salladım.

"Kenan'ı gördün mü?"

"Aşağıda, Kılıç'larla beraber.. Gergin görünüyordu."

"Ben de gerginim."

"Geçer birazdan, birkaç dakikaya aşağı ineceğiz beraber." Çenesiyle saçlarımı gösterdi. "Şu duvağını da takalım, hazırsın değil mi?"

"Ayakkabılarım!" diyerek çığlığı bastığımda üçünü de korkutmuş, yerinden sıçramalarına neden olmuştum. "Ayakkabılarım nerede? İsim yazacağım!"

"Yatağının üzerine bıraktım kutusuyla beraber," diyen Olcay, onu korkuttuğum için olsa gerek kaşlarını çattığında birkaç adım atarak yatağıma doğru ilerlemiş ve ayakkabı kutusunu alarak yanıma kadar gelmişti. Elimi uzatıp kutuyu yavaşça elime aldığımda zar zor bulduğum topuklu ayakkabıları içerisinden çıkardım.

"Kalem istiyorum," diyerek gözlerimi etrafta gezdirdiğimde daha fazla konuşmamam için Efe, elime bir kalem tutuşturmuştu. Elime aldığım ayakkabıyı ters çevirip sırıtarak Olcay'a baktığımda göz devirdi.

"İnanma şöyle hurafelere."

"Ben yine de üstüme düşeni yapacağım, evde kalmayacaksın merak etme."

"Evde kaldığımı kim söyledi?"

"Doğru söylüyorsun, Kılıç bırakmaz gibi duruyor." derken çoktan ilk sıraya onun ismini yazmıştım. Onun isminin altına da Bige'yle Zilan'ı yazdığımda mahzendeki bütün kızların ismini de yazmış, telefonumla da fotoğrafını çekmiştim. "Silinip silinmediğini kontrol edeceğim mutlaka."

"Çok konuşma hadi, herkes bekliyor."

Onun beni azarlamaları sonucunda Efe son olarak duvağımı takmış, son kontrolleri de yaparak beni serbest bırakmıştı. İşte bu, tam olarak gerginliğimi hissetmeme neden olduğunda ayakkabılarımı giyerek yerimden kalkmış, üzerimi düzeltmiştim. Uzun duvağım yere kadar uzanırken görüntümden oldukça memnundum.

"Hazırım sanırım,"

"E hadi," diyerek benim hareketlenmemi sağladığında birden durmuştum.

"Çiçeğim,"

"Çiçek nerede?" diyerek üçü de etrafı turlamaya başladığında çiçeğimi bulan Olcay olmuş, hemen elime tutuşturmuştu. "Hadi yürü çabuk." derken kapıyı açıp beni telaşa sürüklediğinde merdivenlere doğru ilerlemek için çoktan bir adım atmıştım.

"Nasıl görünüyorum?" dedim, bir kez daha. Bunu, bugün defalarca sorduğum için artık bıkmışlardı.

"Harikasın," dedi, o benim merdivenden inmeme yardımcı olurken. Gelinliğimin eteği ara ara ayağıma takıldığı için açıkçası biraz endişeliydim de. Boştaki elimle eteğimi hafifçe tuttuğumda daha rahat ilerlermeye başlamıştım. Her adımımda kalbim daha hızlı atmaya başlarken nefes alış verişlerim de sıklaşıyordu.

"Ay çok heyecanlandım," diyerek kendi kendime mırıldandığımda biraz olsun rahatlayabilmek adına merdivenlerin ortasında durup derin bir nefes almıştım. Bu sırada da aşağıda yanında duran Kılıç'la konuşan Kenan'ı da görmüş, heyecanım iki katı artmıştı. Onun sırtı bana dönük olsa da bedenimi saran bu heyecan dalgasına engel olamadım.

"Sakin ol," dedi, Olcay elini koluma yaslarken. "Aşağı inince rahatlayacaksın, güven bana."

