
"Siz ciddi ciddi kanka oldunuz yani?" diyen Olcay'a bir kez daha göz devirdiğimde artık saymayı bırakmıştım. Sabahın eken saatlerinde gelmiş ve beraber kahvaltı yaparken de bana gördüğü bu haberlerin gerçeklik payını sormuştu. "Kaçırdın gül gibi adamı!"
Elimdeki kaşığı karşımda mama sandalyesinde oturan Olcay'ın ağzına tıktığımda ona kulaklarımı tıkamıştım. Bu sözlerini geldiğinden beri dinliyordum ve bu kadarı yeterdi. Sabah uyandığımda Hakan Bey beni aramış ve Kenan'ın hâlâ ona bir dönüş yapmadığını söylemişti. Bu yüzden de aklım başka bir yerdeyken şimdilik Olcay'ın bu sözleriyle uğraşamazdım.
Kenan şimdi bu gördüğü haberler yüzünden o kâğıdı hiç imzalamazdı. Hatta emindim ki çoktan Doktor Kenan'ı öldürme planları yapıyordu. Sahiden dün geceden beri beni hiç aramamıştı. Acaba görmemiş olabilir miydi?
"Kılıç bir şey söyledi mi?" Omuz silkti.
"Şaşırdı sadece," dedi, elindeki poğaçayı kemirirken.
Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp kopardığım bir parça simidi Olcay'ın eline tutuşturdum. O, elindeki simitten bir parçayı ağır ağır koparıp çiğnemeye başladığında onu izliyordum gülümseyerek. Uyanır uyanmaz beraber güzel bir banyo yapmış, ardından da kahvaltıya inmiştik. Şimdi de epey aç olmalıydı ki ona verdiğim her şeyi ağzına atıyordu. "Bir şey söylemedin inşallah?"
"Sadece yemeğe çıktığınızı söyledim,"
"Olcay!" diyerek ona hızla döndüğümde kıkırdadı. "Ne gerek var, neden söylüyorsun? Ya Kenan'a söylerse? Adamı araştırırlarsa Olcay'ı öğrenirler, biliyorsun değil mi?" dediğimde beni dinliyordu.
"E Kenan'a anlatacağım her şeyi diyordun zaten?" dedi, rahatlıkla. "Öğrensin ne olacak?"
"Benden öğrenmesini istiyorum, başkasından değil." dediğimde bir şey söylemedi. O, kahvaltısını yaparken ben de onun bakışları eşliğinde yerimden kalktım ve koltuğa bıraktığım telefonumu elime alarak bir kez daha bildirimlerimi kontrol ettim.
Ona her şeyi açıklamak istiyordum çünkü ona söylemezsem işler iyice karmaşık hâle gelip yoldan çıkabilirdi. Üstelik böyle bir süreçte ondan bunu gizlemem çok yanlıştı ve davanın onun lehine dönüp Olcay'ı elimden alması bile kolaylaşabilirdi. Sırf bunu riske atmamak için ona her şeyi anlatmaya karar vermiştim. Belki de tüm bunları öğrendiğinde her şey daha kötü olacaktı ama umurumda değildi. Tek endişelendiğim şey Olcay'dı.
Bildirimleri kontrol edip ona dair bir şeye rastlayamadığımda telefonumu şortumun cebine attım. Aramaması daha iyi olabilirdi, onun saçma sapan kıskançlıklarıyla uğraşamazdım.
Olcay, onun yanında oturan teyzesiyle beraber kahvaltı yaparken ben de onların yanına dönüp yerime oturmuş ve kahvaltımı yapmaya devam etmiştim. Hatta başka şeylerden bahsetmiş, birlikte güzel bir kahvaltı yapmıştık. Kahvaltının ardından da bahçeye geçip birer kahve içmeye karar verdiğimizde Olcay da Karlos'la çimlerin üzerinde debeleniyordu.
Elimdeki telefonun ekranına bakarken, "Kocan aramadı mı?" demiş, gözlerimi devirmeme neden olmuştu bir kez daha. "Çoktan telefonları yakıp, öldüreceğim o herifi, demesi gerekiyordu." derken sesini kalınlaştırıp Kenan'ın taklidini yapmış, huysuz ifademin değişmesine neden olmuştu. Dudaklarımdan bir kahkaha yükselirken o da yüzündeki sırıtışla bir süre beni izledi.
"Aramadı," dedim, gülen yüzümü telefona çevirirken. Bu sefer onunla konuşmak isteyen bendim ve dakikalardır ekranda yazan numarasını inceliyordum. Ona bir an önce her şeyi söylemeliydim yoksa ben söylemeden o bir şekilde öğrenecek ve işler iyice kötüye gidecekti. Her şeyi benden öğrenmesi ilişkimizin sağlıklı bitmesi açısından iyiydi. Onu tanıyordum ve eğer Olcay'ı benden değil de bir başkasından öğrenirse velayet davası açar, Olcay'ı benden almaya kalkışırdı. Bunu yapabilirdi, ona güvenmiyordum. "Ama ben arayacağım, konuşacağım bir an önce." derken arama tuşuna basıp telefonu kulağıma yaslamıştım.
Tabii aramam telesekretere düştüğünde kaşlarım hafifçe çatıldı, telefonumu indirip ekrana bir bakış attım. "Ne oldu, açmıyor mu?"
"Ulaşılamıyor diyor," derken birkaç saniye daha ekranla bakışmış, ardından da telefonu kapatıp bir kenara bırakmıştım. "Keyfi bilir, onunla mı uğraşacağım?"
"Aa," diyen Olcay'a başımı çevirip baktığımda kahvesini yudumluyordu ağırca. "Kılıç dün söylemişti, bugün çiftliğe gidecekti onlar." dedi, hatırlamaya çalışarak. "Belki ondandır, çekmiyorsa.."
Pekâlâ şimdi anlaşılmıştı.
Beni aramamasının nedeni buydu. Telefonunu kapatmıştı ve bu yüzden de haberleri görmemiş olabilirdi. Haberleri görmediği için de beni henüz aramamıştı. Onun gibi kıskanç bir adamın beni bu saate kadar arayıp hesap sormaması zaten anormal olurdu.
"Telefonunu kapatası tuttu yani," dedim, arkama yaslanırken. "Zaten zar zor kendimi bu konuşmaya hazırladım, şunun yaptığına bak!"
"Kusura bakma da nereden bilsin adam onu arayacağını?" diyerek onu savunduğunda bakışlarımı onun üzerine diktim. Bununla beraber çenesini kapattığında Olcay da çimlerin üzerinde emekleyerek bana doğru yaklaşmıştı. "Kız zilli, niye gelmiyorsun yanıma?"
Olcay, bakışlarını teyzesine çevirip ona bir gülücük gönderdiğinde kıkırdadım. Ellerini dizlerime yaslayıp oturduğu yerden yavaşça kalktığında ikimizin de odağı oydu. Küçük adımlar atarak yanımda oturan Olcay'a doğru ilerlediğinde elini hafifçe tutuyordum. "Kurban olurum sana, ne güzel yapmışım seni?" derken boştaki elimle yüzünü avuçlayıp tombul yanağını öptüm.
O, bana tutunarak Olcay'ın yanına tırmanmaya çalıştığında Olcay onu kucağına almıştı. Bir süre beraber oynadıklarında kenara bıraktığım telefonumun ekranına da bir arama düştü. Gelen aramayı kontrol ettiğimde dakikalar önce ulaşamadığım Kenan'ın aradığını görmüştüm.
Telefonumu elime alıp aramayı yanıtlarken oturduğum yerden kalktım. Güneş ışığı birkaç adım ötemdeki havuzun yüzeyine düşerken adımlarımı oraya yöneltmiştim. "Sen beni arar mıydın ya?" diyen sesi alaylı bir tondayken bu tepkisine karşılık sadece gözlerimi devirdim. Bugün bunu o kadar çok yapmıştım ki gözlerimin çıkacağına neredeyse emindim.
"Neredesin?" dedim, bu tavrını es geçerek. Bu sorumla beraber onun telefonun ucunda duraksadığını hissettiğimde havuzun kenarında küçük adımlarla yürüyordum.
"Şehir dışındayım," diyerek yanıtladı beni. Demek ki hâlâ çiftlikteydi. "Telefonum da dün geceden beri kapalıydı, yeni gördüm aramanı.. Bir şey mi oldu?"
"Konuşmak istiyorum," dedim, hızlıca. "Yani müsaitsen tabii."
"Yine bu boşanma zırvasıysa eğer.." Başımı iki yana salladım görecekmiş gibi.
"Onu da konuşacağız tabii ama mevzu başka." dediğimde aramızda kısa bir sessizlik olmuştu. "Neredesin tam olarak, bana konum atar mısın?"
"Çiftlikteyim, biliyorsun zaten." dediğinde oraya daha önce beraber gittiğimiz için nerede olduğunu biliyordum. Şehrin dışında kalıyordu ve yolum biraz uzun sürebilirdi.
"Tamam, birkaç saate orada olurum."
"Bekliyorum,"
Onunla olan telefon konuşmasını saniyeler içerisinde sonlandırıp telefonumu kapattığımda olduğum yerde durup Olcay'ın yanına dönmüştüm birkaç büyük adımda. Onlar hâlâ bıraktığım gibi oyun oynarken, "Kılıç bir şey söylememiş anlaşılan," dedim, kollarımı uzatıp Olcay'ı kucağıma alırken. Bu esnada da Olcay'ın kahverengi gözleri bana dönmüştü.
"Kenan'la mı konuştun? Ne diyor?"
"Konuşmak istediğimi söyledim, yanına gideceğim." dediğimde bu kadar aceleci davranmama şaşırsa da neden böyle yaptığımı biliyordu. Konu tamamen Olcay'dı ve onun mutlu bir şekilde büyümesini istiyordum. Hiçbir eksik hissetmeden büyümeliydi.
"Geleyim mi seninle?" dedi, temkinli bir şekilde. Omuz silktim.
"Kılıç'ı görmek istiyorsan gel tabii."
O, bu söylediğimle beraber gözlerini bayarak güldüğünde çoktan içeri geçmiş, Karlos'u da bahçeden zar zor koparmıştım. Salonun bahçeye çıkan kapısını kapatıp kucağımdaki Olcay'la beraber odama çıktığımda onu yatağa bırakıp önce onun için birkaç parça kıyafet çıkarmıştım. Onu giydirip saçlarını topladıktan sonra kendim için çıkardığım kıyafetleri giydim. Tabii Olcay'la ilgilenirken epey zaman geçtiği için kendim hazırlanırken hızlı davranmaya çalışmıştım.
Açık mavi tonlarındaki bol paça jean'le kırmızı ince askılı bir bluzü üzerime geçirdiğimde dalgalı saçlarımı da hızlıca gevşek bir at kuyruğu yapmıştım. Ardından da güneş kremimi sürüp yüzüme yok denecek kadar bir makyaj yaptıktan sonra kırmızı renkteki topuklularımı giymiş, yanıma da pantolonumla aynı tonlarda olan bir kot ceket almıştım. Önce Olcay için bir çanta hazırlayıp içerisine ihtiyacı olabilecek şeyleri koyduğumda kendime de bir çanta çıkarmış ve birkaç eşyamı koymuştum.
En sonunda Olcay'la beraber aşağı indiğimizde Karlos'la vedalaşıp evden çıkmıştık. Bahçede park hâlinde olan arabama binmeden önce Olcay'ı pusetine yerleştirdim. Çantasını da arka koltuğa, yanına bıraktığımda evden çıkmadan eline aldığı oyuncağıyla oynuyordu. Arabaya bindiği an resmen sesi soluğu kesiliyordu.
Olcay da kendi arabasını es geçerek benim arabama yöneldiğinde beraber arabaya binmiş ve yola koyulmuştuk.
Yaklaşık bir saat sürecek olan yolculukta arka koltukta oturan kızım sessizliğini sürdürmüş, yol boyunca çıtı çıkmamıştı. Yanımda oturan Olcay da ara ara ikimize sataşıp konuşturmaya çalışsa da şu an epey gergin olduğumdan dolayı ona pek ayak uyduramamıştım. Sadece yapacağım konuşmayı düşünmüş, buna odaklanmıştım.
Nihayet bir saatlik yolculuğun sonunda çiftliğin büyük kapısından geçtiğimde kulübedeki güvenlik beni durdurmuştu. Buna anlam veremeyip yan tarafımdaki camı araladığımda kim olduğumu anlamaya çalışıyor gibiydi. "Ne duruyorsun, açsana kapıyı geçelim?" diyerek bütün öfkemi ondan çıkardığımda kararsızca bana bakmaya devam etti. Ardından arkasından bir ses yükseldiğinde ileriden Kenan'ın geldiğini görmüştüm.
İşte bu kalbimi hoplatırken ellerimin arasındaki direksiyonu sıktığımı bile o an fark etmiştim. Bu konuşmayı yapacak olmak beni çok germiş, daha agresif birine dönüşmüştüm.
"Kapıyı aç," dedi, otoriter bir tonda. Bununla beraber kararsızlığını bir kenara atıp kulübeye doğru bir işaret yaptığında ona ters ters bakıyordum. Bu esnada demir kapı ağırca açılırken mahcup bakışları bana döndü.
"Kusura bakmayın Maran Hanım, bir an tanıyamadım." Yüzümde yapmacık bir gülümseme oluştuğunda Olcay gülüyordu.
"Olur mu ya? Asıl sen kusura bakma." dediğimde kızarıp bozarmış, bakışlarımı ondan çekip camı kapatmıştım. Ardından da açılan kapıdan içeri yavaşça girdiğimde Kenan da beni bekliyordu çatık kaşlarıyla. Yüzündeki ifadeye bakılırsa haberleri görmüş demekti ama şu an haberi olmasa da daha önemli bir sorunumuz vardı.
Arabamı onun arabasının yanındaki boş yere park ederken kontrol ettiğim aynalardan beni izlediğini görmüştüm. Camlar film kaplı olduğu için içeriyi göremiyordu ama ben onu kolaylıkla görebiliyordum.
Arabayı park edip derin bir nefes aldığımda yanımda oturan Olcay'ın bakışları üzerimdeydi. "Sakin ol," dedi, anlayışla. "Hiçbir şey olmayacak, güven bana."
"Ya Olcay'ı almak isterse?" dedim, endişeyle.
"Yapamaz öyle bir şey, kıyabilir mi o sana?"
"Bunu ondan gizlediğim için bana kızacak ama," dediğimde bu konuda kendisi de aynı şeyleri düşünüyordu. Bana kızacağının o da farkındaydı ve tam da bu yüzden bir an önce ona gerçekleri anlatmamı istemişti.
İçimdeki o huzursuzlukla emniyet kemerimi çıkarıp arabadan indiğimde Olcay da benden önce inmişti. Kenan onu gördüğü an çatık kaşları usulca normal hâline döndü ve ona başıyla selam verdi. Olcay da ona ters ters bakmakla yetindiğinde şu an onlarla uğraşamayacağım için Olcay'a dönmüştüm. "Sen Kılıç'ın yanına git istersen,"
"Seni yalnız bırakmam ben bununla." diyerek kaşlarını çattı.
"Baş başa konuşmak istiyorum Olcay, lütfen." dediğimde bakışları yumuşadı, bir süre ifademi inceledi kararlı olup olmadığımı anlamak için. En sonunda da kararlı olduğumu anlamış olacak ki hiçbir şey söylemeyip hafifçe omzumu sıvazlamış ve ardından da yanımdan geçerek gitmişti. Bunun ardından bakışlarımı Kenan'a doğru çevirdiğimde aramızda pek bir mesafe yoktu. Bu mesafeyi aşan ilk o olduğunda arabamın hemen yanındaydım. Olcay buraya gelmeden birkaç dakika önce uyuyakaldığı için şu an onu rahatsız etmiyordum.
"Merhaba," dedim, bakışlarımı hafifçe ona doğru kaldırarak. Topuklu giymeme rağmen yine ona yetişememiştim her zaman olduğu gibi. "Nasılsın?" dediğimde bu sorum onu şaşırttı, bir süre yüzüme baktı öylece.
"Nasıl olduğumu mu soruyorsun?" dediğinde gözlerimi bayıp bakışlarımı ondan çektim. "Bir dakika ya, beni böyle yumuşatamazsın.." dedi, bir anda kaşlarını çatarak. "Gördüm her şeyi," derken bunun hiç sırası değildi. Şimdi bu konuyu konuşup tartışacaktık ve konuşmayı istediğim yere getirdiğimde bana olan öfkesi alevlenecekti. "Kim o adam, söyle bana?"
Bakışlarım etrafta gezinirken ara ara kulaklarıma ulaşan hayanların sesi de bayağı huzurlu bir ortam sunuyordu ama biz bu huzurlu ortamı tabii ki kavga ederek harcayacaktık.
"Arkadaşım sadece," dedim, gayet sakin bir şekilde. Normal bir zamanda olsak kaşlarımı çatıp bana hesap soramayacağını söylemem gerekirdi fakat şu an bununla uğraşmak istemiyordum. "Kenan ben başka bir şey için geldim buraya.."
"Sevgilin mi?" diyerek kesti sözlerimi. Bu, gözlerimin onun gözlerinde takılı kalmasına neden olduğunda her ne kadar sakin konuşuyor olsa da gözlerinden resmen alev saçıyordu."Bana doğruyu söyle, bunu kaldırabilirim." derken pek de doğruyu söylüyor gibi değildi. Ona, Kenan'ın sevgilim olduğunu söylesem tabii ki bunu kaldıramazdı. Ortalığı birbirine katar, kıyameti koparırdı.
"Sevgilim falan değil, arkadaşım.. Dümdüz arkadaş, başka bir şey yok." dediğimde o sert ifadesi yumuşadı, bir süre beni inceledi.
"Sevgilin olamazdı zaten, boşanmadık biz hâlâ." dedi, bilmiş bir şekilde.
"İzin verecek misin bir konuşayım?" diyerek ona tepki gösterdiğimde dudaklarını birbirine bastırıp başını usulca salladı. "Sana bir şey söylemem gerek," dedim, gergince. O da bunu fark etmiş olacak ki gözlerini kırpmadan her hareketimi izliyordu. "Ama öncesinde bana söz ver," dediğimde düz ifadesi her geçen saniye daha da meraklı bir hâl almaya başlamıştı. Bunca yolu ne için geldiğimi merak ettiği belliydi. Telefondaki şaşkınlığı da bunu kanıtlıyordu zaten. "Bunu bana karşı kullanmayacağına söz ver, sana güvenmek istiyorum şu anda."
"Bana güvenebilirsin zaten Maran," dedi, düz bir sesle. Bakışlarımı fark ettiğinde başını salladı ağırca. "Söz veriyorum, söyle.."
Gözlerimi ondan uzaklaştırıp kısaca etrafta gezdirdiğimde tırnaklarım da hafifçe avucuma batıyordu. Ellerimi yumruk yaptığım için tırnaklarım etime gömülmüştü fakat acı hissetmiyordum. Hava soğuk olmamasına rağmen burada soğuk terler döküyor hatta üşüyordum bile. Mideme ardı ardına giren kramplar, beni daha çok gererken gözlerimi onun gözlerine değdirdim.
Yeşil gözleri merakla gözlerimde gezinirken kalbim de ağzıma tırmanmış oradan olan biteni izliyordu. "Kenan," dedim, mırıltıyla.
"Evet," dedi, o yumuşacık sesiyle. "Seni dinliyorum."
Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslatıp derin bir nefes aldığım an tam dudaklarımı aralamıştım ki aramıza giren o ses, işte benim yardımıma yetişmişti.
Olcay'ın ağlayışı, tüm cesaretimin kırılmasına neden olduğunda aramızdaki bu gergin bakışma sonlanmıştı. Yeşil gözlerindeki merak artarken kaşları hafifçe çatıldı, bakışları hemen yanında durduğum arabama döndü fakat hiçbir şey göremezdi. O, birkaç saniye boyunca gözlerini arabanın camından ayrmadığında olan biteni algılamaya çalışıyordu. En sonunda bakışları bana döndüğünde yerimden hareketlenip arka koltuğun kapısını açtım ve bu sefer Olcay'ın sesi netleşti.
Onun o tiz sesi neredeyse tüm araziyi inletirken yaşlarla dolu koca gözleri bana döndü ve ben onu pusetinden çıkarıp kucağıma aldığımda ağlaması durdu. "Şşh," diye fısıldadım, sırtını sıvazlarken. Bu esnada sırtım Kenan'a dönük olsa da bakışlarının ağırlığını hissediyordum. Bu eziyeti sonlandırmak adına arabanın kapısını kapatıp ona doğru döndüğümde yeşil gözleri, kızının onunla aynı olan gözlerindeydi.
Olcay'ın iri yeşil gözleri de onun üzerinde merakla dolaşırken Kenan da tek bir kelime dahi etmiyordu. Şaşkındı, görebiliyordum. Ben ona hiçbir şey söylememiştim ama o anlamış mıydı?
"İşte bunu söyleyecektim," diye mırıldandım. Olcay kucağımda kıpırdanırken gözleri ondan bir an olsun bile ayrılmıyordu. İkisi de aynı merakla birbirini inceliyor, çıt çıkarmıyorlardı. "Bir kızımız var.."
Onun yeşil gözleri Olcay'dan ayrılıp bana döndüğünde gözlerimi ondan kaçırmadım. Mavi gözlerime saniyelerce, belki de dakikalarca baktığında bunu bozmayıp ona eşlik etmiştim.
Uzunca bir süre ikimiz de konuşmadığımızda yaşadığı bu şoku anlayabiliyordum. Çünkü şu anda normal bir şey yaşamıyorduk ve bu kadar şaşırmakta haklıydı. Birdenbire ortaya küçük bir çocukla çıkıp karşısına dikiliyordum ve vereceği tepki bundan başka bir şey olamazdı.
"Anlamıyorum," dedi, dakikalar sonra aramızdaki bu sessizliği bozarak. İfadesi allak bullak olmuş, şaşkınlığını hâlâ üzerinden atamamıştı. Yeşil gözleri bir kez daha kızına uğradı ve orada kaldı. "Sen hamile miydin? Neden haberim yoktu bundan, Maran? Ben bunu neden şu an öğreniyorum?" diyerek hiddetle konuştuğunda bu sorulara tabii ki hazırlıklıydım.
Günlerdir değil aylardır kendimi bu sorulara hazırlıyor, cevaplarım da sürekli değişiyordu. Ancak artık ona bir cevap vermem gerekiyordu.
"Gitmeden önce," dedim, o beni dikkatle dinlerken. Hiçbir detayı kaçırmak istemiyor gibiydi. "O gece sana bunu söyleyecektim ama videoyu izleyince.. Sana çok öfkeliydim, öğrenmeni istemedim hatta bu yüzden gitmek istedim-"
"Ya sen ne saçmalıyorsun?" diyerek çıkıştı. Bakışlarım onun gözlerinde takılı kalırken kaşları yine çatılmıştı. Bütün bu olanları algılamaya çalışıyordu ama benim de hatam buydu işte. O beni kırmıştı ve ben de onun bunu hak etmediğini düşünerek ona bunca zaman söylememiştim. "Maran sen benden nasıl saklayabilirsin böyle bir şeyi?" dedi, tane tane. Gözlerim dolarken Olcay da her şeyden habersiz gözlerini etrafta gezdiriyordu. "Sana inanamıyorum," derken gözlerimden birkaç damla yaş arka arkaya akmıştı. Bakışları gözlerimdeyken durdu, bu sefer Olcay'a baktı uzunca. Ona değen bakışları yumuşarken, "Adı ne?" diye sordu sakince. Ardından bana döndü. "Ece mi koydun?" dediğinde gözyaşlarım arasında keyifsizce güldüm.
"Hayır Olcay izin vermedi," derken gözlerimi babasına tıpatıp benzeyen kızıma çevirdim. "Olcay koydum adını.." O, ismini duyar duymaz bir kedi gibi kulaklarını havaya diktiğinde bakışları da bana döndü. Yeşil gözleriyle uzunca gözlerime baktıktan sonra babasına çevirdi bakışlarını. "Özür dilerim," dedim, burnumu çekerken. "Biliyorum sana söylemeliydim ama beni anla lütfen.." dediğimde bana baktı. Bakışlarından hiçbir duyguyu okuyamıyordum ama ne hissettiğini bilmeye ihtiyacım vardı. "Sana çok kırgındım, çok kızgındım Kenan. Çok zordu benim için, söyleyemedim işte."
Aramızda bir kez daha uzun bir sessizlik olduğunda ağlamayı kesmiştim. Yaşlar artık gözlerimden otomatikman döküldüğü için kendimi durduramıyordum ancak saatlerdir üzerimde olan bu gerginliği başka şekilde atamazdım.
"Alabilir miyim onu?" diyen temkinli sesini duyduğumda az önceki o sert ifadesi şu an yoktu ancak onu tanıyorsam üzerindeki bu duygusallığı attığında aramızda büyük bir kavga yaşanacaktı. Onun gibi bir adam bu konuyu asla böyle kapatmazdı.
Başımı salladım hızlıca. Bu esnada da kucağımdaki Olcay da heyecanla yerinde kıpırdandığında onu babasının güçlü kolları arasına yavaşça bıraktım. O, yerini hiç yadırgamazken sanki Kenan'ı tanıyor gibiydi. Normalde kimsenin kucağına kolay kolay gitmezken onun kucağına kendisi atılmış, sesini de çıkarmamıştı. "Çok güzelsin," dedi, fısıltıyı andıran bir sesle. İnce bir tabakayla kaplanmış olan yeşil gözleri onun güzel yüzünde gezinirken parmakları da hafifçe beyaz tenini okşuyordu. Olcay'ın güneşten dolayı hafifçe kızaran tombul yanakları o kadar tatlı duruyordu ki onu ısırmamak mümkün değildi.
Uzunca bir süre onu sessizce sevdiğinde sadece onları izlemiş ve uzun bir süredir hayalini kurduğum bu anın gerçekliğini sorgulamadan izlemiştim.
Olcay, küçücük elini onun kirli sakallarının çevrelediği yanağına yaslamıştı ve sanırım bu onu gıdıklandırdığı için hoşuna gitmişti. Kıkır kıkır gülüyor, ellerini ondan uzaklaştırmıyordu. Babası da onun bu güzelliğine tutulmuş gibiydi. Resmen çıtı çıkmıyor, sessizce onu izleyip ara ara kokusunu derince içine çekerek onu öpüp kokluyordu. Hâlâ üzerinden şaşkınlığını atamamış, bu olanlara inanamamıştı. Biliyordum ve hatta görüyordum. Bakışları sık sık bana uğrasa da benimle şu an konuşmak istemediği açıktı. "Bana her şeyi anlatmak zorundasın," dedi, bakışlarının aksine sert bir şekilde. "Her şeyi."
Bu keskin tavrı karşısında her zamanki o agresif tavrımı sürdüremezken hiçbir şey söylememiştim. Şu an o yeterince kızgındı ve ben de bu ateşi körüklemek istemiyordum. Açıkçası onunla sadece tartışmak istemiyordum. Bütün bunlardan yeterince yorulmuştum.
Gözlerini gözlerimden ilk o çektiğinde derin bir nefesi usulca ciğerlerime doldurdum.
En azından bu konuşma sıkıntısız olmuştu.
Yani şimdilik.
🌪️🌪️🌪️
Karşımdaki yeşil gözleri izlerken aklımda hiçbir düşünce yoktu. Zaten o olduğu sürece genelde pek bir şey düşünmezdim.
Tam karşımda, halının üzerinde oturan Olcay'ı sessizce izlerken elimi çeneme yaslamıştım. Yanımdaki bedenin sahibi de tıpkı benim gibi onu dikkatle izlerken Olcay da ona duyduğumuz bu hayranlıktan bihaberdi. Önündeki oyuncaklarıyla oynarken ara ara ağzından tuhaf sesler çıkarıyordu. Dudaklarını öne doğru büzüp gözlerini hafifçe kıstığında dudaklarımdan ince bir kıkırtı dökülmüştü.
Koskoca salonda sadece onun sesi yankılanırken aslında uyku saati yaklaşıyordu fakat bir anda enerjisi tavan yapmıştı ve şu an hiç uyuyacakmış gibi görünmüyordu. "Hadi yeter bu kadar, uyuyacağız." dedim, onu izlerken.
O, sesimi duyup başını bana doğru kaldırdığında bakışları benden babasına doğru dönmüştü. Orada da takılı kalırken başımı hafifçe oynatıp yanımda oturan Kenan'a baktım. Hafifçe öne doğru eğilmiş ve dirseklerini dizlerine, birbirine kenetlediği ellerini de çenesine yaslamıştı. Gözlerini kırpmadan Olcay'ı izlerken aslında dalmış gibiydi. Bütün olanları hâlâ algılamaya çalışıyordu, farkındaydım. Bu durumun onun için ne kadar şok edici bir durum olduğunu biliyordum ama onu böyle görmeye pek alışık değildim.
Yaklaşık bir saat öncesinde eve geçmiş ve bu koltuğa adeta çakılmıştık. O zamandan beri en azından ben, Olcay'la konuşsam da onun çıtı çıkmamıştı.
"İyi misin?" diye sordum, mırıltıyla. Bununla beraber bakışlarını Olcay'dan ayırmadı, hafifçe güldü fakat bu alaylı bir gülüştü.
"Harikayım," derken bakışlarını bana çevirip gözlerime baktı. "Dalga mı geçiyorsun Maran? Eğleniyor musun, zevk mi alıyorsun bu durumdan anlamıyorum?"
Dakikalardır çatmamak için çaba sarf ettiğim kaşlarımı çattığımda bakışları üzerimden ayrılmadı. "Eğlenmiyorum tabii ki!" diye çıkıştım ona. "Seni anlayabiliyorum şu anda.. Şoktasın hâlâ farkındayım ama durum bu işte. Üzgünüm, sana en başından söylemedim çünkü aşık olduğum adam tarafından ihanete uğramıştım!"
Bu sözlerimle beraber yeşil gözleri saniyelerce gözlerimde gezindi. "Sana ihanet etmedim ben," dedi, hiddetle. "Seni aldatmışım gibi konuşma!"
"Keşke aldatsaydın," dedim, hiç düşünmeden. Bakışları gözlerimde takılı kalırken bunu söylememi beklemiyor olacak ki şaşırmıştı. "En azından daha az acı çekerdim." Bakışlarımı onun üzerinden çekerek bizi izleyen Olcay'a döndüm. İşaret parmağını ağzına sokmuş, çıkmakta olan dişlerini kaşırken hafifçe eğilip onu kucağıma almış ve yerimden kalkmıştım. "Evimize gidelim mi?" Olcay yerinde kıpırdanarak başını uzatıp arkamda kalan babasına bakmaya çalıştığında çoktan adımlarımı kapıya yönlendirmiştim bile. "Olcay'ın eşyalarını getirir misin?"
"Bir dakika, bir dakika," derken adımlarımı durdurup ona doğru döndüm. Bu esnada o da oturduğu yerden kalkmış bana doğru ilerlemeye başlamıştı. "Nereye gittiğini sanıyorsun sen? Ortaya bir bomba attın ve şimdi de gidiyor musun?" dedi, öfkeyle. "Kusura bakma ama gitmene izin vermiyorum." Kaşlarım havalandı.
"İzin almıyorum."
"Sen neden şimdi söyledin ki bunu?" dedi, anlamıyormuş gibi. Bakışları gözlerimde bir şey ararmışçasına gezinirken yeşil gözleri hafifçe kısıldı. "Bunca zaman sonra bana olan nefretin dinmedi herhalde? O gün söylemediğin şeyi neden şimdi söylüyorsun?" dediğinde bunu soracağını da az çok tahmin etmiştim. O, zeki bir adamdı ve ben söylemeden zaten her şeyi çözecekti. "Dur ben tahmin edeyim.. Sırf velayet davası açmamam için buraya sakin sakin geldin, benimle kavga etmeden iyilikle konuyu hâlletmeye çalıştın. Boşanmaya da bir şekilde ikna ederim ve konu kapanır dedin." derken gözlerime bakıyor ve oradan her şeyi okuyor gibiydi.
"Velayet konusunda bir şekilde anlaşırız, Olcay bende kalır. Sen de istediğin zaman gelip onu görürsün ama velayeti almana müsaade etmem.. O daha küçük." Kaşları havalanırken bütün bunları düşünmüş olmam onu bir kez daha şaşırttı.
"Her şeyi düşünmüşüz bir de," dedi, hayretle. "Pardon ama senden boşanacağımı sana düşündüren ne? Kabul etmiyorum, diyorum anlamıyor musun?"
"Belki hayatımda biri var," dedim, birden. Bu, onun kısa bir an duraksamasına neden olduğunda ifadesi değişti. Kaşları yine çatılırken, "Üstelik seninle boşanmadım bile, çift eşliliği kabullenecek misin?" dediğimde bu delirmesine yetti.
"O herif, değil mi?" diye sordu bu sözlerime karşılık. Zaten ona bir kere takmıştı kafayı. "Ne buldun onda, çok merak ediyorum?"
"Sende bulamadığımı bulmuşumdur," dediğimde dilini hırsla dudaklarından geçirdi. Çenesi kasılırken bağırıp çağırmak istediğini biliyordum ama kucağımdaki Olcay ona engel oluyordu. O yeşil gözleri adeta alev saçarken şu an gerçekten neslinin tükendiğine inandığım fakat onu gördüğümde de bu inancımı yitirdiğim o ejderhalara benziyordu. Resmen burnundan soluyordu ve onu, ben bu hâle getirmiştim.
"Ne var aranızda?" dedi, dizginlemeye çalıştığı sesiyle.
"Görüşüyoruz," dedim, ufacık bir yalan söyleyerek. Omuz silktim. Bununla beraber o gözleri daha da delirdiğinde onu bu hâle sokmak beni oldukça memnun etmişti. "Hoş adam.. İyi huylu, naif, senin gibi öküz değil." dediğimde kaşları çatıldı. "Yalan söylemiyor, üstelik beni seviyor da."
"Siktirtme bana şu herifi," dedi, tıslarcasına. "Ne demek beni seviyor? Öldürürüm o herifi, delirtme beni!"
"Düzgün konuş, çocuk var burada!" diyerek ona çıkıştığımda kucağımda sessizce duran Olcay'ın varlığını ikimiz de unutmuş gibiydik. Şu an ilk defa bu kadar sessizdi. Kenan, burnundan sert bir nefes verdiğinde gözlerimizin temasını keserek başını çok kısa bir an diğer tarafa doğru çevirmişti. "Hem benim hayatım seni hiç ilgilendirmez." Kaşları havalanırken bakışları aynı hızla bana döndü, uzun bir süre de gözlerimde dolandı.
"Kocanım ben senin, biz hâlâ evliyiz! Hatırla.." Gözleri bir süre sadece gözlerimde gezinirken ikimiz de kısa bir an susmuştuk. Yeşil gözleri yuvalarında delice dönüyor, dışarıya korku salıyordu fakat bana işlemezdi.
"Sadece kağıt üzerinde," Çenemi hafifçe dikleştirdiğimde gözleri kısa bir an dudaklarıma kaymış, hızla kendini toparlamıştı. "Bu, bana hesap sorabileceğin anlamına gelmiyor ama! Kimsin ya sen, bana hesap soruyorsun?"
"Beni bu herifle aldattın yani?" Onun beni tiye aldığını gösteren bu sözleri duraksamama yol açtığında aramızda bir sessizlik oluşmuş, o gözleri de gözlerimde bir cevap aramaya koyulmuştu. Doğruyu söylediğime emin olmak ister gibi gözlerime bakıyordu ancak ondan başkasına maalesef ki ilgi duyamadığımın farkında değildi. "Bari daha iyisini bulsaydın, değdi mi buna?"
Yüzümde alaylı bir ifade oluşurken, "Ne yani, sen aldatmadın mı şimdi beni? Bir buçuk yıl boyunca her gece evine gidip sıcacık yatağında tek başına mı uyudun?"
Gözleri gözlerimde gezindi kısaca. "Evet," dedi, büyük bir ciddiyetle. Bu, beni içten içe şaşırtsa da ona hiçbir şey belli etmedim. "İnanmayacaksın ama gerçekten de öyle yaptım. Sen yokken hiç kimseye bakmadım bile."
"Ah canım," dedim, yapmacık bir şekilde. "Ne kadar tatlısın sen öyle? İki de gözyaşı döksen inanacağım masum olduğuna!"
"Maran bak.." diyerek ciddiyetle konuştu. Onu umursamayarak bakışlarımı salona çevirdiğimde Olcay'ın oyuncakları oradaydı. Onları alıp gitsem daha iyi olacaktı. Burada kalıp onunla tartışmak istemiyordum.
Onun yanından geçerek tekrar salona döndüğümde tek kelime etmedi ve hatta peşimden de gelmedi. Bıraktığım yerde öylece durmaya devam ederken koltuğun ucunda duran çantayı alıp dizlerimin üzerine çökerek yerdeki eşyalaeı toplamaya başladım. Olcay'un uyku saati geçmişti ve onun uyuması gerekiyordu.
Eşyalarını toplayıp çantayı da elime aldıktan sonra ancak konuşabildi. "Gitme," dedi, az önceki o fevri tavırlarının aksine. Bu, bana yalvardığı o günü hatırlatırken bu sefer ona bir kez bile bakmadan arkamı dönüp gidememiştim. Tüm bu tartışmaya rağmen olduğum yere çakılmıştım. "Gitme lütfen," diyerek bir kez daha tekrarladığında o agresiflik bedenimi usulca terk etti tam o an. Bedenim de ona duyduğu bağlılığı gizleyemiyor, ona doğru çekiliyordu ve ben buna engel olamıyordum. "Yapamıyorum sensiz, gitme."
Yaşların gözlerime biriktiğini hissettiğim an, gözlerimi tavana dikip bu yaşlardan kurtulmaya çalıştım. Ona arkam dönük olduğu için bunu görmüyordu ve ben de bu yüzden böyle rahat davranıyordum. Onun yanında bir anda gardımı düşürebiliyordum tıpkı onun gibi ama ona bunu belli etmemek için çok çaba sarf ediyordum.
Kendime çeki düzen verip ona doğru döndüğümde bakışlarında öfke yoktu. Ona bu söylediklerime rağmen hâlâ bana böyle bakabiliyordu. Az önce kendisi, onu aldattığımı iddia etmişti fakat buna rağmen öfkeli değildi. Bana sevgi dolu gözleriyle bakıyordu tam şu an.
"Olcay'ın uyku saati geçti," dedim, düz bir sesle. "Eve gitsek iyi olur."
Bakışları kucağımda kıvranan Olcay'a kaydığında buna alışamadığı kesindi. Hâlâ tam olarak ona yaklaşamamıştı. "Odamı kullanabilirsin," dedi, bu isteğimi görmezden gelerek. "Rahat ol."
"Gidelim biz-"
"Gitmenizi istemiyorum," derken sakindi fakat şu an baskın olan oydu. Sözleri de tıpkı tavırları gibi keskindi. "Bırak da kızıma doyayım en azından."
Ve bundan sonrasında kendimi onun yatak odasında bulmuştum. Beraber üst kata çıkmış, Olcay'ı uyutmama yardım etmişti. Daha doğrusu ben ona yardım etmiştim. Yukarı çıktığımızda Olcay şaşırtıcı bir şekilde onun kucağına gitmiş ve orada da uyuyakalmıştı. Bu, onu da şaşırtmışken o iyice uykuya dalana kadar onu kucağından indirmedi. Olcay onun göğsünde bir melek gibi uyurken dakikalarca onu izlemişti. Başını hafifçe okşamış, kokusunu derince solumuştu.
"Onu emzirmem gerekiyor," dediğimde Olcay da ağzındaki emziği açlıkla emiyordu. Bu esnada Kenan da anlayışla onu kollarım arasına bırakmış, bana itiraz etmemişti. Ardından da odadan çıkmak için bir hamle yaptığında ona doğru döndüm. "Kenan," dedim, mırıltıyla. Onun adımları dururken bakışlarını bana doğru çevirdi ve gözlerime baktı merakla. Eli kapının koluna yaslıyken gitmeye hazırdı. "Seni aldatmadım."
Bu, bakışlarının birkaç saniye boyunca gözlerim arasında mekik dokumasına neden olurken yeşil gözlerinin rahatlığa kavuştuğuna şahit olmuştum. Resmen bu iki kelime onun ruh hâlini bariz bir şekilde değiştirmiş, gözlerindeki hayal kırıklığı silinmişti.
Ona daha fazla eziyet edemezdim.
Maalesef ona kıyamıyordum.
O, son kez gözlerime baktıktan sonra arkasını dönüp odadan çıktı ve kapıyı ardından kapattı. Onun gitmesinin ardından göğsümün üzerindeki ağırlık kalktığında bu ağırlık onun o hayal kırıklığıyla harmanlanmış gözleriydi. Buna daha fazla dayanamamıştım. Ona, bunu ben iddia etmesem de o böyle düşünmüştü ve böyle düşünmesine izin veremezdim. En başta bu düşünceyi kendime yakıştıramamıştım.
Gözlerim ahşap kapının yüzeyinde takılı kalırken ardında bıraktığı kokusunu soludum derince.
Ona olan özlemim her geçen dakika artarken bundan kurtuluşum yok gibiydi.
Onu özlemeye mahkûmdum.
🌪️🌪️🌪️
"Oha ya," diyen Kılıç'ın tepkisine bir kez daha gözlerimi devirdiğimde elimdeki bebefonu masanın üzerine bırakıp sandalyeyi çekerek oturdum. Olcay'la o yan yana otururken Olcay ben gelir gelmez susmuştu. Kenan da ortalıkta görünmezken gözlerim kısaca etrafta gezindi.
Bahçedeki masanın etrafında otururken az önce Olcay'ın yanından ayrılmıştım. Odanın kapısını açık bırakmış ve bebefonun birini onun başucuna bırakmıştım. O, mışıl mışıl uyurken epeydir yukarıdaydım. Yani aşağıda neler olup bittiğinden bihaberdim fakat gördüğüm o ki Olcay zaten her şeyi detayı detayına anlatmıştı.
Gözlerimi Olcay'ın üzerine dikip ona ters ters baktığımda olduğu yere sindi ve gözlerini hızla benden kaçırdı. Bu sırada da Kılıç beni süzüyordu. Değiştirdiğim saçlarıma dikkatle bakarken arkamda bir hareketlilik hissetmiştim.
"Saçların değişik olmuş," dediğinde ters bakışlarımı ona çevirdim. Bu esnada önüme bir kahve bardağı bırakılırken Olcay'la Kılıç'ın da önünde bu bardaklardan vardı. Başımı kaldırıp gelen kişiyi kontrol ettiğimde onun yeşilleriyle karşılaşmıştım. O, gözlerini benden çekmeden yanımdaki boşluğa oturduğunda Kılıç aramıza girdi. "Ama kötü değil, yakışmış bayağı. Daha genç göstermiş seni.. Değil mi aşkım?" diyerek Olcay'dan da bir onay beklediğinde söz konusu olan saçlarım Kenan'ın ilgi odağı olmuştu. İlk karşılaşmamızda da saçlarım ilgisini çekmişti ve her konuşmamızda da gözleri sürekli olarak saçlarıma kayıyordu. Fakat onun bundan hoşnut olmadığını biliyordum.
Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp Kılıç'a baktığımda önümdeki kupayı kavradım yavaşça. "Sağ ol," dedim, donuk bir ifadeyle.
"Bebek ne zaman uyanacak? Daha ben görmedim!" diyerek küçük bir çocuk gibi kaşlarını çattığında benim de kaşlarım çatıldı.
"Bebek değil, Olcay onun adı." dediğimde bu asabi tavrım onun çenesini kapatmasını sağladı.
"Kılıç'ın bazen gerizekalı olduğunu düşünüyorum." dedi, Olcay da ona ters ters bakarken. Adaş olmaları onu biraz daha tetiklemişti.
"Hanginize benziyor?" diyerek bizi umursamadığında kupayı dudaklarıma doğru yaklaştırdım. Bu esnada da Olcay'ın ters bakışları hemen yanımda oturan Kenan'ı buldu ve uzun süre de orada kaldı. Ben, başımı hafifçe oynatıp Kenan'ı kontrol ettiğimde bu bakışların farkındaydı. Hatta o da gözlerini Olcay'dan ayırmıyordu fakat Olcay'ın aksine bakışları ifadesizdi.
"Maalesef şerefsiz babasına benziyor," dediğinde Kenan bir tepki vermeyip önündeki kahve bardağını usulca kavradı. Onun bu tepkisizliği Olcay'ı daha da öfkelendirirken bakışlarımı ona çevirip gözlerimi belerttim. O da bu bakışlarımı fark edip kaşlarını çattı sadece. "Ne, savunacak mısın bana bu herifi?"
"Kimseyi savunduğum yok, kavga istemiyorum sadece.. Olcay uyansın gideceğiz." dediğimde Kenan'ın bakışlarının hızla bana döndüğünü hissetmiştim.
"Bunu konuşmuştuk,"
"Hiçbir şey konuşmadık," derken ona bakmıyordum.
"Sana gitme dediğimde neden kaldın o zaman?" dediğinde Kılıç'la Olcay şoka girdi. Özellikle Olcay şoka girerken başımı çevirip Kenan'ın yeşil gözlerine baktım.
"Dünya senin etrafında mı dönüyor sanıyorsun?" dedim, alayla. "Olcay için kaldım tabii ki, senin için değil!"
Bu sözlerimin ardından birkaç saniye gözlerimin içine baktı. "Yalanını sikeyim senin," dediğinde kaşlarım derince çatılmış, Olcay'la Kılıç'ın da bir film izler gibi bizi izlemesine neden olmuştuk. Onlar hararetli tartışmamıza bizi rahatsız etmeden eşlik ederken onunla tartışmadan durabildiğimiz süre sadece iki dakikaydı. Üçüncü dakikaya girdiğimiz an bir anda geriliyor, ardından da tartışmaya başlıyorduk.
Evet, buna alışmıştım.
İlişkimizin başından beri bu böyleydi ancak bu uzun ayrılığımızdan önce her şey daha katlanılabilirdi. Sarılıp öpüşüyor hemen barışıyorduk ve iki dakikadan daha uzun bir süre tartışmadan durabiliyorduk. Bana dokunduğu an her şey düzelirken aslında bu şarttı. Şu anda da sarılıp öpüşmemiz gerekiyordu ancak biz kavga ediyorduk.
Kahrolası gururum yüzünden.
"Bir türlü itiraf edemiyorsun ne kendine ne de bana!" diyerek sözlerine devam ettiğinde sadece gözlerine bakıyordum. Çıtım çıkmazken, "Aşıksın bana, deliriyorsun şu an.. Görüyorum, seni tanıyorum." dedi, sözlerini vurgulayarak. Öyle ki zihnimin içerisinde de yankılanmıştı sesi.
"Aşk mı kaldı amına koyayım?" diyerek aynı şekilde karşılık verdim ona. İkimizin sesleri yükselirken diğer ikisi de aramıza girmemeye yemin etmiş gibilerdi. "Ulan aşk mı kaldı? Siktin attın, hiçbir şey hissetmiyorum sana karşı! Nefret bile edemiyorum senden, çok uğraşıyorum ama yok yapamıyorum. Sana karşı nefret duygusu bile besleyemiyorum içimde!"
Bu sözlerim koskoca bahçede bir yankı oluştururken yeşil gözleri gözlerimden ayrılmamıştı. Gözlerinde birçok duygu yakaladığımda bana hiçbir şey söylemedi. Ben de daha fazla bir şey söylemezken gözlerini gözlerimden çekmiş, ayağa kalkarak içeri geçmişti. Ayağa kalktığı an devrilen sandalyesiyle beraber çatık kaşlarım müthiş bir yavaşlıkla normal hâline döndü. Dirseğimi masaya, elimi de alnıma yasladığımda gözlerimi yummuştum.
Bu sözlerimin ardından kalbimin orta yerinde bir burukluk oluştuğunda yanlış yaptığımın biraz geç farkına varmıştım. Aslında bu öfke ona değil, kendimeydi. Kendime engel olamadan yine ona çekiliyordum ve bunu böyle bastırmaya çalışıyordum. Onu kırmak için uğraşıyor, kendimden uzaklaştırıyordum. En azından bunun için çabalarken hata yaptığımın farkındaydım. Büyük hatalar yapıyordum ama bunlar için özür dileyemiyordum. İçimde bir canavar yatıyordu ve bunları bana o yaptırıyor gibiydi.
"Ağır oldu," diyen Kılıç'ın mırıltısını duyduğumda Olcay boğazını temizleyerek onu susturmuştu. Olcay bile Kenan'a duyduğu öfkesine rağmen Kılıç'la aynı düşünceye sahip olduğunu biliyordum.
Ciğerlerime derin bir nefesi doldurup gözlerimi açtığımda masada duran bebefonu elime alıp ayaklandım. "Ben gidiyorum, sen istiyorsan kalabilirsin."
Hızla içeri girdiğimde Olcay'ın beni bırakmayacağını tabii ki biliyordum. Onun adım sesleri kulaklarıma ulaşırken yukarı çıkıp Olcay'ı uyandırmamaya özen göstererek onu kucağıma almıştım. Onu ve eşyalarını alarak tekrar aşağı indiğimde Kılıç da merdivenlerin başında volta atıyordu. Bizi fark ettiğinde gözlerime baktı doğrudan.
"Maran," dedi, temkinli bir şekilde. Ardından gözleri kucağımda uyuyan Olcay'a döndüğünde gözleri bir süre orada kaldı. "Böyle yapma.. Kenan'ın sen yokken ne hâlde olduğunu gördüm. Ona böyle davranma, nasıl perişan olduğunu bilmiyorsun çünkü."
"Kılıç," diyen Olcay araya girmeye çalıştığında bense hiç konuşmuyordum.
"Hayır susmayacağım," dedi, Kılıç. Onu çok nadiren böyle ciddi görebilirdik. "Tam olarak yapmadığı bir şey yüzünden onu suçladın, dinlemedin bile çekip gittin! Her şeyi anlatması için ona bir kere bile fırsat vermedin. Senin aksine bütün gururunu hiçe sayıp ayaklarına kapandı, sana yalvardı gitmemen için ama sen gitmeyi tercih ettin! Üstelik çocuğunu bile ondan gizlemişsin, o büyük bir şok yaşarken ona yardımcı olman gerekiyor ama sen yine gidiyorsun her zamanki gibi." dediğinde onu dinliyordum sessizce. Bu söylediklerinde haklı olabilirdi çünkü bunun gibi birçok şeyi Korhan'la Kenan da söylemişti. Onu dinlemem gerektiğini ama bundan kaçtığımı defalarca söylemişlerdi bana. Ki öyleydi. Ben ondan kaçarken kendimden de kaçmıştım. "Eğer ona karşı hiçbir şey hissetmiyorsan ondan uzak dur. Aklını çelmekten başka hiçbir şey yapmıyorsun."
"Ya senin aptal arkadaşın bu kızı kandırdı," dedi, Olcay da. "Gerçekleri söylememesi bile büyük bir hataydı! Maran az bile yaptı, Olcay'ı hiç göstermese de bunu hak ediyordu."
Kılıç'ın bakışları sevgilisine dönerken kaşları çatıldı hafifçe. "Kenan o teklifi kabul etmemiş bile!" diye çıkıştı. "O izlediğiniz sikik video dışında hiçbir halt bilmiyorsunuz." dedi, hiddetle. "Videoyu izledim ve bu saçmalığa sıcak bakmadığı gayet açık bir şekilde ortadayken siz kafanıza göre karar veriyorsunuz. Sen Olcay," derken bu tepkisiyle Olcay'ı şaşırttığı belliydi. Şaşkınca onu izliyordu. Onun gibi naif sıcakkanlı bir adamın içerisinden böyle bir şeyin çıkmasını beklemiyordu. Pekâlâ, ben de öyle. "Sen sadece arkadaşın olduğu için Maran'ın yaptığı her şeyi destekleyemezsin! Dostluk bu değil, hatalarınızı birbirinizin yüzüne bile söyleyemiyorsunuz." Olcay'a baktı kısaca. "Bence kendine çeki düzen ver çünkü bu yaptığın şey onların da ilişkisine zarar veriyor."
O, bu sözlerinin ardından arkasına bile bakmadan yanımızdan hızla geçip bahçeye çıktı. Olcay onun arkasından bakarken bizim gerginliğimiz onlara da bulaşmıştı. Dakikalar önce cıvıl cıvıl olan çift şimdi benim yüzümden bu hâle gelmişti.
Belki de ben etrafımdaki insanlara zarar veren taraftım.
Zihnimdeki karmakarışık düşünceler beni yiyip bitirirken kafamda sadece Kılıç'ın söyledikleri vardı. Onun bu söylediklerinde ne kadar haklı olduğunu biliyordum ve bundan vazgeçmeliydim.
Herkes aynı şeyleri söylerken hata yaptığım barizdi.
Dönülmez bir yola girmeden bu hataları telafi etmeliydim belki de.
🌪️🌪️🌪️
İşaret parmağımla gözlerimdeki optik gözlüğü yukarı doğru kaydırdığımda mavi gözlerimin içi yanıyordu adeta. Karşımdaki bilgisayar ekranına saatlerdir bakarken gözlerimin ağrıma sebebi de buydu.
Elimdeki evrakları önümdeki dosyanın içerisine düzenli bir şekilde yerleştirip tekerlekli sandalyemde dönerek arkamdaki dolaba yöneldim. Dosyayı dolaba yerleştirirken tekrar önüme dönüp masaya yaklaşmıştım. Masanın üzerinde sadece iki dosya kalmışken onları da bir an önce halledip biraz mola vermek istiyordum.
Sabahın erken saatlerinden beri bir kez bile mola vermemiştim ve aşırı derecede yorulmuştum. Dik olan omuzlarım yorgunlukla çökmüş, bakışlarım mayışmıştı. Ara ara eve yaptığım telefon aramaları dışında bir kez bile ara vermemiştim.
Açık olan telefonumdan Olcay'ı kontrol ettiğimde beşiğinde mışıl mışıl uyuyordu hâlâ. Karnını doyurduktan sonra Jale ona banyo yaptırmış ve yatırmıştı. Bir saate yakın bir süredir de uyuyordu.
Elimdeki telefonu kapatıp tekrar bilgisayarıma doğru döndüğümde odanın kapısı tıklatılmadan açıldı ve içeri hiç beklemediğim biri girdi.
Bakışlarım bilgisayarın ekranından ayrılıp kapıya doğru döndüğünde onunla göz göze gelmiş, hiç beklemeden içeri girerek kapıyı arkasından kapatmıştı. Elindeki mavi kapaklı dosyayla masama doğru ilerlerken onun neden buraya geldiğini anlamıştım bile.
Kenan'dı bu.
Onu dünkü konuşmadan sonra görmemiş, bir daha konuşmamıştık. Onu arayıp aramamak arasında çok fazla gidip gelsem de aramamıştım. O da beni aramamış, Olcay'ı bile sormamıştı. Dün eve döndüğümüzden beri aklımda sadece o varken ondan özür dilemeyi aklıma koymuştum fakat buraya bu kadar erken geleceğini tahmin etmemiştim. Hem de elindeki boşanma dilekçesiyle.
Yeşil gözleri mavi gözlerim arasında mekik dokurken masamın önüne kadar geldi, elini hafifçe kaldırıp dosyayı önüme fırlattı. Ben, onu izlerken o da gözlerini benden ayırmıyordu.
Üzerindeki koyu renkli takımı, şirketten geldiğini belli ederken daha onunla ilk görüşmemde odasına bıraktığım dosyayı bana getirmişti. Tabii dünden sonra bunu yapmaması beni asıl şaşırtan şey olurdu. O sözlerden sonra kayıtsız kalmayacağını biliyordum ama bu kadar çabuk beklemiyordum.
Gözlerimi onun gözlerinden çekip önüme fırlattığı dosyanın kapağını yavaşça kaldırıp içindeki tek bir evrağa baktım. Tahmin ettiğim gibi imzalamıştı. Benim imzamın yanında ona ait olan yer bunca zaman boşken şimdi orayı doldurmuştu. Bunca zaman inat eden adamı aptalca sözlerimle dize mi getirmiştim?
Dosyanın kapağını hızla kapatıp ona döndüğümde omuzları dikti her zaman olduğu gibi. "Bu ne şimdi?" dedim, önümdeki dosyayı gösterek. O, bir süre gözlerime baktı.
"Boşanmayı kabul ediyorum, neyini anlamadın?" Kaşlarım havalandı bu sözleri karşısında. Daha düne kadar bana yalvaran adam nasıl oluyor da şimdi böyle düz bakabiliyordu?
"Çok kararlıydın, boşanmayacağım diyordun." derken elimdeki kalemle oynuyordum. "Şimdi de kabul ediyorsun."
Kaşları hafifçe havalanırken, "Sen benimle dalga geçiyorsun herhalde?" dedi, sabırla. "İmzala imzala diyordun, imzaladım işte.." derken yerinden hareketlenmişti. "Sen değil, ben bitiriyorum bu ilişkiyi. Mahkemede görüşürüz." diyerek arkasını döndüğü an attığı iki büyük adımla kapıya ulaşmıştı ki onu durdurdum. Onu durdurmama başta ben olmak üzere o da şaşırdığında ismini zikretmem onu durdurmuştu ancak bana dönmedi, bir süre bekledi. Bense onun sırtıyla bakışırken elimdeki kalemi bırakmıştım.
"Gidemezsin," dedim, hiç düşünmeden. Ardından da yerimden kalktığımda bana doğru dönüp çattığı kaşlarıyla bana bakmıştı. Bakışlarında ne yaptığımı anlamaya çalışan bir ifade hâkimken birkaç adımda ona ulaşıp tam karşısında durdum. "Gidemezsin çünkü bana yardım etmen gerekiyor."
Onun ifadesi allak bullak olurken bu tavrımın onu öfkelendirdiğini görebiliyordum. Böylesine rahat davranıp ona istediğim şekilde yaklaşmama deli oluyordu ve bunu gizlemiyordu.
"Maran sen beni delirtecek misin?" dedi, büyük bir ciddiyetle. "Sen ne yapmaya çalışıyorsun ben anlamıyorum? Bana önce git diyorsun sonra da gitmemi kabullenemiyorsun, sen ne yapıyorsun? Ne istiyorsun tam olarak? Amacın beni delirtmekse eğer başarıyorsun."
"Yardımına ihtiyacım var Kenan,"
"Sana hiçbir konuda yardım etmiyorum," dedi, keskin bir şekilde. Sadece kendisi öyle sanıyordu. "Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamana müsaade etmeyeceğim."
"Ozan konusunda bana yardım etmeni istiyorum sadece," dediğimde durdu. Yeşilleri gözlerime kilitlenirken kaşları hâlâ çatıktı. "Madem bana hiçbir şey söylemiyorsun, o zaman yardım et. Onunla görüşmek istiyorum, benimle gel."
Bir süre öylece bana bakarken gözlerine nasıl bakıyordum bilmiyordum ama gözlerindeki o sert ifade kırılır gibi olmuştu. "Neden seninle geleyim ki? Bunu tek başına da hâlledebilecek bir kadınsın, benim yardımıma ihtiyacın yok."
Evet öyleydi ama ben de onu ancak böyle yanımda tutabilirdim. Ona gidemeyeceğini söylediğimde aklımdan ne geçiyordu bilmiyordum fakat kesinlikle bu değildi.
"Ya bana bir şey yaparsa?" Omuz silktim. "Adamı tanımıyorum sonuçta.."
"Bir ordu koruman var ve bana ihtiyacın yok bunun için."
"O bir ordu koruma, tek bir Kenan edemiyor ama?" Bu sözlerimle beraber gözlerimiz arasında elektriği fazlaca yüksek olan bir bakışma geçmişti. "Bildiğin şeyler var biliyorum ama bana söylemiyorsun. Benim bunları tek başıma öğrenmem gerektiğini söyledin ve ben oraya tek başıma gitmeyeceğim. Sen de benimle geleceksin. Şimdi.."
"Seninle hiçbir yere gelmiyorum," dedi, bu sözlerime karşılık. Çenemi hafifçe dikleştirip gözlerine baktım.
"Son kararın bu mu?" Başını ağırca salladı.
"Aynen öyle."
"O zaman Olcay'ı bir daha göremezsin," dedim, birden. Bu sözlerimle beraber yüzünde alaylı bir ifade oluşurken, "İstersem tam şu an onunla geri dönebilirim ama bu sana bağlı tabii.."
"Beni tehdit mi ediyorsun?"
"Olacakları söylüyorum,"
"Hiçbir şey yapamazsın,"
"Öyle bir yaparım ki.." Bu sözlerimle beraber yeşil gözlerindeki o ifade yoğunlaşırken ciddiyetimin farkına varması için bakışlarımı bir kez bile ondan kaçırmadım. Bu da koskoca odada derin bir sessizliğe gömülmemize neden olurken bunu bölen şey masanın üzerindeki tekefonumun çalması olmuştu. Aramızdaki bakışma bir kez daha sonlanırken, "Bir dakika," diyerek adımlarımı masaya yönelttim ve elimi uzatıp çalan telefonumu elime aldım. Ekrandaki ismi gördüğüm an içime bir huzursuzluk çöktüğünde aramasını hızla yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladım. "Efendim, Jale?"
"Maran Hanım, Olcay'ın çok feci ateşi var." diyerek telaşla konuştuğunda kaşlarım hızla çatıldı. İçimdeki o huzursuzluk büyürken çoktan yerimden hareketlenmiştim bile. "Uyuyordu, kontrol etmek için çıktığımda fark ettim. Arabayı hazırlatıyorum şu anda, hastaneye götüreceğiz."
"Nasıl ateşi çıktı? Hiçbir şeyi yoktu, nasıl oluyor bu?" derken aceleyle çantamı almış ve Kenan'ın da tüm ilgisinin bende olduğunu o an fark etmiştim. Kaşları tıpkı benim gibi hafifçe çatılmıştı. "Sana emanet ediyorum bu çocuğu, böyle mi bakıyorsun?" diyerek ona çemkirdiğimde kapıya doğru ilerlediğimi gören Kenan da benim için kapıyı açmış ve ben odadan çıkarken hızlı adımlarla beni takip etmişti. "Kapat telefonu, daha sonra konuşacağız seninle."
Kulağıma yaslı olan telefonu indirip onu beklemeden suratına kapattığımda rehbere girmiştim. Bu esnada Kenan da asansörün tuşuna yine benim yerime basmıştı. "Ne olmuş Olcay'a?" dedi, endişesini gizleyemeyerek.
"Ateşi varmış," dedim, onu yanıtlayarak. "Kontrol ettim ben onu, hiçbir şeyi yoktu ki!" derken asansör bulunduğumuz katta durduğunda bana öncelik tanımış, ardından da kendisi binerek en alt kata basmıştı.
"Çocuk bu, normal ateşlenmesi." diyerek beni telkin ettiğinde bunu söylemesine rağmen onun da gözlerinde endişe vardı. Sadece beni daha fazla germek istemediği için belli etmemeye çalışıyordu fakat onu çok iyi tanıyordum. "Panik yapma bu kadar, sakin ol."
Saniyeler sonra asansörden inip otoparka ulaştığımızda çantamın içerisinde arabamın anahtarını arıyor ama bulamıyordum. Telaşla çantamın içerisini karıştırırken Kenan da çoktan arabasına yönelip kapıyı benim için açmıştı. Eş zamanlı olarak hiç düşünmeden onun arabasına bindiğimde kapıyı kapatmış ve arabanın etrafında dolaşarak sürücü koltuğuna geçmişti. Bu sırada da hâlâ arabamın anahtarını arıyordum. "Nerede bu?"
"Odada unutmuşsundur," derken emniyet kemerini bile bağlamadan arabayı çalıştırdı. O, hızla otoparktan çıkarken çantamı kurcalamayı bırakıp emniyet kemerimi takmıştım. O, kemerini takmadığı için kulak tırmalayıcı alarm da çalıyordu bu esnada.
"Tak şu kemerini," dedim, en sonunda. Ardından da navigasyona gideceğimiz hastanenin adresini girdiğimde bana baktı göz ucuyla.
"Bizim hastanelerden birine niye gitmiyoruz?" dedi, sorgulayarak.
"Doktorum burada," diyerek kısaca yanıtladım sorusunu. Bakışlarımı ona çevirip kemerini kontrol ettim. "Kafam şişti, tak artık!" dediğimde bir elini direksiyondan çekerek kemerine uzandı. O, kemerini takarken ses de kesilmişti. "Aptal karı, bir çocuğa bakamıyor ya!"
"Kafana göre hareket edersen böyle olur," diye mırıldandı kendi kendine ama ben duymuştum. Yan profiline ters ters bakarken başını çevirip bana baktı. "Bayılıyorsun güçlü kadını oynamaya."
"Bana bak Kenan," dedim, sert ifademi sürdürerek. Onun yeşil gözleri gözlerimdeyken kırmızı ışıkta olmamız iyiydi. "Ben ağzını burnunu dağıtmadan kapa çeneni ve sür şu arabayı."
"Küçücük çocuğu daha kime emanet ettiğin bile belli değil, üstüne üstlük bir de ahkâm mı kesiyorsun?" dediğinde dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Gözlerim onun gözleri arasında mekik dokurken, "Sen böyle her şeyi bir başına yapmaya devam et, tamam mı? Harika gidiyorsun çünkü."
Bu sözlerinin ardından bakışlarını benden çekip yola döndüğünde yeşil ışık yanmış, araba tekrardan hareketlenmişti. Ben de hiçbir şey söylemeden önüme döndüğümde hastaneye varana kadar ikimiz de konuşmadık. Zaten iş çıkışı olduğu için trafik epey yoğundu ve bu yüzden hastaneye varmamız uzun sürmüştü. Biz hastaneye varıp ilgili kata çıkana kadar da Kenan'la aramızda herhangi bir diyalog olmadı.
Kenan'ın odasının önünde Jale'yle Bora'yı gördüğümde Jale'ye ters bakışlarımdan birini yollamış, ardından da peşimden gelen Kenan'la beraber doktorumun odasına girmiştim.
Odasına girdiğim an Olcay'la ilgilenen Kenan'ın bakışları bana dönerken üzerimde kısaca oyalanmıştı. Bakışlarının odağı arkamda varlığını hissettiğim Kenan'ın üzerindeyken adımlarımı sedyenin üzerinde kıpırdanan Olcay'a yönelttim. Üzerindeki kıyafetleri çıkarılmış, sadece beziyle kalmıştı. Elimi uzatıp onun teninin sıcaklığını kontrol ettiğimde iyi gibiydi.
Olcay, çıplak bacaklarını kaldırıp ellerini hareket ettirirken Doktor Kenan da onun bacağını nazikçe sabitleyip bacağına bastırdığı pamuğu çekti. Bu esnada da Olcay kıpırdamamıştı çünkü onu tanıyordu. Hatta sadece onun kontrolündeyken böyle akıllı duruyordu.
"Düştü mü ateşi?" diye soran Kenan yanımıza doğru adımlayıp Olcay'ın ilgisini çekmeyi başardığında Olcay şaşırtıcı bir heyecanla kollarını çırptı.
"İğne yaptım, birazdan daha iyi olur." diyerek yanıtladı onu. "Şimdi ona ateş düşürücü birkaç şurup yazacağım.. Hiçbir şeyi yok gayet iyi, diş çıkarıyormuş sadece prenses." derken eldivenlerini çıkarıp elindeki pamukla beraber çöp kutusuna atmıştı. Ardından da ikimize de uzunca baktığında Kenan bunu fark etmemişti çünkü Olcay'la ilgileniyordu. "Reçeteyi vereyim sana gel,"
"Ben alırım," diyen Kenan, ikimizin arasına girip yerimden hareketlenmemi engellediğinde başımı hızla ona doğru çevirmiş ve göz göze gelmiştik. Bununla beraber de gözlerindeki alevlerin harlandığına şahit olmuştum. "Olcay'ı hazırla sen, çıkalım bir an önce."
Gözlerim onun gözlerinin hapsindeyken başımla onu onaylamakla yetinebildim sadece. Kenan'ı o fotoğraflardan tanıyordu ve şimdi onun kim olduğunu daha iyi anlamıştı. Aklından neler geçtiğini bilmiyordum ama onunla aramda bir şeyler olduğunu düşündüğüne emindim.
Doktorumla beraber yanımdan uzaklaştıklarında ben de kenarda duran kıyafetlere doğru uzanıp Olcay'ın üzerini giydirmiştim. Ardından da onu kucağıma alırken yeşil gözlerine baktım uzunca. Onun başının üzerine minik bir öpücük bırakıp yanlarına gittiğimde ikisinin arasında rahatsız edici bir sessizlik vardı. Kenan; gözlerinde yatan o tehlikeli ifadeyle doktorumu ara ara süzüyor, aklında neler döndüğünü anlayamıyordum.
"Çok yükselmiş miydi ateşi?"
"37,5'tu." dedi, doktor olan. "Geldiğinde çok ağlıyordu ama sonrasında sakinleşti, biraz da olsa düştü ateşi.. İğne etkisini gösterdiğinde daha iyi olur ama diş çıkarıyor, normal bu tür şeyler." derken bakışları ondan ayrılıp bana döndü. "Endişelenme sen de bu kadar."
Onun bana yönelik bu sözleriyle beraber karşısında oturan Kenan'ın kaşları havalanırken bakışları da müthiş bir yavaşlıkla bana döndü, gözlerime baktı. Uzunca bir süre de oradan ayrılmadığında buna bir son veren ben olmuştum. Onunla burada tartışmayacaktım tabii ki.
"Bir şey olursa beni arayabilirsin," diyerek konuştuğunda elindeki reçeteyi Kenan'a uzatmıştı fakat sözleri banaydı. Sanırım Kenan'ı delirttiğinin farkında değildi.
Kenan onun elindeki reçeteyi çekip aldığında o delici bakışlarıyla çoktan doktoru öldürmüştü. O, benimle beraber yerinden kalkarken, "Teşekkür ederim Kenan," demiştim. Bununla beraber de Kenan gözlerini üzerime diktiğinde Olcay da onun için çırpınmaya başlamıştı yine. Onun dikkatini dağıtan şey de bu olurken uzanıp onu güçlü kolları arasına aldı. Kucağındaki Olcay'la beraber beni beklemeden odadan çıktığında içten içe delirdiğini biliyordum.
"Barıştınız mı?" dedi, Kenan merakla. Gözlerimi devirdim.
"Hayır, boşanıyoruz. Kabul etti boşanmayı.." dediğimde güldü ve elindeki kalemle az önce Kenan'ın çıktığı kapıyı gösterdi.
"O mu? Hayatta inanmam, beni öldürecekti neredeyse." Bu sefer gülen ben olduğumda omzuma astığım çantamı düzelttim.
"İnatlaşıyoruz işte," dedim, çok normalmiş gibi. "Kıskançtır biraz, takma onu.. Akşam konuşuruz, ben bir Olcay'a bakayım." Elini salladı hafifçe.
"Tabii tabii git," dedi, anlayışla. "Konuşuruz sonra."
"Görüşürüz, tekrar teşekkür ederim her şey için." Gülümsedi.
"Görüşürüz."
Hızlı adımlarla onun yanından ayrılıp koridora çıktığımda aramızda çok fazla mesafe yoktu. Onun peşinden giderken Jale'yle Bora da arkamdan ilerliyordu. Tabii Jale'yle sonrasında konuşacaktım fakat şu an bunun sırası değildi.
Onu, asansörün önünde yakaladığımda beraber asansöre binip aşağı inmiş ve ardından da hastaneden çıkmıştık. Beraber tekrar arabasına bineceğimiz esnada Olcay'ı bana vermiş, ben arabaya binerken de onun ilaçlarını almaya gitmişti. Bu esnada da Olcay'la ilgilenmiştim. "Çiçeğim," dedim, iki yandan toplu olan kısacık saçlarını okşarken. O, ağzındaki emziği emerken koca yeşil gözleri üzerimdeydi. Başı göğsüme yaslıyken huzurlu görünüyordu. "Evimize gidiyoruz şimdi.."
Yan tarafımdaki kapı onun tarafından açılırken arabaya bindi ve elindeki poşeti arka koltuğa bıraktı. Ardından da gözleriyle Olcay'ı kontrol ettiğinde emniyet kemerini takıyordu. "İyi mi?" diye sordu sessizce. Başımı salladım.
"İyi.. Eve gidince ilaçlarını içiririm daha iyi olur." diyerek onu yanıtladığımda arabayı çalıştırıp hastanenin otoparkından çıktı.
"Ne zamandır tanışıyorsunuz?" diye sorduğunda bakışlarımı ona çevirmiştim. Bu soruyu ondan beklediğim için bir tepki göstermedim ve onu yanıtladım bir kez daha.
"Hamile olduğumu öğrendikten sonra kontrole gelmiştim," dediğimde bir süre ondan ses çıkmadı. Aklında yine tilkiler dönüp duruyordu.
"Yattınız mı?"
Rahatsız edici bir sakinlikle sorduğu bu soru tüm şalterlerimi attırdığında ona istediğini vermeyecektim. Şu an benimle kavga etmek istiyordu ama ben, her ne kadar bu benim için zor olsa da onunla kavga etmeyecektim.
Kaşlarımı çatıp onun suratına bir tane geçirmemek için kendimi zor tutarken dudaklarım arasından derin bir soluk bıraktım. "Yatmadık," dedim, sakin olmaya çalışarak.
"Yazık olmuş gerçekten."
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" dedim, kendimi tutamayarak. "Ne duymak istiyorsun anlamıyorum?" derken onu inceliyordum. Direksiyona yaslı olan eline baktım kısa bir an. Düne kadar parmağında olan alyansı şimdi yoktu. Hastaneye gelirken de bunu fark etmemiştim fakat şimdi dikkatimi çekmişti. Şimdiye kadar çıkarmadığı alyansını çıkarmıştı. "Çıkarmışsın," dediğimde neyden bahsettiğimi önce anlamadı, ardından da bakışlarımı takip ettiğinde boş parmağına baktığımı fark etti.
"Senin takmadığın yüzüğü ben neden takayım ki?" dedi ve bunu söylerken elini uzatıp torpidoyu açarak oraya bırakmış olduğu alyansını alıp torpidoyu kapattı. Benden uzaklaşmadan ve de hiç düşünmeden hemen yanımdaki aralık camdan dışarı yüzüğü attığında gözlerini gözlerimden ayırmamıştı.
Bu yaptığı, boğazımda bir yumrunun oluşmasına neden olduğunda bu neden bu kadar zoruma gitmişti bilmiyordum. Söylediği gibi bu yüzüğü ilk çıkarıp eline tutuşturan bendim ama bunu onun yapması benim ağrıma gitmişti.
Saçmalıktı.
Önce boşanmayı kabul etmiş ardından da yüzüğünü çıkarmıştı. Yetmemiş gibi bir de yolun kenarına fırlatmıştı.
"Onunla aramda bir şey yok,"
"Umurumda değil."
"Gördük az önce ne kadar umurunda olmadığını." diyerek imayla konuştuğumda cevap vermedi. "Madem beni hâlâ seviyorsun, ne diye boşanmayı kabul ettin o zaman?"
"Gururu olan tek kişi sen değilsin çünkü." dediğinde bundan yorulduğunu anlamıştım. Tıpkı benim gibi yorulmuştu ama kalbine bile büyük gelen o sevgiye karşı koyamıyordu. "Zaten gurur murur kalmadı sayende.."
Ona hiçbir şey söylemeden önüme döndüğümde o da daha fazla konuşmadı ancak aramızdaki sessizliği bozan bir şey olmuştu. Ara bölmede duran telefonu titrerken bakışlarım refleksle telefonunun ekranına döndü. O da göz ucuyla telefonunu kontrol ederken yanıp sönen ismi görmeye çalıştım o aramayı meşgule almadan hemen önce.
Gözde.
Telefonunun ekranında bu isim yazarken kaşlarım hafifçe çatıldı, bakışlarımı o fark etmeden hızla yola çevirdim. Onun telefonunda ilk kez gördüğüm bu isim, aklımda binbir düşüncenin oluşmasına neden olurken bir yandan da bunu bu kadar umursamamam gerekiyordu. Ne de olsa yakında boşanacaktık ve onu araştırmam saçmalık olurdu.
"Melinda'yla konuşayım, Olcay'la o ilgilensin bundan sonra." diyerek bu sessizliği bozduğunda Olcay'ın gözleri de kapanmaya hazırdı. Neyse ki eve çok fazla kalmamıştı. O uyumadan ona ilaçlarını içirmeliydim.
"Gerek yok, diş çıkarıyor işte çocuk. Ondan öyle oldu.."
"Fikrini sormadım zaten." diyerek kestirip attığında abartılı bir şekilde ofladım. Bu esnada yalının bahçesine giriş yapmıştık. Süs havuzunun önüne arabasını park ettiğinde bana yardımcı olmuş, beraber arabadan inmiştik. Birlikte eve girip Olcay'ın odasına çıkarken Olcay artık benim değil, onun kucağındaydı. Ona bu kadar çabuk alışmasını hiç beklemiyordum ve sürekli onun kollarına atılması beni şaşırtıyordu. Belki de aralarındaki bu bağın farkındaydı.
Kenan ona benim yerime ilaçlarını içirdikten sonra onun kucağındaki yerini sağlamlaştırmıştı. "Ne güzelsin sen ya?" dedi, Olcay'ın tombul yüzünü incelerken. Dudaklarında hafif bir gülümseme varken onu izliyordu. Olcay başını onun göğsüne yaslamış, ona alttan bakarken Kenan da hafifçe yanağını okşuyordu.
"Senin işin varsa gidebilirsin," dedim, kollarımı göğsümde birleştirirken. "Hem Olcay iyi zaten, birazdan da uyur."
Öyle ki Olcay'ın bakışları mayışmıştı bile. Gözleri onun üzerinden ayrılmazken ona duyduğu meraktan dolayı uykusunu bastırmaya çalışıyordu. Belki de gideceğini anlamıştı ve o yüzden de kucağından kıpırdamıyordu.
"Uyusun giderim," dedi, dingin bir sesle. "Bir acelem yok."
"Sana düşündüğümden daha hızlı alıştı," derken gözlerimi ondan çekip Olcay'a çevirmiştim. Gözleri yarı kapalı bir vaziyetteydi. "Tuhaf."
"Tuhaf olan ne?"
"Çocukların sana bu kadar ilgi duyması," dediğimde bakışlarımız bir kez daha buluştu. İlk kez yüzünde o sert ifadesi yoktu. "Çocuklar nasıl?" diye sordum. "Alaz hâlâ bulduğu her yerde uyuyor mu?"
Bu sorum onu güldürdüğünde saatlerdir aramızda mevcut olan o gerginlik de bir toz bulutu gibi uçup gitmişti. O güldüğü an benim de ifadem yumuşamış, dudaklarımda bir gülümseme oluşmuştu.
"Yakında 2 yaşına girecek," dediğinde gülümsemem genişledi. "Evet, hâlâ bulduğu her yerde uyuyor.." dedi, gülerek.
Yukarı kıvrılan dudaklarında bir ahenk varken yeşil gözleri de gülüşünün etkisiyle hafifçe kısılmıştı. O alışık olduğum görüntüyü telaşsız bir şekilde izlerken onu ne kadar özlediğimin bir kez daha farkına varmıştım. Melodik gülüşü ve ardında bıraktığı o gülümseme benim ona dair hayran olduğum şeylerden sadece biriydi.
Tam şu an güçlü kolları arasında olup güzel gülüşüne daha yakından şahit olmak istiyordum.
"Babasına benziyordu en son,"
"Abime benziyor," dedi, beni doğrulayarak.
"Eftal nasıl?" dediğimde bakışlarını Olcay'a çevirip onu kontrol etmişti. Gözleri nihayet kapanmış, Kenan'ın gömleğinin yakasını da sıkı sıkıya tutmuştu.
"Eftal kocaman oldu," dedi, beni yanıtlayarak. "Geçen hafta 4 yaşına girdi, Firuze onu okula gönderiyor şu an."
"En son gördüğümde küçücüktü,"
"Hızlı büyüyorlar işte." dediğinde kollarımı çözüp ona doğru ilerlemiştim. Olcay'ı yavaşça onun kucağından aldığımda bu biraz zor olmuştu çünkü ona öyle sıkı sıkıya tutunmuştu ki zar zor onu kucağından ayırabilmiştim. Onu beşiğine yatırıp son kez ateşini kontrol ettiğimde durumu iyiydi. Başucuna bebefonlardan birini koyup Kenan'la beraber odadan çıktık.
"Kahve içelim mi?" diyerek ona doğru döndüğümde güldü.
"Az önce kavga ediyorduk şimdi de kahve mi içeceğiz?" Omuz silktim.
"Kahve içelim, gidersin." derken çoktan merdivenleri bitirip mutfağa geçmiş, o da peşimden gelmişti. Ben, bize kahve yaparken ona uzun zamandır kahve yapmamama rağmen nasıl içtiğini unutmamıştım. "Annenle Bige nasıl?" diye sordum uzun bir sessizliğin ardından. O, ada tezgâhın etrafındaki döner sandalyelerin birine oturmuş beni izlerken konuştu.
"İyiler," dedi, kısaca.
"Olcay'ı biliyorlar mı?"
"Hayır söylemedim." Kaşlarım havalandı.
"Neden?"
"Daha ben alışamadım çünkü.. Hem annemlerde burada değil, abimleri ziyarete gitmişlerdi."
"Bige de mi onlarla?" derken ona ait olan kahveyi önüne bırakıp kendi kahvemi alarak tam karşısına oturmuştum.
"Bige burada, şirkette şu an."
"Nişanlanmış," dedim, sorarcasına. Ardından da bunu nereden bildiğimi anlayamayarak başını kaldırıp bana baktığında ekledim. "Fotoğrafları gördüm."
"Onlar bayağıdır birliktelerdi, Bige'nin de okulu bitince yüzük takalım demişler ama bence yanlış yaptılar." dediğinde elimi çeneme yaslayıp onu dinlemeye devam ettim. "Gençler sonuçta, bu kadar hızlı davranmak pek de iyi bir şey değil."
"Bence de." diyerek katıldım ona. "Ben de görünce şaşırmıştım ama Yiğit iyi bir çocuk sonuçta."
"İki iyi insan birbirine cehennemi yaşatıyorsa bunlar hâlâ iki iyi insan mıdır?" dedi, birden. Bakışlarım ona dönerken yeşil gözleri gözlerime değdi kısaca. "Bir yerde okumuştum, çok etkileyici değil mi? Üzerine düşündükçe yeni anlamlar çıkıyor."
"Belki de o cehennemde mutlulardır, nereden bilebiliriz? Bazıları mutsuz olacaksa bile o kişiyle mutsuz olmaya razı olurlar."
Gözlerimin değdiği gözleri her geçen saniye daha da anlam kazanırken omuzlarımızda birbirimize söylemek istediğimiz çok fazla şeyin ağırlığını taşıyorduk. Fakat biz susmaya devam ediyor, sustukça daha çok yük biniyordu. En sonunda da konuşmaktan yorulmuş, bir köşede dinlenmeye karar vermiştik.
Ada tezgahın üzerinde duran telefonu bir kez daha titrerken gözlerimizin teması kesildi, bakışları telefonunun ekranına döndü. Ben de kendime engel olamayarak yine kimin aradığını kontrol ettiğimde bu sefer annesinin aradığını görmüştüm.
O, aramayı yanıtlayıp telefonu kulağına yasladığında bakışlarımı ondan çekip kahvemi elime aldım. Bu esnada da o, yerinden kalkarak mutfağın bahçeye açılan kapısından dışarı çıkmıştı. Onun ardından ben, telefonumu elime alıp mesaj kutusuna girdiğimde Hakan Bey'le olan mesajlarıma girdim ve hiç düşünmeden parmaklarımı klavyenin üzerinde hareket ettirdim.
Ahu Maran KAYA: Ben süreci sonlandırmak istiyorum Hakan Bey,
Ahu Maran KAYA: Boşanmaktan vazgeçtim.
Hakan ALTAN: Emin misiniz? Davadan feragat eden tarafın daha sonrasında bundan dönmesi mümkün olmayacaktır, bunu biliyorsunuz.
Ahu Maran KAYA: Evet biliyorum, kararım bu yönde.
Mesajı gönderip telefonumu kapatarak kenara koyduğumda omuzlarımdaki yükün bir kısmından kurtulduğumu çok net hissetmiştim. Ferahlamış, tazelenmiş hissediyordum. Sanki tek bir sihirli dokunuşla yenilenmiştim.
Bundan sonrasında ya her şey yoluna girecek ya da hayatım tamamen alt üst olacaktı.
En azından her şey olmasa da hayatımdaki bazı şeyler artık yoluna girebilirdi.
🌪️🌪️🌪️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.8k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |