50. Bölüm

•XXXXX•

melek şendur
meelcnmel

Birkaç mırıltı kulaklarıma ulaşırken elimi uzatıp hemen yanı başımdaki beşiği sallamaya başladım. Kapalı gözlerimle sadece kendimi ve zihnimi dinlendirirken pek uyuduğum söylenemezdi.

Beşikten gelen sesler çok kısa bir an kesilirken yan tarafımda bir hareketlilik olmuş, beşiği sallayan elim de durmuştu. Yorgun bedenim bir damla uyku için yalvarırken uyumakta epey zorlanıyordum. Zihnimde birbirini yiyen düşünceler buna müsaade etmezken gözlerimi sıkıca yumup bundan kurtulmak için çabalıyordum.

Odada oluşan o kısa sessizliğin ardından kulaklarıma ulaşan birkaç fısıltıyla beraber elimin yaslı olduğu beşikteki o ağırlık birden kaybolmuş, bir süre sesimi çıkarmamıştım.

Olcay bu gece epey zor uyumuştu ve açıkçası beni de uyutmamıştı. Gerçi uyuyamamın tek sebebi bu değildi. Düşünmekten bir türlü uyuyamamıştım.

Gözlerimi yavaşça aralayıp odanın karanlığında biraz ötemde bana sırtı dönük olan bedeni inceledim bir süre. Çıplak sırtı görüş açımdayken kolları arasında pışpışladığı bebeğimizin mırıltılarını da duyuyordum. O, odanın içerisinde yavaşça gidip gelirken bir yandan da elindeki biberonla Olcay'ın karnını doyuruyordu. Biberonda çok az süt kalmıştı ve Olcay da acıkmış gibi görünüyordu.

Gözlerim onun üzerinde gezinirken elimi kaldırıp gözlerimi ovuşturmuş ve baş ucumdaki saati kontrol etmiştim. Gece yarısını geçiyordu.

"Acıkmış mı?" diyerek fısıltıyı andıran bir sesle konuştuğumda bakışları bana döndü, ay ışığının aydınlattığı gözlerine baktım.

O bu gece burada, yalıda benimle kalmıştı. Ne onun gitmesini istemiş ne de ben Korhan'a söylediğim gibi babaannemin yanına gidebilmiştim. Sadece Korhan'a kısa bir mesaj atmış ve yarın sabah kahvaltıda görüşebileceğimizi söylemiştim. Tabii bu esnada saatlerce Kenan'ın koynunda ağlamış, o da benim gözyaşlarımı silmişti. Ben ona içimi dökerken o beni dinlemişti dinlemesine fakat gitmesini kabul edememiş, bu gece benimle kalmasını istemiştim. Bu çok çocukça bir istekti ancak beni sadece onun toparlayacağını bildiğim için gitmesine izin vermemiştim.

Evet, bu çok çocukçaydı.

Yeşil gözlerine bakarken elimi uzatıp komodindeki abajuru aydınlatmış, yavaşça yerimde doğrulmuştum. Karanlık oda loş bir ışıkla aydınlandığında o da bana doğru adımlarını yönlendirdi. Elindeki boşalan biberonu komodine bırakıp kucağında uyuyan Olcay'ı bana teslim ederken üzerimdeki tişörtü usulca sıyırmıştım. O, benden uzaklaşırken bakışlarımı Olcay'a çevirdim. Gözleri kapalı, pembemsi dudakları da beyaz tenime gömülmüştü. Boştaki elimi kaldırıp onun saçlarını hafifçe okşamaya başladığımda onu izlemek güzeldi. Böylesine güzel bir bebeğimin olması bana da sürpriz olmuştu.

Ben onu izlerken bu esnada Kenan da tişörtüne uzanmıştı. Bakışlarım ona dönerken, "Nereye?" dedim, merakla.

Başını hafifçe oynatıp mavi gözlerime baktığında tişörtünü de eline almış ve bir çırpıda üzerine geçirmişti. "Su alacağım," diyerek beni yanıtladı. "Bir şey istiyor musun?"

Başımı iki yana hafifçe sallayıp onu reddettiğimde bana son bir bakış atarak odadan çıkmış, beni odada bir süreliğine yalnız bırakmıştı. Ben de bu esnada Olcay'ı emzirmiş, onun karnının doyduğuna emin olduğumda da beşiğine bırakmıştım. O mışıl mışıl uyurken başının üzerine bir öpücük kondurup parmaklarımın tersiyle tombul yanağını okşadım. Pamuk gibi yumuşacık olan tenini okşarken bu esnada Kenan da gelmişti. O, odaya girip kapıyı arkasından kapattığında ben de Olcay'ı rahat bırakıp sırtımı yatak başlığına yasladım. Eş zamanlı olarak Kenan bana doğru yaklaşıp elindeki su dolu bardağı bana uzattığında benim için aşağı indiğini anlamam zor olmamıştı. Komodindeki sürahide su kalmamış, bütün gece onu tükettiğimi fark etmişti.

Elimi uzatıp bardağı onun elinden aldığımda gözlerim gözlerindeydi. Bu küçük ama benim fazlasıyla hoşuma giden davranışlarını özlemiştim. "Teşekkür ederim," derken diğer elimle de onun elini yakalayıp onu kendime doğru çektim. Bu ani hareketimle beraber kısa bir an bocalasa da dengesini sağlayabilmiş, yanıma kıvrılmıştı. Bu esnada ben de suyumdan büyük bir yudum alıp bardağı komodine bıraktım. "Sen niye uyumadın?" diye sorarken bedenimi ona doğru tamamen çevirmiş, başımı da yastığa yaslamıştım.

Onun gözleri üzerimde gezinirken, "Uyku tutmadı," demiş ve ardından kolunu arkama doğru uzatarak beni kendine çekmişti. Başımı bu sefer onun omzuna yaslarken elini saçlarım arasına daldırdı. Parmakları saçlarım arasında dolanmaya başladığında gözlerim ağırca kapanmıştı. "Senin için ne yapabilirim?" diyerek fısıldadığında bunu neden söylediğini biliyordum. Şu an neden bir türlü uyuyamadığımı, aklımdan geçen onlarca saçma düşünceyi sadece yüzüme bakarak anlayabiliyordu.

Kapalı gözlerimi yavaşça aralayıp beni izleyen yeşil gözlerine baktığımda benim için gerçekten bir şeyler yapmak istediğini görebiliyordum. "Benim için hiçbir şey yapamazsın," dedim, mırıldanarak. "Sen de bana zarar veriyorsun çünkü.." derken elimi kaldırıp kirli sakallarının çevrelediği çenesine yaslamıştım. "Aynı zamanda da bana çok iyi geliyorsun, saçmalık."

"Sana zarar mı veriyorum?" diye sordu, gözlerime bakarken. O gözlerime böyle dikkatle bakarken benden bir cevap bekliyordu fakat ona bir cevap vermedim. Dudaklarımı birbirine bastırıp ona sokularak başımı göğsüne yaslamış, ellerimi de beline dolamıştım. Başımın yaslı olduğu göğsü belli bir ritimde inip kalkarken şu an tek istediğim şey uyumaktı.

Saçlarımdaki eli hareket hâlindeyken ikimizden de çıt çıkmıyordu. Bir süre ikimiz de konuşmazken en sonunda gözlerimi yumup uykunun ayağıma gelmesini beklemiştim. Onun göğsünden yayılan sıcaklığıyla deliksiz bir uyku çekmek mümkündü ancak bu sefer onu uyutamayacağımdan habersizdim.

Sabah uyandığımda onu yanımda görememek, aylardır tek başına uyuyup uyanan bir kadına göre pek şaşırtıcı bir durum değildi fakat geceleyin kollarında uyuduğum adamın sabah yanımda olmaması şaşırtıcıydı.

Ovuşturduğum gözlerimi etrafta gezdirirken ilk olarak yanı başımdaki beşiği kontrol etmiştim. Beşiğinde kıpırdanıp oyuncağıyla oynayan Olcay'a baktığımda onun uyanmış olduğunu gördüm. Ardından da baş ucumdaki saati kontrol ettiğimde sabahın henüz erken saatleriydi. Elimi kaldırıp birbirine girmiş olan saçlarımı karıştırırken bacaklarımı aşağı doğru sarkıtıp yataktan kalktım. Tam o esnada da evin kapısının kapandığını duyduğumda adımlarımı direkt olarak odamın terasına yönlendirmiştim. Bahçeden yükselen güçlü motor sesiyle beraber ellerimi trabzanlara yaslayıp aşağı doğru baktım. Süs havuzunun önünde duran arabası yavaşça hareketlenirken onu izliyordum. O, çok geçmeden bahçeden çıktığında kaşlarım hafifçe çatılmış, içeri geçmiştim. İçeri geçip komodinde duran telefonumu alarak onun numarasını tuşladığımda Olcay da elindeki oyuncağı atıp beşiğinde hareketlendi. "Bir dakika anneciğim," dediğim esnada aramamın yanıtlanması uzun sürmemişti.

"Uyanmışsın," diyen sesini duyduğum an çatık kaşlarım usulca normal hâlini aldı.

"Gitmişsin,"

"Öyle gerekti,"

Bu sözleriyle beraber aramızda kısa bir sessizlik oluştuğunda onun bu tavrının nedenini biliyordum. Dün geceki konuşmamızdan dolayı ben uyanmadan evi terk etmişti.

Elimi kaldırıp Olcay'ın beşiğine yasladığımda Olcay da hareket etmeyi bırakmış beni izliyordu. "Gelecek misin tekrar?"

"Babaannende kalacağını sanıyordum," diyerek bana bugünün planını hatırlattığında görecekmiş gibi başımı salladım. Babaannem buraya gelmediği için ona ben gidecektim ve bir süre de onunla kalmayı düşünüyordum.

"Bir süre orada olacağım, evet.." derken Olcay'a bir bakış attım. "Ama Olcay'ı istediğin zaman gelip görebilirsin."

"Ben de bunu konuşmak istiyorum seninle," dedi, tok bir sesle. "Acelesi yok ama ne zaman müsait olursan görüşelim, olur mu?"

"Olur, akşam konuşabiliriz. Bir işim de yok, müsaitim."

"Anlaştık o hâlde, akşam görüşürüz."

"Görüşürüz, öptüm.."

"Ben de."

Kulağıma yaslı olan telefonu indirip aramayı sonlandırdığımda telefonumu komodine bırakmıştım. Tüm ilgim Olcay'a dönerken önceliğimiz girip birlikte güzel bir banyo yapmaktı.

Güzel, sakin bir duş alacaktık fakat bu Olcay'la biraz imkansız olacaktı.

🌪️🌪️🌪️

"Babaanne, ben çıkıyorum." diyerek merdivenlerden inerken sesimi hafifçe yükselttim beni duyması için.

Elimdeki telefonu avucum içerisine sıkıştırıp yanıma aldığım ince, kırmızı hırkayı omuzlarımdan geçirdim. Önümde uzanan son basamağı da inip salona ulaştığımda babaannem de salondaki çiçeklerini kontrol ediyordu.

Sabah kahvaltıda buraya gelmiş ve beraber güzel bir kahvaltı yaparak birbirimizle hasret gidermiştik. Uzunca bir süre sohbet etmiş, onun Olcay'la ilgilenmesini büyük bir zevkle seyretmiştim. Olcay, babaanneme epey düşkün olduğu için de onu görür görmez ne yapacağını şaşırmıştı. Tabii bu esnada Korhan da kahvaltıda bizimle beraber olduğu için uzunca bir süre ilgi onun üzerinde olmuştu. Hep beraber güzel bir kahvaltı yapmış, günü bol bol sohbet ederek de bitirmiştik. Az önce de neşeli bir akşam yemeği geçirmiştik ve ben de yemek sonrasında Olcay'ı uyutmuştum. Şimdi de babaannem çiçekleriyle meşgulken Korhan da ortalıkta görünmüyordu.

Babaannemin masmavi gözleri beni bulurken saçlarımı elimle düzeltip saati kontrol etmiştim. Kenan, dakikalar önce bana mesaj atmıştı ve şu an beni dışarıda bekliyordu.

"Nereye böyle?" dedi, şüpheyle kıstığı gözleriyle beni incelerken. Sabahki sohbetlerimiz arasında tabii ki Kenan'ın konusu da geçmişti fakat onlara son birkaç günde Kenan'la aramda olanları anlatmamıştım. Ancak olayları güncellemem gerekmişti. Bütün yanlış anlaşılma silsilelerini tüm detaylarıyla onlara aktardığımda babaannemle Korhan'ın o katı tavrı değişmemişti. Bunu bildiğim için de onlara Kenan'la buluşacağımı tabii ki söylemedim.

"Biraz yürüyeceğim, hava çok güzel." derken bakışlarımı camdan dışarıya çevirmiştim. Hava esintili olduğu için ince bir hırka almıştım üzerime.

"Korhan da gelsin seninle, yalnız çıkma." dediğinde dudaklarımdaki hafif gülümseme yavaşça soldu, onun gözlerine baktım. O, gözlerini benden almış ve çoktan çiçeklerine dönmüştü.

"Tamam," dedim, hiç düşünmeden. "Olcay uyuyor," derken elimdeki bebefonu masanın üzerine bıraktım. "Hemen dönerim çiçeğim." Uzanıp onun tonton yanağına koca bir öpücük bıraktığımda gülmüş, hızla onun yanından ayrılarak evden çıkmıştım. Bu esnada da gözlerimi etrafta gezdirip Korhan'ı aramaya koyuldum çünkü o, bir ara bahçeye sigara içmeye çıkmıştı. Hâlâ burada mıydı bilmiyordum ama bir umut vardı.

Gözlerimi etrafta gezdirirken dışarıdaki korumalar dışında hiç kimseyi görememiştim. Bu yüzden oyalanmadan hızla bahçeden ayrıldığımda sokağın başında Kenan'ın arabasını gördüm. Onunla resmen gizli saklı buluşuyorduk ve bu beni gereksiz bir adrenaline sokmuştu.

Adımlarımı yavaşlatıp ona doğru ilerlemeye başladığımda o da arabadan inmişti. Arabadan inip tıpkı benim gibi etrafa göz attığında kendimi liseli aptal bir genç gibi hissediyordum. "Selam," diyerek aramızda kalan mesafeyi kapatıp bir kolumu ona doğru uzattığımda onun da eli belime dolanmış ve yanağıma bir öpücük bırakmıştı. Bu, beni gülümsetirken adrenalinden dolayı zaten hızla çarpan kalbim tamamen yoldan çıkmıştı.

"Olcay nerede?" diye sorarken ondan hâlâ uzaklaşmamıştım. Bir kolumu boynuna dolamış onun kokusunu solurken onun da benden uzaklaşmaya pek niyeti yok gibiydi.

"Uyudu.. Bütün gece doğru düzgün uyumadı zaten." derken ondan yavaşça uzaklaşıp sokak lambasının aydınlattığı yeşil gözlerine baktım. O da benim mavi gözlerime kavuştuğunda dudaklarım yukarı doğru hareketlenmişti. "Ne konuşacağız?" dedim, merakla. Ardından gözlerimi etrafta gezdirdiğimde o da aynı şeyi yaptı.

"İstersen başka bir yerde konuşabiliriz," diyerek bana bir teklif sunduğunda kabul etmek için tam dudaklarımı aralamıştım ki duyduğum adım sesleri, dudaklarımı birbirine kilitlememe neden oldu. Başımı hızla sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde korktuğum o kişiyle karşılaşmıştım.

Korhan bize doğru yavaşça ilerlerken bir yandan kıstığı gözleriyle bana bakıyor, bir yandan da elindeki sigarasını içiyordu.

Evet, ona yakalanmak babaanneme yakalanmaktan daha da kötüydü.

Onunla göz göze geldiğim an sertçe yutkunduğumda Kenan benim aksime gayet sakindi. Onun az önceki tedirginliği tamamen benden kaynaklanıyordu. Benim şimdilik birine görünmek istemediğimi bildiği için bu kadar temkinli davranıyordu ancak ben, görüyordum ki pek dikkatli davranamamıştım.

Korhan'ın ela gözleri ikimiz arasında gidip gelirken en sonunda aramızdaki mesafe azalmış, bakışlarımı kısa bir an Kenan'a çevirmiştim. "Bence git," dedim, neredeyse fısıltıyla. Eş zamanlı olarak başını bana doğru çevirdiğinde yeşil gözlerini gözlerime dikti ve orada gördüğü endişeyle beraber hafifçe kaşlarını çattı. "Arkana bakmadan arabana bin ve kaç."

"Ne?" dedi, anlamıyormuş gibi.

"Bir şeyler karıştırdığını sabahki hâlinden anlamıştım ama şimdi daha da emin oldum." diyen ses aramıza girdiğinde gözlerimi usulca yumdum ve derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Korhan, en az Kenan kadar manyaktı ve onu gerçekten mazeretsiz bir şekilde tam şu an öldürebilirdi. Çünkü bu yaşananlardan dolayı Kenan'ı hiç tanımamasına rağmen ona büyük bir öfke duyuyordu.

Gözlerimi açıp bakışlarımı yavaşça ona çevirdiğimde gözleri artık Kenan'ın üzerindeydi. Oradan ayrılmaya da pek niyeti yok gibiydi. "Ne işi var bunun burada?" dedi, kabaca. Bunu sorarken de çenesini hafifçe oynatarak Kenan'ı göstermişti. Kenan da oldukça tepkisizdi ancak tek bir harekette ikisi de birbirini yiyebilirdi. Zaten Korhan'ın ona olan hitap şekliyle beraber onu çoktan bakışlarının hapsine almıştı.

Bakışlarım ikisi arasında gidip gelirken dudaklarımı ıslattım. "Olcay'ı görmek için," dedim, bir çırpıda. Bu, Korhan'ın kaşlarının alayla havalanmasına neden olurken biten sigarasını yere atıp ayakkabısının ucuyla ezdi.

"Ya, öyle mi?" dedi, alayla. Ela gözleri beni buldu. "Olcay nerede peki?" dediğinde bir kez daha derin bir nefes almam gerekmişti.

"Olcay uyuyor-"

"Karımı görmeye geldim," diyen Kenan aramıza girdiğinde bu sözleriyle beraber elimi alnıma vurmuştum çünkü Korhan'ın bakışları çoktan ona dönmüştü. "İzninle, biraz konuşacağız-" dediği an Korhan'ın onun yüzüne bir yumruk savurması da bir olmuştu. Bunu beklediğim için hızla ellerimi kaldırıp yüzüme kapattım.

"Ne karısı lan?" diyerek adeta kükrediğinde Kenan'ın kaşının patladığını görmüştüm. "Ne karısı? Sen bu kızı üzmedin mi pezevenk?" Kanı süzülerek kendine bir yol oluştururken Korhan onun tam yakasını kavramıştı ki bu sefer daha güçlü bir yumruğu o, Korhan'ın yüzüne indirdi. Bununla beraber Korhan hafifçe gerilediğinde aralarına girip elimi Kenan'ın göğsüne yaslamıştım. Az önce bedenimde gezinen o adrenalin duygusu git gide artarken bu sefer korku da bedenimi ele geçirmişti.

"Lan doğru konuş," diyen Kenan, sağ elini kaldırıp işaret parmağını ona doğru tehditkâr bir şekilde salladığında göğsüne yasladığım elimle onu durdurmaya çalışıyordum. Üstelik arkamda varlığını koruyan Korhan'ın da yerinde durabildiği pek söylenemezdi. "Ne biçim konuşuyorsun lan sen?"

"Şşh!" diyerek adeta tısladığımda beni pek takmıyorlardı. Sadece birbirlerine konsantre olmuşlar ve başka hiçbir şeyi görmüyorlardı. "Kesin şunu, saçmalamayın ya!" dedim, çaresizce. Bakışlarım ikisi arasında mekik dokurken Korhan'ın da burnu kanıyordu. Şu an yaptıkları kavga oldukça gereksizdi.

"Sen karışma!" diyen Korhan bana bağırdığında bu Kenan'ı çıldırtmış, elini belime yaslayıp beni nazikçe kenara çekerek Korhan'a doğru atılmıştı. O, yakalarını kavrayıp Korhan'ın sırtını sertçe arabasına yasladığında elimi belime koyup alnımı ovuşturdum. Burada onları bu şekilde bıraksam bence hiçbir şey olmazdı.

"Sen kimsin de benim karıma bağırıyorsun?" diyerek tısladığında Korhan tek bir hamleyle Kenan'ı, kendisinin bulunduğu pozisyona getirmişti. Bu sefer onun sırtını arabaya yaslarken hiç acımadan bu sefer onun çenesine yumruğu indirdi. Bunun ardından yüzüne birkaç yumruk daha savurduğunda Kenan'ın acı dolu iniltileri tüm sokağı inletiyor, benim de kalbimin sızlamasına neden oluyordu. Bu esnada o da boş durmayıp Korhan'ı hırpalarken ikisi de debeleniyordu. Bu, uzunca bir süre devam ettiğinde çabalarım da boşaydı.

"Korhan lütfen," dedim, onlara yaklaşırken. "Bırak onu, canı acıyor görmüyor musun?" diyerek çaresizce konuştuğumda bir yandan da onun kolunu sıkıca tutuyordum. Ona engel olmaya çalışıyor, bu saçma kavgayı bir an önce sonlandırmak istiyordum.

"Sen nasıl hâlâ bu adama güvenebiliyorsun?" dedi, anlamakta zorluk çekerken. "Hâlâ nasıl onunla beraber olabiliyorsun, Maran?" derken Kenan'ın yakasını sertçe bıraktı, Kenan da başını yorgunlukla arabaya yasladı. Onun kan içindeki yüzüne bakarken gözlerimin dolduğunu yeni fark etmiştim. "Lan bu adam sana yalanlar söyledi, seni kandırdı! Sen onun yanından kaçıp bize sığınmadın mı? Hamileydin, bir başına acı çektin. Ne çabuk unuttun bunları?"

"Aşığım!" Bağırışım, tüm sokağı inletip geriye bir yankı bıraktığında Korhan'ın bakışlarının yanında üzerimde bir çift bakışın daha ağırlığını hissediyordum. Her bir hücremde hissettiğim o korkuyla başa çıkmaya çalışırken kalbim de onun için acıyordu. Şu an karşımdaki manzara sadece içler acısıydı. "Aşığım Korhan, ne yapayım?" derken ellerimi iki yana açmıştım çaresizce. "Biliyorum, daha dün gibi hatırlıyorum her şeyi ama engel olamıyorum, durduramıyorum kendimi. Bitiremiyorum içimdekileri.. Yaşanan onca şeyi silip atamıyorum, ne yapayım? Ben de buyum, bu kadarım işte! Ne olacaksa olsun, daha ne kadar acı verebilir bana?"

Korhan'ın gözleri benim gözlerimden ayrılmazken elinin tersiyle dudağından akan kanı temizledi. "Yanlış yapıyorsun," dedi, sakince. "Maran böyle olmaz, bunu kendine yapamazsın. Kendine sadece zarar veriyorsun, görmüyor musun? Olcay'a yapma bari bunu."

"Olcay bizim kızımız," dedim, yavaşça. O, bana böyle bakarken, "Ona asıl bu hayatı sunamam! Babasız büyümesini istemiyorum, büyüdüğünde bunun için beni suçlamasını istemiyorum!"

"Nereden biliyorsun bu adamın seni bir daha kandırmayacağını?" dediğinde sabrı taşmış gibi görünüyordu. Böyle bir şey yapmamı bir hata olarak görüyordu ki onların açısından bakınca bu yaptığım yanlıştı. "Maran, nereden biliyorsun senin arkandan iş çevirmeyeceğini? Güvenebilecek misin tekrar, söylesene?"

Dolu gözlerimden birer damla yaş süzülmeye başladığında başımı hafifçe oynatarak beni izleyen yeşil gözlere baktım. Buğulu bakışlarım, onun kan revan içindeki yüzünü bulduğunda gözyaşlarım hızlanmıştı.

"Sen de Olcay'a aşık değil misin?" diyerek konuştuğumda sesim bir mırıltı gibi çıkmıştı fakat benim bu söylediklerimi duymuştu. Ela gözlerine bir gölge düştüğünde doğru yere değindiğimi anladım. "Onu, ne yaparsa yapsın sevmeye devam etmeyecek misin?" Bu sözlerim, derin bir sessizliğe gömülmemize yol açarken onun gözlerine beklentiyle bakıyordum ancak bana cevap vermeye pek gönüllü değil gibiydi. Aslında bakılırsa ben zaten cevabı biliyordum. "Size söyledim, Kenan'ın bir suçu yok! Onun tek suçu, benden tüm bu olanları gizlemesi. En başında bana her şeyi anlatmalıydı ama anlatmadı işte! Bunun için kırgınım, kızgınım. Hâlâ yaralıyım, belki saçmalık ama beni iyileştirmesini istiyorum! Ondan kaçmama rağmen yine ona sığınıyorum, çünkü bana iyi geliyor. Nefret ediyorum ondan ama köpek gibi seviyorum da!"

Son sözlerim bunlar olurken ne o ne de ben daha fazla bir şey söylemiştik. O, bu hissettiklerimi tabii ki anlıyordu ama sadece benim mutlu olmamı önemsiyordu. Ne kadar üzülüp yıprandığıma en büyük şahitlerden biri olduğu için de bu tepkisini normal karşılıyor hatta onu anlıyordum. Ben, onun küçük kız kardeşiydim ve sadece beni korumaya çalışıyordu.

"Ne oluyor burada?" diyen bir ses, bu sessizliği bozduğunda nefesimi tutmuş ve Korhan'ın arkasından yükselen sesin sahibine bakmıştım. Aslında onu tanıyordum, babaannemdi.

Çattığı kaşlarıyla bize bakarken Korhan da ona doğru yavaşça dönmüştü. O, Kenan'la Korhan'ın bu hâlini fark ettiğinde ifadesi değişmedi ama kısa bir an sessiz kaldı. Benim evden çıkarkenki bahanemin nedenini tabii ki anlamıştı. Şu an ağladığıma bakılırsa ve az önceki sözlerimi de duyduğunu hesaba katarsak her şeyi anlamış olması büyük bir olasılıktı.

Onun gözleri Kenan'a değdiği an benim de bakışlarım usulca Kenan'a döndü ve göz ucuyla onu kontrol ettim. Küçük, suçlu bir çocuk gibi başını eğmişti. Aslında onun bir suçu yoktu, her şeyi bilmeme rağmen ben bu yangına tutulmuştum. Bakıldığında suçlu olan tek kişi bendim.

"Hadi eve," dedi, babaannem uzun bir sessizliğin ardından konuşarak. O, yana doğru bir adım attığında bu söylediğini tekrar etmeyip bizim de onun söylediğine uymadığımızda bizi kapının önüne koyacağını bildiğim için Korhan benden önce hareketlenmiş fakat ben bakışlarımı sadece Kenan'ın üzerine dikmiştim. Onu bu hâlde bırakıp gitmek istemiyordum. "Ahu," diyen sesle beraber gözlerimi onun üzerinden çekip adımlarıma yön vermiştim ki tam o esnada Kenan da hareketlenmiş, arabasının kapısını açmak için yeltenmişti fakat onu babaannem son anda durdurmuştu. "Sen de delikanlı," dedi, tok bir sesle. Bu, Korhan'la benim durmama neden olduğunda Kenan da durmuş ve bakışlarını babaanneme çevirmişti. Bunu sadece o değil, ben de beklemediğimden dolayı şaşkınlıkla babaanneme baktığımda Kenan'la bana son bir bakış attı. "Bir daha tekrar etmeyeceğim, hadi."

Babaannem, bu sözlerini sarf edip eve doğru adımlamaya başladığında bakışlarımı Kenan'a çevirip onun yeşil gözlerine baktım. O, tedirgin bir şekilde arabasının kapısını kapatıp anahtarıyla da kapıları kilitlediğinde babaannemle Korhan bizden az da olsa uzaklaştıkları için ona doğru hareketlenmiştim. "İyi misin?" dedim, yaşlı gözlerimle. Ardından elimi yüzüne doğru kaldırdığımda canını acıtmamak için ona dokunmadım. "Canın çok acıyor mu?"

"İyiyim," dedi, yalan söyleyerek. Yalan söylediğine emindim çünkü canının acıdığını biliyor, hissediyordum. "Bir şeyim yok, ağlama şöyle.." derken elini kaldırıp gözlerimi silmişti yavaşça. Yeşil gözlerinde bundan hoşnut olmayan bir ifadeyi yakaladığımda ağlamamdan nefret ettiğini biliyordum. Hatta onun için böyle ağladığımdan dolayı kendinden de nefret ediyordu.

Gözyaşlarım arasında hızla başımı salladığımda yanağımdan süzülen yaşlar da savrulmuştu. "Tamam ağlamayacağım," dedim fakat bunu söylerken bile ağlıyordum. Ellerimi kaldırıp dikkatlice yanağına yasladığımda sanki onca dayağı o değil de ben yemiş gibiydim. Onun yerine de benim canım yanıyordu. "Hadi gel şu yaralarını bir temizleyelim, berbat görünüyorsun.."

"İçimi açtın bu sözlerinle." dediğinde şu durumda bile böyle espri yapabiliyor olması onun tamamen arlanmaz biri olduğunu gösteriyordu ancak bu sefer sadece beni güldürdüğü için ona hiçbir şey söylememiştim.

Onunla beraber eve doğru çok kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra babaannemlerin arkasından eve girmiştik. Babaannem o ikisini salona alıp tam karşısına da oturttuğunda ben de alt kattaki banyoya girip lazım olabilecek birkaç malzeme aldıktan sonra yanlarına dönmüştüm. Onlar tam da bıraktığım gibiyken salonda büyük bir sessizlik vardı. Babaannem her zaman oturduğu o tekli koltukta otururken o ikisi de onun tam karşısındaki geniş koltukta iki uca oturmuş, aralarında da büyük bir boşluk bırakmışlardı. Birbirlerine ara ara kaçamak bakışlar atsalar da daha fazlasını yapacak cesaretleri şu an yoktu.

Onların arasındaki o boşluğa oturup elimdekileri masaya bıraktığımda babaannem konuştu. "Derdiniz ne sizin?" dedi, gayet sakin bir şekilde. Gözleri Kenan'la Korhan arasında mekik dokurken birer pamuk çıkarıp tentürdiyot dökmüştüm bile. Birini Kenan'ın kaşına, diğerini de Korhan'ın patlayan dudağına bastırdığımda oldukça dikkatli davranmıştım. "Ne bu böyle sokak arasında kavga etmeler?"

"Bunlar gizli gizli buluştu," diyen Korhan eliyle ikimizi gösterdiğinde kaşları çatıktı. "İkimizi de çok güzel kandırıyorlar babaanne.." dediğinde gözlerimi irileştirip başımı hızla iki yana salladım.

"Yok öyle bir şey ya," dedim, hızla. "Sadece Olcay için geldi Kenan, başka bir şey yok!" dediğimde elimdeki pamuğu Korhan yavaşça almıştı. O, kendi yarasını kendi temizlerken bana ters ters baktı. "Çok kötüsün."

"Sensin kötü," Başını salladı usulca, gözlerime bakarken. "Hiç yakıştıramadım bunu sana, biliyor musun?"

Onun bu sözleri, gözlerimin dolmasına neden olduğunda bakışlarımı hızla ondan çekip Kenan'a doğru dönmüştüm. Elimdeki pamuğu açık yaraya bastırırken onun yeşil gözleri de dolan gözlerimdeydi. Bana bu kadar dikkatli bakarken ona daha az önce ağlamayacağımı söylediğim aklıma gelmişti.

"Ne oluyor Ahu?" dedi, babaannem. O, çattığı kaşlarıyla üçümüze bakarken burnumu çektim. "Biri artık neler olduğunu doğru düzgün anlatacak mı?"

Gözlerimi kırpıştırıp elimdeki pamuğu Kenan'ın eline tutuşturduğumda başka bir pamuk almak için masaya doğru uzanmıştım. "Sadece konuşacaktık, Korhan gelince.."

"Bir güzel dövdüm," diyerek Korhan sözlerimi tamamladığında Kenan'ın sabır dolu bir nefes verdiğini işittim. Bakışlarım ona dönerken Korhan'ın üzerine atlamamak için zor durduğu belliydi.

"Senin o suratını dağıtırdım da," diyen Kenan, gözlerimi açarak ona bakmama neden olduğunda bu bakışlarımı fark etmiş ve dudaklarını birbirine bastırmıştı. "Şu kıza dua et sen." dediği an Korhan delirdi.

"Durma, buradayım." diyerek ona karşılık verdiğinde elimi Kenan'ın koluna bir sarmaşık gibi dolamış, kolunu sıkıca tutmuştum. Onun yüzü gerilirken gözlerime baktı uzunca.

"Lütfen," dedim, fısıltıyla. "Kenan lütfen.. Benim için sus, yalvarırım."

Onun yeşil gözleri sadece birkaç saniye gözlerim arasında mekik dokuduktan sonra o bakışlarını Korhan'a bir kez bile değdirmeden benim üzerimden çekmişti. Hemen yanında otururken ve üstelik babaannem de buradayken Korhan'ın üzerine yürümezdi.

"Benim evimde kavga edemezsiniz," diyen babaannemle beraber salonda kısa bir sessizlik oluştu. "Önce bir sakinleşin, bunun hesabını her ikinize de soracağım." dedi, otoriter bir tınıyla. Ardından bakışları beni buldu. "Seninle de konuşacağız, Ahu."

"Yemin ederim benim bir suçum yok ya!" diyerek konuştuğumda Korhan'a ters bir bakış attım. "Sadece konuşacaktık, hiçbir şey olmadı bile! Kenan bana bir şey yapmadı, Korhan'a da öyle.. Korhan bir anda çıkıp geldi, Kenan'a vuran oydu."

"Sonuç olarak sokağın ortasında kavga etmişler Ahu," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kalmıştım. "Siz görüşüyor musunuz?" diyerek okları Kenan'la bana çevirdiğinde Kenan'la aynı anda bakışlarımız birbirine döndü, göz göze geldik.

"Evet," dedim, onun yeşil gözlerine bakarken. Ardından babaanneme döndüm. Onun mavi gözleri benimle Kenan'ın üzerinde uzun bir süre oyalandığında tentürdiyot döktüğüm pamuğu Kenan'ın eline tutuşturmuştum.

"Sabah bunca şeyi anlatırken ona karşı yumuşadığını anlamıştım zaten," dediğinde dudaklarım arasından usulca bir nefes verdim. Bunu anlamamaları tuhaf olurdu zaten. "İlişkinize karışamam, ben baban kadar katı olamam bu konuda ancak senin mutluluğun benim için önemli." dedi, beni incelerken. "Sen bana babanın emanetisin.. Kenan'la yeni bir sayfa açmak istiyorsan tamam," derken arkasına yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Bu beni şaşırtırken, "Tamam ama ağlayarak kapıma geldiğinde seni içeri almayacağımı da bil, olur mu?" dediğinde bunu söylerkenki ciddiyetini iliklerime kadar hissetmiştim. Eğer Kenan'la devam etmek istersem bana saygı duyardı ancak bu hata tekrarlandığında acıması olmazdı. "Çünkü zaten sen her şeyi göze alarak gitmiş olacaksın. Bu durumda benim ya da bizim yapabileceğimiz bir şey kalmıyor Ahu."

"Maran'ı üzmeyeceğim," diyen ses, babaannemle aramıza girdiğinde onun konuşmasını beklemediğim için kısa bir an bocaladım. Başımı ona doğru çevirdiğimde dirseğini dizine yaslamış, elindeki pamuğu da kaşına bastırıyordu. Yüzünde kan lekeleri varken ona bakmak benim için zordu. "Yemin ederim.." dedi, kendini inandırmak istercesine. "Onun tek bir damla gözyaşına istemeden sebep olduğumda bile canım yanıyor. Nasıl üzerim onu?"

"Gördük," dedi, Korhan. Bu, Kenan'ın kısa bir an gözlerini yummasına neden oldu. "Full HD izledik Maran'ı nasıl üzdüğünü!"

"Şuna bir şey söyle, elimde kalacak yoksa." Kenan'ın bu sözleriyle beraber bakışlarımı Korhan'a çevirdiğimde ağzımı açmama bile müsaade etmeden yerinden fırladı. Bu, kollarımı Kenan'a doğru uzatıp ona yanaşmama neden olduğunda Kenan'ın da yerinde durabildiği söylenemezdi.

"Gel gel," dedi, Korhan da. "Gel, kim kimin elinde kalıyormuş göstereyim sana.." dediğinde Kenan'ı yerinde zor tutuyordum ki babaannem olaya dahil oldu.

"Yeter!" diyerek bağırdığında o gür sesi salonda yayılmış, ikisinin de sus pus olmasını sağlamıştı. O, ürkütücü bakışlarıyla Kenan'la Korhan'a bakarken Korhan da usulca bizden uzaklaştı. "Ne yapıyorsunuz siz? Benim evimin önünde kavga ettiğiniz yetmedi şimdi de evimde mi kavga edeceksiniz?" derken Korhan'a dönüp eliyle koltuğu göstermişti. "Otur şuraya yoksa ikinizi de kapının önüne koyarım!"

Korhan, babaannemin bu gerçeklik payının oldukça yüksek olduğu sözleriyle beraber az önce kalktığı yere geri oturduğunda ben de ellerimi Kenan'ın üzerinden çekmiştim. O, Korhan'a ters bakışlar atmayı bırakarak elindeki pamuğu tekrar yarasına bastırırken ben de Korhan'a dönüp onun hâlini kontrol etmiştim. Onda da en az Kenan kadar hasar varken elindeki pamuğu alıp yarasına dikkatlice bastırdım. Dakikalarca ikisinin de yaralarını temizleyip onlarla ilgilendiğimde bu süre zarfında hiç kimse çıtını çıkarmamıştı.

"Ahu sen çıkıp Olcay'a bir bak," diyen babaanneme baktım. Az önce eşyaları banyoya götürüp ellerimi yıkamak için salondan çıkmıştım. "Biz baş başa konuşacağız." dediğinde duraksayıp Kenan'a baktım. Onun gözleri de bana dönerken bir süre mavi gözlerime bakmış, ardından da başını hafifçe oynatarak merdivenleri göstermişti. Bununla beraber onun gözlerine son bir kez bakıp merdivenlere yöneldim. Aslında onları dinleyebilirdim ama babaannem onları dinlediğimi anlar ve beni bir güzel azarlardı. Hem Kenan bana ne konuştuklarını anlatırdı. Bu yüzden gereksiz yere babaannemden fırça yemektense odama çıkmayı tercih etmiştim.

Kapıyı arkamdan kapatıp yatağımın hemen yanı başında duran beşiğe doğru yöneldim. Hemen yan oda Olcay'ın odasıydı ancak geceleri onunla beraber uyuduğum için beşiği kendi odama aldırmıştım.

Üzerinden sıyrılan ince örtüyü düzeltip başının üzerine bir öpücük bıraktıktan sonra yatağın ucuna oturdum. Aklım aşağıdayken tüm kötü enerjiler de bedenimi sarmalamıştı.

Şu anki tek dileğim bu gecenin sorunsuz bitmesiydi.

🌪️🌪️🌪️

Demir kapının açılmasını dört gözle beklerken parmaklarım da direksiyonun üzerinde bir ritim tutuyordu. Görüş açımdaki korumanın bakışları beni bulduğunda hiç düşünmeden elindeki kumandayla demir kapının iki yana açılmasını sağladı. Bununla beraber yerimde dikleşip açılan kapıdan içeri yavaşça bahçeye giriş yaptığımda göz ucuyla saati kontrol ettim.

Henüz sabah saatleriydi ve ben şirkete gitmeyi birkaç saatliğine erteleyerek Kenan'ın evine gelmiştim. Onu dün geceden sonra görmemiştim ve nasıl olduğunu merak ediyordum. Dün yaralarını temizlerken burnuna dokunduğum esnada çok fazla yanmıştı ve onu hastaneye bile götürememiştim. Bu yüzden de gece bu vicdan azabıyla uyuyamamış, hemen kalkıp yollara düşmüştüm. Olcay uyurken onu bırakmış ve aceleyle evden çıkmıştım.

Yeşil ağaçlarla kaplı yoldan geçip upuzun yolu bitirdiğimde onun evine ulaşmış ve yavaşlamıştım. Arabayı park edip çantamı alarak arabadan indiğimde anahtarımla kapıları kilitledim. Birkaç adım atarak evin basamaklarını hızla tırmandıktan sonra beyaz boyalı kapıya ulaşmış, elimi kaldırarak kapıyı çalmıştım. Çok erken bir saat değildi ancak Kenan'ın da bugün bu hâlde şirkete gitmediğinden de emindim.

Kapı, sadece saniyeler içerisinde onun tarafından açıldığında uyku mahmuru olan yeşil gözleri beni bulmuş, üzerimde bir süre gezinmişti. Bu karşılaştığım görüntüyle birlikte bileğimi kaldırıp saatimi bir kez daha kontrol ettim.

Saat 10.30'tu.

"Maran?" dedi, beni görmeyi beklemiyormuş gibi. Elini kaldırıp alnına düşen birkaç tutamını geriye doğru ittiğinde onun yüzünü inceliyordum. Kesinlikle feci bir hâldeydi. Kaşında ve burun kemerinde ufak bir bant varken yüzünde morluklar da vardı. Ayrıca bu, benim dün yaptığım pansumana da benzemiyordu. "Hoş geldin, gel.." derken hafifçe geriye doğru çekilip geçmem için yol açtı.

"Seni uyandırdım mı?" dedim, çekingen bir sesle. Ardından da içeri doğru bir adımımı attığımda kapıyı yavaşça kapattı.

"Hayır, sen gelmeden önce uyandım." diyerek beni yanıtladığında bakışları bana dönmüştü. Gözleri gözlerime değdiği an ona nasıl baktığımı gördü. Bakışları bir süre gözlerimde gezinirken, "Bakma şöyle bana." demiş ve yanımdan geçerek salona doğru yönelmişti. Ben de arkasına takıldığımda bakışlarıma çeki düzen veremiyordum. Onu böyle görmek bana acı veriyordu. Onun o güçlü imajına öyle bir alışmıştım ki birinin ona böyle zarar vermiş olmasını kabullenemiyordum.

"Nasılsın?" dedim, temkinli bir şekilde. Çantamı koltuğun ucuna bırakıp onun peşinden ilerlemeye devam ettiğimde mutfağa geçmiş ve öten kahve makinesine yönelmişti. "Pansumanını kim yeniledi? Benim yaptığım gibi değil çünkü.. Hastaneye mi gittin?"

O, kahve dolu bardağı eline alıp bana doğru döndüğünde hiç düşünmeden kahvesini benimle paylaşmış ve kupayı bana uzatmıştı. Ona itiraz etmeden teşekkür edip elindeki kupayı usulca aldığımda tezgâha yaslandı. "Kılıç geldi gece." dedi, boğuk sesiyle. "O görünce işte.."

Dudaklarım arasından usulca bir nefes verip dilimle dudaklarımı ıslatırken bana eliyle ada tezgâhın etrafındaki taburelerden birini oturmam için göstermişti. Ben, onun bu sözsüz hareketiyle adımlarımı sürükleyip bir tabureye oturdum. "Burnun kırılmadı değil mi? Canın acıyor mu?"

"İyiyim," dedi, gözlerime bakarken. "Sadece biraz açılmış o kadar." dediğinde dirseğimi masaya yaslamış ve elimle alnımı ovuşturmuştum.

"Özür dilerim, benim yüzümden.." Başımı salladım hafifçe iki yana. Bu esnada bana doğru yanaşıp yanıma oturmuş, elini de oturduğum tabureye yaslayarak beni usulca kendine doğru çekmişti. Bu, ellerimi yüzümden indirmeme neden olurken elini kaldırıp yanağıma yasladı. Yeşil gözleri gözlerimde gezintiye çıktığında yüzüne her baktığım an canım acıyordu.

"Senin bir suçun yok," dedi, yavaşça. Baş parmağıyla hafifçe yanağımı okşarken gözlerim dolmuştu. "İyiyim ben, birkaç güne geçer gider işte.. Doldurma o güzel gözlerini," derken süzülen bir damla yaşı hemen yakaladı. Elimi kaldırıp yavaşça çenesine yasladığımda gözlerim onun yüzünde geziniyordu. Daha önce de kavga etmiş, birileri ona zarar vermişti ancak aralarında en kötüsü şu anki hâliydi. Korhan onu gözümün önünde bu hâle getirmişti ve ben hiçbir şey yapamamıştım.

Parmaklarımı onun canını yakmadan yüzündeki morluklarda gezdirirken, "Öpeyim mi?" diye sordum, çocukça bir masumiyetle. Gözlerime kilitlenen yeşillerine baktığımda bu teklifim onun yüzünde bir gülüşün doğmasına neden olmuştu.

"Öp," dedi, buyurgan bir tavırla. "Geçer belki.." diyerek benim sözlerimi tamamladığında ıslak kirpiklerimi kırpıştırıp ona yanaştım. O, yüzümdeki ellerini yavaşça indirirken özenle tek tek tüm yaralarını öpmüştüm. Canını acıtmamaya özen göstermiştim bu esnada.

Çenesindeki morluğu hafifçe okşarken, "Özür dilerim," demiştim bir kez daha. Dolu gözlerimle onun güzel yüzünü izlerken yumuşacık bakışları üzerimdeydi.

O, ellerimi tutup yavaşça indirdiğinde gözlerimi ondan kaçırmıştım. "Lütfen artık özür dileme," derken elini çeneme yaslayarak ona bakmamı sağladı. Yeşil gözleriyle temasa geçtiğim an bir kez daha bıkmadan gözyaşlarımı silmişti. "Ağlama, bakma bana şöyle. İyiyim ben Maran, birkaç küçük yara sadece.. Geçer sevgilim," dedi, o güzel kadife sesiyle. Bu ve ondan uzun zamandır duyamadığım hitap şekli kalbimin hızlanmasına neden oldu. Alt tarafı bir kelimenin beni bu kadar heyecanlandırmaması gerekiyordu. "Hadi toparla kendini. Bak makyajın akacak.." dediğinde istemeden gülmüş, bana uzattığı peçeteyi alıp göz makyajımı bozmamaya özen göstererek gözlerimdeki ıslaklığı temizlemiştim.

"Tamam mı?" dedim, elimdeki peçeteyi buruştururken. Bu esnada dirseğini masaya, elini de çenesine yaslamış ve bana bakmaya devam etmişti.

"Harika görünüyorsun." dediğinde uzanıp kupayı almış ve kahvemden küçük bir yudum almıştım. Ardından burnumu hafifçe çekip bardağı masaya yavaşça bırakırken bakışlarım ona döndü.

"Ne konuştunuz babaannemle?" dedim, merakla. Dün gece onun gittiğini dahi duymamış, aşağı indiğimde de kimseyi görememiştim. Sabah da babaanneme görünmeden evden çıkmıştım.

O, çenesine yasladığı elini usulca indirirken dudağını hafifçe büzüp omuz silkti. "Klasik şeyler," diyerek cevapladı beni. "Maran'ı üzme falan dedi, yani asıl tema buydu.." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. "Çevrendeki herkes benden nefret ediyor biliyorum," derken gardını indirmişti. Zaten benimle konuşurken hiç olmadığı kadar savunmasızdı. "Üzgünüm ama benim için sadece sen önemlisin." dedi, uzanıp masanın üzerindeki elimi tutarken. "Senin düşüncelerin, senin hissettiklerin benim merkezimde.. Bu yüzden eğer içinde en ufak bir şüphe varsa bunu bileyim, olur mu?" Gözleri, gözlerim arasında dolanırken, "Dün söyledikleri her şeyde haklılardı.. Evet, bu beni biraz yaraladı ama gerçekler bu. Ben geri kalan ömrümde seni bir daha üzmeyeceğim ama sen bir daha bana güvenebilecek misin?"

"Kenan," Avucuna hapsolmuş elimi baş parmağıyla hafifçe okşarken diğer elimi de ellerimizin üzerine yerleştirmiştim. Bu söylediklerine verecek net bir cevabım şimdilik yoktu çünkü söylediği gibi endişelerim vardı. Doğal olarak bazı endişelere sahiptim ve bu endişelerimi o gidermeliydi. "Tabii ki içimde şüpheler var, yaşadıklarımız kolay değildi. Mesela şu an sana güvendiğimi söyleyemem çünkü bu zaman alacak bir şey.. Bana eskisi gibi güven aşılamanı istiyorum, beni sarıp sarmalamanı istiyorum. Birbirimizi sevelim, eskisi gibi olalım istiyorum. Her şeyin bir anda düzelmesini bekleyemeyiz, bu bize bağlı bir şey. Sana o şansı veriyorum, iyi kullanıp kullanmamak senin elinde ama tek bir hatanda arkama bakmayacağımı bil." dedim, net bir şekilde. O, gözlerime böyle bir kedi yavrusu gibi bakarken ciddiyetimi kavraması için keskin ve net olan tavrımı sürdürmek zordu.

"Şunu söyleme," dedi, son sözlerimi kastederek. Gitme ihtimalim onu delirtiyordu. "Gitmeyeceksin, buna izin vermeyeceğim bir kez daha. Her şeyi düzelteceğim söz veriyorum."

Yeşil gözlerindeki o inanç parıltısı bu sözlerini desteklerken sadece bu iki çift kelimesi oldukça etkiliydi. Ona inanıp güvenmek istiyordum ve bunun ikimiz için de kolay olmayacağını biliyordum. Buna rağmen ufak da olsa bir umut varken ona bir şans daha vermek istemiştim.

Mavi gözlerim onun gözlerinde dolaşırken elimi kaldırıp çenesini hafifçe okşadım. "Seni seviyorum," dediğimde kalbimdeki kuş kanat çırpmaya başlamıştı yine. O, tuttuğu elimi kaldırıp bir öpücüğü bana bahşettikten sonra elini yanağıma yasladı.

"Ben de seni seviyorum," dedi, parmaklarıyla yanağımı okşarken. Gözlerimiz bir bağlantı hâlindeyken bakışlarından bana doğru akan o duygu seli de oldukça yoğundu. Bu sözleri sadece dudaklarında değil gözlerindeki o duygudaydı. Tüm söylediklerini hissettiği bütün duygularla harmanlıyor ve bana öyle sunuyordu.

Güzel yüzünü seyrederken aldığı hasar bile ona fayda etmemiş, o güzelliğini bozamamıştı. Yüzündeki yaralar pek iç açıcı görünmüyordu ama bu ona pek etki etmemişti. Çok saçmaydı ama böyle bile harika görünebiliyordu.

Bana hissettirdikleri ve tüm bu yaptığı şeyler de onun gözümde böyle görünmesini sağlarken gözümdeki bu imajının tekrar eski hâlini almasına o neden olmuştu. Tabii bu daha henüz başlangıçtı.

Hatta yeni bir başlangıçtı.

🌪️🌪️🌪️

"Yok kızım sen kafayı yemişsin,"

Olcay'ın kaçıncı kez sarf ettiğini artık sayamadığım bu sözleriyle gözlerimi ağırca devirip masada duran bardağımı elime aldım. Pipeti dudaklarıma yaklaştırırken bana onaylamayan bakışlar atıyordu ancak umurumda değildi.

Saatler önce şirketten çıkarak eve, babaannemin yanına gelmiştim ve direkt kendimi banyoya atmıştım. Yorgunluğumu biraz olsun arındıracak bir duştan sonra bütün gün göremediğim bebeğimle uzun uzun vakit geçirmiştim. Beraber güzelce yemek yemiş, ardından da onun oyunlarına eşlik etmiştim. Bu esnada da çok önceden haberleştiğim Olcay gelmişti. Onunla günlerdir telefon konuşmalarımız dışında görüşemediğimiz için epey uzak kalmıştık fakat şimdi buradaydı. Ona olan biten ne varsa anlattığımda önce bana bir carlamış, sonrasında da biraz yumuşar gibi olmuştu.

Bakışlarımı ondan çekip yanımda oturup oyuncağıyla oynayan Olcay'a çevirdiğimde iri yeşil gözleri beni buldu. O küçük pembe dudakları kıvrılırken gözleri de kısılmış ve kıkırdamaya başlamıştı. Bu, gülümsememe neden olurken elimi uzatıp onun saçlarını hafifçe okşadım. "Ölürüm kız sana," derken eğilip o tombul yanağına koca bir öpücük bırakmıştım.

O, kıkırdamaya devam ederken masanın üzerinde titreyen telefonum ilgimi çekmişti. Bu yüzden ondan uzaklaşıp masanın üzerindeki telefonumu elime aldığımda yanan ekranda görünen yeni bildirim kalp atışlarımın rayından çıkmasına neden oldu. Hızla bildirimi açıp gelen mesajı bir kez daha okuduğumda kalbim yerinden çıkacakmış gibiydi.

Onu evinde ziyaret ettiğim günün üzerinden neredeyse bir hafta geçmek üzereydi ve biz açıkçası her gün görüşemesek de telefonda uzun konuşmalar yapmış hatta aramızda çok uzak bir mesafe varmış gibi çoğunlukla görüntülü konuşmuştuk. Buraya gelemediği ve ben de yoğun çalıştığım için onu ziyarete gidememiştim ancak sıkı bir iletişimde kalmıştık.

Kenan KESKİN: Seni özledim.

Dudaklarımda geniş bir gülümseme oluşurken Olcay'ın bakışları eşliğinde elimi kaldırıp başımı hafifçe kaşımıştım. O beni kıstığı gözleriyle izlerken parmaklarımı heyecanla klavyenin üzerinde hareket ettirdim.

Ahu Maran KAYA: Ben de seni özledim.

Mesajı hızla gönderip telefonumu kapatarak kucağıma bıraktığımda içim kıpır kıpırdı. Kalbim deli gibi çarpıyor, onu görmek için şu anda can atıyordum.

Bakışlarımı Olcay'a doğru çevirdiğim esnada içeriden gelen sesle beraber durdum ve başımı hafifçe oynatıp salonun bahçeye açılan kapısına doğru baktım. Önce perdenin üzerine bir siluet düşmüş, ardından da Korhan görüş açıma girmişti. Onun yüzündeki yaralar iyileşmişti ve şu an gayet iyi görünüyordu.

"Hoş geldin Olcay," derken bize doğru birkaç adım atmış, Olcay da yerinden kalkarak ona doğru ilerlemişti. Tabii bu onların ilk görüşmesiydi.

"Hoş buldum," dedi, ona sarılırken. Onlar sarılırken bakışlarımı onlardan çekmiş ve önüme dönmüştüm. Olcay ilk geldiği an görüşmediğimiz zamanda neler yaptığını anlatmış, Kılıç'la ayrıldıklarını söylemişti. Zaten bunu beklediğim için de hiç şaşırmamıştım çünkü aralarının uzun zamandır kötü olduğunu biliyordum. Doğru düzgün konuşup medenice ayrıldıklarını söylemişti ama onda bir burukluk sezmiştim. Neticede uzun zamandır onunla bir şeyler paylaşıyordu ve onu anlayabiliyordum. "Nasılsın görüşmeyeli? Duyduğuma göre yeni bir proje almışsın, buradaymışsın artık?" dediğinde Korhan onu onaylayan şeyler söylemişti.

Bir kulağım onlarda olsa da kucağımda titreyen telefonumu çoktan elime almıştım bile.

Kenan KESKİN: Özlemişsin ama beni görmeye gelmiyorsun,

Kenan KESKİN: Aramıyorsun bile.. Nasıl inanacağım sana?

Dudaklarımdan ince bir kıkırtı dökülürken onların ilgisinin kısa bir an bana döndüğünü hissetmiş ama umursamamıştım.

Ahu Maran KAYA: Şirketteki işlerle uğraşıyorum, kafamı bile kaldıramıyorum biliyorsun.

Ahu Maran KAYA: Anca hafta sonuna bir şeyler ayarlayabiliriz..

Ahu Maran KAYA: Olur mu?

Cevap hiç gecikmedi.

Kenan KESKİN: Hafta başındayız daha.

Ahu Maran KAYA: O zaman sen gel beni görmeye,

Ahu Maran KAYA: Şirketteyim bütün gün, sen niye gelmiyorsun?

Kenan KESKİN: Bütün bunları yüz yüze konuşalım mı? Geçen gün de bunu konuşmak istemiştim seninle ama fırsatımız olmadı pek.

Ahu Maran KAYA: Tamam konuşalım,

Ahu Maran KAYA: Sabah kahvesi diyelim mi?

Kenan KESKİN: Odana gel bence.

Bu mesajla beraber kısa bir an duraksadığımda en başta neler olduğunu anlayamamış, ardından dört köşeli jetonumun sesi adeta yankılanmıştı. Telefonumu kapatıp hızla ayaklandığımda Olcay'ı da kucağıma aldım. Bu esnada diğer ikisinin bakışları bana döndüğünde onlara Olcay'ı uyutacağımı söyleyerek içeri geçmiş ve merdivenlere yönelmiştim. Bütün bunlar bana bir dejavu yaşatırken dudaklarımda engelleyemediğim bir gülümseme vardı. Sevgili olduğumuz o dönemlerde yalıdaki odamın balkonuna çokça tırmanmıştı ve ben yine aynı heyecanla merdivenleri tırmanıyordum.

Merdivenleri bitirip kısa koridoru da geçtiğimde odamın kapısını açıp başımı içeri doğru uzattım. Onu odamın bir köşesindeki koltukta rahat bir pozisyonda otururken bulduğumda kapının açılmasıyla beraber yeşil gözleri bana dönmüştü. Ben hemen içeri girip kapıyı arkamdan kapatarak kilitlediğimde elindeki telefonu atıp ayaklandı. Kucağımdaki Olcay onu görür görmez çığlık çığlığa kalırken bir kuş gibi kollarımda çırpınıyordu. Bu, Kenan'ı güldürürken birkaç büyük adımda yanıma gelip onu kucağına aldı. Onu yalıda geçirdiğimiz o geceden sonra hiç görmemişti.

"Fıstığım," diyen o sesi kulaklarıma ulaşırken kollarımı göğsümde birleştirip bakışlarımı onların üzerine diktim. Olcay minik kollarını onun boynuna dolarken Kenan da onun o mis kokusunu derince soluyordu. "Çok özledim seni." dedi, onu öpüp koklarken.

"Madem buradaydın, niye en baştan söylemiyorsun?" dedim, hayretle. "Ne zaman geldin?" dediğimde sağ kolunu bana doğru uzatmış ve ben de kollarımı çözüp ona doğru yanaşarak kolları arasına girmiştim. Tek koluyla beni sarıp sarmalarken ben de ellerimi onun beline dolayıp yanağına bir öpücük kondurdum.

"Kapıdan gelmeye cesaret edemedim," derken kokumu içine çekerek başımın üzerine içli bir öpücük bırakmıştı. Gözlerimi yumup onun kokusunu içime çektiğimde onu ne kadar özlediğimi bir kez daha anladım. "Az önce geldim." diyerek de sorumu yanıtladı.

"Kimse bir şey diyemezdi biliyorsun değil mi?" dedim, mırıldanarak.

"Benim de bunu umursamayacağımı biliyorsun değil mi?" diyerek bana karşılık verdiğinde derin bir nefes alıp kokusunu ciğerlerime doldurmuştum. Ardından başımı hafifçe geriye doğru çekip yeşil gözlerine baktığımda o güzel bakışlarıyla karşılaştım. Uzun zamandır hasret kaldığım o güzel, derin bakışlarıyla.

"Çoluk çocuğa karıştık, yaptığın şeye bak." dediğimde güldü. Güzel gülüşüyle her yer aydınlanırken hiç düşünmeden parmak uçlarımda yükselip dudaklarına kapanmıştım. Günler sonra yaşanan bu yakınlık, ayaklarımı yerden keserken boşta olan elimi onun kirli sakallarının çevrelediği çenesine yaslayıp özlem dolu öpücüğüne aynı denklikte karşılık vermeye başladım. Yumuşacık dudakları, dudaklarımı ezerken bu duygunun benim sözlüğümde bir tarifi yoktu.

Sikeyim, bu hissi bile özlemiştim.

"Ba,"

Olcay'ın ağzında yuvarladığı anlamsız kelimeler dudaklarımızın usulca birbirinden kopmasına neden olduğunda ikimizin de bakışları hızla ona dönmüştü. O, elindeki oyuncakla dişini kaşırken gözleri ikimiz arasında gidip geliyordu.

Babasının tüm ilgisi ona yönelirken kolları arasında olmama rağmen beni unutmuş gibiydi. "Ha gayret söyleyeceksin," dedi, hevesle. Bu, dudaklarımda istemsizce bir gülümseme oluştururken bakışlarım Ece'nin üzerindeydi. Heyecanla elleri havalanmış, babasına büyük bir aşkla bakıyordu. Onunla arasındaki bu iletişim açıkçası beni şaşırtıyordu. Onu doğduğundan beri sadece birkaç kez görmesine rağmen ona olan bağının farkında olmalıydı. Onu gördüğü an onun için deliriyor, kucağında uslu bir kıza dönüşüyordu.

"Boşuna uğraşma, baba falan demeyecek." dedim, gıcık bir şekilde. Bu, bakışlarının bana dönmesine neden olurken ondan yavaşça uzaklaşmıştım.

"Niyeymiş o?" dedi, bilmiş bir tavırla.

"Önce anne diyecek çünkü." diyerek haklı bir savunma yaptığımda bu onu, gıcık tavrıma rağmen güldürmüştü. O, tatlı bir şekilde gülerken ben de yatağa doğru yönelmiş ve o da bu esnada peşimden gelmişti. Uyuma gibi bir planım yoktu ancak Olcay'ın uyku vakti geçmek üzereydi. "Onun uyku vakti geçiyor bu arada ama biraz daha takılabilirsiniz.." derken Olcay'a bir bakış attım. Gözleri yine fıldır fıldırdı.

Onu izlerken yatağın sol tarafına oturmuş ve bacaklarımı kendime doğru çekmiştim. O da kucağındaki Olcay'la beraber yatağın diğer tarafına oturduğunda uzanır pozisyona gelip dirseğim üzerinde doğrulup elimi başıma yasladım. Onların oyun oynamasını izlerken açıkçası oldukça rahattım. Ayrıca o ikisini izlemek bana büyük bir keyif veriyordu.

"Beni çok özlediğin için mi şu kadar yüksekliği tırmandın yoksa sadece konuşmak için mi geldin?" diyerek uzun bir süre sonra konuştuğumda kucağına kıvrılmış olan Olcay'ın saçlarını okşuyordu. O, elindeki oyuncakla oynarken Kenan'ın bakışları bana döndü. Bu esnada Olcay'ı ikimizin arasına, yatağa bırakmıştı.

"O kadar yüksek değildi," dediğinde ona ciddi misin der gibi baktım. Bu alışkanlığından bir türlü vazgeçmiyordu. "Ayrıca sizi özlediğim için geldim tabii ki."

Gülümsedim şirince. "Ne konuşacağız?" dedim, merakla. "Bu konuşmayı epey erteledik çünkü." Başını ağırca sallayarak bu sözlerimi onayladı.

"Daha da ertelemeden konuşmak istiyorum açıkçası," dediğinde mavi gözlerim onun gözlerinden bir an olsun ayrılmıyordu. "Uzatmayacağım, Maran.." Bakışları derinleşirken, "Ben artık evimize gidelim istiyorum."

Gözlerim onun gözlerinde takılı kalırken bunları söylemesini beklemediğim için kısa bir an duraksamıştım. Tabii ki onunla eninde sonunda kendi evimize dönecektim ancak konuşmak istediğinde bunu söyleyeceği aklıma gelmemişti.

"Evimize mi?" dedim, sorgularken. O, beni onaylayan şeyler söylediğinde gözlerini bile kırpmadan beni izliyor ve verdiğim tepkileri kaçırmıyordu. Bu esnada gözlerimi usulca onun gözlerinden ayırıp odanın her bir köşesinde gezdirdiğimde bu söylediğini kafamda tartıyordum. Evet, onunla artık belli saatlerde görüşmek istemiyordum fakat o eve de gitmek istemiyordum. O koca evde sadece yaklaşık üç ay boyunca mutlu mesut yaşamış olsak da bahsi geçtiği her an mutlu günlerimizi değil de o evdeki son gecemizi hatırlıyordum. Onunla bağıra çağıra tartıştığımız, yüzüğümü çıkardığım ve ailemi kaybettiğim o geceyi.

Zihnime üşüşen görüntüler, tıpkı o günkü gibi kalbimin huzursuzlukla dolmasına neden olduğunda kesinlikle o eve dönmeye niyetim yoktu. Aynı duyguları yaşamak istemiyordum. Üstelik o ev sanki bize uğursuz gelmişti.

"Kenan bilmiyorum," dedim, mırıltıyla. Gözlerimi tekrar ona çevirdiğimde değişen ifadesiyle birlikte bu sözlerimi yanlış anladığını çok geç olmadan fark etmiştim. "Yani o eve dönmek istemiyorum, kötü anılarımız var orada biliyorsun.."

"Sadece bu yüzden mi yani?" dediğinde kaşlarım hafifçe çatıldı ve sol elimi uzatarak onun elini tutum.

"Tabii ki öyle.. Ben de istiyorum evimize dönmeyi ama o eve dönmek istemiyorum, anla beni lütfen."

Yeşil gözleri uzunca gözlerimde gezindi. "Tamam," dedi, anlayışla. "Ev bakalım o hâlde?"

"Aslında Olcay'ın yalıda büyümesini istiyorum, bunu daha önce de söyledim sana." dediğimde beni anlayışla karşılayacağını biliyordum ancak yalıda benimle beraber yaşamayı kabul edecek miydi onu bilemiyordum. Açıkçası orayı her ne kadar sevsem de orada yaşanan anılar bana ağır geliyordu. Oraya taşınmayı ben seçmiştim çünkü babamın sıcaklığını ve bana verdiği güveni sadece orada hissedebiliyordum. Sırf bu yüzden oraya yerleşmiştim fakat bazen o duvarların arasında nefes alamadığım oluyordu. Buna rağmen oradan uzaklaşamıyordum da.

"O ev seni sadece yasa boğuyor, Maran." dedi, sanki tüm bu hissettiklerimi anlıyormuş gibi. Zihnimi okumuşçasına bu kelimeler dökülmüştü dudaklarından. "Bırak boş kalsın, ara ara yine git ama sana iyi gelmediğini de anla." dediğinde bunları kırıcı bir şekilde söylememişti. Beni anladığını ve tüm bu hissettiklerimi hissettiğini o güzel gözlerinde görüyordum. "Yeni bir sayfa açıyoruz madem, senden başlayalım. Şu saçlarından başla önce.."

Bu sözleriyle beraber hafifçe güldüğümde başımı hafifçe iki yana sallamıştım. "Alıştım, değiştiremem saçlarımı."

"Ben alışamadım ama hâlâ."

"Alışırsın," derken parmaklarımızı birbirine kenetlemiş ve elini kaldırarak bir öpücük bırakmıştım. "Bu ev meselesini bir düşünelim, olur mu?"

"Ben artık beklemek istemiyorum," dediğinde gözüme mızmız bir çocuk gibi görünse de o oldukça ciddiydi. "Düşün yine ama yanımda düşün, beraber olalım." dedi ve aramızda uzanan Olcay'a bir bakış attı. "Artık Olcay'ı birkaç saatliğine görmek istemiyorum.. Onun yanında olmak istiyorum, her anına şahit olmak istiyorum. Bütün bunlara hakkım var bence."

"Bana sadece birkaç gün ver, ne yapacağımızı bir düşüneyim." derken gözlerinde bir onay arıyordum. "Söz veriyorum, hâlledeceğim bu meseleyi."

"Tamam düşün," dedi, beni onaylayarak. "Kafanı karıştırmak da istemiyorum, sen karar ver."

Bu ılımlı sözleriyle beraber elimi kaldırıp onun çenesine yasladığımda uzanıp yanağını öptüm. "Teşekkür ederim," dedim, yeşil gözlerine bakarken.

O, hiçbir şey söylemeyip elini belime doladığında bir elini de bacağıma yaslayıp Olcay'a dikkat ederek beni tek hamlede kucağına almıştı. Bu esnada Olcay'ın gözlerinin kapandığını görmüştüm. Demek Kenan'ın o mis kokusunda uykuya dalan tek ben değildim.

Başımı onun boyun girintisine yaslayıp kollarımı bedenine doladığımda bakışlarım Olcay'ın üzerindeydi. Hangi ara oynamayı bırakmış, hangi ara uykuya dalmıştı bilmiyordum ve bu anları ilk kez kaçırmıştım. Doğduğundan beri onun hiçbir anını kaçırmazken şimdiyse ilgimi başka biriyle paylaşmam gerekmiş, böylelikle ondan kopmuştum.

"Çok güzel bir kızımız yok mu sence de?" diyerek fısıldadığımda ikimiz de dikkatli davranıyor, onu uykusundan etmemeye çalışıyorduk.

Onun elleri saçlarım arasında dolanırken ılık nefesi saç diplerime çarpıyordu. "Sana o kadar benziyor ki.." dediği an dudaklarım yukarı doğru kıvrıldığında başımı hafifçe kaldırıp onun yeşil gözlerine kavuştum. Onun bakışları da kızından ayrılıp bana döndüğünde parmaklarıyla kâhküllerimi hafifçe ittirmişti.

"Çok güzelsin mi demek istedin şu an?" dedim, hınzır bir tavırla. Bu onu güldürdü.

"Dememe gerek var mı?" dediğinde dudaklarımdaki sırıtış daha da büyümüştü. O, parmaklarıyla çenemi kavrayıp oraya bir öpücük bıraktığında kolları arasında adeta eriyordum. "Çok güzelsin." dedi, fısıltıyı andıran bir ses tonuyla.

"Biliyorum," dediğimde erkeksi kıkırtısı odamın duvarlarında yankılanmış, yüzümdeki gülümsemeyle onu izlemiştim.

"O kadar özlemişim ki şu hâllerini," dedi, parmakları saçlarım arasındayken. Gözleri uzun uzun yüzümün her bir noktasında dolaşıyor, bende değişen bir şeyler arıyordu. Ya da belki de değişmeyen bir şeyler. "Gülüşünü, bakışını hatta bana bağırışını bile.." dediğinde bu sefer ben gülmüştüm. Yeşil bakışları gözlerimden ayrılıp gülüşüme takıldığında yanağımın içini hafifçe dişledim. "Maran seni çok özledim." dedi, tek seferde. "Aklının alamayacağı kadar çok hem de.. Bana bile ağır gelecek bir özlem biriktirdim içimde."

Sözlerinin nahifliği direkt olarak kalbime işlerken aynı şeyleri hissediyor olmamız çok anlamlıydı. Benim de ona karşı biriktirdiğim bir özlem vardı ve hâlâ çok tazeydi.

"Ben de seni özledim," derken elimi ensesine yaslayıp parmaklarımı saçlarına daldırdım usulca. "Benim için daha zordu her şey, inan bana.."

"Anlat bana her şeyi," dedi, saçlarımı okşarken. "Hamile olduğunu ne zaman öğrendin, bu süreci nasıl geçirdin, neler yaptın? Hiçbir şey bilmiyorum, anlat bana bileyim.. Çok mu acı çektin?" derken gözlerine bakmaktan kaçmış, başımı tekrar boyun girintisine yaslamıştım. O, saçlarımı okşamaya devam ederken bedenine doladığım kollarımı sıkılaştırdım.

Hamile olduğum süreçte her şey sorunsuz ilerlemişti çünkü etrafımdaki insanlar benim sorunsuz ve rahat bir hamilelik geçirmem için ellerinden geleni yapmıştı. Açıkçası ben de bunu çok önemsemiş, düşünmem gerekenleri sonraya ertelemeye çalışmıştım. Tüm odağımı ve ilgimi sadece Olcay'a verip onun sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmesi için uğraşmıştım aylarca. Ki öyle de olmuş, doğduktan sonraki dönemde de aynı ilgiyi sürdürmüştüm. Tabii ki hiçbir zaman tek başıma olmamıştım. Babaannem başta olmak üzere Olcay'şa Korhan ve hatta Ufuk'la Onur dahi uzaktan bile olsa beni yalnız bırakmamışlardı. Fakat yine de bir eksiklik vardı. Tüm hücrelerimde bir boşluk hissetmiştim. Bu eksiklik de oydu. Zaten beni zorlayan ve bana acı çektiren tek şey onun yanımda olmayışıydı.

"Şeyi hatırlıyor musun?" diye sordum, gözlerim Olcay'ın üzerinde gezinirken. "Birkaç günlüğüne Japonya'ya iş için gitmiştin," dediğimde ondan hiç ses çıkmamıştı ancak hatırladığını biliyordum. "Sen döndükten sonra şüphelendim biraz, sonra da içim içimi yedi test yaptım.. Pozitif çıkınca Olcay'la beraber hastaneye gittik, Kenan'la da orada tanıştık zaten. Çok gergindim, çok da perişan bir hâldeydim. Ben bile bir türlü inanamamıştım, sana nasıl söyleyeceğimi düşünüp duruyordum.. İlk kontrole gittiğimde altı haftalıktı işte, başta alışamadım tabii hatta istemedim bile. Biliyorsun çok yeniydi her şey, istemiyordum. Ki böyle bir şeyin olması bile imkânsızdı, çok dikkatli davranıyordum.. İkinci kontrolümden günler sonra ona alıştığımı fark ettiğimde sana söyleme kararı aldım aslında. O gece de sana söylemek için onca hazırlığı yapmıştım ama gerisini biliyorsun zaten."

Saçlarımı okşayan eli kısa bir an durduğunda ikimizden de bir süre ses çıkmamıştı. Bir süre hiç konuşmadık, sanki bu sessizlikte parçaları birleştirmeye çalışıyor gibiydi. Susuyor ve o zaman yaşadığımız o şeyleri düşünüyordu. Eminim ben bunları anlattıktan sonra zihninde her şey yerli yerine oturmuştu.

"Yanında olamadım," dedi, sesinde hissettiğim o kırıklıkla. Bu, başımı hafifçe kaldırıp ona bakmama neden olduğunda kendine olan kızgınlığını yeşil gözlerinde görüyordum. Aslında ona söylemediğim için bana da kızıyordu ama en çok kendine kızıyordu. "Bana gösterdikleri tepkiyi şimdi daha da doğru buluyorum." dediğinde elimi yanağına yaslamıştım.

"Sana söyleseydim gitmeme izin vermeyeceğini bildiğim için söylememiştim çünkü senden uzaklaşmak istiyordum." Yanağını okşadım hafifçe. "Bunda seni suçlu bulmuyorum, eğer söyleseydim dünyanın bir ucuna kadar benimle gelirdin.. Ama bak şimdi yanımdasın, beraberiz."

Yeşil gözleri gözlerimde dolaştı uzunca. Zaten oradan ayrıldığı da yoktu. "Buna bir daha izin vermeyeceğim," dedi, sakin ama keskin bir tonla. "Bir daha benden uzağa gidemeyeceksin." dediğinde buna adım kadar emindim. Kesinlikle ne olursa olsun benim gitmeme izin vermeyecekti. "Anca ben ölürsem," diyerek bu sözlerini devam ettirdiğinde yanağını okşayan elim durmuş, yeşil gözlerine dalmıştım. "Sadece o zaman gidebilirsin, sadece o zaman peşinden gelmem.. Duydun mu?" dedi, o yumuşacık sesiyle.

Bakışları gözlerimde emin olmak istercesine dolaşırken başımı usulca sallayarak onu onaylamıştım. O, gözlerime bakmaya devam ederken sıcacık elleriyle yüzümü avuçladı yavaşça. Bana yaklaşıp alnıma tüy hafifliğinde bir öpücük bıraktığında yanında hiç olmadığım kadar huzurluydum. Uzun süre sonra ilk kez hem de.

Ve bundan sonrasında da böyle olacaktı.

🌪️🌪️🌪️

Bölüm : 26.08.2025 09:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...