
Yatakta debelenip dururken beş dakika sonra çalacak olan alarmımı bekliyordum. Yaklaşık yarım saat önce uyanmama rağmen yataktan çıkamamış, biraz daha tembellik yapmayı tercih etmiştim. Neticede bugün benim için epey yorucu bir gün olacaktı.
Mavi gözlerim odanın gri duvarında gezinirken arkamdaki beden de uyanıktı. Pekâlâ ya da hiç uyumamıştı, bilmiyordum. Bir ara gece uyandığımda yanımda olmadığını görmüş, onu merak ederek uykumdan arınmış ve evin içinde onu aramaya koyulmuştum. Fakat odadan çıktığımda çalışma odasının kapısının altından sızan ışıkla beraber buna gerek kalmamış, tekrar yatağıma dönmüştüm.
Ben, bunları düşünürken elinin belime dolandığını hissederek bakışlarımı daldığı yerden çektim. "Gitmeyelim işe boşver," diyen o fısıltısı sessizce gülmeme neden olduğunda elimi, arkamdan omzuma yasladığı yüzüne doğru kaldırmıştım. Parmaklarım kirli sakallarını bulduğunda alarmımın sesi tüm odayı doldurmaya başladı.
"Olmaz," dedim, istemeyerek de olsa. Boştaki elimi uzatıp alarmımı kapattığımda artık kalkma vaktim gelmişti. "Bu aralar çok tembellik yaptım zaten."
"Yapalım, ne olacak?"
Olduğum yerde bedenimi hafifçe ona doğru çevirdiğimde uyumadığı belli olan gözlerine baktım dikkatlice. "Sen gitme zaten, yat uyu biraz."
"Gideceksin yani?"
"İş beklemez,"
"Tamam, ben de geliyorum o hâlde.." dediği an ikimiz de birlikte hareketlenmiştik. O, hiç uyumamasına rağmen gayet dinç bir şekilde yataktan kalktığında ben de epey zor kalkmıştım.
"Şirkete mi gideceksin?"
"Hayır, seninle şantiyeye geleceğim."
Bu sözleriyle beraber olduğum yerde kaldığımda o da çoktan banyoya girmiş, anlamsızca arkasından bakmama neden olmuştu. O, çoğunlukla şirketteydi ve beni ziyaret etmediği sürece şantiyeye pek fazla uğramazdı. Büyük ihtimalle bana olan aşkı nüksetmişti ve beni bırakmak istemiyordu.
Yine de bu değişen tavrına anlam veremiyordum.
Dünden beri onda bir hâller vardı ama çözecektim.
Odayı toplayıp odanın balkona çıkan çift kanatlı penceresini de açtığımda yağmurun çiselediğini görmüştüm. Dışarıdaki o toprak kokusu ciğerlerime dolarken ben de alarmdan önce uyanıp tüm işlerimi hallettiğim için direkt olarak giyinme odasına geçmiştim. Hızla kendime dolaptan birkaç parça kıyafet çıkardığım esnada o da banyodan çıkmıştı.
Öncelikle dolaptan çıkarmış olduğum iç çamaşır takımımı değiştirip beyaz, bol paça jean'i üzerime geçirdiğimde gözlerim de boy aynasındaydı. Arkamda kalan bedeni izlerken onun dalgın gözleri dolabın içerisinde geziniyordu. Bu sırada açık mavi tonlarındaki salaş gömleğimi de giydiğimde gözleri bana dönmüş fakat manzarasını kapatmak zorunda kalmıştım. "Hayırdır, gelmezsin sen şantiyeye?"
"Bir göz atayım dedim,"
"Uyusaydın keşke," dedim, o tişörtünü üzerinden sıyırırken. Ben de gömleğimin düğmelerini iliklerken bakışlarımız aynadan birbirini takip ediyordu. "Malûm, uyumadın tüm gece.."
"Düzenlemem gereken raporlar vardı,"
"Gecenin bir yarısına kadar sen de onlarla uğraştın tabii.."
"Şimdi de seninle uğraşacağım işte," dediğinde yüzümdeki alay dolu sırıtış yavaşça bir gülümsemeye dönüşmüştü. "Gelmemi istemiyor musun yoksa?"
"Hayır saçmalama," derken gömleğimin üstten birkaç düğmesini açık bırakıp ona dönmüştüm. Ardından da ona doğru ilerleyip hemen arkasında kalan ve ikimizin de aksesuarlarının -en çok benim- bulunduğu çekmeceye doğru yönelmiştim ki eli bileğimi yumuşak bir hareketle kavradı. Dudaklarımdaki gülümseme büyürken beni çekmeceyle kendi bedeni arasına sıkıştırmıştı. "Gelmezsin sen pek fazla şantiyeye, o yüzden.."
"Karım teklifimi reddedince başka seçeneğim kalmadı," dediğinde güldüm. "Gitmesek," dedi, burnu hafifçe yanağıma sürterken. Fısıltısı kulağımın tam dibindeyken o sıcak, ferah nefesi de tenime çarpıyordu.
"Olmaz, Kenan."
"Niye olmuyormuş anlamıyorum.." dedi, küçük bir çocuk gibi şikayet edercesine. Bu tavrı, gözlerimi bayarak bir kez daha gülmemi sağladığında ellerimi göğsüne yaslayıp ondan uzaklaştım. Ardından çekmeceyi açtığımda içerisinden ince, siyah kemerimi çıkarmıştım.
"İşe gideceğim, sırası mı şimdi?" derken kemerimi takmaya koyuldum. Bu sırada da gözlerim çekmecenin içerisinde geziniyordu. "Akşam gelince, söz.."
"Çocuk mu kandırıyorsun?" dediğinde başımı hafifçe omzuma doğru yatırıp bu söylediklerinin doğruluk payını tarttım.
"Sayılır, çocuk gibisin zaten."
Kemerimi takıp çekmeceden birkaç aksesuarımı da alıp taktıktan sonra tekrar aynaya doğru yönelip üzerimi düzelttim. Üzerimi giyinirken açtığım saçlarımı bir fırçayla tarayıp şekillendirme gereği duymadan sıkı olmayan bir at kuyruğu şeklinde topladığımda küpelerimi de takmış ve makyaj masama oturup biraz orada oyalanmıştım. En sonunda işim bittiğinde kendime büyük bir çanta ayarlamış, beyaz topuklu çizmelerimi de ayağıma geçirmiştim. Gri, uzun kabanımı da dolaptan çıkardığımda onu da giyip siyah çerçeveli optik gözlüğümü de gözlerime taktım. Bu aralar gözlüğümü takmayı çok aksattığım için göz numaram büyümüş olmalıydı, çünkü eskisi kadar keskin görüşe sahip değildim.
"Sana bir şeyler hazırlamamı ister misin?" diyerek ona sorduğumda ben önde, o da arkamda merdivenlerden iniyorduk. "Kahve içmeyiver bir kere de."
"Dışarıda yiyelim," diyerek bir teklifte daha bulunduğunda omzum üzerinden ona bir bakış attım. Bugün epey bir tembeldi. "Seni sahilde şık bir mekâna götüreyim, kahvaltı yapalım birlikte."
"Olur," dedim, hevesle. "Sen böyle söyleyene kadar kahvaltı yapma fikri yoktu aklımda, iştahımı kabarttın." dediğim sırada kapı çalmış, zaten o yöne ilerlediğim için de kapıyı ben açmıştım. Gelen Melinda'ydı. "Günaydın," dedim, içtenlikle. "Hoş geldin.." derken o da o sıcak gülümsemesini bana bahşetmişti.
"Günaydın Maran Hanım," dedi, içeri doğru bir adım atarken. Onun arkasından kapıyı kapattığımda Kenan'la da selamlaşmıştı.
"Bugün nasılsın?" derken kendimi aynadan kontrol ediyor, bir yandan da onunla konuşuyordum. O, ceketiyle çantasını portmantoya bırakırken sorularıma yanıt vermeyi ihmal etmiyordu. Bu şekilde anlaşmaya devam edersek onunla arkadaşlık kurmam pek uzun sürmeyecek gibiydi.
En sonunda onunla vedalaşıp Kenan'la beraber evden çıktığımda bahçede gözüme takılan bir şey olmuştu. Bahçedeki koruma sayısı neredeyse iki katına çıkmış, her bir köşeyi iri yarı adamlar tutmuştu. Bu, kaşlarımı hafifçe çatmama neden olduğunda bakışlarım yavaşça Kenan'a döndü. O da garajdan kendine ait başka bir arabayı çıkartmıştı. Eski model Chevrolet Impala'ya kısa bir bakış attığımda kendisi de benim kapımı açtı. "Değiştirmişsin arabayı."
"Sıkıldım."
"Çok havalısın." Güldü, ben arabaya binerken. Ardımdan o, kapımı kapattığında ben de onun arabaya sinen kokusu eşliğinde emniyet kemerimi takıyordum. "Bahçedeki adamlardan da sıkıldın herhalde, başka açıklaması olamaz çünkü."
Bu sözlerim, onun gözlerinin bana dönmesine neden olurken açık kalan kapısını yavaşça kapatıp beni yanıtladı. "Koruma sayısı azdı bana göre, bir ilgileneyim dedim."
"Sen de bugün ne kadar çok şey demişsin öyle?" dediğimde arabayı çalıştırmıştı. Bu ara sıra iğneleyici konuşmalarımın tabii ki farkındaydı fakat gülüp beni geçiştirmeyi tercih ediyordu. Eğer uzatırsa onunla tartışacağımı bildiği için bunu uzatmıyordu. "Benimle birlikte işi gücü bırakıp şantiyeye gelmeler, bahçedeki güvenliği arttırmalar.. Daha neler göreceğiz acaba?" derken ona göz ucuyla baktım. "Silahını da aldın." dediğimde bu onu şaşırtmıştı. Çünkü onu alırken görmediğimi sanmıştı fakat görmüştüm. "Ne oluyor?"
"Silahım hep torpidodaydı zaten,"
"Tehlike mi var?"
"Tehlike hep var."
"Beni korkutmaya başladın," dedim, başımı hafifçe iki yana sallayarak. "Dünden beri bir gizem, bir huzursuzluk.. Seni en son böyle gördüğümde vurulmuştum."
Yeşil gözleri bu sözlerimin tesiriyle bana doğru büyük bir yavaşlıkla döndüğünde bir şeylerin yolunda gitmediğini hissediyordum. Hatta tavırlarına bakılırsa sadece hissetmiyordum, görüyordum da aynı zamanda.
"Dimitri seni takip ediyor," diyerek dünden beri benden köşe bucak gizlediği şeyi sadece dört kelimeyle bana sunduğunda ona öylece bakıyordum. Beni daha fazla uğraştırıp gizleyeceğini düşünmüştüm fakat o bir anda dökülüvermişti.
Duyduğum şey, kaşlarımın havalanmasına neden olurken sanırım endişelenmem gerekiyordu ama hiçbir korku ya da endişe hissetmemiştim. Demek bu yüzden dün akşam babamlarla odaya kapanmıştı.
"Yani ediyormuş, farkında değildim. Tam bir aptalım, nasıl fark edemedim diye kızıyorum kendime!" dediğinde gözlerim onun üzerindeydi. Kaşları hafifçe çatılmış, gözlerini bir saniye bile yoldan ayırmıyordu. "O notu da o gönderdi, çok merak etmiştin ya hani?"
"Anlamıyorum," dedim, gülerek. "Benim ne alakam var bu olayla?"
"Bana acı çektirebileceği tek kişi sensin de o yüzden." dedi, ifadesiz bir şekilde. Bu, dudaklarımı birbirine kilitleyip gözlerimi onun üzerine dikmeme neden olduğunda dünden beri sergilediği bu tavrın sebebini de şimdi anlamıştım. Hatta o kutu, kutunun içerisindeki o safir taş da bu yüzdendi. O taşın asıl sebebi bendim. O taş aslında sembolik bir şeydi ve bana gönderilen bir mesajdı.
Zihnimdeki taşlar yerine otururken kafamdaki tüm sesler susmuş, zihnimdeki kargaşa da son bulmuştu.
"Bana hiçbir şey yapamaz, biliyorsun." dedim, umursamazca. "Üstelik sen yanımdasın, ne yapabilir bana? Gerçekten bunu mu taktın kafana dünden beri? O yüzden mi uyumadın?"
"Benim yanımda, gözümün önündeyken vurulmuştun hatırlatırım." diyerek bana geçmişi hatırlattığında bu konuda hâlâ kendini suçladığını biliyordum. O yüzden de bu mesaj onu etkilemişti.
"O yüzden işi gücü bırakıp benimle geliyorsun," diyerek bir tespit yaptığımda iç sesim benimle alay ediyordu. "İstemiyorum, bırak beni şantiyeye.. Sonra da şirkete, işinin başına git."
"Sen olayın ciddiyetinin farkında değilsin hâlâ." dedi, beni ciddiye almayarak. "O adam tehlikeli biri, her şeyi yapabilir bilmiyorsun. Tanımıyorsun ki onu. Güçlü biri ve tek derdi benim."
Bakışlarım onun güzel çehresinde gezinirken öfkesini hissediyordum. Canı hiç olmadığı kadar sıkkındı ve bunu görüyordum. Bana çaktırmamak için elinden geleni yapsa da şu an tüm gardını indirmişti.
"Yasemin de onunla çalışıyordu," diyerek ağzından laf almaya çalıştığımda yerimiydi bilmiyordum ama bu konu hakkında mahzende neler olup bittiğini merak ediyordum.
"Yasemin onunla çalışmıyordu," dedi, beni düzelterek. "Sadece onu, ulaşmak istediği şeyler için kullanıyordu..Ona da çok güvenmiyorum ama ortak bir amacımız var, biliyorsun." diyerek kestirip attığında onun kararlarına saygı duyuyordum. Eğer ondan şüphe etmiyorsa şüphe edilecek bir şey yok demekti. "O yüzden bana açık oynamak zorunda."
"Bence istese de sana yamuk yapamaz," dedim, sinir bozucu bir şekilde. "Senden etkileniyor." Güldü, bu sözlerime. Öfkeli hâlinden ilk kez sıyrılabilmişti.
"O da mı?" dedi, alayla. Ters ters baktım.
"Gözlerine nasıl baktığını gördüm."
"Evet biliyorum," dediğinde kaşlarımı çattım. "Gözlerimin güzel olduğunu söyledi."
"Ne zaman?" dedim, hızla.
"Çok oldu."
"O kadını öldüreceğim." dedim, hırsla. Sertçe dilimi dudaklarımdan geçirdiğimde içimde birden baş gösteren kıskançlık meydana çıkmıştı. "Evlisin sen, niye bir şey demiyorsun?"
"Aşkımdan ölmüyor rahat ol." dedi, sakince.
"Cazibene bitiyor ama."
"Öyle miymiş?" derken eğleniyor gibiydi. Gerçekten onun kafasını dağıtmışa benziyordum.
"Benimsin sen," derken yüzüğümün bulunduğu elimi gözüne gözüne soktum. "Bak, evliyiz!"
O, onun adeta gözüne soktuğum elimi tutup öptüğünde dudaklarında hoş bir gülüş vardı. Bu, tüm olumsuzluklara rağmen iç ısıtan bir gülüştü.
"Evet biliyorum evli olduğumuzu," dedi fakat elimi hâlâ bırakmamıştı. Onun elinin yanında minicik kalan elimi avucu içerisine hapsedip tek eliyle arabayı kullanmaya devam ettiğinde kaşlarım hâlâ çatıktı. "Akşam gideceğim mahzene, gel benimle.. Zaten şu durumda seni evde tek başına bırakamam."
"Kapıda bir sürü herif var, üstelik kendimi de koruyabilirim." dediğimde bana yandan bir bakış attı. "Ama yine de bu teklifi reddetmeyeceğim, o karıyla hayatta seni yalnız bırakmam."
"Yalnız değiliz, herkes orada."
"Bana ne?" dedim, ters bir tavırla. "Gözlerinin güzel olduğunu söylemeye çekinmemiş bak o kadar insana rağmen!"
"Herkes gözlerimin güzel olduğunu söylüyor, Maran." dedi, gülerek.
"O gözlere ben sahibim ne yazık ki!"
"Çok tatlısın." Çatık kaşlarım yavaşça normal hâline dönerken ellerimizi benim dizimin üzerine yaslamış, bunu yaparken dizimi de hafifçe okşamıştı. Vücuduma yayılan bir elektrik dalgası sistemimi altüst ederken gözlerim ön camdaydı. "Boşverelim bunları, şimdi seni çok güzel bir yere götürüyorum. Güzelce kahvaltımızı yaparız, enerji depolarsın biraz kendine."
Son sözleri bunlar olurken daha fazla konuşmamış, yeni öğrendiğim bilgilerle beni baş başa bırakmıştı.
🕳️🕳️🕳️
"Şu siktiğimin herifini bulun bana," diyen Kenan, adeta etrafa ateş saçarken benim gözlerim tabletimin ekranında geziniyordu. Buradaki bu gerginliğin sebebi bendim fakat benim yaptığım tek şeyse tabletimdeki çiftlik oyunundan hayvanlarımı beslemekti.
Yanımdaki Kılıç, tabletimin ekranına hayret dolu bir bakış attığında işaret parmağımla gözlüğümü düzelttim. Oldukça konsantre bir iş üzerindeydim.
"Çok uzakta değil ama yurt içi yurt dışı araştırın, buralardadır pezevenk." dedi, sertçe. Sabahtan beri öyle küfürler ediyordu ki artık ben de alışmıştım.
"Ulan sen saatlerdir kıçını yırtıyorsun karı burada inek besliyor." diyen Kılıç, beni şikayet ettiğinde masadaki herkesin bakışları bana döndü. Bunu hissettiğim anda da bakışlarımı ekrandan kaldırıp hepsine tek tek baktım. Yasemin'in gözleriyle karşılaştığım an bakışlarımı kıstığımda benim bu rahatlığıma gülenlerden biri de oydu. Kızıl saçlarını gelişigüzel toplamış, üzerinde tıpkı diğerlerinin de olduğu gibi bir kargo pantolonla siyah bir sweatshirt vardı. Neyse ki geldiğimden beri kötü bir hareketini görmemiştim.
"Düzgün konuş, ne biçim konuşuyorsun?" dedi, Kenan tüm sinirini ona yöneltirken. Elindeki viski kadehini masaya bıraktığında onu doldurmak için kristal şişeye doğru bir hamle yaptı.
"Tamam ya," dedim, tabletimi kapatıp arkama yaslanırken. "Sakin olun, dinliyorum hepinizi ben.."
Geldiğimizden beri, hatta eminim ki Kenan onlara gizemli kutuyu haber verdiğinden beri bir arı gibi çalışıyorlardı. Fakat Dimitri denen herif nerelerdeydi hâlâ belli değildi. Söylediklerine göre Türkiye'de ona dair bir iz yoktu fakat onun adamları epey fazlaydı.
"Ne istiyor ki bu adam?" dedim, ilgimi onlara çevirerek. Ardından elimi hafifçe salladım. "Benim dışımda tabii."
"Maran!" diyerek kükredi Kenan. Bu, hafifçe sırıtmama neden olduğunda göz kırptım usulca.
"Kıskanma.."
"Bu ciddi bir mesele biliyorsun değil mi?" derken çatık kaşlarıyla beni süzüyordu. "Sense işin dalgasındasın."
"Rahat olması iyi bir şey," dedi, Yasemin konuya dahil olarak. Elindeki kalemle oynarken bakışlarımı ona çevirdim. Kenan da gözlerini benden ayırmıyordu. "Endişelenip korkmasını beklemiştim ben."
"Yok canım biz öyle prenses değiliz," dedim, sokak serserisini andıran bir tavırla. Bununla beraber Kenan'ın yeşil bakışları hafifçe kısıldı. Parmakları arasındaki sigarayı dudakları arasına sıkıştırdığında bir yandan da kadehini dolduruyordu. "Bak bakayım bana, benziyor muyum hiç cici kızlara?"
"Valla geçenlerde akşam yemeğine çıktık beraber," diyerek atladı hemen Kılıç. Bütün gözler ona dönerken ben de ne anlatacağını merak ettiğim için ona döndüm. "Yenge tutturdu dışarıda oturalım diye, bütün gece kıçımız dondu o ayrı konu.." dediğinde hatırladığım anıyla beraber gülmeden duramamıştım. Kenan da aynı şeyi hatırlamış olacak ki gözlerindeki ateş arka plana düşmüş, bir gülücükle gözleri kısılmıştı. "Sahil kenarında bir mekandayız, yenge rujunu düşürdü suya."
"En sevdiğim rujumdu!" dedim, hemen atlayarak. Bu, onların da gülmesine neden olurken Kılıç gülerek devam etti.
"Neredeyse ağlayacaktı yemin ederim." dedi, abartarak. "Kenan diyor ki, tamam birtanem yenisini alırız boşver.. Ama yok abiciğim o ruju o sudan illa çıkaracağız. En sonunda Spiderman'i," derken elindeki kalemle Kenan'ı gösterdi. Kenan'a böyle hitap ettiğimi biliyordu. "Suya daldı ve o ruju aldı." dedi ve ekledi. "Yani evet, o kadar prenses aslında."
Evet, gerçekten bu yaşanmıştı. Yıllardır kullandığım rujum piyasada artık satışta olmadığı için gıdım gıdım kullanıyordum ve onu nasıl olduysa o gece denize düşürmüştüm. Bütün gece Kenan'ın beynini ütülemiştim ve o da en sonunda dayanamayıp tüm herkesin içinde koca Ege Denizi'ne atlayarak rujumu kurtarmıştı. Tabii sonrasında onu ödüllendirmiş, tatlı bir öpücüğü hak ettiğini düşünmüştüm.
"Aşkım," dedim, ona doğru başımı çevirerek. Herkes hâlâ gülerken o da onlara eşlik ediyordu. "Gel öpeyim seni yine!"
"Yeterince dikkatimi dağıtıyorsun zaten," dediğinde herkes sırıtarak bizi izliyordu. "Öpücüklerini sonraya sakla, alacağım." dedi ve göz kırptı.
"Ne yapıyoruz şimdi, bir plan lazım bize.." dedi, Sedef konuşarak. Bu konu oldukça ciddi bir konuydu ve üzerine sıkı çalışıyorlardı.
"Önce şu iti bulun, plan falan da yok." dedi, Kenan az önceki konuşmamızın etkisinden olsa gerek sakindi. "Sıkacağım kafasına." Ya da ben öyle sanmıştım.
Pekâlâ, bu tehditleri boş değildi. Saatlerdir aynı şeyi tekrarlıyordu ve öfkesi dinmek bilmiyordu.
"Direkt bulun getirin diyorsun yani?" dedi, Yiğit de.
"Aynen öyle diyorum," diyen Kenan'ı izlerken bacak bacak üstüne atmıştım. "Buralarda o biliyorum, kendisi çıkacak ortaya ama o kadar sabredebilir miyim onu bilmiyorum işte."
"O saklanacak bir adama benzemiyor bence." dedim, bir yorumda bulunarak. Pekâlâ, bunu onlar da biliyordu. "Bir şey planlıyordur."
"Ben de planlıyorum merak etme." dedi, Kenan. Bakışlarım kısıldı onu izlerken.
"Bir şey yapabileceğini sanmıyorum bence boşuna bu tantana."
"Adam Sicilya'da nam salmış bir mafya." dedi, çocuklardan biri de. Bu rahatlığıma herkes hayret ediyordu fakat ben hiçbir sorun görmüyordum. Ne de olsa kahramanım vardı! "Kara para aklama, silak kaçakçılığı, tarihi eser kaçırma.. Ne ararsan var, pardon ama sen ne sanıyorsun da bu kadar rahatsın yenge?" dediğinde Kenan ona bir şey dememişti çünkü o da aynı şeyleri düşünüyordu. "Canını alması bir saniye sürmez."
"Çizgiyi aşma istersen," diyerek Kenan müdahalede bulunduğunda ben de çocuğa ters ters bakmıştım. "Ben buradayken karıma kimse yaklaşamaz." dedi, tıpkı soyadı gibi keskin bir biçimde.
"Onun için plan yapmamız gerekiyor o hâlde." dedi, Esvet de. "Bu adam güçlü, en az siz de benim kadar biliyorsunuz."
"Şu aralar Topkapı'yla ilgileniyor," diyen Yasemin bir kez daha konuştuğunda onları sessizce dinliyordum. "Aslında bayağıdır büyük bir ilgisi var.. Ulaşabildiğimiz tek şey birkaç gün önce İstanbul'da olduğu bilgisi."
"Kılıcı alacak," dedi, Kenan.
"Ben buradayım lan, kim alıyor beni." diyerek Kılıç bir çıkış yaptığında herkes onun bu iğrenç esprisini duymazdan gelmişti fakat tek gülen bendim. Kenan da ona ters ters bakarken, "Gerzek herif." demeyi ihmal etmemişti.
"Ne kılıcı?"
"Aslında bir kılıç değil, hançer." diyerek konuştu felsefi bir tonda. "Yavuz Sultan Selim'e ait bir hançer, Topkapı Sarayı'nda silah koleksiyonunda korunuyor.. Üzerinde kıvrımlı dallar ve Rumi motiflerle yorumlanmış cam hançer oldukça göz alıcı. Dimitri'nin gözbebeği olmasını anlıyorum bir yerde."
"Aylardır almaya çalışıyor ama çok iyi korunuyor," dedi, Kenan ilgisini bana çevirerek. "Müzeyi gezmek için girişte bir sürü denetimden geçiyorsun, içeride çekim yasak, kafanı çevirdiğin her yerde güvenlik var.. Çok zor ama bırakmıyor peşini."
"Aslında sıkı çalışmalar yapıyor içeri sızmak için." dedi, Yasemin.
"İçeri sızarım," diyen Kenan, bakışlarımı hızla ona çevirmeme neden olduğunda diğerlerinin ifadesi de aynıydı. "Çok istiyorsa alırım onun alamadığını."
"Saçmalama öyle kolay değil ki," dedi, Kılıç da. "Öyle olsa o alırdı, gücünü biliyorsun." Kaşları havalandı.
"Ben de güçlüyüm."
Pekâlâ, şu tavırları beni deliye çeviriyordu.
Sanırım onunla aşağı inip deli gibi sevişmenin tam vaktiydi.
"Madem o pis oynuyor," dedi, hiç oturmadığı sandalyesini hafifçe çekerken. "Ben de pis olacağım." Masanın etrafındaki şaşkın gözler onun üzerinden bir an olsun ayrılmazken o ise bu bakışları umursamadan oturmuş ve bilgisayarını açmıştı. Kararlıydı, bu adamı bitirmeyi aklına koymuştu. "Esvet, sen şu müzenin bir planını çıkarsana.. Tüm ayrıntılarıyla istiyorum, gizli bir çıkışı var mı yok mu? Her şeyi detayı detayına istiyorum yarım saat içinde."
"Tamam da-" diyen Esvet, Kenan'ın bakışlarıyla karşılaştığında dudaklarını sertçe birbirine bastırıp önündeki açık bilgisayara döndü.
"Bence düşünmeden ilerliyorsun." diyen Yasemin'e burnumu kırıştırarak baktım.
"Sana mı soracağım ne yapacağımı?" diyerek Kenan, onu bozduğunda içten içe göbek atıyordum. Ona en başından beri mesafeliydi ve birlikte çalışmaları da bunu değiştirememişti.
"Bence alamayız," dedi, Bartu da. "Nasıl alacağız o kadar korunan bir şeyi? Adamlar milletin ensesinde geziyor resmen."
"Deneyeceğiz en azından."
Kenan'ın bu sözleriyle beraber önümdeki su bardağını kavradığımda çok kısa bir an bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Benim için bu kadar tehlikeye girmesi tabii ki normal karşıladığım bir şey değildi ama onu vazgeçirebileceğimi de düşünmüyordum.
"Sonra da kırmızı bültenle arasınlar koskoca Kenan Keskin'i." dedi, Kılıç. O da Kenan'ın bu kararına hepimiz gibi şaşırmıştı. "Oğlum kafayı yeme, bir düşünelim mantıklı bir şey bulalım. Sen onu alsan bile dünyanın her bir yerinde aranacaksın, ne olacak o zaman?"
Onlar tartışırken içerideki uğultulara, taş duvarların çıkardığı ses karışmıştı. Bu, onların pek ilgisini çekmezken gelen kişi babam ve Turgay Amca'dan başkası değildi. Kenan dün onları çalışma odasına kapatıp ne anlatmıştı bilmiyordum ama babam gün içinde beni defalarca aramıştı. Sanırım Kenan'ın bana hiçbir şey anlamadığını düşünüyordu fakat şu aramalarından sonra zaten kayıtsız kalmam pek de mümkün olamazdı.
"Ne bu kargaşa, hayırdır?" diyen Turgay Amca, onlara yöneltilen ilgiyi karşılarken ben de oturduğum yerden kalkıp babamla kucaklaşmıştım. Ona sarıldığım an tıpkı Kenan'ınki gibi bir öfkeyi hissetmiştim.
"Oğlun delirdi Turgay Amca'cığım," diyerek Kılıç, Kenan'ı şikayet ettiğinde Kenan da sigarasını söndürmekle meşguldü. Babasının yanında içmekten kaçındığını biliyordum.
"Kenan'ı herkes deli olarak tanır zaten," dedi, Turgay Amca da çaprazımdaki boş yere otururken. "Ne oluyor yine, anlat hazırım." dediğinde güldüm. O, bu gibi durumlara sanırım alışıktı.
"Şu kılıç," dedi, Yiğit de. Bu, Kılıç'ın yine triplere girmesine neden olurken onun bu salak esprilerine gülen sadece bendim.
"Efendim?" dedi, Kılıç. Yiğit ona ters bir bakış attı.
"Kes şu zevzekliği," diyerek çıkıştı hatta ona. Bu, Kılıç'ın arsızca gülmesine neden olurken ben de onunla beraber güldüğüm için bana dönüp sağ gözünü hafifçe kırpmıştı. "Hançerden bahsediyorum," dedi, düzelterek. "Alacağım diyor." derken Kenan'ı gösterdi.
O, bununla beraber en sonunda dudaklarını birbirine bastırıp bakışlarını babasına çevirdiğinde Turgay Amca da kaşlarını hayretle çatmıştı.
"Mümkün değil," dedi, tıpkı herkes gibi.
"Mümkün hâle getiririm, sorun değil." dediğinde elimi çeneme yaslayıp gözlerimi ona diktim. Zaten dakikalardır yaptığım başka bir şey yoktu.
"Oyun oynamıyoruz burada," dedi, Turgay Amca. "Maran'ı koruyalım yeter, bunu bir savaş hâline getirme."
"Savaş hâlindeyiz zaten," diyen Kenan'la beraber Esvet de yerinden kalkıp masanın diğer ucunda kalan masaüstü bilgisayarların bulunduğu geniş bir masaya doğru yönelmişti. "Ve buna bir son vereceğim. Gücün kimde olduğunu anlasın."
"Bu yapmayı düşündüğün şey savaşı bitirmez biliyorsun değil mi?" dedi, ciddiyetle. Bu sefer konuşan babamdı. "Kızımın hayatı tehlikede, saçma sapan bir şey yapmaya kalkışma. Ona bir şey olursa seni sorumlu tutarım Kenan." diyen babam oldukça net ve keskin bir şekilde konuştuğunda çenemdeki elimi kaydırıp alnıma yaslamış, dakikalardır ağrıyan başımı hafifçe ovalamıştım. Bir de onların tartışmasını hiç çekemeyecektim.
En sonunda onlar hâlâ bu konu üzerinde tartışırken ben de kimsenin dikkatini çekmeden yerimden kalkmış ve tabletimle telefonumu alarak aşağı inen merdivenlere yönelmiştim. Onların bu hararetli tartışmalarını çekecek ne enerjim ne de gücüm kalmıştı, çünkü bugün zihnen ve bedenen çok yorulmuştum.
Merdivenleri inip Kenan'ın odasına girdiğimde odaya girmeden parmak izimi okutmam gerekmişti. Bu odaya yalnızca ikimiz girebiliyorduk fakat ben buraya çok uğramasam bile benim için bile özel bir kilit oluşturmuştu.
Kapıyı arkamdan kapatıp koca dairenin içerisinde ilerleyerek başka bir kapıdan geçtiğimde kendimi onun yatağına bırakmıştım. Çift kişilik koca yatağın yumuşaklığı beni mest ederken bu rahatlığımı da içten içe sorguluyordum. Herkes bu kadar endişeliyken ben neden bu kadar rahattım bilmiyordum fakat bunun Kenan'a olan güvenimden kaynaklandığını biliyordum. Onun kendi canı pahasına bile beni koruyup kollayacağını bildiğim için bu kadar rahat olabilirdim fakat durum şurada değişiyordu ki o da aslında tehlikedeydi.
Gözlerimi, bu ağır düşüncelerden dolayı yumduğumda hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Başımdaki o ağrı da zaten dün geceden beri fazlasıyla düşünmüş olmamdan kaynaklanıyordu fakat yeni yeni baş gösteriyordu.
Dakikalarca öyle, o şekilde kaldığımda odanın kapısının açıldığını duymuş ve gözlerimi yavaşça aralamıştım. Onun adım sesleri bana doğru yaklaşırken sadece saniyeler içerisinde kapıda onu görmüştüm. Yeşil bakışları üzerimde ağır ağır gezinirken içeri doğru bir adım attı. "Sana ağrı kesici getirdim." dedi, yumuşacık sesiyle. Sanki az önce yukarıdaki adam o değilmiş gibi.
"Nereden anladın?" dedim, yerimde yavaşça doğrulurken. Bu sırada o da yanıma kadar gelmiş ve yanıma, yatağa oturmuştu. Komodindeki sürahiyle bardağa su doldurup bana doğru uzattığında getirdiği ilacı da almıştım.
"Anlarım ben, kocanım." dediğinde gülmeme engel olamamıştım. O, beni izlerken ilacı ve ardından birkaç yudum suyu da içmiştim. Elimdeki dolu bardağı ona doğru uzattığımda komodine bırakıp bana döndü. Bu sırada ben de dizlerim üzerinde kalkıp ona doğru yanaştığımda ellerimi de omuzlarına yaslamıştım. Bununla beraber eli belimi sararken bir bacağımı diğer tarafa doğru atarak onun kucağına yerleştim. "Çok kritik bir zamanlama.." dedi, gözleri üzerimde dolanırken.
"Sevişelim mi?" dedim, edepsizce. "Yukarıda beni çok azdırdın." Bu sözlerim, onun ifadesinin kırılmasına yol açarken dudakları yavaşça hareketlenmiş ve bir gülüşü bana bahşetmişti. Bense aç bakışlarla avını bekleyen bir kurt gibi onu izliyordum. "Ne kadar güçlü olduğunu göster bana, hadi.." diyerek yukarıdaki sözlerine atıfta bulunduğumda gözleri sürekli hareket eden dudaklarımdaydı. "Beni şu yatakta deli gibi-"
"Maran," dedi, kısılan sesiyle. O konuşurken ben de kucağında rahat durmuyor ara ara kıpırdanarak kendimi vücuduna sürtüyordum. "Baban yukarıda olmasa," derken burnu hafifçe burnuma sürtüyordu. "Tam şu an, burada seni on farklı şekilde.."
"Ah." diyerek zevk dolu bir mırıltının dudaklarımdan dökülmesine izin verdiğimde yeşil gözleri yine deliye dönmüştü. Bu sefer yine bir yangına karışmıştı ve yakmaya hazırdı. "Konuşma, yap."
"Sikeyim," Şehvetle kısılan gözleri, gömleğimin açık düğmelerinden içeri doğru sızarken ben de omuzlarındaki ellerimi bedenine sürterek aşağı doğru indirmiştim. Ellerim aceleyle kemerini bulduğunda nefes alış verişleri tek bir hareketimle sıklaşmıştı. "Bitirirsin sen beni.." dedi, elleri kendi gömleğinin düğmelerine giderken. Bakışları doyumsuzca üzerimde gezinirken hırsla düğmelerini açmaya başladı. Ben de ondan farksız bir şekilde kemerini çıkarıp kumaş pantolonunun düğmesiyle fermuarını hızla açtığımda beni tek bir hamleyle bedeninin üzerinden atmıştı.
Sırtım yatakla buluştuğu an, ciğerlerime derin bir nefesi doldurduğumda boştaki eliyle de benim üzerimdeki gömleğin birkaç düğmesini açmaya başladı. Tamamen çıkarmadı ama giydiğim beyaz dantelli sütyenimin ortaya çıkmasını sağladı.
Bakışları, sütyenimden taşan göğüslerimde haddinden fazla oyalandığında bedenime sürten bedenini çok net hissediyordum. Sadece iki dakika, iki dakikada onu çılgına çevirmiştim.
Hızla dudaklarıma atıldığında elim ensesine gitti. Hırçın öpücükleri beni yoldan çıkarırken diğer elimle de onun gömleğini omuzlarından sıyırmıştım. Dudaklarındaki içkinin tadını daha çok almak isteyerek onu kendime çektiğimde bacaklarım iki yana ayrılmış, onun bedenine dolanmıştı. Kendini vücuduma hafifçe sürttüğü an dudaklarımdan bir inilti koptuğunda ellerim arasında olan pürüzsüz tenini hafifçe okşadım.
Dudaklarının sıcaklığı dudaklarımdan ayrılarak çeneme doğru ince bir yol çizdiğinde ıslaklığı tenime bulaşmıştı. O, göğüslerime inip birkaç öpücük bıraktığında ara ara da küçük ısırıkları varlığını belli ediyordu. Vücudumdaki o varlığından arınmam hep zor oluyordu.
En sonunda dayanamayarak yerimde hızla doğrulduğumda elimi onun pantolonuna doğru götürmüştüm. O da hızla inip kalkan göğsü bedenime çarparken pantolonunu çıkarmak için bir hamle yapmıştı ancak dışarıdan gelen sesler durmasına neden oldu.
"Kenan?" dedi, kapıdaki ses. Bu ses Kılıç'a aitti.
Ben, yaşadığım hayal kırıklığıyla omuzlarımı düşürdüğümde Kenan da gözlerini sıkıca yummuştu. Aldığı nefeslerle göğsü şişerken benim de ondan farkım yoktu. "Sikeceğim," dedi, tıslarcasına.
"En iyisi evimize gidelim," derken kendimi geriye doğru bırakmış ve nefes alış verişlerimi bir düzene sokmaya çalışmıştım.
"Kenan," diyen Kılıç'la beraber Kenan en sonunda dayanamadığında gülmemek için dişlerimi hafifçe dudağıma geçirmiştim.
"Ne var lan ne?" diyerek adeta kükrediğinde elimi kaldırıp dudaklarıma yaslamıştım. Kıkırtılarımı sadece o duyarken kaşları çatıktı. Oysaki onu biraz gevşetmek istemiştim fakat bu mümkün olmamıştı.
"Bir şey bulduk galiba, gelsene yukarı." dedi, Kılıç da. "Ne yapıyorsunuz lan içeride, evinize gitsenize." dediğinde arsızca sırıttım. Kenan'ın gözleri üzerimde gezinirken ben de onu ve muntazam kaslarını inceliyordum.
"Geliyorum şimdi." dedi, daha sakin bir tonda. Bununla beraber kapının önündeki adım sesleri uzaklaşırken o da usulca bana doğru eğilmiş, yüz yüze gelmemizi sağlamıştı. İşte bu, nefesimi tutmama neden olduğunda kokusu her bir yanımı sarmıştı yine. "Aklımı dağıtacak bir şey söyle.." dediğinde bakışlarım onun güzel gözlerinde gezintiye çıkmıştı. Bedenimde hissettiğim varlığı öylesine kuvvetliydi ki onun birkaç dakika içerisinde yukarı çıkamayacağını anlamıştım. Çünkü şu an pek iyi durumda değil gibiydi.
Bakışlarım, bu sözleriyle beraber aşağı doğru yavaşça kaydığında pantolonunun üzerinden belli olan şişkinliği bu düşündüklerimi kanıtlamıştı.
"Feci derecede ıslandım," dedim, onu daha da delirterek. Bu, gözlerindeki alevlerin her yana sıçramasına neden olduğunda dudaklarımı yaladım. "Görmek ister misin?"
"Senin zamanlamanı sikeyim, Kılıç." diyerek söylendi kendi kendine. Ardından da üzerimden çekilirken gözlerini yumdu bir kez daha. "Maran git."
"Banyodayım o hâlde," dedim, yanından kalkarken. Bu sırada ona son bir bakış atmıştım. "İstersen gelebilirsin."
"Maran!" diyerek odayı bağırışıyla inlettiğinde dudaklarımdaki sırıtışla beraber banyoya girmiş ve kapıyı arkamdan kapatmıştım. Onun küfürlerini hâlâ duyarken ben de banyo tezgahına doğru ilerleyip yüzüme su çarparak kendime çeki düzen vermiştim. Ardından da kendime ve ona biraz zaman tanıdığımda banyodan çıkmıştım fakat o yoktu. Demek ki kendine gelmiş ve yukarı çıkmıştı.
Adımlarımı yatağa doğru sürüklerken üzerimdeki düğmelerinin yarısı açık olan gömleği çıkarıp yatağın ucuna bırakmıştım. Sadece sütyenimle kaldığımda son olarak topuklu çizmelerimi de çıkarıp yatağa uzandım. Belki birazcık uyursam başımın ağrısı geçerdi.
Tabii öncesinde bedenimdeki sıcaklığı görmezden gelmem gerekiyordu.
🕳️🕳️🕳️
Gözlerim, etraftaki kalabalıkta gezinirken ellerimi kaldırıp peluş şapkamı düzelttim. Üzerimdeki kürk beni ısıtsa da hava bariz şekilde soğuktu. Üstelik yetmezmiş gibi bu saçmalıkla uğraşıyordum.
Bu sabah Kenan'la beraber tıpkı kafasına koyduğu gibi İstanbul'a gelmiş ve şimdi de müzenin bahçesinde etrafımıza kaçamak bakışlar atarak dolanıyorduk. Girişte bir sürü güvenlikten geçmiş, hatta buraya girerken bir güvenlikle kavga etmiştik.
Kapıdaki aramalar ve denetimler o kadar sıkıydı ki defalarca kez üstümüz aranmış, Kenan da üstüm aranırken cinnet geçirmişti. Çünkü her yerime didik didik bakılmış ve hatrı sayılır birkaç dokunuş da olmuştu. Bu süre boyunca da Kenan o güzel gözlerini güvenliğin üzerinden ayırmamıştı. Hatta onunla kavga etmişti fakat araya girdiğim için adamı dövememişti.
"Sakin ol Allah aşkına," dedim, spor ayakkabılarım üzerinde yürürken. O da yanımda yürürken başında koyu gri tonlarında bir şapka ve gözlerinde de gözlükleri vardı. Fazla dikkat çekmemek için kılık değiştirmemiştik fakat kendimizi de gizlemiştik. Bu iş neticede ciddi bir işti ve şu an epey komik görünüyorduk. Müzeye girişimiz bile epey olaylı olmuşken nasıl olacaktı da dikkat çekmeyecektik çok merak ediyordum.
"O adamı öldürmediğime dua et sen," dedi, gözleriyle bir şahin gibi etrafı tararken. Gözlüklerinden dolayı gözlerini görmüyordum fakat bakışlarının etrafta gezindiğini biliyordum. "Güvenlik taraması ayağına.." dedi ve sustu. Dudaklarını birbirine bastırıp kendine zaman tanıdıktan sonra devam etti. "Ben nasıl dövmedim onu?" derken adımları durmuştu.
"Kenan!" dedim, dişlerim arasından. "Bak buraya kadar geldik, olay istemiyorum. Gördük işte kılıcı, içeride bir sürü güvenlik var.. Hem cam fanusta korunuyor, ona dokunduğun an bile bütün polisler başına toplanacak. Biraz mantıklı düşün ne olur yahu!"
"Onu alacağım," dedi, gayet kendine güvenen bir tavırla.
"Alamazsın, nasıl alacaksın?" diye çıkıştım ona. Böyle konuşuyordum ama olabildiğince dikkatliydim. İkimiz de alçak sesle konuşuyorduk.
"Planım var," dediği an kaşlarım çatıldığında ellerini kabanının cebine yerleştirip gözlerini arkamda kalan bir yere dikti. "Keşke sen gelmeseydin benimle, dikkatimi dağıtıyorsun."
"Sanki beni bir an bile yalnız bırakıyorsun da!"
"Neyse ne," dedi, bıkmış gibi. "Alacağım onu, sen de göreceksin."
"Alsan ne olacak ki?" dedim, ona bakarken. "Senin peşini bırakacak mı? Daha çok peşine düşecek, delirme kendine gel."
"Onun o cesaret edip de alamadığı şeye sahip olmak bile ona yetecek emin ol." dediğinde omzumdaki çantayı düzelttim. Onunla laf dalaşına girmek zordu. "Ona öyle bir oyun oynayacağım ki.." dedi, bunu söylerken bile inanılmaz bir haz alıyordu. Üstelik nasıl bir oyun oynayacağını bilmiyordum fakat hepimizin tüm ilgisi şu an Topkapı'daydı. Saatlerdir burada etrafı didik didik etmiş, etrafı kayıt altına alamadığımız için Kenan'ın bana taktırdığı özel lenslerle etraftan birçok görüntü almıştık. Gözlerimdeki şeffaf lenslerde bir kamera sistemi vardı ve bize epey bir yardımı dokunmuştu.
Beraber ara sokaktaki arabaya doğru ilerlerken tıpkı geldiğimizdeki gibi etrafı yine gözleriyle kontrol etmiş, her bir ayrıntıyı zihnine kazımıştı. "Ne zaman geliyoruz?" dedim, büyük minibüsün sürgülü kapısı Kılıç tarafından içeriden açılırken. Kendimi içeri attığımda o da arkamdan binmiş ve araç aynı hızla da devam etmişti.
"Gece geleceğim yine," dedi, Kenan. Kendini bir koltuğa bırakırken şapkasıyla gözlüğünü çıkarıp monitörlerin olduğu masaya doğru adeta fırlattı. Gece, müzenin bağlı olduğu elektrik sistemiyle oynayıp sistemi bozmaya çalışacaklardı ve böylelikle de yarın müzedeki güvenlikler elektrikte bir sorun olduğunu fark edip bir mühendis çağırmak durumunda kalacaklardı. Bu çakma mühendis de kocam olacaktı.
"Başımıza iş alıyoruz, ben söyleyeyim." dedim, kafamdakini çıkarırken. "İçeri tıkacaklar seni en sonunda. Don atlet getiririm artık!" Güldü sadece bu sözlerime.
"Siz girerken Dimitri'nin adamları da çıktı." dedi, Kılıç. "Bir an olsun boş bırakmıyorlar." derken çantamdan çıkardığım lens kutusuna gözümdeki lensleri yerleştiriyordum.
"Maran'ı getirmeyin yarın," diyen Kenan, hızla başımı ona doğru çevirmeme neden olduğunda kaşlarım da eş zamanlı olarak çatıldı. "Uçağı ayarladım senin için, akşam yemeğinden sonra dönüyorsun. Yalnız olmayacaksın, Bora ve birkaç koruma da seninle olacak.."
"Bak, gönderdin beni şu an." diyerek onu alaya aldığımda derin bir nefes verdi dudakları arasından. "Gitmiyorum, avucunu yalarsın."
"Gideceksin."
"Gitmeyeceğim." Bakışları ağırca bana döndü. Kılıç'la Yiğit'in bakışları ikimiz arasında gidip gelirken Kenan'a sadece bakışlarımla meydan okuyordum. "Madem beni buraya getirdin, beraber döneceğiz."
"Seni yalnız bırakamazdım çünkü."
"Şu an yaptığın ne?" dedim, hiddetle.
"Her ne kadar içime sinmese de seni yalnız göndermiyorum," diyerek o da bana çıkıştığında Kılıç'la Yiğit bizi duymuyormuş gibi başlarını cama doğru çevirmişlerdi. "Bir kere, sadece bir kere beni dinle. Bırak şu inadı."
Gözleri gözlerimdeyken başımı hafifçe ona doğru yaklaştırıp gözlerimdeki kararlılığı görmesini istedim. "Bak bakayım bana, süs köpeğine benziyor muyum? Her dediğini yapacağımı mı sanıyorsun?" dediğimde birkaç saniye gözlerime bakmış ve ardından önüne dönmüştü.
"Dediğimi yap sen Yiğit." dedi, beni umursamayarak. Yiğit de bununla beraber bir bana bir de ona baktı. "Bana bak, bana."
"Tüm planı ifşa ederim," dedim, hiç düşünmeden. Bu, onun bakışlarının bana dönmesine neden olurken diğer iki çift bakış da bana dönmüştü. "Yaparım, ihbar etmem beş saniyemi alır."
Bu sözlerim, yeşil gözlerinden bir ifadenin geçmesine neden olurken bakışları çok hafifçe kısılmıştı. Söylediklerimi hiç düşünmeden yapacağımı en iyi bilen oydu ve şu anda da onu açık açık tehdit ediyordum.
"Sen beni tehdit mi ediyorsun?" dedi, tehlikeli bir tınıyla. Dudağımı büzüp bakışlarımı kısa bir an onun üzerinden çektim.
"Nasıl anlıyorsan." Bakışları uzunca bir süre üzerimde gezinirken gözlerimi, ciddiyetimi anlaması için bir an bile gözlerinden ayırmamıştım. Kılıç ve Yiğit, şaşkınlıkla bana bakarken, "Karşına almak istiyorsan da alırsın tabii." diyerek önüme dönmüş ve tüm yol boyunca ağzımı açmamıştım.
Sessizce yolculuğumuz sürmüş, en sonunda da Kenan'a ait evin önünde durmuştuk. Buraya daha birkaç hafta önce onunla beraber gelmiştim fakat şu an çok farklı bir amaçla buradaydık.
Onun bakışlarının ağırlığını sık sık üzerimde hissederken elimdeki kahveyi yudumlayıp konuşulanları dinliyordum. Babam ve Turgay Amca da dahil olmak üzere ekipten birkaç kişi İzmir'den olayları takip ediyordu. Babam beni sık sık arıyor, ara ara beni kontrol ediyordu.
"Ara sokaklardan birine açılan bir arka kapısı var," dedi, Kılıç. "Biz de baktık etrafa falan ama gerçekten çok iyi korunuyor. Bence riske atıyoruz-"
"Kapa çeneni Kılıç." dedi, Kenan. "Alacağım diyorum amına koyayım bir güvensenize bana."
"Güveniyoruz zaten ama başımıza iş açacaksın!" dedi, Yasemin de. "Polis düşecek peşine, bu ciddi bir mesele. Tarihi eser bu, öyle sıradan bir şey değil ki."
Kesinlikle aynı fikirdeydim.
Dünden beri Kenan'a herkes bunu anlatmaya çalışıyordu fakat o kadar inatçıydı ki kafasına bir kere koymuştu. Yine de onun bizden gizli düşündüğü birkaç şey daha vardı ki aksi hâlde bu kadar rahat olmazdı.
"Akşam sen geliyorsun benimle," dediğinde gözlerime adeta ölüm yerleşmişti. Kenan, tam karşımda otururken bense ayaktaydım fakat bunu Yasemin'e söylemişti. "Konuştuk zaten biliyorsun, beraber gireceğiz içeri. Ona göre hazırlan.."
Bakışlarım onun üzerinden ayrılmazken elimdeki kupayı dudaklarıma yaslayıp gözlerimi gözlerinden ayırmadan kahvemden büyük bir yudum aldım. O da arkasına yaslanıp gözlerime baktığında boştaki elimi kaldırıp işaret parmağımla boynuma hayali bir çizgi atmıştım. Bu, o güzelim dudaklarında bir hareketlilik oluştururken gülmemişti fakat çok hafifçe dudaklarının kıvrıldığını görmüştüm.
O, bu gece ölüm istiyordu.
Ona bugün istediğini verecektim.
🕳️🕳️🕳️
"Müzenin girişini ve çıkışlarını gören kameralar da tamam," dedi, Bartu gözlerini sayıca fazla olan bilgisayarlardan ayırmadan. Her bir ekran farklı bir kameraya aitken bu kameralara çevre binalardakiler de dahildi. Tek tek tüm kameralara Bartu ulaşmış, koca minibüsün içine adeta bir sistem kurmuştu.
Gözlerim, ön koltukta oturan Kenan'ın üzerindeyken o da sonuna geldiği sigarasını ağır ağır içiyordu. Tam sağında kalan aynadan o da beni dikizliyordu ve bunu fark ettiğimi de biliyordu.
"Rojo'yla Kaan girdi mi?" diye sordu arkaya doğru. Rojo'yla Kaan farklı kılıklarla tam iki dakika önce ayrı ayrı müzeye girmişti. Kontrollerden sorunsuz geçmiş, müzenin içerisine girmişlerdi. Müzenin içerisini gören bir kameramız maalesef yoktu, çünkü bu bizim için mümkün değildi. Ancak giriş ve çıkışlardaki kameralarla bahçeyi görebiliyorduk. Rojo bir turist rolündeyken Kaan da etraftaki güvenliğin dikkatini bir şekilde kendi üzerine toplayacaktı. Tabii bu, Kenan içeri girdiğinde olacaktı.
"Girdiler," dedi, Bartu.
"Sıra sende," diyerek direksiyondaki Kılıç konuştuğunda hiç olmadığım kadar gergindim. Bu saçmalığa nasıl olmuştu da dahil olmuştum bilmiyordum ama onları da durdurabildiğim söylenemezdi.
"Plakayı değiştirmeyi unutma," dedi, sigarasını açık camdan dışarı atarken. "Ben çıkmadan birkaç saniye önce değiştir, sorun istemiyorum." derken başını ilk kez arkaya doğru çevirip direkt olarak benimle göz göze geldi. Sadece birkaç saniye süren bakışmamız, "Yaklaş yanıma." demesiyle son bulurken oturduğum yerde hafifçe kayıp ona yanaşmıştım. Onunla küs değildim fakat onun için endişelendiğimi biliyordu.
Elini kaldırıp yanağıma yasladığında etraftakileri hiç önemsemeden dudaklarıma sanki son kez öpüyormuş gibi tutkulu bir öpücük bırakmıştı. Baş döndürücü öpücüğü bedenimin alev almasına neden olurken aslında bu kısa sürmüştü fakat bana dakikalar gibi gelmişti. "Yirmi dakika sonra yanındayım," dedi, söz verir gibi. Mavi gözlerim onun gözlerinde dolaşırken, "Hiçbir şey olmayacak, güven bana." diye fısıldamıştı.
O, bir şey söylememe fırsat vermeden üzerinde de tulumu bulunan elektrik şirketine ait elindeki şapkayı başına geçirmiş ve tamir çantasını eline alarak arabadan inmişti. Dolu gözlerimi kırpıştırıp çenemi koltuğa yasladığımda Kılıç'ın bakışları onun ardından bana döndü. "Rahat ol, Kenan bu." dedi, beni yatıştırmaya çalışarak.
"Bir şey olacak, hissediyorum." diyerek konuştuğumda yaşlarımın akmaması için epey direniyordum. O burada değilken ağlamayacaktım.
Minibüsün içerisindeki sessizlik dakikalarca sürüp giderken Bartu'yla Yasemin büyük bir dikkatle bilgisayardaki görüntüleri takip ediyordu. Kılıç etrafı kolaçan ederken ben de görüntüleri izliyordum.
Tıpkı planlanıldığı gibi Kaan, müzenin bahçesinde olay çıkarmış ve neredeyse tüm güvenlikleri başına toplamıştı. Tüm bunlar olurken de Kenan çok kısa bir an kamerada görünmüş, kapıdaki bir güvenlikle beraber elektrik sisteminin işlediği odaya çoktan girmişti. O odaya girdikten çok kısa bir süre sonra da Kaan kendine düşen görevi yapmıştı. Başka bir kameradanda elektrik odası izlenirken orada sadece iki güvenlik vardı. Biri dışarı çıkmış ve diğeri Kenan'la baş başa kalmıştı. Diğer güvenlik önündeki kamera görüntülerinden müzenin içerisini kontrol ederken sadece birkaç dakika içerisinde Kenan onu bayıltmıştı. Bu sırada da Kenan, güvenliklerin Kaan'ın başına toplanmasından faydalanarak dışarı çıkmış ve müzenin içerisine girmişti.
"Bu adam manyak," dedi, Yasemin dakikalar sonra ilk kez konuşarak. Kenan'ın söylediğinin aksine neredeyse yarım saat geçmişti o gideli. "Babasının ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum." Gözlerimi kıstım Yasemin'i incelerken. Bu ne diye bu kadar yolu gelmişti anlamıyordum. Onca adamın içerisinden Kenan'ın onu getirmesi de sinirlerimi bozuyordu.
Geri kalan dakikalarda bahçedeki kargaşa devam ederken dışarıdan gelen alarm sesi de eş zamanlı olarak arabanın içerisini doldurdu. Bu, gerilmeme neden olurken başımı cama doğru çevirmiş ve beklemeye başlamıştım. Bu esnada Kılıç da hazırlanırken kalbim deli gibi çarpıyordu. İçimdeki bu endişeyle karışık saçma heyecan, böyle bir işe ilk kez karıştığım içindi. Diğerleri de epey gergin ve heyecanlıydı fakat emindim ki benim kadar değillerdi.
"Siktir," dedi, Yiğit ekranı izlerken. "Erken fark edildik."
"Çıkacak şimdi," diyen Kılıç, plakayı değiştirmek için arabadan hızla indiğinde kalbim çıkacak gibiydi.
"Bulun şu adamı," diyen ses dışarıdan gelirken gözlerim sokak aralarında geziniyordu fakat görünürde hiç kimse yoktu.
"Nerede bu herif?" dedim, sinirle. Gözlerim dışarıda gezinirken Rojo ve Kaan da olay yerinden sıvışmıştı. Onların nasıl ayrıldığını kameradan görebilirdim fakat hiç izlememiştim bile.
"Orada," diyen Bartu, elini uzatıp açık kapıdan bir binanın tepesini gösterdiğinde onun elini takip etmiştim.
Pekâlâ, bunu beklemiyordum.
Gözlerim irileşirken önce birkaç el ateş edildiğini duymuş, bu gürültüyle tüm sokak adeta yankılanmıştı. Eş zamanlı olarak da Kenan, hiç düşünmeden son çare olarak binanın tepesinden atladığında bu saniyelik bir şeydi fakat onu izlerken kalbim adeta dudaklarıma tırmanmıştı.
O, binanın hemen aşağısında park hâlinde duran bir arabanın üzerine sırtüstü düştüğünde arabanın tavanının içe göçtüğünü buradan bile görebilmiştim fakat o durmadı, bir saniye bile kaybetmeden arabanın üzerinden çevik bir şekilde takla atarak karaya ayak bastığında arkasında kalan adamlar görünürde değildi fakat sesleri duyulmayacak gibi değildi.
"Uçtu herif resmen." diyen bir sesi çok net duyduğumda minibüsün içerisindeki herkes de aynı şeyi düşünüyordu. Kesinlikle ona boşuna Spiderman demiyordum!
Araba hareket haline geçtiği an elimi uzatıp onun elini tuttuğumda benden beklenmeyecek bir güçle onu içeri doğru çekmiştim. Eş zamanlı olarak altımızdaki araba hızla hareket ettiğinde hâlâ ateş açıldığını duyuyordum. Fakat önemli bir sorunumuz vardı.
Kenan'ın üzerindeki ceketin kol kısmı delinmiş ve gri ceketi kan olmuştu.
"Vuruldun mu?" dedim, hiddetle. Elimi ona doğru uzatıp ceketinin fermuarını açtığımda o da başındaki şapkayı çıkarıp elinde sıkı sıkıya tuttuğu çantayı bırakmıştı. Nefes nefese ve kan ter içindeydi. "Sana demiştim!"
"Adam harbi uçtu." dedi, Bartu. Kahverengi gözleri tıpkı benimkiler gibi irileşmiş, olan biteni şaşkınlıkla izliyordu. Pekâlâ, şu an herkes o kadar şaşkındı ki kimse konuşamıyordu bile.
Kenan'ın ceketini yavaşça çıkarıp tişörtünün açıkta bıraktığı koluna baktığımda kan yoğundu. Kolunu kurşun delip geçmişti ve oluk oluk kanı akıyordu. "Kılıç, ne yapacağım?" dediğimde Kılıç hızla konuştu.
"Kurşun içeride mi?" dedi, dikiz aynasından Kenan'a doğru profesyonelce bir bakış atarak. Bakışlarımı Kenan'a doğru çevirip elimi koluna sardığımda canını yakmadan parmaklarımla çok hafif bir baskı uyguladım.
"Evet," dedim, başımı sallayarak. "Çok kanıyor."
"İyiyim ben," dedi, Kenan ilk kez konuşarak. Hâlâ nefes nefeseydi ve üstelik canının yandığını görüyordum. "Görüntüleri yok et Bartu," derken hâlâ bunu düşünmesi beni delirtiyordu. Ellerim onun kanına bulanmıştı fakat kendisi hiç acı çekiyormuş gibi değildi.
"Sikeceğim şimdi seni de işini de," diye çıkıştım ona. Bu, bakışlarının bana dönmesine neden olurken çatık kaşlarımla ona bakıyordum. "Vuruldun, hasta herif! Biraz acı çeksene!"
"Tampon yap Maran," dedi, Kılıç da. Bu sırada Yasemin de onun elinden attığı çantaya uzanmıştı. Onu umursamadan Kenan'a doğru döndüğümde çıkardığım ceketini hızla koluna bastırmıştım. Diğer elimi kaldırıp alnına doğru düşen birkaç serseri tutamını geriye doğru ittirdim. "Ormanlık yola çekeceğim arabayı birazdan, çıkaracağım kurşunu merak etme.."
Kılıç direksiyondaydı fakat lastik izlerini takip etmemeleri için şu an boş tur atarak peşimizden geleceklerin kafasını karıştırmaya çalışıyordu.
"Almış," dedi, Yasemin. O, herkesin ilgisini çekerken Kenan'la benim bakışlarımız sadece birbirimizdeydi. O yeşil gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "Yok amına koyayım ya!" dedi, şaşkınca.
"Sana demiştim," dedi, sık nefesleri arasında. Demişti. "Alacağım dedim." Almıştı.
Mavi gözlerim onun gözlerinde gezinirken kirpiklerimi büyülenmişçesine kırpıştırdım birkaç kez.
O işte böyle bir adamdı.
Söylediklerinin arkasında duruyordu ve bu her ne kadar bazen ürkütücü bir seviyeye ulaşsa da bu beni etkiliyordu.
Tıpkı şu an olduğu gibi.
"Eve gidince hatırlat," dedim, koluna baskı uygularken. Bakışları benden bir an olsun ayrılmazken dudaklarında yorgun bir sırıtış oluştu. "Ki unutabileceğimi sanmıyorum da.. Seni bir ay yataktan çıkarmayacağım."
Son sözlerim bunlar olurken, "Asıl şimdi başlıyoruz." dedi, son kez. "Daha hiçbir şey görmedin."
O gün, bu sözlerinin ne anlama geldiğini çok sonradan anlayacağımı bilmiyordum.
Nereden bilebilirdim ki sandığımdan daha tehlikeli olacağını?
🕳️🕳️🕳️
Televizyondan yankılanan spikerin sesi kulaklarıma ulaşırken masadaki pamuğa doğru uzanmıştım. Mahzende büyük bir kargaşa varken sesler uğultu gibi geliyordu. Aklım dağınık, tüm ilgim yanımdaki bedendeydi.
"..Şahıs uluslararası kuvvetlerce aranmakta.." dedi, televizyondaki alımlı genç kadın. Gözlerim kısa bir an ekrana takılırken usulca Kenan'a yaklaşmış ve elimdeki pamuğu yarasına hafifçe bastırmıştım. Yeşilleri yüzümde, onun da tüm ilgisi bendeydi.
"Senden bahsediyor," dedim, yapmacık bir gülümsemeyle. "Çok havalısın."
Bu sözlerim onu güldürürken elimdeki pamukla yarasını temizliyordum. Kılıç dün arabayı söylediği gibi ormanlık alana çekip onun kurşununu çıkarmıştı ve açıkçası iyi görünüyordu da. Herhangi bir yerine zarar gelmemişti fakat baş başa kaldığımız her an canının acıdığını söyleyerek bana naz yapıyordu.
Kim derdi ki bu adam dün tüm dünyayı ayağa kaldırmıştı?
"Arabayı hallettin mi?" diyerek Kılıç'a döndüğünde onu başıyla onayladı.
"Bizimle alakalı olabilecek tüm izleri yok ettim, söylediğin gibi de Dimitri'nin malikanesine sokmadan önce onun DNA'sını yerleştirdim arabaya.."
Dün, hızla İstanbul'da ormandaki eve geçip oradaki tüm izleri de tek tek yok etmiştik. Ardından Kenan, o hâlde bile birkaç saat içerisinde icraate dökene kadar kimseye söylemediği başka bir planını devreye sokmuş ve hiçbirini hâlletmeden İzmir'e dönmemişti. Ona dair tüm izleri yok edip onun yerine Dimitri ve adamlarına ait DNA örneklerini yerleştirmişti. Minibüsü sanki ona ait bir araçmış gibi onun evinin garajına bir şekilde sokmuştu ve bunu nasıl yaptığını hâlâ anlamamıştım. Büyük ihtimalle Dimitri'nin adamları arasından da tuttuğu birkaç adamı olmalıydı. Onlar konuşurken pür dikkat onları dinlemiş ve hiçbir detayı kaçırmamaya çalışmıştım.
Kısacası her şey ama her şey tüm detayına kadar Dimitri'yi gösterirken şu an ekranda da onun fotoğrafı büyüyüp küçülüyordu. Aylardır müzeye olan sık ziyaretleri ve şüpheli davranışlarıyla zaten dikkati üzerine çekmişken bu epey kolay olmuştu. Üstelik Rojo ve Kaan da müzeye başarılı bir kılık değişimiyle girmişti ki Kenan da onların içerisine dahildi. Kamera kayıtları da yok edildiğinden dolayı kimse hiçbir şeyi ispatlayamazdı. Tüm bunların yanında müzeden alınan kılıç da Dimitri'nin evine, herkesten gizlediği bodrum katına saklanmıştı.
O, tüm bunları hangi ara akıl edip yapmıştı bilmiyordum fakat ben her şeyi daha bu sabah öğrenmiştim. İnternetteki haberler ve televizyondaki haber kanallarıyla durumu fark etmiştim. Resmen ekibin içerisinde bile titiz ve gizli bir şekilde çalışıyordu.
Elimdeki bandajı yarasına sararken gözlerim yan profilindeydi. Tüm gece uyumamasının nedeni demek buydu. Gerçi hiç kimse uyuyamamıştı, çünkü herkes özel kuvvetler tarafından bir baskın bekliyordu.
"Hayatını tehlikeye attın ve atmaya da devam ediyorsun," dedi, Turgay Amca. O ve babam da tüm bunlardan etkilenmişti fakat babam bunu söyleyip Kenan'ın egosunu tatmin etmek istemiyordu.
'Onun yerine sen ediyorsun.'
"Annen şu hâlini görse kadıncağızın kalbine iner." derken ona tasvip etmediği belli olan bakışlar atıyordu fakat hepimiz farkındaydık ki oğluna hayranlık da duyuyordu aynı zamanda.
Dudaklarımda bir gülümseme oluşurken Kenan da babasını yanıtladı. "İyiyim, yok bir şey." dedi, dinç bir sesle. "Ufak bir sıyrık, önemli bir şey değil."
"Gece öyle demiyordun," dedim, dayanamayarak. Bu, yeşil gözlerinin odağı olmama neden olduğunda gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp dün geceki taklidini yaptım. "Canım çok acıyor, Maran.." Babam ve Turgay Amca da dahil herkes gülerken o da sırıtmaya başladı.
"Sonrasını da anlatacak mısın?" dedi, sadece benim duyabileceğim bir şekilde. Bu, bakışlarımın gözlerine dalmasına neden olduğunda üzerinde serseri bir tavır vardı.
"Üzerini giy," diyerek yanından kalktığımda dudaklarımda aptal bir sırıtış vardı. Masadaki pansuman çantasını alıp merdivenlere yöneldiğimde arkamdan geleceğini biliyordum.
Tam da tahmin ettiğim gibi ben aşağı indikten tamı tamına otuz saniye sonra o da peşimden gelmişti. Koridorun sonundaki banyo dolabına elimdeki çantayı yerleştirip ellerimi yıkamaya koyulduğumda çok geçmeden kapıda görünmüştü.
"Evimize gidelim mi?" dedi, sesindeki bariz imayla.
Hâlâ onun varlığını koruyan tenim karıncalanırken ona yandan bir bakış attım. "Bence bir süre ortalarda görünme. Kal burada, ben eve gideceğim." Kaşları çatıldı, duvara yaslanırken.
"Bensiz ne yapacaksın evde?"
"Duş almam gerek, bir sürü işim var.. Günlerdir peşinde dolanıyorum, işlerimi aksattım."
"Tamam gidelim işte."
"Dışarısı pek güvenli değil bence." derken elimi kurulayıp ona döndüm. "Özellikle senin için."
Gözleri birkaç saniyeliğine yüzümü turladığında tişörtünü giydiğini yeni fark etmiştim. Kol kısmından sargısı belli oluyordu ve iyileşene kadar dışarı her çıktığında onu saklaması gerekecekti. "Ya eve gideceğiz ya da burada, benimle kalacaksın. Seç birini."
"Eve gitmem gerek Kenan," derken yanından geçmek için bir hamle yapmıştım ki buna izin vermeyip kapıyı kapatarak sırtımın kapıya yaslanmasına neden oldu.
"Senin evin, benim yanım." dedi, oldukça kro bir şekilde. Bununla beraber burnumu kırıştırdığımda bir eli ince belimi sarmıştı. "Hani bir ay çıkmayacaktık yataktan?" dediğinde güldüm. "Verdiğin sözü tut."
"Bir ay boyunca tüm işimi gücümü bırakamam."
"Sözünü tut." dedi, inatla.
"Çocuk gibisin." dedim, gözlerine bakarken. "Sapık bir çocuk."
"Teklifi sen yaptın, sapık olan ben oluyorum nasıl iş bu?" dediğinde yüzlerimiz o kadar yakındı ki o sıcak nefesini tenimin her bir yanında hissediyordum. "Naz yapma, istediğini biliyorum." dedi, yaralı bir adama göre fazla dinç bir şekilde. Gerçi dün gece ne kadar dinç olduğunu görmüştüm.
"Ne istiyormuşum?"
"Beni." diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Bu, bakışlarımın pembemsi dudaklarına düşmesine yol açarken kesinlikle söylediklerinde haklıydı. Üstelik içimi bu kadar net görmesi sinirlerimi bozuyordu. "Bırak kendini, gireyim içine.."
Edepsiz kelimeleri her bir uzvumu etkisi altına alırken onun cazibesine karşı koyabilecek gücüm yoktu. Kendimi ağırdan satmaya çalıştığım her an ona daha çok çekiliyordum ve bu çok saçmaydı.
Elimi kaldırıp ensesine yerleştirdiğim an onu hızla kendime doğru çektiğimde yumuşacık lezzetli dudakları dudaklarıma yaslanmıştı. Belimdeki eli sıkılaşırken boştaki eli hızla taytımın lastiğine gitti.
Dişlerimi üst dudağına geçirip onu kendime doğru çektiğim an boğazının gerisinden yükselen hırıltı banyonun fayanslarında bir yankı bıraktı. Elimin altındaki bedeni tek bir dokunuşumla kaskatı kesilmiş, asıl o kendini bana teslim etmişti.
Eli taytımın içerisine sızıp kalçamı acuçladığında bedenimi bedenine yasladım. "Şu kalçaların.." dedi, genizden gelen sesiyle.
"Arasında olsan daha etkileyici olabilir," Bu edepsiz sözlerim onun yeşil harelerinin yuvalarında dönmeye başlamasına neden olduğunda taytımı üzerimden sıyırmak için bir hamle yapmıştı fakat ona müsaade etmedim. "Babam yukarıda, unuttun herhalde?"
"Baban nereden bilecek bizim si-"
"Terbiyesiz herif." diyerek onu göğsünden ittiğimde kaşları çatıktı.
"Beni çıldırtacak şeyler söyleyip arkanı dönüp gidiyorsun ya," dedi, ben üzerimi düzeltirken. Gözlerindeki alev toplarını bedenimin her bir köşesine bırakırken baş başa kaldığımız ilk an bana neler yapacağı hakkında tahmin yürütmeye başlamıştım bile. "Deli oluyorum," derken elini bir kez daha belime atıp beni yine vücuduna yaslamıştı. Fakat bu sefer daha sertti. Her şeyiyle. "Seni bu mahzenin her köşesinde öyle bir becereceğim ki," Gözleri dudaklarıma indi usulca. "O aklın duracak."
"Hmm," diye mırıldandım dudaklarına doğru. "Otuz yaşına gelmiş adamsın ama şu hâllere bak." dedim, onaylamıyormuş gibi. Bu, dudaklarından hoş tınılı bir gülüşün dökülmesine neden olurken, "Bana daha dokunmadan boşalacaksın neredeyse." diyerek bedenimde hissettiğim o uyarıcı varlığına atıfta bulundum.
"O iri, dolgun göğüslerine boşalmak istiyorum." dedi, arsızca ve de oldukça edepsizce.
"Ben de tam ağzımın içerisine.." dediğim an gözlerini yumduğunda dudakları arasından usulca verdiği sıcak nefesi dudaklarıma çarptı, bedeninde oluşan o hareketliliği çok net hissettim. "18 yaşına döndün sayemde." derken epey eğleniyordum.
"Maran seni 18 farklı pozisyonda si-"
Hayal etmesi zordu.
"Şşh," diyerek böldüm sözlerini. "Ne kadar edepsiz oldun sen?" dedim, hayretle.
"Sen konuşturuyorsun beni," dedi, küçük bir çocuk gibi şikayet edercesine. Bu, kıkırdamama neden olurken ondan uzaklaşmadan önce dudaklarına uzun ve bir hayli tutkulu olan bir öpücük bıraktım.
"Ben çıkıyorum," dedim, koluna bir bakış atarken. "İşlerimi halledip gelirim, sen de uslu dur mümkünse.. Başına bir bela daha alma."
"Gitme," dedi, o çocuksu yanıyla. Bu büründüğü masum hâl bile beni etkilerken çocuk gibi bakan o yeşil gözlerine baktım bir süre.
"Sen nasıl bir herifsin ya?" dedim, hayretle. Başımı hafifçe iki yana salladım inanamıyormuş gibi. "Neredeyse az önce söylediklerini unutacağım, bakma öyle."
"Gidecek misin?" dedi, beni umursamayarak.
"Gitmem gerek, işlerim var." dediğimde suratını asmıştı. "Geleceğim işte akşam, ne asıyorsun suratını?"
"Kılıç bıraksın seni, o da hastaneye gidecekti."
"Eve gideceğim ben önce, ters kalır ona." derken kapıyı açmış, beraber banyodan çıkmıştık.
"Bıraksın işte pezevenk, ne işi var sanki?" diyerek o klasik hâline büründüğünde gözlerimi baydım gülerek. "Sonra şantiyeye mi gideceksin?"
"Evet," dedim, merdivenleri çıkarken. O da arkamdan basamakları tırmanıyor, tahmin ettiğim üzere de götümü kesiyordu. "Bir sorun olmuş, gidip bakmam gerek." derken omzum üzerinden ona bir bakış attım. Tam da tahmin ettiğim gibiydi. "Sapık mısın sen?"
"Sana sapığım, bilmiyorsun sanki." dediğinde başımı iki yana sallayarak gülmüş ve hızla merdivenleri bitirmiştim. Babam ve Turgay Amca ortalarda görünmüyordu, büyük ihtimalle gitmişlerdi.
"Kılıç, Maran eve gidecek," diyerek kahvesini içen Kılıç'ın dikkatini kendine çevirdi. "Beraber çıkarsınız."
"Tamam," dedi, geri çevirmeden. "Çıkacağım şimdi, hazır mısın sen yengecan?"
"Hazırım," derken ceketimi giymiş, çantamı koltuktan almıştım. Ardından Kenan'a doğru döndüğümde eli yine belimi bulmuş,hiç kimseyi umursamadan dudaklarıma derin bir öpücük bırakmıştı.
"Çabuk gel," dedi, sıcacık nefesi tenimi yalarken. "Seni bekleyeceğim."
Gözlerim onun güzel gözlerinde kısaca dolandığında biraz daha kalırsam gitmeme asla müsaade etmeyeceğini bildiğim için hızla ondan ayrılıp mahzenden Kılıç'la beraber çıkmıştık.
"Olcay'la nasıl gidiyor?" dedim, o arabayı çalıştırırken. Arabanın soğukluğunu da fark etmiş olacak ki bir yandan da klimayı açmıştı.
"Trip atıyor bana," dediğinde güldüm. Olcay, son birkaç gündür olanları bilmediğinden dolayı Kılıç'ın ortalıktan yok olmasına epey bozulmuştu ki haklıydı da. Fakat bu olay mahzenin dışına çıkmayacağı için Kılıç Olcay'a hiçbir şey anlatmıyordu. "Alırım onun gönlünü, hastaneye geçmeden uğrayacağım yanına."
"Üzme arkadaşımı," dedim, ciddiyetle. "Öldürürüm seni."
"Üzebilir miyim sence onu?" dediğinde dudağımı büzüp omuz silktim.
"Siz erkeklerin sağı solu belli olmuyor maalesef."
"Kocanla karıştırma bizi."
"Kocama kurban ol sen." diyerek onunla bir laf dalaşına girdiğimde gülmüş, geri kalan yolculuğumuz da böyle devam etmişti. Onunla olan laf dalaşımız pek meşhur olduğundan herkes buna alışıktı. Aynı şey Olcay'la Kenan arasında da geçerliydi ve onlar da çok fazla atışıyordu.
Uzun süren yolculuğumuz evin önünde son bulurken emniyet kemerimi çıkarıp ona son bir bakış attım. "Sağ ol kral," Güldü.
"Görüşürüz, dikkat et kendine."
"Sen de." diyerek arabadan indim ve evin büyük, çift kanatlı kapısına doğru yürümeye başladım.
🕳️🕳️🕳️
"Sen Japonya'dan döndüğünde gideriz," dedim, gözlerim önümdeki makette gezinirken. Gözlerimdeki gözlükle geniş koridordaki maketi incelerken elimdeki minyatürü yapay bahçenin köşesine bırakmıştım. Bu sırada karşımdaki trabzanlara yaslanmış beni izliyordu.
"Japonya işini biraz erteledim, olayları biliyorsun." dediğinde başımı salladım.
Olaylı müze maceramızın üzerinden neredeyse iki hafta geçmişti ve Dimitri de zaten ilk günden gözaltına alınmıştı. Fakat duyduğuma göre avukatları sıkı çalışıyordu. Bu yüzden Kenan da çalışmalarını aksatmıyor, aksine daha yoğun çalışarak onun içeriden çıkmaması için elinden geleni yapıyordu ama öyle görünüyordu ki Dimitri sandığımdan daha güçlü ve tehlikeli bir adamdı.
"O zaman sen gitmeden önce gideriz Trabzon'a," dedim, soru sorarcasına. Ardından da büyük bir ilgiyle uğraştığım maketten başımı kaldırıp ona bir bakış attım. "Yani senin için işler sıkıntı yaratmazsa eğer.."
"Gidelim, problem değil benim için." diyerek yanıtladı beni, maketin üzerinde gezinen ellerimi izlerken. Ben çizim yaparken ya da maketlerimle uğraşırken beni izlemekten büyük bir zevk alıyordu. Açıkçası genel olarak beni izlemeyi seviyordu. "Yarın öğlen abimlerle beraber çıkarız yola istersen?" dediğinde bir süre durup programımı düşündüm. Şantiyede işler problemsiz ilerliyordu ve birkaç gün ortada olmamam sıkıntı yaratmazdı. Üstelik babam da sık sık şantiyeyi ziyaret ediyordu.
"Olur," dedim, omuz silkerek. "O zaman gidip bavul hazırlayayım kendime, sabah elim ayağım birbirine girer kesin!" derken masanın köşesinde duran kahvemi elime alıp ona döndüm. "Geliyor musun odaya?" dediğimde yeşil gözlerini ancak o zaman maketimden alabilmişti. Bakışlarım onun üzerinde dolanırken, "Ne o, çok mu beğendin?"
"Ben küçükken babam her bu zımbırtılarla uğraştığında onu izliyordum," dedi, açıklama yaparak. Bu, kocaman gülümsememe neden olduğunda o küçük Kenan gözümde canlanmıştı. "Aklıma o zamanlar geldi.." diyerek yaslandığı yerden doğrulduğunda kollarını da çözmüş, bana doğru adımlamaya başlamıştı.
"Sen niye mimar olmadın?" dedim, merakla.
"Ben doktor olmak istiyordum," Evet, bunu biliyordum. "Babam da en azından şirketin başına geçmem için bir bölüm okumamı istedi ve ben de Ekonomi okudum."
"Pişman mısın?" derken odaya girmiştik.
"Değilim, işimden memnunum." dediğinde bunu o söylemese de biliyordum. İşinde oldukça iyiydi ve hiç de eğreti durmuyordu. "Ama tıp fakültesini bitirmek isterdim tabii ki."
"Hangi alanı istiyordun?" Elimdeki kahveyi makyaj masamın üzerine bırakırken o da önce benim bavulumu, ardından da kendi bavulunu dolabın içerisinden çıkarmıştı.
"Beyin," dedi, bana ait bavulu çok hafifçe ittirip önümde durmasını sağlarken. Ben, bavulu elimle yakalayıp bir süre gözlerimi onun üzerinde gezdirdiğimde dudağım hafifçe öne doğru büzüldü.
"Babana kızıyorum," dediğimde güldü.
"Evet, ben de."
"Diretseydin belki bu kadar ısrarcı davranmazdı." derken dizlerim üzerinde çöküp bavulumu açmıştım. Bu esnada o da bavulunu açarken hoş bir sohbetin içerisindeydik.
"Davranırdı," dedi, kendinden emin bir şekilde. "Babam iyi bir baba ama bazen bencil davranıyor." dediğinde ona olan bu kırgınlığını biliyordum. Daha önce de birkaç kez konuşmuştuk ve aynı şeyleri söylemişti. "Abimi daha çok sever, Bige'nin yeri çok ayrıdır çünkü o evin şımarık büyütülen kızı.."
"Sen?" dedim, gözlerim onun üzerindeyken.
"Ben.." dedi ve durdu. Düşündü bir süre, dolabın kendi tarafında olan kısmından birkaç kazağını çıkarırken epey oyalandı. "Ben onun serseri oğluyum." derken gülmüştü. Bu, benim de sırıtmama neden olurken, "Bana olan sevgisini hiç sorgulamadım ama abim onun tam istediği gibi bir evlat."
"Sen de öylesin bence."
"Abimle aynı okullarda okuduk biz," dediğinde ben de dolabımın önüne oturmuş dikkatle onu dinlerken bir yandan da yanımda götürebileceğim kıyafetleri seçip bavuluma güzelce yerleştiriyordum. "Sürekli olay çıkaran çocuktum, abim de hep beni korumaya çalışırdı o tatlı diliyle olaylara müdahale ederek ama bu çabaları boşaydı. Çünkü ben çok arsız bir çocuktum." Güldüm, hâlâ öyleydi. "Defalarca okuldan uzaklaştırıldım ancak babamın okul müdürüne yüklü bir ödeme yapması okuldan atılmamı engelliyordu. Babam da hep abimle beni kıyaslardı, ne kadar kötü bir çocuk olduğumdan bahsederdi.. Hâlâ tüm aile bir araya geldiğinde eskilerden konuşulur ve babam da aynı bilindik cümlelerini söyler. Bu yüzden asla abim gibi olamayacağımı bilirim."
"Ama baban seni de seviyor."
"Öyle tabii."
"Ben de kardeşim olsun isterdim." dedim, onun bakışları bana dönerken. Bu esnada krem rengi saten bir geceliği bavulumun içerisine yerleştirmiştim. "Şanslısın bence, sülalen çok geniş." Güldü.
"Senin de sülalen oluyor."
"Evet, doğru." dedim, büyük bir aydınlanmayla.
"Senin bir arkadaşın vardı," dediğinde başımı ona doğru çevirip gözlerine baktım. "Magazin tarafından sevgili sanıldığın hani.." derken hoşnutsuz bir tavır vardı hareketlerinde. Kelimeleri iğneleyiciydi.
Korhan'dan bahsediyordu ve onu o günden sonra bir daha görmemiştim. Sadece ara ara uzun telefon konuşmaları yapıyor, meşgul olduğu için buraya gelemiyordu.
"Korhan," dedim, açıklama getirerek. "Abim gibidir o, çok severiz birbirimizi." dediğimde bana ters bir bakış attı. "Bakma öyle, abim gibi diyorum!"
"Abin gibi ama düğününe bile gelmedi."
"Yurt dışında yaşıyor, çok yoğun çalışıyor.. Yılda bir kez bile zor gelir buraya."
"Neden gitti?"
"Olcay aşıktı ona," dediğimde bakışlarının bana döndüğünü hissederek durup ona bakmıştım. "Korhan da bunu bilmiyordu ama Olcay'ı benden farksız bir şekilde seviyordu. Olcay da biliyordu bu aşkın imkansız olduğunu ama yine de ona açılmaya karar verdi fakat Korhan zaten her şeyin farkındaymış da bizim haberimiz yokmuş.." Kaşları havalandı ilgiyle. "Bu yüzden ona çok kızdım, çünkü Olcay'ın ona olan ilgisinin farkında olup ona böyle yakın davranması doğru değildi bana göre. O da Olcay'ın daha fazla onun yüzünden üzülmesini istemediği için tüm işini Amerika'ya taşıdı. Şu an orada bir şirketi var, dünyaca bilinen bir iş adamı."
"Ben bilmiyorum," dedi, gıcık bir tavırla. Bu beni güldürürken ona çapkın bir bakış attım.
"Sen de dünyaca bilinen bir iş adamısın." dedim, bu huysuzluğuna karşılık. "Kıskanma hemen." Ters ters baktı.
"Ne kıskanacağım, yavşağın tekiymiş." dedi, kabaca.
"İyidir aslında ama tek falsosu bu oldu şu zamana kadar." dedim ve ona gözümün ucuyla ona baktım. "Döndüğünde o da Olcay'a karşı boş değildi aslında."
"Kılıç duymasın bence." dedi ve elindeki ceketi bavula koyarken kaşlarını çattı, bir an duraksadı. "Ne bu herifin soyadı?"
"Kara.. Korhan Kara."
"Yok artık," dedi, anlamadığım bir şaşkınlıkla. Bununla beraber merakla ona baktığımda bakışlarıma yanıt verdi. "Geçenlerde Esvet o herifle konuşuyordu." dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. "Yani eğer ondan bir tane daha yoksa tabii.."
"Ne alaka be?" dediğimde o da epey şaşırmış gibiydi. Gözlerimi kısıp ona baktım. "Nereden biliyorsun?"
"Telefonu çalıyordu, gözüm takıldı öyle." dedi, gayet normal bir şekilde. Ona dik dik bakmaya başladığımda göz devirdi. "Masada, önümde duruyordu telefonu."
"Sen de dur bir bakayım mı dedin?" dedim, ters bir tavırla.
"Gece on ikiyi geçince geliyorlar sana," diyerek arkasında kalan çekmeceye yöneldiğinde hâlâ ona kötü bakışlar atıyordum.
"Eski kırığın olduğunu unutmadım, umarım farkındasındır."
Bu sözlerim onun derin bir nefes almasına neden olurken sırtı bana dönüktü fakat gözlerim onun üzerindeydi. "Üniversite yıllarımdan bahsediyoruz, kaç yıl oldu?" dedi, bıkmışçasına. "Şunu sil kafandan artık, herkes kendi yoluna bakıyor."
"Birkaç ay öncesine kadar sana aşıktı," dediğimde nihayet bana dönmüştü. Bu konu onu bunaltıyordu. "Unutamamam çok normal bence."
"Konu, söylediklerimden nasıl buraya kadar geldi?"
"Eski sevgilini gözetleyen sensin." Kaşları çatıldı bana bakarken.
"Kimseyi gözetlemiyorum ben." dedi ve ekledi. "Ayrıca sevgilim falan değildi."
"Daha kötü ya?"
"Maran," dedi, sakinlikle fakat biraz daha zorlarsam sabrı pek kalmayacaktı. "Sıkılınca bana sarmaktan vazgeç.. Çoğu zaman sabrımı taşırmana rağmen hiçbir şey söylemiyorum ama beni zorlama. Kapat konuyu ve bavulunu hazırla." dedi, otoriter bir tonda. Ardından da bana son bir bakış atıp dolaba doğru döndü. "O kıyafet demeye bin şahit isteyecek kumaş parçalarını da çıkar çantandan."
Bu sözleriyle beraber bakışlarımı istemsizce bavula doğru çevirdiğimde elime ilk gelen şeyi de havaya kaldırıp baktım. Kırmızı, ip bir gecelikti ve onun da söylediği gibi gerçekten bir kumaş parçasıydı. Avucumda toparlamaya kalktığımda bile küçücük hâle geliyordu. "Senin için koyuyorum bunları," dedim, sanki az önce gerilen biz değilmişiz gibi. O, bana bakışlarını çevirmedi fakat dudaklarındaki hareketliliği görmüştüm.
"Üç gün falan kalacağız alt tarafı, beş tane gecelik koydun.." Omuz silktim.
"Ağzına layık olanları seçmeye çalışıyorum."
"Ağzıma layık olan sensin," dediğinde bana attığı tek bir bakışla vücudumdaki zorlanmayı iliklerime kadar hissettim. "Onları koymana gerek yok, gecenin sonunda üstünde hiçbir şey kalmayacak zaten."
"Babaannenin konağında sevişme fikri kulağa çok güzel geliyor," dedim, arsız bir şekilde. O da benim bu hâllerime gülmekten başka hiçbir şey yapmıyordu. "Bu evden sıkılmaya başlamıştım.."
"Çok heveslenme," dediğinde makyaj masasına bıraktığım kupama doğru uzandım. "Benim yatak odamla babaannemin odası yan yana.." Evet, bunu biliyordum. Hatta oraya ilk gittiğimde gecenin bir körü Kenan'ın odasına gidip ona yakalanmaktan son anda kurtulmuştum.
"Sizin duvarlar da çok ince." dediğimde bana baktı.
"Nereden biliyorsun duvarların ince olduğunu?" dedi, merakla.
"Zilan'ın odası yan odamdı, her gece arkadaşıyla yaptığı dedikoduları dinlemek zorunda kalıyordum." dediğimde güldü tatlı bir şekilde.
"Konakta kalmak zorunda değiliz, arazinin içerisinde evimiz var.." Sırıttım.
"Babaannen yine fenalaşır şimdi, hiç gerek yok." Güldü yine. Onun gülüşlerini artık sayamazken her seferinde daha farklı bir şiddette gülüyordu. "Halan niye boşandı?" diyerek konuyu değiştirdiğimde bu soruyu beklemiyordu fakat bana alıştığı için şaşırmamıştı.
"Anlaşamıyorlardı," dedi, klasik bir cevap vererek. "Çok fazla tartışıyorlardı ama iki dakika falan sürüyordu bu huysuzlukları. Barışıyorlardı hemen ama o da çok sürmeden tekrar başa dönüyorlardı." Bakışlarımız kesişti tekrar ve aynı anda konuştuk.
"Bizim gibi." Gülümsedi, ben de gülümsedim.
Omuz silktim. "Barışır onlar, çok oldu mu ayrılalı?"
"Oldu tabii," dediğinde artık her şeyi bırakmış onu dinliyordum. "Dicle daha yeni yaşına girmişti, düşün.. Halam çok üzülmüştü hatırlıyorum, çok aşıklardı birbirlerine."
"Keşke boşanmasalardı," derken dizlerimi kendime çekmiş, dirseğimi dizime ve elimi de çeneme yaslamıştım. "Hiç görmedim, Dicle'yi görmeye gelmiyor mu?"
"Geliyor ama çok sık değil, çoğunlukla dışarıda görüşüyor Dicle'yle. Okula gidip görüyor falan," derken o da bu duruma üzgün gibi görünüyordu. "Dicle bazen onda kalır, çok seviyor babasını."
"Sana olan düşkünlüğü de bu yüzden demek ki," Aslında sadece Kenan'a değil, Gediz abiyle kendi abilerine de aynı ilgisi vardı fakat Kenan kız çocuklarını kendine bir şekilde çekiyordu.
"Ben kız çocuklarını seviyorum diye bence," dedi, benim düşündüğümü söyleyerek. "Eftal de öyle.. Benim elime doğdu o." derken gülümsedim.
"Eftal çok güzel, çok tatlı maşallah." derken onun o iri ela gözleri gözümde canlanmıştı. Kesinlikle öyle tombul ve güzel bir kızım olmasını istiyordum. "Firuze'ye çok benziyor."
"Herkes öyle söylüyor ama abimin yanında öyle söyleme sinirleniyor." dedi, gülerek. Onun gülüşüne ben de eşlik ettiğimde gülüşlerimiz odanın içerisinde yankılanmıştı.
"Abinle çok benziyorsunuz," Onu izlerken ekledim. "Tek yumurta ikizi gibisiniz, fark yaratan göz renginiz olmuş.."
"Evet benziyoruz bayağı." diyerek onayladı beni. "Okul zamanlarında çok karıştırıyorlardı bizi," dediğinde güldüm. "Beni o sandıkları için çoğu aşk itirafını aldığım olmuştu."
Gülüşüm bir kahkahaya dönüşürken elimi yüzüme doğru kaldırmıştım. "Abinin de çok hayranı vardı anlaşılan." dediğimde başını salladı dudaklarındaki sırıtışla.
"O sadece Firuze'yi sevdi ama."
"Senin de onun aksine aşık olmadığın karı kalmamış memlekette anladığım kadarıyla." diyerek ona yine laf soktuğumda başını ağırca bana doğru çevirip mavi gözlerime baktı. Bu bakış susmam içindi fakat öyle kolay susmayacağımı biliyordu. "İlk ilişkini anlatsana."
"Anlatmayacağım," dedi, gıcık bir şekilde. Ardından da bavulunu kapatıp kapının yanına sürüklediğinde onu izliyordum. Ben onu izlemekten bavulumu hazırlayamamıştım bile. "Çok konuşma, bavulunu hazırla. Uykum var, uyuyacağım."
"Bana yardım et o zaman," dedim, elimi çenemden çekerken. "Bu sırada da anlatırsın," diyerek üstelediğimde bana bıkmış bir şekilde baktı ve yanıma gelip bavulumun içerisine bir bakış attı. Henüz sadece birkaç parça bir şey vardı ve çoğu iç çamaşırlarımla geceliklerimden oluşuyordu.
"Bununla mı etkileyeceksin beni?" diye sordu, bavulun içerisinden fazlasıyla etkileyici olan iç çamaşırımı çıkarırken.
"Yeni aldım, güzel değil mi?" dediğimde elinde tuttuğu kırmızı kumaş parçasına (?) baktı.
"Üzerinde görmem gerek." Sırıttım.
"İlk ilişkini anlatırsan olur," dediğimde oflayıp elindekini bavulun içerisine attı. "Oflama, merak ediyorum işte!"
"Yatak hikayelerimi merak ediyorsun sen,"
"Evet," dedim, utanmazca. Bu sırada da benim yerime bavulumu dolduruyordu. Tabii daha düzgün olan kıyafetlerle. "İlk nasıl oldu mesela, kiminle, nerede? Güzel miydi?"
"Lise sondaydım," derken bu ısrarlarımı sonlandırmak istediği açıktı. Sırf susmam için anlatıyordu. "Yeni mezun olmuştum, yazlığa gitmiştik Alaçatı'ya.. Orada bir kızla tanışmıştım işte." Göz devirdim.
"Bu kadar mı?"
"Neyi merak ediyorsun?" dedi, çatık kaşlarıyla yüzüme bakarak. Bense arsız bir çocuk gibi her seferinde sorularımı yineliyordum.
"Anlat işte her şeyi, utanacağın mı tuttu?" dedim, ters bir tavırla. "Her haltı yemişsin sonra da utanıyorsun karşımda."
"Gençtim işte, yaptığım şeyleri çok ciddiye alma.." dedi ve bana baktı. "Kendi hakkında hiçbir şey anlatmıyorsun ama benim donumun rengine kadar sordun." Kıkırdadım.
"Gri." dediğimde başını iflah olmazmışım gibi salladı. "Tamam anlatırım ama önce sen sorularıma cevap ver.. Kız mı yoksa sen mi adım attın?"
"Kız," dediğinde gözlerimi kıstım. "Aynı sitede, yan yanaydı evlerimiz.. Öyle olunca annemler de bir gün yemeğe davet etmek istedi. İlerleyen saatlerde sıkılıp onun teklifiyle sahilde yürümek için çıkmıştık ama öyle olmadı."
"Hemen atlamış üstüne," dedim, çatık kaşlarımla onu izlerken. Ona anlatması için ben ısrar etmiştim ama şimdi de içimde doğan o kıskançlık krizine çözüm bulamıyordum.
"Hem anlat diyorsun hem de.." Ona olan bakışlarımı görünce devam etti. "Onun evine gittik işte."
"Onu anladık zaten canım," dedim, kıskançlıkla. "Sadece o gece olup bitti mi yani?"
"Birkaç kez takılmıştık,"
"Doyamadın herhalde tadına?" Baktı bana uzun uzun.
"Herhalde.." dedi, sırf beni sinir etmek için.
"Hızlıymışsın, ben lisede en azından bulduğum heriflerle sadece öpüşüyordum-"
"Maran!" diyerek kükrediğinde bunu beklediğim için onu umursamadan devam ettim sözlerime. Aniden kaşları çatılmıştı.
"Özellikle yakışıklıları seçiyordum."
"Bu libidoyla bunca yıl nasıl durmuşsun çok merak ediyorum." dedi, laf sokarak.
"Aslında birkaç kez ileri gittiğim oldu," dediğimde bu yeni öğrendiği bilgiyle bakışları hızla bana dönmüş, çatık kaşlarıyla yüzüme bakmıştı. Tıpkı benim gibi deliriyor ama merak etmeden de duramıyordu."Ama her seferinde bir aksilik oluyordu.. Güzel kızdım herkes peşimden koşuyordu tabii." Bana baktı ters ters.
"Ne kadar ileri mesela?" dedi, söylediğim ilk şeye takılarak. "Ne kadar ileri gittin?"
Derin bir nefes verdi dudakları arasından. Bakışları üzerimdeki ipek sabahlıkta dolandığında burun deliklerinin her nefes alışında öfkeyle büyüyüp küçüldüğünü buradan bile görebiliyordum. "Merak etme ya kimse tamamen çıplak görmedi beni."
"Bana diyorsun ama senin de yemediğin halt kalmamış," Bavulumu kapatıp kendi bavulunun yanına koyduğunda ben de duvardan destek alarak kalkmıştım. "Sinirlerim bozuldu gece gece.." diye söylendi kendi kendine. "Yatıyorum ben, iyi geceler." Kıkırdadım, peşinden giderken.
"Küstün mü?" dedim, onunla uğraşarak. "Trip mi atıyorsun bana?"
"Trip falan atmıyorum," derken banyoya yöneldi. Bu, adımlarımın durmasına neden olduğunda kapıyı kapatmıştı. Bununla beraber ben de tekrar giyinme odasına dönüp makyaj masamın üzerinde bıraktığım kupamı aldım ve aşağı indim. Elimdeki bardağı suyla çalkalayıp bulaşık makinesine yerleştirdikten sonra kendime bir bardak su alıp tekrar odaya çıkmıştım. Kenan da bu sırada banyodan çıkmış ve ben de dişlerimi fırçalamak için girmiştim. Bunun yanında her gece yaptığım cilt bakım rutinimi de uygulayıp öyle çıkmıştım.
"Hani yatıyordun?" dedim, onun yanına tırmanırken. O, gözlüklerini takmış son zamanlarda elinden düşürmediği kitabını okurken biraz onunla uğraşabilirdim. Elindeki bir hayli kalın bir kitaptı ve bu kadar yoğun iş temposuna rağmen neredeyse bitirmek üzereydi.
Elimi uzatıp kitabı parmakları arasından usulca çektiğimde gözleri boşlukta kalmıştı ve kaşları hâlâ çatıktı. "Karınla ilgilen."
"Kitap okuyorum," dediğinde elimdekini kendi tarafımdaki komodine bırakıp elimi tişörtünün sardığı kaslı göğsüne yasladım. "Maran."
"Gergin gözüküyorsun, seni rahatlatayım.." derken göğsündeki elimi bedenini hafifçe okşayarak aşağı doğru indirmiştim. Eş zamanlı olarak ben de kalçamı aşağı doğru kaydırdığımda gözleri gözlerimi nihayet buldu.
"Beni geren sensin."
"Yumuşatan da benim." dediğimde çatık kaşları müthiş bir yavaşlıkla gevşemiş ve elini kaldırıp ona çok yakışan gözlüklerini çıkarmıştı. Ellerim eşofmanının iplerini bulduğunda yeşil gözlerinde yanan ateşi görmüştüm. Bu tabii ki bana olan öfkesindendi.
Elini kaldırıp enseme yerleştirdiğinde parmakları bir anda saçlarımı kavramış, sertçe geriye doğru çekmişti. Başım geriye doğru hafifçe düşerken saç diplerimin sızladığını hissettim fakat bu bir o kadar da hoşuma gidiyordu
Yeşil hareleri gözlerimden ayrılmazken onun yangınında yanmaya hazırdım.
Küle dönüşeceğimi bile bile.
🕳️🕳️🕳️
Çiftim yine alev ateş 🔥🔥🔥🔥
Bu bölümdeki müze sahnesini daha önce izlemiş olduğum bir diziden esinlendim fakat tabii kendi eklemelerim ve çıkarmalarım da oldu, bunu da belirtmek istedim..
İyi okumalar dilerim🌸🌸🌸
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |