38. Bölüm

•XXXVIII•

melek şendur
meelcnmel

Gözlerimden akan yaşların ardı arkası kesilmezken eş zamanlı olarak dudaklarımdan bir hıçkırık kopmuş, başımı ellerim arasına almıştım. Dakikalardır oturduğum kaldırımda sadece ağlıyor, arkamda kalan yangının emarelerine elimden geldiğince bakmamaya çalışıyordum.

Neredeyse bir saat kadar önce evden aceleyle çıkıp şantiyeye gelmiş, geldiğimde de hiç hoş olmayan bir manzarayla karşılaşmıştım. İtfaiye gelip yangını söndürse de bir sürü emek çöp olmuştu bir kere.

"Ağlama artık, Ahu." dedi, babam. O, omzumu sıvazlayıp saçlarımı okşamaktan bıkmadan bu sözlerini tekrarladığında ağlamalarım şiddetlenmişti bile. Bu hafta içerisinde inşaatın gidişatını kontrole geleceklerdi ve şu an bakıldığında da kontrol edecekleri pek bir şey kalmamış gibi duruyordu.

Elimdeki peçeteyle burnumu silerken gözlerimden hızla boşalan yaşlara engel olamıyordum. Babam bu ağlamalarımı durdurmak için epey çabalasa da pek bir şey fayda etmiyordu.

Gözlerimden akan bir damla yaş spor ayakkabımın üzerine düştüğü an önüme bir gölge düşmüş, hiç düşünmeden dizlerinin üzerine çökerek benimle aynı hizaya gelmişti. Başımı kaldırıp yeşil gözlerin sahibine baktığımda elindeki su şişesinin kapağını yavaşça açıp şişeyi bana doğru uzattı. "İç biraz,"

Ona itiraz etmeden bana doğru uzattığı şişeyi aldığımda boşta kalan elini kaldırıp yanağımdan süzülmekte olan yaşı yavaşça silmişti. Bu esnada şişeyi dudaklarıma yaklaştırıp küçük bir yudum aldığımda dakikalardır ağlamaktan acıyan boğazım nihayet derman bulmuş, kendine gelmişti. "Daha iyi misin?" dedi, yumuşacık bir sesle.

"Değilim," dedim, hiç düşünmeden. Ağlamaklı çıkan sesime gözyaşlarım eşlik ederken yemyeşil bakışları şefkatle yüzümün her köşesinde dolaşıyordu. "Her şey mahvoldu, ben mahvoldum! Üç gün sonra adamlara ne diyeceğim ben?" derken bir ağlama krizine daha tutulmuş, bu hâlime dayanamayıp güçlü kollarını yanında zayıf kalan bedenime dolamıştı.

"Şşh," diye fısıldadığında hıçkırıklarım arasında bunu zar zor ayırt edebildim. Kollarımı onun boynuna dolayıp gözyaşlarımla onun tişörtünü ıslattığımda eliyle sırtımı sıvazlıyordu. "Yapacak bir şey yok artık, olan olmuş sevgilim.. Kendini yıpratma böyle, hâlledeceksin. Birlikte hâlledeceğiz."

"Üç günde mi?" dedim, hiddetle.

"Ben senin başaracağına inanıyorum," diyerek benden usulca uzaklaştığında gözlerim onun gözlerini buldu. "Ama önce kendini toparla, şu an karşımda sadece güçsüz bir kadın var."

Bu sözleri duraksamama neden olduğunda ondan bu sözleri ilk kez duymanın verdiği şaşkınlık içerisindeydim. Her konuda ve her koşulda bana iyi sözler sarf eden adam şimdi bana bunları mı söylüyordu?

"Bakma öyle," dedi, bu bakışlarımı fark etmiş olmalı ki. Ona nasıl baktığımı çattığım kaşlarımdan dolayı başıma saplanan bir ağrıyla anlamıştım. "Eminim şu an buradaki herkes senin tüm bu olanları toparlayamayacağını düşünüyordur ki bu çok normal bakıldığında." diyerek geldiğimden beri ağladığım için bana kendince laf soktuğunda bu haklılığı karşısında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ama sen bu değilsin, biliyorum. Sen de biliyorsun, o yüzden sızlanmayı bırakıp ayağa kalk. Şu an ağlamanın sırası değil, eğer üç gün sonra adamlar geldiğinde bu harabeyi görürse o zaman ağlarsın."

O oldukça sert fakat bir o kadar da büyük bir sakinlikle beni eleştirdiğinde ne yazık ki ona söyleyecek kelime bulamıyor, bu söyledikleri için ona kızamıyordum bile. Çatık kaşlarım altından yaşlı gözlerimle ona bakmaya devam etsem de iç sesim onun haklı olduğunu bilerek susup bir köşeye çekilmişti.

Yeşil gözleri son kez gözlerimde gezindiğinde çöktüğü yerden kalkmış ve görüş açımdan bir anda çıkmıştı. O, bana sarf ettiği sözlerle beni baş başa bıraktığında buradan kalkıp bir an önce çalışmalara girişmemi beklediğinin farkındaydım. Açıkçası bunu yapmam gerekiyordu çünkü aksi takdirde zirvesinde olduğum kariyerim burada son bulabilirdi.

"Sen üşümüyor musun, niye ceket almadın çıkarken?" diyen Defne Teyze'nin mırıltısını duyduğumda bunu oğluna yönelik söylediğini biliyordum. Evden aceleyle çıktığımız için ben ceket almayı ihmal etmiştim ve bu yüzden de Kenan ceketini bana vermişti. Bana üç beden büyük gelen ceketiyle kaldırımda otururken Defne Teyze bunu fark etmemiş olmalıydı.

Onun bu sorusuyla beraber başımı kaldırıp Kenan'a baktığımda soğuk havanın onu etkilemediği aşikârdı. Üzerindeki tişörtüyle pek üşüdüğünü sanmıyordum çünkü onun tarzı buydu. Soğuk havalara alışkın olduğunu söylese de ona ceketini vermeliydim.

"Al ceketini," dedim, yerimden kalkarken. Üzerimdeki ceketini omuzlarımdan sıyıracağım esnada elimi yumuşak bir hareketle tutup bana engel olmuştu.

"İyiyim ben gayet," dedi, annesinin cevapsız kalan sorusunu yanıtlarken. Bu cevabıyla ikimizi de yanıtlamış olduğunda bu keskin tavrıyla beraber omzumu silkmiş, gözlerimi silerek silkelenmiştim.

"Maran'cığım üzülme artık," diyen Turgay Amca'nın sözleri kulaklarıma ulaşırken elini uzatıp bir baba edasıyla omzumu sıvazladı. Onlar da eve dönüş yolunda bu durumdan haberdar olmuş, buraya kadar gelmişlerdi. "Hallederiz hep beraber yahu, dünyanın sonu değil ya?"

"Tabii ki değil," dedi, babam da. "Canını sıkma, bizi de üzüyorsun böyle." Kenan'ın eli omzuma sıkıca dolandığında eş zamanlı olarak dudaklarını şakaklarıma bastırmıştı. Üzerimdeki cekete rağmen yaprak gibi titreyen bedenim onun sıcaklığına kavuşurken burnumu çekip iyice ona sokuldum. "Ekibi iki katına çıkaralım," diyerek babam Turgay Amca'ya doğru döndüğünde başım yorgunlukla Kenan'ın omzuna doğru düşmüştü. "Sabah erkenden burada olsun herkes, hallolmayacak kadar büyük bir yangın çıkmamış zaten. Sadece üst kat hasar görmüş neyse ki.." Babamın bakışları Kenan'ı bulduğunda gözlerim biraz ötemdeki inşaat hâlinde olan evin duvarlarında dolaşıyordu. "Sen de Maran'ı götür, güzelce dinlenip kendini toparlasın."

"İyiyim ben, gitmiyorum hiçbir yere." diyerek orada olduğumu ilk kez belli ettiğimde herkesin bakışları beni bulmuştu. Hâlâ kurumayan gözlerimden dolayı beni pek ciddiye alacaklarını sanmasam da sözlerime devam ettim. "Ekibi şimdi istiyorum, şimdi şu an başlayacağız çalışmaya.. Kaybedecek vaktim yok benim." Onların bu aniden değişen ruh hâlime karşılık oluşan şaşkın bakışları üzerimde gezinirken emindim ki babam da benden bu tepkiyi beklememişti. Bakışlarımı onun şaşkın mavilerinden alıp başımı kaldırarak beni dikkatle dinlediği belli olan yeşil gözlerin sahibine çevirdiğimde, "Ara, iki ekibi de yarım saat içerisinde burada göreceğim."

Yeşil bakışlarına çöken parıltılar adeta gözlerimi alırken kaşları usulca havalanmış, dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluşmuştu. "Hay hay,"

"Gecenin bu yarısında mı devam edeceğiz?" dedi, Turgay Amca da hayretle.

"Bırak nasıl istiyorsa öyle olsun," diyerek babam onun bu sözlerine karşılık verdiğinde onun gözlerinde de şaşkınlığın yanı sıra memnuniyeti de yakalamıştım. Bana dil dökmek için uğraşmamış, buna yeltenmemişti bile. Pekâlâ, kızının en az onun kadar hırslı ve inatçı olduğunu biliyordu.

"Olur mu canım öyle şey?" dedi, annem. O, hâlâ üzerindeki şaşkınlığı atamamış olmalı ki bir bana bir de babama bakıyordu. "Eve gidip azıcık dinlen, toparlan ne acelen var? Sabah erkenden gelirsiniz."

"Vaktim yok anne," dedim, yavaşça fakat bir o kadar keskin bir tavırla. "Eve gidip mışıl mışıl uyuyacağımı mı sanıyorsunuz siz?"

"Yusuf, hanımları eve bıraksın o hâlde," diyen Turgay Amca da ciddiyetimi kavramış olacak ki pes ettiğinde arabanın yanında duran Yusuf hemen hareketlenmişti. Bu sırada babam da annemle konuşup Defne Teyze'yle onu uğurladıklarında Kenan da söylediğimi yapmak üzere arabada bıraktığı telefonunu almak için yanımdan ayrılmıştı.

"Hırsını anlıyorum ama eve gidip dinlenmen daha doğru olmaz mıydı senin için?" diyen babamı omuz silkerek yanıtladığımda esen rüzgârla beraber kollarımı bedenime dolamıştım.

"Böyle bir durumda sen de gitmezdin, biliyorum." dediğimde bu cevabım onun için yeterli olmuş sayılırdı. O, büyüyüp tıpkı onun gibi olmamın verdiği hem gurur hem de yarı pişmanlıkla gözlerime bakarken kendisinin bir yansımasına bakıyor gibiydi.

Belki de ona bu kadar benzememi o da beklememiş fakat hiç istemeyip hem de aynı zamanda çok istediği şey nihayet gerçekleşmişti.

 

 

🕳️🕳️🕳️

Burnumda hissettiğim karıncalanmayla beraber elimdeki peçeteyi dudaklarıma doğru yaklaştırdığımda benimle birlikte biri daha hapşırmış, gözlerim hızla odanın diğer ucundaki bedeni bulmuştu.

Üzerindeki inşaat tulumuyla duvarların sıvasıyla uğraşırken fazlasıyla konsantre olduğu işi kısa bir an bölünmüş, onun da bakışları eş zamanlı olarak bana doğru dönmüştü.

"İyi yaşa," dedik, ikimiz de aynı anda.

"Hep birlikte."

"Hep birlikte.."

"Hasta oluyorsun sen, eve göndereyim seni Bora'yla." diyerek elindekileri bıraktığında başımı hızla iki yana sallamıştım. Elimdeki peçeteyle burnumu silerken çoktan tulumunun cebindeki telefonunu çıkarmaya koyulmuştu bile. O, telefonunu çıkarıp bir numara tuşladığında peçeteyi avucumun içerisine sıkıştırıp hızla oturduğum yerden doğruldum.

Dün geceden beri şantiyede arı misali çalışırken beni yalnız bırakmamış, o kadar ustaya rağmen kendisi de şirketteki tüm işini gücünü bırakmıştı. Bu da yetmemiş mahzendeki onca insanı çağırıp buraya toplamıştı. Açıkçası şu ana kadar her şey gayet iyi gidiyordu ve bu da dün geceki o tüm olumsuz düşüncelerimi yıkmaya yetmişti. Başta hiçbir şeyin yetişmeyeceğini düşünsem de bu düşüncelerimin boş bir evham olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum.

"Ay sen git biz buradayız," diyen Olcay, omuzlarımın düşmesine neden olduğunda elindeki fırçayı bırakıp yanıma doğru yaklaştı ve elini alnıma yasladı. Bir süre bekleyip ateşimi kontrol ettikten sonra Kenan da dikkatle bana bakıyordu. Ateşimin olduğunu hissediyordum fakat şu ana kadar ona bunu belli etmemeye çalışsam da o anlamış gibiydi. "Ateşin var senin Maran," dedi, kaşlarını çatarak. O, elini yavaşça çekip Kenan'a baktığında onun da bana ters ters baktığını görmüştüm.

"Bilerek söylemiyordun değil mi?" dedi, teessüf eder gibi.

"Abi siz gidin, biz de buradayız nasıl olsa.." diyen Yiğit'e baktığımda o söylemese de Kenan'ın beni eve götüreceğini biliyordum. Bu yüzden onun üzerime diktiği bakışlarıyla beraber yerimden kalktığımda odadan çıkıp koridorun sonunda kalan odaya girip kapıyı arkamdan kapatmış, üzerimdeki tulumdan kurtularak üzerimi ilk kez bu kadar yavaş bir şekilde değiştirmiştim. Uyandığımdan beri oldukça bitkin ve yorgun hissetsem de kaybedecek vaktim olmadığından Kenan'a hiçbir şey çaktırmamaya çalışmıştım. Fakat görüyordum ki çabam boşaydı.

Üzerimi değiştirip çantamı alarak odadan çıktığımda son kez çalışmaları kontrol etmiş, Kenan'ın beni azarlamaları sonucunda beraber şantiyeden ayrılmıştık. Bu sabah Kenan benden önce evden çıktığı için ve kendimde de araba kullanmaya takat bulamadığım için Bora'yla beraber şantiyeye gelmiş, başta Kenan bunu sorgulasa da onu bir şekilde geçiştirmiştim. Fakat emindim ki neden beni onun bıraktığını şimdi daha iyi anlıyordu.

"Eve mi gidiyoruz Kenan Bey?" diyerek yan koltukta oturan Kenan'a bir bakış attığında Kenan da bedenini yavaşça bana doğru çevirmişti.

"Hastaneye gidiyoruz, daha sonra eve geçeceğiz." dediğinde Bora da önüne dönmüştü. Kenan'ın yeşil bakışları üzerimde ilgiyle gezinirken elini kaldırıp o da tıpkı Olcay gibi ateşimi kontrol etti. "Yanıyorsun resmen, nasıl fark edemedim?" diyerek kendi kendine hayıflandığında elini sıkıca tutmuştum.

"Bebekmişim gibi sürekli benimle ilgilenecek değilsin ya?"

"Tam olarak öyle yapmam gerekiyor çünkü konu sensin." dedi, benim bu çocukça tavrıma karşılık. Bu, keyifsizce gülmeme neden olduğunda diğer elini de kenetlenmiş olan ellerimiz üzerine yaslayıp elimin üzerine bir öpücük bırakmıştı. "Şimdi hastaneye gidiyoruz, bir baksınlar sana.. İlaçlarını da alıp eve gideriz, bir güzel ılık duş alırsın."

"Bana çorba yaparsın falan." diyerek onu tamamladığımda başını ağırca sallayarak beni onayladı.

"Senin o çok sevdiğin çorbadan yaparım, ilaçlarını içip uyursun bebekler gibi.."

"Kulağa güzel geliyor," dedim, mırıltıyla. Başım hafifçe koltuğa yaslanmış, o hasta rolüne girmiştim. Saatlerdir ona bu yanımı göstermemeye çalışsam da nasıl olsa artık buna gerek kalmamıştı. "Şantiyedeki işler ne olacak? Benim de orada olmam gerek."

"Bunları düşünme sen, gördün işte her şey sorunsuz ilerliyor."

"Evet ama-"

"Bence yorma kendini," diyerek lafımı kibarca böldüğünde dudaklarımı birbirine bastırıp bayık bakışlarımla ona bakmaya devam ettim. O, baş parmağıyla hafifçe elimi okşarken gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu. "Nasıl hasta oldun böyle? Çok soğuk aldın, sana diyorum kalın giyin diye."

"Sen de hasta oluyorsun gibi," dedim, gözlerim onun üzerinde dolaşırken. "O yüzden bana çok yaklaşma bence, bulaşıcı olabilir."

"Hiçbir şey olmaz bana, merak etme."

Geri kalan yolculuğumuz onun benimle bir bebekmişim gibi ilgilenmesiyle geçerken açıkçası bundan hoşlanıyordum. Bu hâlime rağmen beni etkiliyor, ona daha çok sevgi beslememe neden oluyordu. Önce hastaneye ardından da eve kadar olan yolculuğumuz onun bu ilgili tavırlarıyla sürüp giderken emindim ki sürücü koltuğundaki Bora'nın bile ona aşık olası gelmişti. Öyle ki bu tavırlarıyla herkesi kendine aşık edebilecek bir heybete sahipti.

Hastanedeki küçük bir muayeneden sonra doktorun benim için yazdığı ilaçları da alarak tekrar yola koyulmuş, hava kararmadan eve varmıştık. O, arabadan inip odamıza çıkana kadarki süreçte bana yardımcı olurken bu ilgiye artık alışmış sayılırdım. Zaten normal zamanda da bana böyle davranıyordu ve beni buna neredeyse bağımlı hâle getirmişti.

"Yardım etmemi ister misin?" diye sorduğunda benim için ayarladığı suyu elimle kontrol etmiştim.

"Soğuk bu Kenan, öldürecek misin beni?" derken suyu daha sıcağa ayarlamaya yeltenmiştim ki bana engel oldu.

"Soğuk falan değil, gayet iyi." dedi, bu abartılı tepkime karşılık. "Havale geçireceksin neredeyse, hâlâ benimle inatlaşıyorsun.. Gel buraya, çıkar üstündekileri." derken elimi tutup beni yanına doğru çekmiş ve kıyafetlerimi çıkarmama yardımcı olmuştu. Çünkü o da biliyordu ki bu suyla duş almamak için her an kaçabilirdim.

O, üzerimdekileri çıkarıp sadece iç çamaşırlarımla kalmamı sağladığında duvardan destek alarak dolmakta olan küvete kendimi yavaşça bırakmıştım. Ayaklarım suya temas ettiği an bedenim titremeye başladığında dudaklarımı sertçe birbirine bastırarak çenemin titremesini engellemeye çalıştım. "Kenan çok soğuk bu su,"

"Değil," dedi fakat bunu söylerken eliyle suyu kontrol etmiş ve benim abarttığımı bir kez daha ispatlamıştı. "Alışırsın şimdi, ateşin var diye öyle geliyor sana."

"Öleceğim burada,"

"Abart," dedi, duş başlığını bana doğru yöneltirken. Bununla beraber ellerimi kaldırıp kendime siper ettiğimde erkeksi kıkırtısını duymuştum. Ben burada ölümle cebelleşirken o benimle dalga geçiyordu.

"Dondum!"

O, duş başlığından akan suyu dakikalarca vücuduma tuttuğunda iyi bir şey mi yapıyordu bilmiyordum fakat gerçekten üşümüştüm. Ellerimi yüzüme kapatıp bu işkencenin bitmesini beklemiş, onun benimle dalga geçmesini sessizce dinlemiştim. En sonunda da akan suyu kapatıp rafta duran ve bana ait olan duş jeliyle şampuanımı eline aldığında onu bayık bakışlarımla izliyordum.

"Nasıl hissediyorsun kendini?"

"Dalga mı geçiyorsun?" Elini hafifçe ne var dercesine sallayıp gözlerime bakmaya devam ettiğinde elimi uzatıp şampuanımı elinden almıştım. "Defol git, ben hallederim. Biraz daha kalırsan kesin öleceğim."

"Sen gayet iyisin aslında, çenenin maşallahı var çünkü!" Ona burnumu kırıştırarak baktığımda elinde kalan duş jelini de yanıma, yere bırakmıştı. "Sana kıyafet getireyim, sen de rahat rahat duş al."

"Çorbamı yap!"

"Kocan mıyım kölen miyim, nasıl üslup bu?"

Elimdeki şampuanın kapağını kaldırırken o da söylenerek banyodan çıkmış, ben saçlarımı ağır ağır şampuanlarken birkaç dakika içerisine tekrar banyoya dönmüştü. Bana ait olan kıyafetleri banyo tezgahının üzerine bırakıp banyodan çıktığında kapıyı da arkasından kapattı. O, banyodan çıktıktan sonra ben de daha fazla takatim kalmadığından dolayı elimden geldiğince hızlı olmaya çalışmış, kısa bir duş alarak suyu kapatmıştım.

Askıda duran bornozumu alıp giydiğimde saçım için de dolaptan ayrı bir havlu çıkarmış ve saçlarımı önce havluyla sonra da makineyle kurutmuştum. Ardından da Kenan'ın benim için getirdiği kıyafetleri üzerime geçirdiğimde banyodan çıkıp odaya geçtim. Odanın sıcaklığı beni karşılarken kendimi yatağın kendime ait bölümüne usulca bırakıp yorganın içerisine girmiştim. Yorganı kafamın üzerine kadar çekip gözlerimi sıkıca yumduğumda bedenimin her köşesi sızlıyor, bu yorgunluğun nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. En son ne zaman hasta olduğumu bile hatırlamazken şimsi bu da neyin nesiydi?

"Maran, ne yapıyorsun sen?" diyen o boğuk sesi duyduğum an üzerimdeki yorganın çekilmesi bir olmuştu. Bu, kaşlarımı çatmama neden olduğunda üzerimdeki yorganı sadece belime kadar indirdi. "Boşuna mı duş aldırdım sana?"

"Üşüyorum diyorum anlamıyor musun yahu?" diyerek ona carladığımda bana göz devirdi.

"Anlıyorum güzelim anlıyorum da sen niye beni anlamıyorsun?" dedi, bu sözlerime karşılık. Bu, kaşlarımın normal hâline dönmesini sağladığında elindeki ilaçları komodine bırakmıştı. "İyisin böyle, odanın sıcaklığı da iyi.. İstersen aşağı indireyim seni, nasıl rahat edersin?"

"İyiyim böyle," dedim, bir kedi gibi mırıldanarak. "Üşüyorum sadece."

"Kurban olurum sana," Parmakları saçlarıma dolanıp yüzünü bana doğru yaklaştırdığında başımın üzerine tatlı bir öpücük bıraktı. "İlaçlarını içince daha iyi olacaksın, bir şeyin kalmayacak güven bana." Başımı sallayarak onu onayladığımda parmaklarının tersiyle yanağımı hafifçe okşamış, benden uzaklaşmadan önce de yanağımı öpmeyi ihmal etmemişti. Pekâlâ, böyle giderse kesinlikle onu da hasta edecektim. "Birazdan döneceğim yanına, uyuma sakın tamam mı?" derken uyumamam için yatağın karşısındaki televizyonu benim için açmış, kumandayı da elime tutuşturup beni odada yalnız bırakmıştı.

O, odadan çıktığında hâlsizce elimdeki kumandayla televizyonu karıştırmaya başladığımda her an uyuyakalabileceğimin farkındaydım ve sırf bu yüzden de gözlerimin kapanmaması için kanallar arasında zaplıyordum. En sonunda da bir kanalda kaldığımda elimdeki kumandayı bırakmış, gözlerimi televizyon ekranına dikmiştim. Ağırlaşan göz kapaklarım ve halsiz vücudum bir uyku için çırpınsa da ilaçlarımı içmeden uyumamam gerekiyordu.

Dakikalar dakikaları kovalarken ara ara kapanan gözlerimi büyük zorluklarla aralamış, uyumamak için her yolu denemiştim. En sonunda da Kenan odaya girdiğinde kapanmak olan gözlerimi hızla açıp kendime gelmeye çalıştım.

"Uyumamışsın, aferin." dedi, bu gayretim karşısında. O, elindeki tepsiyi komodine bırakıp bana doğru yanaştığında yavaşça yerimde hareketlenmiştim.

"Çok zor oldu benim için," diyerek mırıldandığımda elimi tutup doğrulmama yardımcı olmuş, sırtımın yatağın başlığına yaslanmasını sağlamıştı.

"Biliyorum birtanem ama ilaçlarını içmen gerekiyor sen de bunu biliyorsun." derken komodine bıraktığı tepsiyi tekrar alarak kucağıma, dizlerimin üzerine bırakmıştı. Ardından kendisi de yatağın ucuna oturduğunda tepsideki kaşığı eline aldı. "Ateşin biraz düşmüş ama bak, daha iyisin."

"Sen de sürekli bana bakmak zorunda kalıyorsun," dediğimde başımı iflah olmazmış gibi iki yana salladım. "Gerçekten çocuk gibi hissetmeye başladım artık."

"Tabii ki bakacağım sana," dedi, bu söylediklerimi tiye alarak. Elindeki kaşığı kâsenin içerisine daldırırken onu izliyordum. "Ben hasta olsam bana bakmayacak mısın?"

"Bakarım tabii ki,"

"Ee?" dedi, gülerek. Bu esnada da çorba dolu kaşığı bana doğru uzattığında, "Sıcak biraz, dikkat et." diyerek beni uyarmıştı. Sıcak çorbayı bana usulca içirirken ara ara birkaç parça ekmeği de bana yedirmiş, kendime geldiğim ilk anda da çorbayı içmeye kendim devam etmiştim. Tabii bu da içine sinmemiş, bu sefer benim için kopardığı ekmekleri ağzıma tıkıştırmaya devam etmişti.

"Suyunu da al," derken su dolu bardağı elime almış, o da tepsiyi alarak bir kez daha yanımdan ayrılmıştı. O, sadece birkaç dakika içerisinde yanıma döndüğünde açıkçası daha iyi hissediyordum. Gözlerimin üzerindeki ağırlık gitse de hâlâ uykum vardı. Yemekten birkaç dakika arayla ilaçlarımı da içip uyumayı planlıyordum.

"İstediğin bir şey var mı?" Başımı iki yana sallayarak onu reddettiğimde komodinin üzerinde duran ilaçlarımı tek tek içirmiş, suyumun hepsini bitirdikten sonra da beni tekrar yerime yatırmıştı. Başım yastığa düşerken yorganı belime kadar örtüp yanı başıma oturdu. Bedenim yatağın ortasını kaplarken o da sırtını yatağın başlığına yaslamış, onun için açtığım boşluğa oturmuştu.

Gözlerim televizyonun ekranında gezinirken aramızdaki sessizliği bölen şey benim bir kez daha hapşırmam olmuştu. O, komodinin üzerinde duran peçete kutusundan bir peçete çıkarıp bana doğru uzattığında bir kere daha hapşırdım. "İyi yaşa," diyen o yumuşacık sesi kulaklarıma ulaştığında elindeki peçeteyi yavaşça alarak burnumu silmiştim.

"Ay uzak dur benden," dedim, burnumu silerken. "Çok fenayım, sana da bulaşır şimdi."

"Hiçbir şey olmaz," dedi, umursamazca. Bu söylediklerime inat beni bir kez daha öptüğünde onun gerçekten iflah olmayacağını biliyordum. Kendisi de neredeyse hastalığın eşiğindeyken bundan korunması gerekirken aksine hiçbir şey yapmıyordu.

Gözlerim onun gözlerinde gezinirken saçlarımı parmaklarıyla geriye doğru taradı. "Kapa gözlerini, uyu biraz.." dediğinde bir gram uyku için dilendiğimden ona karşı çıkmamış, gözlerimi kapatmıştım. Parmakları saçlarımda dolanmaya devam ettiğinde televizyondan yayılan ses kısılmış, oda iyice sessizliğe gömülmüştü. Göz kapaklarımın bana ağır gelmeye başladığı an bir uykuya gömüldüğümde elim de onun avucu içerisine hapsolmuştu.

 

 

🕳️🕳️🕳️

Televizyondan yayılan animasyonun sesi tüm odayı doldururken kucağımdaki peçete kutusundan bir peçete alarak yanımdaki bedene doğru uzattım.

"İyi yaşa,"

Düne göre daha dinç olan sesim ona ulaştığında elimdeki peçeteyi almış fakat bana cevap verecek gücü kendinde bulamamıştı. Dün akşam benimle fazlasıyla ilgilendiği için bu sabah kendisi de hasta uyanmış, korktuğum başına gelmişti. Neyse ki onun benim kadar ateşi çıkmadığından sadece bir duş almış ve ikimize de yaptığım bitki çayından içmişti. Fakat ikimizin de durumu epey vahimdi. İkimizin de tonlarca işi varken bu hastalığın zamanlaması pek iyi olmamıştı. Ben, şantiyeye gitmek için içten içe kendimi yerken onun da benden geri kalır yanı yoktu.

Gözlerim onun üzerinde gezinirken bakışları televizyon ekranındaydı. Ona böylesine hasta olacağını ve benden uzak durması gerektiğini söylesem de beni dinlemediği için kendisi de bu hâle gelmişti. Belki beni dinleseydi şu an ikimiz de yatak döşek yatmıyor olacaktık.

"Sana dedim hasta olacaksın diye," dediğimde başını yavaşça bana doğru çevirip yeşil gözlerini gözlerime dikti. Sabah uyandığından beri ona bu kelimeleri tekrarlasam da her seferinde bana bir öpücük bahşediyor, arsızlığını adeta gözler önüne seriyordu. Sırf bu yüzden ona hasta olduğu için sızlanmamasını söylüyordum.

O, kolunu bana doğru uzatıp elini başımın arkasına yasladığında yapacağı şeyi biliyordum. Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırıp dudaklarıma kapandığında bu arsızlığı karşısında gülmeme engel olamamış, elimi kaldırarak onun çıplak tenine yaslamıştım. O, tatlı ve derin bir öpücüğü bana bahşettikten sonra yanağıma da bir öpücük bıraktığında başımı iflah olmazmış gibi iki yana salladım.

"Arsızsın,"

"Karımdan gelecek hastalığa da razıyım işte," dediğinde sırıtışım bir gülümsemeye dönüşmüştü.

"Ateşin düşmüş neyse ki," dedim, teninde hâlâ varlığını koruyan elimi yüzüne doğru çıkarırken. "Ama yatma böyle, bahçeye in temiz hava al biraz. Ben de bize bir şeyler hazırlayayım."

"Boşver şimdi, gel böyle." diyerek kollarını bedenime doladığında kıkırdadım. O, iyice bana sokulup çenesini başıma yasladığında bedenlerimiz bir bütün hâline gelmişti. Böyle nasıl iyileşecektik gerçekten bilmiyordum.

"Böyle iyileşemeyiz biliyorsun değil mi?"

"O niyeymiş?"

"İkimiz de feci şekilde hastayız ve sen sürekli beni öpüp kokluyorsun."

"Seni öpüp koklamadan nasıl duracağım?"

"Ben yokken ne yapıyordun?"

"Başkasını öpüp kokluyordum,"

Bu sözleri kaşlarımın derince çatılmasına neden olurken göğsüne yasladığım elimle ona tüm gücümle vurduğumda tenin tene çarpma sesi odayı doldurmuştu. Onun acı dolu iniltisiyle beraber elimi göğsüne yaslayıp onu bu zayıf hâlinden yararlanarak ittiğimde amacım benden uzaklaşmasını sağlamaktı fakat bunu başaramamış, yere düşmesine neden olmuştum. Açıkçası bana sarf ettiği bu kelimelerden sonra iyi de olmuştu.

O, acıyla yerde kıvranırken çatık kaşlarımla ona üstten bakıyordum. "Boşluğuma geldi yemin ederim," dedi, ne söylediğini yeni fark etmiş gibi.

"Başlatma şimdi boşluğuna.." dedim, kabaca. "Karınım ben senin, hâlâ eski kırıklarından bahsediyorsun! Şerefsiz misin sen ya?"

O, yerden kalkmak için hamle üstüne hamle yaparken bu kadar güçsüz olma sebebi hâlsiz ve yorgun düşmesiydi. Ki ben de onunla aynı durumdaydım fakat şu an bu söylediklerimi duyduktan sonra umurumda değildi.

O, büyük çabalarla elini komodine yaslayıp yerden kalktığında yatağa uzanmak için bir hamle yapmıştı ki onu durdurdum. "Yatma yanıma, istemiyorum."

"Saçmalama," dedi, bu hâlde bile kaşlarını çatarak. Omuz silktim.

"İstemiyorum." dedim, keskin bir tavırla. Onun gözleri yüzümde dolaşırken, "Benden önce öpüp kokladığın kimse onun yanına git, uyursunuz bir güzel!" Bu sitem dolu sözlerim onun çatık kaşlarının usulca normal hâlini almasına neden olurken beni umursamayıp koca bedenini yanımdaki boşluğa bıraktı. "Kime diyorum ben?"

"Bunun hesabını sonra sorsan olmaz mı?" diye sorduğunda açıkçası fazlasıyla masum duruyordu fakat söylediklerini öyle kolay unutmayacaktım. "Gerçekten hâlim yok, Maran." Onun bu sözlerine bir karşılık vermeden yataktan kalktığımda gözleri üzerimdeydi. O beni izlerken koltuğun üzerinde duran uzun, mavi kaşmir hırkamı omuzlarımdan geçirip odanın kapısına doğru ilerledim. "Nereye?" dedi, meraklı bir sesle.

"Cehenneme."

Odadan çıkıp aşağı indiğimde amacım ikimize de bir şeyler hazırlayıp evdeki bu hastalık havasını biraz olsun değiştirmekti. Dün akşamdan beri hasta bir şekilde yatıyordum ve bu yetmezmiş gibi ona da bunu bulaştırmış, onu hasta etmiştim.

Adımlarımı mutfağa doğru sürükleyip önce ellerimi yıkadıktan sonra bana söylediklerine rağmen ona güzel bir yemek hazırlamak için bir süre yapabileceklerimi düşünmüş, sonrasında da harekete geçmiştim. Öncesinde onun için dünden kalan çorba yerine taze bir çorba yapmaya koyulduğumda içten içe bir an önce iyileşmesini umuyordum. Onun bu tembel hâlleri alışık olduğum bir şey olmadığından ikimiz de bir an önce özümüze dönmeliydik.

Dakikalarca mutfakta oyalandığımda ara ara telefon görüşmeleri yapmış, şantiyede neler olup bittiğini merak ettiğim için uzun bir süre telefonda konuşmuştum. Bir yandan yemeklerle uğraşırken bir yandan telefonla konuşmuş, Olcay'ı da ayrı bir şekilde arayıp bu konuda onu da darlamıştım. Bugün düne göre daha iyi hissettiğimden dolayı yarın işe dönmeyi planlıyordum fakat bu, Kenan'ın durumuna bağlı olarak belli olacaktı. Eğer o daha kötü olursa ya da durumu değişmezse ben de onu tabii ki bırakamazdım.

Mutfağı kaplayan yemek kokuları iştahımı açarken Kenan'ı çağırmak için mutfaktan ayrılmış, merdivenleri tırmanarak odaya çıkmıştım. Onun neredeyse saatlerdir sesi çıkmıyordu ve açıkçası onu merak etmiştim.

"Kenan," diyerek odaya girdiğimde odadaki sessizliği bozan tek şey televizyondan yayılan sesti. Televizyonun tam karşısında yatakta uzanan Kenan da yüzüstü bir biçimde diğer tarafa doğru dönmüş, üzerindeki yorganı beline kadar sıyrılmıştı.

Adımlarımı yatağa doğru yöneltip bir dizimi yatağa yaslayarak yanına çıktığımda nefes alış verişleri düzenliydi. Mışıl mışıl, yani onun tabiriyle bebekler gibi uyuyordu.

Elimi kaldırıp sırtına yasladığımda sabaha göre ateşi düşmüştü fakat zaten sabah da çok fazla ateşi yoktu. O benim aksime çok ateşlenmemişti fakat ikimizin de durumu pek iç açıcı değildi.

Parmaklarım onun tenini hafifçe okşarken başımı eğip saçları arasına bir öpücük bırakmıştım. "Kenan," diyerek fısıldadığımda onu bu güzel uykusundan uyandırmak istemesem de bir şeyler yemesi gerekiyordu.

"Hm?" diye bir mırıltı çıkardığında dudaklarımda bir sırıtış oluşmuş, dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirmiştim. Şu an bir kediden farkı yoktu.

"Kalk hadi, yemek yiyeceksin.." dedim, tırnaklarımı hafifçe tenine sürterken. Bununla beraber o da yerinde kıpırdanmaya başladığında bu sefer de sırtına bir öpücük bırakmıştım. O, elini uzatıp komodinde duran gümüş saatinden saati kontrol ettikten sonra yavaşça bedenini bana doğru çevirdi. Ellerimi ondan uzaklaştırıp yerimde doğrulduğumda uykudan uyandığı için kısık olan bakışları üzerimdeki yerini almıştı. "Güzel uykundan uyandırmak istemezdim ama.."

"İyi yaptın," O, kollarını gerinmek için kaldırdığı esnada ben de yanından kalkmaya yeltenmiştim.

"Aşağıda bekliyorum," diyerek odadan çıktığımda hızla merdivenleri inip mutfağa geçmiştim. Salondaki yemek masasını hazırlamamış, mutfaktaki ada tezgâhın üzerine birer servis açmıştım. Onunla baş başa yemek yiyeceğimiz zaman ikimiz de genellikle mutfağı tercih ediyorduk. Salondaki yemek masasında çok fazla yemek yemiyor, bazen de koltuğun karşısındaki koltukta televizyon izlerken yemeğimizi yiyorduk.

Çıkardığım kâselere çorba doldururken birden etrafımı saran o has kokusuyla beraber bir kolunun belime dolandığını hissettiğimde yumuşacık dudaklarının çenemle omzum arasındaki bir noktaya temas etmesi de bir olmuştu. Dudaklarının baskısı önce o noktayı, ardından da tüm bedenimi uyuştururken elim ayağım birbirine dolandı. Elimdeki kâseyi neredeyse düşürecekken, "Kenan!" diyerek adeta haykırmıştım. O, bu hâlime artık alışmış olacak ki kıkırdayarak benden uzaklaştı. "Kaç kere dedim sana, bir şeyle uğraşırken yapma şöyle şeyler diye!"

"Küs müyüz hâlâ?" dediğinde elimdekileri masaya bırakmış, bana hatırlattığı şeyle beraber trip modumu açmıştım.

"Hatırlatma bence," dedim, bozuk bir sesle. Bu, bir kez daha bana yanaşmak için hamle yapmasına neden olduğunda ona fırsat tanımadan yanından geçtim. "Sen bana bunları söyle ama ben de sana kalkıp yemek hazırlayayım işte.."

"Özür dilerim," dedi, mahcup bir tonda. "Öyle söylemek istememişimdir gerçekten." Kaşlarım havalandı.

"İstememişimdir?" dediğimde ifadesi öyle bir değişmişti ki şu an içinden kendine küfür ettiğini anlamıştım. "Bence kapa çeneni Kenan."

Elimdeki ekmek sepetini ada tezgâhın üzerine bırakıp tabureyi oturmak için çektiğimde onun telefonunun melodisi mutfağın duvarlarında yankılanmaya başlamış, telefonunu açarken tam karşıma oturmuştu. Yeşilleri gözlerimde gezinirken dirseğini tezgâha yaslayıp boştaki eliyle kaşığını kavradı.

"İyiyiz anneciğim," dediğinde kiminle konuştuğunu anlamış, gözlerimi ondan alarak yemeğime dönmüştüm. "Karım bana iyi bakıyor." Burnumu kırıştırdım, çorbamı karıştırırken.

"Maran sana bakıyordur ama sen ona bakıyor musun asıl? O nasıl, düştü mü ateşi?" diyen Defne Teyze'yle beraber zafer kazanmış gibi sırıtmaya başladığımda Kenan güldü.

"Düştü düştü, turp gibi.."

"Selam söyle," diyerek ilk kez konuştuğumda beni ikiletmemiş, hemen annesine iletmişti.

"Sen de benim yerime çok öp onu, geçmiş olsun dileklerimi ilet.." diyen Defne Teyze'nin sesini duyduğumda elimdeki kaşığı hafifçe salladım.

"Defne Teyze, öpücüklerini aldım saysın.. Sakın öpme beni." dediğimde bu Kenan'ın hoşuna gitmemişti. Bana masum bakışlar atarken omuz silktim.

"Gelip kendin öpmen gerekebilir çünkü kendisiyle limoniyiz bugün." dediğinde onu umursamadan yemeğimi yemeye devam etmiştim. O da henüz yemeğine dokunmamış, sadece bir iki kaşık çorba içmişti. "Alırım ben onun gönlünü, dayanamaz daha fazla.."

"Yine ne odunluk yaptın kim bilir?" diyen Defne Teyze'yle birlikte kıkırdadığımda Kenan'ın kaşlsrı çatılmıştı.

"Aşk olsun anne, sen yapma bari."

Defne Teyze'nin kahkahası, telefonun diğer ucundan da duyulurken ben de sırıtışıma engel olamamıştım. "Kapat hadi, kızın gönlünü al çabuk."

"Tamam kapatıyorum, Eftal'i öp benim için." diyerek annesiyle vedalaştığında telefonunu kapatıp tezgâhın üzerine bırakmıştı. Elimdeki ekmek parçasını ağzıma atıp bana attığı bakışlara karşılık verirken o da ekmek sepetine uzandı.

"Yeğenlerin arasında ayrımcılık mı yapıyorsun bir de?" dedim, gıcık bir tavırla. Bu, onu güldürdüğünde çatalımı elime almıştım.

"Ne alakası var?"

"Alaz'ı saymadın,"

"Alaz'ın varlığına hâlâ alışamadım da ondan," dediğinde bunun farkındaydım. Bazen Gediz abi bile bir oğlu olduğunu unutuyordu. Henüz daha yeni doğduğu için onun varlığına çoğumuz alışamamıştık. "Biz de yapsak bir tane güzel olur bence.." diyerek kendi kendine mırıldandığında bu konudaki isteğini biliyordum fakat ilişkimiz yeterince hızlı geliştiğinden henüz buna hazır değildim.

"E yap bir tane," dedim, umursamazca. Bu, onun bakışlarının hızla bana dönmesine neden olurken onu boş yere heyecanlandırmıştım. "Kırıkların çok ne de olsa!"

"Maran," diyerek uyarıcı bir tınıda konuştuğunda ters bakışlarım onun üzerinde geziniyordu. Bir kere kalbimi kırmıştı ve ben, bunun lafını daha çok yapacaktım. "Hay çeneme sokayım, yapma böyle." dedi, kaşlarını çatarak.

"Ben bir şey yapmıyorum, senin söylediklerini iletiyorum sadece." dedim, kırgın bir sesle. Bu tavırlarım onun yerinde hareketlenmesine neden olduğunda yanıma geleceğini bildiğim için başımı kaldırıp ona bakma gereği duymamıştım. O da tüm bunlara rağmen pes etmeyip yanımdaki tabureyi çekip oturduğunda elini uzatıp oturduğum tabureyi yavaşça kendine doğru çekti. Bu; istemeden de olsa bedenimi ona doğru çevirmemi sağladığında dizlerimiz de bu hareketiyle beraber birbirine temas etmiş, epey yakınlaşmıştık.

"Bak bana," dedi, yumuşak bir sesle.

"Kırıkların baksın sana,"

"Bakmasın kimse bana," dedi, elini kaldırıp çeneme yaslarken. O, yavaşça yüzümü kendine doğru çevirdiğinde mavi gözlerim yeşil gözlerine kilitlenmişti. "Özür dilerim," Diğer elini de kaldırıp yüzümü avuçladığında kalbimde ufacık bir sıyrık vardı. Ondan ilk kez böyle bir şey duyduğum için hem şaşkın hem de kırgındım. Belki de benden çok çabuk sıkılmış olmalıydı.

"Kalbimi kırdın,"

"Biliyorum," dedi, o mahcup ifadesini sürdürerek. "Allah belamı versin benim."

"Bence de,"

"Affet beni hadi,"

"İstersem affederim," dedim, ondan uzaklaşırken. Elleri bu hareketimle beraber boşluğa düştüğünde tekrar çatalımı kavramıştım. "Ama şu an seni affetmek istemiyorum. Hatta seni görmek de istemiyorum."

"Yatakları ayırmadığın sürece problem yok, illa ki affedeceksin beni."

"Bu gece koltukta uyuyacaksın," diyerek ona vurgun üstüne vurgun yaşattığımda ifadesini merak ettiğim için bakışlarımı ona çevirmiştim. O, bu kadarını beklememiş olacak ki kaşlarını çatmıştı. "Sen seviyorsun zaten o koltuğu, yatarsın işte."

"Saçmalama," dedi, yavaşça.

"Niye? Sevmiyor musun o koltuğu?" derken başımı çevirip buradan da görünen o gri kanepeye bakmıştım. "Olmadı, misafir odalarından birinde yatarsın bu gece."

"Çok beklersin," dedi, kabaca. "Odamızda, birlikte uyuyacağız bu gece.. Ve bundan sonraki gecelerde de öyle. Anca ölürsem tek başına yatarsın o yatakta."

"Yemekten sonra görürsün o zaman," dedim, ona zıt giderek. Bu ise onu daha da delirtiyor, ben de kendimce eğleniyordum.

"Hiçbir şey yapamazsın," derken kalkmış, tam karşımdaki yerine geçmişti. Onun son sözleri bunlar olurken uzunca bir süre konuşmamış, sadece yemeğimizi yemiştik. Bu süreçte de bu ev ilk kez bu kadar sessiz olurken garip hissetmiştim fakat onunla bir süre konuşmayı düşünmüyordum. Kalbimi kırmıştı ve onu kolay kolay affetmeye niyetim yoktu.

Yemek boyunca sessizliğimizi koruduktan sonra mutfağı toparlamayı kendisi üstlendiğinde açıkçası bu işime gelmiş, telefonumla bir bardak suyumu alıp yatak odasına çıkmıştım. Telefonumu komodine şarja takıp odanın terasa açılan kapısını açarak odanın biraz havalanmasını sağladığımda biraz etrafı toparlamış, çarşafları da değiştirerek banyodaki sepete atmıştım. Dünden beri yalnızca evde değil odada da bir hastalık havası olduğu için uzunca bir süre yatak odasını temizlemekle uğraşmış, odayı adeta dezenfekte etmiştim. Bu esnada da odanın pencereleri açık kalmış, iyice havalandırmıştım.

Odanın temizliğini bitirdiğim an duşa girip üzerimdeki ölü toprağını atmak için banyoya yöneldiğimde yarın işe dönme gibi bir planım olduğundan dolayı kendimi dinç hissetmek istiyordum. Bunun için de sıcak suyu ayarlayarak banyoya girdiğimde duş süremi biraz uzun tutmak istemiştim. Duşta da bir süre kendimle ilgilenmiş, son zamanlarda ihmal ettiğim cilt bakımlarımı yapmıştım. Saçlarıma da cildime de ayrı bakımları yapıp duştan sonra oje sürmeyi de aklımın bir köşesine not ettiğimde amacım özüme dönmekti.

Uzun süren bir duşun ardından banyodan çıktığımda direkt giyinme odasına geçmiştim. Dolaptan iç çamaşır takımlarımdan birini çıkarıp giyerken odanın kapısının açıldığını çok net duymuş fakat oralı olmamıştım. Nasıl olsa yastığını almak için gelecekti!

Çıkardığım saten pijama takımını üzerime geçirip aynaya doğru döndüğümde çok geçmeden sesini duymuştum. "Maran," diyen o sesini duyduğumda ona cevap vermedim. Bu sırada birkaç kez daha seslenmiş fakat yine cevap vermemiştim. O, odanın içerisinde bana devamlı olarak seslenirken ben de makyaj masasının önünde saçlarımı örmekle ilgileniyordum. Eş zamanlı olarak giyinme odasının kapısında göründüğünde onu sadece aynadaki yansımadan görebilmiştim. Kaşları çatık bir şekilde birkaç saniye gözlerini üzerimde gezdirdiğinde bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım.

"Sana sesleniyorum, duymuyor musun?"

"Duyuyorum da cevap vermek istemiyorum diyelim." diyerek onu yanıtlayıp arkamı dönerek ona doğru ilerlediğimde bu tavrımın hiç hoşuna gitmediğini görebiliyordum.

"Bilgisayarımı gördün mü?" diyerek benimle konuşmayı üstelediğinde yanından geçerken omuz silkmiştim.

"Bilmiyorum," dediğim an kolumu da tutması bir olduğunda beni kendine doğru çekmiş, dip dipe gelmemizi sağlamıştı. Mavi gözlerim, onun çatık kaşları altındaki bakışlarıyla kesiştiğinde bedenim de bedenine yaslanmıştı.

"Bana bak," dedi, fısıltıyı andıran bir ses tonuyla. "Kes şu saçmalığı, sinirlenmeye başlıyorum."

"Ne yaparsın?" dedim, çenemi hafifçe dikleştirerek. Bu, gözlerinin gözlerim arasında gidip gelmesine neden olurken hiç beklemediğim bir anda ayaklarım yerden kesilmişti. Ben daha ne olduğunu anlamadan kendimi havada bulduğumda odanın duvarlarında bağırışlarımın yankılanması da bir oldu. "Ne yapıyorsun ya?"

"Yapabileceklerimi gösteriyorum," diyerek beni yanıtladığı esnada yatağa doğru ilerleyerek beni bırakmış, ben onu çatık kaşlarımla izlerken bir anda üzerime çullanmıştı. Bedeni bedenim üzerindeki yerini aldığında vücuduma basan ateş, bir an yine ateşimin çıkıp çıkmadığını bana düşündürdü.

Pekâlâ, onun bu çabalarına karşılık vermemem gerekiyordu fakat bu, ilk dakikadan bile zor gelmeye başlamıştı.

Yeşil gözleri, odadaki loş ışıkla aydınlanırken elimi kaldırıp göğsüne yaslayarak onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama bu boş bir çabaydı. "Seni istemiyorum, anlamıyor musun?" dedim, hiddetle. Bu sözlerim ise onu sinirlendirmemiş, aksine güldürmüştü.

Melodik gülüşü odanın duvarlarında yankılanırken onu kendimden uzaklaştırma çabalarıma da engel olmuş, bileklerimi tek eliyle kavrayarak başımın üzerinde birleştirmişti. Bedenimin üzerindeki bedenini de iyice sabitlediğinde artık kaçacağım bir yer yoktu.

"Sadece birkaç saniyede bu fikrini değiştiririm biliyorsun," dedi, kendinden emin bir tavırla. Yüzü, yüzümün yakınındayken dudakları hafifçe yanağıma temas etti. Bu temasla beraber başımı hafifçe yana doğru oynattığımda nasıl bu konuma geldiğimizi bilmiyordum. Onu en son odaya almayacağımı söyledikten sonra onunla bu yatağa girmem pek tutarlı olmamıştı. "Çok güzelsin," diye fısıldadı, kulağıma doğru. Eş zamanlı olarak dudaklarını çeneme bastırdığında adeta debeleniyordum.

"Sen hasta değil miydin ya?" dediğimde güldü. "İn üstümden çabuk!" O, başını hafifçe geriye doğru çekerek gözlerime baktığında, "Uyumak istiyorum, sabah erken kalkacağım."

"Şantiyeye mi gideceksin?"

"Evet," dedim, onu onaylayarak. Bu, ellerimi bırakmasına neden olduğunda üstümden inmeden önce bana doğru yaklaşıp dudaklarımı kavramıştı. Yumuşacık dudaklarının hareketi beni kendimden geçirse de ona karşılık vermemekte ısrarcı davranmıştım. Bununla birlikte hareketleri daha da vahşileşirken istesem de dudaklarımı kıpırdatamıyordum. Ona karşılık vermediğim her an deliye dönüyor, hırsını benden çıkarıyordu.

Dişlerini alt dudağıma geçirdiği an, dudaklarım arasından bir inilti koptuğunda canımın acısıyla beraber elimi göğsüne yasladım. Hiç beklemediğim bir anda bunu yapmış, canımı acıtmıştı.

Dilimde hissettiğim o metalik tat, onu durdurmazken sağ eliyle bacağımı kavrayıp beline doladı.

Bedenime sürtünen bedeninin varlığı istemeden de olsa dudaklarımda bir iniltinin doğmasına yol açtığında kollarımı kaldırıp refleksle omuzlarına tutunmuştum. "Azman'ı çıkar, devam edelim."

Bu sözlerimle beraber yeşil gözleri ilk kez gözlerimden ayrıldığında başını kapının orada dikilmiş bizi izleyen Azman'a doğru çevirmişti. Azman'ın sapsarı gözlerinin odağındayken bu epey rahatsız ediciydi.

O, bu isteğimi ikiletmeden üzerimden indiğinde dudaklarım arasından derin bir soluk bırakmıştım. Üzerimdeki bu etkisine karşı koymak benim için zorlayıcıydı ve ben de ona bu gece karşılık vermemekte ısrarcıydım. Bu yüzden de o arkasını dönüp Azman'a doğru ilerlediği an ben de hareketlendiğimde bu yapacağım şeyin onu delirteceğini biliyordum.

O, Azman'ı alıp odadan çıktığı an arkasından kapıyı kapatıp kilitlediğimde çok geçmeden bağırışını duymuştum. "Maran," dedi, hiddetle. Boğuk sesi kulaklarıma ulaşırken onun bu serzenişlerini duymamazlıktan gelerek yatağa doğru ilerledim. "Aç kapıyı, hemen!"

"Çok beklersin," dedim, kendi kendime. Bunu duymuş muydu bilmiyordum fakat az önceki yerime tekrar kendimi bıraktığımda kapıya tüm gücüyle vurmuştu. Onu hiç umursamadan kapıya doğru arkamı döndüğümde uzanıp komodindeki ışığı kapatmış, içeriyi daha karanlık bir hâle getirmiştim.

"Öyle mi?" dedi, uzun süren bir sessizliğin ardından. O, cevabını almış olacak ki kapının önündeki sesler kesildiğinde ona kulak asmayarak gözlerimi yummuştum. Bu evde ilk kez onsuz uyuyacaktım fakat bana onları söylediği için ben değil, onun pişman olması gerekiyordu.

'Sence olmadı mı?'

Onu kolay affetmek istemiyorum.

Her ne olursa olsun onu çok çabuk affedip kıyamadığım için bu sefer onu süründürmeyi tercih etmiştim ve pişman değildim. Hatta aksine ilk kez onsuz uyumayı umursamadan kısa bir süre içerisinde kendimi tatlı bir uykuya teslim etmiştim bile.

 

 

🕳️🕳️🕳️

Aynadaki aksi görüntümde kendimi incelerken elimdeki kot gömleği omuzlarımdan geçirmiştim. Gömleğimin ilk üç düğmesi açık kalacak şekilde ilikleyip aynadan son kez kendimi kontrol ettiğimde gayet iyi görünüyordum. Gömleğimle bir takım olan koyu renkteki kot pantolonum büyük bir uyum içerisindeyken elimi uzatıp makyaj masamın üzerinde duran küpelerimi almış, takılarımı da takarak son rötuşlarımı yapmıştım.

Sabahın henüz erken saatlerinde olmamıza rağmen epey dinçken kendimi hiç hasta gibi hissetmiyordum. Uyanır uyanmaz banyoya geçip işlerimi halletmiş ve şantiyeye gitmek için hemen hazırlanmaya başlamıştım. Bu esnada da dün gece odadan kovduğum Kenan'ın ne durumda olduğunu merak etsem de onu, hazırlandıktan sonra kontrol etmeye karar vermiştim.

Topuklu botlarım üzerinde ilerleyerek açık kahve tonlarındaki çantamı elime aldığımda giyinme odasındaki koltuğun üzerinde duran gri kabanımı da almış, odadan çıkmıştım. Merdivenleri yavaşça inerken evin içerisindeki ölüm sessizliğini bozan tek şey topuklu ayakkabılarımın zeminde bıraktığı tok sesti.

Yavaşça merdivenleri inip salona ulaştığımda gözlerim kısaca etrafta gezinmiş fakat ona dair hiçbir ize rastlamamıştım. Salondaki her şey hatta evdeki her şey gayet düzgün ve yerli yerindeyken adımlarım da yavaşladı. Salondaki köşede, yatağında uyuyan Azman'ın yanı başındaki Karlos'a gözlerim takıldığında onun gözleri aralıktı. Ara ara gözlerini aralayıp etrafa bakıyor, ardından tekrar gözlerini kapatıyordu. O da trafikte önümüze fırlayıp bizi korkuttuğundan beri bizimle birlikteydi. O gün ve sonraki günlerde sahibini aramaya devam etsek de bulamamış, benim ısrarlarım sonucu Kenan onu sahiplenmeyi kabul etmişti.

Elimi uzatıp onun sarı tüylerini hafifçe okşadığımda ikisinin de mama kapları doluydu. Büyük ihtimalle Kenan onları doldurmuştu fakat onun şu an nerede olduğunu bilmiyordum.

"Kenan?" diyerek mutfağa doğru yöneldiğimde aynı boş manzara beni karşılamış, kaşlarımın havalanmasına neden olmuştu. Geri kalan dakikalarda da evin içerisinde onu arasam da bulamamış, evden çıktığını anlamıştım. Saate bakılırsa erkenden şirkete gitmiş olmalıydı fakat odanın kapısı kilitliyken nasıl olacaktı da üzerini değiştirecekti?

Pantolonumun arka cebindeki telefonumu çıkarıp portmantoda duran arabamın anahtarını alarak evden çıktığımda bir yandan da elimdeki telefondan onun numarasını tuşluyordum. Bu esnada bahçedeki Bora'yla göz göze geldiğimde onun sabah dileklerini seve seve kabul etmiştim.

"Kenan çıktı mı?" dedim, merakla.

"Kenan Bey bu sabah çok erken çıktı," diyerek yanıtladı beni. Bununla birlikte bileğimi kaldırıp saatimi kontrol ettiğimde saat zaten epey erkendi.

"Saat 7, Bora."

"Kenan Bey de 6'da çıktı." dediğinde kulağıma yasladığım telefonumun da meşgule atılması bir olmuştu. Kaşlarım, her iki durum için de çatılırken telefonumu indirip ekrana ters bir bakış attım.

"Nereye gitti ki o saatte?" diyerek kendi kendime konuştuğumda onun numarasını bir kez daha tuşlamıştım. "Sağ ol Bora, akşam görüşürüz."

"İyi günler, Maran Hanım."

Onun yanından hızla ayrılıp bahçedeki arabama doğru ilerlemeye başladığımda telefonumu da kulağıma yasladım. "Erkeğin de triplisi hiç çekilmiyor gerçekten." diyerek söylendiğimde elimdeki anahtarla kapıların kilidini açmış ve kendimi sürücü koltuğuna bırakmıştım. Çantamla kabanımı yan koltuğa bırakıp telefonumu da hoparlöre aldığımda emniyet kemerimi takmaya koyuldum. "Aç şunu!"

"Efendim?" diyen sesi, arabanın içerisinde yankılandığı an çatık kaşlarım düzeldiğinde arabayı çalıştırmıştım.

"Günaydın," dedim, daha sakin bir şekilde.

"Sana da günaydın," Buz gibi sesi, gözlerimi devirmeme neden olduğunda az önce söylediklerimin kesinlikle arkasındaydım. Kendisi benim kalbimi kırmıştı ama yine o bana trip atıyordu.

'Çok da haksız değil sanki ha? Adamı odaya almadın resmen!'

"Neredesin, göremedim seni evde?" dedim, merakla. Aynaları kontrol ederek bahçeden yavaşça çıktığımda hava oldukça kasvetliydi. Gri bir hava yeryüzüne çöreklenmiş, bir yağmurun geleceğini duyuruyordu.

"Şantiyeye kontrole geldim, şirkete geçiyorum şimdi."

Dudaklarım vay be dercesine öne doğru hafifçe büzüldüğünde bu dinçliği karşısında şaşkın değildim fakat ona hayrandım. "Kal orada, geliyorum ben de.. Yoldayım."

"İşlerim var, bekleyemem seni."

"Trip mi atıyorsun bana?"

"Hakkım yok mu sence de?"

"Yok." dedim, düşünmeden. "Kalbi kırılan benim çünkü."

"Hep sen haklısın zaten," diyerek mırıldandığında görecekmiş gibi başımı salladım.

"Nasıl gittin sen işe? Odanın kapısı kilitliydi, üzerini nasıl değiştirdin?"

"Eve geçip duş aldım." dediğinde bu söylediği gözlerimi kısa bir an yummama neden oldu. "Üzerimi değiştirip çıktım işte.. İyi ki eşyalarımın hepsini toplamamışım, bak işime yaradı."

"Kapıyı çalsaydın ya?"

"Bir yabancı gibi?"

"Saçmalıyorsun, ne alakası var?"

"Maran, gece çalışma odasında uyudum farkında mısın?" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Kendi yatak odama giremedim ve hiç tahmin edemeyeceğin kadar sinirlerim bozuk. Konuşmak istemiyorum bu konu hakkında.."

"Hak ettin."

"Sen öyle diyorsan öyledir." dedi, keyifsizce.

"Kıpırdama sakın geliyorum ben de.." diyerek bir cevap beklemeden telefonu kapattığımda eğer kapatmasam bana itiraz edeceğini bildiğimden telefonu suratına kapatmıştım. Bununla beraber arabanın hızını arttırdığımda rotamı Olcay'ın evine doğru çizdim. Onunla dünkü konuşmamızda, sabah onu evden alıp beraber şantiyeye geçmeyi teklif ettiğim için öncesinde onu evden almam gerekiyordu. Umuyordum ki ben şantiyeye gidene kadar Kenan beklemekten sıkılmazdı.

Ne uzun ne de kısa sayılan bir yolculukta önce Olcay'ı evinden almış, ardından da yol üstünde bir pastaneye uğrayarak bir şeyler almış ve sonrasında tekrar yola koyularak şantiyeye geçmiştik. Onunla olan yolculuğum daha çabuk geçerken bolca sohbet etmiş, ara ara da aldığımız kahveleri yudumlamıştık. En sonunda şantiyeye vardığımızda arabayı park edip emniyet kemerimi çıkardım. Olcay, benden önce arabadan inip birkaç poşeti de eline aldığında ben de çantamın içerisinden parfümümü çıkarıp birkaç fıs sıkmıştım. Son olarak kalın çerçeveli kemik gözlüklerimi de taktığımda kendimi dikiz aynasından kontrol edip çantamı omzuma asarak kalan poşetleri de ben alıp arabadan indim.

"Pek bir şey kalmadı ya," dedi, Olcay konuşmasına devam ederek. "Sayı olarak fazla olmamız iyi oldu bence, her şey çabuk ilerliyor." dediğinde elimdeki simidi kemirmekle meşguldüm.

"Siz olmasanız bu kadar çabuk bitmezdi," dedim, başımı ona doğru çevirerek. Bir yandan gözlerimi etrafta gezdiriyor, olan biten her şeyi inceliyordum. "Ben de hasta olmasam daha iyi olurdu tabii ama.."

"Enişteyi de hasta etmişsin," dediğinde başımla onu onaylayarak güldüm.

"Sana da bulaşacak dememe rağmen yanımdan ayrılmadı deli," Başımı iflah olmaz dercesine iki yana salladığımda o da gülüyordu. "Nasıl oldu bilmiyorum, ben uyanmadan çıkmış evden.."

"E orada işte," dediği an başımı, onun gösterdiği yöne doğru hızla çevirdiğimde telefonla konuşuyor olduğunu görmüştüm. Aynı zamanda da parmakları arasındaki sigarayı içerken gözleri buraya uğramıyordu bile.

Üzerindeki koyu mavi kazağının üzerine gri uzun bir kaban geçirmişken birbirimizden habersizce bu kadar uyumlu giyinmiş olmamız şaşırtıcıydı.

"Sen ver onları bana istersen," diyen Olcay, elimdeki poşetleri de aldığında karşıdan gelen Yiğit, onun kurtarıcısı olmuştu.

"Yengecan," dediği an, Kenan'ın bana uğramayan bakışları nihayet beni bulduğunda Yiğit'le aramızdaki mesafe kapanmıştı. Olcay'la benim ellerimdeki poşetleri, daha hiçbir şey söylemememize rağmen aldığında ona minettardım. Gelirken pastaneye uğrayıp tüm ekip için bir şeyler almıştık ve ellerimizdeki poşetler fazlaca olduğundan bu yardımını geri çevirmeyecektim. "Geçmiş olsun, iyi gördüm seni."

"İyiyim iyiyim," dedim, ellerimi birbirine çırpıp ellerimdeki kırıntılardan kurtulmaya çalışarak. "Doktorum iyi baktı bana."

"Kendine iyi bakamamış anlaşılan," diyerek Yiğit alayla konuştuğunda kaşlarım hafifçe çatılmıştı.

"Niye öyle söyledin?"

"Hasta gibi sanki.. Sizdeki bu iş aşkı beni delirtiyor zaten." dediğinde aklım Kenan'a takıldığı için söylediklerine karşılık pek bir şey söyleyememiştim.

"Bir ara versin herkes, siz de bir şeyler yiyin. Sonrasında devam ederiz, ben de şuna bir bakayım.." diyerek onların yanından hızla ayrıldığımda o da telefonunu kapatmıştı. Bu sırada Olcay'la Yiğit de inşaatın merdivenlerini tırmanırken büyük adımlarla aramızdaki mesafeyi kapattım. Eğer hâlâ hastaysa onu tabii ki eve gönderecektim fakat beni ne kadar dinlerdi bilemiyordum.

Son birkaç adımım kala bakışları yine beni bulduğunda kaşlarım çatıktı. Yemekten sonra ona bir kez bile nasıl olduğunu sormamış, onu hiç kontrol etmemiştim.

'Üstelik adamı yatağından ettin!'

Sen kimin tarafındasın ya?

'Kenan gelsin, ben onu koynumda yatırırım.'

"Yavaş," diyerek iç sesime sesli bir cevap verdiğimi çok sonradan fark ettiğimde gözlerim direkt Kenan'ı bulmuştu. O, söylediğim şeyi duymuş olmalı gözleri hafifçe kısıldığında deli bir karısının olduğunu düşünüyor olmalıydı. O, beni gatip bakışlarla izlerken ben de nihayet oma ulaşmıştım.

"Kendi kendine mi konuşuyorsun sen?" diyerek de lafını esirgemediğinde telefonumu pantolonumun arka cebine sıkıştırıp kollarımı göğsümde birleştirdim.

"İç sesimle hasbihal ediyoruz öyle arada." dediğimde bu söylediklerim karşısında düz bakışlarını üzerimde ağırca gezdirmişti. Pekâlâ, gerçekten deli olduğumu kendi kendime ispatlamıştım.

"Bunu ilk defa duyuyorum senden," Şaşkınlıkla ona baktım.

"Senin iç sesin yok mu?"

"Yok." dediğinde şaşkınlığım iki katı artmış, ona garip bakışlar atmaya başlamıştım. Tabii bu sırada o da aynı garip bakışlarla beni süzerken bu sohbetin saçmalığını çok sonradan fark edip hemen kendime çeki düzen vermiştim. Bu konuyu sonra konuşacağımıza dair zihnimin bir köşesine not ettiğimde o da sigarasını yere atıp ayakkabısının ucuyla ezdi.

"Konumuz bu değil şu an," dedim, konuyu dağıtarak. Gözlerim onun gözlerinde gezintiye çıktığında dün gece uyumadığını hafif kızarık olan gözlerinden anlamıştım. Dün gece sadece ben rahat bir uyku uyumuş olmalıydım ve bu, çok kısa bir an pişmanlık duymama neden oldu. Onu hasta hâliyle odaya almamıştım.

'Dün gece pek hasta gibi durmuyordu şerefsiz.'

"Sensin şerefsiz."

"Anlamadım?"

Kenan'ın çattığı kaşları ve allak bullak olan ifadesi, bir kez daha sesli konuştuğumu fark etmeme neden olduğunda başımı hafifçe iki yana sallayıp gözlerimi kırpıştırarak silkelendim. Kendimi rezil etme konusunda artık zirvedeydim.

"Seninle konuşmuyorum," dedim, savunma yaparak.

"Beni korkutmaya başladın." diyerek haklı bir tepki verdiğinde çatık kaşlarıyla beni izliyordu. "İyi misin, Maran?"

"İyiyim," dedim, omuz silkerek. Ardından bu bakışlarından kurtulmak için konumuza dönmeye karar verdiğimde bu bakışlardan biraz zor kurtulacağım aşikârdı. "Nasıl oldun sen? Yiğit hasta olduğunu söyledi, niye geldin böyle?" diyerek onu soru yağmuruna tuttuğumda çatık kaşları yavaşça düzeldi.

"İyiyim, bir şeyim yok. İyi hissetmesem gelmezdim zaten."

"Bakayım ateşine," diyerek ona yanaştığımda topuklu botlarıma rağmen parmak uçlarımda kalkmam gerekmişti. Elimi kaldırıp alnına yasladığımda ateşi yoktu fakat hâlsiz görünüyordu. "Eve gidelim mi beraber?"

"İyiyim ben Maran,"

"Ateşin yok ama iyi de görünmüyorsun,"

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diyerek bana aniden çıkıştığında kaşlarım büyük bir yavaşlıkla çatılmış, elimi onun yüzünden çekerek bakışlarımı gözlerine dikmiştim.

"Hey," dedim, uyarıcı bir şekilde. "Kendine gel, nasıl konuşuyorsun benimle? Alçalt o sesini."

"Bağırmıyorum zaten farkındaysan," dediğinde ona dik dik baktım. Bu nazlı kız tripleri beni artık usandırmaya başlamıştı.

"Derdin ne senin? Ne bu tripler? Sıkıldım senin tribinden artık."

"Ne?" diyerek hızla kaşlarını çattığında evliliğimizin ilk kavgasına böylelikle tutuşmuştuk. Pekâlâ, bunun evde olmasını tercih etsem de artık bir kere bu yola girmiştik. "Asıl ben senin tribinden sıkıldım," dedi, hiç düşünmeden. "Sürekli ama sürekli en ufak şeylere takılıp bana hayatı zehir ediyorsun resmen!"

Gözlerim, bu sözleriyle beraber gözleri arasında saniyelerce mekik dokuduğunda tansiyonumuz birdenbire yükselmişti. Aklımca dün gecenin hırsını benden çıkarıyordu.

"Sırf sevişmek istemediğim için mi bana bunları söylüyorsun?" dedim, alayla.

"İstesem girersin ki koynuma," dediği an bu iddialı tavrı karşısında iç sesim iyice coşmuş, bu sefer ona ben de istemeden de olsa katılmıştım. Bu sözlerini, kendinden emin duruşu da desteklerken açıkçası haklıydı. Eğer isterse beni tam şu an yatağına alabilirdi.

Çenemi hafifçe dikleştirip gözlerine baktığımda, "İstemiyor musun yani?"

Bakışları bununla beraber sadece çok kısa bir an benden uzaklaştığında sırıtmamak için hafifçe yanağımın içini dişlemiştim. "İstemiyorum." dedi, düz bir sesle.

"Dün gece öyle demiyordun?"

"Her şey, dün gece sen beni odadan kovana kadardı."

"Akşam aynı eve gireceğiz, bu kadar iddialı konuşma bence."

"Neyse ne," dedi, beni geçiştirircesine. Elini kabanının cebine atıp arabasının anahtarını çıkardığında onu izliyordum. "Şirkete geçiyorum ben." diyerek yanımdan geçip anahtarıyla kilitli olan kapıları açtı.

"Geç kalacak mısın?"

"Bilmem," dediğinde gözlerimi devirmeme engel olamadım. Anlaşılan süründürme sırası ona geçmişti ki bana böyle davranıyordu. "Ha bu arada," dedi, elini arabanın üst kısmına yaslayıp bana doğru dönerken. Yeşil gözleri gözlerimi bulduğunda ekledi. "Melinda'yla konuştum, ne zaman müsaitsen söyle bir görüşme ayarlayalım. Sen de bir gör tanış, ona göre karar verelim."

"Tamam," dedim, omuz silkerek. "Yarın Faruk Bey gelecek biliyorsun, müsait olacağımı pek sanmıyorum ama cumartesi günü öğlene doğru bir görüşme ayarlayabiliriz.. Gelsin bir tanışalım, anlaşırsak başlasın hemen."

"Konuşurum ben onunla o zaman," dediğinde başımı sallayarak onu onaylamış, bir süre de bakıştıktan sonra açtığı kapıdan arabaya binerek arabayı çalıştırmıştı. Birbirimize veremediğimiz öpücükler bugünlük eksik kalırken suratımı asıp geçmesi için kenara doğru çekildim. O da yanımdan hızla geçip giderken o gözden kaybolana kadar arkasından bakmıştım.

Sonuçta akşam eve gelecekti ve o zaman bana vermediği öpücükleri tek tek alacaktım.

Evet, kesinlikle alacaktım.

🕳️🕳️🕳️

Gözlerim, karşımdaki bedenin üzerinde gezinirken aynı zamanda da elimdeki kahveyi ağır ağır yudumluyordum. Neredeyse yarım saate yakın bir süredir salondaki orta sehpanın üzerinde oturuyor, kahvemi yudumlayarak karşımdaki koltukta uyuyan bedeni izliyordum.

Dün, şantiyedeki işlerim biraz uzadığından dolayı eve geç gelmiştim ve geldiğimde de onu evde görememiştim. Onun şirkette olduğunu bildiğimden dolayı aramamış ve gelir gelmez uyumuştum. Sabah da işe hazırlanmak için uyandığımda yatağın ona ait olan tarafının boş olduğunu görüp güne epey agresif başlamıştım.

Pekâlâ, onu odadan ben kovmuştum ve buna bu kadar sinirlenmemem gerekiyordu. Fakat bu olay bir gece önce yaşanmışken şimdi bu da neyin nesiydi?

Çatık kaşlarım altındaki mavi bakışlarım onun üzerinde gezinirken elimdeki kahveyi kafasından aşağı dökmemek için hiçbir sebebim yoktu ama kahvem hâlâ sıcak olduğu için bunu yapmaya gönlüm pek razı olmuyordu.Ona, tüm bunların hesabını uyandığı zaman soracaktım ve henüz bunun için de vaktim vardı.

Elimdeki kupayı dudaklarıma doğru yaklaştırdığım sırada koltuğa sığmayan bedeni de kıpırdamaya başlamıştı. Gözümü kırpmadan onu izlerken çok geçmeden uyanabilmiş, bedenini bana doğru yavaşça çevirmişti. Yeni uyandığı için hafifçe çattığı kaşları, beni gördüğü anda neredeyse üst dudağına kadar çatıldığında bir süre ne olduğunu anlamaya çalışarak gözlerini etrafta gezdirdi.

"Ne oluyor be?" diyerek elini kaldırıp yüzüne doğru götürdüğünde bu tepkisi de karşılaştığı görüntü olabilirdi. Sonuçta her sabah tepesinde dikilen birini görmüyordu.

"Niye buradasın?" dedim, sorgulayan bir tavırla. Bu, gözlerinin bir kez daha gözlerime uğramasına neden olduğunda sorumu anlamamış gibi duruyordu.

"Anlamadım," dedi, gözleri ağırca üzerimde gezinirken. "Evden de mi kovuldum, benim haberim yok?"

Bu sorusuyla beraber yüzümü buruşturup bıkkınca ofladığımda artık bu muhabetten sıkılmıştım. Daha ne kadar böyle sürecek, bana kız gibi trip atacaktı?

"Hayır gerizekalı, niye burada uyuduğunu soruyorum!" diyerek ona çıkıştığımda elimdeki kupayı sertçe sehpaya bıraktım. "Çok mu sevdin o siktiğimin koltuğunu?"

O, bu söylediklerimi umursamadan yerinden kalkmaya yeltendiğinde onu izliyordum. Bu sabah bu kadar sinirli olmamın tek nedeni oydu. "Kovdun ya beni, unuttun mu?"

"Bir gece önceydi o!"

"Ben hâlâ unutmadım ama."

"Kenan, bak ben sinirlenmeye başlıyorum.." derken o ayağa kalktığı için başımı hafifçe onda doğru kaldırmam gerekmişti. O, beni umursamayarak merdivenlere yöneldiğinde bir hışımla yerimden kalkıp peşinden ilerlemeye başladım. "Sana diyorum, dinlesene beni!"

"Sen beni o gece odadan kovdun mu?" dedi, bana doğru dönerek. Bu, hızımı ayarlayamayıp onun bedenine çarpmama neden olduğunda onun gözlerine bakıyordum. "Kovdun.. Ve ben de bunu izin verirsen sindirmeye çalışacağım."

"Abartıyorsun, sana kırıldığım için öyle yaptığımı biliyorsun sonuçta!"

"Senin gönlünü almaya çalıştım ben Maran," dediğinde ona öylece baktım. "Ne yani, sürekli peşinden mi koşmam gerekiyor? Aksi durumda aramızdaki sorunları çözemiyor muyuz?"

"Kalbimi kırdın." dedim, bağırarak.

"Özür diledim!" diyerek bana bir kez daha çıkıştığında ikimizin de güne bu kadar agresif başlaması pek iyi olmamıştı. Sonuçta birimizin bir diğerini yatıştırması gerekirken ikimiz de birer alev topu gibiydik. "Biz birbirimize söz vermedik mi? Ne olursa olsun bir geceyi bile birbirimizden ayrı geçirmeyecektik hani? Daha kaç gün oldu ki biz ayrı yatmaya başladık, söylesene?"

"Eğer karına iyi davranırsan koltukta yatmak zorunda kalmazsın!" dediğimde dudaklarını sertçe birbirine bastırıp bana üstten bir bakış attı. "Manipülatörsün sen resmen! Haklı olmama rağmen bir şekilde beni haksız duruma düşürüp pişman ediyorsun ya, harikasın gerçekten.. İnanılmazsın."

"Ne saçmalıyorsun sen ya?" dedi, çatık kaşlarıyla bana bakarak. Başını hafifçe ne var dercesine salladığında aramızdaki gerilim açıktı. "Ne anlatıyorsun? Sana haksız olduğunu söyledim mi ben?"

"Bana trip atıyorsun dünden beri. Üstelik tek suçum seni odaya almamam."

"Bu benim için yeterli bir sebep.. Bütün gece uyumadım haberin var mı? Sense yukarıda mışıl mışıl uyuyordun! Asıl sinirlendiğim bu işte, bir kez bile merak edip inmedin aşağı."

Dudaklarım arasından derin bir soluk bırakıp kollarımı göğsümde birleştirdiğimde kaşlarım da yavaşça normal hâline dönmüştü. Bu saçma kavgayı bir an önce sonlandırsak iyi olacaktı. Resmen boşu boşuna tartışıyorduk.

"Şu koltukta yatmayı bırak, daha fazla uzatma bu saçmalığı. Alt tarafı bir gece burnun sürtsün istedim!"

"Senin de burnun sürttüyse eğer dönerim.. Gerçi bensiz de uyuyabiliyorsun ama."

"Sen de öyle," dedim, ona laf sokarken. "O kadar sese uyanmadın bile."

"Bir önceki gece uyumayınca öyle oluyor demek ki." diyerek bana laf sokup arkasını döndüğünde başımı iflah olmaz dercesine iki yana salladım. O, merdivenlerde gözden kaybolduğunda orada dikilmeyi bırakıp mutfağa geçmiştim. Bu laf dalaşımız bir süre daha devam edecek gibi dursa da illa ki bir yerden sonra beni özleyecekti.

'Yürüyen ego!'

İç sesimi umursamadan tezgâhın üzerindeki kahve makinesini bu kez Kenan için çalıştırdığımda bir ara salona dönüp sehpanın üzerine bıraktığım kupamı almış, tekrar mutfağa geçmiştim. Onu beklerken kahvesini yapmış, işe gitmem için henüz vaktim varken biraz telefonumla oyalanmıştım. Dakikalarca sosyal medya hesaplarımda gezinip olan biteni takip ettiğimde o da nihayet aşağı inebilmişti.

Bakışlarım ona doğru döndüğünde az önceki o ev hâli görüntüsünden sıyrılmış olduğunu gördüm. Ona her şey yakışsa da bu plaza adamı kişiliğine bir tık daha yakındım.

"Kahveni yaptım," dedim, telefonumu kapatıp ada tezgâhın üzerine bırakırken.

"Teşekkür ederim," dedi, görüntüsüne yakışan bir kibarlıkla. Sanki az önce kavga eden biz değilmişiz gibiydi.

'Hastasınız.'

Gerçekten öyleyiz.

Gözlerim onun üzerinde gezinirken yanıma kadar gelmiş, önümde duran kahvesini almıştı. Ciğerlerime dolan ferah kokusu adeta kendimden geçmeme neden olduğunda elimi kaldırıp ceketinin uçlarına tutunmuş, onu yavaşça kendime doğru çekmiştim. Bununla beraber bakışlarımız kesiştiğinde, "Barışalım hadi." dedim, fısıltıyı andıran bir tonda.

Onun bedeni, tezgâhla benim aramdayken çenemi hafifçe kaldırıp dudaklarımızı aynı hizaya taşımıştım. Yeşil gözleri, gözlerimde gezinirken boştaki elinin belime dolanması çok uzun sürmedi.

'İşte bu.'

Ben demiştim!

"Dayanamıyorum işte sana," dediğinde bundan yakınır gibi bir hali vardı. Bu, kıkırdamama neden olurken burunlarımız birbirine hafifçe sürttü. Bu işkenceyi bitirmek adına dudaklarına doğru atıldığımda hiç beklemediğim bir şey yapmış, başını hafifçe oynatarak yanağıma bir öpücük bırakmıştı. Bu yaptığı şey, gözlerimi kısa bir an yummama neden olduğunda belimi hafifçe okşayarak benden uzaklaştı.

'İntikamını aldı kral.'

Sanırım öyle oldu.

Gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak bu yaptığı şeyin etkisinden çıkmaya çalıştığımda dilimle dudaklarımı ıslatıp yutkundum. Sanırım bunun üzerine bir bardak soğuk su içmem gerekiyordu. Nasılsa bunu hak etmiştim.

"Ben çıkıyorum, akşam görüşürüz." diyerek kahvesinden son kez büyük bir yudum aldığında dolaba doğru yöneldim.

"Beni de bekle, beraber çıkalım." dedim, onu durdurarak. "Arabamı bakıma gönderdim, beni bırakabilir misin?"

"Bırakırım," derken çıkardığım soğuk su şişesini tezgaha bıraktım. Dolaptan bir bardak çıkarıp su doldururken beni izlediğini hissediyordum. "Soğuk su içme, yeni yeni iyileşiyorsun zaten."

"Soğuk suya ihtiyacım var gibi duruyor," diyerek mırıldandığımda neyden bahsettiğimi anlamış olacak ki gülmüş, daha fazla bir şey söylememişti. O, kahvesini hızlıca bitirip kupayı bulaşık makinesine yerleştirdiğinde benden önce mutfaktan çıktı. Ben de suyumu yavaşça içmiş, hemen onun ardından mutfaktan çıkıp koltuğun üzerine bıraktığım kabanımla çantamı alarak kapıya doğru yönelmiştim. O da portmantodaki arabasının anahtarını alıp kabanını da üzerine geçirdiğinde o önde, ben de arkada evden çıkmıştık.

"Şunu tutar mısın?" dediğimde bakışları ona uzattığım çantama doğru düşmüş, bana kısa bir bakış atarak çantamı elimden almıştı. "Sağ ol."

Elimdeki kabanımı omuzlarımdan geçirip içerisinde kalan saçlarımı da çıkararak düzelttiğimde bu sırada benim için arabanın kapısını açmıştı. Eş zamanlı olarak da yanından geçerken yanağıma kondurduğu küçük öpücükle gülmeme engel olamamıştım. Arabaya bindiğimde elindeki çantamı kucağıma bırakıp kapıyı kapattı. Bu esnada ben de emniyet kemerimi taktığımda o da arabaya binmiş, kemerini takarak arabayı çalıştırmıştı.

"Akşam yemeğini dışarıda yiyelim mi?" diyerek ona doğru döndüğümde bu teklifim onu güldürdü. "Ne gülüyorsun yine?"

"Üçüncü haftadan sıkıldın mı yemek yapmaktan?" dediğinde göz devirdim.

"Bayağıdır dışarıda yemek yemiyoruz diye söyledim, illa laf sokacaksın yani!"

"Senin o güzel kalbini mi kıracağım?" dedi, soru sorarcasına. "İstiyorsan dışarıda yeriz tabii.. Şantiyeden mi alayım seni yoksa eve mi geçersin?"

"Yo, şirkete gelirim." diyerek yanıtladım onu. "Beraber geçeriz oradan."

"Tamamdır, şirkete geçince Pırıl'a söylerim benim için rezervasyon yaptırır." dediğinde konuyu kendisi açtığı için gözlerimi ona doğru çevirdim.

"Kovmadın mı sen hâlâ onu?"

"Niye kovayım kızı durduk yere?"

"Koynuna girmesini mi bekleyeceğiz?" dedim, kabaca. O, yüzünü hafifçe buruşturup tıpkı benim ona yaptığım gibi ofladığında bir yandan da kendi tarafındaki aynayı kontrol etmişti.

"Başladın yine saçmalamaya,"

"Onun derdi o çünkü,"

"Nereden anladın onu?"

"Senin odana geleceği zaman bir makyajını tazeleyip saçını başını düzeltiyor.. Birkaç kez denk geldim ama sabrımı zorlamaya başladı. Bir sonrakine sessiz kalmayacağım, haberin olsun." diyerek arkama yaslandığımda dudaklarında hafif bir sırıtış oluşmuştu. Gözlerim onun profilinde gezinirken bu kıskanç hâllerimin hoşuna gittiğini biliyordum. "Aslı ne zaman dönecek?"

"Konuşuyoruz onunla da, bebeği küçük olduğu için istese de bırakamıyor."

"Ama dönecek? Değil mi?" Güldü.

"Dönecek,"

"Onu çok seviyorum."

"Çünkü evli."

"Ve sana asılmayan tek dişi."

"Ben kimim ya?" dedi, bu söylemlerime karşılık. Bakışları usulca bana dönerken, "Niye herkesin bana asıldığını düşünüyorsun?"

"Herkes asılmıyor tabii canım," Omuz silktim. "Pırıl gibi şırfıntılar dışında!"

"Niye asılıyor olabilirler sence?"

"Çünkü kibarsın," dedim, elimi hafifçe sallayarak. "Bu devirdeki insanlarda çok kalmayan bir özellik.. Çok beyefendisin, çok yakışıklısın." dediğimde bu söylediğim başını hafifçe bana doğru çevirmesine neden oldu. Yeşil gözleri gözlerime tutunduğunda bu bakışları karşısında adeta eriyordum. "Gözlerin çok güzel, dudakların, gülüşün... Bambaşka bir şeysin işte." Elimi kaldırıp kirli sakallarını çevreleyen çenesine yasladığımda kırmızı ışıkta olduğumuz için avantajlıydık. "Ve benimsin."

"Hmm," dedi, dudaklarıma doğru. Başımı hafifçe sallayarak onu onayladığımda dudaklarının dudaklarımı yavaşça kavraması çok uzun sürmemişti. O yumuşacık dudakları dudaklarımı ezerken bu hissi sadece bir günde özlemiş olmam deliceydi. Ona bu kadar bağlı olmam çok yanlıştı fakat her geçen gün daha da bağlanmama engel olamıyordum.

Boştaki eli hafifçe belime dolanıp çıplak belimi okşamaya başladığında öndeki arabaların hareketlediğini duyuyordum fakat buna rağmen birbirimizden uzaklaşamıyorduk. Öpüşleri oldukça hararetliyken bu, benden bir önceki gecenin intikamını en kısa sürede alacağını gösteriyordu.

Tabii bu anı bozacak bir şey mutlaka olacaktı.

Arkadaki arabaların kornaya abanmasıyla beraber kıkırdadığımda benden büyük zorluklarla uzaklaşmış, "Akşam bunu hatırlat bana," demişti.

"Akşam aklını başından alacağım,"

"Aklımı başımdan alıyorsun zaten," dediğinde ikimizin de dudaklarında bir sırıtış vardı. "Bunun için ekstra bir şey yapmana gerek yok."

"E aşıksın bana."

"E herhalde?"

Dudaklarımdan dökülen kıkırtı arabanın içerisinde dağılırken gülüşüm onu güldürmüş, o gülümsemesinin genişlemesine neden olmuştu.

Bizim bu cilveleşmemiz şantiyeye kadar olan yolculuğumuzda kesintisiz devam ettiğinde sabahki tartışmamız böylelikle unutulmuş, aradaki o buzlar erimişti. Açıkçası ondan bir gün bile uzak kalmak ne ona ne de bana iyi gelmişti. Birbirimizi sadece birkaç saatte bile delicesine özlemiştik. Tabii bu, en son ne zaman tartıştığımızı bile hatırlamadığım için çok normaldi. Onunla olan tartışmalarımız bizi birbirimize daha çok bağlıyor, ona her ne kadar öfkelensem de bir şekilde yine kendimi onun yanında buluyordum. Her geçen gün aramızdaki o sevgi daha da büyürken kesinlikle bundan şikayetçi değildim.

Ona olan bu aşkım, biliyordum ki sonsuza denk sürecekti.

🕳️🕳️🕳️

Bölüm : 16.04.2025 15:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...