
Ciğerlerime dolan ferah koku gitgide yoğunlaşırken bulunduğum uykudan uyanmak benim için oldukça zordu. Buna rağmen zihnim çoktan uyanmış fakat gözlerimi henüz aralayamamıştım.
Yatağın diğer tarafı bir ağırlıkla çökerken burnumdaki o tanıdık koku daha da yakınıma gelmiş, hâlâ uyumakta olan bedenimi zihnim dürtmek zorunda kalmıştı. Gözlerim üzerindeki ağırlık taşıyamayacağım bir noktadayken başımı yastığıma daha çok gömdüm. Eş zamanlı olarak kolumda sıcacık parmakların varlığını hissettiğimde tüy hafifliğinde olan dokunuşları beni uyandırmamış, aksine daha çok mayışmamı sağlamıştı. Fakat sanıyordum ki o, bunun farkında değildi.
"Maran," diyen o fısıltısını duyduğumda uyanık olduğumu ona çaktırmamaya çalışmıştım. Belki en sonunda pes edip uyumama müsaade edebilirdi.
Tatlı bir öpücüğün çıplak omzuma bırakıldığını hissettiğim an, dudaklarımdaki hareketliliğe engel olamazken yumuşak öpücükleri usulca yüzüme doğru tırmanmıştı. Her bir öpücüğü daha yakıcı bir seviyede olurken işte buna bir tepki veremiyor olmak benim için zordu.
"Kalk hadi," dediğinde sıcaklığı bedenimi öyle güzel sarmıştı ki buradan kalkmakta epey zorlanacağımı biliyordum. Zaten şu an gözlerimi aralamak bile benim için büyük bir zorluk barındırırken onun bu söylediklerine uyamayacağımın farkındaydım.
O güzel dudaklarının baskısı dudaklarım üzerindeki yerini aldığında dakikalardır sürdürdüğüm direniş burada son bulmuş, bu tatlı öpücüğüne karşılık vermek için dudaklarımı hareketlendirmiştim. Yumuşacık dudakları, dudaklarımı dün gecenin aksine yavaşça kavrarken bu yavaşlık bile beni deli edebilecek bir seviyedeydi.
"Yalancı," dedi, öpüşmemiz arasında. Bu, dudaklarımdan bir kıkırtının dökülmesine neden olduğunda son kez dudaklarımı uzunca öpmüştü. Uzundu ve bana, bir yenisi gelene kadar varlığını unutturmayacak bir öpücüktü.
Gözlerimi yavaşça aralayıp o güzel yeşilleriyle karşı karşıya geldiğimde onunla beraber yeni bir güne uyanmanın nasıl güzel hissettirdiğini de böylelikle anlamıştım.
"Beni mi kandırıyorsun sen?" dedi, ona yaptığım küçük oyuna atıfta bulunarak. "Anlamayacağımı mı sanıyordun?"
"Bilerek öptün beni değil mi?" dedim, mırıldanarak. "Üç kağıtçısın sen resmen." Dudaklarından erkeksi, boğuk bir gülüş dökülürken parmakları yüzüme düşen tutamları elinin tersiyle hafifçe ittirdi. "Saat kaç?" dediğimde ne kadar uyuduğumu merak ediyordum. Neredeyse sabaha karşı uyuyabilmiştim ve şu anda da camdan gördüğüm kadarıyla hava kararmak üzereydi.
"Beş," diyerek yanıtladı beni. Bu, şaşırmama neden olurken uzun zamandır bu kadar uyumadığımı fark etmiştim.
"Sen ne zaman uyandın?" dedim, merakla.
"Çok olmadı," Gözleri yüzümün her bir köşesinde kısaca dolandığında, "Hadi kalk, çok uyudun."
"Hayır," dedim, huysuzca. Ardından başımı onun boyun girintisine yasladığımda kollarımı da beline sıkıca dolamıştım. "Sen de kalkma boşver, yatalım işte."
"Acıktım ama,"
"Yeriz sonra,"
"Sana bir sürprizim de var," dediği an hızla başımı kaldırıp ona baktığımda bu tepkimi bekliyor olacak ki çok kısa bir an gülecek gibi oldu. "Ama sen bilirsin tabii, uyuyalım.. Çok yorgunum zaten."
"Ne sürprizi?" diyerek merakıma engel olamadan yerimde yavaşça doğrulduğumda beni kandırmayı başarmıştı. Gözlerim merakla onun yüzünde dolaşırken bu sefer rolleri değiştirmiş, o iyice yayılmıştı. "Kenan!"
"Ne? Yatalım diyordun?" derken eğleniyormuş gibi bir hâli vardı.
"Ne sürprizin var bana?" Yeşil gözleri kısaca gözlerim arasında mekik dokuduğunda, "Sürpriz söylenmez." demiş ve beni daha da meraklandırmıştı.
"Sürprizim nerede?"
"Sürprizin biraz uzakta maalesef."
"Kalk gidelim o zaman." Güldü.
"Az önce öyle demiyordun?" dediğinde omuz silktim.
"Sürpriz diyorsun,"
"Önce yemeğe gidelim sonra yola çıkarız," derken yerinde doğrulmuş, benden önce yataktan kalkmıştı fakat söylediği şey kaşlarımın hafifçe havalanmasına neden oldu.
"Yola mı çıkacağız?" dedim, hayretle. "Nereye gidiyoruz?"
"Sürpriz diyorum, Maran." diyerek bana kızar gibi olduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. "Hadi kalk sevgilim," dedi, bana doğru uzanırken. O, elini başıma yaslayıp saçlarım arasına bir öpücük bıraktığında benden uzaklaşmıştı.
"Yanıma bir şey alayım mı peki? Bari onu söyle Kenan!"
"Kalın bir şeyler alabilirsin yanına, gideceğimiz yer epey soğuk olacak çünkü." dediğinde nereye gideceğimizi daha çok merak etmiş, küçük bir çocuk gibi heyecanlanmıştım. "Bir iki gün kalacağız, öyle çok abartmana gerek yok."
"Beni daha da meraklandırdın şu an." dediğimde bu onun hoşuna gitti.
"Aşağıda bekliyorum seni, çabuk ol." diyerek odadan çıkıp beni yalnız bıraktığında gözlerim komodinde olmasını umduğum telefonumu kısaca aramış fakat bulamayınca yataktan kalkma zahmetine girmiştim. İlla ki eşyalarımı getirtmiş olmalıydı.
Yataktan kalkıp direkt olarak kendimi banyoya attığımda öncesinde dün gece çıkaramadığım makyajımı çıkarmak için banyo tezgâhının üzerinde bulunan makyaj temizleme jellerime yönelmiştim. Dün gece böyle uyumuş olsam da kesinlikle makyajım bozulmamıştı.
Makyajımı temizleyip sıcak suyu açtığımda hızlı bir duş almaya özen göstermiş, elimden geldiğince duş süremi kısa tutmaya çalışmıştım. Sıcacık bir duş alıp banyodan çıkmadan önce saçlarımı da kuruttuğumda son olarak yüzüme bir maske uygulayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra banyodan çıkmıştım. Banyodan çıkıp hızla giyinme odasına girdiğimde de ilk işim kendime küçük bir çanta hazırlamak olmuştu. İçerisine, Kenan'ın söylediği gibi beni sıcak tutacak birkaç parça kıyafet yerleştirip ihtiyacım olabilecek bazı eşyaları da koyduktan sonra hızla dolabıma yöneldim.
Dakikalarca kendime giyecek bir şeyler aradıktan sonra en sonunda lacivert renkte bir eşofman takımı çıkarıp giymiş, çıkardığım uzun beyaz çorapları ayağıma geçirmiştim. Ardından da makyaj masasına oturup yüzüme nemlendiricilerimden birini sürdükten sonra kirpiklerime sadece bir rimel sürüp dudaklarımı nemlendirdim. Son zamanlarda yüzüme haddinden fazla makyaj yapıldığı için bununla daha fazla uğraşmamıştım.
Banyodan çıkmadan önce kuruttuğum saçlarımı da gevşekçe örüp son olarak botlarımı da giydiğimde montumla çantamı alarak odadan çıktım. Merdivenleri inip aşağı ulaştığımda üzerimde hâlâ bir yorgunluk vardı. Bu yüzden oldukça uyuşuk hareket ediyordum.
"Hazırım," diyerek onun ilgisini çektiğimde içmekte olduğu sigarasından son bir nefes çekip açık olan bahçe kapısını yavaşça kapattı. "Ben de istiyorum."
"Sonra,"
"Sen de içme o zaman." dediğimde eğilip masanın üzerinde duran sigara paketiyle telefonunu almış ve bana doğru ilerlemeye başlamıştı. Bununla beraber adımlarımı evin kapısına yönlendirdiğimde o benim yerime evin anahtarını almıştı.
"İçmiyorum zaten."
"Yalancısın."
"Sensin yalancı."
Başımı kaldırıp ona baktığımda hangi ara paketinden çıkardığını bilmediğim sigarayı elime tutuşturmuştu. Bu keyiflenmeme neden olurken çakmağını da bana vermiş, arabanın kapısını benim için açmıştı. "Çok tatlısın." Kaşları havalandı bilmiş bir tavırla.
"Biliyorum," Kıkırdayarak arabaya bindiğimde elimdeki çantayı arka koltuğa bırakmış, o beni uyarmadan önce kemerimi de takmıştım. Bu esnada o da sürücü koltuğuna geçtiğinde çok geçmeden arabayı çalıştırdı.
"Söylemeyecek misin nereye gittiğimizi?"
"Söylemeyeceğim boşuna yorma kendini." diyerek ağzımın payını verdiğinde pes ederek çenemi kapatmış, klimadan yayılan sıcaklığa kendimi bırakmıştım.
"Telefonum nerede?"
"Bende,"
"Versene o zaman."
"Olmaz,"
"Niye ya?"
"Kapattık ya telefonları?" derken bana doğru dönüp bir bakış attı. "Baş başayız işte ne yapacaksın telefonu? Alırsın bir hafta sonra."
"Sayende kendimi liseli genç kızlar gibi hissediyorum," dediğimde güldü. "Sanki sen babammışsın da erkek arkadaşım olduğunu öğrenip telefonuma el koymuşsun gibi."
"Benim telefonum da kapalı."
"Ya merak ederlerse? Belki bir şey olmuştur açıp bakalım bari."
"Biraz daha ısrar edersen camdan aşağı atacağım telefonunu."
"Çok kabasın."
"Biliyorum."
"Hayvan."
Bakışları bana dönerken hızla bakışlarımı ondan uzaklaştırıp başımı yola doğru çevirdim. "Hayvan ha?" Omuz silktim. "Öyle olsun, gösteririm ben sana."
Bu sözleri konuşmamızın sonu olurken ikimiz de bir daha konuşmamış, ara ara bana takılarak sinirlerimi bozmakla yetinmişti. Açıkçası ona bir karşılık verecek gücü hâlâ kendimde bulamadığımdan dolayı yolculuğumuz boyunca uyuklamayı tercih etmiştim. Haftaların yorgunluğunu şimdi daha net bir şekilde üzerimde hissederken üzerimdeki yorgunluğu uzun süre atamayacakmışım gibi duruyordu.
✨✨✨
"Geldik mi?"
Meraklı çıkan sesime engel olamazken gideceğimiz yere yaklaştığımız esnada bana yaptığı ısrarlara karşılık gözlerimi kapatmıştım. Bu sırada da gözlerimi araladığımı gördüğünde bana kızmış, gözlerimi sıkı sıkıya kapatmama sebep olmuştu.
"Az kaldı," diyerek beni yanıtladığında meraktan yerimde duramıyor, bir an önce gözlerimi açmak istiyordum. Benim böyle bir plandan haberim olmadığı için başta epey şaşırmıştım, çünkü İtalya'dan yeni döndüğümüz için bir balayı organizasyonu yapma gereği duymamıştık. Onun yerine bir hafta gibi bir süreyi kendimize ayırmış, birlikte vakit geçirmeye karar vermiştik fakat onun böyle bir plan yaptığından habersizdim.
Evden çıktıktan sonra söylediği gibi önce bir mekânda baş başa yemek yemiş, ardından da arabaya atlayıp yola çıkmıştık. Yola çıkarken de hava kararmıştı ve şimdi de saat neredeyse gece yarısına geliyordu. Geç uyuyup geç uyandığım için uykum yoktu fakat yine de uyuşuk hissediyordum.
"Geldik mi?" dedim, bir kez daha. Onun erkeksi kıkırtısı kulaklarıma dolduğunda dudaklarımda bir sırıtış oluştu. Bu soruyu son yarım saat içerisinde o kadar çok sormuştum ki artık onu bıktırmıştım.
Aradan geçen birkaç dakikanın sonunda içinde bulunduğum araç yavaşlar gibi olduğunda arabanın tavanına ritmik bir şekilde çarpan yağmur damlalarını çok net duyuyordum. "Geldik," dedi, dakikalar önce sorduğum soruya karşılık. "Açabilirsin gözlerini."
Bu talimatıyla birlikte sıkı sıkıya kapattığım gözlerimi yavaşça açtığımda arabanın ön camından gördüğüm manzara, kalbimin ağzıma kadar yükselmesine neden oldu. Bembeyaz görüntüyle beraber gözlerim irileşirken arabanın tavanına ritmik bir şekilde düşen şeyin yağmur damlaları değil de kar taneleri olduğunu çok geçmeden anlamıştım.
Kasvetli havadan yeryüzüne yavaşça düşmekte olan kar taneleri beni adeta büyülerken bu görüntüyle bu yaşıma kadar ilk kez karşılaşıyor olmam büyük bir haksızlıktı.
"Şaka yapıyorsun?" dedim, şaşkınlıkla. Gözlerim, bembeyaz karlarla kaplı zeminde dolaşırken kalbim pır pırdı. Sadece çok küçükken annemlerle gittiğimiz bir kayak merkezinde tek bir fotoğrafım olsa da bu anı sadece fotoğraflardan hatırladığım için hiç doyasıya yaşayamadığım karlı havalara da adeta aşıktım.
Bakışlarımı hızla ona doğru çevirip göz göze gelmemizi sağladığımda zihnime birkaç hafta önce aramızda gerçekleşen bir konuşma düşmüştü.
BİRKAÇ HAFTA ÖNCE
"Ben karlı havaları çok seviyorum aslında," derken işaret parmağım onun göğsünde geziniyordu. Yalıdaki odama annemlerden gizlice onu sokmuştum yine. "Hiç kar görmedim ama olsun."
"Gerçekten mi?" diyerek tüm ilgisini bana yönelttiğinde yeşil bakışları gözlerime tutunmuştu. Onu başımı sallayarak onayladığımda ona alttan bakmak durumundaydım.
"Ben beş yaşındayken bir kayak merkezinde fotoğrafım var ama hiç hatırlamıyorum o anı.." dedim, gülerek. Bu, gözlerinin gülüşüme kaymasına neden olurken parmakları omzumu hafifçe okşuyordu. "Ondan sonra da hiç kar görmedim, İzmir'e de yağmıyor.. Tam zamanı şu an aslında, o yeni yıl havasını seviyorum."
"Götüreyim seni," diyerek bana tatlı bir teklifte bulunduğunda dudaklarımda genişçe bir gülümseme oluştu.
"Gerçekten mi?"
"Gerçekten tabii," dediğinde parmaklarım yüzüne doğru tırmanıp çenesini hafifçe okşamaya başlamıştı. Bununla birlikte elini kaldırıp elimin üzerine koyduğunda onun bu dünyada benim için bir ödül olduğunu düşünüyordum. "Söz, seni götüreceğim bir gün."
"Kardan adam da yapalım ama," dedim, yüzsüzce. Güldü bu sözlerime.
"Olur yapalım," derken elimi tutup parmaklarımızı birbirine kenetlemiş, elimin üzerine bir öpücük bırakmıştı. "Kar topu da oynarız söz,"
"Bak söz verdin,"
"Sözümden dönmem ben."
"Göreceğiz."
"Göreceğiz."
GÜNÜMÜZ
Aklıma üşüşen bu görüntülerle beraber dudaklarımdaki çenemi ağrıtacak seviyede olan gülümsemeyi biraz olsun bastırmaya çalışıyordum. O koşturmacanın içerisinde ona söylediğim hiçbir şeyi unutmamış, üstüne üstlük bir de bunun için fırsat yaratmıştı.
Onunla paylaştığım hiçbir şeyi unutmaması dehşet bir şekilde hoşuma gidiyordu.
Gözlerim onun güzel gözlerinde dolaşırken benim bu hatırladığım konuşmayı kendisi de hatırlamış olacak ki dudaklarında tatlı bir gülümseme vardı. Bu, dudaklarımdan bir kıkırtının dökülmesine neden olurken başımı inanamıyormuşçasına iki yana salladım hafifçe.
"İnanmıyorum sana, unutmamışsın.."
Sözlerim onun erkeksi kıkırtısının arabadaki sessizliği doldurmasını sağlarken bu söylediğim ona komik gelmiş olmalıydı. Dışarıdaki karlı havanın aksine arabanın içerisi sıcacık olmuştu bu gülüşüyle.
"Seninle ilgili şeyleri unuttuğumu ne zaman gördün?" dedi, teessüf eder gibi. Doğru söylüyordu. Beni ilgilendiren hiçbir şeyi aklından çıkarmıyordu.
Başım hafifçe omzuma doğru düşerken kalbim sıcacık olmuş, hissettiğim duygular katlanmıştı. Yaptığı en ufak şey bile bana, onun sahip olduğu tek şeymişim gibi hissettirirken böyle hissetmeyi seviyordum. Kalbimdeki duygular; kalplerimiz arasında var olan o görünmez, hayali yolda ona doğru koşarak ilerlerken dudaklarımda onun yaratmış olduğu bir gülümseme asılı kalmıştı.
Elimi kaldırıp onun yanağına yasladığımda bu kadar basit bir şeyle bile kalbimde hakimiyet kurması biraz şov gibi geliyordu. "Harika bir adamsın."
"Birkaç saat önce hayvan diyordun ama," Gözlerimi bayarak güldüm.
"İlla bozacaksın şu anı değil mi?" O, bu sözlerime karşılık güldüğünde ondan uzaklaşmış, gözlerimi biraz ötemizdeki eve doğru çevirmiştim. Ormanlık bir alanda karla kaplanmış ağaçların arasında görünen evi ilk kez görüyordum. Daha önce birlikte gelmemiş ya da ondan böyle bir evin varlığını duymamıştım. Açıkçası şu an nerede olduğumuzu dahi bilmiyordum. "Neredeyiz biz?" dedim, merakla ona dönerek.
"İstanbul'a geldik," dediğinde yolun neden bu kadar uzun sürdüğünü de böylelikle anlamıştım. "Montunu giy hadi," derken emniyet kemerini çıkardı. Bu talimatıyla beraber heyecanla emniyet kemerimi çıkarıp dizlerimin üzerindeki siyah montumu omuzlarımdan geçirdim. Ben heyecanla arabadan indiğimde öyle ki arka koltuktaki çantamı almayı bile unutmuştum.
Gökyüzünden yavaşça üzerime doğru düşen kar taneleri, bakışlarımı gökyüzüne çevirmeme neden olduğunda ellerim de hafifçe havalanmış ve bir çocuk gibi düşen kar tanelerini yakalama girişiminde bulunmuştum.
"Ay çok güzel Kenan!" diyerek cıvıldadığımda onun gülüşünü rüzgârın uğultusundan zar zor ayırt edebilmiştim. O, arabanın kapısını kapatıp bana doğru ilerlediğinde gözleri saçlarım arasındaki kar tanelerine takıldı.
"Sana yakıştıysa güzeldir,"
Dudaklarımdaki koca gülümsemeyle ona bakarken aramızdaki mesafe kapanmış, saçlarımdaki kar tanelerini temizleyerek elindeki mavi beremi başıma geçirmişti. "Takıl bakalım biraz, sonra içeri geçeceğiz."
"Kardan adam yapacaktık, söz vermiştin!"
"Onu da unutmadım," dediğinde kar yağışının oldukça şiddetli olduğunun ikimiz de farkındaydık. "Ama şimdi olmaz, üzerindekiler de ince. Üşüyeceksin."
"Ama Kenan!"
"Yavrum," diyerek yapıcı bir konuşmaya başlayacağını belirttiğinde ona fırsat vermeden eğilip yerde metrelerce biriken kara elimi atmıştım. Ellerim soğuktan adeta donarken bunu umursamayıp elimde biriktirdiğim karı ona doğru attım.