"Birden heyecanlandım," derken onun bana olan yardımlarıyla beraber kalan birkaç basamağı da inmeye koyulmuştum. Bu sırada birden fazla bakışın ağrılığını üzerimde hissettiğimde tüm bedenim kasılmış, Olcay'ın söylediğinin aksine hiç de rahatlamamıştım.

Önümde kalan son basamağı da inip başımı kaldırdığımda bana bakan bir çift gözle karşılaştım. Aramızdaki birkaç adımlık o uzun mesafe, bana olan bakışlarından olsa gerek daha da aşılmaz gelirken eteğimi tutmayı bırakmıştım. Bununla beraber dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktığımda elindeki boş kadehi yanında duran masaya bırakıp o güzel gözleriyle beni uzunca süzdü.

Yeşil hareleri üzerimde büyülenmişçesine dolaşırken o gözlerinden yayılan elektrik tenime yayılarak beni mahvediyordu fakat bunun farkında olmadığı çok açıktı. Gözlerini üzerimden çekip hareketlenmesi gerekirken bu, ona zor geliyor gibiydi.

Bakışlarım, tıpkı onun yaptığı gibi üzerinde bir gezintiye çıktığında nefes kesici göründüğünü inkâr edemezdim. Giydiği siyah takımı vücuduna oturmuş, o heybetli bedenini daha heybetli bir hâle getirmişti. Tabii bu ona yakışsa da şu an onu üzerinden sıyırmamak için zor durduğunu çok iyi biliyordum.

Arkamda bir hareketlilik hissettiğim esnada Kenan, nihayet bana doğru bir adım attığında kalbim ağzıma tırmanmıştı. O, tam karşıma kadar gelip aramızdaki mesafeyi kapatana kadar da kalbim gümbür gümbür çarptığında ayaklarım üzerinde zor duruyordum. Zaten gereksiz bir heyecan bedenime yüklenmiş, bacaklarım adeta titremeye başlamıştı.

Tanıdık kokusu ciğerlerime dolduğu an, gözlerimiz de daha yakın bir temasa geçtiğinde büyülü bir anda gibiydik. Sanki etrafımız yine o koruma kalkanıyla çevrelenmiş, dışarıda bizi bekleyen onlarca insan yokmuş gibi birbirimize kilitlenmiştik.

"Maran," diyerek aramızdaki bu sessizliği ilk o bozduğunda gözleri gözlerime çok az değiyordu. Sürekli ama sürekli baştan aşağı beni inceliyor, gözlerini bir türlü gözlerime çıkaramıyordu. Bunu başardığı ilk an, ellerini kaldırıp yüzümü avuçladığında hayalet gibi davranan iki çift göz de bizi izliyordu. "Su gibisin.." Başını, bir rüyadan uyanmış gibi hafifçe iki yana salladığında aramızdaki sessizliği benim kalp atışlarımın sesi dolduruyordu. "Ne sevap işledim ben acaba?"

Bu sözleri beni güldürürken bu gerginliğim bu söyledikleriyle dağılmıştı. Onun bakışları dudaklarıma düştüğünde hiç düşünmedi, sadece gözlerime bakıp benden bir onay aldığında dudaklarını dudaklarıma örttü. Bu his, tıpkı ilk günkü gibi bedenimin yabancı fakat bir o kadar da tanıdık hislerle doluşmasına neden olurken bana kırılgan bir eşyaymışım gibi davranıyordu. Normalde olduğu gibi hırçın değil, daha yumuşak hareketlerle dudaklarımı öperken bu öpücük için bile yoldan çıkmaya hazırdım. Sanırım o da bunu düşündüğümü düşünmüş olacak ki bu öpücüğü uzun tutmamış, usulca dudaklarımız arasındaki bağlantıyı kopararak mavi gözlerime son kez uzunca baktı.

"Çok tatlı değiller mi?" diyerek fısıltıyla konuşan Olcay'ın sesi ikimizin de kulaklarına ulaşırken gülmemek için dudaklarımı birbirine kenetlemiştim.

"Biz de tatlıyız bence." dedi, Kılıç da.

İşte bu, kıkırdamama neden olduğunda Kenan'ın da dudakları hareketlenmiş, benden yavaşça uzaklaşmıştı. Ellerinin sıcacık varlığını bedenimden ayrılırken, "Gidelim mi?" demiş, kolunu bana doğru uzatmıştı.

"Gidelim." diyerek koluna girdiğimde bu heyecanımın ancak onun kollarında son bulacağını anlamıştım.

 

🧸🧸🧸

"Önün açılıyor," diyen bir ses kulaklarıma ulaşırken sadece beş dakika içinde bunu duymaktan o kadar sıkılmış ve bir o kadar da bunu duymaya o kadar alışmıştım ki onu duymamazlıktan gelmeyi tercih ettim.

Çalan müziğin ritmine göre dans ederken bana attığı o hoşnutsuz bakışları üzerimde hissediyor fakat onunla göz göze gelmemeye çalışıyordum. Eğer dönüp ona bakarsam böyle bir gecede moralimi bozacak, sessizce yanına oturmamı isteyecekti ve ben oturmak istemiyordum. Onun maçoluklarıyla bu gece uğraşamazdım.

Gürültülü müziğin sesi tüm tekneyi doldururken kış ayında olmamıza rağmen soğuk bedenime işlemiyordu. Düğün sonrasında tekneye geçmek benim fikrim olsa da aynı zaman da bu konuda temkinli de davranmıştım. Fırtına çıkmasından korkmuş, soğuktan donabilme ihtimalinden açıkçası ürkmüştüm. Fakat hava bugün o kadar güzeldi ki bu endişelerim boşa çıkmıştı. Deniz durgundu ve ben hunharcasına eğleniyordum.

"Enişte bakıyor," diyen Olcay'ın sesini çalan müzikten zar zor ayırt edebildiğimde elimdeki şampanyadan büyük bir yudum alıp kadehimi yan tarafımda duran bir masaya bırakmıştım.

"Aman bıktım ondan da."

"Kız daha dur, düğün yeni bitti." dedi, gülerek. "Ne ara bıktın adamdan?"

"Üstüm açılıyormuş, ona kuduruyor kesin!" diyerek kendi kendime söylendiğimde ondan azar işitmemek için hızla yakamı düzeltmiştim. Gelinliğimi danstan kısa bir süre sonra değiştirmiş, başka bir şey giymiştim ve yalıdan ayrılmadan önce değiştirme gereği duymamıştım. Üzerimdeki pullu, yırtmaçlı elbiseden gayet memnundum ve çok da sevmiştim.

Koluma tutunan bir el, bakışlarımın o tarafa dönmesine neden olduğunda Olcay hızla ortadan kaybolmuştu. Gözlerim onun yeşil gözleriyle temasa geçtiği an bir yangınla karşılaştığımda kaşları çatık olmasa da bu bile beni ürkütmeye yetmişti.

"Aşkım," diyerek bedenimi de hızla ona çevirdiğimde kolumu tutan eli yumuşaktı. Fakat gözleri öyle bakmıyordu.

"Niye dinlemiyorsun beni?" dedi, gergince. Bu sorusu içten içe göz devirmeme neden olsa da ona bunu çaktırmamaya çalıştım.

​​​​"Önüm falan açılmıyor, abartıyorsun." dedim, dayanamayıp. Bu daha da delirmesine neden olurken, "Kim bakacak bana, arkadaşların mı?"

"Saçmalama," dedi, dişleri arasından adeta tıslayarak. Çenemi hafifçe dikleştirip gözlerine baktığımda o bakışları yavaşça dudaklarıma düşmüş, hızla gözlerime tırmanmıştı. "Hoş durmuyor sadece."

"Beni çıplak görmekten hoşlanıyorsun sanıyordum."

"Ben," dedi, baskın bir tonda. "Hoşlanıyorum evet ama sadece baş başayken.."

"Hiçbir yerim açılmıyor," dedim, inatla. Gerçekten de öyleydi, giydiğim elbise vücudumu tamamen sarmıştı ve her ne kadar saatlerdir dans ediyor olsam da elbisem üzerimden milim oynamamıştı. Sadece göğüs kısmı biraz açık duruyordu. "Elbisenin modeli bu Kenan, ne kadar maçosun sen ya?"

"Eğlence bitti o hâlde," dediğinde bu söylediklerini umursamadım hatta hoşuma gitti. "Evimize gidiyoruz."

"Hay hay.." dedim, memnuniyetle. Ona doğru hafifçe yaklaştığımda gözlerim dudaklarındaydı. "Saatlerdir bu anı bekliyorum, biliyorsun." Gözleri kısıldı bu sözlerimle.

"Pişman olabilirsin, dikkat et."

"Pişman olmam," dedim, yaramaz bir tınıda. "Sabaha kadar eğleneceğimize eminim."

Bu sözlerim gözlerindeki yangını alevlendirirken bedenim de onunkiyle aynı yangına sahipti. Günlerdir bunun için deliriyor, onunla baş başa kalmayı iple çekiyordum.

O; kolumdaki elini kaldırıp elimin avucunda kaybolmasını sağladığında parmaklarımız birbirine kenetlenmiş, bir adım önümden ilerlerken buraya geldiğimizde büyük masanın etrafındaki sandalyelerden birine bıraktığım kürkümü eline alarak teknenin merdivenlerine doğru yönelmişti. O, dakikalar önce kıyıya çektiğimiz tekneden benden önce inip inmem konusunda bana yardımcı olduğunda açık konuşmak gerekirse heyecanlanmıştım. Midemdeki tenyalar harekete geçmiş, bedenim kıpır kıpır olmuştu.

"Atla," diyerek benim için arabanın kapısını açtığında kıkırdayarak arabaya binip koltuğa kuruldum. O, elindeki bana ait olan kürkü kucağıma bırakıp kapımı kapattıktan sonra arabanın etrafında dolaşarak sürücü koltuğuna geçti. Pekâlâ, şu an düzenlediğim partiyi bırakıp eve gidiyordum.

O, arabayı çalıştırıp sahil yolundan çıktığında saat epey geçiyordu. Neredeyse gece yarısına geldiği için yollar da boş sayılırdı.

"Takıları unuttum teknede,"

"Siktir et takıları,"

"Olmaz öyle şey, manevi değeri var hepsinin."

"Olcay'ı ararım ben merak etme," diyerek benim için çözüm ürettiğinde bu aklıma yatmış, çenemi kapatmak zorunda kalmıştım. "Yani gerçekten şu an takıları mı düşünüyorsun?"

"Bunca zaman beklemişsin bekleyemiyor musun daha fazla?" Cıkladı.

"Bekleyemem," dedi, keskin bir şekilde. "Çok bekledim yeter."

Dudaklarımda bir sırıtış oluşurken, "Çok tatlısın."

"Göreceksin şimdi ne kadar tatlı olduğumu."

"Sen gerçekten sapıksın."

"Edepsizce konuşarak benim kanıma giren sendin," diyerek haklı bir isyanda bulunduğunda ona karşı geleceğim bir şey söyleyememiştim. Günlerdir ona edepsiz imalarda bulunup delirtiyor, sonra da hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordum.

"Yani şu an kendi after partimi bırakmam ne kadar doğru?"

"Ne zamandan beri etik davranıyoruz?"

"Herkes anladı zaten sevişeceğimizi, sayende.."

"Bugün sevişeceğimizi herkes biliyor zaten güzelim," dediğinde onun bu ahlaksızlığı karşısında adeta dilim tutulmuş, hiçbir şey söylemeden bakışlarımı yola çevirmiştim. Onun bu aniden ettiği laflara alışmıştım fakat hâlâ şaşırmama engel olamıyordum.

Kısa süren yolculuğumuz evin önünde son bulurken bu hızı beni şaşırtmamıştı. Sahil zaten eve çok yakın olsa da onun arabayı hızlı kullanması da eve bu kadar çabuk varmamız konusunda etkiliydi.

"Gel bakalım," diyerek kapıyı açıp bana döndüğünde eğilip ellerini bacaklarımın arasından geçirmiş, beni kucağına almıştı. Birden ayaklarım yerden kesildiğinde dudaklarımdan şımarık bir kıkırtı döküldü. Onun bu hem çocuksu hem de aşırı olgun bir adam gibi olan davranışları bu kadar zıtken benim her iki karaktere de bayılıyor olmam saçmalıktan başka bir şey değildi.

O, açtığı kapıdan benimle birlikte içeri girip kapıyı ayağıyla kapattığında elindeki anahtarı da portmantoya fırlatmıştı. Direkt olarak merdivenlere yönelirken dudaklarımdaki o anlamsız sırıtışa engel olamıyordum.

"Çok soğuk evin içi,"

"Isıtacağım, sabret." Kıkırdadım.

"Kenan,"

Merdivenlerin basamaklarını adeta uçarcasına tırmanıp odamıza girdiğimizde hâlâ gülüyordum. Sabırsız bir çocuktan farkı yoktu.

Beni, tıpkı saatler önceki gibi yavaşça yatağa bıraktığında cebinden ilk olarak telefonunu çıkarıp tamamen kapatmıştı. Benim telefonumsa teknede, takılarla birlikte kalmıştı.

Ben, yavaşça yerimde doğrulduğum esnada elindeki telefonu bırakıp omuzlarımdan geriye iterek sırtımın tekrar yatakla buluşmasını sağladı. Bu, dakikalardır olduğu gibi bir kez daha dudaklarımdan bir kahkahanın dökülmesine neden olurken takımının ceketini omuzlarından hırsla sıyırıp attı.

"Dur, şu makyajımı çıkarayım bari."

"Benim makyaj gördüğüm mü var sence?" diyerek elini belime atıp beni tek bir hamlede çevirdiğinde sırtım onun görüş açısındaydı. Onun parmaklarının elbisemin fermuarında dolandığını hissederken en azından takılarımı çıkarmam gerekiyordu. Fakat bana bir boşluk bile vermiyordu!

"Kenan," dedim, gülerek. Bu esnada fermuarımın açıldığını duyduğumda elbisemin içinde sıkışmış olan bedenim sayesinde rahatlamıştı. Bununla beraber ondan yakaladığım bir boşlukta hızla saçlarım arasındaki aksesuarları ve bileğimde fazlaca olan bileklikleri çıkarıp komodine bırakmıştım. Bu sırada onun yeşil gözleri sabırsızca üzerimde dolaşırken gömleğinin düğmelerini hızla açıyordu.

O, gömleğini de çıkarıp yere attığında bedeni bedenimin üzerindeki yerini çok geçmeden almıştı. Üzerimdeki elbise hâlâ üzerimdeydi ve onu çıkarmama bile müsaade etmiyordu.

Eli çıplak bacağımı kavrayıp iki yana kendisi için araladığında bedenim yine bir yangına tutulmuş, alev almaya başlamıştı. Kollarımı kaldırıp onun boynuna doladığımda dudaklarının hırçınca dudaklarımı kavraması bir olmuştu. Sert öpücükleri beni kendimden geçirirken sıcak dili dudaklarım arasından sinsice sızdı. Bu sırada eli yukarı doğru tırmanıp beyaz dantelli tangamın iplerini bulduğunda sıcacık parmaklarının buz kesmiş bedenimde dolanması içimi titretmişti.

Sanırım bu gece epey uzun sürecekti.

🌸🌸🌸

Bölüm : 25.02.2025 18:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...