
Selamlaaarrr,
Nasılsınız, umarım iyisinizdir..
Hem bölümle alakalı hem de gördüğüm birkaç yorumla alakalı bir şeyler söylemek istiyorum.
Öncelikle yayımlanan bölümlerle alakalı bir sorun var mı bunu merak ediyorum, lütfen yorumlarda da olumlu ya da olumsuz düşüncelerinizi belirtir misiniz? Çünkü bazıları bölümlerin kesik kesik, bazı sahnelerin anlamsız olduğunu söylüyor ve ben de bunu anlayamadım doğrusu. Açıkçası bölümleri tekrar tekrar baştan sona okuyorum ve bir mantıksızlık, bir kopukluk göremiyorum. Tabii ki son bir iki bölümde olaylar hızlandırılmış gibi gelmiş olabilir size çünkü hikayenin artık asıl konusuna varmam gerekiyor. Okuyanları bunaltmak istemiyorum, bu yüzden de kimseyi sıkmadan konuya girmem gerekiyor. Eğer yazdıklarımı beğenmiyorsanız üzgünüm, elimden bu kadarı geliyor ve ben bu hikayeyi yayımlarken bir topluluğa kendimi beğendirme gibi bir düşüncem yoktu ne yazık ki. Sadece yazmak istedim ve yazdım. Bazılarınız yazdıklarımı beğeniyor ve gerçekten mutlu oluyorum ama bazılarınız da beğenmeyip -ki beğenmek zorunda değiller- kötü yorumlar yapıyor ve açıkçası bunu bir yerden sonra maalesef kaldıramıyorum. Eleştirileri kabul edebilirim ama yazdıklarım hakkında kimse kötü yorum yapamaz. Bunu kabul edemem, üzgünüm. Ben kolay yazmıyorum, kaç yıldır bu kurguyla uğraşıyorum ve kaleme dökmek kolay olmuyor, kaç kez baştan silip silip yazıyorum. Eğer okuyanlar arasında da bölümler arasında kopukluk yaşayan varsa lütfen yorumlarda belirtin, çünkü ben böyle bir sorun göremedim yazdıklarımda.
Diğer konuya gelecek olursak da bu bölümde sizi bir sürpriz bekliyor🌝🌝,
Diğer bölümde ise daha büyük bir sürpriz bekliyor, bol bol ağlayacağız. O yüzden peçetelerinizi şimdiden hazırlayın, bir sonraki bölümde görüşmek üzere..
İyi okumalar diliyoruummm💞🌸
🕳️🕳️🕳️
"Niye aramıyorsun karını?" dedim, sahte bir triple. O, telefonumu yasladığım yerden beni izlerken makyaj masamda oturmuş nemlendiricilerimi sürüyordum. "Özlemedin mi?"
Saatler önce eve gelmiş ve kızlarla güzel bir yemek hazırlayıp yedikten sonra ben duşa gireceğimi söyleyerek yanlarından ayrılmıştım. Önce güzel bir duş almış, tüm bakımlarımı yaptıktan sonra banyodan çıkmıştım. Tam bu esnada da Kenan beni aramış ve hevesle aramasını yanıtlamıştım.
Bukle bukle olan saçlarımı bir tokayla rastgele toplayıp yüzüm için uygun olan nemlendiriciyi sürmeye başladığımda ilgiyle beni izliyordu. Üzerindeki iş kıyafetiyle yatağına uzanmış, yorgun görünse de bu konuşmaya devam ediyordu.
Onu feci özlemiştim.
Bana olan bu bakışlarını, yeşil gözlerini, her daim sıcacık olan dudaklarını ve kokusunu.
Ah, özellikle o kokusunu özlemiştim. Yastığımdan silinmeyen kokusu eşliğinde iki gecedir uyuyordum ve bu bana yetmiyordu.
"Çok özledim," dedi, içli bir sesle. Pekâlâ, bunu bakışlarından anlayabiliyordum. "Yoğundum bütün gün, arayamadım haklısın.."
"Yorgun görünüyorsun zaten," dedim, gözlerim onun üzerinde dolaşırken. Üzerindeki koyu mavi renkteki kazağıyla hoş görünse de gözlerinden yorgun olduğunu anlayabiliyordum. "Yeter bu kadar iş, ne zaman geliyorsun? Yatağım boş kaldı.."
Bu sözlerim, dudaklarında bir sırıtışın belirmesine neden olduğunda, "Yarın akşamüstü oradayım," demişti hınzır bir ifadeyle. "Yatağını dolduracağım merak etme."
Dudaklarım yukarı kıvrılırken dirseğimi makyaj masama, elimi de çeneme yaslayıp diğer elimle iki gün önce kısalttığım kahküllerimi düzelttim. Saçlarım kuruyunca kendi yapısına dönmüş, dalga dalga olmuştu ve hoş duruyordu. O da bu değişikliği fark etmiş olacak ki dakikalardır saçlarımı inceliyordu. "Saçını mı kestirdin?" dedi, hoşnutsuzca.
"Yıpranmıştı, azıcık kısalttım sadece." Gözleri özenle saçlarımda gezindikten sonra mavi gözlerime baktı.
"Yemek yedin mi?"
"Yedim," Gülümsedim. "Sen?"
"İneceğim birazdan," diyerek beni yanıtladığında ona dokunamıyor olmak canımı sıkıyordu fakat kendimi avutabildiğim tek şey yarın akşam burada olacak olmasıydı. "Hadi çıkar üstündekini bekliyorum.." dediğinde gözlerimi bayarak gülmüş, onun ilgili bakışlarının üzerimde çapkınca dolanmasına neden olmuştum. Bornozum hâlâ üzerimdeydi ve bu gözünden kaçmamıştı.
"Soyun mu diyorsun yani?"
"Aynen onu diyorum."
"Maran!" diyen Olcay'ın sesi kapının önünden yükselirken bunu o da duymuş, ardından da odanın kapısı açılmış ve başını içeri doğru uzatmıştı. Onun kahverengi gözleri üzerimde kısaca oyalandığında telefonla konuştuğumu anladı. "Ay pardon," dedi, cıvıl cıvıl hâliyle. "Seni bekliyoruz aşağıda, enişteye çok selam söyle." diyerek bir şey dememe fırsat vermeden hızla odadan çıkıp kapıyı kapattığında güldüm. Kenan da benimle birlikte gülerken onu izlemiştim.
"Duydun," dedim, omuz silkerek.
"Sen de ona selam söyle, Bige'yi de öp benim için." dediğinde benim için bir şey söylemediğinden dolayı ona beklentiyle baktım. Bu, gözlerinin kısılmasına yol açarken, "Senin de soyunmanı bekliyorum."
"Daha çok beklersin," dediğimde sıkıntılı bir nefes verdi dolgun dudakları arasından. "Git yemeğini ye hadi.."
"Acelem yok, karımla konuşuyorum." Gülümsedim.
"Yemekten sonra ne yapıyorsun?" derken ağzından laf almaya çalışıyordum.
"Odama çıkıp uyuyacağım hayatım," dedi, bunu fark edip. "Gece hayatıyla ilgilenmiyorum."
"Aferin," Memnuniyetle gülümsedim. "Sana güveniyorum."
"Teşekkür ederim," derken oldukça tatlı görünüyordu. Dudaklarında hoş bir gülümseme vardı ve bu sayede gözleri hafifçe kısılmıştı. "Çıkarmadın hâlâ."
Bu sözleri gülmeme neden olduğunda başımı da iflah olmazsın der gibi salladım. Resmen çocuk gibiydi. "Çıkarmayacağım, kapat.." dedim, elimi yanağımdan çekerken. "Git yemek ye, sonra da dinlen. Yarın gelip seni alırım havaalanından."
"Benden istediğin özel bir şey var mı?" Düşündüm bir süre, o da beni izledi.
"Sen gel sadece," dediğimde dudakları yukarı kıvrıldı. "Kaçta gelirsin, yemek hazırlayayım sana?"
"Öğleden sonra oradayım."
"Tamam," Onu inceledim son kez. "Kapatıyorum o hâlde, öpüyorum seni."
"Ben de seni." dediğinde kocaman gülümsemiş, çok geçmeden telefonu kapatmıştım. Gözüm saate takıldığında onunla epey uzun bir süredir konuştuğumu fark etmiştim ve bu da beni şaşırtmıştı. Saatlerdir onunla sohbet ediyordum ve zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım.
Şarjımın azaldığını fark edip telefonumu komodine şarja koyduktan sonra giyinme odasına geçip önce iç çamaşırlarımı, ardından da bir pijama takımını giymiştim. Berjerin üzerinde duran mavi uzun hırkamı da alıp üzerime geçirdikten sonra ışığı kapatıp aşağı indim.
Aşağıdan gelen sesler kulaklarıma ulaşırken merdivenleri hızlıca bitirip salona ulaştım. Yemekten önce yaktığımız şömineye Olcay birkaç odun atarken Bige de elindeki DVD'leri karıştırıyordu.
"Karar verdiniz mi?" diyerek Bige'nin yanına ilerlediğimde kafası karışık gibi duruyordu.
"Prenses seçemedi hâlâ," Olcay'ın homurtusu beni güldürürken Bige ona ters bir bakış attı. Bu sırada kendimi koltuğun köşesindeki yerime attığımda bu köşeyi seviyordum. Benim için en rahat köşeyken koltuk boyunca ayaklarımı uzatıp onları beklemeye başladım.
"Kenan'ın selamı var," dedim, aklıma geldiğinde. Ardından Bige'ye döndüm. "Abin seni öpmemi istedi, gel.." dediğimde huysuz ifadesinden kurtulup güldü ve bana doğru kayıp yanağına koca bir öpücük bırakmamı sağladı.
"Yarın geliyordu değil mi?" Başımı salladım, Olcay'ı onaylarken. Bu esnada da yanımıza gelip Bige'nin yanına oturmuştu. Salonda sadece loş bir ışık varken televizyonun ışığı da buna eklenmişti. "Üç gün için o kadar tantana yaptın ama bak yarın geliyor adam." diyerek de bana laf sokmayı ihmal etmedi.
"Ne yapayım, ilk defa ayrı kalıyoruz?" dedim, çocuk gibi. Ardından bana uzattığı kadehi elinden aldım. "Yarın yalıya uğrayacağım, babam bozuk atıyor bana gitmedim diye." Güldü ikisi de. Ardından Bige bir filmde karar kıldığında çok geçmeden filmin jeneriği ekranda akmaya başlamıştı.
Gözlerim ekrandaki görüntüyü takip ederken elimdeki şaraptan henüz bir yudum bile almamıştım. İlk kez şarap içmek istemiyordum ve bu, benim gibi şarap bağımlısı olan birine göre epey garip bir durumdu. Bunu fark eden tek ben olmamış olacağım ki, "Hayırdır kız hamile misin yoksa?" diyerek dengesizce konuşan Olcay olmuştu.
Gözlerimi belertip bakışlarımı hızla ona çevirdiğimde Bige'nin de bakışları bana dönmüş, filmle olan tüm bağlantımız kopmuştu.
"Yok öyle bir şey," dedim, hızla. Ardından dolu kadehi masaya bıraktığımda beni şüpheyle süzüyordu. "Canım istemiyor, o kadar."
"Senin?" dedi, Bige de hayretle. Olcay, onu da bu düşünceyle bir şekilde ikna etmiş olmalıydı.
"Sıkıldım hep aynı tatlardan," Omuz silktiğimde bana pek inanmış görünmüyorlardı.
Ben de Olcay'ın ortaya attığı bu saçma düşünceyi umursamadan yanıma tırmanan Karlos'un bembeyaz tüylerini okşamaya başladım. O, bana sokulup başını dizlerime yasladığında Azman da kendi köşesinde uyuyordu. Bu aralar biraz huysuzdu, sanırım o da benim gibi babasını özlemişti.
Başımı koltuğa yaslayıp tüylerini okşadığım Karlos'u izlerken aklım da fikrim de bambaşka bir yerdeydi.
Olması gerektiği yerde.
🕳️🕳️🕳️
"Hadi gidin," dedim, kaba bir tavırla. Aynadan kendimi incelerken o ikisi de toparlanıyordu. "Kocam gelecek şimdi.."
Üzerimde haftalar önce onun beğenip bana aldığı kırmızı elbise varken gayet ışıltılı görünüyordum. Düzleştirdiğim saçlarım ve kırmızı rujumla görüntümden memnundum.
Bugün pazar olduğu için kızlarla geç uyanmış ve güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra kahvelerimizi içmiş, bolca dedikodu yapmıştık fakat şimdi gitmeleri gerekiyordu.
'Çok kırıcısın.'
Eh, biraz öyleydim.
"Sen nasıl çıkarcı bir karısın yahu?"dedi, Olcay da. Bununla beraber Bige umursamazca bu hâlimize güldüğünde salondaki koltukta oturmuş, makyajını yapıyordu. Ben de saatler önce mutfağa girip abisine güzel yemekler hazırlamış, salondaki yemek masasını onun için şık hâle getirmiştim. Onunla öğlen kısa bir telefon konuşması yaptığımda da birkaç saate burada olacağını, onu almak için gitmeme gerek olmadığını söylemişti ve ben de böylelikle rahat rahat hazırlanmıştım.
Elimdeki ruju makyaj çantamın içerisine atıp son kez aynadan kendimi kontrol ettiğimde Olcay'ın deyimiyle aynanın neredeyse çatlayacağını söyleyebilirdim. Elbise güzelce ince belimi ve dolgun kalçalarımı sarmış, gerçekten üzerime tam oturmuştu. Bu da egomu okşarken inkâr edemeyeceğim kadar güzel duruyordum.
"Abim bayılacak bu güzellik karşısında," dedi, Bige gür kirpiklerini kıvırırken.
"Aylarca yataktan çıkarmaz, ben söyleyeyim." diyerek Olcay da onu desteklediğinde bu detay Bige'nin pek hoşuna gitmemişti. Tabii ki abisinin özel hayatını duymak istemezdi. "Pardon şekerim."
Elimdeki telefonu avucum içerisine hapsedip topuklularımın çıkardığı tok sesle beraber yanlarına ilerlediğimde koltuğun kolçağına oturdum. Bige, elindekileri makyaj çantasının içerisine atarken karanlık çökmek üzereydi. Dışarıda tatlı bir yağmur yağarken bu kasvete rağmen oldukça neşeliydim.
"Kılıç gelmiş," diyen Olcay kapattığı telefonunu ceketinin cebine atarken çantasını omzuna asıp bana doğru adımladı. Sağ kolumu kaldırıp onu sıkıca sardığımda yanağıma tatlı bir öpücük bıraktı. "Bir dahakine bende toplaşalım."
Bige de ceketini giyip çantasını eline aldığında onunla da kucaklaşmış, onlar arabaya binip uzaklaşırken bahçede ilerlemekte olan arabayla kalbim ağzıma tırmanmıştı adeta. Kalbim deli gibi çırpınırken omzumu kapıya yaslayarak onu beklemeye başladım.
Siyah lüks araba, süs havuzunun önüne park edildikten sonra daha Özgür'ün sürücü koltuğundan inmesine fırsat bile vermeden arka kapıyı açmış ve arabadan sabırsızca inmişti. Ben de tıpkı onun gibi bir sabırsızlıkla adımlarıma yön verdiğimde aramızda sadece birkaç adımlık bir mesafe vardı fakat bana oldukça aşılmaz geliyordu.
Özlediğim yeşil gözleri üzerimde oyalanırken ayağımdaki topuklulara rağmen koşar adımlarla aramızdaki mesafeyi kapatıp boynuna atladım. Bu sıcacık dokunuş nefesimin kesilmesine neden olurken ellerinin belimi sarması gecikmemiş, hiç düşünmeden dudaklarına kapanmıştım.
Her daim yumuşacık olan dudaklarını hissettiğim an zaman benim için durduğunda ayaklarım birden yerden kesildi, özlem dolu öpücüğüme aynı hasretle karşılık vermeye başladı.
Dudaklarının her hareketi çıplak bacaklarımın tir tir tiremesine neden olurken ondan aldığım güç beni ayakta tutuyordu.
Kokumu içine çeke çeke beni öpücüklere boğduğunda etrafımızdaki hareketlilik ikimizin de umurunda değildi. Sadece o ve ben vardık. Sıcak, güvenli kolları arasındayken hiçbir şeyi umursamıyordum.
Dudaklarından zorlukla ayrıldığım ilk an, ceketinin yakasını biraz çekiştirmiş ve burnumu güzel kokulu boynuna yaslamıştım. Ciğerlerime dolan erkeksi, kendine has o ağır kokusu gözlerimi yummamı sağladığında başımın üzerine bıraktığı yumuşacık öpüşü hissettim. "Çok özledim," dedi, o kadife gibi olan sesiyle. Kulağımın dibindeki şu sesi bile her şeye değerdi. "Kokunu, tenini.. Sadece üç günde delirdim senin için."
"Bir daha seni hiçbir yere göndermiyorum," Başımı iki yana salladım, başım boyun girintisine yaslıyken. "İlk ve sondu."
"Kesinlikle." diyerek bu sözlerime katıldığını belirttiğinde dudaklarımı boynuna bastırdım. Tam nabzının attığı noktaya.
Eş zamanlı olarak onun dudaklarını da şakaklarımda hissettiğimde başımı geriye çekip güzel yüzüne baktım birkaç saniye. Yeşil gözleri, gözlerim arasında mekik dokurken parmağıyla hafifçe kâhküllerimi kenara ittirdi. Ayaklarım yerden kesilmiş bir şekilde onun beni tutuşuyla neredeyse aynı boydaydık. "Ne getirdin bana?" diyerek bu ambiyansı bozduğumda güldü. Gülüşü içimi açarken gözlerim gülüşünde takılı kalmıştı.
"Hani sadece ben gelsem yeterdi?" derken beni yavaşça indirip ayaklarımın üzerinde durmamı sağladı. Ardından da Özgür onun çantasını eve götürürken o da kolunu omzuma atıp beni kendine çekmiş ve beraber küçük adımlarla eve doğru ilerlemeye başlamıştık.
"Blöf yaptığımı biliyorsun," Başını salladı ağırca.
"Evet bunu bildiğim için eli boş gelmedim."
"Ne getirdin?"
"İçeri geçince gösteririm, çantamda." dediğinde küçük bir çocuk gibi sabırsızlandım. O, Özgür'e teşekkür ederken beraber eve girmiş, kapıyı arkasından kapatmıştı. Bununla birlikte ellerimi gömleğinin sardığı göğsüne yaslayıp ona sırnaştığımda beni geri çevirmedi. Dudakları bir kez daha dudaklarımı kavradığında ellerim ceketinin yakasını kavramış, geri geri adımlamaya başlamıştım.
"Saçmalık." diye mırıldandım dudaklarına doğru. Ardından birlikte kanepeye düştüğümüzde ikimiz de bunu umursamadık. Onun kucağındayken saçlarım da yüzüne doğru düşüyordu.
"Saçmalık olan ne?" derken elleri elbisemin altına sızdı. Bir eli çıplak bacağımı okşarken diğeri de çoktan kumaşın altına girmişti.
"Seni bu kadar özlemem," dedim, nefes nefese. Ardından ceketini çıkarmak için bir hamle yaptığımda elleri benden uzaklaşmış ve bu da durmama neden olmuştu. Ona olan bakışlarımı fark ettiğinde ceketini çıkarıp attı ve beni kucağından indirerek yerinde doğruldu. "Ne oldu?"
"Sana bir şey göstereceğim," dediğinde güldüm.
"Hediyemi sonra verirsin," dedim, elimi yanağına yaslarken. Ardından bir kez daha ona yaklaşıp dudaklarını öptüğümde benden uzaklaşmamış, ayak uydurmuştu eli ensemi kavrarken.
"Bu başkasının hediyesi." diye fısıldadı, öpüşmemiz arasında. Bu, kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden olurken dudaklarımız arasına bir nefeslik mesafe girdi.
"Ne?" dedim, merakla. Gözlerim onun yüzünde dolaşırken benden uzaklaşıp ayaklanmıştı. Bakışlarım onu takip ederken o da kapının önündeki bavuluna doğru yöneldi. Bavulun üzerinde orta boylarda bir kutu vardı ve ben kutuyu gördüğümde onun bana ait olduğunu düşünmüştüm. "O ne?" diyerek ben de ayağa kalktığımda hafifçe yukarı kıvrılan eteğimi düzeltip saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken ona doğru adımladım. O, kutuyu alıp bana tekrar döndüğünde ortada buluşmuştuk.
"Aç," dedi, kutuyu bana uzatırken. Bu, ifademin allak bullak olmasına neden olurken ona baktım.
"Hani bana değildi bu?" dedim, şüpheyle. Ardından çatık kaşlarımla onu süzdüm. "Bana kuma mı getirdin?" Bu, küçük bir kahkaha patlatmasına neden olduğunda aynı ifadeyle onu izliyordum. "Üstelik şu an kendisi hamile ve kutunun içinde de doğacak bebeğinizin ultrason görüntüsü falan mı var?" Ona öfkeyle baktığımda gayet eğleniyordu. "Seni öldürürüm!"
"Yok öyle bir şey, aç.." dedi, ısrarla. "Tatlı, küçük bir şey. Hoşuna gideceğine eminim."
"Yoksa bana evcil bir yılan mı getirdin?"
"Maran," dedi, a harfini uzatarak. Bakışları değişirken dudaklarımı birbirine bastırıp bütün ilgimi elime bıraktığı kutuya çevirdim. Beyaz bir kutuydu ve üzerinde pembe bir kurdele vardı.
"Kimin hediyesini açtığımı o kadar merak ediyorum ki.." diyerek kapağı kaldırdığımda beni öylece izliyordu. Tek bir hareketimi kaçırmamaya özen göstererek gözlerini kırpmadan hem de.
Gözlerimi ondan çekip kutuya döndüğümde elimdeki kapağı masanın üzerine bıraktım. Kutunun içerisinde toz pembe renginde küçücük bir kumaş parçası varken hiç düşünmeden onu elime alıp inceledim. Neredeyse bir karış kadar olan minicik pembe tuluma bakarken anlamsız bakışlarım ona döndü kısa bir an. "Eftal'e mi aldın?"
"Kızımıza aldım," dediği an kalbim adeta horon tepmeye başladığında bir süre ona öylece bakakalmıştım.
Pekâlâ, bu adam beni gerçekten öldürecekti.
Gözlerim ellerim arasında minicik duran pembiş tuluma döndüğünde anlamsız bakışlarım yavaşça anlam kazanmaya başlamış, kirpiklerimi birkaç kez kırpıştırmam gerekmişti. "Ne?" dedim, neredeyse fısıldayarak.
Birden, gerçekten bir anda dolan gözlerim; bu oldukça tatlı olan kumaş parçasında gezinirken dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirdim. Bu aralar fazlasıyla duygusaldım ve bu hediye de üstüne tuzu biberi olmuştu.
"Çok güzel," dedim, sesimde beliren hayranlıkla. Bu, beni bile şok ederken bakışlarımı tekrar ona çevirip göz göze gelmemizi sağladım. O, gözyaşlarıyla parıldayan mavi gözlerime bir süre baktığında buna bir son verip kollarımı boynuna doladım ve çenemi omzuna yasladım. "Kenan," diyerek mırıldandığımda bir yandan elimi hafifçe kaldırmış, tek bir avucuma sığan tuluma bakmıştım. Dudaklarımdaki gülümsemenin aksine yanağımdan bir yaş süzüldüğünde eli hafifçe belimi okşuyordu.
"Kafama fırlatırsın diye düşünmüştüm," Güldüm, gözyaşlarım arasında.
"Hayır çok beğendim," O, diğer eliyle saçlarımı okşarken, "Kızımızın odasına koyacağım.. Onun ilk kıyafeti bu."
Aramızda ilk defa bu konuyu bu kadar açık konuşuyorduk. Tam şu an, ilk kez bu konuyu ben sinirlenmeden konuşurken aslında ortada henüz böyle bir şey olmamasına rağmen bu hoşuma gitmişti. Bu çok özel, çok tatlı bir hediyeydi ve o yine bir şekilde kalbimi çalmayı başarmıştı.
Ki hoş, çoktan çalmıştı da.
Kalbim, bu olanların gümbürtüsüyle onun bedenine çarparken onun kalp atışlarının da bedenime çarpışını çok net hissediyordum. Tüm bu konuşmaktan kaçındığımız -daha doğrusu benim kaçındığım- konular şu an tüm açıklığıyla ortadayken bu fikri bu kadar benimsemem saçmalıktı.
Hem de en başından beri kesin tavırlar sergileyen bir kadına göre.
Belki de bu bir başlangıçtı.
Yeni şeylerin başlangıcı.
🕳️🕳️🕳️
Kırılan odunların sesi tüm bahçeyi adeta inletirken yaslandığım yerden bu manzarayı izliyordum. Elimdeki kupadan koca bir yudum alırken omzumu salonun bahçeye açılan kapısına yaslamıştım.
Karşımdaki görüntü izlenmeye değecek, hoş bir görüntüydü fakat öfkesine bakılırsa arkama bakmadan kaçmam gerekirdi.
Üzerindeki gri tişörtü terden yer yer koyulaşmışken elindeki baltayı tüm gücüyle indirdi ve odunun ikiye bölünmesini sağladı. Üstelik yanında resmen bir odun yığını olmuştu. Ne kadar süredir burada olduğunu bilmiyordum ama yukarıda biten işlerimden sonra daha yeni aşağı inebilmiş ve onu burada, bu hâlde bulmuştum.
Onun öfkelenmesi pek iyiye işaret değildi.
"Hayırdır," diyerek ilgisini çekmeyi başardığımda elindeki baltayı tam indirecekti ki durup başını bana doğru çevirdi. Bir yangına tutuşan yeşilleri üzerimde kısaca gezindiğinde elindeki baltayı gözlerini gözlerimden ayırmadan yavaşça önündeki oduna saplamıştı. "Ne bu öfke yiğidim? Kim sinirlendirdi seni, Kenan'ım?" diyerek konuştuğumda ismini uzatarak söylemiş, onun yüzündeki çelik gibi ifadenin kırılmasını sağlamıştım.
"Dimitri denen orospu çocuğu çıkmış," diye kükredi adeta. Bense onu gayet normal bir şey söylüyormuş gibi kahvemi yudumlayarak dinliyordum. "Biliyordum böyle olacağını." diyerek homurdanırken sapladığı baltayı tekrar eline alacaktı ki yerimden hareketlendim. Böyle yaptıkça sadece kendini yoracaktı ve ben bunu istemezdim.
"Yeter bu kadar," dedim, yerdeki odunlara bir bakış atarak. "Üç kış yeter bunlar bize.." dediğimde dalga geçtiğime inanamıyormuş gibiydi. "Nasıl çıkmış?" diyerek ciddileştiğimde dudakları arasından sıkıntılı bir nefes verdi.
"Adamlarından birini sokmuş içeri..Çıkacağını biliyordum, sürpriz olmadı." Kupamı dudaklarıma yaklaştırırken sordum.
"Niye bu kadar öfkelisin o zaman?"
"Onu öldürmediğim için," diyerek oldukça soğukkanlı bir şekilde beni yanıtladığında bu hâllerine alıştığım için tepki vermemiştim.
"Bana silah kullanmayı öğretsene," dedim, birden bu gereksiz istekle. Bu da onun bakışlarının kısılmasına yol açarken sanırım şu an bunun konumuzla ne alakası olduğunu anlamaya çalışıyordu. Açıkçası bunu çoktandır istiyordum fakat şimdi kendimi ona açabilmiştim.
Gözleri uzunca bir süre üzerimde gezindiğinde elindeki baltayı kaldırıp omzuna yasladı ve benim mavi gözlerime baktı. "Nereden çıktı bu?"
Omuz silktim. "İstiyorum.."
"Sen?" dedi, şüpheyle. "Silahlı bir çatışmaya girdiğimde korkup benden ayrılan sen?" diyerek bana geçmişi hatırlattığında kıkırdadım. Onunla barlar sokağında yakalandığımız bir çatışmada dehşet içinde olduğumu daha dün gibi hatırlıyordum fakat bu olayın üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti. "Ne çeviriyorsun sen yine?" dediğinde ona gözlerimi irileştirerek baktım. O, ifademi şüpheci tavrını sürdürerek izlerken konuştum.
"Hiçbir şey çevirmiyorum," dedim, ilk kez masum bir şekilde. Bu şüpheci tavrı boşaydı. "Öğrenmek istiyorum sadece, ihtiyacım olabilir."
"Doğru söylüyorsun, ihtiyacın olabilir." diyerek bana katıldığında başını ağırca sallamıştı. "Tamam öğreteceğim."
Bu sözleriyle beraber ağzım kulaklarıma vardığında olduğum yerde hafifçe zıplamıştım, kahvemin dökülmemesine dikkat ederek. "Şimdi!"
"Kimi vuracaksın?" dedi, bu sevincime karşılık alayla. Göz kırptı. "Hayırdır?"
"Seni." diyerek oyunbaz bir tavırla konuştuğumda sözlerimle başını hafifçe çevirip güldü. O öfkesinden şu an eser yoktu.
Yaklaşık bir saat sonra bahçedeki atış düzeneğine art arda vuruşlar yaparken arkamdaydı. Sırtım onun göğsüne yaslı bir şekilde silahı tutarken elleriyle ellerime yön veriyordu fakat artık buna gerek kalmamış gibiydi. Çünkü sandığımdan da çabuk öğrenmiştim ama bu temas hoşuma gittiği için ondan uzaklaşmıyordum. O da bana elimde bir silah varken güvenmediği için benden uzaklaşmıyor olacaktı.
"Sen nereden öğrendin?" diyerek ona doğru merakla başımı çevirdiğimde atışı tek başıma yapmamı istediği için benden uzaklaşmıştı.
"Babam öğretmişti," dedi, kollarını göğsünde birleştirirken. Ardından atış yaptığım düzeneğe bir bakış atıp kontrol ettikten sonra tekrar bana döndü.
"Çok iyi kullanıyorsun," derken önüme dönmüş, silahın kabzasını sıkıca kavramıştım. Gerçekten de çok iyi kullanıyordu ve bunu, bana öğretirken daha iyi anlamıştım. Hiçbir atışı kaçırmıyor, hepsini tam on ikiden vuruyordu.
Sadece saniyeler içinde karşımda kalan son şişeyi tek bir kurşunla devirdiğimde cam şişe ortadan ikiye tamamen ayrılmıştı. Hocam bana güzel öğretmişti.
Silahın sıcak namlusunu dudaklarıma doğru yaklaştırıp üflediğimde ona büyük bir keyif verdiğimi yeşil gözlerinde görmüştüm. Dakikalardır beni böyle izliyor ve yarattığı eserden adeta gurur duyuyor gibiydi.
"Öğrenmediğim başka ne kaldı?" dedim, hevesle ona dönerek. O, birkaç adımda yanıma ulaşıp elimdeki silahı yavaşça aldığında içinde kalan kurşunları bir kaza olmaması adına tek tek çıkarmıştı.
"Seni mahzene mi alsak biz acaba?" dedi, kendi kendine. Bu, heyecanla sırıtmama neden olduğunda bana bir bakış attı. "Ne o, çok hoşuna gitti bakıyorum?"
"Ütopik geliyor orası." Omuz silktim. "Beni alacak mısın patron?"
"Hayır tabii ki." diyerek beni yanıtladığında somurttum.
"O niyeymiş?"
"Yapamazsın da ondan," Kaşlarımı çattım, onu izlerken.
"Yasemin'den neyim eksik benim?" dedim, kıskançlıkla. Bu da onun hoşuna gitti.
"Ara sıra benimle beraber geliyorsun işte, yeter bu kadarı."
"Ama ben aranıza katılmak istiyorum."
"Herkesi almıyoruz aramıza maalesef," diyerek alayla taklidimi yaptığında ona öylece bakıyordum.
"Ben herkes değilim, senin karınım."
"Benim karım olduğun için olmaz zaten." dedi ve arkasını dönüp içeri doğru ilerlemeye başladı. Ben de onun peşinden giderken önce üst kattaki çalışma odasına uğrayıp kendine ait kasasını açmıştı. Elindekileri kasaya yerleştirip kapattığında birkaç numarayı tuşlamış ve kasayı kilitlemişti. Tabii bu esnada şifreyi görmüştüm. "Ben bir duş alacağım,"
"Ben de geleyim mi?" dedim, arsızca.
"Gel," dedi ve bana doğru ilerleyip beni tek hamlede kucağına aldı. Bu, kıkırdamama neden olduğunda elimi boynuna dolayıp ona sokuldum. "Terliyim." diyerek de uyarıda bulunduğunda onu umursamadım çünkü bana göre kokusunun bir okyanus esintisinden farkı yoktu.
Beraber banyoya girdiğimizde beni kucağından indirmişti. O önce benim üzerimdekileri tek tek çıkardıktan sonra kendisi de soyunmuş ve birlikte duşa girip keyifli vakit geçirmiştik. Çok geçmeden banyodan çıktığımızda giyinmek için giyinme odasına geçtim. Önce iç çamaşırlarımı, ardından da bir taytla salaş V yaka bir kazağı üzerime geçirmiştim. Ardından da gri çoraplarımı ayağıma geçirdiğimde onun banyoda özenle kuruttuğu saçlarımı taradım. Saçlarımı tarayıp kremlerimi sürerken kasıklarımda çok derin bir ağrı hissetmiştim.
Kasıklarımdan karnıma doğru yükselen sancıyla oturduğum yerde adeta iki büklüm olduğumda elim de karnıma doğru hareketlenmiş, dudaklarımdan acı dolu bir inilti dökülmüştü. Arkamda üzerini giymekte olan Kenan bunu fark ettiğinde başını bana doğru çevirdi. Bakışlarının ağırlığını üzerimde hissederken yaşadığım acının tarifi yoktu.
"Maran?" diyen sesi kulaklarıma uğultu hâlinde gelirken endişeyle bana doğru geldiğini görmüştüm.
Bıçak gibi kasıklarıma saplanan o acı, gözlerimin dolmasına neden olduğunda sanki acımı dindirecekmiş gibi elimi karnıma bastırdım. Regl dönemlerimde oldukça sık yaşadığım bu ağrıya alışıktım fakat canım şu an çok acıyordu. Büyük ihtimalle bu sancı, yaklaşmakta olan regl tarihimin habercisiydi.
"İyi misin?" diye sordu, yeşil gözleri delice üzerimde dolanırken. Yüzüm koca elinin arasında kaybolurken elinden yayılan sıcaklık bir şekilde bana iyi gelmişti.
Başımı usulca sallarken bedenimde kısa bir an kendini belli eden acı yavaşça vücudumu terk etti fakat öyleydi ki hâlâ o acıyı vücudumun her noktasında hissediyordum. "İyiyim," Elimi kaldırıp omzuna yasladığımda kendime gelmem zor olmuştu. "İyiyim, yok bir şey."
"Emin misin?" dedi, ifadesinden belli etmediği fakat sesine yansıyan telaşıyla. "Hastaneye gidebiliriz.." Başımı iki yana salladım.
"Günüm yaklaştı, ondan böyle oldu." derken sıcacık eliyle yanağımı şefkatle okşuyordu ancak kısa bir an duraksayarak bakışlarımı, makyaj masamın üzerinde duran telefonuma çevirdim. Bugünün tarihi neydi?
"Sıcak tut kendini," dedi, normalde ısırabileceğim bir tatlılıkla. Şu an aklım başka bir yerde olmasa bunu yapardım. "İnce de giyiniyorsun, hasta olacaksın yine.. Hırkanı giy, şömineyi yakarım ben de şimdi." dediğinde bir kez daha başımı sallamam gerekmişti.
O, gri kapüşonlu kazağını alıp üzerine geçirdikten sonra söylediği gibi şömineyi yakmak üzere aşağı inmiş ve beni odada yalnız bırakmıştı. Bundan faydalanarak makyaj masamın üzerindeki telefonumu elime alıp tarihe baktım.
Regl tarihim yaklaşmamış hatta günüm çoktan geçmişti.
Gözlerimi kırpıştırarak ekrana baktığımda midem ağzıma kadar yükseldi. Bu bulantı hissiyle beraber odanın içindeki banyoya adeta koştuğumda öğürmelerim banyonun fayanslarında yankılanıyordu. Sadece saniyeler içerisinde midemde ne var ne yoksa çıkardığımda sulanan gözlerimden istemsizce bir yaş dökülmüştü.
Sikeyim, nasıl böyle olabiliyordu?
Nasıl olmuştu da bunu gözden kaçırmıştım?
Kalbim, anlamsız bir duyguyla hızla çarpmaya başladığında elimin tersiyle ağzımı silmiş ve çöktüğüm yerden kalkıp sifonu çekerek suyu açmıştım. Açtığım su avuçlarıma dolarken birkaç kez kendime gelmek için yüzüme su çarptım ama nafileydi. Aklımdaki saçma düşünceleri durdursam şimdilik yeterdi ancak öyle bir durumun içerisindeydim ki zihnimdeki kargaşayı durdurmam imkânsızdı. Düşüncesi bile benim için korkutucuyken bunun gerçek olması, düşüncesinden beterdi.
Elim, dakikalar içerisinde ikinci kez karnıma doğru hareketlendiğinde bu düşüncenin bir saçmalıktan ibaret olmasını içten içe umuyordum.
Hatta şu an derin bir uykudan uyanıp tüm bunların bir kâbus olmasını dileyebilirdim.
Korkunç bir kâbus.
🕳️🕳️🕳️
Derin bir nefesi ciğerlerime doldurup sakince tezgâhın üzerinde duran testi bir kez daha incelediğimde her şey net olsa da ben tüm bu olanlara inanmayı reddediyordum.
Günlerdir anlamsız duygusallığım, reglimin gecikmesi ve dün olduğu gibi daha önce birkaç kez de olsa yaşadığım o tarifsiz acı.. Hepsi ama hepsi ürkütücü derecede sadece tek bir yere bağlanırken tek istediğim bu sikik testin yanıltıcı sonuç vermesiydi.
"Siktir," diye fısıldadım, olduğum yere çökerken. Korkuyla irileşen gözlerim testin üzerindeki çift çizgideyken neredeyse ağlayacak kıvamdaydım. Öyle ki gözlerimden art arda birkaç damla süzüldüğünde başımı hızla iki yana salladım. "Hayır, hayır, hayır.." dedim, yalvarırcasına. "Hayır ya hayır."
Ağlamalarım şiddetlenirken dizlerimi kendime doğru çekip kollarımı bacaklarıma dolamıştım. Dudaklarımdan firar eden birkaç hıçkırıkla bedenim sarsılırken elimdeki lanet olası testten gözlerimi bir türlü alamıyordum.
O kadar dikkatli davranmama rağmen nasıl bu mümkün olabiliyordu?
Kalbimdeki korku her geçen saniye daha da büyürken gözlerimden akan yaşlara bir türlü engel olamıyordum. Dudaklarım arasından kaçan hıçkırıklara da bir çözümüm yokken bir rüyadan uyanmak ister gibi sürekli olarak başımı iki yana sallıyordum çünkü bunun bir kâbustan farkı yoktu.
Saatler önce işe gitmek için evden çıkmış ama kafamı bir türlü işime veremememden dolayı bu saçmalığa bir son vermek adına Olcay'la buluşup ona olan biteni anlatmıştım. Tabii onun atölyesine giderken yolda bir eczanede durup kendime bu testi almıştım. Bir türlü o testi yapmaya cesaret edemesem de Olcay bunun böyle olmayacağını söyleyerek beni zorlamıştı. Açıkçası beni buna zorlamasa da o testi eninde sonunda yapmam gerekecekti yoksa kafayı yiyebilirdim.
Dünden beri süregelen bu saçma hâl tavırlarım Kenan'ın da dikkatini çekmişken ona hiçbir şey belli etmemek benim için epey zordu. Üstelik o oldukça zeki bir adamken olan biteni gözlerime bakarak bile anlayabilirdi.
Kenan'ın yeşil gözleri zihnime düştüğünde ağlamalarım daha da şiddetlenmiş, Olcay tarafından tıklatılan kapı saniyeler içerisinde açılmıştı. Benim yere çökmüş bir vaziyette ağladığımı gördüğünde elimdeki teste bakmasına gerek kalmadı. O, benim aksime kahverengi gözlerini irileştirip olduğu yerde hafifçe zıpladığında söylediklerini duymamaya çalışıyordum.
"Teyze oluyorum Allah'ım," diyerek çığlık attığında onunla atölyede buluştuğum için mutluydum. Eğer dışarıda buluşmayı kabul etseydim akşama üçüncü sayfalara konuk olacaktım. "Ay Maran," dedi, yanıma doğru gelirken. "Kaç aylık acaba?" Durdu, karşıma otururken. Resmen banyoda, yerde oturuyorduk. "Haftalık da olabilir.. Acilen doktora gitmemiz gerekiyor, olmaz böyle. Kız mı erkek mi acaba? Ay bir dakika belki cinsiyeti de bellidir!" diyerek ellerini çırptığında onu öylece izliyordum.
Onun bu soru bombardımanının bitmesini, dudaklarımı birbirine bastırarak beklediğimde oldukça mutlu görünüyordu. Bu haber onu fazlasıyla sevindirmiş, heyecanlanmasına yol açmıştı. Fakat ben onun kadar neşeli olup olmadığımı bilmiyordum. Henüz buna hazır hissetmiyor, ne yapacağımı bilmiyordum. Üstelik Kenan'a nasıl söyleyeceğimi de bilmiyordum.
Çenemin hafifçe titremeye başladığını hissettiğimde bir ağlama krizinin ortasında olduğumun farkındaydım. "Hazır değilim, Olcay." Sadece saniyeler içerisinde gözlerimden yaşlar arka arkaya aktı. Olcay'ın gülümsemesi yavaşça solduğunda çenesinin altında birleştirdiği ellerini indirip oturduğu yerde hafifçe bana doğru yaklaştı. O, tam karşımda oturup dizlerim üzerinde duran ellerimi avuçladığında dolu gözlerimden bir yaş yavaşça yanağımdan aşağı süzüldü. "Çok erken.. Daha ben çocuğum, nasıl bakacağım ona?"
Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildiğimde elini lavabo tezgâhına doğru uzatarak peçete kutusundan bir peçete çıkarıp elime tutuşturdu. Ardından da kutuyu kucağıma bıraktığında elimdeki peçeteyle burnumu sildim. Gece Kenan uyuduğunda yeterince ağlamamış gibi bir de burada ağlıyordum. Mavi gözlerim kızarmıştı ve Kenan'la akşam evde karşılaştığımızda ağladığımı anlayıp beni köşeye sıkıştıracaktı.
"Erken olabilir ama beraber büyürsünüz işte fena mı?" diyen Olcay'a ciddi misin der gibi baktığımda gayet ciddi görünüyordu. "Hem herkes patır patır çocuk doğuruyor canım! Kimse yaşına başına bakmıyor ki.."
"İyi de ben hiçbir şey bilmiyorum ki," diyerek ona çıkıştığımda gözyaşlarım adeta sel olmuştu. "Nasıl bakacağım ona? Yemek yapmayı bile yeni yeni öğreniyorum yahu!"
"Enişte öğrenirse," dediğinde başımı salladım.
"Bayılacak." dedim, burnumu çekip. "Tepkisini tahmin edebiliyorum, çok sevinecek. Çok istiyordu, hele bir de kızsa..." Başımı iki yana salladım gözyaşlarım arasında. "Çok dikkat ediyordum, imkânsız böyle olması. İnanamıyorum!"
"Doktora gitmen gerek," dedi, yumuşacık bir sesle. Bir eli dizimi hafifçe okşarken beni anlıyor gibiydi. "Ne kadarlık acaba?" diye sordu bir kez daha.
"Bilmiyorum," Omuz silktim. Dolu gözlerimi kırpıştırıp ona baktığımda ne isteyeceğimi anladı.
"Gelirim seninle," dediğinde elimdeki peçeteyi avucum içerisine sıkıştırdım. "Eğer hamileysen ne yapmayı düşünüyorsun? Aldıracak mısın?"
Bu sorusu, beklemediğim bir yerden gelirken bir kez daha burnumu çektim. "Kenan duyarsa kıyameti koparır, onun haberi olmadan böyle bir şeye kalkışamam.. İstemezsem bana saygı duyacaktır ama yine de onun da haberdar olması gerekiyor."
"Aldırmak istersen karşı çıkacağını düşünmüyorum," dedi, düşünceli bir sesle. "Çok seviyor seni, bu kadar üzülmene dayanamaz bir kere."
"Karşı çıkabilir," dedim, çatlak sesimle. Ardından burnumu çektim. "Çok istiyor ve bu isteğine rağmen aldırırsam şaka yapmıyorum gerçekten kıyameti koparır." dediğimde bunun yaşanacağından adım kadar emindim. Onu yok saymam işleri kızıştırırdı. Hoş, onun fikrini sorsam bile bana karşı gelirdi.
"Bu böyle olmayacak," dedi, yerinden kalkarken. Buna rağmen elimi bırakmadığında beni kaldırmak için boş bir çabaya girişmişti. "Kalk, hastaneye gidiyoruz. Öğrenelim bakalım, belki test yanıltıcı sonuç verdi nereden bileceğiz canım?"
"Günüm gecikti," dedim, soru sorarcasına. "İlk kez bu kadar uzun süre hem de! Bunun ne gibi bir açıklaması olabilir?"
"En azından ne kadarlık olduğunu öğrenelim, belki aldıramayacağın kadar büyümüştür bile!" dediğinde bu söylediği beni daha da germişti. Bu yüzden yavaşça oturduğum yerden kalktığımda elimdeki testi çöpe atacaktım ki beni durdurdu. "Olmaz!" diye çıkıştı ve ardından bir peçete alıp bana döndü. "Delil bırakamayız."
Bu sözleri bu hâlime rağmen gülmemi sağladığında elimdeki testi alıp peçeteye sarmıştı. Ardından ben elimi yüzümü yıkayıp kendime geldikten sonra birlikte atölyeden çıkmış, onun arabasına atlayarak hastaneye doğru yol almıştık. Yol benim için uzun sürerken bunun yaşadığım bu gerginlikten kaynaklandığını biliyordum.
Beraber hastaneye varıp ilgili kata çıktığımızda bir an olsun yanımdan ayrılmamıştı. Hatta ben doktorun odasındaki sedyeye yatarken de yanımdaydı.
"Biraz soğuk olabilir," Doktor, sözlerinin ardından elindeki jeli karnıma sürdüğünde söylediği gibi soğukluk kısa bir an irkilmeme neden olmuştu. Bununla beraber genç adamın yemyeşil gözleri benim mavi gözlerimi bulduğunda bakışlarının bu kadar tanıdık olması tenimi ürpertmişti. Koyu kahverengi saçları, yemyeşil gözleriyle onun kaybolan bir ikizi gibiydi. Tüm bu olanlar yetmezmiş gibi bir de böyle bir doktorla karşılaşmıştım.
Bakışlarımı ondan uzaklaştırarak ultrason cihazına baktığımda siyah beyaz görüntüde net olan hiçbir şey yoktu. O, elindeki aleti karnımda gezdirirken görüntü de yer değiştiriyordu. "Şurada," diyerek eldivenli elini ekrana doğru uzattığında onun göstermesine gerek kalmadan görmüştüm fakat o kadar minik bir görüntüydü ki yaşadığım saçma duygusallıkla gözlerim bir kez daha dolmuştu.
"Küçücük," diye mırıldandığımda Olcay da benden daha büyük bir heyecanla görüntüyü izliyordu. Tabii o benim aksime ağlamıyordu ama gözlerinin ince bir tabakayla kaplandığını fark etmiştim. "Ne kadarlık?" diye sordum gözlerim ekrandaki minicik karaltıda dolaşırken. Bu esnada gözlerimden birkaç damla yaş süzülmüştü bile.
Kenan buna bayılacaktı.
Ama ben de bayılacaktım.
Hatta abartıp ölebilirdim de.
"6 haftalık," diye yanıtladı beni genç adam. Bir kez daha göz göze geldiğimizde neredeyse delirecektim. Gerçekten elimle koymuş gibi bu doktoru bulmuştum, inanılmazdı!
O, oturduğu tekerlekli sandalyede dönüp benim için bir peçete aldığında karnımı temizlemem için bana uzatmıştı. Onun elinden alıp karnımdaki jeli temizlemeye başladığımda konuştu. "İlk dönemler biraz daha dikkatli olmanız gerekiyor çünkü bebeğiniz bu dönemde yeni yeni gelişiyor, ikiniz için de tehlikeli bir dönemden geçeceksiniz.. Bu dönemde iştah artışı veya azalması gibi durumlar normaldir. Bel ağrılarınız çok olabilir," dediğinde belimdeki ağrı da bunu kanıtlar nitelikte olmuştu. "Kasık ağrıları, kramplar.. Bunlar olağan şeyler, o yüzden endişelenmeyin. Stresten uzak durmanız önemli, çalışıyor musunuz?" Onun suratına baktım öylece.
Beni tanımıyor muydu bu?
'Herkes seni tanımak zorunda sanki!'
"Çalışıyorum, mimarım." dediğimde başını ağırca salladı. Bu esnada kazağımı düzeltip yerimde doğrulmuştum. O da masasına doğru geçerken Olcay'la ben onu takip ettik.
"Bu aralar kendinizi yormasanız daha iyi.." Masanın önündeki koltuklardan birine otururken bunları söyleyeceğini zaten biliyordum. "Bebek için düşme tehlikesi yaratabilir, yoğun tempoda çalışmamanızı öneririm."
"Hadi ya?" dediğimde bakışlarını bilgisayardan çekip bana baktı. "Sana mı soracağım çalışıp çalışmayacağımı?" diyerek kaşlarımı çattığımda Olcay da bu tepkiyi benden beklemiyor olacaktı.
"Yanlış anladınız," diyerek bana doğru döndüğünde yakasındaki karta bir bakış attım. Tüm bu benzerlik yetmiyormuş gibi ismi de Kenan'dı.
Kenan Kara.
Bakışlarımı yavaşça ona doğru çevirdiğimde kaşlarım hâlâ çatıktı. Doktorun da sorunlusunu bulmuştum.
"Sadece dikkat edip daha yavaş bir tempoda çalışmanız gerektiğini söylüyorum," Kaşları havalandı. "Bebek için." Gözleri kısaca üzerimde dolandığında onu dinliyordum mecburen. "Koku hassasiyeti oluşabilir bu dönemde. Kanamalarınız da olabilir ancak anormal bir durum oluşursa gelin lütfen.. Eşiniz burada mı?" diye sorduğu an daha da öfkelendiğimde Olcay bunu fark etmiş ve bana gözlerini belertip uyarıcı bir bakış atmıştı.
"Sana ne be eşimden?" dediğim an adam şaşkınlıkla bana baktığında ceketimle çantamı alıp ayaklandım. "Çattık ya! Kocamı ne yapacaksın acaba?"
"Maran," dedi, Olcay da.
"Ne, Maran?" dedim, ellerimi hafifçe iki yana açarak. "Doktorun da delisini buldum, inanılmaz!" derken doktor da benden bıkmış olacak ki masanın üzerinde duran belgeyle ultrason fotoğrafını bana uzatmakla yetinmişti. Onun elinden hızla çekip aldığımda odadan da aynı hızla çıktım.
"Yahu adam eşinle de görüşüp dikkat etmeniz gerektiğini söyleyecekti!" dedi, peşimden gelen Olcay. "Ay hiç yaramadı sana bu hamilelik! Ne bu agresiflik canım?" diye hayıflanırken karşıdan bize doğru gelen kişiyle adımlarım bıçak gibi kesildi. Arkamdan gelen Olcay da benimle beraber durduğunda bakışlarım kara gözleriyle kesişti. "Ben bu detayı atlamıştım,"
Bize doğru yaklaşan Kılıç'la beraber elimdekileri hızlıca çantama attığımda durdurduğum adımlarıma yön vermiş, hiçbir şey yokmuş gibi adımlamaya başlamıştım. Tabii bu sırada Olcay da bir iki adım arkamdan geliyordu.
"Aşkım," diye cıvıldadı, yüzündeki koca gülümsemeyle. Ardından Kılıç'ın boynuna atladığında onları izliyordum. Kılıç'ın yüzünde tıpkı Olcay'ınki gibi bir gülümseme varken ellerini Olcay'ın beline sarıp yanağını öptü.
"Seni burada görmeyi beklemiyordum," derken sesinde merak vardı. Onun bakışları bana dönerken Olcay'dan ayrılmış ve bana da kısaca sarılmıştı. "Naber kız?"
"İyidir," dedim, gülümseyerek.
"Ne işiniz var burada, bir sorun yok değil mi?" diyerek önce Olcay'a ardından da bana baktığında ikimiz de aynı anda başımızı iki yana sallamıştık. Kılıç burada çalışmıyordu ve burası onların hastanelerinden biri de değildi üstelik. Fakat şanstı ki şu an buradaydı.
"Asıl senin ne işin var burada?" dedi, Olcay aklımdakini sorarak.
"Bir arkadaşım burada çalışmaya başladı, yeni yurt dışından döndü de onu ziyarete geldim.." derken Olcay'a baktı. "Anlatmıştım ya?"
"Aa," dedi, Olcay oyunbaz bir şekilde ama bunu sadece ben anlamıştım. Kesinlikle konuştukları şeyi hatırlamıyordu. "Evet, hatırlıyorum.." dediğinde Kılıç bize şüpheyle bakıyordu.
"Niye geldiniz buraya, hayırdır?" diye sordu adeta sorgu memuru gibi.
"Rutin kontroller,"
"Kadın doğumda?"
"Pardon nörolojide mi olacaktık?" diyen Olcay'a normal bir zamanda olsak gülebilirdim ama şu an oldukça gergin olduğum için bunu erteliyordum. Kılıç emindim ki yanından ayrıldığımız an Kenan'ı arayıp burada olduğumu ona iletecekti. "Salak mısın Kılıç ya? Kadınız biz, farkında mısın?"
Kılıç'ın şüpheli ifadesi az da olsa değişirken Olcay o kadar ciddiydi ki bir an ben bile kontrole geldiğimize inanabilirdim.
"Bizim hastaneye gelseydiniz ya?"
"Yumurtalıklarımı mı görmek istiyorsun?" diyerek konuştuğu an başta Kılıç olmak üzere ben de kıpkırmızı kesildiğimde Olcay'ın dengesiz mi yoksa gerçekten iyi bir laf cambazı mı olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kılıç'ı başımızdan savmamız için bu dengesizliği bize iyi gelebilirdi.
"Bir şey demedim," dedi, Kılıç adeta süt dökmüş kedi gibi. "Seninle de konuşulmuyor, hemen laf sokuyorsun."
"Saçma sorular soruyorsun,"
"Tamam sormadım bir şey," Omuz silkti. "Bırakayım mı sizi?"
"Arabamla geldik bebeğim, sen işine bak." diyen Olcay, sanki o kadar laf söylememiş gibi Kılıç'ın yanağına hoş bir öpücük bırakmıştı. Kılıç bu öpücükle adeta erirken sırıtmama engel olamadım. "Hadi görüşürüz, annenlere selam söyle."
"Söylerim."
Olcay'la beraber hızla Kılıç'ın yanından ayrılıp hastaneden çıktığımızda kahkahalarla gülüyordum. Bu ruh hâli değişimime en büyük sebep Olcay'ın sözleriydi tabii ki.
"Adam kıpkırmızı oldu, Olcay!" dedim, başımı iki yana sallayarak. O, arabayı kullanırken tıpkı benim gibi gülüyordu. "İnanmıyorum ya sana.."
"O da burnunu sokmasın bilmediği şeylere," diyerek omuzlarını silktiğinde gülmekten gözümden yaş gelmişti. O da bunu fark ederek bana bir bakış attı. "Gül işte şöyle, ağlama artık..Hem bence bu çok tatlı bir haber, bu kadar üzülmene değmez ki."
"Adamı duymadın mı çalışmaya ara verin dedi resmen!" dedim, çantamın içerisinden ultrason görüntüsünü çıkarırken. "Bu kadar uğraştım bu noktaya gelebilmek için. Şimdi bir bebek yüzünden her şey mahvolacak."
Parmaklarım arasındaki ultrason görüntüsüne bakarken bu kadar minik bir şeyin beni bu hâle getirmesini bir türlü aşamıyordum. Hayatımı altüst edecek neden bu kadar küçük olamazdı.
"Bence tam tersi, yükselişe geçeceksin." dediğinde başımı ona çevirdim. Benimle dalga mı geçiyordu yoksa ciddi miydi anlamıyordum ama ciddi görünüyordu. "Sizin çiftleşmenizini dört gözle bekleyen ne kadar insan var biliyor musun sen? Üstelik söz konusu bebişin taş gibi bir anasıyla Henry Cavill kıvamında bir babası var.. Ortaya çıkacak şeyin çirkin olma ihtimali sıfır şu noktada."
Bu sözleri istemsizce gülümsememe neden olduğunda sanırım sözlerinde haklıydı. Gerçekten benden aylar sonra çıkacak olan şey kim bilir ne kadar güzel olacaktı?
Aramıza giren sessizlik, benim telefonumun çalmasıyla dağılırken elimdeki fotoğrafı çantamın içerisine atıp telefonumu aldım. Ekranda yanıp sönen isim, kısa bir an tekrar gerilmeme yol açtığında içimden Kılıç'a sövüyordum. Bu kadar çabuk yetiştirmesi imkânsızdı.
"Alo?" dedim, telefonu kulağıma yaslarken.
"Eve geldim yoksun?" diye sorduğunda duraksadım fakat ardından gelen sorusuyla biraz olsun rahatladım. "Şantiyede misin hâlâ?" Demek ki Kılıç ona bir şey söylememişti.
"Hayır, Olcay'layım."
"Çok selam söyle," dedi ve ardından ekledi çocukça bir masumiyetle. "Özledim seni, ne zaman geleceksin?"
"Bir saate evde olurum,"
"Sana çok sevdiğin tatlıdan aldım," dediğinde gözlerimden adeta kalpler fışkırmaya başlamıştı.
"Ay," diye cıvıldadığımda telefonun ucundan güldüğünü işittim. "Geliyorum hemen."
"Seni özlediğim için değil de basit bir tatlı için mi bu kadar heyecanlandın gerçekten?" dedi, sahte bir alınganlıkla.
"Ağla bir de?"
"Kapatıyorum Maran, kapatıyorum.." diyerek bu alay dolu sözlerime karşılık verdiğinde kıkırdadım. Onunla vedalaşarak telefonu kapattığımda saatler öncesine göre daha iyiydim ama bu, onu gördüğüm an değişebilirdi. Sonuçta ona söylemem gereken birtakım şeyler varken bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum.
Önce bu bebeği isteyip istemediğime kesin olarak karar verdikten sonra onunla konuşmalıydım. Hem aldırmak için henüz vaktim de vardı ancak bunu isteyip istemediğimi bile bilmiyordum. O, küçücük bir şeydi. Bunu ona nasıl yapacaktım ki?
Dudaklarım arasından bir soluk bırakıp başımı koltuğa yasladığımda hiçbir şey düşünmek istemiyordum.
Sadece tüm bu olanların bir rüya olmasını dilemekten başla yapacağım hiçbir şey yoktu.
🕳️🕳️🕳️
"Ne yapayım, canım istedi işte?" dedim, o peşimden gelirken.
Topuklu çizmelerim mekânın zemininde yankılanırken henüz öğle saatlerinde olduğumuz için mekân öyle tıka basa dolu değildi. Masalar tek tük doluyken buraya ilk kez geliyordum ve açıkçası mekân şehrin biraz dışında kalıyordu. Kenan'ın söylenmeleri de işte tam bu yüzdendi.
Yaklaşık bir iki saat önce işteyken onu arayıp buraya gelmeyi teklif etmiştim ve o da çok yoğun olmasına rağmen isteğimi geri çevirmemişti. Fakat şu an oldukça gergin görünüyordu. Bunun sebebi de onu alt tarafı bir tatlı için şehrin dışına kadar sürüklememdi.
Eh, biraz haklıydı tabii.
"Bir tatlı için neden bu kadar yol geldik anlamıyorum," diye homurdandığında onu umursamıyordum. Bakışlarım etrafta dolaşırken kendimize güzel bir yer arıyordum. Sadece saniyeler sonra cam kenarında hoş bir yeri seçtiğimde gözüme takılan başka bir masa olmuştu ama oturmak istediğim için değildi.
Bakışlarım, arkası dönük olan fakat nerede görsem tanıyacağım sarışın kadının üzerinde kısaca oyalanırken adımlarım durmuştu. Bir iki adım arkamdan gelen Kenan'ın adımları da benim yüzümden durduğunda kaşlarım ilgiyle çatıldı ve gözlerim hafifçe kısıldı.
Önce omuzlarının biraz aşağısında biten sarı saçlarına, ardından da konuşurken sürekli hareket ettirdiği zarif ellerine baktığımda bu kişiyi çok yakından tanıyordum.
Annemdi.
O, gülerek başını hafifçe oynattığında kahverengi gözlerini görerek tamamen bundan emin olmuştum. Neşe saçan gözleri etrafta oyalanırken karşısında oturan genç, karizmatik adam ona fırsat bile vermeden eliyle bir işaret yapıp birkaç masa ileride olan garsonu çağırdı.
Giydiği takımı geniş omuzlarını sararken yapılı vücudu bunu iyi taşımıştı. Hemen hemen Kenan'la aynı fiziğe sahipti ancak ondan biraz daha zayıftı. Bileğindeki pahalı saate ve tavırlarına bakılırsa zengin bir adama benziyordu. Annemi tıpkı onunki gibi bir neşeyle, mavi gözlerindeki parıltılarla izlerken Kenan'ın koluma dokunmasıyla kendime geldim.
"Gel geçelim şöyle," diyerek beni, birkaç adım ötemde duran masaya doğru belimden nazikçe ilerlettiğinde bakışlarım hâlâ oradaydı. O da annemin burada olduğunu görmüştü ama bir şey söylemedi.
"Annemin yanındaki adam kim ki?" dedim, merakla. Ardından bakışlarımı Kenan'a doğru kaldırdığımda o pek meraklı durmuyordu. Çünkü benim kadar meraklı değildi. "Gel selam verelim,"
"Pek müsait değil gibi," diyerek annemin olduğu masaya bir bakış attı.
"Niye müsait olmasın?"
"İş konuşuyorlardır belki?" Gözlerimi devirdim.
"Güzellik salonu hakkında ne konuşabilirler?" dediğimde üzerimdeki ceketi çıkarıp yanımıza gelen genç adama uzattı. Çantamı sandalyeye bırakırken o da kabanını çıkarıyordu ki yerimde duramamıştım. "Ben gideceğim," diyerek ona hızla arkamı döndüğümde adımlarımı birkaç masa arkamızda oturan anneme doğru yönelttim. Arkası bana dönük olduğu için beni görmemişti ama karşısında oturan yakışıklı adam beni fark etti. Bir süre beni inceledikten sonra ifadesini bozmadan anneme bir şeyler söylemişti ve ben çok net bir şekilde annemin telaşlandığını görmüştüm.
Gerçekten eli ayağı birbirine dolanmıştı.
Kaşlarım hafifçe çatılırken adımlarım yavaşlamış, masanın tam önünde durmuştum. "Anne?" dedim, bakışlarımı zorlukla karşısında oturan adamdan alarak.
Annemin bakışları beni bulurken az önce yüzündeki o koca gülümseme solmuştu ya da bana öyle gelmişti, bilmiyordum.
"Maran'cığım," derken oturduğu yerden kalkıp beni kucaklamıştı. Bu tatlı kucaklaşmasına karşılık verirken gözlerim adamın üzerinde itinayla dolaşıyordu. Mekâna girdiğimdeki gibi oldukça rahattı. "Rahatsız gibiydin en son, nasıl oldun?" dedi, benden uzaklaşırken. Gözlerini üzerimde gezdirip iyi olduğumu gördüğünde Kenan da masamızda oturuyordu. Oturuyor ve sadece beni izliyordu.
"Daha iyiyim," dedim, gülümsemeye çalışarak. "Havalardan olsa gerek, üşüttüm biraz." diyerek bu konuyu geçiştirdiğimde sorgulayıcı bakışlarımı fark etmiş ve kendini açıklamaya koyulmuştu.
"Okan," dedi ve ardından düzeltti. "Okan Bey," dediğinde adama nasıl bakıyordum bilmiyordum fakat benimle olan göz temasını kesmemişti. "Kendisi mimar.. Biliyorsun kuaförde birkaç değişiklik yapmak istiyorum." Başımı salladım, bunları biliyordum. Hatta ona yardım etmek istediğimde beni geri çevirmemiş ama bir şey de söylememişti. "Bu yüzden kendisiyle bir görüşmek istedim, sen de otursana.." diyerek boş bir sandalyeyi gösterdiğinde elimi hafifçe salladım.
"Kenan'la geldik, çok vaktimiz de yok." dediğimde başını, az önce baktığım yere doğru çevirip Kenan'a bir bakış attı. Kenan'la göz göze geldiklerinde kocaman gülümsemişti. "Ben bölmeyeyim sizi, sonra konuşuruz." diyerek bakışlarımı Okan'a çevirdim ve gülümseyerek elimi uzattım. O da nezaketle elimi tuttuğunda tokalaştık. "Memnun oldum, Okan Bey." dedim ve ardından kaşlarım havalanırken ekledim. "Bu arada ben de mimarım ama siz bunu zaten biliyorsunuzdur.. Bir sorun olursa yardımcı olmak isteriz babamla birlikte." dediğim an onun bariz bir şekilde gerildiğini anlamıştım. Avucuma hapsolan eli adeta kaskatı kesilmişti sözlerim karşısında. Annem de onun aksine gayet sevecen dursa da ifadesinin değiştiğini yakalamıştım.
"Tabii, seve seve.." dedi, tok bir sesle. Ardından gülümsedi. Gülümsemek yakışıklı yüzüne karizmatik bir hava katmıştı. "Memnun oldum ben de."
Elim onun elinden ayrılırken anneme döndüm. "Görüşürüz sonra,"
"Görüşürüz, Kenan'a selam söyle çok.."
Onun yanından ayrılırken yüzümdeki gülümseme solmuş, dakikalardır beni izleyen Kenan da bu rolümü fark etmişti. Tabii az önce gülücükler saçarken bunun zaten farkındaydı.
"Mimarmış," diyerek sandalyeyi çekip oturduğumda benim için yanımızdan geçen garsonu durdurmuştu. O, benim adıma sipariş verirken bense hâlâ konuşuyordum. "Anlamıyorum biz dururken neden bu herifle görüşüyor ki? Biz daha iyi değil miyiz?" dediğimde kenetlediği ellerini çenesine yasladı.
"Sen her şeyin en iyisisin," dedi, bütün bu agresifliğime rağmen beni yumuşatarak. Kaşlarım normal hâlini alırken elimi kaldırıp çeneme yasladım.
"Annem yabancı bir mimarla görüştüğüne göre değilim demek ki."
"Abartıyorsun bence," dediğinde mavi gözlerimle onu izliyordum. Mantıklı konuşup beni sakinleştirmesi gerekiyordu. "Ayrıca sadece görüşüyorlar, henüz karar vermemiş ki.. Asma suratını öyle, yakışmıyor sana." derken elini indirip parmaklarıyla hafifçe yanağımı okşadı.
"Bu kadar eğlenceli ne konuşuyor olabilirler yani?" dedim, hafifçe elimi sallayarak. "Bir iş görüşmesi için fazla samimi değiller mi?"
"Bilmem, sana öyle gelmiştir belki?" dediğinde kısa bir an düşündüm. Olabilirdi. Hem annem neşeli, hayat dolu bir kadındı ve onun mizacı böyleydi. Bu saçma hamilelikten dolayı her şeye ve herkese fazla anlam yüklüyordum.
Zaten onun yüzünden de onca yolu gelmemiş miydim?
Bir tatlı uğruna hem de.
Çok geçmeden benim tatlım, onun da her zaman içtiği sert kahvesi geldiğinde çatalımı heyecanla elime almıştım. Tabii bu esnada o da benim bu heyecanımı izliyordu.
"İştahlısın bu aralar," dediğinde çatalımı önümdeki tatlıya batırıp hiç düşünmeden koca dilimi ağzıma attım.
"Çalışıyorum ben, yoruluyorum. Tabii ki iştahlı olacağım." diyerek yine role girdiğimde bunu yapmaya artık alışmıştım. Doktora gitmemin üzerinden iki hafta geçmişti ve ben iki haftadır onu bir şekilde kandırıyordum. Sabah bulantılarımı, bel ağrılarımı, iştahımın fazlaca artmasını ondan tabii ki gizleyemiyordum ancak kandırmak için elimden geleni yapıyordum.
Evet, bu yaptığımın yanlış olduğunu tabii ki biliyordum!
Ama ne yapabilirdim? Henüz bir karar vermemişken ona nasıl söyleyecektim?
Saniyeler içerisinde tabaktaki bir dilim pastayı bitirdiğimde beni hayretle izliyordu. "Sen niye yemiyorsun?" dedim, gözlerim garsonu ararken. Bir tane daha yiyebilirdim.
"Tatlıyla aram yok, biliyorsun." dediğinde bunu biliyordum ama bir dilim yemekten hiçbir şey olmazdı.
"Sana yaptığım tatlıları yiyorsun ama?" Güldü, fincanı dudaklarına yaklaştırırken.
"Sen yapıyorsun diye yiyorum."
"Çok tatlısın." Garson bana doğru ilerlerken yerimde dikleştim fakat Kenan benim konuşmama pek fırsat vermemişti.
"Ne istiyorsun, bana söyle?" dediğinde ona gayet masumca baktım.
"Tatlım bitti."
"Bir tane daha mı yiyeceksin?" dedi, boş tabağıma bir bakış atarak. Onu başımla onaylarken, "Şeker komasına gireceksin yakında." derken buna rağmen yanımıza gelen garsona siparişimi iletmişti. Bununla beraber genç çalışan boş tabağımı alarak yanımızdan ayrıldığında masadaki suya uzandım.
"Güzelmiş beğendim,"
"Şantiyeye mi geçeceksin tekrar?" Başımı salladım.
"Evet, çok işim var daha."
"Akşam yemeği için o sevdiğin mekâna rezervasyon yaptırayım mı?" diye sorduğunda yüzümü buruşturdum.
"Ay yok ya," diye bir tepkiyi ortaya koyduğumda kadehime doldurduğum sudan birkaç yudum aldım. "İşte yorulacağım, her yerim yeterince ağrıyor zaten.. Evde yeriz bugün."
"Senin bu ağrıların normal mi?" diyerek o duymaktan korktuğum soruyu sorduğunda far görmüş tavşan gibi kalakaldım. "Çok sık olmaya başladı, seni huysuzlaştırıyor aynı zamanda."
"Huysuzluğumu seviyorsun sanıyordum,"
"Ona lafım yok, sağlığını düşünüyorum sadece."
"İyiyim ben, iş temposundan böyle.." Kollarımı masaya yaslarken omuz silktim. "Akşam bir masaj yaparsın bana geçer."
"Yaparım," dedi, yüzüme doğru düşen tutamlarımı parmağıyla hafifçe ittirirken.
"Niye öyle bakıyorsun bana?" derken başımı hafifçe omzuma doğru eğip yeşil gözlerine baktım.
"Çok güzelsin," Gülümsemem genişlerken parmakları yüzümü okşuyor, beni mayıştırıyordu. "Son zamanlarda bir ışıltı geldi sana."
"Ben hep ışıltılıydım." Güldü.
"Özür dilerim, tabii ki öyleydin." diyerek bu oyunuma seve seve ayak uydurduğunda gülüyordum. Bu esnada tatlım gelmiş, annemin yanımızdan geçtiğini görmüştüm.
"Hoşçakalın çocuklar," dedi, annem her zamanki sevecenliğiyle. Okan denen herif de onun birkaç adım gerisindeyken bir kez daha göz göze geldik ve hafif bir gülümsemeyle birlikte başıyla selam verdi. Ardından da annemin peşinden ilerleyerek mekânın çıkışına doğru ilerlediğinde onları izliyordum.
"Tabletini versene," diyerek elimi ona doğru uzattığımda beni geri çevirmeyip önünde açık hâlde duran tabletini elime tutuşturdu.
"Ne yapıyorsun?" dedi, parmaklarım klavyenin üzerinde gezinirken. Adamın soyadını bilmiyordum fakat annemin öylesine bir mimarla da görüşme yaptığını kesinlikle düşünmüyordum. Bu yüzden birkaç dakikalık süren kısa bir araştırmanın sonunda onu bulmuştum. Ekranı kaplayan karizmatik suratını detaylıca incelerken Kenan da beni izliyordu.
"Elin herifini araştıracağına tatlını ye," dedi, kıskançlıkla kahvesini içerken.
"Yakından daha yakışıklıymış," diyerek istemsizce konuştuğumda bana öyle bir bakış attı ki oturduğum yere adeta çakıldım. "Koç'ta okumuş senin gibi.. Senden bir yaş küçükmüş, belki karşılaşmışsınızdır?"
"İlgilenmiyorum." derken hoşnutsuzdu. "Sen de ilgilenmesen iyi olur."
"Annemin bu dallamada ne bulduğunu merak ediyorum," dedim, kabaca. "O yüzden bakıyorum, koynuma almayacağım herhalde?"
"Maran," dedi, a harfini uzatarak. Celallenmişti. Daha fazla sinirlendirmenin bir anlamı yoktu. "Beni delirtme istersen, tatlını ye sonra da kalkalım." diyerek tableti elimden çekip aldığında ofladım. "İlla bana adam öldürteceksin."
"Sen de bayılıyorsun kaba kuvvete."
"E zorluyorsun." Omuzlarımı kaldırıp indirdiğimde bana ters ters bakmıştı.
"Ya cheesecake mi yeseydim acaba?" diyerek tabağımdaki çikolatalı pastaya baktığımda birazdan cinnet geçireceği kesindi. "Ya da vişneli kek?"
"Bence tatlı yeme daha fazla," dediğinde bunları söylememe rağmen bir lokmayı çoktan ağzıma atmıştım. O da beni onaylamayan bakışlarla izliyordu. "Çok fazla yedin, bir şey olacak diye korkuyorum."
"Hayır iyiyim ben," derken çatalımı pastaya batırıp ona doğru uzattım. O, önce bana ardından da ona uzattığım tatlıya baktığında ısrarcı bakışlarımın farkındaydı. Bu yüzden inat etmemiş ve ona uzattığım dilimi yemişti. "Oh, yarasın kocama.."
Onunla dakikalarca sohbet edip tatlımı yediğimde ara ara ona da zorla yedirmiş hatta bir tatlı daha söyleyeceğim esnada buna müsaade etmeyerek hesabı istemişti. Hesabı ödeyip beraber mekândan çıktığımızda da aklım orada kalmıştı.
"Ne kadar cimrisin sen ya?" dedim, onu kalbinden vurarak. Ona cimri dendiği zaman deli oluyordu çünkü aksine oldukça cömert ve gönlü bol bir adamdı. Fakat onu sinirlendirmek hoşuma gidiyordu. "İki dilim tatlı yedik diye ödün koptu!"
"Cimri falan değilim, sağlığını düşünüyorum sadece." dediğinde somurtuyordum. "Bayılıyorsun abartmaya." diyerek kıstığı gözleriyle bana baktığında emniyet kemerimi çıkarıyordum. Yol boyunca böyle konuşarak kafasını şişirmiştim.
"Sağ ol canım, evde görüşürüz." dedim, gıcık bir şekilde.
"Bıraksaydım seni işte, niye burada iniyorsun ki?" diyerek beni tiye aldığında çantamı omzuma astım.
"Birkaç işim var, onları hâlledeceğim." derken ona doğru uzanıp dudaklarına kapanmıştım. Sanki bunu bekliyormuş gibi öpücüğümü karşılıksız bırakmadığında eli belime dolandı ve beni kendine doğru çekti.
Dudaklarının tadı beni mest ederken bunu yapmayı seviyordum. Eşsiz dudaklarında daha önce almadığım bir tat vardı.
Ondan uzaklaşmak için bir hamle yaptığım an belimdeki eli buna engel olmuştu. Dudaklarımdan dökülen kıkırtı öpüşmemiz arasına sıkışırken gömleğinin yakasını kavradım. Öpüşmemiz her geçen saniye daha tehlikeli bir boyuta evrilirken buna bir son vermek adına başımı hafifçe geriye doğru çektim fakat o da başını yüzüme doğru eğdi. "Gitmem gerek, Kenan!"
"Hafızanı tazeliyorum işte," diyerek haftalar önceki Trabzon yolculuğunu bana hatırlattığında bir kez daha gülmüştüm. Bu sefer gülüşümden öptüğünde gözlerim onun parıldayan gözlerine daldı kısa bir an.
"Akşam tazelersin, gideceğim!" Dudaklarını yanağıma sürükleyip sert bir öpücük bıraktığında sırıtmaktan çenem ağrımaya başlamıştı.
"Akşam bırakmam ama."
"Kaçan yok zaten," dedim, cilveli bir şekilde. Tabii bu onu daha da delirtirken yeşil gözleri şehvetle kısıldı bu sefer. Ondan uzaklaşmadan evvel dudaklarına kısa ama etkili bir öpücük bıraktığımda kendimi harika hissediyordum. Günler sonra hem de. "Görüşürüz bebeğim."
"Bebeğim diyen ağzını yerim," dediğinde kıkırdayarak arabanın kapısını açıp inmiştim. Ben, dikkatlice caddenin diğer tarafına geçerken hâlâ oradaydı fakat karşıya geçtiğim an güçlü motor sesini duymuştum. Başımı çevirip bir kez daha kontrol ettiğimde tahminlerim beni yanıltmadı.
Adımlarımı hızlandırarak caddenin sonundaki hastaneye doğru ilerlemeye başladığımda kalbim de az önce yaşadığım huzurlu anların aksine kasılmış, yine gerilmiştim. Buraya her gelişimde ya da her yalnız kaldığımda bu huzursuzluk bedenimi ele geçiriyordu. Üstelik hâlâ bir karara varamayışım beni daha çok geriyordu. Bir an önce karar verip bu durumdan Kenan'a da bahsetmeliydim. Fakat her konuda cesaretli davranan ben, bu konuda aynı azmi gösteremiyordum.
Dakikalar içerisinde hastaneye ulaşıp artık ezberlediğim koridorları geçerken birbirimizden pek de hoşlanmadığımız doktorumla kapıda karşılaşmıştık. Yeşil gözleri her gelişimde -henüz üçüncü gelişimdi- olduğu gibi birkaç saniye yüzümde gezindi.
"Maran Hanım," dedi, ona uzattığım elimi sıkarken. "Hoş geldiniz buyrun, ben de sizi bekliyordum." diyerek bana odasının açık kapısını gösterdiğinde yapmacık bir şekilde gülümsedim ve o da bunu fark etti. Onun yanından geçip odasına girerken doktorumu değiştirebileceğimi düşünüyordum. "Bebeğimiz nasıl?" diyerek bana bir soru yönelttiğinde çantamı, masasının önündeki koltuklardan birine bıraktım. Kabanımı çıkarırken o da benim için hazırlık yapmaya koyulmuştu.
"Onu sen söyleyeceksin doktor," dedim, sedyeye doğru ilerlerken. Bu esnada bakışlarını üzerimde hissetmiştim. "Boşuna gelmedik buraya."
"Tek geliyorsunuz hep," dediğinde bana doğru ilerlemiş ve bir çift temiz eldiven çıkarmıştı çekmeceden. Bu esnada ben de sedyeye oturmuş onu bekliyordum.
"Eşim yoğun çalışıyor,"
"Ya da henüz haberi yok." diyerek bu sözlerime karşılık verdiğinde dik dik baktım yakışıklı yüzüne. "Uzanın, lütfen." dediğinde pantolonumun içerisine sıkıştırmış olduğum gömleğimi yukarı doğru hafifçe çekmiştim. Ardından söylediği gibi uzandığımda soğukluğuna artık alışmış olduğum jeli karnıma sürdü.
"Taktınız eşime," dedim, dayanamayarak. "Hayır anlamadım, sizi neden ilgilendiriyor? Yoksa çok mu beğendiniz beni? Bu yüzden mi kocamı sorup duruyorsunuz?" dediğimde bu, onun hafifçe gülmesine neden oldu. İlk defa onun gülen yüzüyle karşılaştığımda şaşırmıştım.
"Hiçbir eş, her ne işi olursa olsun hamile eşini doktor kontrolünde yalnız bırakmaz.." diyerek sözlerime vurgu yaptığında onu dinliyordum sessizce. "Şu ana kadar hiç denk gelmedim buna, o yüzden bu merakım. Affedin lütfen."
"Söylemedim kendisine," dedim, uzun bir süre sonra konuşarak. Bu da bir an bana garip bir bakış atmasına neden olduğunda çok geçmedi ki neyden bahsettiğimi anladı. "Nasıl söyleyeceğimi düşünüyorum çünkü ne yapacağıma henüz ben bile karar vermedim." derken gözlerimi siyah ekrana doğru çevirmiştim.
"Kalp atışlarını dinlemek ister misiniz?" dedi, bu söylediklerimi cevapsız bırakarak.
"Hayır," dediğimde bir şey söylemedi. "Eğer bunu yaparsam kesin vazgeçerim."
"Neyden?"
"Ona bağlanmak istemiyorum," derken bana uzattığı peçeteyle karnımı siliyordum. "Daha yapacağım çok şey var ve bu, hayatımın tam ortasına bir bomba gibi düşmüşken bunu yapamam.. Buraya gelmem bile benim için büyük bir şeyken hem de."
"Aldırmayı mı düşünüyorsunuz?"
"Bilmiyorum."
"Eşiniz ne diyor bu duruma?"
"Bilmiyor, dedim ya?"
"Bence bilmeli."dediğinde doğrulmuştum. Gömleğimi düzeltirken o da hâlâ önümde oturuyordu. "Karar verme süreciniz bu kadar zor olmaz en azından."
"Eşim, onu aldırmak istediğimi düşündüğümü öğrense bile kafayı yer herhalde.." dedim, gülerek. "Bu yüzden çekiniyorum biraz." Omuz silktiğimde beni izliyordu sakince.
"Eşinizden mi çekiniyorsunuz?"
"Hayır, vereceği tepkiden çekiniyorum." derken işimiz bitmesine rağmen ikimiz de kıpırdamıyorduk. "Çocuklara bayılır, kendi çocuğu olmasını da çok istiyor ama henüz evleneli yaklaşık üç ay oluyor. Evliliğimiz biraz hızlı gerçekleşti, üniversiteyi bitirdikten birkaç ay sonra kendimi nikâh masasında buldum. Bu yüzden de hayatımın geri kalanını biraz yavaş yaşamak istiyorum. Tadını çıkarmak istiyorum her anımızın.. Ama bu çok ani oldu."
"Sizi seviyorsa kararınıza saygı duyacaktır," diyerek Olcay'ın da bana haftalar önce söylediği kelimeleri sarf ettiğinde onu dinliyordum. "Bence ona açılmalısınız, bu süreç biraz yıpratıcıdır hem anne hem de bebek için.."
"Evet biliyorum," Başımı salladım usulca. "Ama ben de kürtaj konusunda kararsızım." diyerek bunu, ilk defa birine açtığımda gerilmiştim. Bunu Olcay'a bile söylememiştim. "Yani bilmiyorum, her geçen gün ona alışıyorum sanki.." Gülümsedi bu sözlerimle.
"Bu iyi bir şey." Kaşlarım havalandı.
"Benim için değil."
"Ne yapmak istediğinize karar verin o hâlde çünkü zaman daralıyor," derken ikimiz de aynı anda ayaklandık. O, masasına geçerken elimdeki peçeteyi çöp kutusuna atmıştım. "Üçüncü aydan sonra aldıramazsınız ve bebeğiniz şu an tamı tamına 8 haftalık, yani iki aylık." Başımı salladım, bunların hepsini biliyordum.
"Hamileliğimin ilk haftalarında alkol ve sigara tüketmiştim, bu bebeğin sağlığını etkilemiş midir?"
"Bebeğiniz gayet sağlıklı, hiç merak etmeyin." dediğinde koltuğa oturdum. "Ama bundan sonrasında bu tür şeylerden uzak durmanızı söylememe gerek yok sanırım?" dedi ve bana bir bakış attı. "Eşiniz çok tüketir mi?" Göz devirdim. Takmıştı kocama!
"Benden daha fazla ama sıklıkla değil."
"Kilonuza bakalım mı?"
"Bu sabah tartıldım, gayet iyi kilom."
"Birkaç kilo alabilirsiniz, problem yok.. Bol su tüketmeniz de önemli." derken bir şeyler yazıyordu güzel el yazısıyla. "Birkaç vitamin yazıyorum size."
"Peki bir şey daha soracağım," dediğimde beni başıyla onayladı. "Cinsel hayat.." diyerek cümleme başladığım an başını kaldırıp bana baktı.
'Hiç utanma da yok.'
Bu utanılacak bir şey değil!
"Son aylara kadar bir problem olmaz ama mutlaka korunmalısınız." derken bakışlarını hızla benden çekmişti. Ardından önündeki not kâğıdını bana uzattığında elinden alıp kağıda bir bakış attım. "Bence eşinize bir an önce söyleyin, bir karara varın. Çok az zamanınız kaldı.."
"Sağ olun," dedim, kabanımla çantamı alıp ayaklanırken. O da benimle beraber ayaklanırken bir kez daha el sıkışmıştık.
"Haftaya bekliyorum sizi."
"Tabii mutlaka." diyerek onun odasından çıktığımda tıpkı ilk geldiğimdeki gibi birine denk gelmemek için hızla hastaneden ayrılmış ve önce eczaneden almam gerekenleri almış, tekrar caddeye çıkarak bir taksiye atlamışım. Şantiyeye kadar olan yolculuğumda da doktorun söylediklerini epey düşünmüştüm.
Kısıtlı bir vaktim kalmıştı ve benim artık bir karar verip bunu Kenan'la konuşmam gerekiyordu. Hem artık onu daha fazla oyalayamıyordum. Bendeki bu değişimi o fark etmemişti ama onun yerinde bir kadın olsa bunu fark etmesi çok sürmezdi. Bu yüzden de bunu bir başkasından değil de benden öğrenmeliydi ama ben de ne yapacağımı bilmiyordum.
Çok nadir kararsız kaldığım anlardan birindeydim ve karar vermek ilk kez benim için bu kadar zordu.
🕳️🕳️🕳️
Parmaklarım telefonumun ekranında hızla hareket ederken üzerinde dumanı tüten kupamı eline aldım. Bu esnada telefonumu kapatıp masaya bıraktığımda Olcay da elindeki küçük kutuyla yanıma geliyordu.
Öğle molamı onunla geçirmeye karar verdiğimde bunu seve seve kabul etmiş ve bana bir sürprizi olduğunu söyleyerek beni atölyesine çağırmıştı. Sürpriz detayı fazlasıyla ilgimi çekerken hemen arabama atlayıp buraya gelmiş ve gelirken de bize yiyecek bir şeyler almıştım. O da bana o meşhur sıcak çikolatasından ikram ederken hâlimden epey memnundum.
O, sırıtarak tam karşıma otururken ben de sıcak çikolatamdan büyük bir yudum alıp bakışlarımı elindeki kutuya diktim. Kenan'ın bana haftalar önce hediye ettiği o pembe kutunun daha küçük hâliydi ve ondan farklı olarak üzerinde puantiyeli bir kurdele vardı.
"O ne?" dedim, heyecanla yerimde kıpırdanırken. Ardından kupayı masaya bırakıp bedenimi ona doğru çevirdiğimde kutuyu bana uzattı.
"Al bak bakalım, neymiş?" derken o da benim gibi heyecanlıydı ve bu beni güldürdü.
Kutuyu elinden alıp bir süre inceledikten sonra üzerindeki kurdeleyi yavaşça çözdüm. Bu aralar çok fazla hediye almıştım fakat her seferinde çocuksu bir heyecan duyuyordum.
Elimdeki kurdeleyi kucağıma bırakıp kutunun kapağını kaldırdığımda karşılaştığım görüntü, kalbimi sıcacık duyguların sarmasına neden oldu. Bakışlarım kutunun içerisindeki bir çift pembe çorabı bulduğunda dudaklarım öne doğru büzülmüş, çenem hafifçe titremeye başlamıştı. Bu, bir ağlama tufanına daha kapılacağımın habercisi olurken yavru köpek bakışlarımı Olcay'a çevirdim. "Olcay," diye mırıldandım bir kedi gibi.
O, çenesine yasladığı eliyle sırıtarak beni izlerken, "Pembe aldım çünkü kız olacağına dair dehşet bir his var içimde.." Ve Olcay'ın hisleri oldukça kuvvetliydi.
Bakışlarım buğulanırken elimi kutunun içerisine daldırıp minicik çorapları elime aldım. O kadar tatlılardı ki delirmem an meselesiydi. "Çok güzel bunlar.." dedim, titrek sesimle.
"Ağla diye almadım canım," dediğinde güldüm. Eş zamanlı olarak gözlerimden arka arkaya iki damla yaş aktığında artık tanımadığım biriydim. Bu aralar fazla yumuşak başlıydım ve en başından beri korktuğum şey olmuştu.
Ona artık gerçekten alışmıştım.
En başından beri ona bağlanmaktan kaçarken her adımımda ona daha çok bağlanmış, onumla aramdaki bağı kuvvetlendirmiştim. Bu çok garip bir duyguydu ve bir o kadar da tarif edilmesi zordu.
"Olcay," dedim, bakışlarımı yavaşça ona çevirirken. O da ilgiyle bakışlarını bana yönelttiğinde bunu ilk kez birine açacaktım. İlk kez biriyle duygularımı paylaşacaktım. "Ben galiba bu bebeği doğuracağım."
İşte her şey şimdi başlıyordu.
Ben; daha hâlâ aklı çocuk olan ben, bir bebeğin sorumluluğunu üzerime alacaktım ve bunun ne kadar meşakkatli olacağını biliyordum. Benim için hiç kolay olmayacaktı ama ben bunu göze alacaktım.
Fakat bunların ötesinde, her şeyin başlangıcının bu bebek olacağını bilmiyordum.
🕳️🕳️🕳️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |