
Güneş ışığı camdan içeri doğru sızarken bakışlarım parıl parıl parlayan havuzun yüzeyindeydi. Bahçedeki yeşil, koca ağaçlar hafif bir rüzgârla sallanırken ilgimin bir kısmı dışarıdaydı. Diğer kısmı ise kucağımda kıpırdanan Olcay olurken bakışlarımı ona doğru çevirmiştim.
Küçücük bedeni her gün biraz daha büyürken kilo almış, tombul bir kıza dönüşmüştü. Onun o koca yanaklarını ısırmamak için verdiğim çabanın haddi hesabı yoktu. Onu ilk kucağıma aldığım zamanki gibi cılız değildi, büyümüştü. Büyümüş ve büyüdükçe babasının aynısı olmuştu. Onun pamuk gibi olan tenini hafifçe okşarken başının üzerine bir öpücük kondurdum. Yeşil gözleri tıpkı benimkiler gibi bahçedeki ağaçların üzerinde ilgiyle dolaşırken artık sadece onu izliyordum.
Koca salonda sadece Olcay'ın ara ara çıkardığı o mırıltılar dışında hiçbir ses yokken camın önünden çekilip koca salonda küçük adımlarla volta atmaya başladım. Saatlerdir onu uyutmaya çalışıyor ve biraz olsun ben de uyumak istiyordum ama o kadar haylaz bir kızdı ki bu çabamı görmezden geliyordu.
Salondaki koltuklardan birinde babannem otururken gözlüklerinin ardından elindeki tabletle ilgileniyordu. Olcay'la Korhan da bahçedeki salıncağa oturmuş bir şeyler konuşurken bir süre onları inceledim.
Korhan, Olcay'a tüm duygularını ifade ettikten sonra buraya daha az uğramaya başlamıştı. Geldiğinde de minik Olcay'la ilgileniyor, benim bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sorarak geri gidiyordu. Bunun yoğun çalışıyor olmasından kaynaklı olduğunu söyleyebilirdim ancak Olcay'la aralarındaki meseleyi bilmeseydim. Belki o da bundan vazgeçmeye çalışıyordu.
Bakışlarımı onlardan uzaklaştırıp kucağımdaki yavruya çevirdim. "Uyu artık çirkin ördek yavrusu," diyerek onun hâlâ açık olan yeşil gözlerine baktım. Sapsarı saçları ve yeşil gözleriyle söylediğimin aksine çok güzel bir bebekti. Tabii gözlerini babasından almasaydı.
Aklıma gelen kişiyle beraber kendi kendime kaşlarımı çattığımda önce Olcay, ardından da Korhan salona girmişti.
"Öyle deme benim kuzucuğuma," dedi, babaannem elindekini bırakırken. Ardından gözlüklerini çıkarıp ilgiyle bize döndüğünde eş zamanlı olarak kollarını iki yana açtı. "Gel babaanneye bakalım.." dediğinde seve seve Olcay'ı onun kucağına gönderdim. Olcay, onun kucağına gider gitmez gülücükler saçmaya başladığında gülümsemiştim. "Aynı sana benziyor."
"Değil mi? Benim güzelliğimi almış." dediğimde babaannem güldü başını sallayarak. Ardından bakışlarımı Korhan'la Olcay'a çevirdim. "Ne konuşuyordunuz siz?" dedim, meraklı bir tavırla.
"Maran," diyen Olcay, elindeki telefonuyla beraber bana doğru adımlarken meraklı bakışlarım onun üzerindeydi. "Bir şey göstereceğim sana, gel.." diyerek kolumu tutup beni bahçeye doğru sürüklemeye başladı. Bu, benim daha da meraklanmama neden olurken onun adımlarına ayak uydurmuştum.
"Korhan'la ne konuştunuz?"
"Ay boşver şimdi," dedi ve az önce Korhan'la beraber oturduğu salıncağa oturup beni de yanına çekti. Ben hâlâ onu meraklı gözlerle izlerken elindeki telefonunu açıp birkaç bir şey tuşladı. "Bige'yle Yiğit nişanlanmış, görmedin mi?"
Kaşlarım havalanırken arkama yaslandım yavaşça. "Öyle mi?" dedim, hayretle. Onların ilişkisinden en son neredeyse kimsenin haberi yoktu ve böyle bir gelişmeyi şimdilik onlardan beklemiyordum.
Olcay bana doğru yaklaşıp telefonunun ekranını kaplayan fotoğrafları göstermeye başladığında onun bu hâllerine alışıktım. Dedikodu yapmak onun için bir hobiydi.
Gözlerim fotoğrafta gezinirken bu karede yalnızca Bige'yle Yiğit vardı. Bige, dalgalı kızıl saçlarını ensesinde at kuyruğu şeklinde toplamış ve bu da ona yakışmıştı. Üzerindeki kırmızı elbiseyle de gayet güzel görünürken bir mekânda gibilerdi. Arkadaki masalara bakılırsa bu tahminim doğruydu. Yan yana oturmuşlar ve Yiğit de elini Bige'nin beline atmıştı.
Oldukça hoş bir fotoğraftı ve ikisi de harika görünüyordu.
"Seninki de orada," diyen Olcay, bana yandan bir bakış attığında başımı çevirip onun kahverengi gözlerine baktım.
"Dönmüş mü?"
"Gediz abiyle Firuze de orada olduğuna göre dönmüşler.." dedi, bir çıkarımda bulunarak. Ardından parmaklarını ekranın üzerinde hareket ettirdikten sonra yeni bir fotoğraf açılmıştı. Bu fotoğrafta da sadece Bige varken bir kez daha ekranı kaydırdı. Bu fotoğrafların hepsini Firuze paylaşmıştı ve fotoğrafta görmeye hazır olmadığım biri daha vardı. Bu, ekrana kilitlenmeme neden olduğunda bir süre onu inceledim.
Üzerinde, son gördüğüm derbeder hâlinin aksine bir takım varken Firuze onu zorla kadraja almış gibi görünüyordu. Fotoğrafta sadece ikisi varken Firuze'nin koca gülümsemesinin aksine dudaklarında sadece küçük bir gülümseme vardı ve bunun zorlama olduğu belliydi. Yeşil gözleri gülmezken sadece dudaklarında bir tebessüm vardı.
Tıpkı bıraktığım gibiydi.
Kirli sakalları, ışıltısız bakan yeşil gözleriyle bıraktığım hâlinden bir farkı yoktu. Hâlâ çok yakışıklıydı.
"İyi görünüyor," dedi, Olcay.
"Zorla getirilmiş gibi duruyor daha çok," dediğimde ekranı kaydırıp birkaç fotoğraf daha göstermişti ancak hiçbirinde o yoktu. Sadece tek bir fotoğrafta görünüyordu ve onda da gerçekten zorla getirilmiş gibiydi.
"Fotoğrafı göreceğini biliyordu kesin, ondan öyle somurtmuştur.. Oyuncu bu adam." Olcay'ın bu sözleri kafamı karıştırırken içimden bir ses de bunun doğru olmadığını söylüyordu. Sonuçta onu biraz da olsa tanımıştım ve o fotoğrafta hiç de mutlu görünmüyordu. "Bige de hiç haber vermiyor, insan bir davet eder canım!" diyerek de sözlerine devam ettiğinde buna içerlenmiş gibiydi. Onun bu tavrına güldüm.
"Kız yurt dışında olduğunu biliyor, ondan çağırmamıştır." Omuz silkti.
"Sen de onun yengesisin ama seni de çağırmamış." dediğinde göz göze geldik, bir süre ona baktım.
"Gitmeyeceğimi biliyor çünkü,"
"Ya da yüzüne bakmaya utanıyorlar," Omuz silken bu sefer ben olduğumda telefonunu kapatıp benim gibi arkasına yaslandı. "Senin şu doktor ne yapıyor?"
"Bilmem," dedim, dudağımı büzerek. Biçimli kaşları havalandı.
"Konuşmuyor musunuz?"
"Arada.."
"O gece ne yaptınız, anlatmadın?" Göz devirdim.
"Yemek yedik, dedim ya?"
"Sadece?"
"Sadece, Olcay." diyerek sinirle ona döndüm. O da arsızca gülüyor, bu tavrımı umursamıyordu. "Önümüzdeki günlerde Türkiye'ye dönüyor diye biliyorum, öyle söylemişti."
"Yaa?" dedi, Olcay üzüntüyle. Onun suratına düz bir ifadeyle baktığımda gerçekten üzgün gibiydi. "Ben sizi bayağı yakıştırmıştım, nasıl olacak şimdi?"
"Adam evlilik istiyor, bir ilişki değil.. Ayrıca lütfen daha fazla bu şakayı sürdürme, rahat bırak beni ya!" dediğimde güldü.
"Evlilik mi istiyor? Ha o kadar hızlı yani?" dediğinde suratımı asmış ve yerimden yavaşça kalkmıştım.
"Defol git, Olcay." diyerek yanından ayrıldığımda gülüşleri kulağıma ulaşıyordu. Bu, beni de güldürürken başımı iflah olmazmış gibi iki yana salladım hafifçe. Onu orada bırakarak salona girdiğimde Korhan yoktu. "Korhan nerede, babaanne?" dediğimde babaannemin bakışları bana döndü.
"Az önce çıktı, daha sonra uğrarım dedi." dediğinde omuzlarımı düşürüp adımlarımı ona doğru yönelttim. Kucağında yatan Olcay'a bir bakış attığımda onun uyumuş olduğunu görmüştüm.
"Ben onu yukarı çıkarayım," diyerek ona doğru uzandığımda dikkatli bir şekilde onu kucağıma almıştım. Onu uyandırmamaya dikkat ederken birkaç kez kıpırdanmış ancak uykusuna kaldığı yerden devam etmişti.
Babaannemin yanından ayrılarak yukarı, odaya çıktığımda kapıyı da ayağımla kapattım. Adımlarımı yatağa doğru yönlendirip onu yatağa yavaşça bıraktığımda ben de yanına uzanmış, onun yanına sokulmuştum. Onun o bebeksi kokusu ciğerlerime dolarken elimi kaldırıp saçlarını hafifçe okşamaya başladım. Pembemsi dudakları hafifçe öne doğru büzülmüşken bir meleği andırıyordu. Bembeyaz pürüzsüz teni, koca gözleri ve küçük dudaklarıyla gerçekten bir melek gibiydi.
İşaret parmağımla ipeksi tutamlarını geriye doğru hafifçe itip ben de gözlerimi yumduğumda bütün gece uyumayan vücudum uyku için sayıklıyordu. Üzerimde bitmek tükenmek bilmeyen bir yorgunluk vardı ve bana iyi gelen tek şeyin uyku olduğunu düşünüyordum.
En azından uyuduğum süre boyunca düşünmüyordum.
Ben de problemlerimi böyle çözüyordum.
🌪️🌪️🌪️
1 YIL SONRA
"Ağlama artık, Olcay!"
Çatık kaşlarım altındaki bakışlarımı pusetinde debelenen Olcay'a çevirdiğimde aslında ağlamıyordu. Sadece ağlıyormuş gibi yapıyor, hepimizi kandırmaya çalışıyordu. Bu oyunculuğu da babasından öğrenmişti.
Uzun süren uçak yolculuğumuzda mışıl mışıl uyuyup kimseye rahatsızlık vermezken inişe geçtiğimiz an uyanıp ağlamaya başlamıştı. Önce etrafı görünce bir yabancılık çekmiş, ardından da ağlamaya devam etmişti.
Bu kız, nasıl olmuştu da böyle şımarık olmuştu bilmiyordum.
Adımlarımı park hâlinde duran arabama doğru yönlendirdiğimde güneş tam tepedeydi. Hafif bir rüzgâr esse de genel olarak hava sıcaktı ve güneş tenimi yakıyordu. "Maran Hanım," dedi, arabamın yanında duran Özgür. Yüzünde bir gülümseme varken gözleri kucağımdaki bebeğe çok kısa bir an kaymıştı. "Hoş geldiniz.." Gülümsedim.
"Hoş buldum," derken benden önce davranıp arka koltuğun kapısını açtı. Yanımdaki Olcay bana yardımcı olarak puseti arabaya yerleştirmemi sağladığında minik Olcay da sus pus olmuştu yine. Gözleri etrafta fıldır fıldır gezmeye başlamıştı. "Ne var ne yok?"
"Siz yokken pek bir tadı yoktu İzmir'in," diyerek beni yanıtladığında güldüm. Bu sözlerinde gayet samimiyken Bora da eşyalarımızı arabaya yerleştiriyordu. Sadece o, benimle beraber gelmiş ve şimdi de beraber dönmüştük. Özgür'ü de şirketteki işlerin güvenliğiyle görevlendirmiştim. Gitmeden önce şirket işlerini idare etmesi için ben ve babamdan sonraki sorumlu olan Kudret Bey'e şirketi emanet etmiş, onunla da sıkı bir iletişimde kalmıştım. Her şey gayet sorunsuz ilerlese de kendimi iyi hissettiğim an dönmeye, işimin başına geçmeye karar vermiştim. Çünkü her şeyden epey uzak kalmıştım. Kendimi bu yüzden dinç ve enerjik hissediyordum. Yani eski tempomu yakalamayı dört gözle bekliyordum. Bu süreçte sadece evde durup çocuk baktığım için kendimi yıpranmış hissetmem gerekiyordu ama hayır, aksine gayet iyi durumdaydım. Tüm enerjimi bugüne saklamıştım.
Arabaya yerleşip yola çıkmamız sadece birkaç saniye sürerken gözlerim pusetindeki Olcay'ın üzerindeydi. Meraklı gözlerle akıp giden yolu izlerken yanında oturan Olcay da ara sıra ona sataşıyor, onun çığlık çığlığa bağırmasına neden oluyordu.
Buraya sadece onunla dönebilmiştim çünkü babaannem, her ne kadar ona yalvarsam da dönmek istememişti. Annemle babam hayattayken de çok fazla uğramadığı şehre şimdi hiç gelmek istemiyordu ve onu anlıyordum da. Onu anlamama rağmen de onunla bol ağlamalı bir vedalaşma yaşamıştık. Onu orada bir başına bırakıp dönmeyi hiç istemesem de burada yapılacak çok fazla işim birikmişti. Üstelik bir anda şirketi bırakıp gitmem hiç iyi olmamıştı. Durum böyleyken ben de babaannemi Korhan'a emanet etmiştim. Korhan neticede orada yaşantısını sürdürdüğünden bu onun için kolay olacaktı ancak o da tıpkı babaannem gibi üzülmüştü. Orada kaldığım süre boyunca desteğini üzerimden çekmemiş, her zaman yaptığı gibi bana gerçek bir abi gibi davranmıştı. Onun bu kadar duygusallaşmasının nedeni de tabii ki Olcay'dı. Onu, sevgilisinin yanına kendi elleriyle göndermişti ve bundan hiç hoşnut değildi. Olcay hayatında olmadığında onun için her şey daha kolay olurken Olcay'ı bir kez gördüğü an tüm her şey alt üst oluyordu. Evet, böyle söylemişti daha dün gece.
Gözlerim Olcay'ın üzerinde kısaca gezinirken, "Korhan çok üzüldü," diyerek bakışlarının bana dönmesini sağlamıştım.
Kahverengi gözleri gözlerime değdiğinde o da bunun farkındaydı. "Sen kendi aşk hayatınla ilgilensene kızım," diye çıkıştı bana, şakayla karışık bir şekilde. Bu, beni güldürürken onun bu söylediklerini tabii ki umursamadım. "Söyle bakalım, Fransa mı İtalya mı?" dedi, hınzır bir tavırla.
Onun bu imalı sorusuna karşılık sırıttım. "İzmir tabii ki!" dedim ve elimle camdan dışarıyı gösterdim. "Şu güzelliğe bak, kokusu bile başka." dediğimde sorusuna tam olarak bir cevap vermediğim için gözlerini devirmişti. "Eve geçmeden boyoz alalım, çok özledim." Sürücü koltuğunda oturan Özgür'e doğru çevirdim bakışlarımı. "Önce bir çiçekçiye de uğrayalım, annemle babama gideceğiz."
O, beni onaylarken ben de önüme dönmüş ve Olcay'ın pusetine doğru uzanmıştım. Uykusundan uyandığında huysuzlaşsa da şimdi keyfi yerine gelmiş gibiydi.
Onu pusetinden çıkarıp kucağıma aldığımda heyecanla çırpındı kollarım arasında. "Annem," diye cıvıldadığımda dişlerini göstererek gülmüştü. Onun tombul yanaklarına birer koca öpücük bıraktım. "Nasıl, güzel mi? Sevdin mi burayı?" derken koca yeşil gözleri camdan dışarıyı, akıp giden sahil yolunu takip ediyordu.
"Kenan'a ne zaman söyleyeceksin?" diyen Olcay, bakışlarımın hızla ona dönmesine neden olurken kucağımdaki minik kız da heyecanla zıplamıştı.
"Şu an bunu bilmesini istemiyorum," dedim, omuz silkerek. "Boşanma sürecindeyiz, bunu öğrenirse Olcay'ı almaya çalışır. Tanıyorum onu.."
"Eğer boşanırsanız ve siz boşandıktan sonra öğrenirse de bunu yapmaya çalışacak, Maran." dedi, kucağımdaki bebeği izlerken. "Bence ona söyle. En azından çekişmeye girmesin, anlaşmaya çalış onunla."
Yüzümde alaylı bir ifade belirdi. "Adam boşanmak istemiyor. Olcay'ı öğrenirse de hiç kabul etmez.. O yüzden bundan haberi şimdilik olmayacak. En azından biz boşanana kadar, sonra da benden alamaz zaten. Küçük o daha, bana muhtaç bir kere."
"Onu savunmuyorum ama mantıklı düşünecek olursak bu yaptığın suç," dedi, bir çırpıda. Evet, bunu ben de biliyordum. "Her ne olursa olsun ona söylemelisin, bunu bilmeli. Daha ne kadar saklayacaksın ki onu?" derken çenesiyle Olcay'ı göstermişti. "Sormayacak mı sana babasını?"
Buraya gelirken neşe dolu ifadem bu konuşma devam ettiği her an allak bullak olurken dudaklarım arasından abartılı bir nefes verdim. Gözlerimi belertip Olcay'a baktığımda o da çenesini kapatmıştı. Resmen bütün enerjimi iki dakikada hiç etmişti.
Geri kalan yolculuğumuzda önce çiçekçiye uğrayıp ekmek için bir sürü çiçek almış, ardından da mezarlığa uğramıştık. Mezarlığa girdiğimiz andan itibaren annemle babamın mezarına ulaşana dek bedenimi kötü hisler esir alırken yıllar önce buraya veda etmek için geldiğim o günü hatırlamıştım. Onları hastanede son kez gördüğüm, babamla son kez konuştuğum, annemin son kez beni yanaklarımdan öptüğü gün bir bir zihnime hücum etmişti.
Kalbim tıpkı o günkü gibi acıyla kasılırken Olcay da beni yalnız bırakmak için geri arabaya dönmüştü. Bundan istifade ederek annemin mezarının yanına yavaşça oturduğumda iki mezarın üzerinde de taptaze çiçekler duruyordu. Yeni ekildiği belliydi. Annemin en sevdiği o çiçeklerdendi.
Nergisti.
"Kim geldi buraya benden önce?" diyerek sordum alçak bir sesle. Arabayla aramda biraz mesafe olsa da mezarlık o kadar ıssızdı ki Özgür, ona sorduğum soruyu duymuştu.
"Defne Hanım'la Turgay Bey çok sık geliyor," dedi, beni yanıtlayarak. Evet, bunu tahmin etmiştim. "Ama onlar şu an yurt dışında.. Son iki aydır burada değiller."
Bu söyledikleriyle beraber kaşlarım havalanırken bakışlarımı tekrar mezarın üzerindeki çiçeklere çevirdim. Toprak hâlâ ıslak, çiçekler hâlâ tazeydi. "Çiçekleri kim ekti o zaman?"
"Kenan Bey de çok sık geliyor." diyerek soruma üstü kapalı bir cevap verdiğinde şaşkınlığım yerini başka bir duyguya bırakmıştı fakat bu duygunun bende bir tanımı yoktu.
Nemli olan toprağı hafifçe okşarken konuşmuyordum. Mezarlığın o ıssız sessizliğinde sadece susuyor, annemle babamın mezarını izliyordum onlar güzel yüzünü izliyormuş gibi. "Sizi çok özledim," diye mırıldandım kendi kendime. "Babaanneme, buraya dönmesi için yalvardım resmen ama o çok inatçı. Başaramadım, onu ikna edemedim bir türlü.." derken annemle babamın gülüşlerini zihnimdeki hayali oyunda duyuyordum. Annemin o ince, melodik gülüşünü bile özlemiştim. "Bir kızım oldu," derken bir anda yanaklarımda ıslaklık hissetmiş ve ağladığımı fark etmiştim. "Çok tatlı, çok güzel bir kız. Güzelliğini benden aldığı kesin." dediğimde elimin tersiyle hızla gözlerimi temizledim. "Olcay hep yanımdaydı, bir an bile beni yalnız bırakmadı. Bu yüzden onun adını kendi kızıma verdim.. Bir görseniz nasıl seviyorlar birbirlerini!" Güldüm hafifçe, gözyaşlarım arasında. Gözyaşlarım hızlanırken gülüşüm de yavaşça solmuştu. "Keşke görseydiniz, çok severdi sizi..."
Dakikalarca, uzunca bir süre iki mezarın başında ağladığımda bu konuşmayı onlara böyle yapmak istemezdim. Bir kızım olduğunu onlara bu şekilde anlatmayı kesinlikle istememiştim. Ancak hayatın bizim için iyi sürprizleri olduğu kadar boktan sürprizleri de vardı.
Kendimi toparladığım ilk an onlarca uzunca vedalaşıp oradan ayrıldığımda ekemediğim çiçeklerin de diğer mezarlara ekilmesini istemiştim.
Araba hareket ettiği an başka bir araba da bizim aksi istikametimize doğru ilerlemeye başlamış, çok geçmeden de durmuştu. Annemle babamın mezarının önünde durmuştu. Az önce benim durduğum yerde.
Kaşlarım hafifçe çatılırken başımı oynatarak arabanın içinden inen kişiyi görmeye çalışmış fakat görememiştim. Spor, siyah bir arabaydı. "Dursana," dedim, Özgür'e doğru. O, bu isteğimi geri çevirmeyip arabayı durdurduğunda arabanın içerisinden inen kişiyi görmüştüm ancak arkası dönük olduğu için onu göremiyordum.
Uzun boylu, yapılı bir adamdı bu.
Daha önce görmediğim biriydi.
"Bu adam kim?" dediğimde hepsinin bakışları o noktaya döndü.
"Bilmiyorum," dedi, Özgür. Onun da ilgisini çekmişti tıpkı benim gibi. "İsterseniz öğrenebilirim?" Başımı salladım.
"Öğren," dedim, gözlerim hâlâ o noktadayken. Olduğu yerde dururken yüzü mezara doğru dönüktü. "Plakasını al Bora." diyerek onların hareketlenmesine neden olduğumda devam etmesi için Özgür'e de işaret vermiştim. Araba asfalt zeminde kayarken yabancı adamın görüntüsü de nokta kadar olmuş, ardından görüş açımdan çıkmıştı.
"Ne oldu?" dedi, Olcay merakla. Kucağındaki bebeğimle oynarken o da meraklanmıştı.
"Bir şey olmadı," Omuz silktim. "Güzel bir yemek yiyelim, acıktım." Bakışlarım oyuncağıyla oynayan Olcay'a dönerken gülümsemem genişledi. "Aşkım," dediğim an bakışları bana döndü. Anında da gülmeye başladığında ellerimle yanaklarını sıkıştırdım. "Acıktık mı?"
"Ma-ma,"
"Ya seni yerim ben yer," dediğimde gözleri limon yemişçesine kısıldı, o tatlı kıkırtısı arabanın içinde dağıldı. "Sen ne zaman buluşuyorsun Kılıç'la?" derken Olcay'a dönmüştüm.
"Geldiğimi bilmiyor, sürpriz yapacağım!" Kıkırdadım.
"E seni bırakalım yemekten sonra, özlemişsindir sevdiceğini.." dediğimde ışıl ışıl bakan gözlerinden bu belli oluyordu.
"Sen de özlemişsindir," dedi, imalı imalı. Tabii bunu yaparken sırıtmıyor, bana dik dik bakıyordu. Kenan'a karşı benim bile oluşturamadığım nefreti oluşturmuştu.
"Olcay," dedim, uyarıcı bir tonda. "Atacağım şimdi seni arabadan."
"Ne, yalan mı?" dedi, inatla. Bununla beraber dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktığımda ekledi. "Uçak iner inmez yüzünde güller açtı! Bir yıldan fazla oldu ama hâlâ adama karşı ufacık bir nefret bile duymuyorsun. Şeytan tüyü var bu herifte!" dediğinde bu sözlerine alıştığım için artık hiçbir şey söylemiyordum. Aynı şeyleri söyleyip duruyordu sadece. "Bak beni de dinlemiyor ya.." diyerek hayıflandığında ona ters ters bakıp kızımı kucağından aldım.
"Olcayto," dedim, onun yeşil gözlerine bakarken. "Teyzen çok konuşmuyor mu sence de?" Çığlığı bastığında bu onun evet deme şekliydi. Bu yüzden Olcay gözlerini devirmekle yetindi. "El kadar çocuk bile biliyor bak.."
"Sen onu bunu bırak da.." dediğinde yine sinirlerimi bozacağını anlamıştım. "Git babasına göster çocuğu, başına iş alacaksın bak söylüyorum Maran. Bu yaptığın suç!"
"Yeter ama!" diyerek ona çıkıştığımda bunu beklediği için şaşırmadı. "Kapat konuyu, konuşmak istemiyorum!"
Bu sözlerimle beraber arabanın içerisine bir sessizlik çöktüğünde bir daha ne o ne de ben konuşmuş ve bu sessizliği bozmuştuk. Sadece Olcay'ın çıkardığı mırıltılar duyulurken ben de onun söylediklerini düşünüyordum. Bu söylediklerini tabii ki ben de biliyordum ama korkuyordum. Şu an bir süreç içerisindeydik ve Olcay'ı öğrenirse ondan boşanamazdım. Eğer boşanırsam ve sonrasında da Olcay'ı öğrenirse bunun için bir şeyler yapacaktı. İşte o zaman her şey daha kötü olacaktı fakat ne yapacağımı ben de bilmiyordum.
Belki de ona gerçekten söylemeli ve bu riskten kurtulmalıydım.
Ona her şeyi söylemek, Olcay'ı benden alma fikrinden daha iyi bir seçenekti.
🌪️🌪️🌪️
Parmaklarımı belli bir ritimde direksiyonun üzerinde oynatırken radyodan yayılan müzik de arabanın içerisini dolduruyor, açık camdan da usulca dışarı doğru taşıyordu.
Sabahın erken saatlerinde yolda epey bir trafik varken önümdeki arabanın ilerlemesini, çalan şarkıya eşlik ederek bekliyordum. Sabah sabah Olcay'ın ağlamasını durdurmak için açtığım o şarkı dilime dolanmış, tüm alanımı adeta işgal etmişti. Bu şarkı onun favorisiydi ve her açtığımda sus pus oluyordu. Onun sayesinde benim de enerjim tavan yaparken birazdan yapacağım ve benim açımdan zorlu geçecek olan bir görüşme için bu iyi gelmişti.
"Sağımdan kalkmışım," diye mırıldandım, önümde duran arabayı izlerken. Onun hareket etmesini beklerken vücudum da şarkının ritmine göre istemsiz hareketler sergiliyordu. Omuzlarım hafifçe sallanıyor, şarkıya eşlik ederken saçma sapan hareketlerde bulunuyordum.
Olcay'ın enerjisi bana da bulaşmıştı ve bundan kurtulmak zordu.
"Şans meleğim nerelerdeydin?" derken saçlarımı savurmuş, hızlanan ritme kolayca uyum sağlamıştım. Bu sırada önümdeki araba hareketlendiğinde dans etmeyi bırakmadım ve direksiyonu sıkıca kavradım. Önümde akıp giden yolu hızla takip ederken yolun sonundaki gökdeleni buradan seçebiliyordum. O koca binayı gördüğüm an ciddiyete büründüğümde radyoyu tek bir tuşla kapatmış fakat zihnimde çalmayı sürdüren o müziği durduramamıştım.
Bunların hepsi Olcay'ın yüzündendi.
Önümdeki arabanın yanından hızla geçip bu hâl tavırlarıma çeki düzen vermeye çalıştığımda şirket binasına yanaşmış, otoparka girerken de güneş gözlüğümü çıkarmıştım. Otopark tek tük doluyken saat epey erkendi ama buraya gelmek zorundaydım. Eğer biraz daha erteleseydim bundan vazgeçebilirdim.
Arabayı park edip emniyet kemerimi çıkarırken az önce neşe dolu olan ifademi düzeltmiş ve yerine donuk bir ifade gelmişti. Dikiz aynasından kendimi kontrol edip elimi düzleştirdiğim saçlarımdan geçirdiğimde derin bir nefes aldım. Üzerimde beyaz bir takım vardı ve beni olduğumdan olgun göstermişti. Beyaz kumaş pantolonumun üzerinde beyaz yeleği varken vücuduma tam oturmuş, göğüslerimi ortaya çıkarmıştı. Onun üzerine de takımın ceketini giymiş ve daha marjinal görünmüştüm.
Kendime son bir bakış atıp yan koltukta duran çantamla mavi kapaklı dosyayı elime aldım ve arabadan indim. Elimdeki anahtarla kapıları kilitlerken birkaç adım ötemdeki sensörlü kapıya doğru yönelmiştim. Kapı, otomatik olarak iki yana açılırken içeri girip hemen kendimi asansöre attım. Çıkacağım katın numarasını tuşlayıp bileğimdeki saati kontrol ettiğimde onun çoktan gelmiş olduğunu düşünüyordum.
Eğer onu tanıyorsam bu saatte çoktan kalkıp işe gelmiş olması gerekiyordu.
Asansörün aynasına yansıyan görüntümü incelerken aslında epey iyi görünüyordum. Giydiğim topuklulardan dolayı boyum daha da uzun görünürken son dönemlerde epey zayıfladığım için bayağı fittim.
Asansörün o çın sesiyle beraber bakışlarımı daldığı noktadan çektiğimde asansörün kapıları iki yana açılmış ve hızla inmiştim. Asansörden iner inmez bütün gözleri üzerimde hissederken benim adımlarımsa nereye gittiğini biliyor gibiydi. Buraya daha önce birkaç kez geldiğim için odasının nerede olduğunu biliyordum ancak masasında otururken beni gören Aslı'nın hızla ayaklandığını görerek adımlarımı yavaşlattım. Yanımdan geçen herkesin adımları yavaşlıyor, sanki beni ilk kez görüyormuş gibi bakıyorlardı.
"Maran Hanım," dedi, Aslı şaşkınlıkla. Şaşkınlığı yüzünden okunurken buna rağmen yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. "Hoş geldiniz, sizi ne zamandır görmüyorum.."
"Hoş buldum," dedim, adımlarımı durdurup. "Dönmüşsün," derken onu inceliyordum. Zayıflamış, daha da güzelleşmişti. "Nasılsın, bebek nasıl?" dediğimde gülümsemesi genişledi.
"Çok iyi, sağ olun.." derken bakışları kısaca etrafı taradı. "Kenan Bey-"
"Odasında mı?" diyerek sözünü kibarca kestiğimde başını iki yana salladı. Hâlâ şaşkındı ve burada ne işim olduğunu sorgular gibiydi. Sadece o değil, hepsi öyleydi. Uzun zamandır burada yoktum ve bu bakışlar normaldi.
"Henüz gelmediler ama bir saat sonra önemli bir toplantısı var. Birazdan burada olur kendisi." dediğinde bakışlarımı masasının arkasında kalan odaya çevirdim. "Buyurun odaya geçin, size bir şeyler ikram edelim.. Ne içersiniz?" derken daha o teklif etmeden odasına doğru hareketlenmiştim bile.
"Kahve içerim," diyerek yanıtladım onu. "Nasıl içtiğimi biliyorsun." dediğimde beni başıyla onaylamış, yanından geçerek odaya doğru adımlamıştım. Topuklu ayakkabılarımın zeminde bıraktığı tok ses, şirketin duvarlarında yankılanırken üzerimdeki bakışlara aldırmadım ve odaya girerek kapıyı arkamdan kapattım.
Odaya girer girmez ciğerlerime dolan kokusu, derin bir nefes almama neden olduğunda bunu ne kadar özlediğimi sadece ben biliyordum. İki yıldan fazla süredir sadece rüyalarımı süsleyen o kokusunu şimdi soluyabiliyordum.
Bir süre kapının orada durup odasını incelediğimde hiçbir şey değişmemişti. Masasının arkasındaki duvar boydan boya camla kaplıyken karşı duvarda da geniş bir raf ve ondan ayrı bir dolap vardı. Rafta bir sürü evrak ve dosya varken diğer dolap da içki dolabıydı. Odası o kadar geniş ve ferahtı ki odanın bir diğer köşesinde genişçe bir toplantı masası vardı.
Adımlarımı masasına doğru sürükleyip çantamla dosyayı masanın önündeki karşılıklı koltuklardan birine bıraktığımda gözlerim ağırca masasının üzerinde gezindi. Bilgisayarı ve birkaç evrak, masanın üzerinde düzenli bir şekilde dururken masanın üzerindeki çerçeveyi elime aldım. Beyaz çerçevenin etrafında küçük oyma işlemeleri varken fotoğrafta ben vardım. İkimiz değil, sadece ben.
Kahkahayla güldüğüm bir fotoğraftı ve epey mutlu görünüyordum. Bu, onun en sevdiği fotoğrafımdı ve arabasının torpidosundan cüzdanına kadar bu fotoğrafım vardı. Görüyordum ki hâlâ öyleydi, atmamıştı.
Gözlerimi elimdeki fotoğraftan çekip karşımdaki şehir manzarasına diktiğimde kalbim her zamankinden farklı çarpıyordu. Bu, belki onu göreceğim içindi ama öyle olmamasını diliyordum. Onu görünce hiçbir şey hissetmek istemiyordum.
Elimdeki çerçeveyi masaya bırakıp bir kez daha derin bir nefes aldığımda buna fazlasıyla ihtiyacım vardı. Şu an ona görünmeden çekip gidebilirdim ama bunu yapmak istemiyordum. Ben, onu görmek istiyordum. Ondan nefret etmem gerekirken onu görmek için çırpınıyordum ve bu çok saçmaydı.
Belki de Olcay haklıydı, belki de onu gerçekten özlemiştim.
Arkamda bir hareketlilik hissettiğim an kapının biri tarafından açıldığını duymuş ve içimde engel olamadığım bir heyecanla kapıya doğru dönmüştüm. Bu bile kalbimin ritmini değiştirirken onun sesini duyuyordum. Kapı hafifçe aralanmıştı fakat şu an sadece kapıya yaslı olan elini görebiliyordum.
"Aslı bana bir ağrı kesici gönder," dedi, otoriter bir tınıda. Duyduğum sesi, nefes almamı bile engellerken dudaklarımı sertçe birbirine bastırıp iki yanımda serbestçe duran ellerime sahip çıkmak adına kollarımı göğsümde birleştirdim. "Başım çatlıyor, hemen.."
"Kenan Bey-" diyen Aslı'nın sesini boğuk bir şekilde duyduğumda Kenan onun sözünü kesti.
"Hemen diyorum Aslı." diyerek huysuzca konuştuğunda aralık olan kapı onun tarafından tamamen açılmış ve içeri doğru bir adım atmıştı.
Odaya ondan önce giren kokusu etrafımı sararken gözlerimi yumdum kısa bir an. O taze, kendine has olan ağır kokusu şimdi en az kendisi kadar gerçekti. Bir rüya ya da hayal değildi. Buradaydı ve oldukça gerçekti.
Onun yeşil gözleri gözlerime değdiği o ilk an aramızda bir elektrik dalgası oluşurken bedenimin görünmez bir iple ona doğru çekildiğini hissediyordum. Sanki bir kuvvet beni ona itiyor gibiydi ama hayır, ben olduğum yerdeydim. Bir milim bile yerimden oynamamıştım.
Yeşil gözleri, mavi gözlerim arasında mekik dokurken harelerinde bir ışıltı yakaladım tam o an.
"Merhaba," dedim, gözlerim onun ormanında kaybolurken. Kalbim daha fazlasını yapmak isterken sadece durmakla yetiniyordum. Şu an onun boynuna atlayıp kokusunu derince içime çekme isteği ağır basarken beni tutan başka bir şey de vardı aynı zamanda.
Bu kuvvet, beni hem ona itiyor hem de tutuyordu.
Bakışları uzunca bir süre gözlerimde ve vücudumda dolaşırken ikimizden de çıt çıkmamıştı. Sadece yeşil gözleriyle bana bakıyor, beni inceliyordu. İfadesi düz değildi ancak aktif olan gözlerindeki ifadeydi. Yüzünden bir duygu okunamazken gözlerinden çok şey okunuyordu.
"Dönmüşsün," dedi, en sonunda. Bunu bile zar zor yapmıştı. Sanırım dönmemi beklemiyordu ve bu onu şaşırtmıştı. Onu bıraktığımda o kadar umutsuzdu ki gelmeyeceğimi düşünmüştü.
O, arkasında kalan kapıyı usulca kapatıp nihayet yerinden hareketlendiğinde adımlarını bana doğru sürükledi. "İşler için.." diyerek gereksiz bir açıklamada bulunduğumda beni pek dinliyor gibi değildi.
Tam karşımda durduğunda fazlasıyla yoğun olan bakışları saçlarıma uğradı ve uzun süre de orada kaldı. Bu esnada ben de onu inceliyordum. Hiç değişmemişti. Tek değişen daha da irileşen vücuduydu. Zaten yapılı olan vücudu, yokluğumda spora abandığını belli ediyordu.
Üzerinde tıpkı benimkinin aynısı fakat gri olan bir takım varken içinde siyah bir gömlek vardı. İlk iki düğmesi açıkken giydiği gri cepken de vücudunu sarmıştı. Geniş omuzları ve iri yarı bedeniyle kafamı karıştırmayı daha ilk andan başarmıştı.
Açıkçası ondan bu kadar çabuk etkilendiğim için kendimden utanıyordum.
Gözlerimi onun üzerinden yavaşça çekip gözlerine baktığımda bu sessizliği bölen o oldu. "Saçların," dedi, kırık bir sesle. Saçlarımı kestirip rengini değiştirmemden hoşlanmamıştı. Ki hoşlanmayacağını bildiğim için bunu yapmıştım. "Değişmişsin.."
"Sen de hiç değişmemişsin.." dediğimde bakışları gözlerimi buldu ve bu, tüylerimin diken diken olmasına yol açtı. Uzun zaman sonra onunla göz göze gelmek benim için bir ceza mı yoksa ödül mü bilemiyordum.
"Haberim yoktu döndüğünden," dediğinde mavi gözlerime özlemle bakıyordu, aramızdaki mesafenin aksine. "Kılıç söylemedi bana."
"Telefonlarına çıkmıyormuşsun, belki ondandır."
Bu sözlerimle beraber ifadesi yavaşça değişirken yüzünde o çok özlediğim gülüşlerinden biri oluşmuştu. Gözlerim onun gülen yüzünde kısaca dolaştığında söylediğimden çoktan pişman olmuştum. "Beni mi araştırıyordun?"
Kaşlarım hafifçe çatılırken elimi kaldırıp saçlarımı usulca omzumdan geriye doğru attım. O, her hareketimi gözünü kırpmadan izlerken gülüşüyle beraber parıldayan gözleri üzerimdeydi. "Buraya başka bir şey için geldim," dediğimde odanın kapısı önce tıklatılmış, ardından da onun onayıyla beraber kapı açılmıştı.
O, bedenini çok hafifçe çevirip kapıya doğru baktığında ben de onun omzunun üzerinden gelen kişiyi kontrol ettim. Gelen az önce danışmada gördüğüm genç kızdı. Elindeki kahve tepsisinde duran kahveleri masanın üzerine bıraktığında Kenan ona teşekkür etmiş ve o da odadan hızlıca çıkmıştı. Kapı ardından kapanırken geriye doğru bir adım atıp koltuğu gösterdi. "Otursana,"
O, masanın arkasındaki yerine doğru ilerlerken ben de onu geri çevirmeyip koltuklardan birine oturmuştum. Ben oturduktan sonra o da oturmuş ve gözlerini tekrar üzerime dikmişti. İlgili bakışları üzerimdeyken beni inceliyordu hâlâ. Ben de onu tabii.
Son konuşmamızda ağlayarak ayaklarıma kapanan o değil gibiydi. Gururunu yok sayarak ayaklarıma kapanmasına rağmen bir kere bile arkamı dönmeden çekip gitmiştim fakat o bunu unutmuştu. Ben, bu yüzden onun bana tepkili olacağını düşünmüştüm ancak o beni şaşırtmıştı.
"Seni çok özledim," diyen sesi tüm sistemimi alt üst ederken ona bakmıyordum ama onun bana baktığını biliyordum. "Hâlâ çok güzelsin.."
Bu sözleriyle beraber önümdeki sehpanın üzerinde duran mavi kapaklı dosyayı elime almıştım. Sözlerinin ve bakışlarının etkisine girmemeye çalışıyor, beni manipüle etmesine izin vermiyordum.
"Buraya bunun için geldim," diyerek elimdeki dosyayı onun önüne bıraktığımda göz göze geldik. O da buraya neden geldiğimi biliyor ama bilmemezlikten geliyordu. "Lütfen imzala, yeterince uğraştırdın beni zaten."
Onun gözleri hâlâ gözlerimdeyken yaslandığı yerden yavaşça doğrulup kollarını masaya yasladı. Önünde duran dosyaya bir bakış attığında tabii ki kabul etmeyeceğini biliyordum. Onda keçi inadı vardı. "Hâlâ ciddiyetimin farkında olmaman içler acısı gerçekten," dedi, yavaşça.
İyi ki buraya gelmeden sakinleştirici içmiştim.
"Senin yanında olmayı bırak gözünün önünde bile olmayan bir kadınla mı evli kalmak istiyorsun?" diye sordum sakince. İkimiz de sakin görünüyorduk ama değildik. Onunla kavga etmek istemiyor, anlaşmak istiyordum fakat o yardımcı olmuyordu. "Kenan seni istemiyorum, anlaman için ne yapmam gerekiyor?"
"Bu safsatalarına inanmıyorum," dedi, büyük bir rahatlıkla. "İmzalamayacağım, boşuna uğraşıyorsun.. Buraya da boşuna gelmişsin ama üzgün değilim, seni görmek beni heyecanlandırdı."
"Ya bir siktir git," diyerek o hanımefendi hâllerimi bozduğumda ona küfür etmeme rağmen keyiflenmişti. Ruh hastasıydı. "Bütün İzmir geçmiştir yatağından kesin." dediğimde metal kalemlikten çıkardığım bir kalemi ona doğru uzattım. "İmzala şunu.."
"Burada değildim," dedi, ona uzattığım kalemi elimden alarak. Bunu yaparken parmakları parmaklarıma değmiş, büyük bir elektrik dalgası bedenimi sarmıştı. Parmaklarının sıcaklığı vücudumda bir yangın başlatırken yüzük parmağındaki alyansı gördüm. Aynısı bende de olan ve gitmeden önceki o büyük kavgamızda eline tutuşturduğum alyansım. "İtalya'daydım, yeni döndüm."
Gözlerim orada takılı kalırken bunu fark etmemişti. O, ona uzattığım kalemle oynarken gözleri dosyanın üzerindeydi. "Neden beni yoruyorsun?"
"Sen beni yoruyorsun," dedi, bakışlarını bana çevirirken. "İmzalamayacağımı söyledim, neden anlamıyorsun? Senden boşanmak istemiyorum."
"Sebep?"
"Sebep mi?" Ellerini hafifçe iki yana açtı gözlerime bakarken. "Sana aşığım çünkü."
"Ben sana değilim ama?"
"Buna inansaydım bir dakika bile durmaz imzalardım, inan bana.." dediğinde ona öylece baktım. Onunla olan bu bakışmamız sürerken inanması için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ama sorun bendim. Ben ve ona olan bakışlarımdı. Eğer bunu değiştirmezsem bana inanmayacaktı fakat bunca zaman değiştirmek için elimden geleni zaten yapmıştım.
Görüyordum ki başarısız olmuştum.
"Annemle babamın mezarına mı gittin?" diye sordum, aramızdaki bakışmayı da bu konuşmayı da sonlandırarak. Başını ağırca sallayarak beni onayladığında ekledim. "Çiçekleri de sen ektin, öyle mi?"
"Evet," dedi, düz bir sesle. "Buna da mı kızacaksın yoksa?" diyerek alayla karışık sorduğunda ona düz ifademle baktım. Ardından da bakışlarımı ondan uzaklaştırıp çantamı elime alırken gözleri üzerimdeydi.
"Tekrar geleceğim," dedim, ayaklanırken. "Umarım imzalarsın yoksa kendi yöntemlerime başvurmak zorunda kalacağım."
Onun yeşil gözlerine son kez bakıp kapıya doğru adımlamaya başladığımda gür sesi odanın içerisinde yankılanmış, adımlarımın yavaşlamasına neden olmuştu. "Ne zaman geleceksin?" dediğinde bakışlarımı ona çevirdim omzumun üzerinden.
O, bana bakarken eğleniyor gibiydi. Derdi önündeki dosya falan değildi, beni tekrar ne zaman göreceğini soruyordu aklınca.
"İmzaladığın zaman avukatımla iletişime geçersin." dediğimde ifadesi değişmemiş, kapıyı açarak odadan çıkmıştım.
Odadan çıkar çıkmaz dudaklarımda aptal bir gülümseme oluştuğunda bu halimi Olcay görse beni sadece laflarıyla yerin dibine sokacağını biliyordum. Zaten bu aralar beni gereğinden fazla darlarken tabii ki buraya geldiğimi söylemeyecektim.
Kendimi asansöre atıp asansörün içerisindeki bütün havayı ciğerlerime doldurduğumda kalbim hâlâ aynı ritimdeydi. Bu buluşma bana iyi mi yoksa kötü mü gelmişti bilmiyordum fakat dengemi bozduğu kesindi.
Bir süre bunun etkisinden çıkamayacaktım.
🌪️🌪️🌪️
"Ne alaka?" dedim, karşımda duran Bora'ya bakarken. O, elindeki kâğıtları masanın üzerine bırakırken, "Tamam Bora, teşekkür ederim.. Çıkabilirsin." Bu sözlerimle beraber Bora odamdan çıkıp kapıyı ardından kapattığında saatlerdir incelediğim kâğıtlara tekrar baktım.
Geçen gün mezarlıktan ayrılırken karşılaştığım o arabanın sahibi beni epey şaşırtmıştı. Hiç beklemediğim, düşünsem de aklıma gelmeyecek biriydi.
Tabletimin ekranını kaplayan fotoğrafını bir kez daha kontrol ettiğimde kaşlarım çatıktı. Yakışıklı yüzü ekranımı kaplarken onun orada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyordum fakat bu zordu. Çünkü kendime mantıklı bir açıklama bulamıyordum.
Tamı tamına iki buçuk yıl önce, annemi son kez gördüğüm o restoranttaki adamdı bu. Annemin yanında olan ve onun bana mimar olarak tanıttığı o adam.
Okan.
Okan Dağ.
O günden sonra şimdi ilk kez karşılaşıyordum onunla. Henüz bu yüz yüze bir karşılaşma olmasa da Bora'nın araştırmalarına göre sıklıkla annemle babamın mezarını ziyaret ediyordu. Üstelik ziyarete gittiği saatler epey tuhaftı. Sabahın erken saatlerinde, haftada birkaç gün mutlaka gidiyordu.
Peki ama neden?
Neden gidiyordu?
Dudaklarım arasından sıkıntılı bir nefes verip elimdeki kâğıtları masaya bıraktıktan sonra başımı ellerim arasına aldım. Saatlerdir şirketteki odamdaydım ve düşünmekten kafayı yemek üzereydim. Beyin kıvrımlarım bile ağrıyordu.
Sertçe alnımı ovuşturduğumda önümdeki yığınla dosyaya bakmıştım. Daha çok işim vardı ve ben, bunlar yetmiyormuş gibi bir de bu esrarengiz meseleyi çözmeye çalışıyordum. Annemin sadece basit bir iş görüşmesi yaptığı adam neden onların mezarını ziyarete gidiyordu?
O günü hatırlamaya çalıştım hızlıca. Onları restorantta gördüğüm günü. Bir iş yemeğinden çok arkadaşça sohbet ediyor gibilerdi. Annem gayet eğleniyor, gülerek sohbet ediyordu ve hatta o gün bunun bana garip geldiğini hatırlıyordum. Bunu Kenan'a da söylemiş, o da bana öyle geldiğini söyleyerek konuyu kapatmıştı.
Bunların hepsi zihnime birer birer düşerken benim unuttuğum bir detay daha vardı. O da annemin aldığı gümüş bir erkek saatiydi. Onu önce babama aldığını düşünmüş, ardından da babamda böyle bir saatin olmadığını fark etmiştim. Sonrasında da bunun peşine düşmüş fakat en sonunda pes ederek sadece paranoyaklık yaptığımı düşünmüştüm.
Ama işte şimdi kafam yine karışmıştı.
Kafam allak bullak olurken ellerim arasına aldığım başıma hafifçe vurdum. Adamın telefon numarasından ev adresine kadar tüm bilgileri elimdeydi ve ben burada düşünerek boşu boşuna zaman kaybediyordum.
Masanın üzerinde duran telefonumu elime aldığım an bir aramayla ekran aydınlanmış, ekrandaki bıçak emojisiyle karşılaşmıştım. Telefon ellerim arasında titrerken gözlerimi devirdim.
Kenan'dı.
Birkaç gün önce şirketteki konuşmamızdan sonra onunla iletişime geçmemiştim ve şu an ilk kez telefonuma bir araması düşüyordu. Gözlerim telefonun ekranında uzunca bir süre gezindikten sonra aramasını yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım.
"Ne var?" dedim, kaba bir tavırla. Bu esnada da az önce Bora'nın getirdiği kâğıtları karıştırmaya başlamıştım hızlıca.
"Şu tavırlarına bozulmuyorum, biliyorsun değil mi?" diyen sesi telefonun ucundan kulaklarıma ulaştığında sesini duymak maalesef ki bana iyi gelmişti. "Aksine hoşuma gidiyor, etkileniyorum."
Bu sözleriyle beraber başımı iflah olmazmış gibi iki yana salladım. "Yok sen gerçekten ruh hastasısın." dedim, kendimi tutamayarak. Şu an telefonun ucunda sırıttığına emindim. "İşlerim var, uğraşamam seninle şimdi. Ne istiyorsun, söyle?"
"Gelmedin," dediğinde durdum. Bir de beni mi beklemişti bu aptal?
"Avukatım aramadığına göre hâlâ imzalamamışsın," diyerek yanıtladım onu. Ardından karıştırdığım kâğıtlar arasında aradığım şeyi bulduğumda tırnaklarımı hafifçe masaya vurarak ritim tutmaya başlamıştım. "Şu anlık görüşmemize gerek yok, eğer imzalarsan da avukatım bana bunu bildirir zaten.. Gerçekten seninle görüşeceğimi falan mı düşünüyorsun? Hiçbir şeyi unutmadım, Kenan. Sen de unutma bence."
Aramızda kısa bir sessizlik olurken elimi tekrar alnıma yaslayıp yavaşça ovuşturdum. Başım çatlıyordu.
"Tamam konuşmak istiyorum ben de zaten," dedi, bu sözlerime karşılık. "Konuşalım ve halledelim, dinle artık beni.."
"Yoğunum diyorum," diyerek ona çıkıştım. "İşlerim var, senin yalanlarını dinleyecek vaktim yok yani."
"Bir şeyler içelim," dedi, beni tiye alarak. "Yemek de yiyebiliriz, aç mısın?"
Bu adamın ciddi problemleri vardı. Onunla buluşmak istemediğimi söylememe rağmen beni duymuyormuş gibi yapıyordu.
"Bir arkadaşıma sözüm var," Sadece Olcay'la ilgilenecektim ama o bunu bilmese de olurdu.
"Hani işin vardı, yoğundun?" dediğinde bir kez daha gözlerimi devirdim. "Beni dinlemen lazım.. Seni özledim anlamıyorsun."
Bu sözleri, çatık kaşlarımın düzelmesine neden olurken derin bir nefes alıp oturduğum yerden kalkmıştım. Telefonumu, kulağımla omzum arasına sıkıştırıp masamın üzerindeki kâğıtları toplamaya başladım. "Şu an işim var, gerçekten."
"Yardımcı olabilirim," dedi, uzlaşmaya çalışarak.
"Sana güvenmemi mi bekliyorsun?" dedim, alayla.
"Otoparktayım," dediği an hareketlerim yavaşladı. Bakışlarım kararmakta olan gökyüzüne kaydı. Sabahın erken saatlerinde buraya gelmiştim ve saatlerdir Olcay'dan uzaktım. Ben işteyken ona evdeki çalışanlar baksa da bir an önce eve gidip onu görmek istiyordum. "Yukarı mı geleyim istersin yoksa-"
Burnumdan sinirle bir nefes verdiğimde onun sözünü hızla kesmiştim. "Çıkıyorum şimdi, Allah'ın cezası.."
Telefonu onun suratına kapatıp bir süre sakinleşmeye çalıştığımda tabii ki bunda pek başarılı olamamıştım. Konu Kenan'sa sakinleşmem mümkün değildi. Beni en çok o bu kadar sinirlendirebiliyordu. Bu da onun bir yeteneğiydi.
Eşyalarımı toparlayıp masamın üzerindeki tonla dosyayla beraber Bora'nın getirdiği kâğıtları da elime aldığımda odadan hızla çıkmış, kendimi zar zor asansöre atmıştım. Epey yorgundum ve bu da yetmezmiş gibi başım çatlıyordu. Eve gider gitmez bir ağrı kesici almalıydım.
Otoparka ulaştığımda asansörden inmiş, omzuma astığım çantamı tek elimle karıştırmaya çalışmıştım. Dolu çantamın içerisinde arabamın anahtarını ararken bir yandan da otoparkta yürüyordum. Elime birçok şey geliyor ama bir türlü arabamın anahtarını bulamıyordum. Bu esnada elimdeki dosyalar yere düştüğünde abartılı bir şekilde ofladım.
"Sikeceğim böyle işi," diyerek hayıflanırken arabamın anahtarını bulmuş, çantamdan çıkararak biraz ötemdeki arabamın kilitli kapılarını açmıştım. Eş zamanlı olarak başka bir arabanın kapısının kapanma sesi kulaklarıma ulaştığında başımı o yöne doğru çevirdim yere eğilirken.
Onun o yeşil gözleriyle karşılaştığımda bir süredir bu çırpınışlarımı izliyor gibiydi. Onunla aramızdaki kısa mesafe kapanırken tıpkı benim gibi eğilip yerdeki eşyalarımı benimle beraber toplamaya başladı. Tabii dosyalarla beraber içerisindeki kağıtlar da yere saçılmıştı. "Epey yoğunmuşsun," dedi, yerdeki kağıtları toparlarken.
"Telefonda söyleyince inanmadın ama," diyerek laf soktuğumda güldü. Bakışlarım gülüşünde takılı kalırken o da bunun farkında olmayarak topladığı kâğıtları eliyle düzenlemişti fakat bu sırada gözleri, en üstteki kâğıtta takılı kalmıştı. O kâğıtta Okan'la alakalı bilgiler varken elinden hızla çekip aldım. "Sağ ol," derken hepsini elimde toparlayıp çöktüğüm yerden kalktım.
O da yavaşça doğrulurken gözleri bir süre elimdeki dosyalarda gezindi, ardından da gözlerime çıktı. Bakışlarında şimdi merak vardı.
"Niye araştırıyorsun bu herifi?" derken kaşları hafifçe çatılmış, gerilmişti.
"Sana ne be? Hesap mı vereceğim sana?" diyerek yanından geçtiğimde kollarım dolu olduğu için arabanın kapısını açamamış, o da imdadıma yetişmişti. Peşimden gelip kapıyı benim için açtığında elimdekileri arka koltuğa bıraktım. Ardından da kapıyı kapatıp ona döndüğümde bana hâlâ öyle bakıyordu. "Ne var?"
"Öğrendin mi?"
Bu sorusu karşısında kaşlarım çatılırken içimdeki merak duygusu yine açığa çıkmış ve bedenimi çevrelemişti. "Neyi?" diye sordum şüpheyle. O, bu ifademi fark ettiği an her şeyden habersiz olduğumu fark etmişti. Çatık kaşları yavaşça normal hâline dönerken bakışlarını kısa bir an benden kaçırdı. "Neyi, Kenan?" dedim, hafifçe sesimi yükselterek.
Bakışlarını bana doğru çevirip yeşil gözlerini gözlerime diktiğinde bakışlarından yine bir anlam çıkaramıyordum. "Senin öğrenmen daha doğru olur, Maran.." dedi, temkinli bir şekilde.
"Neyi ya, neyi?" diye bağırdığımda bunu söylediği için pişmanlık duyuyor gibiydi. Onda garip bir ifade vardı ve benden bir şeyler sakladığı belliydi. "Ne saklıyorsun benden? Ne biliyorsun, söyle?"
"Bir şey bildiğim yok," diyerek bana yine yalan söylediğinde önceki yalanlarının aksine bunu hemen anlamıştım.
"Bana yalan söyleme!" dediğimde dudakları arasından bir soluk bıraktı usulca. "Neyi öğrenmem gerekiyor? Benim bilmediğim ne biliyorsun sen?"
"Beni buna dahil etme," dedi, benim aksime gayet sakince. Yumuşacık bakışları gözlerimdeyken içime nasıl bir şüphe düşürdüğünü bilmiyor gibiydi. "Bana kalırsa sen de kurcalama daha fazla.."
Bu sözleri, kalbimin ortasına şüphe tohumları ekerken bir yandan da aklıma düşen saçma düşüncelerle boğuşuyordum. Zaten kafam karmakarışıkken onun söyledikleri beni dipsiz bir kuyuya sürüklemişti.
"Bir şey biliyorsun," dedim, sayıklar gibi. Başımı iki yana salladım hafifçe. "Söyleme.. Söyleme ama ben her şeyi öğreneceğim."
Yeşil gözlerinden kaçarak onun yanından rüzgâr gibi geçip arabama bindim. O, hâlâ orada dikilirken bir iki adım gerileyip gitmeme izin vermişti. Benden sakladığı bir şeyler vardı ve benim bilmediğim şeyleri biliyordu. Fakat bunları bana söylemekten kaçıyordu. Benim öğrenmemi istemediği bir şeyler vardı ve ben her şeyi çözecektim.
Arabamı çalıştırıp hızla otoparktan çıktığımda yan tarafımdaki aynaya yansıyan görüntüsü yavaşça benden uzaklaşmış, ardından da gözden kaybolmuştu.
İçimdeki huzursuzluk artarken tek dileğim, aklıma düşen şüphelerin doğru olmamasıydı.
Bütün bunların sadece bir kuruntudan ibaret olmasını istiyordum.
🌪️🌪️🌪️
Kahkahalarım mekânın içerisinde yayılırken elimi yüzüme doğru kaldırmış, şiddetli gülüşümü durdurmaya çalışmıştım fakat kendimi pek durdurabildiğim söylenemezdi.
Bulunduğum ortamdaki sohbet öylesine koyu, öylesine eğlenceliydi ki artık gülmekten çenem sızlamaya başlamıştı. Uzun zamandır böyle gülmediğim için tabii ki vücudum böyle tepkiler verebiliyordu.
Resmen gülmeyi unutmuştum.
Gürültülü müzik kulaklarıma ulaşırken önümdeki alkolsüz içecekten büyük bir yudum aldım. Saatlerdir şirkette harıl harıl çalıştığım için biraz kafamı dağıtma ihtiyacı hissetmiş ve doktorumun teklifini geri çeviremeyip kendimi bir anda burada bulmuştum.
Başta bu etkinliğe pek sıcak bakmasam da bir şekilde ikna edilmiş ve buraya getirilmiştim. Tabii ilk dakikalarda huysuzlanmıştım fakat sonraki dakikalarda açılmıştım. Bu esnada da telefonumdaki kameradan evdeki çalışanlara hayatı zehreden Olcay'ı izlemeyi ihmal etmiyordum.
Hâlâ uyumamıştı ve beni beklediğini biliyordum.
Gözlerim ekrandaki görüntüsünde gezinirken elindeki oyuncağı atıp ağlayarak yerde yuvarlanmaya başladı. Benim eğlencem de işte buraya kadardı.
Elimdeki telefonu kapatıp çantama attığımda içeceğimden son kez bir yudum daha alıp Kenan'a döndüm. "Benim gitmem gerek, Olcay huysuzlandı yine.."
Bakışları bana dönerken renkli ışıklar yeşil gözlerini aydınlattı. Onunla aramızdaki iletişim epey ilerlemiş ve gerçekten yakın arkadaşım olmuştu. Onunla beraberken ciddi anlamda eğleniyordum. O kadar eğlenceli bir adamdı ki dışarıdan bakıldığında hiç belli olmuyordu.
"Tamam," derken gözlerini kısaca etrafta gezdirdi. "Beraber çıkalım o hâlde." dediğinde bu anlayışı için minettardım. Daha buraya geleli bir saat olmasına rağmen bu süreçte sürekli huysuzlanmış, ona hayatı adeta zehir etmiştim. Fakat buna rağmen oldukça anlayışlıydı.
Beraber mekândan çıkıp park hâlinde olan arabaya doğru ilerlemeye başladığımızda çantamı omzuma asıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Kusura bakma, geceni mahvettim.."
Bu sözlerime karşılık hafifçe güldüğünde adımlarımız önce yavaşlamış, ardından da durmuştu. Onun bakışları bana dönerken benim de yüzümde engelleyemediğim bir gülümseme vardı. Bu, onunla konuştuğum her an vardı. "Ben gayet eğlendim," dediğinde güldüm. O, anahtarını çıkarırken, "Gel seni eve atayım." Bu sözleri duraksamama neden olduğunda o da çoktan sürücü koltuğuna doğru adımlamış ve bu ifademi fark etmişti. "Yani evine bırakayım anlamında.." dediği an dudaklarımdan bir kahkaha daha yükseldiğinde onun da yüzünde bir gülümseme oluşmuş, başını iflah olmazmışım gibi iki yana sallamıştı. "İnanamıyorum bana bu açıklamayı yaptırdığına."
"Boşluğuma geldi," derken ikimiz de arabaya binmiştik. Şirketten direkt eve geçtiğim için arabamı orada bırakmış, Kenan gelip beni almıştı. "Çok güldüm bu gece."
"Ne mutlu bana," dedi, emniyet kemerini takarken. Bu esnada ben de çantamı kucağıma bırakmış, emniyet kemerimi takmıştım. O, arabayı çalıştırdığında gözlerim yola dönmüştü. Henüz saat erkendi ama benim için sorun yoktu. Eve erken gidip biraz dinlenebilirdim. "Olcay seninle kalmıyor muydu?" diye sorduğunda başımı ona doğru çevirdim.
Amerika'dan döner dönmez bütün eşyalarımı yalıya yerleştirmiş, orada yaşamaya başlamıştım. Tabii bu başta benim için epey zor olsa da başka bir eve taşınmak istememiştim. Bu yüzden de Olcay benimle beraber kalmaya başlamış, açıkçası ona alıştığım için beni tek bırakmasını istememiştim. Fakat o, benden sıkılmış olacak ki günlerdir Kılıç'laydı. Onun evinde kalıyordu.
"Kılıç'la beraber.. Yavrucuğumla baş başayız yani."
"Babasına ne zaman söyleyeceksin?" diyerek o da aynı soruyu sorduğunda gözlerimi devirmeme engel olamadım. "Hiç yapma öyle.. Çocuğu ömrünün sonuna kadar saklayamazsın."
"Söyleyeceğim zaten," dediğimde bakışları kısa bir an bana dönmüştü. "Yani uzun zamandır düşünüyorum bunu. Elbette söylemem gerekiyor, bilmeli. Olcay'a tabii ki yetiyorum ama bu yaptığım pek adil olmaz.. Onunla aramda bir sorun olabilir ama bunun Olcay'la bir alakası yok." Başını ağırca sallayarak beni onayladı.
"Aynen öyle," dedi, aynaları kontrol ederken. "Hem belki barışırsınız bu sayede de boşanmaktan vazgeçersin."
Yüzümü buruşturdum. "Ondan nefret ediyorum," Güldü.
"Tehlikeli bir duygu bence," dediğinde yan profilini izliyordum. Trafik ışıkları onun yüzünü aydınlatırken, "Aşka en yakın duygu o."
"Yalan dolan bunlar," Elimi havada savuşturdum. "Bana onca yalan söyledi, hiçbir açıklama yapmadı fırsatı varken beni kandırmayı tercih etti! Ben onunla evlendim, aşık oldum. O da bana ihanet etti."
"Seni aldatmış gibi konuşuyorsun,"
"Beni aldattı zaten," Gözlerimi yola çevirdim. "Yalan söylemek de aldatmaktır."
"Bir şey soracağım," dedi, temkinli bir şekilde. Bu ses tonundan ne soracağını anladığımda cevap vermemi beklemeden konuştu. "Doğru cevap ver ama.. Seviyor musun sen bu adamı?"
"Hayır," dedim, hiç düşünmeden. Göz devirdi.
"Doğru söylemiyorsun." Bu sefer göz deviren ben olurken dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktım. "Seviyorsan asla boşanamazsın," dedi, bir çırpıda. "Zaten o da kabul etmiyor boşanmayı. Ortada da çocuk var ama onun bundan haberi yok. Yani boşanmanız daha da imkansızlaşıyor bu durumda. Üstelik adam gurur murur önemsemiyor, sen neden bu kadar önemsiyorsun?" dediğinde omuz silktim.
"Ama güvenmiyorum, onu ne yapacağız?" Alnımı ovuşturdum hafifçe. "Nasıl güveneyim ben bu adama, söylesene? Babam asla izin vermezdi buna.."
"Bu babanın mı yoksa senin düşüncelerin mi?" dediğinde durdum. "Bana kalırsa senin değil, babanın düşünceleri.. Tam şu an onu affedebilirsin ama onu affettiğinde de babana ihanet ettiğini düşüneceksin. Bu da seni durduruyor."
"Belki," diye mırıldandım. Bu söyledikleri doğruydu. Gerçekten de tam olarak böyle düşünüyordum.
"Ama bence baban sadece mutlu olmanı isterdi," derken sahil yolunun sonunda koca yalı görünmüştü. "İçinden ne geliyorsa onu yap yani."
"Sen peki?" diyerek ona döndüm. O, beni ilgiyle dinlerken, "Sen affeder miydin?"
"Dinlerdim, Maran." dediğinde ona baktım bir süre. "Hiç doğru düzgün dinlememişsin, öyle söyledin. Onu dinle ve öyle karar ver."
"Bana yalanlar söylerse?"
"Seni gerçekten sevmeseydi bunca zaman seni bekler miydi?" dediğinde güldüm.
"Beni beklediğini nereden biliyoruz?"
"Bunu sadece onunla konuşarak öğrenebilirsin," derken yalının büyük sur gibi kapılarının önünde arabası durmuştu. El frenini çektiğinde bakışları bana döndü. "Onunla konuşmayı kabul et ama birbirinize yalan söylemeyin. Ne hissediyorsan onu söyle, lafı dolandırmadan.."
Arabanın içerisinde bir süre sessizlik olduğunda emniyet kemerimi yavaşça çıkarıp çantamı elime almadan önce ona doğru uzandım. O da ona bir cevap vermeyeceğimi anlamış olacak ki bir eli belime dolandı. "Teşekkür ederim bu gece için, çok eğlendim.." derken çok geçmeden ondan uzaklaşmıştım.
"Rica ederim, ne demek?" dedi, gülümseyerek. Sıcacık gülümsemesi bana da bulaşırken, "İyi geceler, Olcay'ı öp benim için."
"İyi geceler.." diyerek çantamı elime alıp arabadan indiğimde eve doğru ilerledim. Kapıdaki Bora beni karşılarken onunla kısaca selamlaşmış, patika yolda topuklularımla ilerlemeye başlamıştım. Hafifçe esen rüzgâr, saçlarımı savururken bu yaz esintisi beni üşütmemişti. Yazın sonlarına doğru yaklaşıyorduk ve ben henüz bir kez bile denizin tadına bakma fırsatı bulamamıştım. Bodrum'da güzel bir tatil yapmadan yazı sonlandırmam gerekiyordu çünkü bunca zaman yeterince tatil yapıp işleri boşlamıştım.
Eve birkaç adımım kala arka bahçeden Karlos'un havlamalarını duyduğumda başımı hafifçe yana doğru eğip arka bahçeye bakmaya çalıştım. Bu esnada onun havlamaları artmış, evi es geçerek adımlarımı oraya yönlendirmiştim.
"Karlos," dedim, hafifçe sesimi yükselterek. Her adımımda sesi uzaklaşırken bir kez daha ona seslendim. Seslendiğim an hemen yanıma gelirdi fakat şimdi gelmemişti. Ayrıca onun evin içerisinde olması gerekirken neden dışarıdaydı?
Ağaçlıkların arasında ilerleyip yalının arka kapısına kadar ulaştığımda açık kapının önünde, gecenin karanlığında bir siluet görmüştüm. Karlos da kapının dışındayken bir el onun sarı tüylerini okşuyordu özlemle. Karlos'un o sarı kuyruğu görüş açımdayken Karlos bir kez daha havladı. "Şşh," diye fısıldadı o ses. Bunu duyar duymaz kaşlarımı çattım. "Sessiz ol oğlum."
Kenan'ın sesi kulaklarıma ulaştığında onun bu saatte burada olması beni şaşırtmıştı kısa bir an. Onun burada, evimin önünde ne işi vardı?
Adımlarımı hızlandırıp birkaç büyük adımda kapıya ulaştığımda Kenan'ın dizleri üzerinde çökmüş, Karlos'u sevdiğini görmüştüm. Karlos da ona özlemle sokulmuş, kendini sevdirirken çatık kaşlarım olduğu yerdeydi. Aklıma Olcay düştüğü ilk an bakışlarım hızla eve doğru döndü. Evin ışıkları yanarken bakışlarımı tekrar onlara doğru çevirdim. Tabii bu esnada beni ilk fark eden Kenan olmuş, yeşil gözleri gözlerime uğramıştı.
Onunla uzun bir süre bakıştığımızda gözlerim usulca üzerinde gezindi. Siyah tişörtü ve şortu üzerindeyken boynunda asılı olan kulaklığı da koşuya çıktığını belli ediyordu. Terden ıslanmış olan saçlarından birkaç tutam alnına doğru hafifçe dökülürken onu görmek bana iyi gelmiyordu.
Özellikle de onun için böyle çarpan kalbime.
"Merhaba," dedi, çöktüğü yerden yavaşça kalkarken. O ayağa kalktığı an başımı da hafifçe yukarı doğru kaldırmam gerekmişti fakat ifadem değişmedi. Kaşlarım çatıktı hâlâ. Aramızda durup kuyruğunu sallayan Karlos şimdi Kenan'a daha çok yanaşmış, ona sürtünmeye başlamıştı.
"Ne işin var senin burada?" dedim, onun yumuşak bakışlarının aksine fevri bir tavırla. Ardından da Karlos'a bir bakış attığımda o da tekrar elini Karlos'un tüylerine daldırmıştı.
"Koşuya çıkmıştım," Kaşlarım havalandı sorarcasına.
"Evimin civarında mı koşuyorsun?" dediğimde güldü fakat ben gülmemiştim. O, ifadesini değiştirmeden uzunca bir süre yüzümü inceledi.
"Sahil buraya sadece otuz saniyelik uzakta.." dedi, savunma yaparak. Ona, ciddi misin der gibi baktığımda dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kısaca etrafta gezdirdi. Utanmadan bana yalan söylüyordu bir de. "Koşuya çıktım ve yalan söylemeyeceğim, seni görmek istedim."
Sözleriyle beraber elimi kaldırıp rüzgârın yüzüme doğru estirdiği bir iki tutamımı kulağımın arkasına sıkıştırdım hızlıca. Onu bunca zaman görmemek bir işkenceyken görmek de bana acı veriyordu. Sesini duymak, yeşil gözlerine bakmak.. Onunla ilgili her şey, kalbimde gizlenen duyguları kolayca açığa çıkarıyordu.
"Kafana göre gelip beni göremezsin," dediğimde bu kaba tavrımı umursadığını söyleyemezdim. "Sen unutuyorsun herhalde bazı şeyleri.. Alzheimer mı oldun yoksa bu yaşta?"
Bu sözlerim onun yüzünün yine bir gülüşle aydınlanmasını sağladığında diliyle dudaklarını ıslattı ve bu, dudaklarının pembeleşmesine yol açtı. Sokak lambasının aydınlattığı güzel yüzü tam karşımdayken onu bu kadar incelememeliydim. "Bu tepkiyle karşılaşacağımı tahmin ettiğim için geri dönecektim ama kapı açıktı," derken kırmızı boyalı demir kapıyı gösterdi. Normalde burada korumalar dururdu fakat geldiğimde kimseyi görememiştim. "Bahçede Karlos'u görünce de dayanamadım, sevdim biraz. Özlemişim.."
Çatık kaşlarım yavaşça normal hâline dönerken kollarımı göğsümde birleştirdim. "Tamam sevdiysen git şimdi."
"Maran," derken dudakları arasından usulca bir nefes verip başını hafifçe omzuna doğru yatırdı ve gözlerime baktı doğrudan. "Yorulmadın mı bu nefretten?"
"Seni görünce o gün geliyor aklıma, nasıl yorulayım söylesene?" dediğimde bakışları gözlerimde takılı kaldı. Oradan ayrılmazken, "Babanla karşılıklı oturup yaptığınız itibar konuşmasını hatırlıyorum. Annemle babamın o ameliyathaneden sağ çıkamayışını hatırlıyorum. Seni öldürmek için yaptığım ama sana yedirmeye bile kıyamadığım o güzelim tatlıyı hatırlıyorum," derken ben de gözlerimi ondan kaçırmıyordum. Bir saniye bile. "Söyle, nasıl yorulayım ben bu nefretten?"
Bu sözlerim onunla aramızda soğuk bir sessizlik oluşmasına yol açarken ıssız yolda duyulan tek şey ağaçların arasında dolanan cırcır böceklerinin sesi ve Karlos'un mırıldanmalarıydı. Olduğu yere yatmış, gözlerini yummuştu.
Yeşil gözleri gözlerim arasında mekik dokurken bu bir bataklık gibiydi. Baktıkça beni içine çeken bir bataklıktı ve ben o bataklıktan istesem de kurtulamıyordum.
"Beni bir dinlesen-"
"Seni dinlemek istiyor muyum bilmiyorum," diyerek kestim bu sözlerini. "Bana yalanlar mı söylersin yine, bilmiyorum.. Ki bence yüksek bir ihtimal yine yalanlarını dinliyor olurum ve ben yine sana kanarım. Şu bakışlarına kanarım, çünkü hâlâ aptal bir kadınım."
O, bunları söylememi beklemiyor olacak ki ifadesi allak bullak olduğunda kaşları hafifçe çatıldı. Gözlerime daha ilgili bakmaya başlarken, "Sana yalan söylemedim," dedi, sadece. "Söylemeyeceğim de."
"Sen bana yalan söyledin,"
"Hayır söylemedim."
"Beni sevdiğini söyledin,"
"Yalan söylemedim," dediğinde gözlerine baktım.
"Benimle sadece itibarınızı kurtarmak için evlendin," dedim, acımasızca.
"Hayır tabii ki!" diye çıkıştı bir anda. Az önceki o tatlı hâlleri yok olmuştu. "Seninle bunun için evlenmedim. Sana aşık olduğum için seninle evlendim, Maran!" dedi, açıklayarak. "O siktiğimin konuşmasında sırf bunun için seninle evlenmeyi kabul ettim evet ama o gece seni görür görmez vazgeçtim bu saçmalıktan yemin ederim!" dediğinde onun o yeşil gözlerine bakıyordum. İfadesini değiştirebilirdi ama gözlerine oturan duyguları değiştiremez, gizleyemezdi. Onun bana olan o sevgi dolu bakışları yalan olamazdı, olmamalıydı. "Çok masumdun, bunu kirletmek istemedim."
"Bu söylediklerinin gerçek olduğunu nasıl ispatlayacaksın?" dedim, kollarımı göğsümde birleştirirken. "Sana güvenmiyorum çünkü. Nasıl güveneyim sana?"
O, Karlos'u es geçerek bana doğru yaklaştığında sadece onu izliyordum. O, tam karşımda durup gözlerime bakmayı sürdürdüğünde, "Gözlerime bak sadece, olmaz mı?"
"Gözlerin de yalan söylüyorsa?" dediğimde elini uzatıp yavaşça kollarımı çözdü ve sağ elimi avucuna hapsetti. Bu, kalbimin ritminin bozulmasına neden olurken sıcak parmaklarından kaçmak istedim fakat izin vermemişti. O, elimi göğsünün sol tarafına yasladığında kalbi tıpkı benimki gibi değişik bir ritme tutulmuştu.
"Kalbimi dinlersin sen de," Kalbi hızla avucuma çarparken nefes almayı bile bırakmıştım. Gözlerim onun gözlerinde kaybolurken ya bunların hepsi gerçekti ya da yine bana bir oyun oynuyordu. İlk seçenek ağır basarken yine ona kolaylıkta kanmıştım bile. "Maran," dedi, fısıltıyı andıran bir sesle. Ardından aramızdaki yarım adımlık mesafeyi kapattığında yüzlerimiz yakınlaşmıştı bu sefer. Elim hâlâ göğsüne yaslıyken gözleri dudaklarıma düşmüş, ben de kendimi bunu yapmaktan alıkoyamamıştım. Beni öpmesini istemem tamamen aptallıktı. Ona ondan nefret ettiğimi söylerken yumuşacık dudaklarını öpmek için her şeyimi de verirdim aynı zamanda. "Seni seviyorum," diye fısıldadı dudaklarıma doğru.
Ilık nefesi dudaklarıma çarparken tenim de alev alev yanmaya başlamış, yine beni etkisi altına almıştı. Ona duyduğum bu çekim, aramızda ne olursa olsun hiç değişmiyordu. Hâlâ ilk günkü gibiydi.
Burunlarımız hafifçe sürttüğünde dudaklarım arasından titrek bir nefes vermiş ve o, dudaklarıma doğru bir hamle yaptığı an kalbim yerinden hoplamıştı. Göğsümün ortasında yaşattığı şiddetli depremin etkisiyle gerçek dünyaya gözlerimi açtığımda göğsüne yaslı olan elimi kaldırıp yüzüne sert bir tokadı çarptım. Beni öpmesini engelleyen de bu oldu.
Aramızda birkaç adımlık mesafe açtığımda başı hafifçe yana doğru düştü ve bir an olanları algılamaya çalıştı. Yüzünde bir şaşkınlık oluşurken böyle bir anda bunu beklemediği kesindi.
O, elini kaldırıp az önce tokat attığım yanağını hafifçe ovuşturduğunda canını yaktığımı anlamıştım fakat umursamadım. Aramızdaki bu rahatsız edici sessizliği bozan onun erkeksi gülüşü olurken kaşlarım hafifçe çatıldı. Bu adam ciddi anlamda delirmişti.
"Artık alışmaya başladım sanırım," dedi, kendince laf sokarak. Ardından da parmağına bulaşan kana bir bakış attıktan sonra dudağının kenarından hafifçe akan kanı temizledi. "Sırf beni öpmemek için.." derken kendi kendine mırıldanıyor gibiydi.
"Sakın bir daha bana yaklaşma." dedim, ters bir tavırla. Başını kaldırıp bana baktı bir an.
"Bir dahakine kafa mı atarsın yoksa?" Kaşlarım havalandı.
"Neden olmasın?"
"Şu an kendini yiyip bitiriyorsun bana dokunmamak için," dediğinde yüzümde alaylı bir ifade belirdi. Doğru söylüyor olabilirdi ama bunu ona söylemeyecektim tabii ki.
"Gitmem gerek," dedim, ona hâlâ aynı ifadeyle bakarken. Gerçekten gitmeliydim çünkü Olcay'ın şu an ne yaptığını merak ediyordum. "Karlos! Hadi gel oğlum.." diyerek elimi tüyleri arasına daldırdığımda gözlerini açtı. O, yavaşça yerinden kalkıp ikimizin arasından geçtiğinde Kenan da son kez onun o sarı tüylerini okşamıştı. "Çat kapı gelme bir daha."
Bakışları eve doğru döndü ve birkaç saniye evi inceledikten sonra bana çevirdi bakışlarını. "Misafirin mi vardı?" dedi fakat omzumda asılı olan çantayı görünce dışarıdan geldiğimi anladı. "Neredeydin?"
"Pardon?" dedim, alayla.
"Merak ettiğim için soruyorum sadece."
"Ben sana soruyor muyum?" dediğimde ellerini hafifçe iki yana açtı.
"Sorabilirsin, seve seve cevaplarım sorularını."
"Ama merak etmiyorum seni?" dediğimde güldü yine. Adama ters davranmam resmen hoşuna gidiyordu. "İyi geceler," diyerek ona attığım ters bakışları sonlandırdığımda içeri doğru bir adımımı atmıştım ki sesini duydum.
"Rüyanda beni gör,"
"Rüya değil kâbus olur o."
Kulaklarıma ulaşan boğuk gülüşüyle beraber önümde koşturan Karlos'un peşinden adımlıyordum. Sırtımda bakışlarının ağırlığını hissederken ona dönüp bir kez bile bakmamıştım.
Karlos'la beraber eve girdiğimizde kapıyı arkamdan kapatıp portmantoya doğru ilerledim. O, olduğu yerde beni beklerken aldığım bir mendille onun patilerini temizlemeye koyuldum. "Sana yabancılarla konuşma demiyor muyum ben?"
"Hav hav."
"Hayır o senin baban değil," dediğimde koca gözleriyle bana bakıyordu. "Yeni baba adaylarına bakacağız.."
Onun patilerini temizlediğimde hızla yanımdan ayrılmış, ben de önce alt kattaki banyolardan birine girip ellerimi iyice yıkamıştım. Ardından da banyodan çıkıp salona bir bakış attığımda etraf topluydu ve kimse yoktu. Merdivenleri tırmanıp odaya çıktığımda direkt olarak Olcay'ın odasına girmiştim. Jale, onu kucağına yatırmış uyutmaya çalışırken Olcay'ın gözleri fıldır fıldırdı.
"Uyumadın mı sen hâlâ?" dedim, gülerek. Çantamı sallanan sandalyeye bırakıp ona doğru ilerlediğimde Jale'nin kucağında heyecanla çırpındı. Uzanıp onu kucağıma aldığımda yanağını öptüm. "Annem," derken onun kokusunu derince içime çekmiş ve onu öpücüklere boğmuştum. "Bir daha gitmeyeceğim hiçbir yere, çok özledim seni.." dediğimde bakışlarım Jale'ye döndü. "Teşekkür ederim Jale, sen de yoruldun.. Odana geçebilirsin sen."
O, bana iyi geceler dileklerinde bulunup odadan çıktığında ben de çantamla beraber Olcay'ın birkaç eşyasını almış ve kendi yatak odama geçmiştim. Olcay'ı yatağın ortasına bıraktığımda gözlerini benim üzerime dikti. Onun eşyalarını komodine bırakıp çok sevdiği peluş oyuncağını eline tutuşturduktan sonra giyinme dolabımdan birkaç parça kıyafet çıkarıp üzerimi değiştirmeye koyuldum. Dışarı çıkmadan önce duş aldığım için buna gerek duymamıştım.
Üzerimi değiştirip makyajımı temizleyerek banyoya geçmiş, hızlıca işlerimi hâllettikten sonra odaya geri dönmüştüm. Bu esnada Olcay da yerinden kıpırdamamıştı. Komodinin üzerine bıraktığım çantamın içerisinden telefonumu çıkarıp komodine şarja taktıktan sonra yatağa tırmandım. O, elindeki oyuncağı atıp bana doğru yanaştığında uykusunun geldiğini anlamıştım. O sadece benim yanımda uyuyabiliyordu.
Onun üzerini örtüp saçlarını hafifçe okşarken dakikalar içerisinde uyuyakalacağını biliyordum. Kucağımdayken bile böyle çabuk uyumayan çocuk sadece böyle uyuyordu.
O, uykuya daldığı an komodindeki telefonum gelen bir bildirimle titremişti. Başımı hafifçe çevirip telefonumu elime aldığımda ekrana düşen haberin başlığı cinnet geçirmeme yeterdi.
İzmir Güzelinin Yeni Gözdesi.
Evet, tam olarak haber başlığı buydu.
Kaşlarım çatılırken tek bir hareketle haberi açmış, bir fotoğrafın ekranımı doldurmasını sağlamıştım. Bu fotoğraf, neredeyse bir saat önce çekilmiş bir fotoğraftı. Gittiğimiz mekânda, uzaktan çekilen bir görüntüydü ve benim kahkahalarla güldüğüm bir andı. Yanımda oturan Kenan'la oldukça samimi görünürken mekândan çıkıp arabaya binerkenki bir görüntümüz daha vardı.
Hele ki bir de fotoğrafların altında yazan saçma sapan asılsız cümleler sinirlerimi hoplatmaya yetti. Daha fazlasını okumadan sayfadan çıkıp X'e girdiğimde gündemde birinciliğe oturmuş vaziyetteydim. Sayfayı açıp yazılanlara baktığımda aynı fotoğraflar ve aynı yazılarla karşılaşmıştım fakat bunları okumadan hızla kaydırıyordum.
Bu kadın da hiç es geçmiyor.
Daha kocasından boşanmamıştı bile.
Kadın o kadar güzel ki yanına kimse yakışmıyor.
Adam da erik gibi.
Kenan Keskin'i tek geçerim.
Kocası daha yakışıklı.
İnsanların yazdığı şeyleri tek tek okuyup kafayı yeme eşiğine geldiğimde telefonumu hızla kapatıp sessize aldım ve ters çevirerek komodine bıraktım.
Tabii ki bu saçmalıklarla uğraşmayacaktım. Onların ne düşündüğü umurumda değildi.
Arkamı dönüp uyuklayan minik yavrumu sarmaladığımda onun başının üzerine minik bir öpücük bıraktım. O, huzurla uyurken bir süre onu izlemiş ve ardından da aklımdaki düşünceleri def ederek gözlerimi yummuştum.
Mahrum kaldığım uyku bana kollarını açarken ona teslim olmaktan başka çarem yoktu.
🌪️🌪️🌪️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |