
Yerde duran oyuncakları toplarken bakışlarım dalgın, aklım başka bir yerdeydi. Yanıbaşımda duran Olcay da kendi kendine eğlenirken yüzümdeki gülümsemeyle onu izliyordum. Zaten beni gülümsetebilen tek kişi oydu.
Elimdeki oyuncakları duvardaki rafa tek tek yerleştirirken Olcay da benim telefonumu bir lego parçasına yaslamış, açtığı kameradan kendi görüntüsünü şaşkınlıkla izliyordu. Onu büyük bir keyifle izlerken yavaşça ayağa kalkıp kameraya yansıyan görüntüsüne baktı. Üzerindeki tişörtü hafifçe sıyrılmış, koca göbeği ortaya çıkmıştı. O, koca göbeğini gördüğü an eliyle göbeğini kapatıp hızla arkasını döndüğünde beşiğine çarpmış ve geriye doğru hafifçe sendeleyerek yere düşmüştü. O; başta ne olduğunu anlamadığında eli alnına doğru gitmiş, canının acısını hissettiği anda da ağlamaya başlamıştı.
Ben, gülmekle gülmemek arasındaki o çizgideyken elimdekileri bırakıp ona doğru eğilerek onu kucağıma aldım. O, bas bas ağlarken başını omzuma gömmüştü. "Oy," dedim, sırtını sıvazlarken. "Tamam anneciğim, yok bir şey.. Bakayım başına," derken onu doğrultarak çarptığı alnına baktım. Hafifçe kızarmıştı fakat canını yakmış olmalıydı. "Kurban olurum sana, ağlama." Çarptığı yeri öpüp hafifçe okşarken gözyaşları yanaklarından hızla süzülüyordu. Dudakları öne doğru büzülmüş, gözlerini gözlerime dikmişti.
Ben, onu susturmaya çalışırken odanın kapısında görünen kişiyle beraber kısa bir an duraksamıştım. Onun yeşil gözleri ikimiz arasında gidip gelirken Olcay'ın üzerinde epey oyalanmıştı. Onun geldiğini duymamış hatta aradığını da görmemiştim.
"Ne işin var senin burada?" dedim, ters bir tavırla. Bu esnada odaya girmiş ve bana doğru ilerlemeye başlamıştı. Gözleri çok kısa bir an Olcay'dan ayrılıp bana döndüğünde beni yanıtladı.
"Aradım kaç defa, açmadın. Olcay'ı görmeye geldim." dediğinde aramalarını görmemiş olmam normaldi çünkü telefonum dakikalardır Olcay'daydı. "Niye ağlıyor?" derken Olcay, şarıl şarıl ağlamasına rağmen kollarını ona doğru uzatmıştı. Kenan, onun bu isteğini geri çevirmeden onu kucağına aldığında kızaran alnını da fark etmişti. Kaşları çatılırken, "Alnına ne oldu?"
"Çarptı," diyerek yanıtladım onu. Bu esnada yerdeki telefonumu elime alıp hâlâ kayıtta olan videoyu kapatmıştım. Olcay bu kadar ağlıyor olmasa oturup dakikalarca bu videoya gülebilirdim ama bir anne olmam maalesef ki beni durduruyordu. "Bir şeyi yok, susar şimdi. Çocuk bu sonuçta.." derken telefonumu üzerimdeki şortun cebine sıkıştırıp ona arkamı dönmüştüm. Oyuncakları yerlerine yerleştirirken bakışlarının ağırlığını sırtımda hissediyordum.
Onunla o haberden sonra tabii ki görüşmüştük çünkü sık sık Olcay'ı görmeye geliyordu. Hemen hemen her gün görüşmek zorunda kalsak da ona karşı belli bir mesafem vardı. Bunun da farkındaydı fakat hâlâ sahilde yaşanan olaydan dolayı böyle davrandığımı sanıyordu. E tabii o da vardı, hiçbir şeyi unutmamıştım ancak o son haber de tuzu biberi olmuştu.
"Tamam bebeğim, geçti.." diyen sesi kulaklarıma ulaşırken Olcay da hâlâ ağlıyordu. O, onu öpüp koklarken bir ara susar gibi olmuş, ardından da sessizleşmişti. Ben de bu esnada odayı toparlamış, her taraf daha derli toplu olmuştu.
"Acıktı o, ondan huysuz böyle.." derken kollarımı ona doğru uzatmış, Olcay'ı kucağıma almıştım. Olcay, babasının kollarından ayrıldığı için homurdanmaya başladığında adımlarımı kapıya yönlendirdim. "Tamam aşkım, baba burada bak.. Gitmedi bir yere ama gidebilir. Bekleyenleri var ne de olsa." diyerek konuştuğumda Olcay başını omzuma yaslamış, Kenan da gözlerini üzerime dikmişti. Yani görmüyordum ama hissediyordum.
"Ne diyorsun?" dedi, gayet düz bir sesle. Bu esnada çoktan merdivenleri inmeye başlamıştım. O da peşimden gelirken bugün diğer günlere rağmen spordu. Üzerinde pahalı takımlarından biri yoktu bu sefer. Siyah bir tişörtle bir pantolon giymişti sadece.
"Hayırlı olsun diyorum," dedim, yapmacık bir şekilde. Merdivenleri bitirip mutfağa geçtiğimde mutfakta kimse yoktu. Nilgün abla salonla ilgilenirken Jale neredeydi bilmiyordum.
Olcay'ı mama sandalyesine oturturken alnını da kontrol etmiştim bir kez daha. Kızarıklık az da olsa geçmişti. Onun alnına bir öpücük bırakıp arkama döndüğümde yarım saat önce ona yaptığım çorbayı kontrol etmiştim. Çok sıcak olduğu için biraz soğumasını beklemiştim ve sıcaklığı şu an iyiydi.
"Ne için, anlamadım?" dedi, o da ada tezgâhın etrafındaki sandalyelerden birine otururken. Olcay'ın tam yanına oturmuştu.
"Sevgilin güzelmiş," dediğimde mutfakta bir sessizlik oluşmuş, çıtı çıkmamıştı. Ben Olcay'a çorba koyup onun için biraz da ekmek dilimlediğimde bana hâlâ bir cevap vermemişti.
Arkamı dönüp elimdekileri ada tezgâhın üzerine bıraktığımda kaşlarının hafifçe çatıldığını görmüştüm. "Ne sevgilisi?" dedi, anlamıyormuş gibi. "Ne saçmalıyorsun Maran?"
"Gözde, yeni gözden galiba?" derken Olcay'ın yanına oturdum. O, gözlerini üzerimden ayırmazken Olcay da yemek yiyeceği için epey heyecanlanmıştı. Onu daha fazla bekletmeden kaşığı elime aldığımda bana bir yanıt verdi.
"Sevgilim değil, arkadaşım sadece." dediğinde güldüm.
"Biliyoruz o arkadaşlıkları," dedim, onu tekrar ederek. O gece Kenan'a aynen böyle söylemişti. "Yatıyor musunuz?" dediğimde ona hatırlattığım bu şeyle beraber sadece gözlerime bakmakla yetindi. O gece söylediklerinden dolayı utanıyordu, biliyordum.
"Senden başka kimseye dokunmadığımı biliyorsun,"
"Sana güvendiğimi de nereden çıkardın?" derken kaşığı Olcay'a doğru uzatmıştım. Eş zamanlı olarak da kopardığım küçük ekmek dilimini de ağzına tıkıştırdım. O, iştahla yemeğini yerken, "Sen de bana inanmamıştın."
"Özür diledim defalarca,"
"Bu bir işe yaramadı çünkü beni rezil ettin zaten," dediğimde haklı olduğumu bildiği için söyleyecek pek bir şeyi yoktu. "Sana öyle bir şey olmadığını söylememe rağmen adamın önünde rezil ettin beni. O günden beri görüşmüyorum onunla, telefonlarını bile açamıyorum senin yüzünden."
"Ne güzel işte," diyerek yüzsüzce konuştuğunda başımı kaldırıp yeşil gözlerine baktım. Birkaç saniye boyunca sadece bakıştığımızda hâlâ böyle pişkin davranması sinirlerimi bozuyordu. "Ona ihtiyacın yok ki, bir sürü arkadaşın var zaten? Ben varım-"
"Sen yoksun, çıkardım seni hayatımdan unuttun herhalde?" Güldü sadece.
"Hayatından çıkaramazsın beni biliyorsun değil mi?" dedi, alayla. "Kızımız var bizim, istesen de istemesen de görüşüyoruz."
"Keşke dönmeseydim."
"Maran,"
"Adımı ağzına alma," derken ona bakmıyordum bile. "İşin gücün yok mu senin, git? Olcay'ı da gördün, uyutacağım onu zaten."
"Gitmeyeceğim," dediğinde onu umursamadım. Ben, Olcay'a yemeğini yedirirken sessizce bizi izlemiş ve Olcay'la ilgilenmişti. Ben yemeğini yedirirken o da onun kirlettiği yerleri temizlemiş, ara ara ona su içirmişti. "Olcay'ı denize götürelim mi?" Omuz silktim.
"Korkuyor, havuzda bile beş dakika durmuyor."
"Olsun, aşar belki.." derken bakışlarını üzerimde hissetmiştim. "Çeşme'ye yazlığa gidelim, sen seviyorsun."
"Sevmiyorum ben Çeşme'yi." dedim, yalan söyleyerek.
"Yalan söyleme, bayılıyorsun oraya." diyerek yalanımı hemen yakaladığında beni bu kadar iyi tanıması sinir bozucuydu. Ona mesafeli olmak için yalan söylüyordum ama buna bile izin vermiyordu. "Birkaç gün kalırız,"
"Seninle hiçbir yerde kalmam ben." Güldü, Olcay'ın ağzını silerken. Bu esnada ben de yerimden kalkıp etrafı toplamıştım. "Hem olmaz, işim gücüm var benim."
"Fıstığım," dediği an ona doğru döndüğümde bunu bana değil de Olcay'a söylediğini anlamış, hızla önüme dönmüştüm. Kalbim saçma bir reaksiyon verirken iç sesim de benimle dalga geçiyordu. "Ne diyorsun, gidelim mi?" diye sordu Olcay'a. Olcay, oturduğu mama sandalyesinde heyecanla kollarını çırptığında ellerimi yıkıyordum. O, Olcay'ı öpücüklere boğarken onları izlemekle meşguldüm. "Ne güzel bir kızsın sen ya?" dedi, onun tombul yanaklarını severken. "Aynı annesi.." dediğinde başını tam kaldırıp bana bakmıştı ki bakışlarımı hızla ondan çekip kenardaki peçeteyle ellerimi kuruladım.
"Bige ne zaman evleniyor?" diye sordum, konuyu değiştirerek.
"Havalar soğumadan yapmayı planlıyorlar," dediğinde kaşlarım havalanmış, başımı usulca sallamıştım.
"Darısı başına." dedim, imayla.
"Nikâh tazelemek şart, evet." dedi, gıcık bir sırıtışla. Bu, içimin kıpır kıpır olmasına neden olurken burnumu kırıştırıp ona ters ters bakmış ve Olcay'ı kucağıma almıştım.
"Banyo yaptıracağım Olcay'a.. Gel de yardım et, bir işe yara." dediğimde kaşları usulca havalandı, ben yanından geçerken de yerinden hareketlendi. Ben, kucağımdaki Olcay'la mutfaktan çıkarken o da arkamdaydı. Beraber üst kata çıkıp banyoya girdiğimizde ben suyu ayarlarken o da Olcay'ın üstündekileri çıkarmış, birlikte ona güzel bir banyo yaptırmıştık. Tabii bu esnada Olcay, babasını gördüğü için mi bilinmez şımarmış ve bizi de ıslatmıştı. O, köpüklü suyla oynarken biz de bundan nasibimizi almıştık.
"Al," derken ona elimdeki kumaş parçasını uzatmıştım. Onun bakışları bana dönerken yatağın üzerinde debelenen Olcay'a üstünü giydiriyordu. Olcay da ne tesadüftür ki ben üzerini giydirirken yaptığı şımarıklıkları yapmamış, onun önüne uzanmıştı. "Giy bunu, sırılsıklam oldun." dediğimde bir elimdeki tişörte bir de bana baktı. Elimdeki bu tişört ona aitti ve bunca zaman uyurken sarıldığım tişörtünü nereden bulduğumu sorgular gibiydi.
Yeşil gözleri uzunca bir süre gözlerim arasında mekik dokuduğunda ona uzattığım tişörtü elimden yavaşça aldı. "Bu sende miydi?" dedi, hayretle. Elimi kaldırıp başımı hafifçe kaşıdığımda bakışları tekrar bana döndü. "Ne zamandır bunu arıyordum, biliyor musun?"
"Dolabın bir köşesinde kalmış işte.." diyerek onu geçiştirdiğimde tabii ki buna inanmayacaktı. Ona nefret kusarak ülkeyi terk eden kadının ona dair olan her şeyi yakması gerekirdi.
Bakışları bir anlam kazanırken gözlerimi ondan uzaklaştırıp bizi izleyen Olcay'a döndüm. Islak ve gür olan kirpiklerini kırpıştırarak bizi izlerken ona doğru yanaşıp köşede duran pembe zıbını ona giydirmiştim. Onun gözleri fıldır fıldırken hiç de uyuyacak bir tipi yoktu. Amacım onu bir saat de olsa yatırıp dinlendirmekti ama babasını bir kere gördüğü için ondan uyumasını beklemek zordu.
"Bana aşıksın hâlâ, biliyorum." diyen ses kulaklarıma ulaşırken bunu söylemesini beklediğim için şaşırmamıştım. Yani bunca zaman tişörtü saklamamdan zaten başka bir anlam çıkaramazdı.
Bedenimi hafifçe çevirip arkamda kalan ona baktığımda üzerine yapışan o ıslak tişörtü çıkardığını görmüştüm. Tişörtten dolayı nemli olan vücuduna gözlerim takılırken nefes almayı unutmuştum kısa bir an. Geniş omuzlarına büyük bir uyum sağlayan göğüs kasları haddinden fazla gelişmişken kendimi onu dikizlemekten alıkoyamıyordum. Boydan boya dövmeyle kaplı olan tek kolu, onu daha da göz alıcı yaparken ona yakalanmam uzun sürmedi. Başını kaldırıp yeşil gözlerini gözlerime diktiğinde orada ne görmüştü bilmiyordum ama birden sırıtmaya başlamıştı.
"Çekinme sevgilim, bak.." dediği an, ondan uzun zamandır duymadığım bu hitap şekli adeta kalbimin durmasına neden oldu. Kalbim önce durdu, ardından da öyle bir ritimle çarpmaya başladı ki neredeyse ayaklarımın dibine düşeceğini bile düşünmüştüm.
"Ne bakacağım be sana?" diyerek onun yanından hızla geçtiğimde eli bileğime tutunmuş, beni durdurmuştu. Göğsümün ortasında şiddetli bir deprem varken sarsılan bendim. Bir yaprak gibi oradan oraya savruluyordum.
Kolumu tuttuğu için gereksiz yakınlaşan bedenlerimiz, dudaklarım arasından titrek bir nefesi bırakmama neden olmuştu. O, başını hafifçe eğerek gözlerimle temasa geçmeye çalıştığında parmak uçlarıma kadar yandığımı hissediyordum. "Özledin mi beni?" diye fısıldadı, kulağıma doğru.
"Özlemedim." dedim, bir çırpıda. Ardından da kolumu ondan kurtarmak için boş bir çabaya giriştiğimde bu çırpınışlarıma, sırtımı arkamda kalan duvara yaslayarak son vermişti. Bu, nefesimin kesilmesine neden olurken işte şimdi kaçacak bir yerim yoktu. Üstelik karşımda böyle yarı çıplakken kaçmak da istemiyordum.
Çıplak belime dolanan sıcacık eli, ateşimi arttırırken gözlerim pembemsi dudaklarına kaydı. "Seni o kadar özledim ki.." dedi, içi gider gibi. "Dayanamıyorum artık," derken bileğimi bırakmış, eli usulca boynuma tırmanmıştı. "Hasretim dudaklarına, bırak öpeyim."
'ÖP!'
Evet, öp!
"İstemiyorum Kenan, çekil." diyerek konuştuğumda o kadar büyük bir oyuncuydum ki az kalsın ben bile inanacaktım. Fakat neyse ki o benim yalanlarıma kolay kanmıyordu.
Yeşil gözleri dudaklarımı kendine hapsederken hiçbir şey yapmamasına rağmen hızlanan nefes alış verişlerimden dolayı göğsüm de düzensiz bir şekilde inip kalkarak onun çıplak bedenine çarpıyordu. Benden inatla uzaklaşmıyor, bizi daha kötü bir yola sürüklüyordu.
O tam dudaklarıma doğru eğilmişti ki önce bir çarpma sesi, ardından da Olcay'ın ağlayışı kulaklarıma ulaşmış ve bu anı bozmuştu. Biz birbirimizden hızla uzaklaşırken bakışlarımız da aynı anda Olcay'a dönmüştü. Olcay, başını tutarak yatağın ortasında ağlarken başını bu sefer de yatak başlığına çarptığını anlamıştım. Benden önce Kenan ona yöneldiğinde Olcay ağlayışıyla tüm evi adeta ayağa kaldırmıştı.
"Bugünü kafasını kırmadan bitirirsek şükredeceğim," diyerek homurdandığımda Kenan Olcay'ı kucağına alıp başına yaslı olan elini nazikçe tutarak indirdi. Bu esnada ben de ilgiyle ona yanaşmış, başına dokunarak onu kontrol ediyordum. Görünürde hiçbir şeyi yoktu ama çıldırmışçasına ağlıyordu.
"Aşkım kızım," dedi, babası onun çarptığı noktaya ardı ardına birkaç öpücük bırakırken. "Bir şeyin yok, ağlama böyle.."
"Ortalığı ayağa kaldırdı ya.." derken onu şaşkınlıkla izliyordum. Gözlerinden yaşlar hızla akarken Kenan uzanıp onun komodindeki emziğini aldı. Onu ağzına tıktıktan bir süre sonra susmuş, bu esnada da açıkçası başıma ağrılar girmişti. Kenan onu terasa çıkarıp koca deniz manzarasını gösterdiğinde susmuştu anca. Limandaki koca gemileri izlerken başını babasının çıplak omzuna yasladı. Bu esnada ben de üstüm ıslak olduğu için giyinme odasına geçmiştim. Aslında duş alsam süper olabilirdi ama bunu akşam uyumadan önce yapmaya karar verip dolaptan kendime birkaç parça kıyafet çıkarmıştım.
Çıkardığım kırmızı, pötikareli şortla salaş kısa bir tişörtü hızla üzerime geçirdikten sonra kıyafetlerimle beraber Kenan'ın tişörtünü de alarak banyodaki sepete attım. Ardından da odadaki Olcay'ın eşyalarını toplayıp onları kontrol ettiğimde Olcay'ın Kenan'ın kucağında uyuduğunu görmüştüm. Başı omzuna yaslı bir şekilde uyuyakalmıştı. Onu, Kenan'la beraber odasına götürüp koca beşiğine yatırdıktan sonra telsizlerden birini yine baş ucuna bırakmıştım. Ardından birlikte aşağı indiğimizde salonda oturmak yerine bahçeye geçmiş, bahçedeki salıncağa oturmuştuk. Elimdeki telsizi önümdeki masaya bırakıp ona döndüğümde neyse ki tişörtünü giymişti. Aşağıya inmeden önce giymişti ama ben görmemiştim.
"Olcay'ın doğum günü ne zamandı?" diye sorduğunda başımı ona çevirip gözlerine baktım.
"6 Temmuz'du.. Buraya dönmeden önce girdi yaşına."
"O zaman da yanında olamadım yani?" dediğinde omuz silktim.
"Hak etseydin olurdun," dedim, acımasızca. Gözleri gözlerimde takılı kalırken onu umursamadım.
"Bazen o kadar ileri gidiyorsun ki," dedi, büyük bir ciddiyetle. "Ben de hiçbir şeyi unutmadım, biliyor musun?" derken gözlerimi ondan kaçırmıyordum. "Beni; alerjim olduğunu bile bile bol fıstıklı bir tatlıyla öldürmek isteyişini, mezarlıkta annenle babanın yerine benim yatmam gerektiğini söylemeni, gururumu iki paralık edişini.. Hiçbir şeyi unutmadım ama hâlâ seni istiyorum." dediğinde bunları daha dün gibi hatırlıyordum. Onun unutmadığını zaten biliyordum ama bunca zaman sonra onun ağzından duymayı beklememiştim. "Sana hâlâ aşığım, hâlâ ne istersen yapmaya hazırım, yine tıpkı o günkü gibi önünde diz de çökerim, sana yalvarırım, bir bebek gibi senin için oturup ağlarım da.. Hiçbirinden pişman değilim, senin için her şeyi yaparım. Buna istersen aptallık de ya da başka bir şey... Hiçbiri umurumda değil, tam şu an zamanı geriye almak için her şeyi yaparım. Bütün bunları değiştirmek için tek bir şansım olsa bir dakika bile düşünmem, Maran."
Sözleri, aramızda koca bir sessizliğin oluşmasına neden olurken bu bakışmaya son veren ben olmuştum. Onun bakışları hâlâ üzerimdeyken şortumun cebinden telefonumu çıkarıp bacak bacak üstüne atarak arkama yaslandım. Bununla beraber omuzlarımız birbirine temas ettiğinde meraklı gözlerle bana bakıyordu. "Bak," derken çoktan galeriye girip Olcay'ın ilk doğduğu zamana ait fotoğraflara inmiştim. Ona özel oluşturduğum bir albümdü bu.
İlk doğduğunda hastanede Olcay'ın çektiği fotoğrafları ona gösterdiğimde bunu beklemiyor olacak ki bir süre sadece gözlerime bakmıştı. Ardından ona uzattığım telefonu yavaşça elimden aldığında sıcacık parmakları parmaklarıma temas etti. Bununla birlikte bedenimi hafifçe ona doğru çevirip elimi çeneme yaslarken bütün kırgınlıkları göğsümde yumuşattığımdan haberi yoktu. Bana yaşattığı her şeyi unutmak için elimden geleni yapıyor hatta onu affediyordum da. Bu aptallık olabilirdi ya da başka bir şey fakat onu sevdiğimi biliyordum.
Tüm bunlara rağmen hâlâ ona aşıktım.
Bakışlarım onu takip ederken yeşil gözlerinde benim yok ettiğim ama yine benim yarattığım o parıltı vardı. O, Olcay'a ait olan fotoğraflara bakıp videoları izlerken ben de onu izliyordum. Yüzündeki ifadenin değişimini, dudaklarının yukarı kıvrılışını dikkatle izlerken ara ara gözlerinin ince bir tabakayla kaplandığına da şahit oluyordum.
"Özür dilerim," dedim, aradan geçen dakikaların ardından. Onun bakışları bana dönerken yaşların dolmuş olduğu yeşil gözleriyle karşılaşmıştım. Bu görüntüyle beraber kalbimin ortasına bir çizik atılırken istemsizce benim de gözlerim doldu.
Ben daha fazla bir şey söylemediğimde o ne için özür dilediğimi biliyordu. Bu yüzden bu anı bozmamış, biz yine sessizliğe gömülürken bu sefer gözlerimiz konuşmaya başlamıştı. Onun o dolu gözlerine bakmak benim için o kadar zordu ki o da benimle aynı şeyi düşünmüş olmalıydı ki buna bir son verdi. Dolu olan mavi gözlerimle temasını kesip kolunu bana doğru uzattığında ne yapacağını anlayan kalbim de teklemişti. Ben ona öylece bakarken o gözlerime bakmıyordu ama bakışlarımı hissediyordu.
Bana doğru kaldırdığı kolunu arkama doğru uzatıp omzuma doladığında bedenim onun bedenine doğru çekilmiş, buna da engel olamamıştım. Hoş, engel olmak istememiştim de.
Başım onun boynuna gömülürken bedenime dolanan güçlü kolları bana büyük bir güven veriyordu. Bunca şeye rağmen hem de. Hâlâ içimde bir yerlerde ona güvenen, güvenmek isteyen o kız varken ben de ellerimi onun sırtına yaslamıştım. İşte bu his, gözlerimin yavaşça kapanmasına neden olurken burnumu da kokusunun kaynağı olan boynuna sürtmüştüm hafifçe. O; çenesini başıma yaslarken burnunu saçlarıma gömdüğünü hissetmiş, kokumu içine çektiğini duymuştum. İkimiz de aynı anda derin bir iç çektiğimizde hızla atan kalbinin bedenime çarpışını hissediyordum. Benimki de tıpkı onunki gibi hızla çarparken bedenine yaslı olan ellerimi sıkılaştırmış, kokusunu derince içime çekmiştim bir kez daha.
İşte tam olarak buydu.
En çok özlediğim şeylerden biriydi bu.
Onun güven veren kolları arasında olmak, tarifi zor bir duyguydu ve ben, ona sarıldığım an kuş gibi hafiflediğimi hissetmiştim. Üzerimdeki tüm yükler hafiflemiş, bütün kötü hisler bedenimi usulca terk etmişti.
Bir daha dönmemek üzere.
🌪️🌪️🌪️
"O kadar konuştun ki.." dedim, direksiyondaki parmaklarımı oynatırken. Bu esnada da bakışları üzerimdeydi. Ben arabayı kullanırken sık sık bakışları bana uğruyor, uzun uzun beni seyrediyordu.
Sabırsızca önümdeki arabanın ilerlemesini beklerken göz ucuyla saatimi kontrol etmiştim. "Neden seninle geliyorum, çok saçma bence?" dediğinde abartılı bir şekilde ofladım.
"İstersen inebilirsin hazır trafikteyken."
Onun melodik gülüşü arabanın içerisinde yayılırken kısık sesli müzik de buna karışmıştı.
İş çıkışı olduğu için trafik epey yoğundu ve biz neredeyse bir saattir trafikte sıkışmış vaziyetteydik. Kenan'a günler öncesinden de söylediğim gibi Okan'la konuşmaya giderken benimle gelmeyi tekrar teklif etmiştim ve o da benimle gelmeyi kabul etmesine rağmen dakikalardır benzer şeyleri söyleyip duruyordu. Üstelik Okan hakkında birtakım şeyler bildiğini biliyordum ve bunu bildiğimin de farkındaydı. Fakat inatla bana bildiklerini söylemiyor, beni böyle uğraştırıyordu. Benim bir başkasından değil de kendi kendime öğrenmemi istiyordu ama bu saçmalıktan başka bir şey değildi. Günlerdir kendimi yiyip bitirirken bu yaptığı şeyin sadece beni içten içe öldürdüğünün farkında değildi.
Okan'la annemin arasında bir bağ vardı ve bunun düşündüğüm şey olmasını istemiyordum.
Şu an onun evine bile giderken onunla karşılaşıp karşılaşmayacağımı ya da bizimle konuşmak isteyip istemeyeceğini bilmiyordum. Ancak yine de bedenim kaskatı kesilmiş, bariz bir şekilde gerilmiştim. Günlerdir kendimi duyabileceğim en kötü şeye hazırlasam da buna engel olamıyordum. Vücudum elimde olmadan böyle tepkiler veriyordu. Ona defalarca telefondan ulaşmaya çalışsam da sürekli beni meşgule almış, bir keresinde evine gitmeye cesaret ettiğimde duymaktan korktuğum şeyler olduğu için yolun yarısında eve dönmüştüm.
"İyiyim böyle," dediğinde ona yandan bir bakış attım. Üzerinde bu sefer bir gömlek yerine lacivert polo yaka bir tişörtle siyah renk olan kumaş pantolonu vardı. Arabaya binerken çıkardığı takımının ceketini de arka koltuğa fırlatmışken oldukça rahat görünüyordu. Dövmeyle kaplı olan kolu görüş açımdayken ne kadar iyi göründüğünün farkında değil gibiydi.
"Sevgilin merak etmesin?" dediğimde güldü, yeşil gözlerini yoldan bana doğru çevirdi.
"Sevgilim yanımda." diye karşılık verdiğinde burnumu kırıştırdım.
"Nereden sevgilin oluyorum be?"
"Doğru, biricik karımsın tabii."
"Kenan vallahi çakacağım şimdi suratının ortasına," derken oldukça ciddi duruyordum. O, bu söylediklerime dakikalardır olduğu gibi yine gülerek karşılık verdiğinde bu hâllerime bayılıyordu.
"Daha önce kimseden bu kadar dayak yememiştim," dediğinde bu benim de ciddi ifademi bir kenara bırakıp gülmeme neden olmuş, dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmüştü. Başımı çevirip onun yeşil gözlerine baktığımda onun gülen güzel yüzüyle karşılaştım. Dudakları iki yana doğru çekilmiş, gözleri hafifçe kısılmıştı.
Sikeyim ki çok güzeldi.
Gerçek olamayacak kadar hem de.
Gözlerim onun yüzünde gezinirken bir arabadan yükselen korna sesiyle beraber bakışlarımı hızla ondan çekmem gerekmişti. "Ben de ilk defa birine kafa attım," dediğimde başını ağırca salladı.
"Fark ettim onu,"
"Çok mu belli oluyordu?"
"Yani..burnumu kırıyordun az daha. Başarılıydı ama üzerine çalışılabilir." İfadem muzip bir hâl aldı.
"Üzerinde çalışabilirim o zaman." dediğimde gözlerini devirmişti dudaklarındaki gülüşe rağmen.
"Başka türlü yakınlaşamıyoruz zaten," diyerek kendi kendine mırıldandığında duymadığımı düşünüyor olmalıydı ama duymuştum. Duymuş fakat karşılık vermemiştim.
"Gözde'n nasıl?"
"Bilmem," dedi, keyifle yerine yayılırken. Bu, başımı diğer tarafa doğru çevirip sırıtmama neden olduğunda sarı yandığı için de aynaları kontrol etmiştim. "Yarın görüşeceğiz kendisiyle, o zaman öğrenirim.. Sen de gelmek ister misin?"
Bu sözleri sinirlerimi bozarken dudaklarımdaki sırıtış hızla silindi ve başımı ona doğru çevirdim. Bu durumdan o kadar keyif alıyordu ki bunu görebiliyordum. "Yok." dedim, söver gibi. O, bu tavrıma karşılık sırıtışını gizlemeye çalışarak önüne döndüğünde dilini de dudaklarından geçirmişti.
"Aramızda hiçbir şey yok, sadece arkadaşım."
"Bana ne bundan?" derken araba tekrar hareketlenmişti. Gözlerim akıp giden yoldayken Okan'ın evine de az mesafe kalmıştı.
"Kıskançlıktan delirdin ama sana ne tabii.." dediğinde ona ters ters bakmış, onun daha da keyiflenmesini sağlamıştım. Bu esnada da hızımı arttırırken esen rüzgâr da saçlarımı savuruyordu hafifçe.
"Kıskanmıyorum seni."
"Gözde dilinden düşmüyor ama,"
"Öyle bir arkadaşın olduğunu bilmiyordum, şaşırdım sadece."
"Liseden arkadaşım," dedi, beni yanıtlayarak. "Uzun zamandır görüşmüyorduk, yurt dışında çalışıyor o."
"Ne iş yapıyor?" derken pek meraklı değildim çünkü ne iş yaptığını biliyordum.
"Model," dediği an bu zaten belli olduğu için şaşırmamıştım. Sosyal medyada sadece birkaç fotoğrafına bakmıştım ve oradan da aslında ne iş yaptığı belli oluyordu. Fakat bunu bildiğimi Kenan bilmiyordu. "Ünlü bir markanın modelliğini yapıyor."
"Maşallah hiç es geçmiyorsun," dedim, imayla. "Bütün sevgililerin ya manken ya da model.."
"Gözde sevgilim değil Maran,"
"Her neyse işte." derken hafifçe elimi sallamıştım. "Ne zaman siktir olup gidiyor?" dediğimde anlamlı bakışları bana döndü ve gülerek yüzüme baktı. "Yani yoğundur şimdi.."
"Boşver Gözde'yi de," dediğinde Okan'ın oturduğu rezidansa giriş yapmıştım. "Biz ne zaman yemeğe çıkıyoruz, onu söyle?"
"Yemeğe mi çıkacaktık?" dedim, gıcık bir şekilde.
"Evet," dedi, hiç bozulmadan. "Romantik bir yemek yiyeceğiz baş başa.."
"Boşanmaya çalıştığım kocamla neden romantik bir yemek yiyeyim?" dedim, alayla. O da gözlerini devirdi sadece. Bu sefer gülmemiş, bozulmuştu.
"Yemekleri ben yapıyorum, özlemişsindir.." dediğinde bu iddialı tavrı karşısında dudaklarımda bir gülümseme oluştu. "Cuma akşamı gel bana."
"Neden cuma?"
"Gece benimle kalırsan hafta sonunu beraber geçiririz diye.." dedi, çok mantıklıymış gibi.
Tabii bu sözleri gözlerimi baymama neden olurken dudaklarımda ondan gizleyemediğim bir gülümseme oluşmuştu. Gerçekten oturup bir de bunun hesabını mı yapmıştı?
"Geceyi neden senin evinde geçireyim Kenan?" Omzunu silkti hafifçe.
"Bilmem, belki cazibeme karşı koyamazsın." Güldüm alayla fakat gerçek bir gülüştü bu.
"İşim var o gün."
"İşin falan yok." Omuz silktim.
"Söz vermiyorum, belki yine sinirlerimi bozacak bir şey yaparsın." dediğimde derin bir nefes vermiş, ben arabayı park ederken o da kemerini çıkarmıştı.
"Hâlâ konuşuyor musun o lavukla?" derken başımı çevirip ona bir bakış attım. Bu bakışlarımı umursamayarak ceketini almak için elini arkaya doğru uzattığında biraz da olsa yakınlaşmıştık. Yeşilleri gözlerimde gezinirken ben de emniyet kemerimi çıkardım.
"O günden beri açmıyorum telefonlarını.. Pardon, açamıyorum utançtan!" dediğimde hatırlattığı şeyle beraber tekrar ona olan öfkem açığa çıkmış, yine zırhımı giymiştim.
O, bu sözlerime karşılık sessiz kalmayı tercih ettiğinde ceketini almış ve beraber arabadan inmiştik. Anahtarımla kapıları kilitlerken çantamı omzuma asmış, o ceketini omuzlarından geçirirken de beraber girişe doğru ilerlemeye başlamıştık. Birlikte döner kapıdan geçip asansöre ilerlerken telefonumdan Olcay'ı kontrol etmeyi ihmal etmedim. İşten çıkar çıkmaz evi arasam da fırsat buldukça telefonumdan da kontrol ediyordum. Şu an bahçede Karlos'la oyun oynuyordu.
"Geçen Olcay yanlışlıkla video çekmiş," derken galeriye girmiş ve o videoyu aramaya koyulmuştum. Bu esnada da Kenan benim yerime asansörün tuşuna bastı. "O günden beri her izlediğimde gülüyorum."
Telefonumdan aradığım videoyu bulup açtığımda Kenan'ın ilgisi de bana dönmüş, hafifçe başını eğerek ekranda oynamaya başlayan videoya tüm dikkatini vermişti. Bu video, geçen gün çekilen bir videoydu. Olcay kameraya yansıyan görüntüsünden korkup kaçarken kafasını beşiğine çarpıyor, sonra da sendeleyerek yere düşüyordu. Bu videoyu o günden beri düzenli olarak açıp izliyor, kahkahalarla gülmeme neden oluyordu.
Kenan on saniyelik videoyu izlerken ben de onu izliyor, ifadesinin değişimini dikkatle takip ediyordum. Videoyu izlerken yüzünde oluşan o gülümseme ve ardından kulaklarımı şenlendirecek o gülüşü içimi ferahlatırken istemsizce dudaklarımda bir gülümseme oluşmuştu. Gözlerinin kenarı gülüşünün etkisiyle kısıldığında güldüğü için de beyaz dişleri gözler önüne serilmişti. "Bunu yeni görüyorum," derken hâlâ gülüyordu.
"Sana göstermeyi unuttum," derken telefonumu kapatıp çantama atmıştım. "Alnını çarpmıştı ya şapşal çocuk.." Başımı salladım iflah olmaz dercesine.
"Bu kadar sevimli bir kızım olacağını hiç düşünmemiştim," dediğinde güldüm şımarık bir şekilde. Bu, onun ilgisini çekerken yüzünden silinmeyen gülümsemesiyle benim gülüşümü izlemişti. "Denize gidelim."
"İşim gücüm var diyorum, deniz diyorsun." derken gelen asansöre kendimi atmış, o da bindiğinde Okan'ın bulunduğu kata basmıştım.
"Olcay'ı götürelim, çocuk deniz görsün."
"Korkuyor Kenan ya,"
"Eftal de korkuyordu başta ama alıştı." dediğinde düşünüyormuş gibi yaptım. "Götürdün mü hiç?" Cıkladım.
"Havuzdan korktuğu için götürmedim ben de."
"Tamam beraber götürürüz işte," dediğinde bakışlarımı ona doğru kaldırdım. Yeşil gözleri bana dönerken bir süre ona öylece kilitlenmiştim. Ara ara bakışlarım gözlerine dalıyordu. "Ne oldu?"
"Hiç," diyerek önüme döndüğümde çok geçmeden asansör durmuş, kapılar iki yana açılmıştı. O; geçmem için elini uzatarak bana öncelik tanıdığında önce ben, ardımdan da o asansörden indi. Upuzun koridorda yavaşça ilerlerken daire numaralarını dikkatle inceliyor, aradığımı bulmaya çalışıyordum. Bunu yaparken de kısa süreliğine bedenimi terk eden gerginlik yine nüksetmişti.
"O taraf değil," diyen sesi dikkatimi dağıtırken adımlarımı durdurup ona doğru döndüm. "Burası, gel." derken de birkaç adım atarak gösterdiği dairenin önünde durmuştu. "419 değil mi? Nereye gidiyorsun?" dediğinde kapı numarasını kontrol ettim. Doğru söylüyordu, nereye gidiyordum?
"Gerginim," diyerek onu yanıtlarken adımlarımı da ona doğru sürüklemiştim. Derin bir nefes alarak ondan önce elimi kaldırıp sabırsızca kapıyı çaldım.
"Burası güzelmiş yalnız," Kenan'ın bu sözleriyle beraber başımı hafifçe oynatarak ona ciddi misin der gibi baktığımda gayet ciddi duruyordu. "Ne? Beğenmedin mi?"
"Yani şu an sırası mı bunun?" dediğimde beni pek umursamamıştı. "Gelmişken bir daireleri gez istersen."
"Bize küçük olabilir," diyerek bana cevap verdiğinde sabır dilercesine bakışlarımı yukarı diktim. "Ayrıca Olcay'ın bir rezidans dairesinde büyüme fikri kulağa pek hoş gelmiyor."
"Yalıyı sevdi o, orada büyüyecek tıpkı benim gibi." derken açılmayan kapının önünde hâlâ dikiliyordum.
"Ben ne olacağım?" diye sordu çocuk gibi.
"Başlama Kenan," derken elimi kaldırıp bir kez daha kapıya vurmuştum. "Ayrıca şu an gerçekten sırası değil." dediğimde susmaya karar vermiş olacak ki hiçbir şey söylemedi. Ben, ısrarla kapıyı çalarken kimse kapıyı açmıyordu. En sonunda pes etmişken içeriden duyduğum tıkırtılarla beraber kulağımı kapıya doğru yaklaştırıp içeriyi dinledim bir süre. Kenan beni öylece izlerken gerçekten de içeriden ses geliyordu. "İçeride," dedim, kaşlarım çatılırken. "Şuna bak ya, kapıyı açmıyor lavuk!"
Elimi kaldırıp bu sefer bir alacaklı gibi kapıyı çalmaya başladığımda Kenan da bu söylediğime gülmüştü. "Lavuk?"
"Senden bulaştı." dediğimde kapıya vurmaktan acıyan elimi tutup nazikçe indirdi. Ben, bakışlarımı ona çevirip ne yaptığını anlamaya çalışırken başıyla geriye çekilmem için bir işaret yapmıştı. "Kapıyı mı kıracaksın?"
"Çelik kapıyı nasıl kırayım, bana söyler misin?" derken ceketinin iç cebinden ismini bilmediğim ama tele benzeyen bir şey çıkardı. Ben, çatık kaşlarımla onu izlerken o da dizlerinin üzerine çöküp elindekini anahtar deliğine sokarak benim hiç anlamayacağım bir şeyler yapmıştı. Sadece ama sadece bir dakika içerisinde kapı açıldığında çatık kaşlarım şaşkınlıkla havalanmış, açılan kapıya bir süre bakakalmıştım.
"Bunu bana da öğret," dediğimde gülmüş, doğrulurken elindekini tekrar cebine atmıştı. O, açtığı kapıyı hafifçe iterek benden önce içeri doğru bir adım attığında ilk önce kapının arkasını kontrol etti. Ben de temkinli adımlarla peşinden ilerlerken kapının girişinde kısa bir koridor vardı. O koridoru aşarak salona ulaştığımızda salondaki masanın üzerinde bir sürü çizim kâğıdı duruyordu. Hatta masanın üzerinde dumanı tüten bir kahve bardağı varken evde olduğu gayet açıktı. Buna rağmen gizlenmesi saçmalıktan başka bir şey değildi.
Ben etrafı meraklı gözlerle incelerken arkamda bir hareketlilik hissetmiş, Kenan'la aynı anda o tarafa dönmüştük. Okan, açık kapıya doğru bir hamle yaptığı an Kenan benden önce davranarak onu ensesinden yakalayıp sırtını duvara çarpmıştı. Bununla beraber dik omuzlarım düşerken omzumdaki çantayı indirip yan tarafımdaki kanepeye bıraktım.
"Kaçıyor muydun?" dedi, Kenan dairenin kapısını kapatırken. Okan'ın mavi gözleri ondan ayrılıp bana döndüğünde üzerimde uzunca gezinmişti fakat bu bakışlarında bir art niyet yoktu.
"Size ulaşmak ne kadar zormuş Okan Bey?" dedim, alayla.
"Ne istiyorsun?" dediğinde o bana böyle baktığı için Kenan da ona ölümcül bakışlarını atmaya başlamıştı bile.
"Gel otur şöyle de konuşalım," derken koltukların arasındaki masada kendime küçük bir boşluk açıp oturmuştum. O, bir bana bir de Kenan'a baktığında bakışları bu sefer Kenan'ın üzerinde takılı kaldı. Bunun nedeni de tabii ki Kenan'ın bakışlarından korkmuş olmasıydı. "Kenan," diyerek onu uyardığımda bana bakmadı ama bir süre daha Okan'a delici bakışlar atmış, ardından da bakışlarını üzerinden çekmişti. Okan da yerinden hareketlenirken bir süre onu inceledim. Bu, onu hayatımda ikinci kez görüşümdü ancak ilk gördüğüm zamankinden farklıydı. İlk gördüğümde neşe saçan mavi gözleri şimdi oldukça donuktu. Üzerinde bir eşofmanla bir tişört varken saçları hafifçe dağılmıştı. O, yaklaşıp tam karşıma oturduğunda Kenan oturmamış ve sadece onun tepesinde dikilmişti.
"Ne istiyorsun?" dedi, bir kez daha. Bunu ikinci soruşuydu fakat cevabı biliyordu. Buraya neden geldiğimi ve neden bu kadar ısrarcı olduğumu biliyordu, gözlerinden her şeyi okuyabiliyordum.
"Beni hatırladın mı?" diye sorduğumda gözleri kısaca saçlarıma uğramış, açık kahve tonlarında boyattığım saçlarıma bakmıştı.
"Seni unutmak mümkün mü?" dediği an Kenan onun yakasına yapıştığında onunla buraya gelmenin pek de mantıklı olmadığını fark ettim. Böyle sürekli adamın yakasına yapışacaksa işimiz zordu.
"Oğlum bak senin beynini bir dağıtırım adını bile hatırlamazsın, duydun mu beni?" diyerek hiddetle konuştuğunda dirseğimi dizime yaslayıp işaret parmağımla burun kemerime hafifçe dokunmuştum.
"Kenan," dedim, bir kez daha. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde boynunda belirginleşen damarlarıyla karşılaştım. Onun bu kadar çabuk öfkelenebiliyor olması tehlikeliydi aslında. "Kurban olayım bırak şu adamı da bir konuşsun ya!"
O, Okan'ın mavi gözlerine uzun uzun bakıp sadece bakışlarıyla deldiğinde yakasını da sertçe bırakmıştı. Buna rağmen bakışları birbirinden ayrılmazken Okan da yakasını düzeltti. "Dışarıdan da gayet sakin bir adama benziyorsun aslında," dediğinde bu konuda ona hak veriyordum. Gerçekten dışarıdan sakin görünüyordu ama öyle değildi.
"Lan kes," diyerek ona kabaca karşılık verdiğinde Okan da çenesini kapatmış ve bana dönmüştü. Ben de bu konuşmayı bir an önce bitirme isteğiyle derin bir nefesi ciğerlerime doldurduğumda ellerimi de birbirine kenetledim.
"Niye açmadın kapıyı?" dedim, merakla. Onun mavi gözleri, gözlerimde gezinirken oldukça ruhsuz görünüyordu.
"Görüşmek istemiyorum seninle," Kaşlarım havalandı.
"Neden? Ne için geldiğimi bile bilmiyorsun.." dedim fakat ne için geldiğimi tabii ki biliyordu. Bunca zaman onunla iletişime geçme çabalarıma karşılık sessiz kalmasından bile belliydi. "Beni tanımıyorsun bile."
"Annenle sadece arkadaştık, başka bir şey yok." dedi, bir çırpıda. Gözlerim hafifçe kısılırken o da ezbere konuşuyor gibiydi. "Eğer bunun için buraya geldiysen boşuna gelmişsin."
"Sizin aranızdaki şey sadece bir iş ilişkisiydi, ne arkadaşlığı yapabilirsiniz? Onun oğlu yaşındasın neredeyse!" dediğimde mavi gözlerinde dakikalar sonra bir ifade oluşmuş, bu söylediğim onu öfkelendirmişti. Kaşları çatılırken bunun altından başka bir şey çıkacağı belliydi. Onu gördüğüm ilk andan beri zaten içimde bir şüphe tohumu oluşmuşken bu son olanlardan sonra her şey daha da netleşmişti fakat hâlâ net olmayan şeyler vardı. Net olmayan değil, kabullenemediğim, kabullenmek istemediğim şeyler vardı.
"Sen öyle sanıyorsun sadece," diyerek bana sesini yükselttiğinde bunu beklemediğim için irkilmiştim ancak istifimi bozmadım. Onun cayır cayır yanan gözlerine bakmaya devam ederken Kenan bir kez daha ona doğru bir hamle yapmıştı ki elimi kaldırıp onu durdurdum. "Annenle aramızdaki basit bir iş ilişkisi değildi, biz o sikik güzellik salonu için de görüşmeye başlamadık ki! Senin öyle bilmeni istedi sadece!"
Bu sözleri benim sus pus olmama neden olurken bedenim öyle kaskatı kesilmişti ki yerimden kımıldamıyordum bile. Sadece onun gözlerine bakıyor, daha fazlasını duyma ihtiyacı hissediyordum fakat hiçbir şey duymak da istemiyordum aynı zamanda. Kalbim sıkışırken dışarıya yansıyan sadece buz gibi bir görüntüydü.
"Ne vardı aranızda?" dedim, alçak bir sesle. Bunu sorarken bile uzun uzun duraksamış, derin soluklar vermiştim dudaklarım arasından. "Basit bir iş ilişkisi değilse neydi aranızdaki, söyle?" derken bacağımı diğer bacağımın üzerinden indirmiş, rahatsız bir pozisyonda oturmaya devam etmiştim. Birbirine kenetlediğim parmaklarımı çimdiklerken hemen arkamda varlığını hissettiğim bir beden vardı. Ceketinin kumaşının saçlarıma hafifçe sürtündüğünü hissederken aslında rahat olmalıydım ancak olamıyordum.
Gözlerim Okan'ın gözlerinde merakla gezinirken bakışlarını benden kaçırmış, bu da benim için son damla olmuştu. Ben, yerimden sıçrayarak onun yakasına yapıştığımda benim ona yaptığımın aksine Kenan bana engel olmadı. "Konuşsana lan," dedim, dişlerimin arasından. Ellerim onun tişörtünün yakasına sertçe tutunmuşken parmak boğumlarım bembeyaz kesilmişti. O, bu ani hareketime rağmen hiç istifini bozmazken gözlerime bakmaktan itinayla kaçınıyordu. "Annemle aranda ne vardı?" derken ona sergilediğim bu agresif tavırlara rağmen gözlerim hızla dolmuştu. Bana sadece bu bakışlarıyla bile yeterli cevabı verirken ben neden bu kadar ısrarcı davranıyordum?
Gerçekleri duyup ne yapacaktım? Bu, benim ne işime yarayacaktı?
Duyacaklarım hayatımı daha karmaşık bir hâle sokmaktan başka bir halta yaramayacaktı.
"Aşıktık birbirimize,"
Onun bu basit sözleri, göğsümde taşıyamayacağım bir ağırlığın oluşmasına neden olurken bu ağırlık zaten oradaydı. Günlerdir kendini vücuduma alıştırırcasına orada varlığını korurken tüm bu çabaya rağmen ağırlığım ikiye katlanmıştı.
Aşk; bir insana cennet ayaklarının altındaymış gibi hissettirirken başka bir insana cehennemi yaşatabiliyordu. Başkasının aşkı, bir diğerinin canını nasıl oluyor da böyle yakabiliyordu? Aşk, nasıl oluyor da böyle can yakan bir duygu olabiliyordu?
Dolu gözlerimden birkaç damla yaş arka arkaya oldukça hızlı bir şekilde süzüldüğünde zihnimde dönüp duran ihtimaller yine beni şaşırtmamıştı fakat şaşırtmasını çok istemiştim. İlk kez bir konuda yanılmak istemiştim ama olmamıştı.
"Sen üzülme diye babanla olan ilişkisini devam ettiriyordu sadece," diyen sesi kulaklarıma uğultu hâlinde ulaşırken, "Onların aşkı çoktan bitmişti, o gece de boşanmak istediğini söyleyecekti.."
"Tamam kes," diyen başka bir ses aramıza girdiğinde eş zamanlı olarak kolumda bir el hissetmiş, bu dokunuş da bana oldukça tanıdık gelmişti. O, nazikçe kolumu kavrayıp Okan'dan beni uzaklaştırdığında bu onun için zor olmadı çünkü çoktan onun yakasını bırakmıştım. "Maran," dedi, koca elleri yüzüme tırmanırken. Ben, nefes almakta zorluk çekerken önüme düşen saçları kulağımın arkasına doğru itti hızlıca. Parmakları çenemi kavrarken, "Sakin ol, derin nefes al.."
Almaya çalıştığım her nefes soluk boruma takılırken sanki oraya bir şey oturmuş gibiydi. Her aldığım nefeste onu itmeye çalışıyor ama o ağırlığı bir türlü oradan yok edip kendime alan açamıyordum.
Gözlerimden yaşlar hızla akarken derin derin nefes almaya çalışıyordum. Buğulu gözlerimin önü kararırken dizlerimin üzerinde duracak hâlim kalmamıştı. Göğsümdeki ağırlık büyümüş, bedenimi taşıyamaz hâle getirmişti.
Ben yavaşça koltuğa çökerken sağ elim de göğsüme doğru hareketlendi, nefes alamadığım için kıvranan bedenim onun güçlü kolları arasına girdi. "Ambulans çağır," diye kükredi adeta. Odanın içerisinde başka bir hareketlilik daha oluşurken elimle yakamı açmaya çalıştım. O, bu çabamla beraber gömleğimin düğmelerini açmaya koyulduğunda endişeyle harmanlanmış yeşil gözleri üzerimdeydi.
"Kenan," dedim, zorlukla. Elimi onun koluna yaslayıp sıkıca ona tutunduğumda yaşlı gözlerimden yaşlar hızla boşalıyordu. Bu ev, bu oda nefes almamı engellerken şu an tek istediğim şey buradan kurtulmaktı. "Götür beni buradan, lütfen.."
"Şşh," diye fısıldarken hangi ara getirdiğini bilmediğim suyu hafifçe boynuma ve yüzüme çarptı. "Yorma kendini güzelim, götüreceğim seni buradan.."
O, bana birkaç yudum su içirip kendime gelmemi bir süre beklediğinde aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama yavaş yavaş nefes alabilmeye başlamıştım. Dolu gözlerimden hâlâ yaşlar akarken elindeki bardağı masaya bırakıp çöktüğü yerden kalkarak bir elini bacaklarımın arasından geçirip diğerini de belime yaslayarak beni tek hamlede kucağına aldı. Kollarım refleksle boynuna dolanırken koltuğun ucunda duran çantamı da eline almış, kapıya yönelmişti. O, kucağındaki benle beraber evden çıkıp asansöre yöneldiğinde tüm bunlar o kadar hızlı gelişmişti ki hangi ara otoparka inip arabaya bindiğimizi bile hatırlamıyordum. Tüm bunlar olurken başımı onun omzuna gömmüş ve bir daha da başımı oradan kaldırmamıştım.
Beni arabaya bindirip emniyet kemerimi bağladıktan sonra arabanın etrafında dolanıp sürücü koltuğuna bindi. Yeşil gözleriyle beni kontrol ederken ceketinin iç cebinden telefonunu çıkarmıştı. Bir yandan da arabayı çalıştırdığında telefonundan bir şeyler tuşlayıp kulağına yasladı. "Neredesin?" dedi, saniyeler sonra konuşarak. Sesi kulaklarıma ulaşırken başımı koltuğa yaslayıp bakışlarımı yola dikmiştim. "Tamam geliyoruz Maran'la.. İyi değil, nefes alamıyor."
"İyiyim, gitmeyelim bir yere." diyerek hâlsizce konuştuğumda beni duymamazlıktan gelmeyi tercih etti. Ben de ona karşı koyacak hâlim olmadığından çenemi kapatmış, gözlerimi yummuştum yavaşça.
Kalbimde büyük bir ağrı varken zihnim karmakarışıktı. Kafamdaki sesleri susturmaya çalışırken daha da yoruluyor, kalbim sıkışıyordu. Bu yüzden sadece gözlerimi yummuş, ıslak kirpiklerimin birbirine yapışmasına neden olmuştum.
Zihnimde büyük bir kargaşa varken göğsüme bir bıçak saplanmış gibiydi. O bıçak hâlâ orada varlığını korurken nefes almam da bu yüzden zorlaşıyordu ancak en başta olduğu kadar kötü değildim.
Gözlerimi yavaşça açıp açık camdan dışarıya baktığımda esen hafif rüzgâr da yüzüme çarpmış, yaşların ıslattığı yanaklarımı kurutmuştu. Rüzgâr gözyaşlarımı kuruturken ben her geçen saniye onlara bir yenisini ekliyor ama rüzgâr yine de gözyaşlarımı silmekten vazgeçmiyordu.
"Aşıklarmış," diye mırıldandım kendi kendime. Onun söylediği her şey beynimin içerisinde hâlâ yankılanırken bu benim için zordu. "Duydun mu?" dedim, başımı Kenan'a doğru çevirerek. Buğulu gözlerim onu net görmeme engel olurken bakışları yoldan bana dönmüş, birkaç saniye gözleri yüzümde gezinmişti. "Oğlu yaşında adam ya," Gözyaşlarım arasında delirmişçesine gülmeye başladığımda ellerimi kaldırıp yüzüme örttüm. Gözlerimden akan yaşlar, avuçlarımı ıslatırken gülmüyor aslında ağlıyordum. Koskoca bir duygu karmaşası içerisindeyken ben bile duygularımı ayırt edemiyordum.
Arabanın durduğunu hissettiğimde el freninin çekildiğini duymuş ancak umursamamıştım. Sadece bir elin uzanıp emniyet kemerimi çıkardığını hissetmiş, yüzümdeki ellerimi yavaşça indirmiştim. Puslu bakışlarım ona dönerken şefkatin oturmuş olduğu yeşil bakışlarıyla karşılaştım. Yumuşacık bakışları yaşlı gözlerimde konaklarken elini kaldırıp gözyaşlarımı sildi yavaşça. Ardından beni kendine çekip başımın boyun girintisine yaslanmasına neden olduğunda çenesini de başıma yaslamış, o koca eliyle sırtımı sıvazlamıştı. "Özür dilerim," dedi, aradan geçen dakikaların ardından.
Gözümden akan yaşlar üzerindeki tişörtü ıslatırken bir yandan da ön camdan görünen dışarıyı izliyordum. Bakışlarım sık sık dalıyor, düşünmemek için ara ara gözlerimi yumuyordum.
"Sen neden özür diliyorsun?" dedim, çatallı bir sesle. Bakışlarımı camdan çekip ona doğru kaldırdığımda yeşilleri üzerimdeydi.
"Seni buraya getirmemem gerekiyordu," dediğinde bir süre yeşil gözlerine bakmıştım. Buraya gelmeyi ona ben teklif etmiştim ve o da benimle beraber gelmeyi seve seve kabul etmişti. Tabii o benimle beraber buraya gelirken her şeyi de biliyordu.
Gözlerim gözleri arasında mekik dokurken hatırladığım bu şeyle beraber başımı onun omzundan yavaşça kaldırmış, kaşlarım hafifçe çatılırken de ondan tamamen uzaklaşmıştım. "Sen," dedim, şüpheyle. "Biliyor muydun bunu?" derken gözleri kısa bir an benden uzaklaştı. Yaşlarla dolu olan gözlerim hafifçe irileştiğinde elini kaldırıp onunkinin yanında epey küçük kalan elimi avucuna hapsetti.
"Bilmiyordum," dedi, bir çırpıda. Ben, onun gözlerindeki hiçbir ifadeyi kaçırmadan ona bakarken, "Sana yemin ederim beraber olduklarını bilmiyordum."
"Neyi biliyordun o zaman ya?" diyerek ona bağırdığımda elimi de hızla elinden kurtarmıştım. Çatık kaşlarım altındaki bakışlarım onun üzerindeyken onu yanlış anlamamdan korkuyor gibiydi. "Neyi biliyordun? Neyi sakladın benden yine?"
"Sadece Okan'ın annene aşık olduğunu biliyordum, başka bir şey yok!" diyen sesi de benim bu agresif hâllerimden dolayı yükselirken bir süre ona öylece bakmıştım. "Aralarındaki ilişkiden haberim yoktu, bilsem oraya gitmene izin verir miydim sanıyorsun? Sana bu kötülüğü yapar mıydım, Maran?"
"Benim hiç kimseye, hiçbir şeye güvenim kalmadı artık," dedim, oldukça keskin bir şekilde. "Annem bambaşka bir hayat yaşıyormuş ve ben bugün onu hiç tanımadığımı fark ettim! Önce sen, sonra da o.. Siz benim hayatımı mahvettiniz!"
Gözleri benim yaşlarla bezenmiş olan gözlerimde gezinirken öfkeliydim ancak üzgündüm de. Hüznüm gözlerimden taşıyor, benden bağımsız hareket ediyordu.
Ben, dimdik durmaya çalıştıkça hayat bana bir tekme atıyordu.
O, bir kez daha hiç bıkmadan beni kolları arasına aldığında ondan uzaklaşmak istemiş fakat buna müsaade etmemişti. Ağlamalarımın şiddetiyle sarsılan bedenimi sıkıca sardığında başım onun omzuma gömülmüş, az önce onu ittiğim ellerim de göğsüne yaslanmıştı.
İşte bazen böyleydi.
Kaçtığın insana muhtaç olabiliyordun. Yanında olmayı hem istediğin hem de istemediğin, sana bir uçurumun kenarındaymışsın gibi hissettiren bir adamın göğsünde ağlarken kendini bulabiliyordun.
Tıpkı şu an olduğu gibi.
🌪️🌪️🌪️
Duş başlığından akan soğuk su bedenimi uyuştururken kendimi terapide gibi hissediyordum. Hem üşüyor hem de bundan vazgeçemiyordum. Çünkü soğuk su; bedenimi uyuşturduğu gibi zihnimi de uyuşturmuş, bu da bana iyi gelmişti.
Dakikalardır suyun altında olduğum için buruşmuş parmaklarıma baktım. Ne kadar süredir duşta olduğumu hesaplamamıştım ancak bu, benim için yeterli bir cevap olmuştu.
Akan suyu kapatıp ıslak saçlarımdaki fazla suyu yavaşça sıktığımda duştan çıkıp kenarda duran bornozumu üzerime geçirdim. Üşüyen bedenim biraz olsun ısınırken banyo tezgâhının önüne geçmiştim. Aynaya yansıyan görüntüme baktım birkaç saniye.
Gözlerimin altında mor halkalar oluşmuş, gözlerimin beyazı da kızarmıştı. Yüzüm o kadar soluktu ki gerçek bir ölüye benziyordum.
Kenarda duran maskelerimden birini alıp yüzüme sürdükten sonra dişlerimi fırçalamış, aradan geçen dakikaların ardından da yüzümdeki maskeyi temizlemiştim. Isak saçlarımı kurutup güzel bir fön çektikten sonra dolapta duran bigudilerle de saçlarımı güzelce sarmıştım. Saçlarımla olan işim bittikten sonra banyodan çıktım. İlk olarak yatağımda uyuyan Olcay'ı kontrol ettiğimde üzerinden sıyrılan ince örtüyü düzelttim. O, mışıl mışıl uyurken başının üzerine tatlı bir öpücük bırakmıştım. Çoğunlukla kendi odasında değil de benimle beraber uyuduğu için şu anda da benim yatağımda yatıyordu ve birazdan da uyanacağına emindim.
Onu orada bırakıp giyinme odasına geçtiğimde önce dolaptaki kıyafetlerimi kurcalamıştım. En sonunda beyaz kumaş bir pantolon çıkarıp koltuğun üzerine bıraktığımda topuklularımı da çıkarmış, kendime de bir çanta seçip eşyalarımı içine doldurmuştum. Ardından da çekmeceden kendime bir iç çamaşır takımı çıkarıp üzerimi hızlıca giymeye koyulduğumda kendime yine beyaz olan kolsuz bir bluz çıkarıp giymiştim. Giyindikten sonra makyaj masama oturup önce şu soluk yüzüme bir renk getirmek adına güzel bir makyaj yaptım ve bu ölü görüntümden kurtulmaya çalıştım. Makyajımı bitirip saçlarım arasındaki bigudileri de çıkardığımda uyandığımdaki hâlimin aksine daha iyi görünüyordum. Daha canlı, daha güzeldim.
Alnıma doğru düşen kahküllerimi elimle düzeltip saçlarımı da hafifçe dağıttığımda gayet iyiydim. Son olarak takılarımı da takıp ayakkabılarımı ayağıma geçirdiğimde masamın üzerinde duran telefonum titremişti. Göz ucuyla yanan ekranıma bir bakış attığımda Kenan'dan mesaj geldiğini görmüştüm. Bu, donuk ifademi değiştirirken aptal kalbim de yine heyecanlanmıştı.
Kenan KESKİN: Günaydın,
Kenan KESKİN: Beş dakikaya kapıdayım, beni bekletme.
Dudaklarım yukarı doğru hareketlendiğinde telefonumun ekranını kapatıp hızla kendime birkaç fıs parfüm sıkmış, parfümümü de çantama attıktan sonra telefonumla çantamı elime alarak aynada son kez kendimi kontrol etmiştim. Gayet iyi göründüğüme kanaat getirdikten sonra son kez Olcay'ı kontrol etmiş, ona birkaç öpücük bahşettikten sonra kapıyı aralık bırakarak odadan çıkmıştım. Hızlıca merdivenleri inip Jale'ye bir eşi Olcay'ın yanında olan bebefonu vermiş, Olcay'a dikkat etmesi için dakikalarca nutuk çektikten sonra evden çıkmıştım.
Telefonumdaki bildirimleri kontrol ede ede patika yolu bittirdiğimde Kenan'ın arabası da kapının önündeydi. Şimdi gelmiş olmalıydı çünkü çok fazla oyalanmamıştım.
Elimdeki telefonu kapatıp omzuma astığım çantamı düzelterek yavaşça açılmakta olan büyük demir kapıdan geçtim ve arabasına doğru yanaştım. O, benden önce davranarak elini uzatıp arabanın kapısını içeriden benim için açtığında arabaya binmiş, ben koltuğa yerleşirken de onun güzel yeşil bakışlarıyla karşılaşmıştım.
"Günaydın," dedim, kapıyı kapatırken.
"Günaydın," derken çantamı dizlerimin üzerine bırakmış, emniyet kemerime uzanmıştım.
"Beklettim mi? Oyalanmadım aslında ama.."
"Yeni geldim," diyerek yanıtladı beni. Bu esnada kemerimi takıp bakışlarımı ona çevirmiştim. Yeşil gözleri yüzümün her bir köşesinde ilgiyle dolaşırken ağladığıma dair bir emare aradığı belliydi.
O günün üzerinden sadece tamı tamına bir hafta geçmiş olsa da öfkem de kırgınlığım da aynıydı. O günden beri sürekli düşünüyor, düşünmediğim bir dakikayı bile boş geçirmiyordum. Artık kafayı yiyecek duruma gelmiş fakat bunu engelleyen tek şey de Olcay olmuştu. Onunla zaman geçirirken her şeyi unutsam da Kenan'ın da payı bunda büyüktü. Beni yalnız bırakmıyor, sürekli olarak iyi hissedeceğim şeyler yapıyordu. Eve her geldiğinde bana çiçekler getiriyor, her sabah gelip şirkete bırakmak için beni evden alıyordu. Ona, buna gerek olmadığını söylesem de bundan bıkmamıştı. Çoğunlukla şirkete gitmekten vazgeçip günümüzü bir restoran köşesinde ya da bir sahil kenarında geçirsek de açıkçası bundan memnundum. Benimle birlikte olması bana hiç olmadığı kadar iyi hissettiriyordu. Mutluluğumu da üzüntümü de benimle paylaşması hoştu. Beni güldürmek için elinden gelen her şeyi yapıyor, gelmeyen için de çabalıyordu.
"Gelmene gerek yoktu, kendim de gidebiliyorum." dedim, gülerek. Bu, gözlerinin gülüşümde oyalanmasına neden olduğunda benimle beraber onun da yüzünde bir gülümseme oluşmuştu.
"Seni şirkete götüreceğimi de nereden çıkardın?" dediğinde durmuş, bir süre ona öylece bakmıştım. O, arabayı çalıştırırken, "Kahvaltı yapalım, sonra gidersin şirketine.."
"Olmaz Kenan," derken bileğimdeki saati kontrol ettim göz ucuyla. "İki saat sonra toplantım var, yetişemem o trafikte.."
"Yetiştiririm ben seni," diyerek konuştuğunda bu rahatlığına hayrandım. Sadece benim değil, onun da işleri vardı ama benim peşime takılmayı tercih ediyordu. Onun gibi işkolik bir adamın işlerini salması şaşırtıcıydı fakat bunu sadece benimleyken yapıyordu.
"İşin yok mu?" diye sordum merakla.
"Boşum bugün." dediğinde onu inceledim. Evet, pek şirkete gider gibi bir hâli yoktu bugün. Oldukça spor giyinmişti.
"Sanki çok gidiyorsun da şirkete.." diyerek mırıldandığımda gülmüştü. "Bir haftadır doğru düzgün gitmiyorsun üstüne bir de boşum diyorsun."
"Seninle vakit geçirmek daha çekici geliyor," dediğinde gülüşüm bir gülümsemeye dönüşmüş, utanarak başımı hızla cama doğru çevirmiştim. "Bige'yle babam şirkette, idare ediyorlar. Hem ben aylardır çalışıyorum, birkaç gün gitmedim diye şirket batacak değil ya?"
"Ben senin işkolik olduğunu sanıyordum," dediğimde başını ağırca salladı, dudaklarındaki o minik sırıtışla.
"Aynı şeyi bizimkiler de söyledi dün," dediğinde kıkırdamıştım. Demek bunu fark eden tek ben değildim. "Şu an hepsi şaşırmış vaziyette.."
"Ben de şaşkınım,"
"Benim kariyerime zarar veriyorsun işte." Ona şaşkınlıkla baktığımda bakışlarını kısa bir an yoldan alıp bana bakmıştı.
"Ben ne yaptım be? Sen takılıyorsun benim peşime."
"Şikâyetçi misin bundan?"
İfadem değişirken dudaklarım yine hareketlenmiş, bunu da ondan gizlememiştim. "Yo," dediğimde yeşil gözlerinden bir parıltı geçti, dudaklarındaki gülümseme genişledi.
"Olcay nasıl?" diye sordu, önüne dönerken.
"İyi," dedim, onu yanıtlayarak. "Ben çıkarken uyuyordu hâlâ.."
"Sen peki?" diye sorduğunda bakışlarım ona dönmüş, çok kısa bir an göz göze gelmiştik. Bunu öylesine sormamış, gerçek anlamda nasıl olduğumu merak etmişti. O günden sonra da tıpkı o gün olduğu gibi yine omzunda ağlayarak geçirdiğim zamanlar olsa da kötü olduğumu bilmesine gerek yoktu. Ki hoş, iyi olduğumu söylesem de bana inanmayacaktı.
"İyiyim," dedim, düz bir sesle. O, bana yandan bir bakış attığında bunu konuşmak istemediğimin farkındaydı. "Bige'yle Yiğit karar verdi mi düğün tarihine?"
"Eylül'ün ortasında yapacaklar, o yüzden ikisi de epey telaşlı."
"Nerede yapmayı düşünüyor?"
"Konakta, sade bir tören istiyormuş hanımefendi." dediğinde güldüm. Bige şatafata bayılırdı ve sade bir törenle yetineceğini düşünmüyordum. "Davetiyeyi sana kendi elleriyle getirecekmiş, öyle söyledi bu arada.."
Bu sözleriyle beraber bir an duraksadığımda onunla olan son konuşmamızı hatırlamıştım. Aramızda belli bir mesafe vardı ve Bige ilk kez bana bu kadar soğuk davranmıştı. Buna rağmen beni düğününe davet etmeyi mi düşünüyordu?
"Öyle mi?" dedim, hayretle. Onun bakışları bana dönerken neden bu kadar şaşırdığımı anlamamış gibi görünüyordu.
"Niye şaşırdın ki?" Omuz silktim.
"Bige'yle pek eskisi gibi değiliz, o yüzden bunu söylemesine şaşırdım." dediğimde kırmızı ışıkta olduğumuz için doya doya bana bakabiliyordu.
"Bige seni seviyor,"
"Evime geldiğinde pek beni seviyormuş gibi değildi,"
"Kızdın demek," dediğinde itiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki fark ettiğim şeyle beraber kaşlarım hafifçe çatıldı. Demek ki Bige'yle ne konuştuğumu biliyordu.
Gözlerim onun gözleri arasında mekik dokurken, "Biliyordun yani? Anlattı sana, öyle mi?"
"Evet," derken gözleri gözlerime kilitlenmişti imayla. "Dümdüz herif işte, özel bir şeyi yok abinin.. Evet, bunların hepsini biliyorum."
Bu sözleriyle beraber dudaklarımı birbirine bastırdığımda onun yüzünde de bir sırıtış oluşmuş, gözlerimi kırpıştırarak onun gözlerinden kaçmıştım. "Hemen yetiştirdi yani?"
"Kötü bir şey söylemedi canım," derken aynaları kontrol ediyordu. "Hatta ona, seninle böyle konuştuğu için ben kızdım."
"Sen de onunla benzer şeyleri söylemiştin bana, niye kızıyorsun ki? Kenan'la aramda bir şeyler olduğunu ima etmiştin, hatırlatırım." dediğimde derin bir nefes almıştı.
"Bu heriften özür dilesem beni affedecek misin?" diye sorduğunda omuz silktim bir kez daha.
"Olabilir," dedim, düşünceli bir şekilde. "Ama sen hayatta birinden özür dilemezsin, bu yüzden boşuna bu konu hakkında konuşmayalım." dediğimde bana bir bakış atmıştı.
"Öyle mi diyorsun?" dedi, gülerek. Başımı salladım ağırca. "Yanılıyorsun bence.. Hem o adamla tesadüfen tanışmış olman çok garip değil mi?" dediğinde ne demek istediğini anlayamamış, ona garip bir şekilde bakmıştım. "Yani ismi Kenan, üstelik birbirimize çok fazla benziyoruz.. Tuhaf."
"Ne demek istiyorsun şu an, anlamadım?"
"Bir şey demek istemiyorum, hemen bakma öyle." dediğinde kaşlarımı çattığımı yeni fark etmiştim. "Bir özelliğim yok zaten, öyle söylemişsin ya?"
Dudaklarım arasından usulca bir nefes verip gözlerimi devirdiğimde oldukça eğleniyordu. Beni sinirlendirmekten inanılmaz bir keyif alıyordu. "Var mı?" dedim, onun gülen yüzünü incelerken. "Normal, sıradan bir adam değil misin?"
Kaşları havalandı. "Öyle miyim?"
"Kendine çok fazla anlam yüklüyorsun herhalde, bu kadar şaşırdığına göre?"
"Benim bir özelliğim olmayabilir tabii ki ama senin bana yüklediğin anlamlara göre değişir bu.." dedi, bilmiş bir tavırla. Gözleri yoldayken onu inceliyordum dikkatlice. Ne tuhaftır ki bunca zamana rağmen değişmemiş, aynı kalmıştı. Yeni tıraş olduğu için sakalları birkaç günlüktü ve bu, onu sadece olduğundan daha genç göstermişti. Evet, onun görünümündeki tek değişiklik buydu. "Sen beni, yeryüzünde eşi olmayan biri gibi görüyordun ama artık diğerlerinden farklı bir özelliğim kalmamış demek."
"Yaptıklarından sonra benim için bir özelliğin kalmadı, evet." dediğimde bana öyle bir bakış atmıştı ki onunla olan göz temasımı kesememiştim. Bu konuyu konuşmaktan nefret ediyor, hatırlamaktan bile hoşlanmıyordu.
"Başa döndük yine.." diye mırıldandı kendi kendine. O, önüne dönerken yüzündeki gülümsemeden artık eser kalmamıştı. Suratı asılmış, o neşesi kaybolmuştu. "Tamam, bence konuşabiliriz artık. Dinleyebilirsin beni."
"Anlat tamam," dedim, bakışlarımı ona çevirirken. "Dinliyorum."
Benden bu cevabı beklemiyor olacak ki bakışları bana dönmüş, birkaç saniye ifademi inceleyip ciddi olup olmadığımdan emin olmuştu. O, önüne dönerken eş zamanlı olarak sahilde bir mekânın önünde durmuştuk. Buraya daha önce de birkaç kez gelmiştik ve burayı sevdiğimi biliyordu. Sevgiliyken de evlendiğimiz ilk dönemlerde de sıklıkla buraya gelmiştik.
Beraber arabadan inip mekâna girdiğimizde henüz sabahın çok erken saatleri olduğu için mekânın içerisi daha dingin, sessizdi. Biz de mekânın içerisinde değil de terasında, açık havada oturmayı tercih ederek bir masaya geçtiğimizde deniz tam karşımızdaydı. Üstelik teras da boş olduğundan oldukça huzurlu bir ortam hâkimdi. Denizden esen hafif rüzgâr saçlarımı savuştururken çantamı yanımdaki boş sandalyeye bırakmıştım. "Buraya bayağıdır gelmiyordum, değişmiş epey."
"Tadilata girdi, senden sonra." dediğinde etrafı inceliyordum detaylıca. O da beni izlerken, "Ben de ilk kez geliyorum."
Etrafı tarayan gözlerimi ona çevirdiğimde göz göze gelmiş, bunu da yanımıza gelen genç bir garson bölmüştü. "Hoş geldiniz Kenan Bey," dediği an bakışlarımı ondan uzaklaştırdığımda elimi çeneme yaslayıp genç çalışana dönmüştüm. "Maran Hanım," dedi, oldukça sevecen bir şekilde. "Hoş geldiniz.."
"Hoş bulduk," dedim, gülümseyerek.
Kenan da tıpkı onun gibi sevecen bir şekilde ona karşılık verdiğinde birkaç dakika boyunca onunla sohbet etmiş, uzun zamandır buraya uğramadığımız için de bunun tadını çıkarmıştı. Buraya her geldiğimizde bizi karşılayan her çalışanla böyle sıcak sohbetler içerisine giriyordu ve buna alışkındım da. "Bayılıyorsun bunu yapmaya, değil mi?" dedim, gülerek.
"Neyi?" dedi, anlamamış gibi. Oysa dudaklarında bir gülümseme asılı kalmış, neyden bahsettiğimi de anlamıştı.
"Şov yapmaya."
"Sana mı şov yapacağım?"
"Böyle şeylere dikkat ettiğimi biliyorsun, çok fenasın sen."
"Ben gittiğim her mekânda çalışanlara böyle davranıyorum bir kere." dediğinde gözlerimi bayarak gülmüş, başımı iflah olmazsın der gibi sallamıştım. "Şov falan yapmıyorum, ayıp ediyorsun şu an." dedi, oldukça masum bir şekilde.
Şerefsiz, çok tatlıydı.
Gözlerim onun yüzünde gezinirken ağzım adeta kulaklarıma varmış, yüzümde aptal bir sırıtış oluşmuştu. "Gözde ne yapıyor?"
Bu sorum onu güldürdüğünde gözlerini gözlerimden ayırarak başını diğer tarafa doğru çevirmiş, çok geçmeden tekrar gözleriyle kavuşmuştum. "Kıskanıyorsun sen beni, farkında mısın?"
"Yani bunu nereden çıkardığını o kadar merak ediyorum ki.." dediğimde bu onu daha da keyiflendirdi.
"Sürekli Gözde'yi soruyorsun," Elini salladı hafifçe. "Bilmiyorum ne yaptığını, görüşmedik bir daha."
"Güzel kız,"
"Öyle miymiş?"
"Yani, model sonuçta.."
"Güzellik bir kalıba sığmamalı bence," derken omuz silkti. "Sıradan bir kadın işte, bir farkı yok diğerlerinden. Bak etrafına, herkes aynı yüze sahip artık.. Uzun bacak, incecik bel bir güzellik algısı değil bana göre. Olmamalı da." dediğinde alayla güldüm.
"Senin eski sevgilin de manken değil miydi? Bu saydığın bütün özelliklere sahipti, yanlış hatırlamıyorsam?" dediğimde ona laf sokmam onu eğlendirmiş, yine gülmüştü.
"Serafina güzel bir kadındı ama sıradandı." dedi, beni onaylayarak. "Donuktu, eğlenmeyi pek bilmeyen bir kadındı."
"Senin kadın versiyonundu diyebiliriz yani?" dediğimde erkeksi kıkırtısı mekânın terasını doldurmuş, dalgalanan denizin sesine karışmıştı.
"Ben gayet eğlenceli bir adamım bu arada." Başımı salladım öyledir dercesine. Bu da birkaç saniye gözlerime öylece bakmasına neden olduğunda en sonunda kıkırdamış, onu da yine güldürmüştüm. "Hem bana bunu sen söylemiştin."
"Öylesin çünkü," dedim, onun gözlerine bakarken. "Herkes böyle değil."
"Dümdüz herif değilmişim demek ki." dediğinde dudaklarımdan bir kahkaha yükselmiş, yüksek sesle gülmüştüm. Kahkaham tüm terası adeta inletirken gülüşümü izliyordu, dudaklarındaki gülümsemeyle.
"Ne kadar takıntılısın sen?" dedim, hayretle. "Senin umursamaz olduğunu düşünüyordum."
"Konu sen olunca böyle oluyor işte." Bu sözleri, dudaklarımdaki gülüşün yavaşça bir gülümsemeye dönüşmesine neden olurken ifademi büyük bir dikkatle izlemişti. Gözleri sık sık yüzümde dolaşıyor, her ifademi inceliyordu. "Konuşalım mı artık?"
Kenetlediğim ellerimi çeneme yaslayıp onu başımla onayladım. "Konuşalım."
O, bu onayımla beraber yaslandığı yerden yavaşça doğrulup kollarını masaya yasladığında bunca zaman sonra onu dinlemeye karar vermem ikimiz için de büyük bir adımdı. Bu kararı uzun zaman önce versem de konusunu yeni açmış, kendimizi buna anca hazırlamıştık.
"Öncelikle şunu söyleyeceğim," dedi, gözleri yüzümün her bir köşesinde dolaşırken. "Sana hiçbir zaman yalan söylemedim, seni kandırmadım Maran.. Sana olan aşkım gerçekti, aramızda yaşanan her şey gibi." dediğinde bunu şu an bakışlarından bile anlayabiliyordum. Aslına bakılırsa ayaklarıma kapanıp ağladığı gün, onun aşkına inanmıştım zaten. "O izlediğin saçma videonun sadece belli bir kısmı sana gönderilmiş, eğer tamamını izleseydin bunca saçmalıkla uğraşmak zorunda kalmayacaktık." Bakışlarım onun yeşil gözlerine dalarken bu söylediklerini zaten daha önce Bige'den duymuştum. O da benzer şeyleri söylemişti. "Biri de bunu bildiği için sana kaydın sadece o kısmını kesip biçerek göndermiş çünkü amacı tam olarak buydu." derken elini hafifçe ikimizin arasında salladı. "Onu kimin gönderdiğini hâlâ bulamadım ama sana söz veriyorum bulacağım. Bulacağım ve.." Onu seyredalan mavi gözlerime baktı bir süre. Ardından da ellerini uzatıp birbirine kenetlediğim ellerimi avuçlarına hapsederek indirdiğinde onun etkisi altına giren kalbim de yine ritmini kaybetmişti. "Tekrar benim olacaksın." Başını salladı söylediklerini desteklercesine. "Tekrar beraber uyuyup uyanacağız, tekrar benim o biricik karım olacaksın.." dediğinde gözlerimi ondan kaçırmıştım. "Nikâh tazeleriz merak etme." Dudaklarım hafifçe kavislenirken kendime engel olamadım. "Belki ikinci çocuğu da yaparız, olmaz mı?"
"Saçmalama," diyerek ellerimi hızla onun ellerinden kurtardığımda gülmüştü. "Kafayı yedin iyice, bir de oturup plan mı yaptın?" derken bir anda sıcak basmış, elimi hafifçe sallayarak kendime hava yapmıştım. Bu adamın böyle hadsiz sözleriyle nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyordum.
"Özür dilerim ama seni özledim," dediğinde esen rüzgâr bile bana fayda etmiyordu. Hele de bu söylediklerinden sonra. "Seni öpmeyi, sana dokunmayı.."
"Şşh!" diyerek onun bu sözlerini kestiğimde şu an zevkten dört köşeydi. Beni bu hâle sokmaktan büyük bir zevk duyarken masamıza doğru yaklaşan garsonla beraber çenesini kapatıp arkasına yaslanmıştı. Buna rağmen gözleri konuşmaya devam ettiğinde bakışlarından kaçmıştım. Zaten o bakışları dilinden daha fenaydı.
"Teşekkür ederiz," dedi, yanımızdan ayrılmakta olan çalışana. Kahveme uzanırken bir yandan da bileğimdeki saati kontrol etmiştim. Umuyordum ki ona takılıp saati kaçırmazdım. "Ne zaman geliyorsun bana?" diye sorduğunda iptal etmek durumunda kaldığı yemeğe gönderme yapmıştı.
"Bilmem," diyerek yanıtladım onu. "Ne zaman geleyim? Cuma mı?" dediğimde güldü.
"Olur, bekliyorum."
"Tamam, Olcay'la geliriz o hâlde."
"Olcay'ı getirme," dediğinde başımı kaldırıp ona bakmam gerekmişti. "Baş başa olalım istiyorum." derken epey ciddi duruyordu.
"Kızını mı istemiyorsun?" dedim, gülerek.
"Hayır sadece baş başa olmak istiyorum," dediğinde onun amacını biliyordum. Beni evine davet etmekte neden bu kadar ısrarcı olduğunu, neden baş başa olmak istediğini de biliyordum.
"Kenan," dedim, elimdekini bırakıp kollarımı masada birleştirerek. Onun bakışları bana odaklanırken hınzır parıltılarla donanmış gözlerine baktım. "Sevişmeyeceğiz, biliyorsun değil mi?"
Bu açık sözlerimle beraber hınzır ifadesi netleşirken doğru tahminde bulunduğumu da böylelikle anlamıştım. Eh, ne de olsa onu tanıyordum.
"Öyle bir şey söylemedim aslında ama.."
"Aklından geçenleri biliyorum."
"Gerçekten çok ayıp," dedi, onaylamıyormuş gibi. Başını hafifçe iki yana sallarken elini önüme doğru uzatmış, önümdeki simidi almıştı. Bu, kaşlarımın çatılmasına neden olurken tabağımı önüme çektim.
"Benimdi o!"
"Hepsini sen yemeyeceksin herhalde?" dedi, o serseri tavrını sürdürerek. "Bir tane simidin lafını mı yapıyorsun? Önünde var işte, ye."
Ona ters ters bakarak elimdeki simidi hızla ağzıma tıktığımda bu tavrıma gülmüştü. "Anlat bakalım," dedim, çatalımı kavrarken. "O videoda baban, babamdan borç aldığını söylüyor.. Ne için aldı? Benim haberim yoktu bundan, babama soracaktım ama fırsatımız olmadı maalesef." derken ifadem usulca değişmişti. Onun da o tatlı ifadesi de dağılırken çayına uzanmış, arkasına yaslanmıştı.
"O dönem kötü durumdaydık," diyerek girdi söze. Bakışları üzerimdeyken ben de onu dinliyordum dikkatle. "Maddi olarak.. İtalya'dan ne için döndüğümü sanıyorsun? Üniversiteyi bitirip gittiğimde babamla aramda sorunlar vardı hatta sırf bu yüzden uzun bir süre buraya dönmemiştim ama annem arayıp burada işlerin kötü olduğunu söylediğinde tek çarem dönmekti. Hatta babanla sırf bu yüzden ortak olduklar, baban biliyordu şirketin batmak üzere olduğunu. Babam da sırf bu yüzden şirketi toparlamak için babandan yardım istemiş. Yani baban hem maddi hem de manevi yardımda bulundu."
"Ve siz de ona karşılığını böyle verdiniz," dediğimde çayından bir yudum almak üzereydi ki bu sözlerim onu durdurmuş, elindeki bardağı yavaşça masaya bırakmıştı. "Baban sana, durumu toparlamak için benimle evlenmeni teklif ederek babama olan borcunu ödedi yani?"
"Maran," dedi, alçak bir sesle. "Böyle söyleme, gerçekten beni üzüyorsun. Görmüyor musun ne kadar utandığımı? Az önce sana anlattıklarımı dinlemedin mi? Neden bunu yapıyorsun bana?" diyerek soruları arka arkaya dizdiğinde bakışlarımı ondan uzaklaştırıp çatalımı hafifçe tabağıma sürtmüştüm. "Babamın bu düşüncesi saçmalıktı biliyorum ama lütfen bunu daha fazla yüzüme vurma. Emin ol babam hiç olmadığı kadar pişman böyle bir şeyi düşündüğü için." Son sözleriyle beraber kaşlarım havalandı alayla.
"Babanı affetmemi mi bekliyorsun?" dedim, alayla. Onun kaşları çatılırken elini ne var dercesine hafifçe salladı.
"Bu sana kalmış bir şey ama insanları dinlemiyorsun, Maran." dediğinde kahvemden bir yudum almıştım. "Tabii ki onun yaptığını savunmuyorum, bu tavrında da haklısın evet ama şans vermek seni küçültmez."
"Ama beni hayal kırıklığına uğratır."
"Ben seni hayal kırıklığına uğratmayacağım." dedi, keskin bir biçimde.
"Daha önce de söylemiştin."
"Seni yine hayal kırıklığına uğratmadım," dedi ve ekledi. "Seninle, sana aşık olduğum için evlendim. Senden gerçekten hoşlandığım için seninle vakit geçirdim. O gece seninle beraber olmak istediğim için beraber oldum. O gece sadece senle ben vardık Maran, başka hiç kimse yoktu."
Bu sözleriyle beraber elimdeki fincanı masaya yavaşça bıraktığımda bu sözlerinde oldukça ciddi, dürüsttü. O bana yalan söylemiyordu, bunu anlayabiliyordum ve hatta görebiliyordum.
Bakışlarım onun yeşil gözlerinde gezintiye çıktığında belki de onu artık affetmeliydim. Tüm bu yaşananları unutabilir, onunla söylediği gibi yeni bir hayata başlayabilirdim. Hem bizim bir kızımız da vardı. Onunla istesem de istemesem de sürekli görüşmek zorunda kalacak, aramızdaki o bitmesi zor olan duygular daha da artacaktı. Bu hem bize hem de Olcay'a zarar verirdi. Belki de en başında ondan boşanıp ülkeyi terk etmem ve bir daha da dönmemem gerekirdi ama öyle olmamış, hayat yine beni bir şekilde buraya sürüklemişti.
Belki de onunla olan hikâyem hâlâ devam ediyordu.
Bittiğini sandığım ama bizim bir türlü bitiremediğimiz o hikâye.
🌪️🌪️🌪️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.81k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |