41. Bölüm

•XXXXI•

melek şendur
meelcnmel

Gözlerim karşımdaki bedenin üzerinde gezinirken onun bakışları ise ilk defa bende değildi. Parmakları arasındaki büyük beyaz fincandan kahvesini yudumlarken onu izliyordum.

Bu sabah epey geç uyandığımız için şimdi de yol üstünde bir mekânda kahvaltı yapmaya karar vermiştik. Kahvaltı alışkanlığım pek olmadığı için o da bana bir düzen oturtmaya çalışıyordu ki başarılı da oluyordu. Normalde kahvaltı öğününü reddeden ben, onun sayesinde artık kahvaltı yapmadan işe gidemiyordum.

"Nereye bakıyorsun?" dedim, en sonunda dayanamayıp. Yaklaşık beş dakika gibi bir süredir mekânın dışındaki bir noktaya bakıyor, oradan gözünü ayırmıyordu.

Elimdeki çatalı tabağımın kenarına yaslayıp başımı onun baktığı yöne doğru çevirdiğimde sahildeki küçük kızı görmüştüm. Sahildeki banklardan birine oturmuş etrafına bakınırken yanında kimse yoktu. Dicle'yle ya aynı yaşta ya da ondan biraz büyük olmalıydı. "Çocuk," dedi, fincanını masaya bırakırken. Bu sırada gözlerini ondan ayırmamıştı. "Dakikalardır tek başına orada oturuyor, merak ettim." dediğinde bakışları bana dönmüş, yerinden hareketlenmişti. "Sen devam et, geliyorum."

"Nereye ya?"

"Belki kaybolmuştur, bir bakayım." dediği an ona öylece bakakaldığımda çoktan yerinden kalkmıştı.

"Ben de geliyorum bekle.."

"Hiçbir şey yemedin ki?" Omuz silktim, çantama uzanırken. Bu esnada da cebindeki cüzdanını çıkarıp masaya, tabağın altına yüklü miktarda para bırakmıştı. "Acıkırsan karışmam ona göre.." dediğinde ceketimi de alıp onun adımlarına ayak uydurmaya başladım. Bir iki adım önümden yürüyor, gözlerini kız çocuğunun üzerinden ayırmıyordu.

"O kadar insafsız değilsindir." dedim, rahat bir tavırla. Bu sırada mekândan çıktığımızda sertçe esen rüzgâr yüzüme çarpmış, elimdeki ceketi omuzlarımdan geçirmiştim. Bugün hava bir hayli soğuktu.

Adımlarım onu takip ederken o da karşı kaldırıma geçmiş, usulca bankta oturan kıza doğru ilerlemişti. Bense onun arkasında kalırken ne yapacağını merak ettiğim için onların yanına pek sokulmamıştım.

Bankta elindeki oyuncak bebeğiyle oturan küçük kız Kenan'ı, anca ona "Merhaba," demesiyle beraber fark etti. Etrafa bakan gözleri hüzünlüyken neden tek başına olduğunu anlamaya çalışıyordum. Annesiyle babası onu nasıl burada tek başına bırakmıştı?

"Annen nerede?" diyerek onun yanına temkinli adımlarla yaklaşıp oturduğunda kız çocuğunun masmavi gözleri ona döndü ve dikkatlice onun yeşil gözlerini inceledi.

"Bilmiyorum," dedi, hüzünlü çıkan sesiyle.

"Kayıp mı oldun?" diye ilgiyle sordu. Sapsarı uzun saçları rüzgârın şiddetiyle dalgalanırken başını sallamıştı. "Annen nereye gitti, biliyor musun?"

"Telefonla konuşuyordu," Omuz silkti huysuzca. "Ben de ona küstüm çünkü bana kızmıştı."

"Sen de onu üzmek istedin yani?" dediğinde gülümsedim. Karşımdaki manzara o kadar tatlıydı ki kendimi orada dikilmekten alıkoyamıyordum. "Annen fark etmiştir çoktan, gelir şimdi.. Numarasını biliyor musun, arayalım?"

"Biliyorum," diyerek bir kez daha başını salladığında Kenan da cebinden telefonunu çıkarmıştı. Sadece dakikalar içerisinde kızın annesini arayıp ona haber verdiğinde ben de en sonunda yanlarına oturmuştum. Tabii bu sırada küçük kızın annesini beklerken Kenan ona kağıt helva ısmarlamış fakat yememişti.

"Niye yemiyorsun?" dedi, onu izlerken.

"Annem, yabancılardan bir şey alma dedi." Kıkırdadım onun mavi gözlerini izlerken. Çok güzel bir kız çocuğuydu.

"O zaman annene sorarsın, izin verirse yersin olur mu?" dedim, aralarına girerek. Bu sırada gözleri benim gözlerimi bulduğunda bir süre beni incelemiş, ardından da Kenan'a bir bakış atmıştı.

"Bu güzel abla senin sevgilin mi?" Kenan güldü bu sorusu karşısında. Ben de sırıtarak onu izlerken onun sarı saçlarına dokunmak istediğini biliyordum fakat onu korkutmak istemiyordu.

"Evet, sevgilim." dedi, oldukça tatlı bir şekilde.

"Çok güzelmiş, şanslısın."

"Sen de çok güzelsin," dedim, o bana hayran hayran bakarken. "Ne güzel saçların var," derken elimi usulca saçlarına doğru uzatıp onu rahatsız etmeden hafifçe okşamıştım.

"Senin de çok güzel," Onun eli de saçlarıma doğru uzanırken dudaklarımdaki gülüş bir gülümsemeye dönüştü. "Oyuncak bebeklere benziyorsun."

"Senin iltifatlarını solladı şu an," derken Kenan'a bir bakış atmıştım. Bu, onu güldürürken elindeki telefonu çalmış ve ilgisini oraya çevirmişti. O, telefonunu açıp konuşmaya başladığında ben de Ece'yle ilgilenmiştim. Onun bana olan iltifatlarını dinlerken güzel gözleri de üzerimden bir an olsun ayrılmamıştı.

"Abin mi?" dedim, o telefonunu kapatırken. O, beni başıyla onayladığında telefonunu da cebine sıkıştırmıştı. Ardından ilgisi tekrar ortamızda oturan küçük kıza döndüğünde bir süre sadece onu izledi.

"Adın ne?" dediğinde kız çocuğunun saçlarımla oynayan parmakları durmuştu.

"Ece." dedi, başını Kenan'a çevirirken. Bu, Kenan'la aynı anda birbirimize bakmamıza neden olduğunda aramızda fazlasıyla anlamlı bir bakışma geçmişti.

Yeşil gözleri uzunca bir süre gözlerimden ayrılmazken dudaklarımdaki gülümseme genişledi.

"Senin ne?" dedi, kız merakla.

"Kenan," dedi ve elini ona doğru uzattı. Bununla beraber Ece de elini ona doğru uzattığında onun eli Kenan'ın elinin yanında minicik kalmış, bu görüntü de gülmeme neden olmuştu. "Memnun oldum, Ece.. Biliyor musun, benim de kızım olursa adını Ece koyacağım."

Ece'nin mavi gözleri ışıldadığında kalbim sıcacık olmuştu. Dakikalardır onların bu tatlı sohbetini dinlemekten hiç sıkılmamıştım hatta aksine keyif alıyordum.

"Ece!" diyen ince bir ses onların bu hoş sohbetini böldüğünde ileriden bize doğru koşar adımlarla ilerleyen genç kadını görmüştüm. Onun da sapsarı saçları ve mavi gözleri vardı tıpkı yanımda oturan kızı gibi. Birbirlerine fazlasıyla benziyorlardı. "Çok korkuttun beni, kaç saattir seni arıyorum." dedi, yüzünden de okunan endişeyle. Onu görür görmez ayaklanan Ece'ye sıkıca sarıldığında ikimiz de aynı anda ayaklanmıştık. Bu da genç kadının bakışlarının bizi bulmasına neden oldu.

"Çok sağ olun," dedi, uzunca bir süre sonra. Kızından ayrılmış, onun minicik elini sıkı sıkıya tutmuştu. Mahcup ve minnettar bakışları üzerimizdeyken, "Siz olmasanız hâlâ sokak sokak Ece'yi arıyordum.. Gerçekten çok teşekkür ederim."

"Bir şey yapmadık ki," dedi, Kenan da. Şu an soğuktan adeta ona yapışmıştım ve o da bunun farkındaydı. Kolunu omzuma dolamış, hafifçe kolumu okşuyordu. Hava o kadar soğuktu ki birazdan donabilirdim. "Ece sizi beklerken biz de ona eşlik ettik." derken Ece'ye tatlı bir bakış göndermişti.

"Çok konuşur, umarım sizi sıkmamıştır." diyen genç kadın bunu gülerek söylediğinde biz de ona eşlik ettik.

"Öyle mi? Hiç belli olmuyor aslında." dediğinde Ece de o güzel gözlerini utanarak kaçırmıştı. Dakikalardır bizimle yalnızca birkaç kelime etmekten öteye geçmemişti ki bu yaptığı doğruydu da. Annesi onu güzel yetiştirmişti.

Kenan benden yavaşça ayrılıp dizleri üzerinde çökerek onun benimle tıpatıp aynı olan gözlerine baktığında boşta kalan ellerimi kabanımın ceplerine sıkıştırdım. "Annenin elini bırakma bir daha tamam mı?" dedi, yumuşacık bir sesle. Ece onu başıyla onayladığında eş zamanlı olarak dudaklarında onu ısırabileceğim bir tatlılıkta gülümseme oluşmuş, onu öpeceğimi aklımın bir köşesine not etmiştim. "Tanıştığıma memnun oldum fıstık," derken Ece'nin banka bıraktığı kağıt helvayı ona uzatmıştı. Ece, onu almadan önce annesine bakmış ve ondan onay aldıktan sonra da Kenan'ın elinden usulca almıştı.

"Teşekkür ederim," dedi, güzel gözlerini kırpıştırarak.

"Hadi gidelim anneciğim," diyen genç kadınla beraber Kenan doğrulduğunda son kez bize bolca teşekkür etmiş ve geldiği yöne doğru elini sıkı sıkı tuttuğu Ece'yle beraber yürümeye başlamıştı. Bu sırada Ece de arkasını dönmeden önce bize el sallamıştı.

"Çok tatlı," dedim, onun arkasından bakarken. Kenan'ın bakışları bana doğru dönerken birkaç saniye gülen yüzüme bakmıştı.

"Diyorum sana yapalım bir tane diye."

"Yok canım almayayım ben," dedim, yapmacık bir gülümsemeyle. Bununla beraber bakışları kısıldı. "Uzaktan sevmek daha güzel."

O, tuttuğu elimle beraber caddenin kenarında park halinde olan arabaya doğru ilerlemeye başladığında soğuktan yanaklarımın al al olduğuna emindim. Dün bütün gece yağmur yağdığı için hava çok soğuktu ve ben bir an önce arabaya binmek istiyordum.

"Abinler çıkmış mı yola?"

"Evet, o yüzden aradı beni de." derken emniyet kemerimi taktım. O, direkt klimayı benim için açtığında sıcak hava dizlerime çarpmıştı. "Sorun yok, çıkıyoruz biz de işte."

"Yol üstünde bir eczanede duralım ama," dedim, çantamı karıştırırken. Bu sırada arabayı çalıştırdı. "İlacım bitmiş, onu alacağım."

"Tamam." diyerek beni isteksizce onayladığında başımı kaldırıp ona baktım. O, aynaları kontrol ederken gözlerim kısaca profilinde gezindi.

"Ne?" dedim, bu ses tonuna karşılık. "Ne oldu?" Bana kısa bir bakış attı.

"Ne, ne oldu?"

"O neydi öyle?" dediğimde ara bölmede duran sigara paketine uzanmıştı. Bir eli direksiyondayken açık paketin içerisinden bir dalı çekip aldı. "Tamam." diyerek taklidini yaptığımda ben de az önce çantamdan çıkardığım sigara paketimden bir tane çıkardım. Tamamen tesadüfen denediğim ve yanlışlıkla bağımlısı olduğum vişne aromalıdandı.

"Hiç." dedi, sigarasını dudakları arasına sıkıştırırken. Ardından ben sigaramı yaktıktan sonra gözlerini kısa bir an yoldan ayırıp bana doğru uzanmış ve sigarasını yakmamı istemişti. Onun sigarasını yakıp çakmağımı çantamın içerisine attığımda çantamı da arka koltuğa bırakıp yan tarafımdaki camı hafifçe araladım.

"Hiç gibi durmuyor," Sigaramdan derin bir nefesi içime çektim, onu izlerken. "Sorun ne?"

"Daha önce konuştuk, biliyorsun sorunun ne olduğunu."

"Doğum kontrol hapı kullanmamın nesi sorun, anlamadım?" dedim, elimi hafifçe havada savuştururken. Bu konuyu söylediği gibi daha önce konuşmuştuk ve hatta tartışmıştık. Kendisi bunun bana zarar verdiğini söyleyerek beni vazgeçirmeye çalışıyordu.

"Maran neyden kaçıyorsun anlamıyorum," derken sigarasının uzayan külünü camdan aşağı attı. Ben de sakince sigaramı içip onu izliyordum. "Eninde sonunda bu olacak zaten. Hastalık derecesinde ilaç kullanman çok saçma.. Kızdığım da bu, biliyorsun." Evet, çok fazla içiyordum ve onun asıl kızdığı da dozunu kaçırmamdı.

"Kusura bakma ama 23 yaşında anne olmaya pek hazır değilim takdir edersin ki," Başımı iki yana salladım hafifçe. "Her şey çok hızlı oldu zaten, istemiyorum şu an böyle bir şey. Evde oturup çocuk bakmak için okumadım ben onca yıl."

"O zaman okumaya devam etseydin," dediği an bakışlarım hızla ona döndüğünde sigaram parmaklarım arasında asılı kalmıştı. Onun bakışları da çok kısa bir an bana döndüğünde söylediği şeyi algılamam biraz sürmüştü. Benimle evlenmek isteyip bunu sürekli dile getiren adam şimdi bana bunu söylüyordu.

"Ne dedin sen?" dedim, buz gibi bir sesle.

"Okumaya devam etseydin diyorum," diyerek bir kez daha tekrar ettiğinde kirpiklerimi kırpıştırıp ona öylece baktım. "Her fırsatta bunu söylüyorsun, o zaman evlenmeseydin benimle."

"Benimle evlenmek isteyen sendin." Güldü.

"Ben istediğim için mi benimle evlendin?" derken henüz yarısına bile gelmediği sigarasını camdan aşağı atıp sadece kendi tarafındaki camı kapattı. "Kapatalım konuyu, kalbini kırmak istemiyorum."

"Söyleyeceklerin kalbimi kırabilir yani öyle mi?" Cevap vermedi, ben de onun güzel yüzüne baktım bir süre.

"Bazen beni gerçek anlamda sevmediğini düşünüyorum," dedi, uzun bir sessizliğin ardından. Bu da tıpkı az önceki sözleri gibi göğsümün ortasına bir şeyin oturmasına neden olduğunda sadece onu dinliyordum. Arada ona baksam da o kesinlikle dönüp bana bakmıyordu. "Neden sürekli, asıl evlenmek isteyen tarafın ben olduğunu söylüyorsun ki?"

"Ne demek bu, ne saçmalıyorsun?" dedim, daha fazla dayanamayıp. "Tersinden kalktın herhalde bugün?"

"Demek ki.."

Son konuşmamız bu olurken saatler sürecek olan yolculuğumuzda ne o ne de ben tek kelime etmiştik. Sadece sessiz bir yolculuk geçirmiş, saatler geçtiğinde de acıkıp acıkmadığımı sorarak sessizliği bozmuştu fakat bunun dışında benimle tek kelime dahi etmemişti. Ben de onunla hiç konuşmamış, bir ara sessizlik ve arabanın sıcaklığı beni mayıştırdığı için uyumuştum. Bir iki kez Gediz abiyle Firuze arayıp bize takılmış ama onlar da bizim bu hâlimizi fark ederek pek uzatmamışlardı.

"Bir şey istiyor musun?" dedi, arabayı bir benzinlikte durdururken. Bakışlarının bana döndüğünü hissettiğim an başımı iki yana salladığımda telefonuyla sigarasını alarak arabadan inmişti. Bu sırada da telefonumun melodisi arabanın içerisini doldurmuş, beni bu buhrandan çıkarmıştı.

"Efendim?" dedim, telefondaki sese.

"Neredesiniz çiçeğim?" diyen Firuze'yle beraber bakışlarımı eğip ojeli tırnaklarıma baktığımda onu yanıtladım.

"Benzinlikteyiz," Başımı cama doğru çevirip Kenan'a baktım. Kendine bir sigara yakmakla meşguldü. "Birkaç dakikaya devam ederiz ama.. Siz ne yaptınız?"

"Eftal huysuzlandı, yol kenarında bir yerde durduk biz de." dedi ve ekledi. "Hadi siz de gelin, bir şeyler yiyelim.. Kaç saattir yoldasınız." Gerçekten de uzun bir süredir yoldaydık ve hava kararmak üzereydi.

"Tamam, söylerim Kenan'a." dedim, isteksiz bir şekilde.

"Siz kavga mı ettiniz?" dedi, merakla. "Niye öyle huysuzsunuz?"

"Ay aman," dedim, görecekmiş gibi elimi sallarken. "Yine huysuzluğu tuttu, uzun süre baş başa kalamıyoruz biz." Güldü bu söylediğime.

"İstersen seni alalım, tek başına devam etsin o ayı." dediğinde bu söylediği dudaklarımda bir hareketliliğin oluşmasını sağladı ve saatler sonra ilk kez güldüm.

"Tek bırakmam onu," dedim, omuz silkerek. "Ayı falan ama seviyoruz işte ne yapalım?"

Onun tatlı kahkahası kulaklarıma dolarken ben de gülümsüyordum. "Nasıl bir çiftsiniz siz?" dedi, anlamıyormuş gibi. "Bayılıyorum bu hâllerinize."

"Dışı seni içi beni yakıyor gördüğün gibi." dediğim an kendi tarafımdaki kapı açıldığında başımı hızla ona doğru çevirdim. Elindeki dumanı tüten karton bardağa bir bakış attığımda diğer elinde de benim için aldığı su şişesi vardı. Uzanıp su şişesini kucağıma bıraktığında elindeki karton bardağı yavaşça aldım. "Sağ ol," dedim, bardağın içerisine bir bakış atıp. Bana sahlep almıştı.

"Afiyet olsun," diyerek kapıyı soğuk girmemesi için kapattığında ona ettiğim hakaret için birazcık utanmıştım.

"Biz geliriz birazdan, sen Eftal'le ilgilen." diyerek Eftal'in ağlayışlarına gönderme yaptığımda bana itiraz etmemiş ve telefonu kapatmıştı. Çok geçmeden sadece birkaç dakika içerisinde o da arabaya bindiğinde elimdeki sıcak içeceği yudumluyordum.

"Aç mısın?" dedi, bir kez daha. Eş zamanlı olarak yeşil bakışları bana döndüğünde dilimi dudaklarım üzerinde gezdirip dudaklarımda kalan tarçın tadını daha çok aldım.

"Değilim," dedim ve hemen ekledim. "Ama Firuze aradı, Eftal huysuzlanmış durmuşlar bir yerde. Gelin dedi ama sen istersen gideriz."

"Gidelim," dedi, çalışır vaziyette olan arabayla yola çıkarken. "Bir şeyler yersin sen de, kaç saat oldu.. Doğru düzgün kahvaltı da yapmadın."

"Sen acıkmadın mı?"

"Acıkmadım." dedi, düz bir sesle.

"Ben de acıkmadım."

"Yalan söylediğini biliyorum Maran," dediğinde bu kadar içimi görmesi sinirlerimi bozuyordu.

Ona hiçbir şey söylemeyip önüme döndüğümde yolculuğumuz sadece beş dakika sürmüş, yol üzerinde küçük bir mekânın önünde durmuştuk. Beraber arabadan indiğimizde elimdeki boş karton bardağı çöpe attım. Çantamı arabada bırakmış, sadece kabanımı üzerime geçirmiştim. Birlikte mekâna girip Firuze'lerin oturduğu masaya geçene kadar yine konuşmamış ve sessizliğimiz böyle sürüp gitmişti.

"Neyin var lan senin?" dedi, Gediz abi kardeşiyle uğraşırken. Kenan yanımda oturuyor, ikinci kez yenilediği çayını karıştırıyordu.

"Bir şeyim yok," dedi, gayet normal bir şekilde. Tabii bu sırada ona bakmıyor, elimdeki çatalla tabağımı karıştırıyordum.

"Ne bu suratının hâli?" dedi, Firuze de. "Mahkeme duvarı gibi."

"Uykumu alamadım gece, ondandır."

"Ben kullanırım arabayı, uyursun sen de." diyerek aralarına girdiğimde bakışlarını üzerimde hissetmiştim. Bu, Gediz abiyle Firuze'nin bakışlarının ikimiz arasında gidip gelmesine neden oldu.

"Siz evlenince daha sıkıcı bir çift oldunuz," dedi, Gediz abi de. Tek derdi bizi konuşturmaktı ve bunu da Kenan'ın sinirlerini bozarak yapmayı amaçlıyordu. Fakat Kenan hiç oralı değildi.

"Evlenince büyü bozuluyormuş hakikaten de." dedim, gıcık bir tavırla. "Siz ne güzel mutlusunuz."

"Aa," dedi, Firuze. Kahverengi gözlerini açıp bana baktığında Kenan da elindeki çay kaşığını sertçe masaya bırakmıştı. "Siz de mutlusunuz, ne güzel bebek gibi çiftsiniz. Niye böyle yapıyorsunuz?"

"Hanımefendi mutlu değil demek ki," diyerek ilk kez konuştuğunda bakışlarımı ona doğru çevirdim. Bakışlarımız kesiştiği an aramızdaki gerilim tavan yaptığında onlar da bunun farkındaydı. Sırf bu yüzden bizi yumuşatmaya çalışıyorlardı.

"Suratını asıp oturan sensin!"

"Sürekli olarak bu evlililikten memnun değilmiş gibi konuştuğun içindir o, iyi düşün."

"Şşh," diyerek Gediz abi aramıza girdiğinde Kenan'la olan tehlikeli bakışmamız da sürüyordu. Gediz abi bunun iyi bir yere varmayacağını anlamış olacak ki elini ikimizin arasına doğru uzatarak buna bir son verdi. "Kendinize gelin ya ne oluyor?" dedi, şaşkınlıkla.

"Abi sen Maran'ı al, Firuze'yle çocuklar da benimle devam etsin." diyerek ayaklandığında elimdeki çatalı bıraktım. Çatalın tabağa çarpıp bıraktığı o çın sesi mekânın duvarlarında yankılandığında ben de kalkmış, masada duran telefonumu alarak hızlı adımlarla mekândan çıkmıştım.

"Şaka gibisiniz." diyen Firuze'nin sesini son anda duyduğumda çoktan kendimi dışarının soğuğuna atmıştım. Öfkemden dolayı ısınan bedenime bu sert soğuk bile işlemezken gözlerim de sinirden yaşarmıştı bile. Adımlarımı caddeye doğru sürükleyip gözyaşlarımı akıtmaya başladığımda açıkçası nereye gittiğimi bilmiyordum. Bomboş, ıssız yolda ilerlerken elimdeki telefonum titremişti. Yaşlı gözlerimle kimin aradığına bakmak için telefonumun ekranına baktığımda şu an ihtiyacım olduğunu bilerek aramasını hemen yanıtladım.

"Naber aşkım?" diyen Olcay'ın cıvıltısı kulaklarımı okşadığında burnumu çektim.

"İyi değilim," dedim, ağlarken. Bu, onun duraksamasına neden olduğunda çok geçmeden endişeli sesini duydum.

"Maran?" dedi, merakla. "Ne oldu, niye ağlıyorsun?"

"Sinirden ağlıyorum," dediğimde beni en iyi onun anlayacağını biliyordum. "Delirmek üzereyim, çıldırtacak bu herif beni."

"Enişteyle kavga etmişsiniz, anladım." dediğinde görecekmiş gibi başımı salladım. "Ne oldu, anlat bana hadi."

"Çok saçma sapan," Başımı salladım iki yana. "Sinirlerim o kadar bozuldu ki.."

"Neredesin sen? Trabzon'a gidiyordunuz hani?"

"Bir şeyler yemek için durduk da tartıştık yine.. Yürüyorum öyle." derken arkamdan gelen araba sesini duymuştum. "Bir de abisine, Maran sizinle gelsin dedi. Öldüreceğim bu adamı." Kıkırdadı Olcay.

"Bir çift kavga ederken bile tatlı olabilir mi?" dedi, hayretle. "Gerçekten delisiniz siz." dediğinde hızla gelen araba önümde durmuş, bakışlarımın oraya dönmesine neden olmuştu. Gri metalik rengindeki Range Rover bana bir o kadar tanıdıkken dakikalar önce benim oturduğum koltuğun camını indirip yeşil bakışlarını üzerime dikti. Sadece birkaç saniye gözleri yüzümde gezindiğinde elini uzatıp kapıyı açmıştı.

"Bin," dedi, buz gibi bir sesle.

Yaşlı gözlerim onun bakışlarında gezinirken gittiğim yola doğru baktım. Epey ıssız görünüyordu ve ben geldiğim yola baktığımda bile uçsuz bucaksız bir yer görüyordum.

"Kapatıyorum," dedim, çatlak bir sesle. Bu sırada da arabaya binmiş ve kapıyı kapatmıştım. "Arayacağım seni vardığımda, öpüyorum çok."

"Tamam aşkım, haber ver bana.. Arada da mesaj at, merak ederim seni."

"Tamam," diyerek onunla vedalaşıp telefonu kapattığımda yanımdaki cam bastığı tuşla kapanmıştı. "Ne oldu, niye geldin peşimden?"

"Abim ısrar ettiği için geldim," dedi, gıcık bir şekilde. "Sana bayıldığımdan değil yani." derken bana bir bakış attı. Araba çalışır vaziyette olsa da sürmüyordu.

Gözlerim onun üzerinde gezinirken başımı hafifçe ona yaklaştırıp gözlerine baktım.

"Yalanını sikeyim senin," diyerek kabaca konuştuğumda yeşil hareleri, soğuktan kızaran dudaklarıma usulca inmiş ve bir süre orada oyalanmıştı. "Bayılıyorsun bana, ölüyorsun benim için görmüyor muyum-"

Birden dudaklarım üzerinde hissettiğim baskıyla kelimelerim dilimin ucunda takılı kaldığında bu beklemediğim öpücük karşısında ne yapacağımı bilememiş, onun eli ensemi kavrarken ben de sertçe üzerindeki kazağın yakasını kavramıştım.

Sert öpücükleri benim sıcak dudaklarımda dans ederken bir eli de kabanımın altına sızarak ince belime dolandı. Dudaklarım onun vahşi öpücükleriyle adeta uyuşurken dişlerimi alt dudağına geçirmiştim. Bu, boğazının gerisinden bir hırıltının yükselmesine neden olduğunda, "Evet," dedi, kısa bir boşlukta. Ardından dudaklarımız tekrar birleştiğinde dilimi dudakları arasından içeri gönderdim. "Bayılıyorum sana," dediğinde eli belimi okşuyordu. "Ölüyorum senin için.." diyerek sözlerimi tekrarladığında boştaki elimi saçları arasına daldırdım. "Aşığım sana."

"Ben de sana," dedim, dudaklarına doğru inlercesine. Dizlerim üzerinde doğrulup bir bacağımı onun bedeninin diğer tarafına doğru attığımda artık kucağındaydım. Kabanım omuzlarımdan sıyrılırken sanki tüm bunlar yaşanmamış gibiydi. Sanki az önce onun yüzünden ağlamamışım gibi şimdi kolları arasındaydım.

İşte o bu kadar tehlikeli bir adamdı.

Tüm olanlara rağmen günün sonunda onun kollarında olmak paha biçilemezken bu yaşananlar içten içe yanlış gibi geliyordu.

Yapılmaması gereken güzel bir yanlış.

🌸🌸🌸

"Kahvaltıdan sonra sen de bizimle geliyorsun Çağlar,"

"Benim işlerim var dışarıda."

"Başlatma işine, eşek gibi çalışıyoruz tüm gün. Senin de deneyimlemeni öneririm."

"Börek ne güzel olmuş ya?"

"Çay yok mu?"

"Anne, telefonum nerede?"

Evin içindeki curcunaya kulaklarım tıkalıyken gözlerim karşımda oturan bedendeydi. Elimi çeneme yaslamış onu izlerken onun da bakışları benim üzerimde dolanıyordu. Sıcak çayını yudumlarken gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu.

Dün gece geç saatte konağa varmış, bizi de Farah Hala karşılamıştı. Gecenin bir yarısı onu yorduğumuz için onu daha fazla rahatsız etmemek adına direkt odalarımıza çıkmıştık. Geldiğimiz saatte evdeki herkes uyuduğu için anca sabah kahvaltıda buluşabilmiştik. Kiraz Babaanne uzunca bir süre Eftal ve Alaz'la vakit geçirdikten sonra bir ara Gediz abi ve Firuze'ye takmış, ardından da okları Kenan'la bana çevirmişti.

"Maran'cığım yesene," diyen ses dikkatimi dağıttığında en sonunda zorlukla onun gözlerinden bakışlarımı alabildim. Masaya oturduğumuz andan beri sık sık bakışıyorduk.

"Ay yok, çok yedim." dedim, elimi hafifçe sallarken.

"Zayıflamışsın, Kenan iyi bakmıyor mu sana?" dediğinde bakışlarımı tekrar Kenan'a çevirdim.

"Gayet güzel bakıyor bana,"

"Maran düzensiz besleniyor sadece," diyerek kelimelerimi tamamladığında çay bardağımı elime alıp arkama yaslandım. "O yüzden zayıflamıştır.. Lafımı da dinlemiyor ki." derken elindeki telefonunu kapatıp masaya bıraktı.

"Ha bu kiz uşak yabacak da ben da göreceğum," diyen Kiraz Babaanne, saatlerdir olduğu gibi yine benimle uğraşmaya başladığında bana kalmadan Kenan duruma el attı.

"Babaanne," dedi, uyarıcı fakat kibar bir şekilde. Kiraz Babaanne yeşil gözlerini torununa çevirip huysuz bir bakış attığında kimseye çaktırmadan gözlerimi devirmiştim. "Karışma karıma."

"Ben uşak falan yapmayacağım babaanneciğim, boşuna bekliyorsunuz." diyerek aralarına girdiğimde bu söylediklerim onun neredeyse kalbine indirecekti. Yeşil bakışları hızla bana dönmüş, dehşet içinde bakmıştı. Bu sırada Kenan da baş parmağıyla işaret parmağını burun kemerine yaslamış, sessizce gülüyordu. "Ha isterseniz siz-"

"Maran," diyerek Kenan bu sefer beni susturmaya kalktığında bakışlarımı ona çevirdim. Bana uyarıcı bakışlar atarken gülmemek için zor durduğu belliydi.

"Başladılar yine," dedi, Çağlar kendi kendine mırıldanarak.

"Dinlemek keyifli oluyor bence." diyen Çağan'a Kenan ters ters baktığında ikisi de çenesini kapatmıştı.

"Maran'a karışma babaanne," dedi, yeşillerini baş köşede oturan babaannesine çevirerek. "Ha yok ben duramam diyorsan kalkıp gideriz, problem değil." Bu sözleri babaannenin susmasına neden olduğunda keyiflenmiştim.

"Aa," dedi, Cevher Hala masaya otururken. "Olur mu öyle şey, Kenan? Aşk olsun.."

"Beyefendi bu aralar fazla gergin," dedi, Gediz abi de. "Takma sen onu güzellik," diyerek Cevher Hala'nın yanağından makas aldığında güldüm. Bu esnada Kenan da boş kalan çay bardağını alıp ayaklandığında masadaki curcuna hâlâ devam ediyordu. Bu yüzden kimse onun kalkıp mutfağa gittiğini fark etmemişti fakat fark eden tek kişi benken hemen ben de onun peşinden masadan kalkmıştım.

O, çayını tazelerken ben de usulca onun yanına sokulup tezgahla arasına girmiştim. Bununla beraber boğuk gülüşü mutfağın taş duvarlarında bir yankı oluşturduğunda eliyle çay bardağını hafifçe kenara ittirmiş ve kollarını iki yanımdan mutfak tezgâhına yaslayarak beni tamamen sıkıştırmıştı.

Parıldayan yeşilleri gözlerim arasında mekik dokurken ellerimi kaldırıp beline doladım. "Seni seviyorum,"

Bu sözlerimle beraber kaşları havalanırken elini kaldırıp bandanamdan taşan birkaç tutamımı işaret parmağıyla kulağımın arkasına doğru nazikçe itti. "Ben de seni seviyorum," dedi ve sağ gözünü usulca kırptı. "Da hayırdır, ne oldu da böyle aşka geldin?"

"Sana olan sevgim konusunda muallaktaymışsın ya?" dediğimde dünkü sözlerini ona hatırlatmıştım. "Bunu düşünmeni istemiyorum, seni seviyorum çünkü." Omuz silktim, gözlerine inançla bakarken. "Gerçekten."

"Sinirle söyledim," Başını salladı iki yana, yanağımı şefkatle okşarken. Bu dokunuşları mayıştırıcı etkiye sahipti. Bir kedi gibi yanağımı onun parmaklarına sürtüyor, daha çok ilgi istiyordum. "Öyle düşündüğüm için söylemedim o sözleri, beni sevdiğini biliyorum tabii ki.. Bundan bir an bile şüphe etmedim."

"Evliliğimizden de gayet memnunum," dedim, mırıltı halinde. O, güzel bakışlarıyla beni izlerken, "Mutluyum.. Büyü falan da bozulmadı."

"Olcay'ın saçma sapan sözleriyle beni çıldırtmasan mutlu mesut yaşayacağız aslında.." Kıkırdadım, cilveli bir tavırla ona sokulurken. Dün gece söylediğim bu şey onu fazlasıyla sinirlendirmişti.

"Ee?" dedim, gözlerine bakarken. "Barıştık mı?"

"Barıştık," derken yüzünü yüzüme doğru yaklaştırıp yanağıma tatlı bir öpücük bırakmıştı. Hemen ardından da dudaklarını dudaklarıma sürüklediğinde kalbim heyecanla ağzıma tırmandı. Gözlerim kapıya doğru kaydığında dudaklarından tatlı bir gülüş dökülmüş, beni yine kendine hayran bırakmıştı.

"Babaannende radar var, gelir şimdi." dediğimde bu onu bir kez daha güldürdü. Elimi onun tişörtünün sarmış olduğu göğsüne yaslayıp kendimden usulca uzaklaştırdığımda aramıza giren mesafeden hoşnut değildim. O da itiraz etmeden benden uzaklaştığında kalçasını ada tezgâhâ yaslayıp doldurmuş olduğunu çay bardağına uzandı. Ben de kollarımı göğsümde birleştirirken, "Nereye götürüyorsun bugün beni?"

"Hiçbir yere," dedi, gayet odun bir şekilde. "Bak yağmur da yağıyor, otur evde."

"Yağmur hep yağıyor," Omuz silktim bir kez daha. "Sıkılırım ben, dışarı çıkar beni."

"Yağmur durduğunda çıkarız," dedi, daha fazla uzatmayarak. "Araziyi gezdiririm sana, öyle çok uzaklaşamayız.. Hasta olursun şimdi, soğuk dışarısı."

"Çok tatlısın," Kaşları havalandı, bilmiş bir şekilde.

Çay bardağını dudaklarına yaklaştırırken konuştu. "Biliyorum." Kıkırdayarak yerimden doğrulduğumda ona doğru yaklaşıp dudaklarına hızlı bir öpücük kondurmuştum. "Bu ne ya?" dedi, huysuzca. Ardından boştaki elini belime atıp beni vücuduna iyice yapıştırdığında hâlâ gülüyordum. O, başını hafifçe eğip dudaklarımı kavradığı an gülüşüm dudakları arasında kaybolmuştu. Elimi kaldırıp ensesine yaslarken sanki birbirimizi son kez öpüyormuş gibiydik.

Üst dudağımı kavrayıp dişlerini hafifçe geçirdiğinde epey hararetli bir öpüşmenin içerisindeydik. Tabii bu sırada mutfağa doğru yaklaşan adım seslerini ikimiz de duyuyorduk. "Bırak beni," dedim, kolları arasından kurtulmaya çalışırken. Kurtulmaya çalışıyordum fakat o güzel dudaklarından bir türlü kopamıyordum.

"Çocuklar," diyen Farah Hala'yla beraber beni rahat bıraktığında tam ondan uzaklaşmıştım ki Farah Hala da mutfağa girmişti. Yaşadığım bu adrenalinden dolayı kalbim hızla göğüs kafesim içerisinde çarparken Kenan'a bir bakış attım. Benim aksime gayet rahat görünüyordu. "Ne yapıyorsunuz burada, içeri geçsenize?" derken Kenan da başını hafifçe oynatarak kapıyı göstermişti.

"Geç sen, geliyorum." dedi, yaslandığı yerden doğrulurken. Bu sırada onu ikiletmeyip mutfaktan çıkmıştım. Salona geçip az önce kalktığım yerime tekrar otururken Zilan da ayakta bir şeyler atıştırıyordu.

"Kızım oturup yesene!" dedi, Cevher Hala ona ters ters bakarken.

"Geç kaldım," Omuz silkti, masanın köşesine bıraktığı kalın kitaplarını alırken. Bu sırada Kiraz Babaanne onu kendi elleriyle beslerken onu çok sevdiği belliydi. Hatta gözlemlerime bakılırsa en çok onu seviyor gibiydi. "Babaanne yeter ya.." dedi, hayıflanarak.

"Okula mı fıstık?" diyen Kenan, mutfaktan çıktığında masa yavaş yavaş boşalıyordu. Bu esnada da Firuze'yle Gediz abi de ortalıkta görünmüyordu. Onlar kahvaltıdan sonra Firuze'nin ailesini ziyarete gitmeyi planlıyordu ki duruma bakılırsa bu yüzden masadan kalkmışlardı. "Bırakayım mı seni?"

"Ay abi çok iyi olur," dedi, Zilan da o iri gözleriyle Kenan'a bakarken. "Çok geç kaldım, işin yoksa eğer.."

"Ben bırakırım seni ne olacak?" dedi, Kenan da teessüf eder gibi. Ardından da tıpkı az önce bana yaptığı gibi başını hafifçe oynatmıştı. "Sen geç, ben de ceketimi alıp geleyim."

Zilan onu onaylayıp annesi ve babaannesiyle vedalaştıktan sonra salondan çıkmış, Kenan da yanıma gelip yanağıma bir öpücük bırakmıştı. "Gelirim hemen," dedi, korku dolu bakışlarımı görmüş olacak ki. "Bir şey istiyor musun?"

"Ben de geleyim?" Güldü.

"Maran senin hazırlanman bile saatler sürüyor, kız geç kalmış zaten."

"Bırakma beni Kenan," dedim, gözlerimi kırpıştırırken. "Lütfen.."

"Şöyle yapalım," dedi, bir elini masaya diğerini de oturduğum sandalyeye yaslarken. Masadaki herkes işe gitmek için telaştayken bizi pek duymuyorlardı. "Ben gelene kadar sen hazırlan, döndüğümde seni dışarı çıkarayım olur mu?" dediğinde gözlerime bakıp oradan bir onay almaya çalıştı.

"Babaannenle baş başa kalacağız, beni yer bu kadın." dediğimde bu sözlerim onun bir kez daha gülmesine neden olmuştu.

"Bence sen onu yersin,"

"Kenan bırakma beni ya."

"Geleceğim hemen, söz veriyorum." dedi ve elini başımın arkasına yaslayıp saçlarım arasına bir öpücük bırakarak bana son bir bakış attı. Ardından da bir dakika bile beklemeden yanımdan ayrıldığında çoktan gerim gerim gerilmiştim.

"Hadi çocuklar," dedi, Cevher Hala ikizlere bir bakış atarak. "Geç kaldım, tonla işimiz var şirkette!"

"Maran'cığım kusura bakma seni de böyle bir başına bırakıyoruz," diyen Farah Hala'yla beraber gülümsedim fakat aşırı derecede korkuyordum. "Benim zaten çok kısa bir işim var, Dicle'yi babasından alacağım.. Birkaç saate evde olurum."

"Olur mu öyle şey?" dedim, başımı hafifçe omzumda doğru eğerek. "Keyfinize bakın lütfen."

"Anne, Maran'ı üzme tamam mı?" dedi, Cevher Hala da kabanını üzerine geçirirken. "Kızı kıracak bir şey söyleme, bak vallahi Kenan'ı hiçbirimiz tutamayız kalkar gider çocuklar."

"Uy,"diyerek o klasik tepkisini ortaya koyduğunda ben de çayıma doğru uzanmıştım. "Ha ne diyeceğum ben oğa?"

"Biz uyaralım da," diyen Farah Hala'yla beraber çok geçmeden benimle de vedalaşıp evden çıktıklarında koskoca konakta babaanneyle baş başa kalmıştım.

Oturduğum yerde gerim gerim gerilirken gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyor fakat dönüp ona bakamıyordum bile.

Kenan gelene kadar umuyordum ki beni parçalamazdı.

🌸🌸🌸

Bakışlarım, ay ışığının aydınlattığı güzel yüzünde dolaşırken kitabının son sayfasında olduğu için onu rahatsız etmemeye çalışıyordum. Ki hoş, onu rahatsız etmemi istiyor fakat ben pek yanaşmadığım için elindeki kitabı bitirmeye çalışıyordu.

Yeşil gözleri, son satırlarda gezinirken parmaklarım onun yumuşacık saçlarını hafifçe okşuyordu. Dakikalardır gözümü bile kırpmadan onu izliyordum ve bu, benim için paha biçilemez bir aktiviteydi.

En sonunda o, bitirdiği kitabın kapağını kapatıp kendi tarafındaki komodine bırakırken gözlüklerini de çıkardı. Ardından bakışları usulca bana doğru döndüğünde çıplak göğsü belirli bir düzende inip kalkıyordu.

"Sen nasıl üşümüyorsun anlamıyorum?" dedim, hayretle. O, kışın ortasında bile tişörtle geziyordu ve buna bir türlü akıl sır erdiremiyordum. Üstelik burası epey soğuktu.

"Sen üşüyor musun?" dedi, ilgiyle gözlerini üzerimde gezdirirken. Hayır, odanın sıcaklığı gayet iyiydi.

"Yoo," Omuz silktim. "Bu soğukta artist gibi dolaşıyorsun, o yüzden soruyorum."

"E alışığım ben, burada büyüdüm." Saçlarındaki elimi indirip kirli sakallarına hafifçe dokundum. Bir elimi çeneme yaslamış onun eşsiz yüzünü seyrederken onun da benden farkı yoktu. Bakışlarını bir an olsun üzerimden ayırmıyordu. "Soğuk havalar bana pek uğramıyor."

"E onu anladık zaten canım," dediğimde güzel yüzü bir gülüşle aydınlanmış, bakışlarımın gülüşünde oyalanmasına neden olmuştu. "Çok güzelsin.." dedim, hülyalı bir tavırla. Bu sözlerimle birlikte gülüşü yavaşça bir tebessüme dönüşürken her zerresini ayrı inceliyordum. Parmaklarım yüzünün her bir köşesinde dolaşırken, "Gözlerin," Yeşil gözlerine uzun uzun baktım. Karanlıkta bile parıltısını kaybetmemişti. "Hayatımda gördüğüm en güzel gözlere sahipsin.."

Yeşil bakışları her geçen saniye daha da yoğunlaşırken gözlerimi ondan ayırmak zordu. O güzel gözlerine öyle bir hipnoz olmuştum ki beni bundan bir an önce kurtarmalıydı.

O, bedenini bana doğru tamamen çevirip dirseğini yastığına yaslayarak tam olarak yüz yüze gelmemizi sağladığında sol eli de hafifçe havalanmıştı. Parmakları çenemi kavrarken hiçbir şey söylemedi, sadece yüzünü yüzüme doğru eğip dudaklarımı yavaşça kavradı. Bu can alıcı öpüşü kalbimin heyecanla kasılmasına neden olduğunda yüzündeki elim de usulca aşağı doğru inip göğsüne yaslandı. Avucuma hızla çarpan kalbi, duygularımızın karşılıklı olduğunu açıkça belli ederken onun öpücüklerini karşılıksız bırakmıyordum.

Dudaklarımız arasına bir boşluk girdiği an, gözlerimiz temasa girdiğinde bu sefer dudaklarına atılan ben olmuştum. Elimi kaldırıp ensesine yaslarken öpüşmemiz derinleşmişti. Dudaklarımız çok geçmeden bir kavgaya tutuşmuş, bedenlerimizde bir yangın başlamıştı. "Her seferinde nasıl oluyor da bu noktaya geliyoruz, anlamıyorum." Dudaklarımız arasına sıkışan kelimelerim onun melodik gülüşünün kulağımın dibinde yankılanmasına yol açarken bacağımı bacakları üzerine atarak kucağına yerleştim. Bu esnada bağlantısını kaybetmeyen dudaklarımızda büyük bir arzu vardı.

Vahşi öpüşmemizi o sonlandırarak dudaklarını boynuma doğru sürükledi. Öpücükleri beni kendimden geçirirken zaten kısacık olan geceliğim onun kucağında oturduğum için neredeyse belime kadar sıyrılmıştı. "Çok güzelsin," dedi, az önce ona söylediğim sözleri tekrar ederken. Bir eli belimi okşarken yeşil gözleri yüzümde dolandı.

"Güzel olduğumu biliyorum,"

"Şu egon.." dedi, iflah olmazsın dercesine. Göğüslerimiz, hızlı nefes alıp verdiğimiz için birbirine çarparken dudaklarını biraz daha aşağı sürüklemiş ve dişlerini geceliğimin göğüs kısmına geçirerek aşağı doğru yavaşça çekiştirmişti. Bu, onun için kolay olmuştu çünkü geceliğimin ip askıları öpüşmemizin hararetiyle omuzlarımdan sıyrılmıştı.

Bu yaptığı, göğüslerimin ortaya çıkmasına neden olurken durmadı ve o güzel ağzıyla sağ göğsümü kavradı. "Ah,"

Dakikalarca sadece göğüslerimle ilgilendiğinde bunu izlemek bile benim için yetmiş, iç çamaşırımın sırılsıklam olmasına neden olmuştu. O, her anlamda eşsiz bir adamdı ki bana tüm bunları hissettirebiliyordu.

Belimdeki eli aşağı doğru kayıp iç çamaşırımı da usulca vücudumdan sıyırdığında bacaklarım arasında bir zonklama vardı.

Pekâlâ, sadece dakikalar içinde bu hâle gelmem hiç normal değildi.

O da daha fazla dayanamamış olacak ki üzerindeki birkaç parçayı sökercesine üzerinden çıkardığında elini uzatıp komodinin çekmecesini açmış fakat onu ben durdurmuştum. "Siktir et," dedim, nefes nefese. Bu, onun bariz bir şekilde şaşırmasına neden olurken, "Seni istiyorum her şeyinle.."

Tabii bunu illa ki biri bölecekti!

Odanın kapısı tıklatıldığı an Dicle'nin sesi de kapının önünden duyulmuştu. Bu hayal kırıklığıyla beraber neredeyse deliye dönecekken, "Hızlı oluruz." demiş ve dudaklarına doğru eğilmiştim fakat bu sefer o beni durdurmuştu.

"Öyle olursa sabaha kadar içinden çıkabilir miyim bilmiyorum."

"Sikeyim," dedim, dudaklarına doğru. Bakışları dudaklarımdayken kalçamı sertçe avuçlamıştı. "Evimize dönelim, dayanamıyorum."

"Uyudun mu Kenan abi?" diyen Dicle'nin tatlı sesi, bir kedi gibi Kenan'a sokulmama neden olduğunda onun eli de yavaşça belime tırmanmış ve geceliğimin eteğini aşağı indirmişti.

"Kalk," dedi, gözleri hâlâ dudaklarımdayken. Bu esnada ben de istemeye istemeye önce kucağından ardından da yataktan kalkmıştım. Bacaklarımda takılı kalan iç çamaşırımı tek bir hamleyle çıkarıp ona doğru fırlattığımda bu onun için öldürücü bir hamle olmuştu. Elini kaldırıp kırmızı dantelli iç çamaşırımı eline almış fakat gözlerini benden ayırmamıştı. Ben de banyoya doğru ilerlerken geceliğimi çıkarmış ve banyoya girmeden önce son olarak onun sadece iç çekişini duymuştum.

Soğuk bir duş bana iyi gelecekti.

🌸🌸🌸

Beni tatlı uykumdan uyandıran şey, kapının gıcırtısı olurken gözlerimi açmadım ve yanımdaki bedene daha çok sokuldum. Başım onun sert göğsüne yaslanırken göğsü, derin bir uykuda olduğunu belli ederek bir düzende inip kalkıyordu.

"Dicle," diye fısıldayan bir sese kulak kesildiğimde yatakta bir hareketlilik olmuştu fakat uykuyla uyanıklık arasındaki bedenim neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. "Ne işin var senin burada? Gitmeyeceksin demedim mi sana ben?" diyerek fısıltıyla konuşmaya devam eden Farah Hala'yı en sonunda sesinden tanıdığımda yataktaki hareketliliğin sebebini de anlamıştım.

Dün gece banyodan çıktığımda Dicle'yle Kenan'ı uyurken görmüş ve onları rahatsız etmeden yanlarına tırmanarak onlara eşlik etmiştim. Şimdi de anlıyordum ki Farah Hala Dicle'nin bizi rahatsız etmesini istememişti.

"Gel hadi, uyandırmayalım Kenan'la Maran'ı.." dediğini duyduğum an çok geçmeden odanın kapısı kapandığında ben de gözlerimi yavaşça aralamış, bakışlarımı tam karşımdaki balkonun camından görünen yemyeşil ağaçlara dikmiştim. Yağan yağmur damlaları cama çarparken odayı sadece bu ses dolduruyordu. Gözlerimi usulca camdan ayırıp Kenan'ın tarafında olan komodinin üzerindeki saate diktiğimde saatin epey erken olduğunu görmüştüm. Açıkçası yerim değiştiği sürece pek fazla uyuyamıyordum ve bu saatte uyanmam normaldi.

Başımı yasladığım yerden çekmeden sadece bakışlarımı onun yüzüne doğru çevirdiğimde epey tatlı bir uykuda olduğunu anlamış ve biraz onu izlemeye karar vererek bu anın tadını çıkarmıştım. Eğer ondan önce uyanıyorsam bu benim için bir ödül oluyordu.

Sadece birkaç dakika sonra onu rahatsız etmeden yataktan yavaşça kalktığımda direkt olarak banyoya geçmiş ve işlerimi hâlletmiştim. Tüm işlerimi halledip banyodan öyle çıktığımda Kenan hâlâ uyuyordu. Ben de o uyurken balkonun çift kanatlı kapısından tek kısmını açıp içeriye temiz havanın dolmasını sağladığımda üzerinden sıyrılan yorganı düzeltmiş ve dolaba doğru yönelmiştim. Kendime birkaç parça kıyafet seçip bir süre saçım ve makyajımla oyalanabilirdim ve belki de o bu esnada uyanırdı.

Çıkardığım bej rengi dar pantolonum ve beyaz salaş gömleğimi üzerime geçirip odanın köşesindeki boy aynasından kendimi incelediğimde gömleğimi de pantolonumun içerisine sıkıştırıp ilk iki düğmesini açık bıraktım ve kollarımı dirseklerime kadar katlayarak görüntüme çeki düzen verdim. Kalın, kahverengi kemerimi takıp makyaj masama doğru yöneldiğimde ilk olarak düzleştiricimi ısınması için fişe takmış ve ardından çok hafif bir makyaj yapmaya koyulmuştum. Sadece mavi gözlerimin ortaya çıkmasını sağlayacak hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı da düzleştirmiş, bu sırada da zaman hızla akmıştı. Son olarak küpelerimle saatimi de taktıktan sonra kahverengi deri çizmelerimi de giymiş ve kendime aynada son bir bakış atmıştım.

Yine harika görünüyordum.

Odadaki işlerimi tamamlayıp telefonumu alarak aşağı indiğimde ev epey sessizdi. Ki bu da saatin epey erken olmasından kaynaklanıyordu. Kendime bir su almak için mutfağa geçtiğimde mutfakta da hiç kimse yoktu. Bir bardak su alıp tekrar yukarı çıktığımda Kenan hâlâ uyuyordu. Erkenden uyuduğu yetmiyormuş gibi hâlâ da uyuyordu.

"Kenan," dedim, ona doğru ilerlerken. Elimdeki bardağı komodine bırakıp dizimi yatağa yaslayarak yanına çıktığımda kıpırdanmıştı. "Kalk hadi ya, sıkıldım." Elimi tişörtünün sardığı sırtına yaslayıp hafifçe okşadıktan sonra eğilip yanağına koca bir öpücük bıraktım. "Kenan," dedim, ritmik bir şekilde. "Hadi aşkım uyan."

"Uyuyorum Maran." dedi, gıcık bir şekilde homurdanarak.

"Uyuyor olsan konuşamazsın bir kere." dediğimde yataktaki bedeni kıpırdandı uzunca bir süre. Ardından da başını gömdüğü yastıktan kaldırıp bana ters bir bakış attı. Uykudan yeni uyanmış o mahmur ifadesiyle bana bakarken bakışları kısıktı. O güzel bakışları birkaç saniye üzerimde gezindiğinde ters bakışları yumuşak bir hâl almış, başı tekrar yastığa düşmüştü.

"Nasıl bu kadar mükemmel görünüyor olabilirsin?" dedi, hayretle. Güldüm, elimle kendimi gösterirken.

"Çünkü ben mükemmelim."

"Egonu yesinler."

"Yiyebilirsin her yerimi." dediğimde pembemsi dudakları arasından derin bir soluk bırakmıştı. Şu adamı delirtmeye bayılıyordum.

"Saat kaç?" dediğinde telefonumun ekranını aydınlatıp ona doğru çevirdim.

Saat henüz 7.30'du.

"Çok erken," dedi, huysuzca. Ardından kolunu bana doğru uzatıp beni kendine çektiğinde başım onunla aynı yastığa düşmüştü. "Kapa gözlerini, uyuyalım." derken bir şey hatırlamış gibi bakışları etrafta dolaştı. "Dicle nerede?"

"Uyuyordum, Farah Hala gelip götürdü onu."Bakışları gözlerim arasında mekik dokurken elini kaldırıp yanağıma yaslamış ve beni göğsüne bastırmıştı. "Uyumayacağım boşuna uğraşma."

"Kalalım biz de böyle." Sırıttım, çenemi göğsüne yaslayıp bakışlarımı güzel yüzüne dikerek.

"Dün geceyi telafi edebiliriz istersen," dediğimde bu, yüzünün bir gülüşle aydınlanmasına neden oldu.

"Burada olmuyor o,"

"Evet, sürekli basılıyoruz." Başımı iki yana salladım hafifçe. "Evimize dönelim," dedim, dudağımı büzerek. Bu, bakışlarının dudaklarıma düşmesine neden olurken biraz daha uğraşsam tam şu an bavulunu hazırlayabilirdi.

"Sıkıldın mı?"

"Hayır sıkılmadım, çok güzel burası. Çok seviyorum ama," dedim, göğsünü okşarken. "Seni özlüyorum."

"Evlendiğimizden bu yana bambaşka birine dönüştün," diyerek bir çıkarım yaptığında bunun ben de farkındaydım. Ona olan duygularımı en uçta yaşamaya başlamış, ona bağımlı hâle gelmiştim. Tabii tüm bu hissettiklerimiz karşılıklıydı ve aramızdaki bu saçma çekime ikimiz de engel olamıyorduk.

"Beğenemedin mi?"

"Aksine çok hoşuma gidiyor." dedi, kahküllerimi kenara doğru hafifçe itip. Aslında uzamışlardı ve döndüğümde annemin yanına uğrasam fena olmazdı.

"Sen de benim çok hoşuma gidiyorsun." dedim, cilveli bir tavırla. Güldü, bu sözlerime. Elini indirip burnumdan makas aldıktan sonra beni üzerinden nazikçe itmişti. "Rahatımı bozdun."

"Duş alacağım." dedi, üzerimden geçerken.

"Sonra?"

"Sonra," Banyoya doğru ilerlerken durdu ve bana döndü. "Kahvaltıya ineriz." Somurttum.

"Beni niye gezdirmiyorsun?"

"Çok gezmeye başladın," diyerek banyoya girip kapıyı kapattığında ofladım. Sadece iki gün önce dışarı çıkmış, bir daha da beni dışarı çıkarmamıştı. İki gündür beraber evde pinekliyorduk ve babaannesi de bizim eğlence (!) kaynağımız oluyordu. Sürekli olarak bize bulaşıyor, torun istediğini söyleyerek ikimizi de darlıyordu ve buna rağmen hâlâ bu durumdan beni kurtarmıyordu.

Bir süre yatakta oyalanıp kalktıktan sonra etrafı toparlamış, yağmur hızlandığı için de balkonun kapısını kapatmıştım. Suyumu alıp tekrar aşağı indiğimde az öncekinin aksine ev epey gürültülüydü. Hemen hemen herkes kalkmıştı ve evde her zamanki gibi bir curcuna hakimdi.

"Günaydın," dedim, salonun basamaklarını inerken.

"Günaydın Maran'cığım," dedi, Cevher Hala ve Firuze.

"Günaydın yengecan." dedi, ikizler ve Zilan hep bir ağızdan. Onlara kocaman bir gülümseme bahşettiğimde koyu yeşil tonlarındaki koltuğa kendimi bırakmıştım. Firuze de yanımda, Eftal'le ilgilenirken hemen yanıbaşında beşiğinde kıpırdanan Alaz'la da aynı anda ilgileniyordu.

"Gediz abi nerede?" dedim, bu derbeder hâline karşılık.

"Ay sorma!" dedi, gözlerini büyüterek. "Babaannem tutturdu, çiftliğe götür beni diye! Onunla beraber çıktı sabahın köründe!" Kıkırdadım.

"İstersen Eftal'i alayım, ben ilgilenirim onunla.. Sen Alaz'a bak." diyerek Eftal'e doğru uzandığımda beni ikiletmemişti.

"Çok sağ ol, Maran ya." dedi, minnetle.

"Olur mu öyle şey, ne yapıyorum ki?" dedim, teessüf eder gibi. Bu sırada Eftal de kucağıma yerleşmiş, yerini epey sevmişti. "Kız," Sarı saçlarını okşadım.

"Kenan uyanmadı mı?" dedi, Cevher Hala da.

"Uyandırdım," dedim, sinsice. Bu, onları güldürdü. "İner birazdan."

"Dicle sizin yanınıza kaçmış gece." dediğinde gülerek başımı salladım. "Farah deliriyordu."

"Çok seviyor Kenan'ı."

"Kim seviyor beni?" diyen ses arkamdan gelirken başımı arkaya doğru çevirip ona bir bakış attım. Üzerinde siyah bir tişört vardı, beni şaşırtmayacak şekilde.

O, usulca yanıma yanaşıp yanağıma tatlı bir öpücük bırakarak, "Günaydın herkese," demiş ve öyle oturmuştu. Bu günaydın faslı bir süre devam ettikten sonra az önceki sorusunu yineledi. "Kimden bahsediyorsunuz?"

"Dicle'den." dedim, Eftal'in tombul elleriyle oynarken. O, tatlı bir şekilde gülümsediğinde ben de gülümsemiştim.

"Hayranlarım çok,"

"Biliyoruz onu." dediğimde hepsi güldü. O da sırıttığında göz devirmiştim.

"Herkes nerede?" diye sorarak üzerindeki ilgiyi dağıttığında Firuze onu yanıtladı.

"Gediz'le babaanne çiftliğe gittiler. Farah Hala da Dicle'yle ilgileniyor yukarıda.."

Kucağımdaki Eftal'i hafifçe havaya kaldırıp kıkırdamasını sağladığımda o iri gözleri tatlı bir gülüşle kısılmış, dişlerini göstermişti. Bu tatlılığı karşısında dişlerim adeta kamaşırken onun yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. "Oh," dedim, içli bir şekilde. "Ne güzelsin sen ya?"

Ellerini kaldırıp yanaklarıma yasladığında sırıtarak onu izliyordum. Tombul yanakları öylesine ısırılasıydı ki tam şu an onu yiyebilirdim.

"Siz çift olarak benim oğlumu neden sevmiyorsunuz?" dedi, Firuze. Alaz'ın beşiğini hafifçe sallarken bize kötü kötü bakıyordu.

"Küçücük o ama," dedim, müthiş bir savunma yaparak. "Bir şey olur diye yanaşmaya korkuyorum."

"Kocana ne demeli şekerim?" Bakışlarımı Kenan'a çevirdiğimde kaşları havalandı bilmiş bir şekilde.

"Eftal'in yeri ayrı."

"Gel çocuğumu sev." diyen Firuze'ye güldüğümde Kenan da yerinden kalkmıştı. "Amcasını tanımıyor resmen."

"Abart." dedi, Kenan da. Bu sırada da Alaz'ın beşiğine yanaşmıştı. Dudaklarındaki tatlı gülümsemeyle beşiğe doğru eğilip Alaz'ı sevmeye başladığında onu izliyordum.

"Bak nasıl gülüyor sana çocuğum," Firuze'nin sözleriyle beraber gülerek başımı iki yana salladım. "E hayatında ilk kez görüyor tabii, şaşırdı."

"Siz kadınlar ne kadar çok seviyorsunuz abartmayı ya?" dedi, Kenan. Tabii bu çıkarımı da benden dolayı yapmıştı. "Ben hep ilgileniyorum Alaz'la."

"Biz niye görmüyoruz?"

"Benim çocuğum olursa da sen ilgilenmezsin işte."

"Bak itiraf ediyor bir de.." dedi, bana dönerek.

"Kocamı üzme." dedim, aralarına girerek. "Onu sadece ben üzebilirim."

"Bir an gerçekten beni savunacağını sanmıştım." diyen Kenan bana kısık gözleriyle bir bakış attığında cilveli bir şekilde kıkırdamış, bana uzun uzun bakmasına neden olmuştum.

"Hadi çocuklar kahvaltıya!" diyen Cevher Hala'nın sesini duyduğumda başımı salonun köşesindeki yemek masasına doğru çevirdim. O, hangi ara yanımızdan kalkıp mutfağa gitmişti bilmiyordum ama ikizlerle Zilan da ortada yoktu. Bu sırada Farah Hala da merdivenlerden iniyordu.

"Kenan gel beni kaldır." dediğim an Kenan yanımda bittiğinde sırıtıyordum. O, elimi tutup beni kaldırdıktan sonra ben masaya ilerlerken Lale de Firuze'nin isteğiyle beraber Alaz'la ilgilenmek için salona geçmişti.

"Ver bana onu, ben hâllederim." diyerek Kenan da Eftal'i kucağımdan aldığında onu mama sandalyesine oturtmuş ve ardından da kendisi yanıma oturmuştu.

"Çınar gelecek birazdan," diyen Farah Hala'yla beraber ilgim o tarafa doğru döndüğünde o aslında Cevher Hala'yla konuşuyordu fakat hepimiz duymuştuk. "Dicle'yi görecekmiş."

"Dicle'yi mi yoksa seni mi?" dedi, Cevher Hala. Bu, bakışlarımın usulca Kenan'a doğru dönmesine neden olduğunda bakışlarımız kısa bir an kesişmişti.

"Bak ben sana dedim, öngörülerim şaşırtmıyor.." diyerek yine egomu konuşturduğumda dudaklarında belli belirsiz bir sırıtış olmuştu.

"Kapa çeneni."

"Kapatsana."

Bakışları bana dönerken kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım. "Kahvaltıdan sonra seni dışarı çıkaracağım, hazırlanırsın." Ellerimi çırptım heyecanla. Bu, onu güldürdü.

"Nereye?"

"Nereye istersen."

"Şehre götür beni, azıcık alışveriş yapayım.. Giyecek hiçbir şeyim yok." dediğimde bana ciddi misin der gibi baktı. Omuz silktiğimde de öyle bakmaya devam ediyordu.

"Tamam," dedi, yine de hayret dolu olan o ifadesiyle.

Kahvaltımız aynı hızla devam ederken bol sohbetli bir kahvaltı geçirmiş, bu sırada Kenan da ben de ortamızda oturan Eftal'i kendi ellerimizle beslemiştik. Kahvaltının ardından da herkes koltuklara geçerken onlar kahvelerini içerken biz de dışarıda içmeye karar vermiş, bu yüzden de Kenan'la beraber çok geçmeden evden çıkmıştık. Birlikte arabaya binip yola koyulduğumuzda elimdeki telefonumla oyalanıyordum.

Neredeyse bir saatten fazla süren yolculuğumuz ara ara ona sataşmalarımla sürüp giderken en sonunda arabayı büyük alışveriş merkezinin önünde durdurmuştu. Bununla beraber emniyet kemerimi çıkarırken bakışlarımı ona çevirdim. "Sen gelmiyor musun?"

"Buradayım," dedi, o da bakışlarını bana çevirerek. "Takıl sen, beklerim ben seni."

"Of hadi gel," dedim, göz devirerek. "Aldıklarımı kim taşıyacak?" dediğimde gözlerini deviren o oldu.

"Peşimizde bir sürü herif var, bunu benim yapmamı mı istiyorsun yani?" diyerek arkamızdaki arabalarda duran korumalardan bahsettiğinde omuz silkmiştim bir kez daha.

"Seni istiyorum ben," dediğimde bakışları yavaşça yumuşamış, onu yola getirmiştim. Birkaç saniye yüzümü inceledikten sonra dudakları arasından bir nefes vererek emniyet kemerini çıkardı. Bununla beraber sırıtarak arabadan indiğimde o da hemen peşimden inmiş, elindeki anahtarla kapıları kilitlemişti.

"Bu işten nefret ettiğimi biliyorsun," diyerek yine söylenmeye başladığında abartılı bir şekilde oflamıştım. Birkaç adım önünden ilerlerken bıkkın yüz ifademi görmüyordu.

"Söylenme, Kenan."

Bu bizim rutinimiz hâline gelmişti.

Ben tek başıma alışverişe çıktığımda genellikle onun da bana eşlik etmesini istiyordum ve o da hiç istemese de bana eşlik ediyordu. Fakat böyle söylenmek onun hoşuna gidiyordu.

"Hem senin önerilerine ihtiyacım var." diyerek ona doğru dönüp geri geri yürümeye başladığımda düşmemem için eli belime dolanmıştı. "Senin zevkini beğeniyorum."

"Allah Allah?" dedi, bu küçük oyunuma ayak uydurarak. Başımı hafifçe sallayarak onu onayladığımda ufak bir hareketle önüme dönmemi sağlamış, kıkırdamıştım. Belimdeki elini kaldırıp omzuma sardığında ben de sol elimi kaldırıp omzumdan sarkan elini tuttum.

Beraber alışveriş merkezine girip kendimi hemen gözüme kestirdiğim bir mağazaya attığımda el mahkûm o da peşimden geliyordu.

"Hoş geldiniz Maran Hanım," dedi, genç kız kocaman gülümsemesiyle. Ardından arkamdan mağazaya giren Kenan'ı gördüğünde gülümsemesi solmadı. Ben de aynı şekilde gülümseyip onu başımla onaylarken adımlarımı göz alıcı elbiselere doğru sürüklemiştim. "Kenan Bey, siz de hoş geldiniz.."

"Hoş bulduk," dedi, Kenan da. O; kendini mağazanın ortasındaki geniş koltuklara bırakırken çok geçmeden tüm çalışanların bir kısmı benim başıma, diğer kısmı da onun başına toplanmıştı.

"Bunun beyazı yok mu ya?" dedim, askıdaki elbiseleri tek tek karıştırırken. Bu esnada Kenan da kahvesini yudumluyor, elindeki telefonunu kurcalıyordu. "Kenan," derken beni duyması için hafifçe sesimi yükselttim. Bakışları bana dönerken elimdeki farklı iki elbiseyi gösterdim. "Hangisi?"

"Dene," Omuz silkti. "Üstünde göreyim.."

"Gel bana yardım et o zaman," dediğim an yanımda duran genç kızın şaşkın bakışları çok kısa bir an bana uğramıştı. Kenan da bunu fark etmiş olacak ki bana uyarıcı bir bakış attı. "Ne?" dedim, şımarık bir çocuk gibi.

"Beğendiysen alalım ikisini de.." dedi, telefonunu bırakırken. Ardından kahve fincanını eline alırken arkasına yaslanmıştı.

"Sen hangisini beğendin?"

"Kırmızı olanı." dediğinde sağ elimdeki askıya doğru başımı çevirdim. Kırmızı, uzun kollu mini bir elbiseydi ve hatrı sayılır bir göğüs dekoltesi vardı.

"Deneyip geliyorum o hâlde," diyerek elimdeki elbiseyi genç kıza uzattım. Onun koluna astığı bir sürü elbise vardı ve hepsini denemesem de almayı düşünüyordum.

Diğer elimde kalan elbiseye de bir bakış attığımda onu da kıza uzatmış, ben önde o arkamda beraber kabine doğru ilerlemiştik. O, elindekileri kabine bıraktıktan sonra yardıma ihtiyacım olup olmadığını sormuş fakat ona teşekkür ettiğimde bir ihtiyacım olması durumunda kabinin dışında beni beklemeye başlamıştı.

Ben, ilk olarak Kenan'ın beğendiği o kırmızı elbiseyi denemek için üzerimdekilerden kurtulup o elbiseyi giydiğimde geniş kabinde oldukça rahat hareket ediyordum. Büyük aynadan yansımamı kontrol ederken mini elbise de kalçalarımın biraz altında bitiyordu. Kadifemsi dokusu bana kendimi harika hisettirirken V şeklinde inen göğüs dekoltesi neredeyse karnıma doğru uzanıyordu. Omuz kısımları da vatkalıydı. Elbise gerçekten hoştu ve benim beyaz tenimle simsiyah saçlarıma müthiş uyum sağlamıştı. Ya da ben bu muhteşem elbiseye müthiş uyum sağlamıştım.

Elimi kumaşın üzerinde kaydırıp eteklerimi düzelttiğimde üst bacağımdaki dövmeler de bu havamı birazcık asileştirmişti ama yine de hoştum.

Düzleştirdiğim saçlarımı elimden geçirip kabinden çıktığımda tam karşıdaki koltukta oturan kocamın bakışları buraya dönmüş, sabırsızca etrafta gezinen gözleriyle karşılaşmıştım.

Sadece birkaç saniye içerisinde o yeşil gözlerinde bir hareketlilik olduğunda o huysuz ifadesinden arınmış gözüküyordu. Tabii bakışlarını üzerimde gezdirdiği her saniye vücuduma yayılan elektrik dalgasını saymazsak.

Kendi etrafımda usulca dönüp ellerimi hafifçe iki yana açtım. "Nasılım?"

"Harika gözüküyorsunuz.." dedi, bana eşlik eden tatlı kız. Bununla beraber genişçe gülümsediğimde diğer çalışanlar da tüm işi gücü bırakmıştı. Tabii bu sırada Kenan da hâlâ beni süzüyordu alev alev olan bakışlarıyla.

"Beğenmedin mi ya?" dedim, kaşlarım çatılıp dudaklarım hafifçe dışarı bükülürken.

"Mümkün olabilir mi böyle bir şey?" dedi, dakikalar sonra ilk kez konuşarak. Gür kirpiklerini birkaç kez kırpıştırıp beni son kez baştan aşağı süzdüğünde bakışlarından, tam şu an bana neler yapmak istediğini görebiliyordum. "Çok hoş görünüyorsun," diyerek duymak istediklerimi söylediğinde sırıttım aptalca. Bu sözlerinden sonra onun tek bir bakışıyla etraftaki herkes kaybolurken o da yerinden yavaşça kalkmış ve bana doğru ilerlemeye başlamıştı.

Pekâlâ, aramızdaki mesafe dakikalar önce de bu kadar uzun muydu yoksa bana mı öyle geliyordu?

Kokusu radarıma girip ciğerlerimi doldurduğunda o can alıcı koca elleri bedenime dolanmıştı. Başımı hafifçe kaldırıp onunla göz göze gelmemizi sağladığımda ellerim refleksle omuzlarına doğru hareketlendi. "Basit bir renk," dedi, usulca nefesini verirken. Sıcak, ferah nefesi tenimi yalarken delirmek üzereydim. "Nasıl olur da böylesine yakışabilir şu güzel, ipek gibi tenine?"

Vücudum vücuduna yaslanırken parmaklarım ensesindeki saçları okşamaya başladı. Çenemi hafifçe dikleştirip burnumun çok hafifçe burnuna sürtmesine neden olduğumda gözünü bile kırpmıyordu. "Tenime daha çok yakışan başka bir şey daha var," dedim, arsızca. Fısıltı şeklinde dudaklarımdan dökülen kelimeler, onu yoldan çıkarırken bir mağazanın ortasında bu denli açık olmamız hiç etik değildi.

"Beni yoldan çıkarma," dedi, gözleri dudaklarımdayken.

"Yoksa?"

"Yoksa alışveriş yapabileceğin tek bir mağaza bırakmam, tam şu an hepsini kapattırır ve seni güzelce s-"

Onun bu edepsiz sözlerini bölen şey, dudaklarına yaslanan parmaklarım olduğunda arsızca sırıtmama engel olamıyordum. "Bu bir skandal olurdu."

"Git çıkar şunu, delireceğim yoksa." Omuz silktim.

"Alıyorum." Yavaşça ondan uzaklaşıp kabine doğru yöneldiğimde verdiği o sesli nefesi işitmiştim. Sırıtışım büyürken kabine girip kapıyı kapatıp üzerimdeki elbiseden kurtuldum. Diğerlerini denemeye üşendiğim için sadece göz atmış ve beğendiklerimde karar kılarak üzerimi giyinmiştim. Ardından da kabinden çıktığımda az önce benimle ilgilenen genç kız bana yardımcı olmuş, beğendiğim elbiseleri kasaya götürmüştü. "Aşkım geliyorum hemen." diyen Kenan'a elimle gözüme takılan başka bir tarafı gösterdiğimde o da kasadaydı.

"Keyfine bak sevgilim," dedi, elindeki kartı kasadaki kıza uzatırken. Bu esnada ben de adımlarıma yön vermiştim. Erkek reyonunda gözüme kestirdiğim koyu renkteki gömleğe doğru ilerlerken o hâlâ kasada oyalanıyordu. O reyondaki başka bir çalışan peşime takılırken ondan rica ettiğim üzere o gömleğin istediğim bedenini bana hızlıca bulmuş, elime tutuşturmuştu.

"Rengi nasıl sence?" dedim, karşımda duran uzun boylu erkek çalışana doğru.

"Güzel."

"Tut bakayım bir üzerine.." diyerek elimdeki askıyı üzerine tuttuğumda fena değildi. Yani onun üzerinde fena durmamıştı fakat benim kocamın üzerinde müthiş duracağından emindim. "Güzel," dedim, kendi kendime. "Alıyorum bunu."

"Tabii, Maran Hanım." dedi ve ona uzattığım gömleği elimden alıp kasaya doğru yöneldi. Ben de onun peşinden ilerlerken Kenan hâlâ kasadaydı ve kulağına yasladığı telefonla konuşarak aldıklarımı paketlemelerini bekliyordu. O, telefonla konuşurken ben de tıpkı onun gibi kasaya yaslanmıştım. Genç çocuk da benim ona aldığım gömleği kasadan geçerken çantamdan kartımı çıkarıp ona uzattım. Bu sırada Kenan'ın yeşil bakışları her hareketimi takip ediyordu.

"Maran'a sormam lazım," dedi, telefondaki her kimseye. "Dönerim sana sonra.."

Meraklı bakışlarım onun üzerindeyken elini uzatıp fazlaca olan poşetleri tek seferde elinde topladı ve kıza nezaketle gülümsedi. Bu sırada ben de kartımı geri alıp çocuğun bana uzattığı poşeti elinden aldım. "Sağ ol," dedim, gülümseyerek.

Kenan, telefonunu saniyeler içinde kapatırken beraber mağazanın çıkışına doğru ilerliyorduk. "Ne aldın sen?" dedi, bakışlarını bana çevirerek.

"Sana hediye aldım." derken elimdeki poşeti de tutması için ona uzattım. "Beğenirsin bence, çok yakışacak sana."

"Hangi dağda kurt öldü?" Elimdeki poşeti de alırken ne kadar çok şey aldığımı da yeni fark etmiştim.

"Aşk olsun, ben sana hep hediye alıyorum."

"Şaka yapıyorum," dedi, o serseri tavrıyla. Ardından yürürken bana doğru eğilip yanağıma tüy hafifliğinde bir öpücük kondurdu. Bu da tüm tüylerimin diken diken olmasına neden olurken, "Teşekkür ederim sevgilim."

"Karşılık olarak beni yemeğe çıkarırsın işte," Gözleri kısıldı bu sözlerimle.

"Çok fenasın." Kıkırdadım. "Abim aradı az önce, o da akşam yemeğe gidelim diyordu.. Sana sormadan kabul etmedim."

"Olur ama ben baş başa bir yemekten bahsediyordum." dediğimde elini belime attı. "Senin kendi ellerinle yaptığın bir yemek de olabilir tabii."

"Döndüğümüzde sözüm olsun."

"Aldım sözü."

"Nereye gireceksin başka?"

"Daha yeni geldik, ne çabuk sıkıldın?" dedim, hayretle.

"Sevmiyorum." dedi, huysuzca.

"Birkaç yere daha uğrarım," Gözlerim etrafta gezinirken, "Şuraya gireceğim.." diyerek onu başka bir mağazaya doğru sürükledim. O, çocuk gibi mızmızlanarak peşimden gelirken biraz daha buna devam ederse onu gerçekten öldüreceğimi belirten bir bakışı ona göndermiştim. Bu da onun bu tavrının değişmesine neden olduğunda önüme dönüp boş mağazada dolanmaya başladım. "Çok bakma etrafa." diyerek ona bir uyarıda da bulunduğumda buna gerek yoktu çünkü gözleri hiçbir yere uğramıyor, adımları da sadece beni takip ediyordu. Burası bir iç çamaşır mağazasıydı ve etrafta fazlaca kadın vardı.

"Dışarıda bekleyebilirim?"

"Kaçacağını biliyorum, o yüzden hayır yanımda dur." derken askıdakileri karıştırıyordum. "Güzel mi bu?" Elimdeki siyah dantelli iç çamaşır takımını ona gösterdiğimde bana baktı.

"Bana mı soruyorsun gerçekten?"

"E en çok sen görüyorsun." dedim, muzip bir tavırla. Bu, o ifadesinin kırılmasına neden olurken dudaklarında hafif bir gülüş belirmişti. "Ne güzel gülüyorsun, kurban olurum sana." derken elimi çenesine yaslayıp henüz birkaç günlük olan sakallarının çevrelediği yüzünü öptüm.

"Güzel," dedi, beni geri çevirmeyerek. "Seç işte birini, çıkarıyorum nasıl olsa." Ona cilveli bir bakış attığımda aramızda elektriği yoğun bir bakışma geçti.

"Sen bugün şansını fazla zorluyorsun," dedim, onun beğendiğini askıdan çekip alırken. "Atacağım seni şimdi kabinlerden birine."

"Sen mi ben mi?" dediği an yanından geçtiğimde peşime takılması uzun sürmedi. "Şu eve bir gidelim göstereceğim sana.."

"Aynen canım," dedim, alayla. "Basılmazsak tabii."

"Konağa değil, seni kendi evime götüreceğim."

Bu sözleri bedenimin elektrikle yüklenmesine yol açarken ona omzum üzerinden bir bakış attım. Yeşilleri koyulaşmış, yine o alev alev hâlini almıştı.

Şu bakışları bile her dediğini yapmama yeter, artardı. Onun cazibesine karşı koymak günah işlemekle neredeyse denkti ve ben günah işleyemeyecek kadar saf, temizdim.

Henüz.

🌸🌸🌸

Bakışlarım onu takip ederken kapattığı bavulunu eline alıp odanın kapısına kadar taşıdı güçlü kollarıyla. Bu sırada somurtkan ifademle onu izlerken her an ağlayacak bir pozisyonda olduğum için bana bakmaktan kaçınıyordu.

"Ne yapacağım ben tek başıma üç gün boyunca?" diye homurdandım.

İki hafta önce Trabzon'dan dönmüştük ve onun haftalardır meşguliyetleri nedeniyle ertelediği Japonya seyahati gündeme gelmişti. Şimdi de onu özel uçağına bindirmek için hazırlanmam gerekiyordu fakat bunu yapmak istemiyordum. Üç gün kısa bir süre gibi görünse de benim için haftalar gibi geliyordu.

"Bir haftalığına kalacaktım ama üç günlüğüne gidip geleceğim sırf senin için," dedi, bavulunu bırakıp bana dönerken. Evet, benim nazlanmalarıma karşılık anca bu kadarını yapabilmişti. O döndüğünde Yiğit orada kalmaya devam edip işleri tamamlayarak dönecekti. "Üç gün çok kısa bir süre." derken yanıma yanaşıp ellerini ince belime doladı. Yeşil gözlerine ihtiyaçla bakarken bir elini kaldırıp yanağımı okşadı hafifçe. "Ben de seni çok özleyeceğim ama gitmek zorundayım bebeğim, biliyorsun.."

"İşi gücü bırakıp kasabaya yerleşme fikri aklıma yatmaya başladı," dediğimde bu onu güldürdü.

"Üç gün vaktin var, iyi düşün."

"Evet evet, kesinlikle bunu yapmalıyız."

"Kızları çağırırsın, tek kalma evde." diyerek günlerdir sarf ettiği kelimeler bir kez daha dudaklarından döküldüğünde başımı salladım. "İstersen bizimkilerde de kalabilirsin ya da yalıda? Sen bilirsin, nasıl rahat edeceksen."

"Sensiz rahat edeceğimi sanmıyorum." Dudağımı büzdüm çocuk gibi. "Evde kalacağım, yastığına sarılarak uyurum.."

Bu sözlerim onu bir kez daha güldürdüğünde eğilip dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktı. "Zorlaştırıyorsun her şeyi," dedi, fısıltıyı andıran bir ses tonuyla. "Böyle yaparsan gidemem."

"Gitme zaten." Bana, başını hafifçe omzuna doğru yatırıp bir bakış attı. Bu konuşmayı defalarca yapmıştık ve hâlâ da bıkmamıştım. "Hazırlanayım ben o zaman." dedim, istemeyerek de olsa.

"Aşağıdayım ben," diyerek yanağımdan öpüp benden uzaklaştıktan sonra kapının önündeki bavulunu alıp odadan çıktı. Bununla beraber nefesimi sıkıntıyla vererek giyinme odasına geçtiğimde önce dolaptan kendime bir pantolon ve bir kazak çıkarıp üzerime geçirmiştim. Ardından da toplu saçlarımı açıp bir fırçadan geçirdikten sonra gevşek bir şekilde örüp hafif bir makyaj yapmış, eşyalarımı da alarak aşağı inmiştim.

İlk kez bu kadar kısa süren bir hazırlıktan sonra o da şaşırırken beraber evden çıkıp benim arabama bindik. Sürücü koltuğuna ben geçtiğimde o da yan koltuğa kurulmuş, ben emniyet kemerimi takarken kendi tarafındaki camı hafifçe aralayıp kendine bir sigara yakmıştı.

"Sen ne yapacaksın bugün?" dedi, ilgiyle bana dönerek.

"Örnek eve uğrayacağım, yabancı yatırımcılar gelecek bugün." diyerek onu yanıtladığımda beni dikkatle dinliyordu. "Bütün günüm orada geçecek yani.. Sonra Olcay'ın atölyesine uğrayacağım onunla Bige'yi alıp akşam yemeğine gideceğiz."

"Haber ver bana da." dediğinde ona yandan bir bakış attım. "Gerçi sen haber vermesen de benim haberim olur her adımından."

"Bana ne getireceksin oradan?" dedim, yüzsüzce.

"Ne getireyim?" derken gülüyordu.

"Elin boş dönme yeter."

"Elim boş döndüğümü gördün mü hiç?" dediğinde güldüm. Doğru söylüyordu çünkü normal zamanda bile işten geldiğinde bana mutlaka bir çicek olsa bile getirirdi.

"Çabuk gel, başka bir şey istemiyorum."

Bu söylediklerim son olurken aramızda başka bir konuşma geçmemiş, kısa bir yolculuğun ardından da havaalanına gelmiştik. El frenini çekip emniyet kemerimi çıkardığımda içimdeki buruk hisse engel olamıyordum. Sadece üç gün için bu kadar drama fazlaydı fakat engel olamıyordum işte.

Beraber arabadan inip onu bekleyen uçağa doğru adımlamaya başladığımızda Yiğit de oradaydı. Telefonuyla konuşarak bize doğru ilerlerken Kenan'ı buradan kaçırmayı düşünüyordum.

"Asma suratını," dedi, elimi koca avucu içerisine hapsederek beni durdurduğunda. Bakışlarımı kaldırıp onun yeşil gözlerine baktığımda yüzümü inceliyordu. "Üç gün, sevgilim.. Sadece üç gün sonra geleceğim."

"Üç gün boyunca sensiz uyuyup uyanacağım." dedim, dramatikleştirerek. "Sensiz yemek yiyeceğim, sensiz işe gideceğim." Doldurduğum gözlerimi kırpıştırdım. Bana neler oluyordu böyle? "Üç gün hiç bu kadar uzun bir zaman dilimi gibi gelmemişti."

Yeşilleri dolu gözlerimde uzunca gezindikten sonra elini kaldırıp yüzümü avuçlamış ve başımın üzerine bir öpücük bırakmıştı. "Ağlarsan hiç gidemem, sakın yapma bunu." dediğinde gözlerimi ağlamamak için birkaç kez kırpıştırdım. "Kokumla idare et," dedi, çok kolaymış gibi. Ardından eli, başımdaki fulara doğru uzandığında onu izliyordum gözümü kırpmadan. "Ben de öyle yapacağım çünkü.." derken başımdaki fularımı yavaşça çözmüştü. Ardından bakışları gözlerimi bulduğunda Yiğit'in sesi aramıza girdi.

"Abi beş dakikaya kalkacak uçak." diyerek bize haber verdiğinde hâlâ aramızda bariz bir mesafe vardı ve o da telefonla konuşuyordu. Yüzündeki yumuşacık ifadeye bakılırsa o da Bige'yle konuşuyor olmalıydı.

"Gel öpeyim seni," diyerek aramızdaki yarım adımlık mesafeyi kapattığında dudaklarını dudaklarıma yaslayıp kokumu içine derince çekerek beni öpmüştü. Bana bahşettiği her öpücük bambaşka duygular hissettirirken bu da onlardan biriydi.

Yumuşacık dudakları dudaklarım üzerinde eşsizce hareket ederken bu çok anlamlıydı. Bir veda öpücüğüydü ve ben bunu çok net hissetmiştim.

Kalbim göğüs kafesim içerisinde çırpınırken tutmaya çalıştığım gözyaşlarım aniden gözlerimden boşalmış, dudaklarımız arasına sızmıştı. Aldığım tuzlu tatla beraber beni öpmeyi bırakmadı, dudaklarını yanağımdan süzülen gözyaşına doğru sürükledi ve oraya bir öpücük bıraktı. "Seni seviyorum," dedi, kısık bir sesle.

"Ben de seni," diye mırıldandım, yanağını okşarken. Elimi tutup avuç içime yakıcı bir öpücük bıraktığında burnumu çektim. O, gözyaşlarımı silerken dudakları bir kez daha dudaklarımı kavradı. Uzun, tutkulu bir öpücüğü bana sunduğunda o gelene kadar bunun etkisinde kalacağım aşikârdı. "Dikkat et kendine, indiğinde ara.. Otele geçerken haberim olsun, o telefonunu da sürekli şarj et." Güldü hafifçe.

"Tamam," dedi, bu söylediklerime karşılık. "Merak etme, seni habersiz bırakmayacağım.. Bora sürekli yanında olacak ama bir şey olursa sen de beni ara mutlaka." Başımı salladım küçük bir çocuk gibi. Ardından uzunca mavi gözlerime baktığında onun da gitmek istemediğini biliyordum. Hatta elinde olsa beni götürebileceğini de. Fakat ikimizin de kendine göre işleri varken bu mümkün değildi.

Elleri usulca benden uzaklaşırken bu bakışmamız sonlanmış, ben gözyaşlarımı zorlukla tutarken o da onu uçağın merdivenlerinde bekleyen Yiğit'e doğru ilerlemeye başlamıştı. Hiç arkasına dönüp bakmadan -bakarsa kesinlikle gitmekten vazgeçerdi- sadece birkaç saniye içerisinde Yiğit'le beraber uçağa binmiş, çok geçmeden de uçak yavaşça havalanmıştı. Bununla birlikte gözlerimi hızla silip arkamı döndüm ve hızla arabama bindim. Bu sırada çalan telefonumu yanıtlayıp kulağıma götürdüğümde arabayı çalıştırmıştım.

"Efendim anne?" dedim, burnumu çekerken.

"Gitti mi Kenan?" diye sorduğunda başımı salladım görecekmiş gibi.

"Gitti," derken dudaklarım öne doğru hafifçe büzülmüş, çenem hafifçe titremişti. Annem, bu ses tonumdan da ağladığımı anladığında derin iç çekişini telefonun ucundan duydum.

"Aa," dedi, abartılı şekilde. "Üç gün kalıp gelecek kuzucuğum, niye ağlıyorsun? Çocuğun yanında da böyle yapmadın inşallah?" Sessizliğimden de cevabını aldığında gözlerini baydığını neredeyse hissetmiştim. "Kalk kuaföre gel senin havanı değiştireyim, kendine gelirsin anneciğim hadi.."

"Şu an örnek eve gidiyorum," dedim, buğulu gözlerimle yolu takip etmeye çalışırken. Bu epey zor olduğundan dakikalardır yaptığım gibi gözlerimi kırpıştırarak bundan kurtuldum. "İşim bittiğinde uğrarım.. Belki kızlar da gelir."

"Tamam bekliyorum o zaman?"

"Tamam anneciğim," dedim, aynaları kontrol ederken. "Öpüyorum seni."

Onunla olan telefon konuşmamız sonlanırken telefonumu yan koltuğa bırakıp derin bir iç çekerek yola döndüm.

Kafa dağıtmak şu an için şarttı.

🌸🌸🌸

Kaoslu bölümlere az kaldı, o yüzden kılıçları kuşanalım..🗿🗿

Bu arada bölümleri kaldığı yerden Wattpad'de yayınlamaya devam ediyorum. En azından burada bir aksilik olduğunda oradan beni takip etmeye devam edebilirsiniz..

İyi okumalar diliyoruummm💞💞💞

Bölüm : 27.06.2025 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...