Ona fırlattığım kar topu tam olarak yüzüne isabet ettiğinde dudaklarımdan dökülen kahkahaya engel olamamış, ondan olabildiğince uzaklaşmıştım. O, yüzüne aldığı darbeden dolayı gözlerini ağırca kapattığında bu çok kısa sürdü, aramızda derin bir sessizlik oluştu. Elini yavaşça kaldırıp yüzündeki küçük kar tanelerini temizlediğinde ormanın içerisinde sadece benim kahkahalarım yankılanıyordu.
"Gel kız buraya," diyen sesini duyduğum an kahkaham şiddetlendiğinde ona arkamı dönüp hızla koşturmaya başlamıştım. O; peşimden büyük adımlarla koşarken ayaklarım karın içine bata çıka ilerliyor, hareket etmemi zorlaştırıyordu. Kalbim adrenalinden dolayı küt küt atarken ayağım bir kez daha kara batmış, tam karın üstüne kapaklanacakken koluma tutunan güçlü el sayesinde dengemi kurabilmiştim. Buna rağmen gülmeye devam ettiğimde ona çok çabuk yakalanmamın verdiği o teslimiyetle bakışlarımı kaldırıp yeşillerine baktım. İkimiz de sık nefesler alıp verirken soğuktan dolayı ince bir duman da aralık dudaklarım arasından yayılıyordu.
"Bırak kolumu," diyerek yerimde debelendiğimde onun beni bırakmayacağını biliyor ama yine de vazgeçmiyordum.
"Yürü eve gidiyoruz, göstereceğim sana!" dediğinde kıkırtılarıma engel olamıyor, ondan kaçmaya çalışırken sıcaklığında olmak daha çok işime geliyordu.
Ellerimi kaldırıp onu göğsünden ittiğimde bu sefer dengesini kaybeden o olmuş, geriye doğru sendeleyerek beni de kendisiyle beraber götürmüştü. O; sırtüstü yere kapaklanırken kolumu bırakmadığı için ben de onun bedeni üzerine düşmüş, kahkahalarıma bir süre orada devam etmiştim.
"İyi misin?" dedim, gülerek.
"Götüm dondu," diyerek kabaca konuştuğunda şu an karın üzerinde yatıyor oluşundan dolayı üşümesi oldukça normal geliyordu. Ben onun bedeni üzerinde olduğum için şu an onu anlayamazdım. "Yavaştan pişman olmaya başlıyorum sanırım."
"Ben çok eğleniyorum ama." dediğimde yeşil gözleri, sık alıp verdiği nefesler arasında mavi gözlerimi bulup bir süre orada kaldı.
"Beni ısıt o hâlde," dedi fakat bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Öncesinde benim kalkıp onu da kaldırmam gerekiyordu ama kalkmak da istemiyordum.
'Adam hasta olacak senin yüzünden.'
İç sesimin söyledikleri ona hak vermeme neden olurken, "Dur kalkayım," diyerek yerimden hareketlenmiş fakat belime sarılan koluyla beraber olduğum yere adeta çakılmıştım. Dudaklarımdaki sırıtış büyürken, "Ne?" dedim, şımarık bir tavırla.
"Beni öpersen seni affederim," dediğinde bu çocuksu isteği karşısında boğazımın gerisinden bir kahkaha daha döküldü. Kahkaham ıssız ormanı adeta inletirken yeşilleri gülüşümde uzunca oyalanmıştı. "Dondum burada Maran," dedi, yavaşça. "Kalk da ben de kalkayım."
"E bırakmıyorsun ki!"
"Beni öp, anca öyle."
En sonunda gülerek ona doğru yaklaştığımda çenesini kapatması için dudaklarımı dudaklarına örtüp o sıcacık dudaklarını yavaşça kavramıştım. Bununla beraber elini kaldırıp ensemi kavradığında elinin soğukluğu tenimi adeta ürpertmiş, ensemden aşağı bir ürperti inmişti. Dudakları ellerinin aksine daha sıcakken en azından birbirimizi böyle ısıtabileceğimizi düşünüyordum.
Alt dudağını kavradığım an boğazının gerisinden bir mırıltı yükseldiğinde şiddetli bir kar fırtınasının altında böylesine romantik bir an yaşıyor oluşumuz pek yeri ve zamanı değil gibiydi. Fakat tüm bunlara rağmen bir film sahnesinden fırlamış gibi göründüğümüze emindim.
"Eve geçelim mi?" diyen mırıltısı öpüşmemiz arasına girdiğinde göğsüm aldığım sık nefeslerle inip kalkıyor, onun bedenine sertçe çarpıyordu. Burunlarımız birbirine sürterken yaptığı edepsiz teklifi karşısında kıkırdadım. Dudakları bir kere daha rotasını oluşturduğunda bu öpücüğü bir öncekinin aksine daha kısa sürmüştü.
"Geçelim," diyerek dudaklarının üzerine doğru fısıldadığımda ikimizin de bakıldığında buradan kalkma gibi bir niyeti yoktu. Fakat her geçen dakika daha da şiddetlenen yağışa bakılırsa buradan kalkmak zorundaydık. Aksi takdirde tüm tatilimizi berbat edip ikimiz de deli gibi hasta olacaktık.
Önce ben yerimden hareketlenip onun bedeni üzerinden yavaşça kalktığımda elimi ona doğru uzatmış, o elimi tuttuğundaysa onu kendime doğru çekip yerinden kalkmasını sağlamıştım fakat o yerinden kıpırdamadı bile.
"Kenan!" dedim, gülüşlerim arasında. Bir kez daha onu kaldırmayı denediğimde bu açıkçası zordu. Bedeni benim bedenimin neredeyse üç katı iken o isterse sadece kendisi kalkabilirdi. En sonunda da bana acımış olacak ki onun elini tutmama rağmen benden hiçbir destek almadan kendi kendine ayağa kalkmıştı. Ki zaten onu ben kaldıramazdım.
"Eşyaları alıp geleceğim, sen geç içeri." diyerek evin anahtarını elime tutuşturduğunda ona itiraz etmeden adımlarımı eve doğru yönlendirmiştim. O da arabaya doğru ilerlerken elimdeki anahtarla kapıyı açıp içeri girmiş, kapıyı da hafifçe aralık bırakmıştım.
Evin sıcaklığı beni karşılarken üzerimdeki montla başımdaki bereyi hızla çıkarıp portmantoya bıraktım. Gözlerim evin içerisinde dolaşırken o gelene kadar etrafı inceleyebileceğimi düşünüyordum.
Kapıdan girer girmez kısa bir koridoru aştıktan sonra direkt olarak salona vardığımda dışarıdaki müthiş manzara da tüm salondan görünüyordu. Salonun tek bir duvarını çevreleyen cam kısımdan dışarıdaki kartpostal görüntüsünü sabaha kadar buradan izleyebilirdim.
Kahverengi bir L koltuk camın tam karşısındayken ortada da dikdörtgen şeklinde bir sehpa vardı. Hemen köşede de bir şömine varken evin içerisinde büyük bir sıcaklık hâkimdi. Şömine yanmıyor olsa bile içerisi, dışarıdaki soğuktan dolayı üşümüş bedenimi ısıtacak kadar sıcaktı.
Adımlarımı salonun bir köşesini boydan boya kaplayan kitaplığa doğru yönlendirdiğimde evin kapısının kapandığını duymuş, çok geçmeden de adım sesleri yaklaşmıştı.
Gözlerim raftaki kitapların üzerinde tek tek gezinirken hepsi türüne göre özenle dizilmişti. Renk renk kapaklı kitaplar bile belli bir renk akışına göre diziliyken bu düzen onun evinde de hâkimdi. Hatta evimizdeki düzen de bu şekildeydi ve buna ciddi bir takıntısı vardı. Giyinme odasındaki gömlekleri bile renk renk ayrılmış, çalışma odasındaki kitapları bile kendi içerisinde bir düzene oturtulmuştu. Hatta bu takıntısını benim eşyalarımda da göstermiş, ben de ona bir süre sonra ayak uydurmak zorunda kalmıştım.
Bakışlarımı kitaplardan ayırıp ona doğru çevirdiğimde ceketini çıkarmış olduğunu gördüm. Hemen arkamda duran şömineyi yakmakla uğraşırken camın önündeki koltuğa doğru ilerleyip kendimi oraya bırakmıştım. "Ne yapıyoruz şimdi? Dışarı da çıkamıyorum!"
"Çıkamazsın dışarı falan, fırtına var." derken koltukta ona doğru dönüp dirseğimi koltuğun sırt kısmına, elimi de çeneme yaslayıp onu izlemeye başlamıştım. Onun bakışları birden bana döndüğünde, "Acıktın mı?"
"Çok yedim yemekte," diyerek onu yanıtladığımda vereceğim cevabı tahmin etmiş olmalı ki önüne dönmüştü. O, elindeki odunu da şömineye attığında yanan ateş harlandı. "Acıkmadım o yüzden."
"Şarap?"
"Olur," dedim, hevesle. O, bu esnada yerinden kalkıp mutfağa doğru geçtiğinde onu görebiliyordum. Önce ellerini yıkamış, ardından da görüş açımdan çıkmıştı. Bununla beraber bakışlarımı cama doğru çevirip başımı koltuğa yasladığımda yaktığı şömine sayesinde de ilerleyen dakikalarda evin sıcaklığı gitgide artmaya başlamıştı. Bu beni daha da mayıştırsa da evin içerisindeki sessizlik de üzerimdeki miskinliği atmama hiç yardımcı olmuyor, aksine daha çok rahatlamama neden oluyordu.
Aradan geçen birkaç dakikanın ardından üzerime bir gölge düştüğünde bana doğru uzatılan kadeh de görüş açıma girmiş, yerimden doğrulmamı sağlamıştı. Biraz daha gelmese belki de onu bu gece ekebilirdim.
O da yanımdaki boşluğa oturup sıcaklığını benimle paylaştığında hemen ona sokulmuş, beni sarmalamasını istemiştim. "Ne zaman döneceğiz?" Güldü.
"Çok çabuk sıkıldın," derken bakışları bana dönmüş, başımı koltuğa yasladığım için ona alttan bakmak zorunda kalmıştım. Dudaklarımda bir sırıtış varken gözleri gözlerime doğru bir rota oluşturmuştu bile.
"Sıkılmadım," dedim, onu düzelterek. "Tatilimi ona göre değerlendireceğim sadece.."
"İstediğin kadar kalabiliriz," dediğinde kendimi onun kızı gibi hissediyordum. İstediği bir şey için yalvarıp onu yaptırmaya çalışan bir kız çocuğu gibiydim. "İstiyorsan dönmeyiz."
"Hm," Gözlerimi onun gözlerinden uzaklaştırıp bu teklifini düşünmeye koyulduğum esnada fırsattan istifade ederek bana doğru eğilip önce dudağımın kenarına, ardından da dudaklarıma bir öpücük bırakmıştı. İlk öpücüğü, son öpücüğüne göre daha kısa olurken dudaklarımızın kopmayan bir bağlantısı vardı. Aylardır birbirimizden uzak kalmamızın acısını böyle çıkarıyor, birbirimize doymaya çalışıyorduk fakat bu imkânsız görünüyordu.
Boştaki elimi kaldırıp ensesine yerleştirdiğim an, eli belime sarıldığında varlığını unutmuş olduğum kadeh aramızda kalmış ve içerisindeki kırmızı sıvı üzerimize dökülmüştü. Bunu bile umursamadan elimdeki kadehi alıp önümüzdeki masaya bıraktığında ince bir kıkırtı öpüşmemiz arasına girdi. Bu esnada boştaki eliyle siyah saçlarımı kavrayıp öpüşlerini derinleştirdiğinde upuzun bir gecenin başlangıcında olduğumuzu daha ilk saniyeden anlamıştım.
Daha zevkine varamadığım şarap üzerimize dökülmüş, ziyan olmuştu fakat yaşayacağım birkaç dakikalık zevkin ziyan olmasına izin vermeyecektim.
✨✨✨
Gözlerim, elimdeki telefonumun ekranında dolaşırken dikkatimi dağıtan şey odamın kapısının biri tarafından açılması olmuştu.
Başımı kaldırıp gelen kişiyi kontrol ettiğimde bunun, dakikalardır beklediğim kişi olduğunu fark edip elimdeki telefonu masamın üzerine bıraktım ve heyecanla ayağa kalktım.
Gelen kişi Olcay'dı.
Onunla neredeyse düğünden beri görüşmüyorduk ve onu gerçekten kısacık sürede özlemiştim.
"Hoş geldin!" diyerek cıvıldadığımda tam ortada buluşmuş, birbirimizi kucaklamıştık. Onun kolları sıkıca bedenime dolandığında dudaklarımdan dökülen kıkırtıya engel olamadan onu sıkıca kucakladım.
Birkaç gün önce biten bir haftalık tatilin ardından şirkete dönüp işimin başına geçmiştim ve birkaç gündür de o yoğun temponun içerisindeydim. Düğün öncesine kadar tüm eforumu işime sarf etmiş olsam da araya giren bir haftada iyice dinlenmiş, kendimi eski tempoya hazırlamıştım. Şirkette biriken işlerimle evden ilgilenebilsem de evde sıkılmaya başladığım için şirkete gelmeyi tercih etmiştim.
"Çok özledim seni," dedi, saniyeler sonra benden uzaklaşırken. Kahverengi gözleri yüzümde kısaca gezindiğinde dudaklarında tıpkı benimki gibi kocaman bir gülümseme vardı. Onunla sanırım ilk kez bu kadar aradan sonra görüşüyordum.
"Ben de çok özledim," derken onu masamın önündeki koltuğa doğru yönlendirmiş, ben de az önce kalktığım yerime tekrar oturmuştum. "Nasılsın, neler yaptın ben yokken? Her şeyi tek tek anlatacaksın, telefonda söz vermiştin!" diyerek konuştuğumda bu onu güldürdü.
"Asıl senin anlatman gerekiyor," dedi, merakla. Çıkardığı kabanını koltuğun kenarına bıraktığında onu izliyordum. "Gecikmeli balayınız nasıl geçti?"
Onun bu sorusuyla beraber güldüğümde gecikmeli balayımdan birkaç görüntü zihnime düşmüştü bile. Genel olarak evde olsak da Kenan'la birlikte geçirdiğim vakitler benim için sıradanın dışında, özel anlardı. Bu geçen bir haftanın içerisinde önce birlikte sadece iki gün süren bir kar tatili yapmış, bu süreçte de oldukça eğlenmiştim. İstanbul'dan dönmek benim için epey zor olsa da eninde sonunda dönmek zorunda olduğumuz için İzmir'e dönmüş, kalan birkaç günü de evde geçirmiştik. Birlikte bolca yemek yapmış, salondaki televizyonun karşısında amaçsızca yatarak bölüm bölüm dizi bitirmiştik.
Evet, bu bir hafta boyunca miskinlik yapsam da açıkçası gayet eğlendiğim bir balayı olmuştu.
"Güzeldi," dedim, omuz silkerek. "Eğlendik bayağı.."
"Ee?" diyerek hınzır bir tavırla başını hafifçe omzuna eğip bana baktığında bir kez daha beni güldürmüş, bu sorusunun altında yatan anlamları anlayarak sorusundan kaçmayı tercih etmiştim. Masanın üzerinde duran telefona uzandığımda o da kaçtığımı anlamış olmalıydı.
"Bu kadar!"
"Hadi oradan," dedi, inanmıyormuş gibi. Bu esnada telefondan numarayı tuşlayıp bize iki kahve söylediğimde oturduğum tekerlekli sandalyede hafifçe ona doğru dönmüştüm.
"Neyi merak ediyorsun?" dedim, anlamazdan gelerek.
"Yani o gece bir anda ortadan kaybolduğunuzda herkes ne olduğunu anladı zaten, bir de saklıyor musun?" dediğinde utanarak elimi kaldırıp çeneme yaslamış, yanaklarımın kızarıklığını ondan saklamaya çalışmıştım. Bunu anladığı an kıkırdamaya başladığında odamın kapısı biri tarafından tıklatılıp saniyeler içerisinde de gelen kişi tarafından açıldı. İkimizin bakışları kapıya dönerken kapıdaki kişinin bu sohbetin tam üzerine gelmesi tüm bedenimin alev alev yanmasına neden olmuştu.
Olcay, gözlerini yavaşça bayarak bana baktığında elimden geldiğince bu bakışlarına karşılık vermemeye çalıştım. Gözlerim Kenan'ın gözleriyle çakıştığında çok geçmeden bakışları Olcay'ı bulmuştu. "Olcay?" dedi, onu burada görmeyi beklemiyor olacak ki. Güzelim dudaklarında tatlı bir gülümseme belirdiğinde Olcay da dakikalardır dudaklarında olan sırıtışla ona dönmüştü. "Hoş geldin, nasılsın görüşmeyeli?"
"İyiyim enişte sen nasılsın?" diyen Olcay da ona aynı sıcaklıkla karşılık verdiğinde aralarındaki ilişkiden oldukça memnundum. Tabii ara ara birbirleriyle inatlaşmaları dışında her şey güzeldi.
"Gelsene kahve içelim," diyerek aralarına girdiğimde yeşil gözleri Olcay'dan ayrılıp usulca bana dönmüştü.
"Dışarıda birkaç işim var aslında," dediğinde teklifimin reddedileceğini böylelikle anlamıştım. "Çıkacağımı haber vermek için geldim, başka zaman belki.."
"Benim de çok az işim kaldı, Olcay'la beraber çıkarım." dedim ve açık bilgisayar ekranındaki gözlerimi ona doğru çevirdim. "Yemeğe geç kalma sakın."
"Kalmam," dediğinde bundan büyük bir memnuniyet duyarak ellerimi çenemin altında birleştirmiştim. "Evde görüşürüz,"
"Görüşürüz aşkım," Onun bakışları zorlukla benden ayrıldığında son kez Olcay'a dönmüştü.
"Görüşürüz fıstık,"
"Görüşürüz enişteciğim," diyerek Olcay ona karşılık verdiğinde saniyeler içerisinde kapı kapanmış, arkasında o eşsiz kokusunu bırakmıştı. Pekâlâ, saatlerdir bu kokudan mahrum kalmıştım ve bir an önce eve gitmek istemiyor değildim.
Kapanan kapı sadece saniyeler içerisinde başka biri tarafından tıklatıldığında benim onayımın ardından Serap içeri girmiş ve getirdiği kahveleri bırakarak odadan çıkmıştı.
"Siz nasılsınız Kılıç'la?" derken kahve fincanımı elime alıp tüm ilgimi ona doğru çevirmiştim. O, kahvesini yudumlarken soruma cevap vermeyi ihmal etmedi.
"İyiyiz," dedi, gülümseyerek. "Hafta sonu annesiyle tanıştım," dediğinde dudaklarım hızla yukarı kıvrılmış, gözlerim hafifçe irileşmişti.
"Gerçekten mi?" dediğimde beni başıyla onayladı.
"Çok şeker bir kadın, iyi anlaştık gibi.."
"Ben de düğünde tanışmıştım, çok tatlı bir kadın gerçekten." dedim, kahvemden bir yudum almadan önce. "Orada tanışmadınız mı?"
O, elindeki fincanı önündeki sehpaya bırakırken beni yanıtlamayı ihmal etmedi. "Orada tanıştık aslında ama o an pek fırsat olmadığı için beni yemeğe davet etti.. Başta gerildim, çünkü çok ani gelişti. Planlarım içerisinde henüz Kılıç'ın annesiyle tanışma gibi bir durum söz konusu değildi!" dediğinde kıkırdadım. O, bu tür şeylerden uzak duran bir kızdı ve yaptığı stresten şüphem yoktu. "Kırmak istemedim ben de işte."
"Kenan'la dedikodunuzu yaptık," dediğimde merakla bana döndü. "Kılıç seninle ciddi düşünüyormuş, öyle söyledi."
"Onun farkındayım zaten," derken gülerek gözlerini baymıştı. "Şimdi evlenelim desem sorgusuz sualsiz kabul edecek, manyak herif."
Dudaklarımdan dökülen şiddetli bir gülüş, odamın duvarlarında yankılandığında o da bu söylediğine sırıtıyordu. "Başta ondan pek emin değildin ama bak," dedim, omuz silkerek.
"İlişkimiz güzel gidiyor, o yüzden bunun tadını çıkarmak istiyorum." Elini salladı hızlıca. "Evlilik yok şimdilik, büyü bozulmasın." Bu sözleri kısa bir an duraksamama neden olduğunda ne söylediğinin farkına varmış olmalı ki hızla toparladı. "Yani ben bozulacağından korkuyorum o yüzden öyle söyledim. Her evlilik aşkı öldürmüyordur sonuçta.." İfadem iyiden iyiye değişirken elini kaldırıp alnına vurmuştu.
"Öldürmüyordur?" dedim, soru sorarcasına.
"Öyle söylemek istemedim," dedi, hızla. "Mesela en başta sen de çekiniyordun bu evlilik olayından. Aynısını ben de düşündüğüm için öyle söyledim.. Sizin ilişkiniz çok güzel tabii ki, bozulmayacağından eminim."
"Tamam tamam," diyerek elimi hafifçe havada sallayarak onu geçiştirdiğimde dudaklarını birbirine bastırmıştı. Tabii ki de öyle söylemek istemediğini biliyordum fakat bu söyledikleri bir kere aklıma kazınmıştı.
Bizim aramızdaki büyü de bozulabilir miydi?
Bu bir olasılık da olsa bozulabilirdi.
Her şey şu an sorunsuz ilerlese de bu tüm yaşananlar daha çok yeniydi. Belki bizim ilişkimiz de tıpkı diğer tüm güzel ilişkiler gibi iyi başlayıp kötü bitecekti ve bu bir belirsizlikti. Şu an her şey rüya gibi olsa da birkaç ay sonrasında aramızda yaşanacak şeylerin bir garantisi maalesef ki yoktu.
Bahsi geçen büyünün bozulması bir ihtimaldi.
Can sıkıcı bir ihtimal hem de.
✨✨✨
Kulağımdaki kulaklıktan yayılan müzik, zihnimin içerisindeki düşüncelerin birbiriyle boğuşmasını engellerken ocaktaki yemeği kontrol edip adımlarımı mutfak tezgâhına doğru sürüklemiştim.
Yaklaşık bir iki saat önce Olcay'la beraber şirketten çıkıp eve gelmiş, sıcak bir duş alıp kendimi mutfağa atmıştım. Her ne kadar yorgun olsam da biraz olsun kafamı dağıtmak için mutfağa girmeye karar vermiştim. Yani sonuç olarak bu görevi Kenan geldiğinde ona devredebilirdim fakat bunu yapmamıştım.
Tezgâhın üzerinde duran kadehimden küçük bir yudum alıp çırpma telini elime aldığımda ara ara zihnimde kendini gösteren saçma düşünceleri, telefonumdan dinlediğim müziğin sesini açarak kovmaya çalışıyordum.
Pekâlâ, Olcay'ın söyledikleri aklımı gereksizce bulandırmıştı ve buna engel olamıyordum. Oysaki o, kötü bir niyetle bunları söylememişti fakat ben kafamı takıp canımı sıkacak şeyler aramaya müsaittim. Olcay sadece kendi düşünceleri ve hislerinden bahsederken söylediklerini üzerime alınmam benim aptallığımdı.
Çattığım kaşlarımla beraber kabın içerisindeki kek harcını çırpmaya devam ettiğimde burnumun direği hafifçe sızlamış, can sıkıntımın bir gözyaşına dönüşeceğini de böylelikle anlamıştım.
Kaşlarımı düzeltip gözlerimi birkaç kez kırpıştırdığımda dudaklarım arasından bir soluk bıraktım. "Saçmalama," dedim, kendi kendime.
'Bence de.'
İç sesimin benimle aynı fikirde olduğunu belirten sözleriyle beraber doğru yola girdiğimi anladığımda elimdeki çırpma telini lavabonun içerisine bırakıp kek harcının bulunduğu kabı elime almıştım. Onu, kek kalıbına döküp dakikalar önce ayarladığım fırına attıktan sonra tekrar tezgâha dönüp yıkadığım çilekleri doğramaya koyulmuştum.
Kenan'ın eve gelip beni mutfakta bu hâlde görünce şaşıracağına emindim. Geçen bir haftada beraber sıklıkla mutfağa girsek de hiçbir zaman tek başıma girmeye cesaret edememiştim fakat şu an mutfağın hâline bakılırsa bir şeyler başardığım kesindi.
Ben zihnimi bu düşüncelerle meşgul ederken ensemde sıcak bir nefes hissettiğimde çok geçmeden o eşsiz ve günlerdir fazlasıyla maruz kaldığım o koku da etrafımı sarmıştı. İşte bu; zihnimdeki o kötü düşünceleri hızla kovarken kulağımdaki kulaklık usulca çekilmiş, güven verici elleri belime dolanmıştı.
Dudaklarım hafifçe yukarı doğru kıvrılırken elimdeki bıçağı yavaşça tahtanın üzerine bıraktım. Bu sırada boynuma tatlı bir öpücük bıraktığında az önceki ruh hâlime bu, iyi gelmişti.
"Ne zaman geldin?" diyerek bedenimi ona doğru çevirdiğimde yakın bir temasa girmiş, burunlarımız birbirine hafifçe sürtmüştü. Bu, kıkırdamama neden olurken bu sefer yanağımı öptü.
"Az önce," dedi, beni yanıtlayarak.
"Hâllettin mi işlerini?"
"Hâllettim," Başımı hafifçe ona doğru kaldırıp gözlerine baktığımda çıplak ayak olduğum için yine ona alttan bakmak zorunda kalmıştım. Yeşil gözleriyle direkt olarak karşı karşıya geldiğimde kollarımı kaldırıp boynuna doladım. Başımı da boyun girintisine yaslayıp bir kedi gibi ona sokulduğumda bu duygu durumumu anlamış olmalıydı.
Belimdeki elini kaldırıp saçlarımı okşamaya başladığında bir süre bu şekilde kalmak istiyordum. Belki bu, böyle saçma düşünceleri aklımdan def etmem konusunda işe yarardı.
"Maran," dedi, mırıltıyla. Ses tonundaki soru sorar gibi olan o tını, refleksle başımı iki yana sallamama neden olduğunda bu işe yaramamıştı. "Yalan söyleme, bir şey olmuş sana." diyerek de tahminlerimi doğruladığında birbirimizi bu kadar iyi tanıyor olmamız şov gibiydi.
O, hafifçe benden uzaklaşıp başımı kaldırarak ona bakmamı sağladığında eli bu sefer yüzüme tırmandı. Gözlerime birkaç saniye bakıp ağlayıp ağlamadığımı kontrol ettiğinde böyle bir ize rastlamamıştı, çünkü henüz ağlamamıştım.
"Ne oldu güzelime, anlatsın bana hadi.." dediğinde dudaklarımı sertçe birbirine bastırıp gözlerimi çok kısa bir an onun gözlerinden uzaklaştırdım.
"Olcay şey dedi," Gözleri gözlerimde büyük bir ilgiyle gezinirken baş parmağıyla da yanağımı okşuyordu.
"İyi bir şey söylememiş belli," dedi, çattığı kaşlarıyla benim tek bir kelimemi beklerken. Bir kez daha başımı iki yana salladığımda kolları arasında küçük bir çocuk gibi hissediyordum.
"Bana yönelik söylediği bir şey değildi ama aklım takıldı işte," dedim, bir çırpıda. "Biliyorsun beni.."
"Biliyorum ve üzüldüğün şeyin gereksiz bir şey olduğunu az çok tahmin edebiliyorum." diyerek bu sözlerimi devam ettirdiğinde bu ruh hâlime rağmen keyifsizce gülmüştüm.
"Kılıç'ın ona olan ciddiyetinden bahsetti ve şimdilik böyle bir şeyin mümkün olmadığını, aralarındaki büyünün bozulmasını istemediğini söyledi.."
"Ee?" dedi, konunun nereye varacağını merak ediyor gibi.
"Bizim büyümüz bozuldu mu şimdi yani?" dedim, merakla. Onun gözlerine bakmaya devam ettiğimde çatık kaşları yavaşça normal hâlini almış, dudaklarında bir gülüş belirmişti. "Ya da bozulacak mı?"
"Saçmalama Maran," dedi, gülerek. "Bunun için mi üzdün kendini?"
"Ne olacağını bilmiyoruz ki," diyerek sözlerime devam ettiğimde aynı ilgiyle beni dinliyordu. "Şu an iyiyiz ama ileride belki bitecek her şey-"
"Şşh," O, iç açıcı olmayan sözlerimi böyle böldüğünde onun gözlerine bakmaya devam ettim. Bu düşüncem onu da rahatsız etmişti fakat benim gibi aklına takıp yaşadığımız anları zehir etmeyecekti. "Yok öyle bir şey," dedi, kesin bir tavırla. "Böyle saçma düşüncelerin aklını meşgul etmesine izin veremeyeceğim kusura bakma.. Bak her şey çok güzel gidiyor, niye böyle şeylere takılıp kalıyorsun güzelim benim? Sil o kafandakileri, üzme beni daha fazla."
"Beni seviyor musun?" dediğimde bana deliymişim gibi baktı.
"Nasıl bir soru bu?" dedi, hayretle. "Tabii ki seviyorum seni."
"Beni aldatmazsın değil mi?"
"Bu konuşma çok saçma bir yere gidiyor farkında mısın?" dediğinde onun bu sözlerini umursamamıştım. Bana hayretle bakıyor, aklımdan neler geçtiğini okumaya çalışıyordu. "Kılıç'ı arayacağım şimdi, sahip çıksın sevgilisine."
"Soruma cevap versene,"
"Yahu niye aldatayım seni, kafayı mı yedin Maran?" diyerek bu soruma cevap verdiğinde omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Yapabilir miyim ben böyle bir şey sence, mümkün mü bu?" dediğinde onun o güven veren gözlerinde boğulmaya başlamıştım. Bana inançla bakıyor, benim bu aptal düşüncelerimi def etmeye çalışıyordu.
"Sinirlerim bozuldu," dedim, ondan uzaklaşarak. "Takacak bir şey arıyorum kendime işte."
"O Olcay'a göstereceğim ben," derken oldukça ciddi duruyordu. "Altüst etmiş seni.."
"O bir şey yapmadı, benim aklım bulanmaya müsait sadece." dediğimde aramızda açılan mesafeyi kapatıp koca elleriyle yüzünü avuçlamıştı. Sıcaklığı bedenimi sararken bandanamdan dışarı fırlayan bir bukleyi eliyle hafifçe ittirdi.
"Bu söylediklerin sadece saçmalık," dedi, gözlerime inançla bakarak. "Seni başka birine değişmem, sil at o kafandaki saçma düşünceleri." dediğinde bu söylediği dudaklarımda bir gülümsemenin doğmasına neden olmuş, başımı hafifçe eğerek gözlerinden kaçmıştım. O, başını hafifçe yana yatırarak beni köşeye sıkıştırdığında yeşilleri yine gözlerimdeydi. "Duydun mu? Bu konuda anlaşabilecek miyiz?" Başımı salladım yavaşça. "Harika," dedi, gözleri yüzümün en ücra köşelerine uğrarken. Ardından da bana doğru yaklaşıp alnıma bir öpücük bıraktığında gülümsemem müthiş bir yavaşlıkla genişlemiş, sadece saniyeler içerisinde içimdeki huzursuzluğu yok etmişti. "Şimdi ben duşa giriyorum, geldiğimde seni böyle görmeyeceğim."
"Tamam," O, benden uzaklaştığında son kez gözlerime uzunca bakıp oradan da bir onay aldıktan sonra mutfaktan çıkmıştı. O gözden kaybolduğunda onun çıkarmış olduğu kulaklığımı tekrar takıp bu sefer aklımda saçma düşünceler olmadan yarım kalan işime devam etmeye koyulmuştum. Söylediklerinde haklıydı ve benim de onun bu sözlerine inanmaktan başka çarem yoktu.
Dakikalarca mutfakta vakit geçirdiğimde fırında pişmekte olan kekimi de çıkarıp ada tezgâhın üzerine bırakmıştım bile. Ben mutfakta uğraşırken Kenan da aşağı inmiş, yemek için bana yardımcı olmuştu. Onunla bol sohbetli bir akşam yemeği geçirdiğimizde kafam da o düşüncelerden tamamen uzaklaşmıştı. Hatta öyle ki tüm gün aklımı kurcalayan düşüncelerden her uzaklaştığımda ne kadar saçmaladığımı da böylelikle fark ediyordum. Neyse ki daha fazla saçmalayıp onun canını sıkmamış, konuyu hızlıca kapatabilmiştik.
"Şey diyorum," dedim, bakışlarımı televizyondan alıp ona doğru çevirirken. Televizyonun karşısındaki koltukta onun kolları arasındayken hiç olmadığım kadar huzurlu hissediyordum.
Ekranda dolaşan yeşil gözleri usulca bana doğru döndüğünde, "Hm?" diyerek bir mırıltı çıkarmış, ilgisini yine bana yönlendirmişti.
"Sizinkileri yarın akşama yemeğe çağıralım," dediğimde bu teklifimi bir süre düşündü. "Babaannenleri giderken göremedik, annenleri çağıralım bari.. Müsait olduğumuz bir zamanda da Trabzon'a ziyarete gideriz, olmaz mı?"
"Gideriz gitmesine de," dedi, beni geri çevirmeyerek. "Yemeği bizim klüpte de organize edebiliriz, annenler de gelir hatta.. Yemekle falan uğraşma, yorulma boşu boşuna şimdi."
"Yorulmam ben," diyerek direttiğimde beni bu yoldan geri çeviremeyeceğini anlamış olmalıydı. "Hem adettir, sizden öğrendim." dediğimde bu kinayeli sözlerime güldü.
"Bizde, yeni evli çiftin evine de uzun bir süre gidilmez yalnız.." Burnumu kırıştırdım.
"O niye?"
"Yeni evliler çünkü?"
"Yani?" Güldü yine.
"Maran çok zorsun." dedi, başını iflah olmazmışım gibi sallayarak. Bu, dudaklarımda bir sırıtışın belirmesine neden olduğunda, "Tamam çağırırız, ararım ben yarın sabah annemi.. Sen de sizinkilere haber verirsin."
"Olur," dedim, memnuniyetle. "Hem yarın evdeyim, benim için bir sorun olmaz."
"O hâlde ben de evdeyim, sana yardım edeceğim." dedi ve ardından ekledi. Bakışları üzerime sabitlenirken koltuğun arkasına doğru uzattığı kolu da hafifçe omzumu okşuyordu. "Senin için de birini bulalım olmuyor böyle. Yoruluyorsun kıyamıyorum sana."
"Bugün ilk kez mutfağa girdim Kenan," dedim, gülerek.
"Tamam işte ben de girmeni istemiyorum." Gözlerimi kısarak ona baktım.
"Yemeklerimi beğenmediğin için mi böyle söylüyorsun?"
"Yemeklerin harikaydı bu arada," diyerek bu düşüncelerimi silip attığında dikkatle onu dinliyordum. Yemekte de beni bu konuda bolca övmüştü. "İstediğin zaman yine girersin mutfağa ama birini bulmamız şart. İkimizin de yoğun çalıştığı günlerde ne yapacağız?"
"Ama ben evde yabancı birinin dolaşmasını istemiyorum,"
"Birkaç saatliğine gelir o hâlde?" dediğinde gözlerimi onun gözlerinden kısa bir an uzaklaştırarak düşünüyormuş gibi yaptım.
"Tamam," dedim, omuz silkerek. Ardından doğrulup orta sehpanın üzerindeki kupamı kavradığımda tekrar arkama yaslanmıştım. "Benim onayımdan geçmeli ama biliyorsun değil mi?"
"Bilmez miyim?"
"Genç, güzel olursa kabul etmem.. Bunu da biliyorsundur herhalde?"
"Kadını görmeyeceğiz bile, sürekli işte olacağız."
"Onun için eve kamera taktıracağım,"
"Şaka gibi bir kadınsın."
"Öyleyim." Güldü. "El atmışken bana da bir asistan bul artık, Güneş gidince boşluğa düştüm çok.."
"E vereyim sana Pırıl'ı?" dediğinde ifadem hızla değişmiş, gözlerimi ağırca devirmiştim. Bu kızın ismini duymak bile sinirlerimi bozuyordu.
Pırıl, Kenan'ın asistanıydı ve ilk günden beri ondan hoşlanmıyordum. İşine göre fazla olan abartılı giyimi ve Kenan'a göz süzüşleriyle aklıma kötü kazınmıştı bir kere.
"Ben istemiyorum ama sana da kalmasın," dediğimde bu konuyu defalarca konuşmuş olduğumuz için artık bu tavrıma alışmıştı. "Gönder şu kızı, neyi bekliyorsun hâlâ?"
"İşime yarıyor, niye göndereyim?"
"Ben hoşlanmıyorum ama ondan?" dedim, çok mantıklı bir sebep sunarak.
"Neden?"
"Çünkü sana yürüyor,"
"Saçmalama,"
"Aptalsın sen," dediğimde bu sözlerimle beraber kaşları hafifçe çatıldı, gözleri gözlerim arasında kısaca mekik dokudu. "Anlamıyor musun bakışlarından?"
"Kimsenin bana yürüdüğü yok, kuruyorsun şu an."
"Bunu ispatladığımda ne yapacaksın acaba?" Gözlerini devirdiğinde elimle koluna hafifçe vurdum. "Göz devirme karına, çarpılırsın."
"Aptal diyorsun bana," dediğinde buna epey bozulmuş olduğunu fark etmiştim. Halbuki gözünü açmasını istiyordum sadece. Elindeki kupayı dudaklarına yaklaştırırken ekledi. "Sen de çarpılacaksın bence."
"Çok alıngansın," derken elimi kaldırıp ensesine yaslamış, saçlarını hafifçe okşamaya başlamıştım. "Gözün başkasını görmesin evet ama etrafındaki insanların sana nasıl davrandığını da görmen gerekiyor yavrucuğum," dediğimde hitap şeklim, dudaklarının hareketlenmesini sağlamıştı bile. "Bence görüyorsun da beni yoldan çıkarmamak için safa yatıyorsun."
"Madem onunla çalışmamı istemiyorsun sana devredeyim işte,"
"İki günde boğarım o kadını," dediğimde dudaklarından öyle tatlı bir gülüş dökülmüştü ki tüm huysuzluğumu bir kenara atmak zorunda kalmıştım. "Zaten senin kovmana gerek kalmayacak, ben halledeceğim onu.. Arkasına bakmadan kaçacak."
Bu sözlerimle beraber başını hafifçe omzuna doğru eğip bana bir bakış attı. "Maran, lütfen. Yapma bir şey."
"Seninle ilgili hayaller kurmasına izin veremem kusura bakma,"
"Nereden biliyorsun benimle ilgili hayaller kurduğunu?" dedi, alayla.
"Kadının gözleri fıldır fıldır," dedim, parmaklarım saçlarında gezinirken.
"Bu kadar rahatsız olduysan bunu neden şimdi söylüyorsun?" diye sorduğunda omuz silktim.
"İşe benden habersiz almışsın, ben de birkaç gündür gözlemliyorum.. Sabah kahveni de eksik etmiyor, bayağı iyi tanımış seni kısacık zamanda."
"Öyle," Ona dik dik baktığımda bir kez daha gülmüştü. Beni delirtmek onun hoşuna gidiyordu. "Şaka yapıyorum," dedi, bu bakışlarıma karşılık. Çıplak omzumdaki parmakları hafifçe tenimi okşarken bu bakışları pek fazla sürdüremezdim de zaten. "Çıkalım mı odamıza?"
Bu teklifi tüm sistemimi altüst ederken gözlerimi kırpıştırarak bakışlarımı ondan hızla uzaklaştırdım. "Olmaz,"
"Sebep?"
"Canım istemiyor," diyerek onu yanıtladığımda burnumdaki kokusu birden yoğunlaşmış, dudakları yanağıma sürterek bir öpücüğü bana bahşetmişti.
"Canının beni istemediğini sanmıyorum," dedi, fısıltıyı andıran bir ses tonuyla.
"Defol," diyerek kendimi naza çektiğimde tenimdeki öpücükleri çoğalmaya başlamıştı. Yüzüme bıraktığı küçük öpücükler ona daha çok çekilmeme neden olurken yine hangi ara bu duruma geldiğimizi bilmiyordum. Günlerdir birbirimizden bir türlü kopamıyor, aramızdaki o çekime engel olamıyorduk.
"Gidiyorum o hâlde?" dediğinde onun blöfüne ayak uydurmuş, omuz silkmiştim.
"Git."
"Bu gece sana uyku yok ama biliyorsun değil mi?" diyen sözleriyle beraber tenim adeta ürperirken bu sözlerinden kesinlikle şüphem yoktu. Eğer odaya çıkarsam beni uyutmayacağını biliyordum.
"Git uyuyor musun ne yapıyorsan yap," dedim, bu nazı sürdürerek. Elimi onun göğsüne yaslayıp kendimden uzaklaştırdığımda dudaklarımda hafif de olsa bir sırıtış vardı. Bu da onun üzerimdeki etkilerinden biriydi.
"Geleceksin ne de olsa," diyerek yerinden hareketlendiğinde gözlerim ona doğru dönmüş fakat göz temasımız çok uzun sürmemişti. O, kupasını alarak arkasını dönüp salondan çıktığında çoktan aklım onda kalmıştı. Gözlerim televizyon ekranında olsa da zihnimi kurcalamayı başarmış, beni allak bullak etmişti.
Televizyonda dönen filmi sadece gözlerimle takip ederken elimde soğumuş olan kahveyi de içmeyi bırakalı dakikalar olmuştu. Aklım odamdayken izlediğim filme de odaklanamıyordum. Zaten onun da amacı buydu ki başarmıştı.
Yaslandığım yerden doğrulup sehpanın üzerindeki kumandayı alarak televizyonu kapattığımda yerimden kalkıp salondan hızla çıkmış, mutfağa geçerek soğumuş kahvemi lavaboya dökmüştüm. Seramik kupayı suyla çalkalayıp bulaşık makinesine yerleştirdikten sonra mutfaktan da çıkarak merdivenlere yöneldim.
Bir çocuk gibi inatla tehlikeye koşuyordum.
✨✨✨
"Evlilik nasıl gidiyor?" diyen Turgay Amca'yla beraber dudaklarımdaki gülümsemeyle ona doğru dönmüştüm. Evin büyük salonunda ilk kez bu kadar kalabalıkken geldiğinden beri kucağımdan inmeyen Eftal de yerini epey sevmiş gibiydi. Annesi onu benim kucağımdan koparmaya çalışsa da huysuzlanıyor, gitmek istemiyordu. Yerini iyice benimsemiş, kıpırdamaya pek niyeti yok gibiydi. Açıkçası bundan memnundum da.
"Güzel," diyerek onu yanıtladığım sırada karşımda oturan oğlunun gözleri üzerimdeydi. Zaten oradan ayrıldığı da yoktu. "Güzel gidiyor şimdilik, iyiyiz.."
"Şimdilik mi?" Babamın bu sorusu gülmeme neden olduğunda bakışları hızla Kenan'a dönmüş, ona ters bir bakış atmıştı. "Üzüyor musun kızımı yoksa?"
"Adnan!" diyen anneme doğru bakışlarını çevirdiğinde herkes gülüyordu.
"Kızımı üzüyorsa bilmem gerek."
Onun bu sözleri bakışlarımı Kenan'a doğru çevirmeme neden olduğunda o, babamın bu merakını benim gidermemi istiyor gibiydi. Şu an çıtı çıkmıyor olsa da babam biraz daha bu sorularına devam ederse aralarında tatlı (!) bir atışma yaşanabilirdi.
Babam geldiğinden beri sürekli olarak Kenan'ın beni üzüp üzmediğini soruyor, şu anki durumumdan memnun olup olmadığımı ara sıra beni köşeye sıkıştırarak soruyordu. Pekâlâ, bu tavrı beni gerçekten güldürse de artık Kenan'la evli olduğuma inanması gerekiyordu. Bunun onun için ne kadar zor olduğunu biliyordum hatta onu anlıyordum da. Onun biricik kızıydım ve bu duruma alışmak onun için epey zordu. Kenan da kendini onun yerine koyduğu için babamla bu konuda pek tartışmaya girmiyor, gayet normal karşılıyordu.
Gözlerim onun yeşil gözleriyle kesiştiği an bu konuşmadan rahatsız olmadığını sadece gözleriyle belirttiğinde dilimle dudaklarımı ıslatıp bakışmamızın bölünmesini sağlayarak başımı hafifçe babama doğru çevirdim. Turgay Amca'yla Defne Teyze de onun bu endişesini haklı görürken annem de babama uyarıcı bakışlarını atıyordu.
Pekâlâ, onları özlemiştim.
Bu atışmaları ve babamın küçük bir çocuk gibi annemle zıtlaşması sanırım en çok özlediğim şeylerden sadece biriydi.
Kucağımdaki Eftal hareketlenerek elimde duran emziğini aldığında başımı eğip onu kontrol ettim. Sırtını göğsüme yaslamış sanki olup biten her şeyi anlıyormuş gibi onları izliyordu.
Dudaklarımda bir sırıtış oluşurken aldığı emziği ağzına tıkıştırıp olanları izlemeye devam etmişti.
"Gel babana küçük kız," Gediz abi, bana doğru yaklaşarak kucağımda epey rahat olan Eftal'in rahatını bozduğunda gariptir ki dakikalar önce annesine attığı çığlıklardan birini atmamış ve hızla kollarını babasının boynuna dolamıştı. O, gerçekten babasıyla amcasına aşık bir bebekti.
"İyiydik öyle," dediğimde benden uzaklaşarak eşinin yanına oturmuştu. Alaz'ı uyuduğu için evde, Şermin Abla'ya bırakmışlardı.
"Rahat bırakmadı seni," dedi, Firuze. "Biraz babasını darlasın.." dediğinde güldüm.
"Aşk olsun, ne olacak?"
"Bak karın çocuk sevmek istiyormuş abi," diyen Bige'yle beraber başımı iflah olmazmış gibi iki yana salladığımda ortalığı karıştırmaya bayılıyordu. "Hadi el at duruma."
Bige'nin bu sözleri, Kenan'la bakışlarımızın bir kez daha kesişmesine yol açarken çenesine yasladığı elini indirip hafifçe salladı. "Karım sadece sevmek istiyor,"
"Kariyerimin zirvesindeyim," Omuz silktim.
"Kariyerine kurban olurum senin." dediği an birden fazla kahkaha evin duvarlarında yankılandığında dudaklarımdaki sırıtış genişlemişti. Babamlar bilmediğim bir konu üzerinde tartışırken bu konuşulanları pek duymuyor, bize pek kulak asmıyorlardı.
Ona havadan bir öpücük gönderdiğimde bu, gözlerinin adeta parlamasına neden olmuştu. Zaten göz göze geldiğimiz her an bakışlarında o hayranlık duygusunu yakalıyordum.
"Ev için birini bulamadınız mı hâlâ?" diyen Defne Teyze'yle beraber bakışlarımız birbirinden ayrıldığında annesini benden önce yanıtladı.
"Fırsat olmadı henüz ama yarından itibaren bakmaya başlayacağım," derken bana bir bakış atmıştı. "Böyle olmuyor, ikimiz de yoruluyoruz."
"Birini mi arıyorsunuz?" Firuze, onların konuşmasını kibarca böldüğünde artık o da bu sohbetin içerisinde gibi görünüyordu.
"Evet," dedi, Kenan da. "Ama Maran sadece hafta içi birkaç saatliğine birinin gelip gitmesini istiyor.."
"Aslında biri var," diyen Firuze, ilgimi çekmeyi başardığında elimdeki çayı ağır ağır yudumluyordum. Onun bakışları yanında oturan Kenan'a döndüğünde ekledi. "Melinda'yı hatırlıyor musun?" Kaşlarım ilgiyle çatılırken Kenan da Firuze'nin bahsettiği kızı hemen hatırlamış, başıyla onu onaylamıştı. Bununla beraber Firuze de bana doğru dönüp, "Çok şirin bir kız, işinde de iyidir. İstersen senin için ona ulaşabilirim?"
"Genç ve güzel olmayan birine bakıyoruz biz," diyen Kenan, dün akşam ona söylediklerimi tekrar ettiğinde Defne Teyze gülmüş, Firuze de bir bana bir Kenan'a bakmıştı. Tabii ben de bu esnada Kenan'ın söylediklerine takılmış, kaşlarım havalanmıştı.
"Kızın genç ve güzel olduğunu mu kabul ediyorsun şu an, doğru mu anlıyorum?" dedim, fırtına öncesi sessizliği andıran o ses tonumla. Bu, birkaç saniye duraksamasına neden olduğunda ne söylediğinin geç farkına varmıştı.
"Genç sonuçta," Omuz silktiğinde ona dik dik baktım.
"Ay saçmalama Maran," dedi, Firuze. "Melinda çok saf, çok iyi niyetli bir kız.. Hiç öyle düşündüğün gibi değil gerçekten."
"Boşuna dil döküyorsun,"
"Bu aralar etrafımızda çok fazla genç kadın var, o yüzden kalsın." diyerek elimi hafifçe salladığımda bu söylediğimi sadece Kenan anlamıştı.
"Hem o kız olmaz," diyerek Kenan bu sözlerimi tiye aldığında Firuze kaşlarını çattı. "Bebek bakıcısı değil mi o?"
"Evet ama evde bana çok yardımcı oluyordu, biliyorsun."
"Melinda iyidir bu arada," dedi, Gediz abi de. O, ilk kez konuşmaya dahil olduğunda karı koca biraz daha aklımı çelerse bu işi kabul edebilirdim. "Sadece birkaç ay çalışmıştı ama herhangi bir sorun yaşamadık kendisiyle.. İyidir yani şüphen olmasın."
Gözlerim ikisi arasında kısaca gidip geldiğinde pes edercesine arkama yaslandım. "Bir görüşelim o hâlde, anlaşırsak.."
"Güven bana, çok iyi anlaşacaksınız." diyen Firuze'yle beraber aklımda hiçbir soru işareti kalmazken elini Kenan'a uzatmıştı. "Numarasını atarım sana."
Bakışlarım oldukça ağır bir şekilde Kenan'a doğru dönerken annemin sözleri dikkatimi dağıtmayı başarmış, başımı hafifçe ona doğru çevirmiştim. Babamla olan hararetli tartışmaları son bulmuş, onu Turgay Amca'yla baş başa bırakmıştı.
"Yemekleri sen mi yaptın yani?" dedi, hayretle. Onu başımla onayladığımda güldü. "Ayol hayatta inanmam.." dediği an onun gülüşüne başka bir gülüş eklendiğinde bu gülüş Kenan'a aitti. Başımı çevirmeden sadece gözlerimi onun üzerine diktiğimde bakışlarını hızla benden kaçırmıştı.
"Maran yaptı," dedi, hemen arkamda durarak. Bu da annemin gülüşünün dudaklarında asılı kalmasına neden olduğunda benim bütün bunları yapmam onu epey şaşırtmıştı.
"Evlilik yaramış sana o zaman," diyen annem, Kenan beni desteklemese o yemekleri yaptığıma asla inanmaz gibi duruyordu. "Her şey harikaydı! Evde niye yapmıyordun tüm bunları?"
"Kocama yapıyorum,"
"Kocanı yesinler,"
"Öyle söylemeyin kızıyor,"
Birden fazla kahkaha, bu gece bir kez daha evin duvarlarında yankılanırken dudaklarımdaki sırıtış artık çenemi ağrıtmaya başlamıştı fakat öyle bir ortamdı ki gülmeden durabildiğim tek bir saniye bile olmuyordu. Saatlerdir yüzümden gülümseme eksik olmuyor, onlar geldiğinden beri sürekli olarak sırıtıyordum.
"Kalkalım mı artık?" diyen Turgay Amca'yla beraber Kenan'la benim ağzımdan birebir aynı kelimeler dökülmüştü.
"Oturuyorduk," dedik, aynı anda.
"Geç oldu canım, kalkalım artık.." diyerek babam onu desteklediğinde çoktan yerlerinden hareketlenmişlerdi bile. "Bir dahakine siz gelirsiniz," dedi ve bana bakarak ekledi. "Kenan'ı getirmen şart değil."
Onun bu sözleri, gözlerimi bayarak gülmeme neden olduğunda oturduğum yerden kalkmıştım. "Baba."
"Şaka yapıyorum," diyerek bu tatlı esprisine bir açıklama getirdiğinde hep beraber kapıya doğru ilerlemeye başlamıştık.
"Baban doğru söylüyor, bir dahakine bize gelirsiniz.." diyen annem boynuma sarıldığında ben de onu aynı sıcaklıkla kucaklamış, yanaklarına birer öpücük bırakmıştım.
"Geliriz tabii," dedim, seve seve. Ondan uzaklaşıp bu sefer de babamla kucaklaştığımda o da aynı şeyleri söylemişti. Hatta bir ara, eğer bu evlilikten sıkıldıysam onlarla gidebileceğimi söylemiş ve bana bunu ciddi ciddi teklif etmişti. Bunu Kenan duyduğunda da karşılık vermek için dudaklarını aralamış fakat elimi onun koluna yasladığım an bundan vazgeçmişti.
Bu çocuksu inatlaşmalarıyla beni ciddi anlamda güldürüyorlardı.
"Üzmeyin birbirinizi sakın," dedi, Defne Teyze son öğütlerini verirken. "Kenan seni üzerse de ilk beni ara.." Kıkırdadım.
"Sıranın başını babam çekiyor maalesef Defne Teyze'ciğim," dediğimde gülmüş, son kez beni kucaklamıştı.
"Bize de bekliyoruz mutlaka," dedi, eliyle hafifçe sırtımı sıvazlarken. Onunla olan kucaklaşmamız son bulduğunda oğluyla da vedalaşmış, bahçedeki arabalarına binmişlerdi. Onlar bahçeden ayrılıp gözden kaybolduklarında beraber içeri geçip kapıyı kapatmıştık.
"Etrafı sen toparlarsın," diyerek ona arkamı dönüp merdivenlere yöneldiğimde alaylı sesini duydum.
"Toplarım tabii, başka ne işe yarıyorum bu evde?" dediğinde basamakları tırmanırken gülmeme engel olamamıştım. Tüm gün arkamı toplamış, ben mutfaktayken bütün evin temizliğini ona yaptırmıştım. Bu sitemi de bu yüzden olsa gerekti.
"Söylenme!"
Ondan çıt çıkmazken kalan basamakları da hızla tırmanıp yatak odasına çıkmış, odaya girmiştim. Odaya girer girmez topuklu çizmelerimi çıkarıp elime aldığımda dudaklarım arasından bir soluk bıraktım. Bugün epey yorulmuştum ve bir an önce üzerimi değiştirip yatağıma girmek istiyordum. Bunun için de önce giyinme odasına girip üzerimdeki elbiseden kurtulduğumda dolaptan elime ilk gelen siyah, saten geceliği de üzerime geçirmiştim. Ardından da açık saçlarımı, makyaj masamın üzerinde duran bir tokayla gelişigüzel topladığımda giyinme odasından çıkarak bu sefer banyoya girmiştim. Orada da dakikalarca oyalanıp yüzümdeki makyajı çıkardıktan sonra her gece yaptığım cilt bakım rutinimi uygulamış, dişlerimi fırçalayarak banyodaki işlerimi tamamen halletmiştim.
Komodinin üzerinden duran kremimi alıp yatağa oturduğum esnada Kenan da odaya girmiş, giyinme odasına geçip üzerini değiştirdikten sonra banyoya girmişti. Ben kremimi sürüp yatağa girdiğimde şarjda olan telefonumu çıkarıp elime aldım. Bütün gün hiç elime almamış, telefonumun kapalı olduğunu fark ettiğim an odaya çıkıp telefonumu şarja koymuştum.
"Telefonumu gördün mü?" diyen Kenan, telefonumda olan dikkatimi dağıtırken onun banyodan çıktığını bile yeni fark ediyordum. O, telefonunu ararken elimdeki telefonu kapatıp komodine bıraktım.
"Salonda, konsolun üzerindeydi.." dediğimde telefonunu aramayı bırakmış, sanırım aşağı inip almaya da üşenmişti. O, yanıma yanaşıp yatağın kendine ait olan bölümüne kendini bıraktığında onu bugün epey yorduğumu söyleyebilirdim. "Ne yapacaksın telefonu? Karın da yanında.."
Bu sözlerim onun hafifçe gülmesine neden olduğunda sağ kolu hafifçe havalanmış, bileğinde kalan gümüş saatini çıkarıp kendi tarafındaki komodine bırakmıştı. Ardından yavaşça bedenini bana doğru çevirip gözlerimizin temasa geçmesini sağladığında dudaklarım yukarı kıvrılmış, hevesle bedenimi ona doğru çevirmiştim. Elimi başımın altına yasladığımda elini kaldırıp her gece yaptığı gibi saçlarımla oynamaya başlamıştı bile.
"Yeni mi aldın bunu?" diye sorup aramızdaki sessizliği bozduğunda söz konusu üzerimdeki gecelikti. İp askıları ve dantel işlemeleriyle gerçekten hoş bir gecelikti fakat ben almamıştım.
"Babaannenin hediyesi," dedim, alaylı bir ses tonuyla. "Zevkli kadın."
"Babaannem torun için bizden daha çok çabalıyor," dediğinde bu bana komik gelmiş, dudaklarımdan minik bir kahkahayı koyvermiştim.
"Biz de çabalıyoruz,"
"Bizimkisi boş bir çaba," dedi ve ardından ekledi. "Şimdilik."
"Önce senin tek çocuğa ikna olman gerekiyor tabii."
"Anca rüyanda."
"Boşarım seni."
"Kolaydı öyle.."
"Kenan!"
Erkeksi kıkırtısı odanın duvarlarında yankılanmaya başladığında ardında hoş bir tını bırakmış, gecenin bir köründe kulaklarımı şenlendirmişti. "Daha sonra bu konuda ikna edeceğim seni," dedi, yavaşça. "Hatta istersen ikna kabiliyetimi şimdiden gösterebilirim.." dediğinde dudaklarıma bıraktığı tatlı öpücük, bedenimde ufak kıpırtılara yol açmıştı. Dudaklarıma bıraktığı hoş öpücükler, benim küçük kıkırtılarıma ortaklık ederken yaramaz bir kız gibi bu öpücüklerini karşılıksız bırakmıyordum.
Pekala, beni yoldan çıkarmak onun açısından epey kolaydı.
Küçük öpücükleri yavaş yavaş bir ritim kazanırken o koca bedeni hareketlenmiş, neredeyse bedenimin üzerine çullanmıştı. Bununla beraber kollarımı kaldırıp onun boynuna doladığımda o ellerinin arsızca yorganın altına sızması pek uzun sürmemişti. Bu dokunuşlarına her ne kadar alışık olsam da üzerimdeki etkisi her seferinde farklı oluyordu. Beni kolayca dize getirip ona itaat etmemi sağlıyor, yeri geldiğinde de durum tam tersine dönüşüyordu.
Dudaklarımızın teması kesilip bedeni benden uzaklaştığında dilimi hafifçe dudaklarımın üzerinde gezdirmiştim. O, elini ensesine atıp üzerindeki tişörtünü sıyırdığında daha da yoldan çıkmaya hazırdım ki komodinin üzerinde titreyen telefonum bu anı bozmuştu.
İkimiz de durduğumuzda o kaşları huysuzca çatıldı ve mavi gözlerime baktı. "Kim bu saatte?" diyerek hoşnutsuzca konuştuğunda benim de kaşlarım çatılmış ve elimi komodine atarak telefonumu elime almıştım. Saat neredeyse gece yarısını geçerken telefonuma bir arama gelmesi fütursuzcaydı.
Gözlerim yanıp sönen ekranda kısaca gezindiğinde şantiyeden aradıklarını görerek daha da meraklanmıştım. Bir çift yeşilin meraklı bakışları arasında aramayı yanıtlayıp telefonumu kulağıma yasladığımda nefeslerimi de bir yandan kontrol etmeye çalışıyordum.
"Maran Hanım, kusura bakmayın bu saatte rahatsız ediyorum," diyerek benim konuşmama bile fırsat vermediğinde önemli bir şey olduğunu anlamam pek uzun sürmemiş, Kenan da bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayarak benden hızla uzaklaşmıştı. "Şantiyede yangın çıktı, söndüremiyoruz.."
Duyduğum bu birkaç kelime, tam olarak başımdan aşağı kaynar suların dökülmesine neden olurken bir deyimin de bulunduğum duruma ancak bu kadar yakışabildiğini fark etmiştim.
✨✨✨
Arkadaşlar selam,
Bölüm biraz gecikmiş olabilir ama elimden geldiğince kısa sürede yazmaya çalışıyorum ve açıkçası kolay da olmuyor, derslerim yoğun olduğu için epey zor oluyor bir noktada.. Üstelik şunu da söylemek isterim ki bir süre daha bölümler gecikmeli olacak, çünkü tabletim bozuldu ve bu yüzden de bölüm yazamıyorum. Bu bölümün de sadece son kısmı kaldığı için hızlıca tamamlayıp atmaya çalıştım fakat sonraki bölümleri de maalesef ki böyle gecikmeli atmak durumunda kalacağım. Bu konuda anlayışlı olursanız beni çooook mutlu edersiniz.. Ben dönene kadar sandıkları terk etmeyelim lütfen 😛😛
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |