49. Bölüm

•XXXXIX•

melek şendur
meelcnmel

Önümde yavaşça akan kum saatini izlerken karşımdaki adamın işlerinin bitmesini bekliyordum. Onu beklerken de küçük bir çocuk gibi masasında duran kum saatiyle vakit geçiriyor, küçük kum taneciklerinin akmasını büyük bir keyifle izliyordum.

Kalan kumlar diğerlerinin aksine hızla aktığında elimi uzatıp kum saatini kaçıncı olduğunu bilmediğim bir şekilde tekrar ters çevirmiştim. Koca kum saatinin dolmasını beklerken oda epey sessizdi. Ara ara bilgisayarın klavyesinden çıkan sesler ve elindeki kalemin yazı yazarken bıraktığı o ses dışında odada çıt çıkmıyordu.

Pekâlâ, bundan sıkılmıştım.

Bu sabah, haftalar sonra Kenan'ı ziyaret etmek ve onunla konuşmak istemiştim. Onunla son kez sahilde görüşmüş olsak da beni defalarca arayıp telefonuma mesajlar bırakmış, benimle görüşmek istediğini söylemişti ancak bunu yapabilecek yüzüm pek olmadığından ona hiçbir şekilde geri dönüş yapmamıştım. Şimdi de artık ondan özür dilememin vakti geldiği için sabah erkenden hastaneye, yanına gelmiştim. Şu anda da yoğun görünüyordu.

"Özür dilerim, biraz yoğunum." dedi, mahcup bir tonda. "Randevulu hastaları almadan önce şunları bir halletmek istedim ve..bitti." derken önündeki dosyanın kapağını kapatıp kenara koymuştu. Ardından bakışları bana dönerken gülümsedim. Yeşil gözleri uzunca üzerimde gezindikten sonra o da gülümsemişti. "Nasılsın, neler yapıyorsun görüşmeyeli?"

"İyiyim," dedim, elimi çeneme yaslarken. "Olcay'la ilgileniyorum, iş güç falan.. Sen nasılsın?"

"İyiyim ben de," derken rahatça arkasına yaslanmıştı. "Seni aradım defalarca ama açmadın."

Bu sözleriyle beraber utanç duygusu tekrar bedenimi ele geçirdiğinde içimden Kenan'a lanetler okuyordum. Onun yüzünden saçma sapan bir duruma düşmüştüm ve hatırladıkça ona olan öfkem gün yüzüne çıkıyordu. Kesinlikle bu konuda hâlâ öfkeliydim.

"Yerin dibindeydim o esnada," dediğimde gözlerini bayarak hafifçe gülmüştü. Bense gayet ciddiydim. "Bir süre kendime gelmek istedim, seninle konuşacak yüzüm pek yoktu."

"Saçmalama Maran," dedi, teessüf eder gibi. "Senin hiçbir suçun yok, lütfen konuşma böyle.. Sırf bu yüzden telefonlarıma bakmadığını tahmin ettim hatta gelmek istedim ama yalnız kalmak isteyeceğini düşündüğüm için gelmedim açıkçası." dediğinde başımı sallayarak onu onaylamıştım.

"Özür dilerim," dedim, mahcubiyetle. "Kenan biraz kabadır.. Hatta biraz değil çok kaba bir adam." dediğimde bu onu güldürdü.

"Öyle birine benzemiyordu aslında, ben de şaşırdım." dediğinde gözlerimi devirdim. Utançtan şu an yok olmak istiyordum.

"Aslında çok kibar, çok naif bir adamdır ama.."

"Seni kıskandı sadece, onu anlayabiliyorum." diyerek kibarca lafımı kestiğinde dudaklarımı birbirine bastırmıştım. "Yoksa eminim söylediğin gibi bir adamdır buna şüphem yok."

Gözlerim onun gözleri arasında mahcubiyetle gezinirken Kenan'a içten içe sövüyordum. Beni bu duruma soktuğu için ona hâlâ kızgındım.

Ben tekrar özür dilemek için dudaklarımı araladığım an, odanın kapısı tıklatıldığında Kenan'ın ilgisi oraya dönmüş ve onun onayıyla kapı umulmadık biri tarafından açılmıştı. Benim bakışlarım da o yöne döndüğünde karşılaşmayı hiç ama hiç beklemediğim biriyle karşılaştım.

Kaşlarım hafifçe çatılırken o da beni burada görmeyi beklemiyor olmalıydı. Yeşil gözleri benimkilerle temasa geçtiği an duraksamış ve hatta bundan hoşlanmamıştı. Gözlerinde bir hoşnutsuzluk belirirken bunu sadece ben fark edebilmiştim. Burada olmam hoşuna gitmemişti.

Pekâlâ, burada ne işi vardı?

Beni mi takip etmişti?

O, içeri doğru bir adımını attığı an bakışlarım hızla masasında oturan Kenan'a dönmüş ve onun ifadesini kontrol etmiştim. O da benim gibi şaşkınken bakışları kısa bir an bana uğramış, ardından da yavaşça yerinden kalkmıştı. "Hoş geldiniz, Kenan Bey." derken bütün bu olanlara rağmen bu tavrı sergilemesi müthişti.

Kenan'ın bakışları benim üzerimdeyken arkasında kalan kapıyı kapatmış ve ona doru ilerlerken bakışlarını benden çekmişti. "Hoş buldum," derken Kenan'ın ona uzattığı elini kibarca sıktı.

"Buyurun lütfen," diyerek ona, karşımda kalan tekli koltuğu gösterdiğinde bakışlarımı ondan ayırmıyordum. Tüm bu yaşananlara rağmen burada ne işi olduğunu anlayamamıştım. Beni takip etmesi olasıydı fakat neden böyle bir şey yapsındı?

O, yerine otururken bakışları tekrar bana uğradı, çatık kaşlarım altındaki bakışlarımla karşılaştı. "Ne işin var senin burada?" derken bunu ters bir tavırla değil, merak ederek sormuştum.

"Rutin kontroller." Güldüm alayla. Yalan söylüyordu, o ölse bile hastaneye gitmezdi.

"Kadın doğumda mı?"

"Doktor doktordur sonuçta.." diyerek beni yanıtladığında bu söylediklerinde epey ciddi duruyordu. Gözlerim onun üzerinde gezinirken açıkçası onun ilk kez doktora geldiğini görüyordum. Çok nadir hasta olan biriydi ancak o zaman bile doktora gelmez, kendi kendine iyileşmeyi beklerdi.

"Hasta mısın?" dedim, ilgisiz olmaya çalışarak. Bu da onun hoşuna gitti tabii. Yeşil gözlerinde keyif parıltıları oluşurken başını çok hafifçe omzuna doğru yatırmıştı.

"Evet," dedi, oldukça ciddi bir şekilde. Bu, meraklanmama neden olurken yerimde hafifçe dikleşmiştim. "MYH'ye yakalandım."

"O ne?" dedim, kaşlarımı çatarak. Bu esnada Doktor Kenan da bizi dinliyordu sessizce.

"Maran'sız Yaşama Hastalığı." dediğinde çatık kaşlarım yavaşça normal hâline dönmüş, arkama yaslanırken de gözlerimi ağırca devirmiştim. Resmen benimle dalga geçiyordu. "Öyle bakma, ölümcülmüş." diyerek bir de kendini savundu.

Onun bu sözleri, odanın o gergin havasını değiştirirken içimdeki gülme isteğiyle başa çıkmam gerekmişti. Bakışlarım, masasında oturan Kenan'a dönerken dudaklarında hafif bir gülümsemenin olduğunu görmüştüm. Önündeki kağıtlarla ilgileniyor gibi görünse de aslında bu sohbete kulak misafiri olmuştu.

"Ne işin var burada, Kenan?" dedim, ciddiyetle. "Beni mi takip ediyorsun sen?"

Bu sorumla beraber bana ciddi misin der gibi baktığında şu an üçüncü bir kişinin yanında tartışmak pek mantıklı değildi. "Seni neden takip edeyim?" dedi ve elini hafifçe savuşturdu. "Kenan Bey'le konuşmak için geldim, sakıncası yoksa bize izin verir misin?" dedi, fazlasıyla kibar bir şekilde.

Bu, kaşlarımın havalanmasına neden olurken başımı Kenan'a doğru çevirip onun ifadesine baktım. Onun bakışları da ikimiz arasında gidip gelirken buna şaşırdığı belliydi. "Ne hakkında?" dediğimde bu merakım karşısında sadece yeşil gözlerini üzerime dikmişti. Bu, benim için yeterli olurken dudaklarımı birbirine bastırıp aramızda duran sehpadan çantamla telefonumu alarak yavaşça ayaklandım. Çantamı omzuma asarken gözlerim son kez ikisi arasında gidip geldi. "Ben çıkıyorum o hâlde?" dedim, sorarcasına. "Uğrarım yine.." derken doktorumla vedalaşmış, Kenan'a da sadece bir bakış atmakla yetinmiştim.

Odadan çıkıp kapıyı ardımdan kapattığımda aklım orada kalmıştı. Onun buraya gelmesi de Kenan'la konuşmak istemesi de fazlasıyla şaşırtıcıydı. Üstelik ona kibar davranmıştı. Belki de ben orada olduğum için oyunculuğunu konuşturmuştu fakat eğer ona saçma sapan şeyler söylemek için geldiyse bu sefer onu gerçekten öldürebilirdim.

Evet, bunu yapardım.

Bileğimdeki saati kontrol edip hastaneden çıkarak arabama bindiğimde şirkete gitmem gerekiyordu. Sabahın erken saatlerinde buraya gelip Kenan'la konuşmak istemiş, aslında ondan özür de dilemiştim. Bu yüzden de şimdi şirkete geçecek, oradaki işlerimi halledecektim. Hem akşam Kenan'ın ısrarlı daveti üzerine onun evine, yemeğe gidecektim. Bu yüzden şirkete erken gidip işlerimi hâllederek erkenden de çıkmam gerekiyordu. Eve geçip bir süre Olcay'la ilgilenecek, ardından da duş alıp hazırlanarak evden çıkacaktım.

Çantamı yan koltuğa bırakıp emniyet kemerimi takarak arabayı çalıştırdığımda hastaneye bir bakış atmıştım. Şu noktada Kenan'a güvenip onu o odada bırakmıştım ve beni buna pişman etmeyeceğine inanıyordum.

Yani, en azından umuyordum.

🌪️🌪️🌪️

Dikiz aynasındaki yansımamı kontrol ederken elimdeki ruju çantama atıp kırmızıya boyadığım dudaklarımı birbirine hafifçe sürterek rujumu dağıttım. Ensemde gelişigüzel topladığım saçlarımdan kâhküllerim alnıma doğru dökülürken elimle onları düzeltmiş, son kez kendimi kontrol etmiştim.

Üzerimdeki açık mavi tonlarında olan önü fırfırlı, kolları da dökümlü gelen bohem gömlekle gayet hoş görünürken giydiğim ispanyol paça koyu renk jean'le müthiş bir uyum sağlamıştı. Tüm sıradanlığımı yok etmiş, kombinimi göz alıcı hâle getirmişti. Lacivert tonlarında olan topuklularım ve çantamla da gayet iyi görünürken anahtarımı kontaktan çıkarıp arabadan indim. Kapıları kilitleyip eve doğru adımlamaya başladığımda topuklularım zeminde tok bir ses bırakıyordu. Hava kararmış, arazinin ışıkları açılmıştı ve bahçe, loş ışıkla aydınlanmıştı.

Pantolonumun arka cebinde titreyen telefonumla beraber elimi cebime attığımda Kenan'ın aradığını az çok tahmin edebiliyordum. Şu birkaç saat içerisinde beni o kadar çok aramıştı ki artık arayanın kim olduğuna bile bakmadan telefonu açıyordum.

"Kapıdayım, aç." diyerek onun konuşmasına fırsat vermediğimde önümde uzanan basamakları tırmanmış, beyaz boyalı kapıya doğru yönelmiştim. Bu esnada da sanki kapının ardında bekliyormuşçasına kapı onun tarafından açıldığında gülmeme engel olamadım. Adımlarım ona yönelirken aramızdaki mesafeyi sadece saniyeler içerisinde kapatmış, onun beni ilgili bakışlarla süzmesine neden olmuştum. "Geciktim kusura bakma.."

"Sabaha kadar bekleyebilirdim, inan bana.." dediğinde dudaklarım istemsizce yukarı kıvrılmış, onun benim için açtığı yoldan geçerek içeri doğru bir adım atmıştım. "Hoş geldin." dedi, bu sırada.

"Hoş buldum," derken gözlerim etrafta geziniyordu. Buraya en son ne zaman geldiğimi hatırlamıyordum fakat her şey aynıydı. Eşyaların yeri bile değişmemişti.

O, kapıyı kapatıp bana döndüğünde evi incelediğimi fark etmiş ve muhtemelen ne düşündüğümü de anlamıştı. "Uzun zaman oldu," dediğinde bakışlarım ona dönmüş, yeşil gözleriyle karşılaşmıştım. Bu esnada onu incelemeyi ihmal etmedim.

Üzerinde benim gömleğimle neredeyse birebir aynı tonlarda salaş bir gömlek vardı ve ilk üç düğmesi açıktı. Bu renk onun beyaz tenine güzel bir uyum sağlarken kasıntı değil, oldukça rahat görünüyordu. "Evet," diyerek yanıtladım onu. Ardından da elimdeki karton poşeti kaldırıp ona uzattığımda ekledim. "Bize tatlı aldım."

Yeşil gözlerini mavilerime dikip bana imalı bir bakış attığında ne diyeceğini az çok tahmin ediyordum. "Gerek yoktu, seni boşuna çağırmadım ya?" derken poşeti elimden usulca almıştı. Bu sözleri sırıtmama neden olurken elini öne doğru uzatarak geçmem için yol vermiş, ona ayak uydurarak ezbere bildiğim koridorda ilerlemeye başlamıştım. "Ne güzel görünüyorsun?"

"Teşekkür ederim," dedim, nezaketle. Bu esnada salona girmiş, o mutfağa yönelirken ben de adımlarımı yavaşlatmıştım. Gözlerimle hâlâ etrafı tararken bizim için hazırladığı yemek masasını kısaca inceledim. Daha önce de bana böyle masalar hazırladığı için buna şaşırmamıştım çünkü o özenmeyi seviyordu. Tabii başka birine böyle özenip yemekler yaptığını henüz görmemiştim.

Bu, sanırım sadece bana özeldi.

Bakışlarım konsolun üzerine uğradığında orada ikimize ait olan bir fotoğraf görmüş, o tarafa yönelmiştim. Bu fotoğraf daha görüşmeye başladığımız o dönemlere aitti ve uzun zamandır da o konsolun üzerindeydi. İkimizde de birer kopyası vardı.

Fotoğrafta ben onun göğsüne sokulmuşken o da kolunu omzuma atıp beni sıkıca sarmıştı. Sisli gökyüzü arkamızdayken o meşhur tarihi köprünün üzerindeydik. Bu fotoğrafı Bige'nin çektiğini hatırlıyordum. Hatta o günü de daha dünmüş gibi hatırlıyordum.

İki aile olarak Trabzon'a gittiğimiz o dönemde çekilmişti.

Dudaklarımda oluşan gülümsemeyle beraber çerçeveyi elime aldığımda onun bakışlarını da üzerimde hissediyordum. Mutfakta bir şeylerle uğraşsa da tüm ilgisi bendeydi.

Başımı hafifçe oynatıp onu kontrol ettiğimde tam da tahmin ettiğim gibi bana bakıyordu. "Bu hâlâ sende mi?" diyerek elimdeki çerçeveyi hafifçe ona doğru kaldırdığımda yeşilleri fotoğrafa doğru dönmüş, gülümsemişti.

"Atmamı mı bekliyordun?"

"Hayır da..belki kaybetmişsindir diye.." derken fotoğrafa son bir bakış atıp geri yerine bırakmıştım. "Gerçi hep buradaydı bu." diyerek kendi kendime mırıldandığımda beni duydu.

"Seninki kayboldu mu?" diye sordu, elindekileri masaya yerleştirirken. Ben de çantamla telefonumu konsola bırakıp kollarımı göğsümde birleştirerek ona doğru küçük adımlarla ilerlemeye başladığımda evin içerisinde oldukça romantik bir hava vardı. Loş ışıklar, yanan şamdanlar ve duvarlarda yankılanan kısık sesli müzik. Benim için epey çaba harcamış gibiydi.

"Hayır, evde." dedim, omuz silkerek. "Kaybolmadı."

"Atmadın demek." Yeşil gözleri bana dönerken ona dair her şeyi attığımı falan düşünüyor olmalıydı ki bunu düşünmesi normaldi. O, benim eşyalarımı atmamış olabilirdi ama benim bir anlık öfkeyle bunu yaptığımı düşünüyordu.

"Hiçbir şeyi atmadım," dediğimde yeşil gözlerinden bir yıldız kaymış, bu onu bariz bir şekilde mutlu etmişti. "Ee?" dedim, merakla bakışlarımı mutfakta gezdirirken. "Ne yemek yaptın? Acıktım."

"Hazır her şey, otur.." derken hemen önümde bulunan sandalyeyi göstermişti. Ona itiraz etmeden sandalyeyi usulca çektiğimde o da mutfağa döndü. "Olcay nasıl, görmedim onu bugün?" diyerek ilgiyle konuştuğunda buz kovasında bulunan şarap şişesini çıkarmış, çekmeceden aldığı tirbuşonla açmaya koyulmuştu.

Ben onu keyifle izlerken elimi çeneme yasladım. "İyi Olcay, uyutup geldim. Uyku saati geçiyordu, uyumadı bir türlü.. O yüzden geciktim."

O, açtığı şarap şişesiyle yanıma gelip önce benim kadehimi ve ardından da kendininkini doldurduğunda şişeyi masaya bırakmıştı. Tabakları alarak tekrar mutfağa geçtiğinde bu sessizlikte onu izlemek benim için keyifliydi. Uzun zamandır onun yemeklerini yemeyip onunla böyle bir masada oturmadığım için oldukça heyecanlıydım da.

"Beğenecek misin bakalım?" derken önüme gayet iştah açıcı görünen tabağı bırakmış, o yerine geçerken de adeta zil çalan karnıma daha fazla karşı koyamamıştım. Saatlerdir hiçbir şey yememiştim ve mideme giren tek şey bol miktarda kafeindi.

Önümde duran çatalla bıçağı elime alırken artık onu görmüyordum. O kadar açtım ki tek gördüğüm önümdeki tabaktı. "Ay çok iyi görünüyor," diyerek kendi kendime mırıldandığımda beni duymuştu. O, beni izlerken ben de dünyayla olan bağımı koparmış sayılırdım. Tüm ilgim tabağımdaydı. Bıçağımla kestiğim bir lokma eti ağzıma attığımda o eşsiz tat damağıma yayılmış, gözlerimi ağırca yummama neden olmuştu. "Şaka mı bu ya?" dedim, hayretle. "Nasıl yaptın bunu?" derken çoktan bıçağımla birkaç parça daha kesmiştim bile.

"Beğendin mi?" dediğinde ona ciddi misin der gibi bir bakış atmıştım.

"Dalga geçiyorsun herhalde?" dedim, alayla. "Müthiş bir şey bu, harika olmuş."

"Afiyet olsun," derken bu hâlime gülüyordu. O henüz yemeğine yeni başlarken ben neredeyse bitirecektim. Çatalımı tabağımın kenarına bırakıp kadehime uzandığımda gözlerim üzerindeydi.

"Ne yaptın bugün?" dedim, merakla. Kolumu masaya yaslayıp hafifçe öne doğru eğildiğimde bakışları beni bulmuştu. Bu esnada ben de şarabımdan bir yudum aldım. "Hastaneden sonra?"

Evet, bir de bu mesele vardı.

Sabah onunla hastanede karşılaştığımda endişelenip gerilsem de her şey boşa çıkmıştı. Ben şirkete gittikten yaklaşık yarım saat sonra Doktor Kenan beni aramış ve neler olduğunu anlatmıştı. Tabii araması ekranıma düştüğü ilk an tansiyonum düşse de bana anlattıklarından sonra rahatlamış hatta şaşırmıştım. Kenan'ın o gece sahilde söylediklerinden dolayı ondan özür dilediğini söylemişti. Bunu duyduğum an şoka girmiş ve gülerek ona inanmadığımı belirtmiştim.

Pekâlâ, bu tepkim çok normaldi çünkü Kenan kolay kolay kimseden özür dilemezdi. Bana, kendisine saldırdığını söylese bile bu kadar şaşırmazdım.

Çünkü asıl bu Kenan'lık bir hareket olabilirdi.

Yeşil gözleri üzerimde kısaca gezinirken, "Şirkette kısa bir işim vardı, onu hâlledip eve geldim işte.. Sen neler yaptın, nasıl geçti günün?"

Bu sözleriyle beraber kadehimi bırakıp elimi çeneme yasladığımda hastanede onunla ne konuştuğundan hiç bahsetmiyordu. Benim orada ne işim olduğunu bile sormamıştı. Sanırım bu özür mevzusunu bilmemi pek istemiyordu.

"Kenan'la ne konuştunuz?" diyerek hızla konuya girdiğimde bakışları gözlerimde takılı kalmış, bir süre beni incelemişti. "Adamın sağlam olduğundan şüpheliyim."

Bu sözlerim onu güldürürken şarabına uzandı. "Eminim onu aramışsındır Maran." dedi, bilmiş bir şekilde. Zaten beni bu kadar iyi tanımasa olmazdı. "Bu durumda gayet sağlıklı olduğunu da biliyorsundur.. Ne konuştuğumuzu da öyle." derken başını salladı hafifçe. "Aradın değil mi?"

Dudaklarım kavislenirken omzumu hafifçe silkip yüzüme düşen bir tutamı kulağımın arkasına itmişim. Bu esnada da beni izliyordu dikkatle. "Evet, konuştuk. Özür dilemişsin?" dedim, sorar gibi. "Şaşırmadım desem yalan olur."

"Kimseden özür dilemem ben çünkü, değil mi?" dediğinde çekinmeden başımla onu onaylamıştım. Ardından elimi salladım hafifçe.

"Dilemezsin, evet.." dedim, hayretle. "Hem de Kenan'dan?"

"Senin sandığının aksine o kadar öküz değilim," dedi, bu sözlerime karşılık. "Söylediğim şeyler yanlıştı, bunun farkına vardığım ilk an gelip senden özür diledim her ne kadar bir anlamı kalmasa da.. Hata yaptıysam özür dilemesini biliyorum, beni çok yanlış tanımışsın gerçekten."

"Kenan sen haksız olsan bile özür dilemezsin," dediğimde böyle düşünmem onun canını sıkmış olacak ki elindeki kadehi bırakmış, dudakları arasından sıkıntılı bir nefes vermişti. "Defalarca yaşadık bunu. Ben yanlış mı hatırlıyorum?"

"Gençtim, hatalar yaptım zamanında. Bıraktığın gibi değilim, bunun farkına var olur mu?" dediği an bakışlarım onun üzerine sabitlendiğinde o da gözlerimin içine bakıyordu. "Neredeyse iki yıl olacak sen beni bırakıp gideli.. Ne hatırlıyorsun ki benim hakkımda? Beni unutmamana şaşırıyorum doğrusu."

"Abartma," dedim, kaşlarım çatılırken. Onun da kaşları havalanırken gülmüştü. Eş zamanlı olarak arkasına yaslanmış, kolunu oturduğu sandalyenin arkasına doğru atmıştı. "Gelseydin o zaman peşimden, niye gelmedin? Bir kere bile arayıp sordun mu?"

"Sen beni bırakıp gittin!" diyerek birden bana çıkıştığında hafifçe sesini yükseltmişti. Plaktan yayılan o kısık sesli müziğe onun bağırışı karışırken az önce cıvıl cıvıl olan hâlim yerini başka bir ruh hâline bırakmıştı. Hem de saniyeler içinde. "Sana yalvardım günlerce, haftalarca. Son dakikaya kadar peşinden geldim seni durdurmak için, yalvardım sana! Gitme, dedim. Yanımda kalmanı istedim, yanında olmama izin ver dedim! İşimi gücümü, tüm kariyerimi, ailemi.. Her şeyimi bırakıp seninle gelmeye bile razı oldum ama sen arkana bile bakmadan gittin. Hamileydin ve bunu benden gizledin sen!" derken bu sözleri arasına bir nefeslik mesafe bırakmış, o delici yeşillerini gözlerime dikmişti. Az önce gülen yüzü şimdi gülmüyordu. "Sırf bunun için gittin çünkü bilmemi istemedin. Eğer öğrenirsem gitmene izin vermeyeceğimi bildiğin için gittin. Aylar sonra da kucağında bir bebekle karşıma çıktın.. Tanımıyorum, çok yabancıyım ama bana ait o. Benim kızım.." dediğinde gözlerimin önü birden puslanmış, bakışlarımı ondan kaçırmıştım. "Nasıl hissettiğimi bilmiyorsun.. Ona her gün daha da bağlanıyorum, alışıyorum ama onu sadece birkaç saat görebiliyorum. Daha uyurken görmedim onu ya da uykusundan nasıl uyandığını.. Emeklemeye başladığını göremedim mesela ve büyük ihtimalle yürümeye başladığını da göremeyeceğim. Çünkü Maran, sen öyle bir kadınsın ki her an arkanı dönüp gidebilirmişsin gibi geliyor. Bu sefer de sana engel olamazsam ne yaparım diye düşünerek geçiriyorum günlerimi, saatlerimi sadece bununla dolduruyorum.. Ya Maran yine giderse? Ya bu sefer bir daha dönmezse? Ne yapacağım onsuz? Üstelik bu sefer bir kızım da var. Ona henüz tam anlamıyla kavuşamamışken karım ya tekrar beni terk ederse?"

Bu sözleri, kalbimin ortasında bir hançer etkisi yaratırken çeneme yasladığım elimi kaldırıp hangi ara akmaya başladığını bilmediğim gözyaşlarımı sildim hızlıca.

Bu ayrılık ikimize de kötü şeyler yaşatmıştı. Ben onu terk edip gitsem de haklı olduğum sebepler vardı ve o an tek çarem buradan gitmek gibi geliyordu. Çok zor bir dönemden geçiyordum ve başka çarem yoktu. Sadece gitmem gerekiyordu. Gitmiştim de. Kendimi toparlamak için buna ihtiyacım vardı.

Mavi gözlerim onunla temasa geçtiğinde evin içerisine bir sessizlik çökmüş, bir süre sadece plaktan yayılan o ince ses aramızdaki bu sessizliği doldurmuştu. Salondaki loş ışık ve yanan mumlar onun yeşil gözlerini aydınlatırken, "Affedersin," dedi, az öncekinin aksine alçak bir tonda. Gözleri gözlerime değmiyor, benden kaçıyordu.

O, bir anda oturduğu yerden kalkıp mutfağa geçtiğinde özellikle Olcay için söyledikleri beni mahvetmiş ve bu hâle getirmişti. Bana daha önce duygularını açmamış olsa da onun ne hissettiğini az çok tahmin edebiliyordum fakat bu konuda açıkça konuşması beni açıkçası etkilemişti.

Hiç düşünmeden oturduğum yerden kalkıp mutfağa yöneldiğimde masada şarap olmasına rağmen raftaki şarap şişeleriyle ilgileniyordu. O, bir şişeyi raftan alıp ada tezgâha doğru yöneldiğinde beni şu anlık görmezden geliyordu. Bu, kendine zaman tanıma şekliydi.

"Kenan," dedim, temkinli bir şekilde. Bir yandan da küçücük alanda ona ulaşmaya çalışıyor ama başaramıyordum. O, şişenin mantar kapağını açmak için çaba harcarken elimi kaldırıp şişeyi elinden almıştım. Elimdeki şişeyi tezgâhın üzerine bırakırken o da elinde kalan tirbuşonu bıraktı yavaşça.

Gözlerim onun güzel yüzünde gezinirken aramızdaki yarım adımlık mesafeyi kapatıp ellerimi kirli sakallarının çevrelediği çenesine yaslamıştım. Bu his, içimin özlemle yanıp kavrulmasına neden olurken kalbim de ona dokunan ben olmama rağmen yine ritmini kaybetmişti.

Çenesine yaslanan parmaklarım, yeşil gözlerinin gözlerime tutunmasını sağladığında ayağımdaki topuklulara rağmen ona alttan bakıyordum. Yaşlı gözlerim onun gözleri arasında gidip gelirken, "Özür dilerim." dedim, titrek bir sesle. İnce tabakayla kaplanmış olan gözlerini mum ışığı aydınlatırken başımı salladım hafifçe. "Özür dilerim.."

Alnım alnına yaslanırken gözlerim usulca yüzünde geziniyordu. Parmaklarımla hafifçe çenesini okşuyordum. Onun gözleri gözlerimden ayrılmazken ikimiz de sessizdik. Uzunca bir süre de bu sessizlik sürdüğünde onun hareketlendiğini görmüştüm. O, ellerini kaldırıp koca elleriyle yüzümü avuçladığında hafifçe geriye doğru çekilerek başımı kaldırıp gözlerine bakmamı sağladı. Yeşil gözleriyle oldukça yakından girdiğim bu temas, kalbimin gümbürdemesine yol açarken gözlerinden akan yoğun duygu seliyle baş başaydım. Öyle yoğun bakıyordu ki gözlerim gözlerinden ayrılmakta zorluk çekiyor, daha da sessizliğe gömülüyorduk.

Yeşil gözleri gözlerimden usulca ayrılıp kırmızı rujlu dudaklarıma indiğinde hareketlerimi o yönetiyormuşçasına bakışlarım onun pembemsi dudaklarına düşmüştü. O yumuşacık, öpmeye doyamadığım dudakları yine çok yakınımdaydı ve yine oldukça gerçekçiydi.

Çeneme yaslı olan parmaklarıyla beni hafifçe kendine doğru çektiğinde nefes almayı bırakmış, kalbim duracak gibi olmuştu. O, aramızdaki boy farkından dolayı başını hafifçe eğip yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdığında burunlarımız birbirine sürttü. Bununla beraber adeta parçalarıma ayrılırken gözlerim ağırca kapanmıştı. Ilık nefesi tenimi yalarken çenemi hafifçe dikleştirdi, dudaklarını dudaklarıma taşıdı.

Dudaklarının sıcaklığını hissettiğim an, kolları arasında hareketsiz kaldığımda bir an ne yapacağımı bilememiştim. Yüzünü saran ellerim gevşemiş, deli gibi çarpan kalbimi içten içe kontrol altına almaya çalışmıştım fakat faydasızdı. Bu kadar zaman uzak kaldığım bu dokunuşlarına ben bile karşı koyamıyorken nasıl olacaktı da kalbimin böyle çarpmasına engel olabilecektim?

Yumuşacık dudakları dudaklarım üzerinde nazikçe ve bir o kadar da yavaşça hareket ederken onu nasıl öpeceğimi unutmuş gibiydim. Sanki onu ilk kez öpüyormuş gibi ne yapacağımı şaşırmıştım.

Midemde tuhaf bir ağrı oluşurken dudaklarımı usulca hareket ettirip alt dudağını kavradım. Bir süre sadece onu hissetmeye çalışırken ikimiz de aptala dönmüştük. Pekâlâ, o en azından benden iyi durumdaydı fakat ikimizin de pek iyi olduğunu söyleyemezdim.

İlk olarak ben, bu şapşallığı üzerimden atıp dudaklarına bir öncekinden daha güçlü bir şekilde atıldığımda eli ensemi kavramış ve beni iyice kendine çekmişti. Bedenlerimiz tam anlamıyla bir bütün hâline gelirken az öncekinin aksine daha şiddetliydi öpüşmemiz. Eski yavaşlığını yitirmiş, kendince bir ritme tutulmuştu.

Dudaklarımı hırpalayan dudakları bana yeniden doğmuşum gibi hissettirirken dudaklarım yumuşacık dudaklarını hırçınca kavradı. Bu, boştaki elinin belimi kavramasına neden olurken dudaklarındaki içkinin tadını sonuna kadar almak için elimden geleni yapıyordum. Dudaklarımdaki şarabın tadı onun dudaklarına bulaşırken saniyeler geçtikçe daha da yoldan çıktığımızın farkındaydım. Öpüşmemizin ilk dakikalarının aksine şu an epey bir fark yaratmıştık.

Elllerimi kaldırıp gömleğinin yakalarına tutunduğumda onun da elleri kalçalarımı kavramış, küçük bir hareketle beni kucağına alıp arkamızda kalan masanın üzerine oturtmuştu.

Az önce keyifle oturup gerginlikle kalktığımız o masaya.

Bu esnada dudaklarımızın bağlantısı kopmamış, öpüşmemiz derinleşmişti. Vahşice, sanki birbirimizi son kez öpüyormuş gibi delicesine öpüşürken ellerimi gömleğinin sardığı göğsünde kaydırarak düğmelerini hızla açmaya koyuldum. O da benim üzerimdeki gömleğin ipleriyle boğuşurken en sonunda bundan sıkılmış, gömleğimin iki yakasından da tutarak hızla iki yana ayırmıştı. Kumaşın yırtılma sesi, dudaklarımız arasından çıkan seslere karışırken ondan kısa bir an ayrıldım. Bakışlarım önce yırtılan gömleğime, ardından da ona döndüğünde ikimiz de nefes nefeseydik. Yeşil gözleri, gözlerim arasında mekik dokurken dudaklarına hızla atılmış, bu sefer ben onun gömleğini iki yandan tutarak açmıştım. Kopan düğmelerin parke zemine düştüğünde bıraktığı ses kulaklarıma ulaşırken elleri omuzlarıma yaslandı. O, omuzlarımda asılı kalan gömleği hızla çıkardığında gömleğimin altına hiçbir şey giymediğim için şu an yarı çıplaktım. Göğüslerim onun çıplak bedenine sürtünüyor, sıcaklığını hissediyordum.

"Bunun olmayacağını söylemiştin," diyen fısıltısı, öpüşmemiz arasına girdiğinde ikimizin de elleri hareketlenmişti yine. O benim, ben de onun pantolonunun kemerini çözerken ikimiz de sabırsızdık.

"Beni manipüle ettin." Güldü. Gülüşü melodik bir şekilde etrafıma yayılırken onun daha rahat davranması için topuklularımı da bir çırpıda çıkarıp atmıştım. "Çok özledim seni," diyerek dudaklarına doğru inlercesine konuştuğumda beni hafifçe iterek sırtımın masaya yaslanmasını sağladı. O, pantolonumu üzerimden sıyırırken göğsüm hızla inip kalkıyordu.

"Ben daha çok.." dedi, nefes nefese.

(**)

Gözlerim onun çıplak bedeninde rahatça gezinirken bunu ne kadar özlediğimi sadece ben biliyordum. Onu böyle her şeyiyle görmek tarifsiz bir duyguydu ve bunu sadece ona karşı hissetmiştim.

O, üzerindekilerden kurtulup varlığını girişime yasladığında başım hafifçe geriye doğru düştü. Gözlerim geriye doğru kayarken bu hissi uzun zaman sonra ilk kez tadıyordum. "Ah," diyen o iniltisi, bedenimdeki kımıldanmaların artmasına yol açarken içime girmiyor, hafifçe okşuyordu ancak bu bile benim için yeterliydi.

Elini yanıma, masaya yaslayıp yavaşça içime girdiğinde başı hafifçe geriye düştü onun da. İkimiz de aynı anda inlerken tenine yaslanmış ellerim yavaşça aşağı doğru kaydı, ona daha sıkı tutundum.

Kasıklarımdan karnıma doğru şiddetli bir elektrik dalgası geçerken nefes almayı bile unutmuştum. Gözlerimi kapatmış, kendimi ona teslim etmiştim sadece.

Hareketleri belli bir ritim kazandığında hızlanmış, aldığım zevk de artmaya başlamıştı. Tenin tene çarpma sesi evin duvarlarında yankılanırken hangi ara açıldığını bilmediğim saçlarım da masanın üzerine dağılmıştı. O, hızla hareket ederken çıkan sesler beni daha da yoldan çıkarıyordu. "Aklıma mukayyet olamıyorum," derken gözleri çıplaklığımda dolaşıyordu delirmişçesine.

Birden kendimi ona doğru ittiğimde alt dudağını dişleri arasına aldı, bacaklarımı kavrayıp daha da araladı. O, içime sertçe gömülürken sırtına yaslı olan elimi kaldırıp ensesine yaslamıştım. Şakaklarından bir damla ter süzülürken ikimiz de kan ter içindeydik fakat durmadık. Tutkuyla, daha da büyük bir istekle devam ettik dakikalarca.

Dudaklarımız bir kez daha birbirine kavuşurken ikimiz de delirmiş gibiydik. Son kez birbirimize dokunuyormuş gibi vücutlarımız birbirine yapışmış, tek bir beden hâline gelmişti. Uzun zaman sonra ona böyle dokunabilmek rüya gibiydi.

İniltilerimiz birbirine karışırken üstünde bulunduğum masada şarap şişesi devrilmiş, içerisinde kalan şarap da masaya dökülmüştü. Bu esnada masada gıcırdamaya başlamıştı. Masanın ayağı, şiddetimizden dolayı bükülürken beni tek hamlede kucağına aldı. Tam o esnada da masanın ayağı kırıldığında sırtım bu sefer de duvara yaslanmıştı. Kollarım boynuna dolanırken dudaklarımızın teması kesilmedi. O, dudaklarımı hırçınca öperken çenesine doğru inledim. Vücudum alev alev yanarken ikimiz de bir yangına tutulmuştuk.

Islak öpücükleri dudaklarımdan ayrılıp boynuma doğru bir yol çizdiğinde başımı hafifçe yana doğru yatırdım. Ona bir alan açtığımda boynuma birkaç öpücük bırakmış, göğüslerime hızlıca inmişti. Bununla beraber tırnaklarım beyaz tenine gömüldüğünde dudakları arasından acı dolu minik bir inilti döküldü. Onu kendime doğru çekip göğüslerimle olan temasını kestiğimde bundan hoşlanmamıştı ama bana karşı koymadı.

O, sırtımı yavaşça duvardan çekip kucağındaki benle beraber birkaç adım ötemizde olan kanepeye doğru yönelmişti. Sırtım kanepenin o yumuşak yüzeyiyle buluşurken ikimiz de en tepedeydik. Hareketleri oldukça sertken vücudumda bıraktığı etkiler aradan geçen bu kadar zamana rağmen hâlâ aynıydı. Hâlâ onun için deliriyor, daha fazlasını istiyordum.

Son kez güçlü bir şekilde içime gömüldüğünde küçük çığlıklarım da evin duvarlarında yankılanıyordu. İkimiz de zirveye çıktığımızda dudaklarımızdan aynı anda birer inilti dökülmüştü.

(**)

Dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktığımda ikimizin de hareketleri durmuş fakat hâlâ onun etkisinde olan bedenimde küçük sarsıntılar olmaya devam etmişti. "İyi misin?" diye fısıldadı, dudaklarımın üzerine doğru. Ilık nefesi dudaklarıma çarparken elimi yavaşça kaldırıp çenesine yaslamıştım.

Yeşil gözleri gözlerime sabitlenirken başımı salladım usulca. Göğsüm hızla inip kalkıyor ve onun çıplak bedenine çarpıyordu. Konuşmaya bile mecalim yokken alınlarımız birleşmiş, gözlerimi dudaklarına indirmiştim. Başım kanepenin üzerindeki küçük yastıklara gömülüyken saçlarımın terden enseme yapıştığını hissediyordum.

"Hiç değişmemiş," diyerek nefes nefese konuştuğumda gözleri dudaklarımdan bir an olsun ayrılmıyordu. Kırmızı rujum taşıp onun dudaklarına bulaşmış ve hatta rujumdan eser kalmamıştı. Dudaklarında sadece bir kızarıklık varken rujumu hiç ettiği belliydi.

"Ne değişmemiş?" dedi, gülerek. Gülüşünü dudaklarımdaki sırıtışla izlerken daha fazla dayanamamış olacak ki dudaklarını dudaklarıma örtmüştü. Yumuşacık dudaklarını hissettiğim an, boğazımın gerisinden keyifli bir mırıltı döküldüğünde bedenim heyecanla kasıldı. Şu an bunun bir rüyadan farkı yoktu.

"Bana hissettirdiklerin," dedim, öpüşmemiz arasında. Ardından vücuduna yaslı olan elimle kadife gibi olan tenini okşadım hafifçe. Bu esnada dudaklarıma son kez uzun ve tutkulu bir öpücük bıraktığında kendini yanıma bırakmıştı. Bir elini belime sararak beni kendine doğru çevirdiğinde dudaklarımda istemsizce oluşan bir gülümseme vardı. O, elini kaldırıp terden alnıma yapışmış olan kâhküllerimi geriye doğru iterken onu izliyordum.

"Bana hissettirdiklerin de değişmemiş," diye mırıldandığında alnına doğru düşen birkaç tutamı geriye doğru itmiştim. Onun bakışları benden usulca ayrılıp vücuduma doğru bir yol izlediğinde ilgisini neyin çektiğini biliyordum. Az önce bana dokunurken çok kısa bir andı ancak duraksadığını hissetmiştim. "Ne güzelmiş bu?" derken belimdeki eli hafifçe aşağı doğru kaymış, kasıklarımın hemen üzerinde olan ve epey önce yaptırdığım o dövmenin üzerinde işaret parmağını gezdirmişti. Olcay'ın ayak izine ait bir dövmeydi. "Ne zaman yaptırdın?"

"Olcay doğduktan birkaç ay sonra yaptırmıştım," dediğimde ben de onun kirli sakallarının çevrili olduğu çenesini hafifçe okşuyordum. Ona dokunmayı o kadar özlemiştim ki ona dokunmadan bir dakika bile duramıyordum. O da tıpkı benim gibi ellerini üzerimden çekmiyordu.

"Çok güzelmiş," dedi, mırıldanarak. Yeşil gözleri gözlerime tırmanırken onu izleyen gözlerimle karşılaşmıştı. Bakışları gözlerimden ayrılıp saçlarıma kaydığında eli de saçlarımı kavradı usulca. "Bundan hoşlanmadım bu arada."

"Ben alıştım artık, güzel oldu bence." derken elimi kaldırıp onun dokunduğu tutamlarıma dokunmuş, bu esnada da ellerimiz birbirine temas etmişti. Elimi onun elinden ayırmadığımda dudaklarında içimi yakan o gülümsemelerinden biri oluşmuş, parmaklarını parmaklarıma kenetlemişti.

"Seni olduğundan genç göstermiş ama saçlarına dokunmanı sevmiyorum." dediğinde bunu söylemese de biliyordum. İlk karşılaşmamızda da, daha önce saçlarımı boyattığımda da bunu açıkça dile getirmişti. "Eski Maran'ım ol.."

Dudaklarım yukarı kıvrılırken, "Beğenmedin mi böyle?"

"Aksine," dedi, kaşları havalanırken. "Daha çekici olmuşsun.." dediğinde burnum hafifçe burnuna sürttü. Kenetlenen ellerimiz ikimiz arasına girerken elimin üzerine tüy hafifliğinde bir öpücük bırakmıştı.

"Üstüme atlayacakmış gibi bakmandan bunu anlamıştım zaten." dediğimde güldü. Erkeksi gülüşü kulaklarımda hoş bir melodi bırakırken dudaklarımı çenesine bastırmıştım. "Tuhaf ama hiçbir şey değişmemesine rağmen sen de öylesin.. Daha genç görünüyorsun gözüme." Güldü yine.

"Otuz yaşımı aştım, nasıl daha genç görünüyorum?" dediğinde kıkırdadım. Doğru söylüyordu, birkaç gün sonra onun doğum günüydü. "Yaşlandım, kabullen bence." Kaşlarımı çattım.

"Hiçte bile," dedim, göğsünü hafifçe okşayarak. "Genceciksin hâlâ.."

"Gençken de yaşlı olduğumu söylüyordun." dediğinde gülmüş, onu da güldürmüştüm. "Hangisine inanacağım şimdi?"

Dudaklarımdaki gülüş, koca bir gülümsemeye yerini bırakırken gözlerim büyük bir ilgiyle yeşil gözlerinde geziniyordu. Yeşil gözlerine bu kadar yakından bakıp göz bebeklerinin büyüyüp küçülmesini izlemek benim için büyük bir keyifti ve ben bunu doya doya yapmayı çok özlemiştim. "Her türlü çok yakışıklısın," dediğimde belimdeki eli sabitlenmiş, koca bedeninden dolayı sığamadığımız koltukta beni iyice kendine çekmişti.

"Hmm," diye bir mırıltı çıkardığında gözlerim pembemsi dudaklarına inmiş, yüzüme düşen bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırmıştı. O, başını çok hafifçe bana doğru eğip dudaklarımı öptüğünde parmaklarım çenesini okşuyordu. Öpüşleri az öncekinin aksine gayet nazikken ben bunu da seviyordum. Beni böyle nazikçe öpmesi hoşuma gidiyordu.

Vücudumda gezinen parmakları tenimi hafifçe okşarken çenesine yaslı olan elimi indirip çıplak göğsüne yasladım. Dudaklarımızın bağlantısını kesmeden yerimde yavaşça doğrulduğumda bacağımı bedeninin üzerine doğru atıp kucağına yerleşmiştim.

"Maran," dedi, öpüşmemiz arasında. Bununla beraber başımı hafifçe geriye doğru çekip yeşillerine baktığımda eli çenemi kavradı yavaşça. "Özür dilerim."

Gözlerim onun gözleri arssında gidip gelirken bilmiyordu ama ben onu zaten çoktan affetmiştim. Bu yaptığım aptallık ya da akılsızlık olabilirdi ama umurumda değildi.

Ben ona aşıktım.

O, gururunu önemsemeden nasıl ayaklarıma kapandıysa ben de gururumu düşünmemeliydim. Üstelik ona bu kadar aşıkken tek istediğim onunla beraber olmaktı.

Evet, sadece bunu istiyordum.

🌪️🌪️🌪️

Bakışlarım, karşımda huzurlu bir uykuda gibi görünen adamın üzerinde gezinirken bir yandan da onun saçlarını okşuyordum. Öyle güzel bir uykudaydı ki hiç uyanmamış, bir an bile kıpırdamamıştı. Hatta öyle ki çok kısa bir an onu kontrol etmeme neden olmuştu bu hâlleri.

Çıplak bedeni belirli bir düzende inip kalkarken onu daha fazla rahatsız etmeden ellerimi onun üzerinden çektim. Ardından dikkatlice yanından kalkıp komodindeki telefonumu elime aldığımda ona son bir bakış atarak odadan çıkmıştım. Saatlerdir onun uyanmasını bekliyor, onu böyle bırakıp gitmek istemiyordum ama gitmem gerekiyordu. Sabah saatlerini epey geride bırakmıştık ve her ne kadar evdekilerle iletişimde olsam da Olcay'ı merak ediyordum. Üstelik onu özlemiştim de.

Merdivenleri inip salona ulaştığımda darmadağın bir görüntüyle karşılaşmıştım. Salondaki masanın bir ayağı kırılmış, üstündeki her şey de yere düşmüştü. Kırılan tabaklar ve kadehler, yere dökülen şaraplar.. Mutfaktan başlayan ve salona kadar yerde bir yol oluşturan kıyafetlerimiz de buna dahildi.

Bileğimdeki saati kontrol ederken bahçeye çıkan sürgülü kapıya yönelmiş ve bu esnada telefonumdan evin görüntülerini açarak kontrol etmiştim. Olcay şu an odasında Jale'yle beraber oyun oynuyordu ve gayet iyi görünüyordu. Babasını uyandırmaya kıyamadığım ve onu bırakıp bu şekilde gidemediğim için şu an onun yanında değildim.

Telefonumu kapatıp konsolun üzerine bıraktığımda tül perde de esen rüzgârla beraber uçuşuyordu. Bahçeye çıkan kapı açık, perde çekiliydi. Birkaç adım atarak perdeyi çektiğimde temiz hava içeri doluştu. O ferah hava yüzüme doğru estiğinde ıslak saçlarım hafifçe uçuşmuştu. Yaklaşık iki saat önce uyanmış, uzun bir süre Kenan'ı izleyerek vaktimi doldurmuştum. Ardından da Jale'yi arayıp bir sorun olup olmadığını sorup öyle duşa girmiştim. Güzel bir duş alıp Kenan'ın tişörtlerinden birini üzerime geçirmiştim.

Kollarımı göğsümde birleştirip akşam güneşinin aydınlattığı bahçeyi izlemeye koyuldum. Arazi oldukça sessizdi ve bu, koca arazide bir tek ikimizin olduğunu düşündürmüştü. Ta ki kapı çalana kadar.

Bakışlarımı hızla olduğu yerden çekip arkamı döndüğümde bir an duraksadım. Pekâlâ, sanırım basılmıştık ve benim kimseye görünmemem gerekiyordu. Üstelik bu hâldeyken!

İrileşen gözlerimle beraber telefonumu alıp etrafıma bakındığımda bu sefer de koltukların arasındaki sehpanın üzerinde duran ve Kenan'a ait olan telefonun melodisi evin duvarlarında yankılanmaya başladı. Eş zamanlı olarak evin kapısı bir kez daha çaldığında bir iki adım atarak masanın üzerinde çalmakta olan telefonu kontrol ettim.

Defne Teyze arıyordu.

Bununla beraber iyice panik olduğumda adeta olduğum yere çakılmıştım. Ne kalabiliyor ne de adımlarıma yön verip yukarı çıkabiliyordum. Resmen donakalmış, tamamen paniklemiştim.

Kapıyla telefon ısrarla çalmaya devam ederken en sonunda hareketlenerek merdivenlere yöneldim ve ikişer üçer merdivenleri tırmandım. Adrenalin tavan yapmış, saçma sapan bir heyecana kapılmıştım.

Yukarı çıktığım an merdivenlerin başında karşılaştığım kişi kurtarıcım olurken onu uykusundan uyandıran şeyin bu olduğu belliydi. Buna sevinmeli mi yoksa üzülmeli miydim bilmiyordum. "Kim?" dedi, benim bu telaşlı hâlimi incelerken.

"Annen!" Anlamsız bakışları bu cevabımla beraber bir anlam kazandığında çatık kaşları usulca normal hâline döndü, elini dağılmış saçlarından geçirirken beni bir kez daha süzmüştü. Sanki bunun zamanıymış gibi! "Burada olduğumu bilmesin lütfen."

"Tamam," diyerek bana itiraz etmediğinde önümden çekilerek bana yol açmış, ben yanından geçip odaya girerken de ısrarla çalan kapıya daha fazla karşılık koyamamıştı. O, merdivenlerde kaybolurken ben de kapıyı hafifçe aralık bırakarak kulağımı aşağıya vermiştim.

Çok geçmeden sesler gelmeye başladığında pek bir şey duyamadığım için odadan çıkıp merdivenin başına gitmem gerekmişti. "Niye açmıyorsun kapıyı? Saatlerdir seni arıyorum, niye açmıyorsun?" diyerek Kenan'a çemkiren Defne Teyze'yi dinlerken merdivenden görünen o minik boşluktan salonu görebiliyordum. Tam o anda Defne Teyze önde, o da arkada bir vaziyette görüş açıma girdiklerinde aklıma gelen şeyle elimi alnıma vurdum.

Kıyafetlerim aşağıda kalmıştı.

Ben, bunu nasıl unutmuştum?

Utançla gözlerimi kapatırken içten içe kendime sövüyordum. Zaten salonun hâli her şeyi açıklarken benim saklanmam saçmalıktı.

"Ne bu hâl?" dedi, Defne Teyze hayretle etrafı incelerken. O henüz sadece dağılmış masayı görmüştü ve çok sonradan yerdeki kıyafetleri fark etti. Bu, utancımı katlarken Kenan da onları orada bırakmamı tahmin etmemiş olacak ki o da benden farksız bir şekilde adeta yerin dibine girmişti. Üzerine geçirdiği beyaz tişörtün aksine renkten renge girdiğine gözlerimle şahit olduğumda Defne Teyze şoka girmiş bir şekilde ona döndü. "Ne yaptın sen?"

Defne Teyze'nin bu sorusu ve yüz ifadesiyle beraber utanç dolu ifademe rağmen dudaklarım gülmek için hareketlenmiş, onun bir çocuğu azarlar gibi gencecik oğlunu azarlamasını izlemiştim bir süre.

Eminim şu an Kenan ondan delicesine korkuyordu çünkü şu hayatta korktuğu tek kişi annesiydi. Annesinin sinirlendiğinde gözünün hiçbir şeyi görmediğini söylemişti ve galiba birazdan buna ilk kez şahit olacaktım.

Kenan'ın bakışları annesi dışında her yere uğrarken elini kaldırıp başını usulca kaşımıştı. Pekâlâ, şu an gerçekten bir çocuk gibiydi.

"Oğlum cevap versene bana?" dedi, Defne Teyze adeta gürleyerek. Bu, bir an yerimden sıçramama neden olduğunda ben bile gerilmiştim. "Ne yaptın sen?"

"Anne," dedi, Kenan. Ardından bakışlarını son kez etrafta gezdirip onun üzerine diktiğinde Defne Teyze gerçekten onu öldürecekmiş gibiydi. "Düşündüğün gibi bir şey değil-" dediği an Defne Teyze onun yüzüne okkalı bir tokat savurduğunda onun ne düşündüğünü geç de olsa anlamıştım.

Kenan'ın dün geceyi benimle geçirdiğini tabii ki düşünmüyordu. Hadi ama, karısıyla boşanma aşamasında olan adamın yine karısıyla romantik bir gece geçireceğini kim düşünebilirdi ki zaten?

Defne Teyze de bunu düşünmemiş, Kenan'ın başka biriyle geceyi geçirdiğini düşünmüştü. Haklı olarak.

Elimi usulca dudaklarıma örttüğümde Kenan'ın da başı tokadın etkisiyle hafifçe yana düşmüş, kalbimin onun için sızlamasına neden olmuştu.

'Diyene bak, utanmasa tokat butonu oluşturacaktı zamanında.'

İç sesimi umursamayarak bakışlarımı onların üzerine sabitlediğimde bir süre ikisinden de ses çıkmamıştı. Defne Teyze patlamaya hazır bir bomba gibiyken Kenan da ona atılan tokadın etkisindeydi. Şaşkındı, görebiliyordum.

"Sana inanamıyorum," dedi, Defne Teyze. Onun bağırışı tüm salonu doldururken hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Açıkçası bu yaşananlar komikti fakat buna gülemiyordum. "Ben seni böyle mi yetiştirdim? Uçkuruna düşkün biri ol diye mi? Oğlum sen evlisin, boşanmadın hâlâ! Ne yapıyorsun sen?" diyerek carladığında bakışlarımı çıplak bacaklarıma indirmiştim. Kenan'ın tişörtü kalçamın hemen altında biterken üstüme bir şeyler geçirip aşağı inmeliydim. Her ne kadar bu doğru olmasa da burada seyirci kalmak da pek doğru değildi.

"Özel hayatıma da mı karışıyorsunuz artık?" diyen Kenan, tokadın etkisinden olsa gerek oldukça öfkeli görünürken karşısında annesi olmasını ilk kez umursamamış, ona sesini yükseltmişti.

"Sıçarım senin özel hayatına!"

Defne Teyze'nin bu sözleri gözlerimin şaşkınlıkla irileşmesine neden olurken alnımı ovuşturarak basamağa oturdum. "Sen nasıl böyle bir şey yaptığıma inanabiliyorsun şu an, anlamıyorum.." dedi, Kenan şaşkınlıkla.

"Bu ne o hâlde?" diyerek Defne Teyze salonun hâlini gösterdiğinde Kenan elini kaldırıp yüzünü sıvazlamıştı sertçe. "Bunun açıklaması ne? Neye inanmam gerekiyorsa söyle ona inanayım?"

"Anne," dedi, Kenan bir kez daha. Fakat bu sefer daha sakindi. O, elini kaldırıp merdivenleri işaret ettiğinde olduğum yere sinmiştim. Buradan görünmediğime emindim. "İçin rahatlayacaksa söyleyeyim ama bu yaptığım şey karımın hoşuna gitmeyecek.. Maran yukarıda ve şu an böyle yaparak onu utandırıyorsun."

Adeta fısıldayarak sarf ettiği bu sözlerle beraber vücudumdaki tüm kan yanaklarıma toplandığında ellerimi yüzüme örtmüştüm. Pekâlâ, onun karısı olabilirdim fakat özel hayatımız hakkında kimse bir şey bilmemeliydi. Hem de annesi!

Utançtan oturduğum yerde iki büklüm olduğumda parmaklarımı hafifçe aralayarak onlara baktım. Defne Teyze'nin şoka girmiş ifadesi ve Kenan'ın hoş olmayan bakışlarıyla gerçekten bir komedi filminin içine düşmüş gibiydim. Gerçekten bunları yaşamamıza hiç gerek yoktu.

"Ne?" diyen sesinde şaşkınlık varken bakışları buraya dönmüş ve ben hızla kafamı geriye doğru çekmiştim. Ondan bir süre ses çıkmazken ıslak saçlarımı geriye doğru itip elimle kendime hava yapmaya çalıştım. "İnanmıyorum..barıştınız mı?" dediğinde bulunduğumuz durumun komikliğiyle gülmek istemiştim ancak rezil olduğum için bunu yapamamıştım. Kocamın annesi, dün gece oğluyla deli gibi seviştiğimi biliyordu.

Harikaydı.

"Anne lütfen gider misin?" dedi, Kenan. Hâlâ annesine kırgın ve de öfkeli görünüyordu. "Lütfen git, rezil ettin beni."

Ben de rezil olmuştum.

İkimiz de beraber rezil olmuştuk ve bu korkunçtu.

Defne Teyze hiçbir şey söylemeden birkaç saniye öylece durduktan sonra sanırım bizi daha fazla utandırmamak adına olsa gerek arkasına bile bakmadan evden çıkmıştı. Bu, dudaklarım arasından bir soluk bırakmamı sağlarken trabzandan destek alarak oturduğum yerden yavaşça kalktım. Harika bir gün geçiriyordum.

Merdivenleri yavaşça inmeye koyulduğumda Kenan'ın bakışları bana dönmüş, kalçasını ada tezgâha yaslarken kollarını da göğsünde birleştirmişti. "Harika bir gün oluyor değil mi?"

"Ya tabii.." diyerek bana aynı alayla karşılık verdiğinde ekledi. "Özür dilerim, Maran." dediğinde son basamağı da inip çıplak ayaklarımı ona doğru sürüklemiştim. "Burada olduğunu bilmemesi gerekiyordu ama.."

"Sorun değil," dedim, önemi yokmuş gibi başımı sallarken. Ki önemi yoktu. Onun tam karşısında durup kollarımı ona doğru kaldırdığımda beni geri çevirmemiş, ellerini ince belime dolamıştı. Kollarımı boynuna dolayıp elimi yanağına yasladım. "Acıyor mu?" dediğimde güldü hafifçe.

"Annemin eli ağırmış ama alıştım sanırım buna." diyerek bana laf soktuğunda bu sefer ben de gülmüş, yanağına bir öpücük kondurmuştum.

"Annen beni şaşırttı," dedim, hayretle. "Pamuk gibi kadına ne oldu öyle?"

"Sana söylemiştim," dediğinde başımı salladım onu onaylarcasına. Evet daha önce söylemişti ama bu kadar olduğunu tahmin etmemiştim. "Tamam bu saçmalığı unutalım bir an önce.."

"Hiç sanmıyorum," dedim, umutsuzca. "Annenin yüzüne bakamayacağım çünkü."

"Abartıyorsun," dediğinde ona baktım. Onun yeşil gözlerine bakarken parmakları çenemi kavradı usulca. Bakışları dudaklarıma doğru bir yol izlediğinde bunu hiç uzatmamış ve dudaklarımı bir anda kavramıştı. Onun dudaklarının tatlı tadı damağıma hızla yayılırken ellerimi kaldırıp ensesine yaslamıştım bile. Yüzümdeki elini usulca indirip çıplak bacağıma yasladığında hiç düşünmeden elini tişörtümün altına kaydırıp kalçamı kavramıştı. O, dolgun etimi parmaklarıyla sıkıştırırken öpüşmemiz epey hararetliydi. "Duş alacağım," dedi, dudaklarımı hırpalarken. Bu esnada onun öpücüklerine aynı hırsla karşılık verirken buna engel olamıyordum. Onunla olan bu çekime zaten hiçbir zaman karşı koyamamıştım fakat şu an özlemimiz hat safhada olduğundan bir türlü duramıyorduk.

Dolgun kalçalarımda gezinen parmaklarını hissetmek bile o kadar iyi hissettiriyordu ki ona bir türlü engel olamıyordum. "Tamam," dedim, dudaklarından kopmaya çalışırken. O, beni onaylayan birkaç mırıltıyla karşılık verdiğinde kalçamı sertçe avuçlamıştı. Bununla beraber dişlerimi alt dudağına geçirdiğimde hızla inip kalkan göğüslerimiz birbirine çarpıyordu. "Alalım." dediğimde güldü.

"Birlikte?"

"Evet," dedim, fısıldayarak.

"Tam şu anda," dedi, gözleri dudaklarıma doğru bir yol çizerken. Kalçamı okşadı sertçe. "Şu dolgun kalçalarının arasında olmak istiyorum." diyerek dudaklarıma doğru fısıldadığında dudağımı dişledim hafifçe. "Hadi gidelim.." derken beni hayran olabileceğim bir güçle, üstelik tek bir hamlede kucağına almıştı. O, adımlarını merdivenlere yöneltirken aklıma gelen şeyle beraber elimi göğsüne yaslayarak dudaklarından ayrıldım.

"Gitmem gerek," dediğimde mavi gözlerime baktı anlamsızca. "Olcay.. Olcay'ı merak ediyorum."

"Tamam gidelim," derken beni yavaşça kucağından indirmişti. Ayaklarım zemine değdiğinde gözlerini gözlerime dikti. "Ama duş almam gerek.. Uzun sürmez, hemen çıkarım." Başımı salladım.

"Tamam bekliyorum," dediğimde eğilip beni son kez öpmüş, bu öpücüğü de epey etkili olmuştu. O, merdivenlerde gözden kaybolurken öpücüğünün etkisiyle kapanan gözlerimi anca açabildim. Kendime gelebildiğim ilk anda da salonda yerde duran kıyafetlerimi almış, konsolun üzerinde duran çantamı da alarak odaya çıkmıştım. Gömleğim yırtıldığı için giyemezdim ancak pantolonumu üzerime geçirmiştim hızlıca. Ardından da üzerimdeki tişörtün eteklerini kıvırıp daha makul bir boya getirdiğimde topuklularımı da ayağıma geçirdim. Aynanın karşısına geçip kendime ve saçlarıma çeki düzen verdikten sonra çantamın içerisinde bulunan bir tokayla saçlarımı gelişigüzel toplamıştım.

Aradan geçen dakikaların ardından o banyodan çıktığında ben de klimayı kapatıp terasın çift kanatlı kapısını açtım. Temiz hava içeri dolarken ben de aşağı inerek onu beklemeye koyulmuştum. Etraf oldukça dağınık olsa da kısa sürede burayı toparlayabileceğimi pek sanmadığım için hiç dokunmamıştım bile.

"Hadi çıkalım," diyen sesiyle beraber bakışlarımı ona çevirdiğimde yerimden hareketlenmiştim. Portmantoda duran arabasıyla evin anahtarını alarak kapıyı benim için açtığında geçmem için öncelik tanıdı. Beraber evden çıkıp arabasına doğru yöneldiğimiz sırada konuşmuştum.

"İşin varsa.."

"İşim yok," dedi, lafımı kibarca keserek. "Biliyorsun, hafta sonumu sana ayırdım." dediğinde dudaklarım yukarı kıvrılmış, gülmüştüm. Bu esnada o, arabamın kapısını açıp binmemi beklediğinde onu bekletmeden koltuğa kuruldum. O, kapımı kapatıp kendi tarafına geçtiğinde emniyet kemerimi takmıştım.

"Anneni takdir ettim," dedim, uzun bir süre sonra konuşarak. Bununla beraber bakışları bana dönerken yolda ilerliyorduk. "Başkasıyla yattın diye seni evlatlıktan reddedecekti neredeyse." Güldü.

"Bana bunu yakıştırmasına feci bozuldum bu arada." dediğinde kıkırdadım. Bunun farkındaydım. "Kaç yaşıma geldim, annem bana ilk kez elini kaldırdı biliyor musun? Hem de senin için." Bu söyledikleriyle beraber gülüşüm bir gülümsemeye dönüştüğünde başımı ona doğru çevirdim. "Seninle ayrı olduğumuz dönemde benimle uzun bir süre konuşmamıştı hatta.."

Gözlerim onun profilinde gezinirken aklıma gelen şeyle beraber durmuş ve bir süre düşünmüştüm. "O görüntüleri babamla bana kim yolladı acaba?" dedim, merakla. "Yani o dönem bunun çok peşine düşmemiştim ama şu sıralar çok düşünüyorum.. Kim olabilir ki?"

"Bu konuyu o odanın dışında hiç konuşmadık ve hatta o konuşmadan birkaç gün sonra, yani seninle tanıştığım o geceden sonra babamla son kez konuşmuştuk. O konuşma da yine babamın odasında olmuştu.. Kayıtları sana göndereceğim." dediğinde açıkçası kayıtları merak ettiğim söylenemezdi. Bige de onun anlattığıyla birebir aynı şeyleri anlatmıştı ve kendinden oldukça emin görünüyordu. Bu durumda da ona inanmaktan başka çarem pek yoktu. "Kısacası birinin bunu bilmesi imkânsız ama o görüntüler bir şekilde senin eline geçti."

"Bana anlatmalıydın," dedim, mırıldanarak. Bu esnada bakışları bana dönmüştü yine. "Yani o görüntüleri izlemesem bundan haberim dahi olmayacaktı. Söyleyecek miydin bana?"

Yeşil gözleri, mavi gözlerimde dolaşırken direksiyona yaslı olan eli hafifçe havalandı. "Başa mı dönüyoruz?"

"Başa döndüğümüz yok, sana bunu o zaman da sormuştum ve sen bana her şeyi anlatacağını söylemiştin. Ne zaman?" dedim, dingin bir ses tonuyla. "Ne zaman anlatacaktın?"

"Anlatmazdım," dedi, bir çırpıda. Bu, ona öylece bakakalmama neden olurken elini hafifçe salladı. "Anlatmazdım çünkü bu konu kafamın içerisinde şu kadarcık bile yer kaplamıyordu." derken baş parmağıyla işaret parmağı arasında kendine küçük bir oran belirlemişti. "Evet böyle bir konuşma yaşandı ama ben bunu hiçbir zaman ilişkimize dahil etmedim. İşlemediğim bir suçtan dolayı beni yargılamanı istemedim ve açıkçası bunu saçma da buldum.. Ben kabul bile etmedim ki bu teklifi? Sen de izledin, gördün. Kabul etmiş miyim?" diyerek beklentiyle yüzüme baktı.

"Hayır da dememişsin," Kaşları havalandı.

"Tamam da dememişim." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Şu an benim tek suçum sana bundan bahsetmemem yani, öyle mi?"

"Bence bahsetmeliydin,"

"Bahsetmedim, hatalıyım ama yapabileceğimiz bir şey var mı?" diye sorduğunda ona söyleyecek bir şeyim yoktu. Bu konuda artık yapabileceğimiz herhangi bir şey de yoktu çünkü zaten her şeyi öğrenmiştim. "Özür dilerim ama bunları konuşmak istemiyorum, Maran.. Bana, beni affedip affetmediğini söyle sadece." dediğinde gözleri, gözlerimde merakla dolaşıyordu. Açıkçası onu affettiğimi biliyordu ama bu sorularım onu şüpheye düşürmüş olmalıydı.

"Affettim.." dedim, bir çırpıda.

"O zaman konuşmayalım artık bunları," derken sağ eli bana doğru havalanmış, yanağıma yaslamıştı. Sıcaklığı beni mayıştırırken bana yaklaşarak şakaklarıma bir öpücük bıraktı. "Üzmeyelim birbirimizi."

O, son kez başımın üzerine bir öpücük bırakarak benden usulca uzaklaştığında geri kalan yolculuğumuzda bir daha buna değinmemiştim. Açıkçası bu konuyu ben de daha fazla konuşmak istemediğim için bunu üstelemedim. Artık hayatımda yepyeni bir sayfa açmak istiyordum.

"Uyumuş mudur?" diye sorduğunda çantamdan anahtarımı çıkarmakla uğraşıyordum. O, anahtarıyla kapıları kilitlerken ben de ondan birkaç adım önde yürüyordum.

"Sen uyurken aramıştım, uyuyordu ama uyanmış sonra.. Hem uyumaz o bu saatte." dediğimde telefonunun melodisi aramıza girmiş, omzum üzerinden ona bir bakış atmıştım. O, kimin aradığını kontrol edip aramayı meşgule aldığında benim bakışlarımla karşılaştı. "Kim?" diye sordum merakla.

"Önemli bir şey değil ya," diyerek beni geçiştirdiğinde bir süre bakışlarım onun üzerinde gezinmiş ve ardından da açtığım kapıyı hafifçe iterek içeri geçmiştim. O da benim peşimden eve girdiğinde anahtarımı çantama attım. Bu esnada telefonuna bir bildirim düşmüş, bakışlarımın imayla ona dönmesine neden olmuştu. O, bu bakışlarımdan sonra telefonunun ekranına kısa bir bakış atıp telefonu cebine sıkıştırdığında merdivenlere yöneldim.

"İşin varsa git."

"İşim yok, dedim ya?" derken peşimden merdivenleri tırmanıyordu. Olcay'ın sesi merdivenlere kadar ulaşırken, "Bir arkadaşım sadece."

"Gözde mi o arkadaşın?" dedim, imayla. Bununla beraber bir an duraksadığını hissetmiştim.

"Nereden anladın?" dediğinde suratımı astım. O, bunu görmemişti çünkü arkamdaydı.

"Surat ifadenden, belki?"

Bu sözlerimin ardından merdivenleri bitirip Olcay'ın odasına yöneldiğimde bana cevap vermeyi ihmal etmedi. "Akşam görüşecektik unutmuşum, o yüzden.. Önemli bir şey değil gerçekten."

"İşin varsa git." diyerek tekrarladığımda çoktan odaya girmiştim. Bu esnada oyun halısının üzerinde Olcay'la oynayan Jale'nin bakışları bize doğru dönerken Olcay da koca gözlerini bana çevirdi. Onu görür görmez az önce astığım suratım düzelirken kocaman gülümseyip çantamı bir kenara bıraktım. O da bizi görür görmez heyecanla ellerini çırptığında aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi hızla kapatıp onu tek hamlede kucağıma almıştım.

"Aşkım," derken onun tombul yanaklarına öpücükler kondurdum. "Çok özledim seni.." dediğimde kollarını boynuma dolayarak bana sarılmıştı. Bu, kalbimin yumuşacık olmasına neden olurken dudaklarımdaki koca gülümseme hâlâ oradaydı.

"Hoş geldiniz Maran Hanım," diyen Jale'nin hangi ara oturduğu yerden kalktığını bilmezken onun bakışları Kenan'a uğradı. "Kenan Bey, hoş geldiniz."

"Hoş bulduk Jale.." diyerek o, benim yerime de onu nazikçe cevapladığında bakışlarım Jale'ye döndü. Ben ona döndüğümde de Olcay babasını fark etmiş olacak ki hafifçe doğrulmuş ve gözlerini babasının üzerine dikmişti. Bunu fark eden Kenan, sıcacık bir şekilde gülümsediğinde Olcay'ın da gözleri kısılmış, ona bir gülücük göndermişti. "Babacığım," derken ona doğru uzandı. Olcay da kollarını öne doğru uzatıp onun kucağına gitmek için hareketlendiğinde onu babasının kucağına göndermiştim.

 

"Ne zaman uyandı?" diye sordum, Jale'ye.

 

"Bir saat oluyor," diyerek yanıtladı beni. "Az önce de bir şeyler yedirdim ona.."

 

"Gece sorun çıkardı mı?"

 

"Hayır, sizden sonra hiç uyanmadı." dediğinde başımı salladım memnuniyetle.

 

"Teşekkür ederim Jale," dedim, kibarca.

 

O, bana büyük bir sıcaklıkla karşılık verip odadan çıktığında ben de hasret gidermekte olan Kenan'la Olcay'a doğru dönmüştüm. Olcay o minik, tombul ellerini onun yüzüne yaslamış onu incelerken Kenan da onu öpücüklere boğuyordu. Olcay onun bu öpücüklerine şımarık bir şekilde gülerek karşılık verdiğinde onları izliyordum. "Hafta sonunu bana ayırdığını söylemiştin," dedim, sorarcasına.

 

Bu sözlerim, bedenini hafifçe bana doğru çevirip gözlerime bakmasına neden olduğunda neyden bahsettiğimi biraz geç anlamıştı. "Evet, öyle."

 

"Ama başka bir kadınla akşam randevun varmış," dediğimde başını hafifçe iki yana salladı fakat ona müsaade etmeden ekledim. "Pek tutarlı değil sanki ha?"

 

"Öyle bir şey değil," dedi, itiraz ederek. "Randevu falan yok ortada.. Gözde arkadaşım ve sadece bir yemek yiyecektik. Bu yeni bir plan değildi, aklımdan çıkmış işte."

 

Omuz silktim, kollarımı göğsümde birleştirirken. "Gidebilirsin."

 

"Hayır, iptal edeceğim." dediğinde yeşil gözlerine baktım. "Hatta ediyorum.." derken gözlerimin içine bakarak telefonunu çıkarmıştı. O, telefonunda bir şeyler tuşlarken kucağındaki Olcay da babasının ilgisi için adeta kıvranıyordu. "Aşkım dur," dediği an Olcay sabırsızca çığlığı bastığında dudaklarım bir gülüş için hareketlenmiş fakat kendime son anda engel olabilmiştim. En sonunda Kenan telefonunu köşedeki çekmecenin üzerine bırakıp tüm ilgisini ona çevirdiğinde Olcay da huysuzluğunu bir kenara bırakmıştı. "Ne bağırıyorsun kız, babaya?"

 

"Ben bir üzerimi değiştirip geleceğim," diyerek onların bu tatlı sohbetini kısaca böldüğümde beni onaylamış, onlara son bir bakış atarak çantamı da alıp odadan çıkmıştım. Hemen karşıdaki odaya girip çantamı yatağımın üzerine bırakarak giyinme odasına geçtim. Önce topuklularımı çıkarıp üzerimdekilerden hızla kurtulduğumda kendimi rahatlamış hissediyordum. Dolaptan lacivert, saten bir şortla bir tişört çıkardığımda onları üzerime geçirip nemli olan saçlarımı tokadan kurtardım. Taramayı ihmal ettiğim saçlarımı tarayıp gevşek bir şekilde ördükten sonra şarj aletimle telefonumu alıp odadan çıktım. Olcay'ın odasına girdiğimde onları orada görememiştim fakat Kenan telefonunu burada unutmuştu.

'KURCALA!'

İç sesimin aklıma soktuğu bu fikirle beraber içimdeki o meraka da engel olamayarak başımı çevirip merdivenleri kontrol ettim. Görünürde hiç kimse yokken adımlarımı usulca oraya doğru sürüklemiştim. Bu esnada sık sık kapıyı kontrol etmiş, hızla Kenan'ın telefonunu elime almıştım. Biz beraberken telefonunda şifre yoktu fakat aradan o kadar zaman geçmişti ki şifre koymuş olabilirdi. Bu yüzden umutsuzluğa kapıldığım an ekranı aydınlattığımda şifre olmadığını gördüm. Bu, donuk ifademi silip sırıtmama neden olurken hızlıca medajlara girmiştim. En başta görünen mesaj kutusuna girip Gözde'yle olan mesajlarında en başa gittim. Öyle çok fazla konuşmamışlardı ve mesaj atan taraf hep Gözde olmuştu.

Gözde SEREZ: Akşam boş musun?

Kenan KESKİN: Şirkette olacağım, çok yoğunum bu aralar biliyorsun.

Gözde SEREZ: Eskiden de böyle işkoliktin, hiç değişmemişsin.

Dudaklarım arasından bir nefes verip kendi kendime sabır çektiğimde mesajlarda biraz daha aşağı kaymıştım. Genelde buluşacakları zaman konuşmuşlardı.

Gözde SEREZ: Aradım ama müsait değilsin sanırım,

Gözde SEREZ: Akşam yemek yiyecektik, unutmadın değil mi?

Kenan KESKİN: Affedersin Gözde, biliyorum çok önceden planlamıştık ama tamamen aklımdan çıkmış.

Kenan KESKİN: Şu an ailemle beraberim, kızımla ilgileniyorum.. Özür dilerim, başka zaman telafi edeceğim.

Gözde SEREZ: Problem değil, Olcay'ı öp benim için.

Kaşlarım çatılırken mesaj kutusundan hızla çıkıp bu sefer sosyal medyalarına girmiş, oradaki konuşmalarına bakmıştım fakat hiç konuşmaları olmamıştı. Kenan zaten sosyal medyayı çok fazla aktif kullanmıyordu ve birlikte olan birkaç fotoğrafımız dışında kendine ait çok az fotoğrafı vardı. En son paylaştığı fotoğraf karesinde de yine ikimiz vardık ve bu biz ayrılmadan önce paylaşılmıştı. Hatta bu fotoğrafı Gözde de beğenmişti ama buna rağmen kocama mesaj atıyordu.

"Maran?" diyen sesle beraber telaşa kapıldığımda hızla uygulamadan çıkmıştım fakat suç aleti elimde olduğu için bu yaptığım faydasızdı. Onun bakışlarının ağırlığını sırtımda hissederken telaştan telefonunu düşürmüş, elimden kayıp gitmişti. Telefonu parke zemine düştüğünde kendi kendimi soktuğum bu duruma içimden küfür etmekle meşguldüm.

Damarlarımda kol gezinen adrenalinle birlikte bana yaklaşan adım seslerini duymuştum. Bu esnada da hızla arkamı dönüp ona baktığımda telefonu hemen ayaklarımın dibindeydi. Onun yeşil gözleri yere düşen telefonundan bana doğru dönerken yine kendimi rezil etmeyi başarmıştım.

"Telefonunu unutmuşsun," dediğimde bana doğru geldiği için ben de gerilemiş, henüz yarım adım dahi atmamışken kalçam arkamda kalan çekmeyece çarpmıştı. O da bu telaşımı yeşil gözleriyle izliyordu sadece.

O, yanıma kadar gelip yere çökerek telefonunu aldıktan sonra doğruldu ve açık olan telefonunun ekranına bir bakış attı. Uygulamadan çıkmış olsam da telefonunun açık olması beni ele veriyordu. "Evet, burada unutmuşum." dedi, gözlerime bakarken. Bu bakış oldukça imalıydı. "İyi bakabildin mi bari?"

"Anlamadım, ne?" dediğimde dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılmış, gülmüştü. Başını hafifçe omzuna doğru yatırıp gözlerime bakmayı sürdürdüğünde utançtan parmak uçlarıma kadar kızardığımı hissediyordum. Kendi kendimi rezil etmekte bir numaraydım.

O, uzanıp yüzüme doğru düşen bir tutamı hafifçe kulağımın arkasına doğru iterken dudaklarım arasından usulca bir nefes vermiştim. "İstesen verirdim telefonumu, biliyorsun."

Bu sözleriyle beraber dilimle dudaklarımı ıslattığımda gözlerimi ondan kaçırmıştım. "Özür dilerim,"

Utançtan birazdan kendi kendimi imha edecektim.

"Benden şüphelendiysen evet, bence de özür dilemelisin." dediğinde başımı iki yana salladım hafifçe. O da uzunca bir süre sadece gözlerime baktığında ellerimi arkamda birleştirmiştim küçük bir çocuk gibi. "Gözde sadece arkadaşım, Maran." dedi, bir kez daha.

"Senden beklentileri var gibi geldi bana," dedim, bir çırpıda. Bu sözlerim onun aramızdaki mesafeyi usulca kapatmasına neden olduğunda gözlerine bakabilmem için başımı kaldırmam gerekmişti. "Maşallah, mesaj kutunu hiç boş bırakmamış.."

Güldü. Gülüşü etrafımda dalgalar hâlinde yayılırken elini kaldırıp arkamda kalan çekmeceye yaslamış, beni bedeniyle sıkıştırmıştı. "İnkâr etmeni beklemiştim ama sen hızlı döküldün bu sefer." dedi, o tatlı gülümsemesiyle. Bakışlarım dudaklarındaki gülümsemedeyken onun nasıl böyle insanüstü bir varlık olduğunu düşünüyordum. "Mesajlarımı okumuşsun, başka ne yaptın?"

"Hiçbir şey." dedim, omuz silkerek. "Gizli bir şeyin yoktu inşallah?" dediğimde bu onun hoşuna gitmişti. Bunun için bana kızmamıştı.

"Senden gizli neyim olabilir benim?" dedi, teessüf eder gibi. Ardından gözleri dudaklarıma doğru bir yol çizerken başını hafifçe yana doğru eğerek bana yaklaşmıştı. Bu yakınlıkla beraber başımı hafifçe oynatıp ondan kaçtığımda gözleri gözlerime çıktı. "Ne? Ne oldu?"

Bakışlarım onun yüzünde gezinirken, "O kadın seni öptü mü?" diye sordum. O, bu soruyu beklemiyor olacak ki kaşları havalandığında bir süre sessiz kalmıştı. "Aranızda bir şey oldu mu? Geçmişte ya da şimdi.."

"Hayır, arkadaştık hep." diyerek beni yanıtladığında bunu hiç düşünmeden söylemişti ve gözlerinde yalan söylediğine dair bir şey yakalamamıştım. "Nereden çıktı bu?"

"Pek ilgili sana,"

"Farkında değilim, öyle miymiş?"

"Bilmem.. Baş başa yemekler, sık sık edilen buluşma teklifleri."

"En son liseden mezun olduğumuzda görüşmüştük Maran. Gözde çok nadiren geliyor buraya, normal değil mi bu kadar görüşmemiz? O zamanlar yakındık sonuçta." Kaşlarım havalandığında ne söylediğinin farkına varmış, dudaklarını birbirine bastırarak benden uzaklaşmıştı. "Yakın arkadaştık." diye düzeltti. "Onur ve Ufuk'la olan ilişkin gibi.. Bunu bana açıklattırdığına inanamıyorum."

"Açıklama yapmanı istemedim."

"Açıklama yapan benim," dedi, bu sözlerime karşılık. "Aklını bunlarla meşgul etmeni istemiyorum."

"Aklımı neden bu saçmalıklarla meşgul edeyim ki zaten?" derken kollarımı göğsümde birleştirip onun gözlerine baktım. "Umurumda değil."

"O yüzden mi telefonumu kurcalıyordun?"

"Açık bırakmışsın." Güldü alayla.

"Tabii," Diliyle dudaklarını ıslattı. "Kıskanıyorsun beni."

"Çocuk muyum ben be, seni kıskanacağım?"

"Bana aşıksın sadece," derken kendinden epey emindi. "Bunu da inkâr edeceğini sanmıyorum." Onun bu kendinden emin tavırları her zaman olduğu gibi şu anda da hoşuma giderken gözlerim onun güzel yüzünde gezintideydi. O, duraksadığımı gördüğü an başını hafifçe eğip benimle aynı hizaya geldi. "Evet," dedi, bir cevap beklerken. "Bekliyorum, inkâr et.."

Bu sözleriyle birlikte başımı dikleştirip yeşil gözlerine baktığımda gözleri dikkatle üzerimde geziniyordu. "Niye inkâr edeyim?" dedim, gözlerine bakarken. Bu, gözlerinin adeta parlamasına neden olurken bakışlarım dudaklarına düştü. Onun da yeşilleri yine rotasını belirlerken aramızda derin bir sessizlik olmuş fakat bu çok uzun sürmemişti.

Avucumun içerisinde sakladığım telefonumun melodisi odanın içerisinde yankılanmaya başladığında bu büyülü an bozuldu. Bakışlarımız birbirine adeta hipnoz olmuşken ilk hareketlenen o olmuştu. Benden uzaklaşıp geriye doğru bir adım attığında ben de gözlerimi zorlukla ondan çekerek arkada birleştirdiğim ellerimi çözüp telefonuma bir bakış attım.

Arayan Korhan'dı.

Aramasını yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladığımda o önde, ben de arkada odadan çıkmış ve merdivenlere yönelmiştik. "Unutulduğumu düşünmeye başlamıştım," diyerek ilk sözlerimi sarf ettiğimde gülüşü kulaklarıma ulaştı, dudaklarımda koca bir gülümseme oluştu.

"Yoğundum, anca fırsat bulabildim." dediğinde bir an duraksamış, bileğimi kaldırarak saati kontrol etmiştim. Aradaki saat farkı göz önüne alınırsa şu an gecenin yarısında beni araması pek mantıklı değildi. "Yeni bir proje aldım, o yüzden pek müsait değildim.."

Başımı salladım merdivenleri yavaşça inerken. "Gecenin bir yarısında beni aramandan belli oluyor," dediğimde Kenan'ın bakışları kısa bir an bana dönmüştü. "Çalışıyor musun?"

"Pek sayılmaz," dedi, beni yanıtlayarak. Bu esnada merdivenleri tamamlamıştım. "Birkaç saat önce İzmir'e indim, yanımda çok hoşuna gidecek bir sürprizim de var."

Onun bu sözleri adımlarımın durmasına neden olurken gözlerim kocaman açılmış, dudaklarımdan küçük bir çığlık yükselmişti. Bu, aramızda epey mesafe açılmış olan Kenan'ın bakışlarının bir kez daha bana dönmesine neden oldu. O, salonda Karlos'la oyuncaklarını paylaşan Olcay'a doğru yönelirken bense olduğum yere adeta çakılmıştım. "Şaka yapıyorsun?" dedim, şaşkınlıkla. "Nasıl? Ne zaman? Neden haber vermedin bana? Ayrıca ne sürprizi ya?" derken son sorumda kaşlarım hafifçe çatılmıştı. Ardından aklıma gelen şeyle beraber kaşlarım yavaşça normal hâlini aldığında olduğum yerde zıpladım. "Babaannem mi? Korhan, babaannemi mi getirdin?" diyerek heyecanla konuştuğumda içimde bir çocuk sevinci oluşmuş, uzun zamandır benden eksik olan o çocuksu hâllerime kavuşmuştum.

"Yani..biraz zor oldu onu ikna etmek ama hâllettim." dediğinde gülmeme engel olamamıştım.

"İnanamıyorum sana, ben bile ikna edememişken.."

"Cazibe diyorlar buna güzelim.." Burnumu kırıştırdım gülerken.

"Ay yesinler cazibeni.. Neredesiniz, gelip alayım hemen sizi?"

"Benim şu an birkaç işim var, onları hâllettikten sonra yanına uğrayacağım ama babaanneni yalıya getirmek beni biraz zorlayabilir," dediğinde duraksamış, yüzümdeki o koca gülümseme yavaşça solmuştu.

Evet, babaannem yalıya gelmek istemezdi. Buraya geldiği an kötüleşeceğini biliyordum ve İzmir'e dönüp bu eve geldiğim an aynı şeyleri ben de yaşamıştım. Fakat burası dışında başka bir eve gitmeyi ne aklım ne de kalbim kabul etmemiş, benim için zor olsa da burada kalmaya devam etmiştim. Babamın anısı hâlâ buradayken ondan kopamamıştım belki de.

"Nerede o?" dedim, merakla. Bu esnada adımlarımı hareketlendirmiştim.

"Kendi evine gitmek istedi.. Olcay'la seni görmek için sabırsızlanıyor, bence sen onun yanına git çünkü oraya geleceğini sanmıyorum."

Bu sözleriyle beraber kendimi koltuğa bıraktığımda Olcay'la ilgilenen Kenan'ın bakışları da üzerimdeydi. "Tamam, öyle yaparım." dedim, durgun bir sesle. "Orada görüşürüz o hâlde, olur mu?"

"Görüşürüz fıstığım, prensesimi de öp benim için."

Onunla olan telefon konuşmamı saniyeler içerisinde sonlandırıp tekrar ayağa kalktığımda konsola doğru yönelip telefonumu şarja takmıştım. Bu esnada da aklımda binbir şey dolanıyordu.

Babaannemin hiçbir şeyden haberi yoktu ve ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Belki de ona hiçbir şey anlatmamam gerekiyordu.

"İyi misin?" diyen bir sesle beraber bakışlarımı dalan noktadan çekip ona doğru döndüğümde meraklı yeşilleri üzerimde dolanıyordu. Az önce küçük bir çocuk gibi sevinçliyken neden böyle durgunlaştığımı merak ediyor gibiydi.

"Babaannem gelmiş," dedim, mırıldanarak.

"Ve?" dedi, sorarcasına.

"Ve buraya gelmek istemiyor haklı olarak." derken gözlerim yavaşça evin içerisinde dolanıyordu. Her şey tam da babamın bıraktığı gibiydi. Hiçbir şeye dokunmamıştım fakat sadece eskiden de hiç kullanmadığımız bir odayı Olcay için hazırlamıştım. "Hiçbir şeyden haberi yok kadıncağızın.. Annemin, oğlunu aldattığını bilmiyor yani." Yeşil gözleri gözlerimde usulca gezinirken adımlarımı ona doğru yöneltip aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapattım. O, kucağındaki Olcay'la ilgilenirken gözlerim müthiş bir yavaşlıkla doldu ve o da bunu fark etti. Gözlerinden garip bir ifade geçerken, "Beni de alsana," dedim, çaresiz bir şekilde.

Son sözlerim bu olurken yeşil bakışlarından eksik olmayan o şefkat yoğunlaşmış, kolunu bana doğru uzatarak beni kendine yavaşça çekmişti. Kolu bedenime sıkıca dolanırken ben de ellerimi onun beline dolayıp başımı boyun girintisine yasladım. Olcay'ın ağzında yuvarladığı anlamsız kelimeler kulaklarıma ulaşırken gözlerimden akan bir damla yaş yavaşça süzülerek tişörtünü ıslatmıştı.

Kalbim, sevmediğim duygularla çevrelendiğinde tek yapabildiğim başımı onun omzuna yorgunlukla yaslamak olmuştu. Bu bana hep güç vermişti ve belki şimdi yine güçlenip bu zorlukları aşabilirdim. Şu ana kadar onsuz dimdik durmuştum ama artık bunu yapamıyor, güçlük çekiyordum. Bedenim tekrar ondan güç almak istiyordu.

Tam da şu an olduğu gibi.

🌪️🌪️🌪️

Bölüm : 15.08.2025 12:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...