51. Bölüm
melek şendur / PRANGALAR | / •XXXXXI•

•XXXXXI•

melek şendur
meelcnmel

Medya: Ahu Maran KAYA

☄️☄️☄️

Elimdeki uzun cetveli, masanın üzerini neredeyse tamamen kaplayan kâğıdın üzerindeki bir noktaya yerleştirdiğimde kalem tuttuğum elimi kaldırıp burnumun ucundaki gözlüğümü işaret parmağımla hafifçe ittirdim.

Önümdeki koca kâğıtlar tamamen bir kargaşa hâlindeyken ensemden aşağı doğru süzülen o küçük su damlasını hissediyordum. Odada çalışan klimaya rağmen sıcaktan bunalmış, üstelik sadece sıcaktan da değil yaşadığım bu iş kargaşasından da bunalmıştım. Bir yandan proje çizimlerini hâllediyor, bir yandan da şirketin özel işleriyle ilgilenmeye çalışıyordum ve bu benim için çok zordu. Birazdan yere çöküp ağlayacak kıvamdaydım.

Tek başıma koskoca şirketi yönetip bir yandan da şantiyeye koşturmaya çalışıyor, bu özen ve büyük dikkat gerektiren çizimlerle de başa çıkmaya çalışıyordum. Tüm bunları yaparken tek başımaydım. Babamın bana bıraktığı koltuğunun hakkını vermeye çalışıyordum ve bunu ne kadar becerebildiğimi bilmiyordum. Belki de tüm bunları beceremiyordum.

Elimdeki kalemi ince, beyaz kâğıdın üzerinde usulca sürüklediğimde odamın kapısının tıklatıldığını duyarak dudaklarım arasından bir soluk bıraktım. Ardından benim onayımla beraber odamın kapısı açıldığında başımı kaldırıp bakma gereği duymamıştım. Ta ki o kokuyu alana kadar.

O ferahlatıcı okyanus kokusu ciğerlerime dolarken ellerimin hareketi durmuş, başımı çok hafifçe kaldırarak kapıya doğru bakmıştım. Kapıdaki görüntü önce dudaklarımın müthiş bir yavaşlıkla yukarı doğru kıvrılmasına, ardından da heyecanla ellerimi dudaklarıma doğru kaldırmama neden olmuştu. İçimde bir anda coşan o duygu seli, az önce gayet normal atan kalbimin ritmini değiştirdiğinde o da yüzüne doğru tuttuğu o koca çiçek buketini hafifçe indirip yeşil gözlerinin görünmesini sağladı. Bununla beraber kıkırdadığımda havada olan ellerimi birleştirip alt dudağımı dişledim. O, kapının önünden çekilip kapıyı da ardından kapatarak bana doğru bir hamle yaptığında ben de masanın arkasından çekilip ona doğru ilerlemiştim.

"Sana sürpriz yapayım dedim," dediğinde dudaklarımdaki aptal sırıtışa engel olamıyordum. En sonunda onunla ortada buluştuğumuzda çiçeklere doğru uzanmıştım ki elindeki buketi arkasına saklayıp gözlerime beklentiyle baktı. Bu bakışlarından sonra topuklularıma rağmen parmak uçlarımda yükselip boynuna sarıldığımda boştaki eli ince belime dolanmış, burnu saçlarıma gömülmüştü.

"Hoş geldin," dedim, cıvıldayarak. Az önceki aksi hâllerimden eser kalmamıştı.

"Hoş buldum güzelim benim," dediğinde dudaklarımdaki sırıtış iyice büyümüştü. O, kokumu içine çekerek saçlarım arasına bir öpücük bıraktığında birbirimizden tam olarak uzaklaşmamıştık ama başını hafifçe geriye doğru çekerek gözlerimizin temasa geçmesini sağladı. Bu esnada da arkasına sakladığı çiçek buketi ikimizin arasına girmişti. Bu sefer aldığı mavi zambaktı ve çok güzellerdi. O kadar hoş bir görüntüsü vardı ki ağzım adeta kulaklarıma varmıştı.

Onun elinden buketi yavaşça alıp burnumu çiçeklere doğru yaklaştırdığımda gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu. "Çok güzeller," dedim, hülyalı bir tonda. Ardından bakışlarım ona dönerken elimi ensesine atıp parmak uçlarımda bir kez daha yükselerek dudaklarını kavramıştım. Yumuşacık dudaklarının bana verdiği o eşsiz hisle birlikte onu öperken bu benim için bir nimet gibiydi.

"Bu, çiçekler için miydi yoksa.." diyerek konuştuğunda ondan henüz yeni uzaklaşmıştım.

"İçimden geldi," dedim, büyük bir keyifle. Ardından onun elini tutarak geniş, deri kanepeye doğru sürüklediğimde itiraz etmeden peşimden geliyordu. Kucağımdaki çiçeği kanepenin önündeki masaya bırakırken o da kanepeye oturmuş, rahat bir pozisyon yakalamıştı. "Ne içersin, kahve söyleyeyim mi bize?"

"Bir şey istemiyorum, gel.." derken uzanıp elimi tutmuş ve beni yavaşça yanına çekmişti. Yanındaki boşluğa oturduğumda yüzümdeki gülücükler hâlâ yerini koruyordu. "Bir beş dakika seni görmek istedim sadece."

"Gidecek misin?" dedim, üzüntüyle. Bakışları darmadağın olan masama kaydı kısa bir an.

"Sen de yoğun görünüyorsun," Omuz silktim.

"İyi geldi seni görmek, kafayı yiyecektim yoksa." dediğimde gülmüştü. Ben oturduğum yerde tamamen ona doğru dönerken kolunu koltuğun arkasına doğru uzatıp beni kolları arasına aldı. Başım onun mis kokulu göğsüne yaslanırken ellerimi de beline dolamıştım. "Çok yoruldum.." diye mırıldandım.

Koca eli çıplak sırtıma yaslandığında gözlerim de masamın üzerindeki kâğıt birikintisindeydi. O kadar yorgundum ki artık enerjim kalmamıştı. "Yorulduysan bırak, yarın hâlledersin her şeyi. Kendini bu kadar yorma."

"Öyle söyleme, şu an bir tarafımı devirip yatmaya çok müsaitim çünkü."

Bu sözlerim onu bir kez daha güldürürken bakışlarımı ona doğru kaldırıp o güzel yüzüne bakmıştım. Yeşil gözleriyle kesiştiğimizde gülüşü dudaklarında asılı kaldı. "Toparlan götüreyim seni," dedi, bir çırpıda. Ardından eliyle hafifçe peş peşe omzuma vurduğunda başımı yasladığım yerden kaldırıp ona bakmayı sürdürdüm.

"Nereye?"

"Aç mısın? Yemeğe gidelim beraber, sonra seni eve bırakırım." dediğinde bu teklifini uzun uzadıya düşünmeme gerek yoktu çünkü gerçekten açtım. Evden kahvaltı yapmadan çıkmıştım ve şu ana kadar yediğim sadece birkaç krakerdi.

"Süper olur biliyor musun? Deli gibi açım çünkü.."

"E hadi kalk o zaman," dedi, bu sözlerime karşılık. "Al eşyalarını çıkalım." dediğinde yanından kalkmış ve masama doğru ilerlemiştim. Önce masamın üzerinde duran telefonumu elime alıp çantamı da omzuma astığımda çiçeklerimi de unutmamış ve Kenan'la beraber odadan çıkmıştık. Onunla birlikte asansöre ilerlerken iş çıkış saati olduğu için bütün çalışanlar da telaştaydı.

"Bir babaannemi arayayım, Olcay'la başı derttedir kesin." derken telefonumu açıp babaannemin numarasını tuşlamıştım. "Sonra seninle ilgileneceğim, merak etme.." dediğimde bana yandan bir bakış attı. Ona sevimli bir gülümseme gönderirken telefonumu kulağıma yaslamış, babaannem de hızla aramamı yanıtlamıştı.

"Çiçeğim," dedi, telefonu açar açmaz. Bu, kocaman gülümsememe neden olduğunda Kenan benim yerime asansörün tuşuna basmıştı.

"Babaanneciğim," dedim, sevecen bir tavırla. "Ne yapıyorsun, her şey yolunda mı?"

"Olcay'a bir şeyler yediriyorum kuzucuğum, iyiyiz.." diyerek üstü kapalı bir cevap verdiğinde açıkçası içim zaten rahattı. Babaannemle beraber evde bir ordu kadar çalışan vardı fakat benim aklım yine de bir şekilde Olcay'da kalıyordu. "Sen ne yapıyorsun, şirkette misin hâlâ?"

"Çıkıyorum şimdi.. Kenan'la bir yemek yiyeceğiz, en geç iki saate evde olurum." dediğimde telefonun ucunda duraksadığını hissetmiş ama ona yalan da söyleyememiştim. Üstelik yalan söylememi gerektirecek bir şey yoktu, Kenan'la görüştüğümü biliyorlardı. "Senin için sorun olur mu? Olcay huzursuzsa hemen gelirim."

"Olcay gayet iyi, merak etme." dedi, beni rahatlatmak istercesine. "Korhan onu dışarı çıkaracak birazdan." dediği esnada asansör bulunduğumuz katta durmuş, Kenan bana geçmem için öncelik vermişti. Önce ben, ardımdan da o asansöre bindiğimizde kapılar yavaşça kapandı. "Bir sorun yok, değil mi? İyi misin sen?"

"İyiyim çiçeğim, merak etme beni.." dedim ve asansör aşağı inerken ekledim. "Olcay'ı da öp benim için."

"Öperim, dikkat et kendine. Çok geç kalma tamam mı?" dediğinde gülümsemiş, bakışlarım Kenan'a doğru yavaşça dönerken onunla vedalaşıp telefonu kapatmıştım. Tabii Kenan, ismi geçtiğinde babaannemin gerildiğini çok net bir şekilde anlamıştı.

Yeşil gözleri gözlerim arasında kısaca gidip geldiğinde telefonumu çantama attım. "İzin çıktı mı?" dedi, hafif bir alayla. Bu, ona teessüf eder gibi bakmama neden olduğunda alındığını anlamak zor olmamıştı. Aslında bu tavırlara hak veriyordu ama alınmadan da duramıyordu.

"Babaannem karışmaz bana öyle," dedim, omuz silkerek. "Uyarılarını yapar tabii." Kaşları havalandı, ağırca başını sallarken.

"Şimdi de önlem alınması gereken o kötü çocuklardan oldum yani," dediğinde bu benzetmesi beni güldürmüş, elimi kaldırıp hafifçe yanağını okşamıştım.

"Söyleme öyle," Onu hafifçe kendime çekip yanağına tatlı bir öpücük bıraktım. "Boşver takma, bunu da hâllederiz."

"Pek öyle görünmüyor," diyerek huysuzca konuştuğu esnada asansörün kapıları açılmış ve otoparka inmiştik. Elimi indirip onun elini sıkı sıkıya tuttuğumda onu rahatlatmak için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Az önceki o sevimli hallerine dönmesi için ona sokulduğumda senkronize adımlarla ilerliyorduk. "Arabanın anahtarını bana verirsin, akşam aldırırım ben." derken cebinden kendi arabasının anahtarını çıkarmıştı.

"O güzel suratını asma ama," dediğimde bakışlarını bana doğru eğip gözlerime baktı. "Hadi gül azıcık, çok güzel gülüyorsun sen."

Bu sözlerimle beraber ifadesi yavaşça değiştiğinde dudakları belli belirsiz yukarı doğru kıvrılmıştı. "Hayatımda senin gibi bir kadın olmasa ne yapardım acaba?" Şirince gülümsedim.

"Sen de olmazdın aşkım." Güldü, bakışları benden uzaklaşırken. Ardından elimi bırakmadan kolunu omzuma atıp beni kendine doğru çektiğinde başımın üzerine bir öpücük bırakmıştı. Bu esnada da kilitli kapıları anahtarla açmış, yolcu kapısını da benim için açarak beni nazikçe belimden ittirmişti. Ona karşı koymadan arabaya bindiğimde kapımı da kapattı. Ben elimdeki çiçeği arka koltuğa, çantamı da dizlerimin üzerine bıraktıktan sonra emniyet kemerimi takmıştım. O da kendi tarafına geçerken ben de çantamı kurcalıyor, arabamın anahtarını arıyordum.

"Olcay nasılmış?" diye sordu, kemerini takarken.

"Babaannem ona bir şeyler yediriyormuş," diyerek yanıtladım onu. Bu sırada arabamın anahtarını bulmuş ve onun eline tutuşturmuştum. "Annenler gelmedi bir daha." dedim, sorarcasına. Bununla beraber bakışları bana döndü.

"Annem epey yoğun şu sıralar ama Olcay'ı hep soruyor.." dedi ve ekledi. "Babam da öyle. Müsait olduğun zaman ayarlayalım, Olcay'ı götürürüz beraber olmaz mı?" dediğinde arabayı da çalıştırmıştı.

"Size mi?" dedim, hayretle. Başını salladı.

"Evet, annem seni de çok merak ediyor."

"O zaman moda evine gidelim," dediğimde bakışları yoldan bana dönmüştü. O, birkaç saniye ifademi inceleyip tekrar yola döndüğünde babasını görmek istemediğimi çoktan anlamıştı. Ki bunu biliyordu da.

"Hayır eve gideceğiz," dedi, ısrarla. "Babam olmaz, merak etme."

"Babanı görmek istemiyorum Kenan, biliyorsun."

"Beni affedip babamı affetmemen çok saçma değil mi sence de?" dediğinde bu sözlerini çok ciddiye almıyordum. Daha doğrusu öfkelenmiyordum.

"Babanın aynı şeyi yapmayacağı ne malûm?" dediğimde derin bir nefes aldığını işiterek bakışlarımı ona çevirmiştim.

"Babamı şimdi olmasa bile illa ki bir gün görmek zorunda kalacaksın çünkü biz evliyiz. Hatta bir çocuğumuz var, yani onunla karşılaşmaman imkânsız."

"Babanı niye bu kadar savunuyorsun?" Güldü.

"Babam olduğu içindir belki, sevgilim?" dedi, haklı olarak.

"Bence biz önce kendi ilişkimizi toparlayalım," dediğimde onun profilini inceliyordum. "Henüz yeni yeni toparlanıyoruz, bunu bozmayalım."

"Tamam," dedi, beni onaylayarak. "Tamam demedim bir şey, sen nasıl istersen."

Gözlerimi ondan alıp yola doğru çevirdiğimde birkaç dakika boyunca hiç konuşmamıştık. Aramızdaki sessizlik kısa sürmüş, yol boyunca ara ara sohbet etmiştik. Onunla bomboş bir konu yüzünden tartışmak istemediğim için böyle ciddi konulardan kaçınıyordum. Özellikle de konu babasıysa arkama bakmadan kaçasım geliyor ama onu kırmak da istemiyordum.

Kenan'ı affetmiştim çünkü o, babama ihanet etmemişti. Oysaki babası hiç düşünmeden en yakın dostuna ihanet etmişti.

Onu affeder miydim yoksa affetmez miydim bilmiyordum ki bunu oturup hiç düşünmemiştim. Buraya döneli bir buçuk ay gibi bir süre olmuş ve döndüğümden beri de babasıyla hiç karşılaşmamıştım. Adı çokça geçmiş, Olcay'ı bir defa onlara bıraktığım için de Kenan laf arasında ondan birkaç kez bahsetmişti. Ancak şu ana kadar onun ailesinden Defne Teyze ve Bige dışında kimseyle ne karşılaşmış ne de konuşmuştum.

Araba oldukça şık bir mekânın önünde durduğunda emniyet kemerime doğru hareketlendim. O da kemerini çıkarırken çantamı elime alıp beraber arabadan inmiştik.

"Hoş geldiniz, Kenan Bey." diyen genç adamın sesi kulaklarıma ulaşırken çantamı omzuma astım. O, Kenan'ın ona uzattığı anahtarı aldığında birlikte mekâna girmiştik. Gündüz gözü olduğu için mekân tıka basa dolu değildi ancak birkaç saate burası dolup taşacak gibiydi.

Merdivenleri tırmanıp en üst kata, terastaki boş bir masaya oturduğumuzda mekânı inceliyordum. Buraya ilk defa geldiğim için ilgimi çekmişti. Şık ve oldukça da lüks bir mekândı ancak o, benim gibi ilk kez gelmemiş olmalıydı.

"Daha önce geldin mi buraya?" derken masaya doğru yanaşıp kollarımı masaya yasladım. O da arkasına yaslanırken gözleri gözlerime tutunmuştu.

"Toplantılar için çok sık uğruyorum, genelde burada yapıyoruz." diyerek beni yanıtladı. "Yani evet, daha önce geldim.. Sen?" Başımı iki yana salladım etrafı incelerken.

"İlk kez geliyorum, güzelmiş.. Öyle çok dışarı çıkmıyorum eskisi gibi. İş güç, Olcay var bir de." Elimi havada savuşturdum. "Dışarı çıkmam zorlaşıyor."

"Çıkalım," dedi, hemen. Dudaklarımda bir gülüş yer edinirken elimi çeneme yaslayıp onun o güzel gözlerine baktım. "Kaçırayım seni hafta sonu."

"Nereye kaçırıyorsun?" dedim, merakla.

"Sen geliyor musun benimle, onu söyle?" dediğinde bu ani teklifi karşısında kısa bir an düşünmüştüm. Aslında çok yoğundum ve gezip tozmam şu açıdan bakıldığında saçmalık olurdu.

"Çok yoğunum yani imkânsız.."

"Bana bunları söyleme," dedi, hayıflanarak. Bununla beraber dudaklarımı birbirine bastırdığımda gözlerimin içine bakıyordu. "Bir hafta sonu da gitme şirkete, bir şey olmaz."

"Olcay'ı bırakamam."

"Olcay da bizimle gelecek," Gözlerim kısıldı.

"Sen bu planı şu an mı yaptın?"

"Tasarım sürecindeydi," dediğinde güldüm. "Bu sefer senin karar vermeni beklemeyeceğim, hafta sonu gidiyoruz."

"İki dakikada plan yaptın, helal olsun." dedim, hayretle. "İşlerim çok yoğun bak kesin bir şey söyleyemiyorum şu an."

"İki günden bir şey olmaz, Maran." dedi, ciddiyetle. Aslında çok şey olurdu. Bütün her şeyle tek başıma başa çıkmaya çalışıyordum ve benim için şu an bu söylediği lükstü. "Hem hafta sonu gideriz, hafta başında da burada oluruz." derken masada duran menüye uzanmış ve önüme bırakmıştı. Diğer menüyü de kendi önüne alırken elimi usulca indirdim. Bu söylediklerine kanmamam gerekiyordu fakat bana böyle baktığı sürece hiçbir teklifini reddedemezdim.

"Bakma öyle bana, tamam.." derken menüyü elime aldım. Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp menüyü karıştırmaya başladığımda açlığımı çok net bir şekilde hissetmiştim. Yoğunluktan yemek yemeyi bile erteliyordum.

Onunla beraber dakikalarca yemekler konusunda fikir alışverişinde bulunduğumuzda en sonunda kararı ona bırakmıştım. Onun damak zevkine fazlasıyla güvendiğim için çoğu zaman olduğu gibi siparişlerimizi o vermişti. Ben işin içinden bir türlü çıkamayınca duruma el atmıştı.

Masamıza gelen garson siparişlerimizi alırken bu sefer ilk kez alkolsüz bir içecek tercih etmiştik. Açıkçası bunu da benim için yapmış, Olcay'ı emzirdiğimi göz önünde bulundurarak bana bunu teklif bile etmemişti.

"Düğün ne zaman?" derken gözlüğümü çıkarıp masaya bıraktım. Ardından da yüzüme doğru düşen birkaç tutamı kulağımın arkasına doğru hafifçe ittirdikten sonra ellerimi çenemin altında birleştirmiştim. "Karar verdi mi Bige'yle Yiğit?"

"Önümüzdeki ay yapacaklar, öyle konuşmuşlar." derken önünde duran su dolu küçük, cam şişeye uzandı. Ben onu izlerken, "Aslında birkaç ay öncesinden öyle planladılar ama Bige işte biliyorsun, bayılır telaş yapmaya." Güldüm. "Kararsızlardı önce tabii de şimdi bir sıkıntı yok gibi.. Birkaç güne davetiye gönderir sana."

"Nişanlandıklarını duyduğumda şaşırdım," dedim, gülerek. "En son aralarındaki ilişkiyi kimse bilmiyordu çünkü.. Babandan çekiniyordu, nasıl öğrendi?"

Su şişesini dudaklarına doğru yanaştırırken omuz silkti hafifçe. "Klasik.. Evin bahçesinde görmüş bunları sarmaş dolaş. O dönem de hepimiz epey gergindik, bu olay da evin ortasına -yani en azından babam için böyle- yıldırım gibi düşünce olan olmuş." dediğinde dudaklarımdaki gülüş bir gülümsemeye dönüşmüştü yavaşça. Ben gittikten hemen sonra bu olay olmuş olmalıydı ve benim yarattığım o gerginlik de Bige'ye patlamıştı. "Zaten evden sadece babam bilmiyordu onların ilişkisini ama annem onu bir şekilde yumuşatmış sonrasında."

"Sen o dönem evde değil miydin?" diyerek konuyu başka bir yöne çektiğimde birkaç yudum aldığı su şişesinin kapağını kapatıp masaya bıraktı. "Tüm bunlar olurken sen orada değilmişsin gibi anlattın."

"Babam almıyordu beni eve," dediği an kaşlarım havalandığında benim yokluğumda neler yaptığını çok merak ediyordum. Açıkçası bunu da doğru düzgün hiç konuşmamıştık çünkü bir türlü oturup sohbet edememiştik. Birkaç saatliğine bir araya gelmemiz dışında hiç görüşememiştik. "Annem de öyle tabii. Arazinin içine giremiyordum."

"Anlamadım," derken yerimde dikleşmiştim. Kenetlediğim ellerimi indiririrken gözlerim onun yeşil gözlerindeydi. "Neden kendi evine giremiyordun?"

"Babamla aramız limoniydi, şahit oldun buna zaten." derken bakışları benden ayrılmış ve kapıya doğru dönmüştü. O da benim gibi çok acıkmış olmalıydı çünkü gözü sık sık kapıdaydı. "Annemi de duymuşsun, Bige anlatmış benimle uzun bir süre konuşmadığını."

Bakışlarım yumuşacık bir hâl alırken aslında asıl üzüldüğüm babasıyla olan mevzuydu. İlişkimizin başından beri babasıyla arasında olan o anlamsız sorunu ikimiz de bir türlü çözemiyorduk ama ben gitmeden önce şirketteki toplantı odasında o evrakları imzalaması onu daha da delirtmiş, oğluna karşı tam anlamıyla bir duvar örmüştü. Hatta o gün ona, kendi sayesinde şu an bu konumda olduğunu da söylemişti ve o zamanlar Kenan'a ne kadar öfkeli ve kırgın olsam da yine içten içe bunu ben bile kabul etmemiştim. Çünkü Kenan ne babasının adıyla ne de onun yardımlarıyla bu kadar şey başarmıştı. Daha ortaokula giderken kendi kendine para kazanmaya çalıştığını biliyordum. Bunu bana daha önce de anlatmıştı ve üniversiteye gitme sürecine kadar da çeşitli yerlerde çalıştığını söylemişti. Üstelik buna rağmen hayali olan o bölümü okuyamamış, yine babasının baskısıyla hiç istemediği bir hayatı yaşamıştı. Aslında ona birkaç kez hayatından memnun olup olmadığını sormuştum ve bana şu an bulunduğu konumdan memnun olduğunu, işini sevdiğini söylemişti.

"Nerede kalıyordun peki?" dedim, merakla.

"Sen olmadığın için evimize gidemiyordum, boğuyordu beni orası." dediğinde onu dinliyordum can kulağıyla. "Tabii dayanamayıp arada sırada gidiyordum ama çoğunlukla mahzendeydim, orada kaldım bir süre. Sonra baktım olmuyor, şirkette de sorun yaşıyoruz babamla. Alakamın olmadığı konularda bile benimle tartışıyordu.. En son onunla savaşamadım daha fazla, İtalya'ya döndüm."

Başımı salladım usulca. "Duydum," dedim, kırık bir sesle. O günleri hatırlamak da babasıyla olan bu garip ilişkisini dinlemek de beni üzüyordu. "Yani duymuştum gittiğinde de sonra ne oldu da döndün? Sen epey inatçısın çünkü dönmeni beklemezdim." Güldü bu söylediklerime.

"Seni özledim," dedi, birden. Bu, bir an duraksamama neden olsa da dudaklarım iki yana doğru çekilmişti yine. Bu esnada yeşil gözleri üzerimdeydi. "Yapamadım orada.. Burada olmadığını ve dönmeyeceğini de bile bile geldim buraya. Ben fark etmemişim ama İzmir senmişsin, Maran."

Bu sözleri, gülümsememin daha da genişlemesini sağlarken elimi uzatıp masanın üzerinde duran elini tuttum yavaşça. Parmaklarının sıcaklığı tenimi karıncalandırdığında hissettiğim duygular oldukça yoğundu. Hatta öyle ki bütün hissettiğim şeyler ilk günkü gibiydi. İlk günkü heyecanımla şu anki heyecanım birebir aynıydı.

"Senin de ağzın iyi laf yapıyor," dedim, şakayla karışık. Bu, onu güldürürken dudaklarımda geniş bir sırıtış vardı. Dakikalardır yüzümden eksilmeyen bu gülücükler onun sayesindeydi. "Nasıl kandırıyorsun beni ama?" derken elimin üzerine minik bir öpücük bırakmıştı. "Üç kâğıtçı.."

"Bana hakaret etmen hoşuma gidiyor," dediğinde bu sefer dayanamayıp ben gülmüş, kahkaham da tek tük insanın bulunduğu terasta yayılmıştı. "Daha ağırlarını da duymuştum ama bana pek işlemedi."

"Hak etmiştin." dediğim esnada siparişlerimiz gelmiş, bu nedenle ellerimiz birbirinden ayrılmak durumunda kalmıştı. "Hem hoşuna gidiyormuş zaten baksana," dedim, alayla. Bu esnada da genç çalışana nezaketle gülümsedim. "Teşekkür ederim.."

"İşin dozunu abartma sen yine de," diyerek bana karşılık verdikten sonra o da garsona teşekkür etmişti. Garsonlar masamızdan ayrılırken ikimiz tekrar baş başa kaldık. "Sen anlat biraz da.. Neler yaptın merak ediyorum?"

"Olcay'la ilgilendim hep, hayatımda pek bir şey olmadı." dedim, omuz silkerek. Bu esnada çatalımla bıçağımı elime almıştım. "Babaannemde kalıyordum zaten, Olcay da yanımdaydı. Korhan da orada yaşadığı için sık sık ziyaret ediyordu hatta doğuma o götürmüştü beni biliyor musun?" derken yüzümde bir gülümseme oluşmuştu. O gün gerçekten komik bir gündü ve hâlâ hatırladığımızda gülüyorduk. "Erken doğum yapmıştım ben," dediğimde beni dikkatle dinliyordu. Gözleri gözlerimden ayrılmazken benim neler yaşadığımı merak ettiği belliydi. "Evde kimse yoktu o gün. Olcay'la babaannem bebek için alışverişe çıkmışlardı, ben de evde yalnızdım. Bebek odası hâlâ tamamlanmamıştı o yüzden epey telaşlıydık ama bu telaşı da ben yapmıştım salak gibi. Hayır çocuğu da bir kez bile doğru düzgün o odada yatırmadım, Olcay doğduğundan beri yanımda yatırıyorum onu." derken gülüyordum. Bunu bu kadar eğlenerek anlatmam onun da o güzel yüzünde bir tebessüm oluşturmuş, yeşil gözleri güldüğü için hafifçe kısılmıştı. "Odayla uğraşırken ben bir fenalaştım, önce ağrım oldu ama çok da önemsemedim normaldi çünkü. Sonra da suyum gelince ne yapacağımı bilemedim. Zaten ağrım da vardı," Çatalımı salladım hafifçe. "Neyse ki Korhan da tam o anda geldi, beni öyle görünce o da bir panik oldu ama hemen idare etti durumu. Hastaneye gidip Olcay'ı doğurduğum ana kadar tek hatırladığım hissettiğim o acıydı. Tabii aralara da küfürler sıkıştırıyordum," Elimdeki çatalı ona doğru tuttum kaşlarım havalanırken. "Sanaydı hepsi."

Bu sözlerim onu güldürdü ancak az önceki gibi keyifli bir gülüş değildi bu. Anlattığım bu olay beni eğlendirdiği gibi onu eğlendirmemiş hatta yaralamış gibiydi. Gözlerine oturan ifade tanıdıktı ve bundan hoşlanmamıştım.

Dudaklarımdaki gülüş yavaşça solarken o da bakışlarını benden uzaklaştırıp henüz dokunmadığı yemeğine çevirmeye çalışmıştı ilgisini. "Kenan," dedim, dingin bir sesle. Ardından elimdekileri bırakıp kollarımı masaya yaslayarak ona doğru hafifçe eğildiğimde başını kaldırmamıştı ancak gözleri gözlerime değmişti. "Ne oldu?" Elimi uzatıp yanağına dokundum.

"Zor bir dönemden geçmişsin," dedi, gözlerime bakarken. "Yanında olamamışım, sana destek olamamışım baksana.. Tek başına acı çekmişsin, haklıymış söylediklerinde." dediğinde Korhan'dan bahsettiğini anlamıştım. O gece Korhan'la kavga ettiklerinde bunları söylemişti ona.

"Senin yanımda olmanı istememiştim, söylememiştim sana unuttun mu?" dedim, anlayışla. "Yanımda olamazdın çünkü bilmiyordun, Kenan. Bilsen bir dakika bile durmayacağını ben biliyorum, böyle düşünme lütfen. Evet sana kızgınım bazı şeyler için, belki hâlâ kırgınım da ama telafi edeceğini biliyorum. Tüm bunları beraber aşacağımızın farkındayım," Yanağını okşadım parmaklarımla. " Bundan sonrasında yanımda olacağını biliyorum, bunları unutmaya çalışalım. Yeni bir sayfa demedik mi?" Başını salladı ağırca. "Bunları konuşmuyoruz artık."

Son sözlerim bunlar olurken ne ondan ne de benden bir ses çıkmış, daha fazla konuşmamıştık. Bir süre sadece onu güldürüp keyfini yerine getirmek için çabaladığımda en son bu ruh hâlini bir kenara atmıştı ya da beni kandırmıştı, bilmiyordum. Geri kalan dakikalarda yemeğimizi yiyip tatlı sohbetlerimize dönmüştük ancak ara ara bakışlarının dalmasından onun kafasında tilkilerin dönüp durduğunu anlamıştım. Ona daha fazla bir şey sorup ne onun ne de benim tadımı kaçırmıştım.

Ne de olsa ben her ne kadar kabul etmesem de böyle düşünüp kendini suçlamaya devam edecekti ve bizim bunları unutmamız gerekiyordu.

Bu kolay olmayan bir süreçti ancak bir gün atlatacaktık.

 

☄️☄️☄️

Deniz, dalgalarını sakince kıyıya vururken kuma gömülmüş ayaklarım da bundan nasibini alıyordu. Sadece dalgaların sesi kulaklarıma ulaşırken tam anlamıyla huzura ermiş gibiydim. Şehirden uzak, sessiz bir yerde deniz kenarında otururken bakışlarım da gözlerimle aynı mavilikte olan denize dalmıştı.Akşam güneşinin yansıması denizin üzerine düşerken hava da hafifçe esiyordu. Islak saçlarımdan akan birkaç damla su, üzerimdeki ince gömleği ıslattığında yüzüme vuran akşam güneşi de tenimi yakmıyordu.

"Akşam yemeği için dışarı çıkalım mı?" diyen bir ses, bakışlarımı daldığı noktadan çekmeme neden olduğunda biraz ötemdeki evden bana doğru yavaşça ilerleyen Kenan'a bakmıştım. O, az önce Olcay'ı kontrol etmek için içeri geçmişti.

Üzerinde koyu renkte bir tişört varken onun da saçları hâlâ ıslaktı. Hatta az önce şımarıp onu ıslattığım için tişörtü de hafifçe ıslanmıştı.

Bakışlarım onun üzerinde kısaca gezindiğinde aramızdaki mesafe de kısaldı bu esnada. "Bilmem," diye yanıtladım onu.

Dün bu saatlerde onunla yola çıkmış ve Çeşme'deki ona ait olan yazlığa gelmiştik. Tabii o bu planı yaparken benim bu yıl hiç denize gitmediğimi bildiği için iki gün de olsa böyle bir şey organize etmiş, açıkçası bana da iyi gelmişti. Şehirden uzak bir yer olduğu için kendimi epey huzurlu hissediyordum.

O yanıma yaklaşıp benim gibi uzandığında elindeki bebefonu da aramıza bırakmıştı. Dünden beri Olcay'la o ilgilenmiş ve böylelikle de beni gerçek bir kafa tatiline getirdiğini anlamıştım. Tek yaptığım şey Olcay'ı emzirmek oluyordu. Bunun dışında da Olcay'la o ilgilenirken açık konuşmak gerekirse bu da işime gelmişti.

Dirseğim üzerinde doğrulmuşken o da tıpkı benim gibi bir pozisyondaydı. O, hâlâ benden bir cevap beklerken elimdeki üzümü onun dudakları arasına sıkıştırmıştım. Beni geri çevirmeyip bu tatlı ikramımı kabul ettiğinde akşam güneşinin vurduğu yeşil gözleri gözlerimdeydi. İkimiz de konuşup bu sessizliği bozmak istemiyorduk ancak gözlerimiz derin bir sohbetteydi.

"Evde olalım," dedim, uzun sessizliğin ardından. "Sen bize yemek yaparsın," dediğimde kaşları havalanmış, ben de gülmüştüm. Saatlerdir o kadar çok gülmüştüm ki artık çenemin çıkacağı konusunda endişelenmeye başlamıştım.

"Yemeği yap Kenan, çocuğa bak Kenan.." diyerek şikâyetlerini ardı ardına sıraladığında ona teessüf eder gibi baktım. Oysa bunları yaparken çok eğleniyordu ama şu an şikâyetçiymiş gibi konuşuyordu. "Kullanılıyor muyum ne?"

"Aşk olsun," dedim, başımı hafifçe eğerek. Bununla beraber elini uzatıp açıkta olan boynumu kavradı usulca. Sıcak parmakları tenime değdiği an tüm sistemim alt üst oldu.

"Olsun," dedi, fısıltıyı andıran bir sesle. Bu, dudaklarımda bir gülüşün doğmasını sağlarken yüzünü yüzüme doğru yanaştırmıştı. Ondan önce dudaklarına atıldığımda içimden adeta bir şeyler akıp gitmişti. Ateş gibi olan dudaklarını tenimde hissetmek o kadar başka bir duyguydu ki bunu tarif edemezdim. Onunla hâlâ tam olarak hasret giderebilmiş değildik ve bu, her hareketimizde belli oluyordu.

Elimi onun göğsüne yaslayıp bacağımı bedeninin üzerine doğru attığımda onun o iri bedeni kuma gömülmüş, kucağındaki yerimi almıştım. Dudaklarım onunkilerden ayrılıp önce çenesine, ardından da boynuna doğru ince bir yol çizdiğinde erkeksi kıkırtısı aramıza girdi. Eli çıplak belime dolanırken parmağımı bir kanca gibi tişörtünün yakasına geçirmiş ve kendime bir alan açmıştım. Öpücüklerim beyaz teninde izler bırakırken alanım kısıtlıydı ancak bunu da hâllettim. Başımı tişörtünün altına soktuğumda bu onu epey eğlendirmişti. Dilimi o güzel kıvrımlarında gezdirirken altımda olan bedenindeki kımıltıları hissediyordum yavaş yavaş. Her geçen dakika verdiği tepkiler değişirken ben de en az onun kadar eğleniyordum. Onu delirtmek hoşuma gidiyordu. "Nasıl?" dedim, keyifle. "Seni eğlendiriyor muyum?" derken çenemi tişörtünün sıyrıldığı karnına yaslayıp ona alttan bakmıştım. Yeşil gözlerinde keyif pırıltıları varken bir cevaba ihtiyacım yoktu.

"Devam et," dedi, arsızca. Gözleri, eğildiğim için mavi bikinimden taşan göğüslerime düştüğünde o aklından geçenleri biliyordum. Bana dokunmak için deliriyor ama benden bir hamle görmediği için buna cesaret edemiyordu. Eskiden olsa bir dakika bile durmayacak adam şimdi sadece beni bekliyordu.

Bebefondan yayılan ağlama sesi, tüm bu büyülü anı bozarken dudaklarım arasından bir soluk bıraktım. Olcay'ın zamanlamaları müthişti. Sabahtan beri babasıyla ne zaman baş başa kalacak olsak hemen ağlıyor, ilgiyi bir şekilde kendi üzerine çekiyordu.

"Çip taktı bize herhalde," diyerek söylenmeye başladığımda onun kucağından kalkmam gerekmişti. O benden daha perişan bir hâlde başını kuma gömdüğünde gözlerini de kapatmıştı.

"Susar bence," dediğinde gülüp bebefonu elime almış ve onu orada bırakarak eve girmiştim. Olcay'ın sesi netleşirken o hemen salonda olduğu için köşede duran küçük beşiğine yanaştım. Uykudan yeni uyandığı için kızarık olan gözleri beni bulduğunda bebefonu bırakıp onu kucağıma aldım hemen.

"Buradayım aşkım, ağlama." diyerek onu telkin etmeye çalıştığımda başını boynuma gömmüş ve uzun bir süre sızlanmaya devam etmişti. Bu esnada da Kenan eve girmişti. "Babası gel buraya," dediğimde Kenan gözlerini gözlerime dikip bana bir bakış gönderdi. Saatlerdir aynı şeyi yaptığım için bu onu delirtiyordu.

"Geldim," dedi, söver gibi. Bu, beni güldürürken ona arkamı dönmüştüm. O da bana doğru ilerlediğinde Olcay'ı ona uzattım.

"Olcay'la ilgilen, ben de duşa gireyim." dediğimde bana öyle bir bakış attı ki yüzüme şirin bir ifade kondurmuştum. "Hadi aşkım hadi.."

O, bana ters ters bakıp Olcay'ı kucağına aldığında gülüşümü zar zor bastırmış ve yanından geçerek yukarı çıkmıştım. Daha ne kadar bu hâllerime dayanabilecekti bilmiyordum ama yine de iyi dayanmıştı.

Onu aşağıda bırakıp odaya girdiğimde önce odanın bir köşesinde duran bavulumdan birkaç parça kıyafet aldım. Ardından da şarjda olan telefonumu kontrol edip banyoya girmiştim. Suyu ayarlayıp üzerimdeki birkaç parça kıyafetten kurtulduğumda kendimi suyun altına attım.

Vücudumdaki o tuzlu sudan arınıp güzel bir duş aldıktan sonra üzerimi giymiş ve önce saçlarıma, ardından da cildime bir bakım yaparak banyoda epey oyalanmıştım. Saçlarımı kurutmadan banyodan çıkıp komodindeki telefonumu da aldığımda aşağı indim. Olcay'ın sesi yukarı kadar ulaşırken başımı salona doğru uzatmıştım ancak orada değillerdi. Mutfaktalardı. Sesleri takip ederek adımlarımı mutfağa yönelttiğimde Olcay'ın mama sandalyesinde olduğunu görmüştüm. Kenan da onunla ilgilenirken bir yandan da telefonla konuşuyordu ancak görüyordum ki Olcay buna müsaade etmiyordu.

"Kapat anne, arayacağım seni sonra.." dediğini duydum. Olcay oturduğu yerde çırpınırken bir yandan da onu zapt etmeye çalışıyordu. "Müsait değilim şu an, Olcay durmuyor." dediğinde kıkırdadım ve onun arkası bana dönük olduğu için arkadan ona yanaşarak boynuna bir öpücük bıraktım. Ardından hemen arkasından çekildiğimde bakışları bana dönmüştü.

"Annem," dedim, Olcay'a yanaşırken. O, dişlerini göstererek güldüğünde Kenan da bir yandan onun kirlenen ellerini temizliyordu. "Ağzın boş durmuyor ha, ne yedin yine?" diyerek onu kucağıma aldığımda kıkır kıkır gülüyordu. Bu esnada Kenan'ın bakışları üzerimdeydi tabii.

"Söylerim," dedi, telefonla konuşurken. O, annesiyle vedalaşıp telefonu kapattığında bakışlarımız kesişti. "Annemin selamı var sana." derken oturduğu yerden kalkmıştı.

"Demek biliyor beraber olduğumuzu,"

"Saklamam mı gerekiyordu yoksa?" diye sorduğunda omuz silktim.

"Yo, hayır.." derken uzanıp Olcay'ın elleriyle ağzını temizlemeye devam etti. "Annenin bildiğini bilmiyordum sadece, bir şey söyledi mi?"

"Hangi konuda?" dedi, merakla. Ardından bakışlarını bana çevirdiğinde onu yanıtladım.

"O gün için işte," dediğimde ifadesi değişmiş, yüzünde bir gülüş belirmişti. "Gülme Kenan komik değil çünkü."

"Hiçbir şey söylemedi," dedi, beni tiye alarak. O, elindeki mendili çöpe atıp tekrar bana döndüğünde ekledi. "Ben bir duş alayım, sonra da bir şeyler yeriz." Başımı salladım.

"Tamam," dediğimde yanımdan ayrılmıştı. Ben de Olcay'la baş başa kaldığımda mutfaktaki sandalyelerden birine oturup onunla ilgilenmeye devam ettim. Tabii bu esnada da Kenan'ın masanın üzerinde bıraktığı telefonu yine gözüme ilişmişti. Olcay'ı masaya oturtup telefonunu elime alırken, "Bakalım babacık neler karıştırıyor?" dedim, kendi kendime mırıldanarak. Telefonunun ekranını aydınlattığım an merdivenlerden gelen sesle beraber hızla ekranı kapatıp tekrar telefonu yerine bıraktım.

Onun tekrar döneceğini tahmin etmediğim için kalbim bir anda ritmini kaybettiğinde o da mutfağa girmişti. "Telefonum," diyerek yanıma yaklaştığında kaşlarım hafifçe çatıldı ancak o, bunu fark etmedi. Telefonunu alıp tekrar mutfaktan çıktığında bakışlarımı Olcay'a çevirdim. O da parmağını ağzına sokmuş beni izlerken kaşlarım hâlâ çatıktı.

Çoğu zaman duşa girerken telefonunu yanına almazdı ama şimdi sırf bunun için tekrar dönmüş ve telefonunu almıştı. Ayrıca banyoya girerken neden telefonunu yanına alma gereği duymuştu ki?

"Senin bu baban kesin bir şeyler karıştırıyor," dedim, Olcay'a. O, yeşil gözleriyle bana bakmaya devam ederken, "Hiç bakma öyle, sen de gördün."

"Ba-"

"Yazıklar olsun sana," dedim, hayretle. "Seni o kadar emziriyorum, ben büyüttüm seni ama sen babanı savunuyorsun bana! Ne nankörmüşsün?" diyerek konuştuğumda Olcay beni hiç umursamıyordu. Sadece anlamadığım birkaç şey mırıldanırken ben de artık ona babasını şikâyet etmeyi bırakmıştım. Ne de olsa babasının tarafını tutuyordu.

Telefonumu alıp bildirimlerimi hızlıca kontrol ettikten sonra bir süre daha Olcay'la ilgilenmiş, babası onun karnını doyurduğu için de onu tekrar mama sandalyesine oturup çok sevdiği oyuncağını elime vermiştim. O sessizce oyununa devam ederken ben de kalkıp saçlarımı bileğimdeki tokayla gelişigüzel topladım ve mutfak lavabosunda ellerimi yıkayıp köşede duran kettle'a su koydum. Ardından dolaplardan birinden bir tencere çıkarıp tezgâhın üzerine bıraktığımda amacım yiyecek bir şeyler hazırlamaktı ve Kenan'ı bekleyemeyecek kadar şu an açtım. Aslında bana teklif ettiği gibi dışarıda yiyebilirdik ancak evden çıkmak istemediğim için bunu kabul etmemiştim.

Kettle'daki su kaynadığında onu tencereye boşaltıp ocağa aldım. Sonrasında da erzakların bulunduğu raftan makarnayı alıp sıcak suyun içerisine boşalttığımda ocaktan uzaklaşmış ve buzdolabına yönelmiştim. Buzdolabından işime yarayacak birkaç malzemeyi çıkarıp tezgâhın üzerine bırakırken Kenan'ın o güzel kokusu da mutfağı sarmıştı. O, yanıma yaklaşana dek başımı çevirip ona bakmadığımda Olcay'la konuştuğunu duyuyordum.

"Tek mi kaldın sen?" diyen sesi kulaklarıma ulaşırken Olcay'ın çırpınışlarını duyuyordum. "Gel de öpsün seni baba.." dediğinde ona birkaç öpücük bahşettiğini duymuş, gülümsemiştim.

Olcay'ın kıkırtıları mutfağı doldururken çok geçmeden hemen arkamda bir beden hissetmiş, kollarının belime dolanması çok gecikmemişti. Bu, gülümsememin genişlemesine neden olurken boynuma tüy hafifliğinde bir öpücük kondurdu. "Şöyle aniden öpme beni,"

"Haber mi vereyim?" dediğinde gülüp başımı hafifçe oynatarak onun gözlerine baktım.

"Çok mu komiksin?"

"Seni güldürdüğüme göre komiğim,"

"Çok konuşma da gel yemeği yap," dedim, ondan yavaşça uzaklaşırken. "İki gün tatile getirdin onda da beni çalıştırıyorsun." dediğimde gülmüş ve ellerini yıkamak için mutfak lavabosuna yönelmişti.

"Özür dilerim, geç otur sen." derken beni böyle manipüle ettiği için içim el vermemiş ve ona yardım etmiştim. O, makarnayı yaparken ben de salatayı yapmaya koyulmuştum. Tabii bu sırada birkaç itirazı olsa da ona gereken cevabı vermiş ve bir daha da bana karışmamıştı.

Mutfaktaki ada tezgâhın üzerine ikimiz için birer servis açıp yemek için oturduğumuzda yine şarap içemediğim için bir an üzülmüş ve Kenan bunu fark ettiğinde kendisi de şarap içmekten vazgeçmişti. Olcay'ı emzirdiğim için henüz şaraba doyamamıştım ancak bir an önce de bu zamanların geçmesini istiyordum. Özellikle yemeğin yanında bolca tüketen biri olduğumdan dolayı bu benim için oldukça zordu.

"Büyüyor artık," derken rafta dizili olan şarap şişelerine attığım o bakışları görmüş olmalıydı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde beni izleyen gözleriyle karşılaştım. "Kesebilirsin yani, doktorunla konuştun mu hiç?" dediğinde çatalımdaki yeşilliği ağzıma tıkmıştım.

"Kesebilirmişim tabii ama bebişime kıyamıyorum," derken elimi uzatıp Olcay'ın şişkin yanağını sıktım. "Gelişimi için önemli yani o yüzden.."

"Çok sık tüketmiyor ama," dedi, elindeki küçük ekmek dilimini Olcay'ın eline tutuştururken. Olcay bunu bekliyormuş gibi ekmeği elinden aldığında bu onun dudaklarında bir gülümsemenin oluşmasına neden oldu. "Uyumadan önce, bazen de uyurken emzirdiğini söylemiştin.."

"Aslında birkaç kez denedim ama arıyor tabii.. Öyle olunca devam ettim." dedim, Olcay'ın saçlarını okşarken. Ardından onu rahat bırakıp yemeğime döndüğümde beni yanıtlamıştı.

"Tamam biz de içmeyiz şarap falan," dedi, beni rahatlatmak ister gibi. Bununla beraber hafifçe güldüğümde gerçekten de onun ne alkol ne de sigara içtiğini görmüştüm. Buraya döndüğümden beri onun yanımda özellikle sigarayı tükettiğine şahit olmamıştım. Belki benim ve Olcay'ın yanında olmadığı zamanlar tüketiyordu bilmiyordum ama bizim yanımızda içmiyordu.

"Sen sigara içmiyor musun artık?" diye sordum merakla.

"İçiyorum," dediğinde tahminlerimi doğrulamış sayılırdı. "Eskisi kadar değil, günde bir kere ya da bazen hiç içmiyorum.. İçtiğim zamanlarda da Olcay'ın yanına gelmeyeceksem eğer tüketiyorum."

"Sen çok içerdin oysa," derken açıkçası her ne kadar tahmin etmiş olsam da şaşırmıştım. İlk tanıştığımız zamanlarda çok fazla tüketiyordu ve evlendiğimizde de bunu yine azaltmıştı ancak yine de sık tüketmediğini söyleyemezdim.

"Azaltmıştım," diyerek düzeltti beni. "Çok da kolay olmuyor benim için ama uğraşıyorum işte."

"Sanırım Olcay sayesinde herkes sigarayı bırakacak," dedim, gülerek. "Korhan'la Olcay da hatta Ufuk'la Onur bile içmiyor artık. En azından onun yanında içmiyorlar."

Güldü bu söylediklerime. "Olcay nasıl?" diye sordu. Bunu sormasının nedeni de Olcay'la Kılıç'ın ayrılmış olmasıydı.

"Olcay iyi," dedim, omuz silkerek. "Biraz buruk tabii ama Korhan var sonuçta.." diyerek patavatsızca konuştuğumda bana bir bakış attı.

"Aralarında bir şey mi var?" dedi, merakla.

"Ay yok canım," dediğimde gözleri üzerimdeydi. "Korhan'ın tarafından bakınca netim ama Olcay için pek bir şey söyleyemiyorum. Onun bir süre ilişki yaşayacağını düşünmüyorum ben."

"Kılıç da pek iyi değil aslında." dediğinde burnumu kırıştırdım.

"Kendisi ayrılmak istemiş ama," dedim, çıkışarak. "Gerçi biz ayrıldığımızdan beri araları pek iyi değilmiş zaten de."

"Belki onlara iyi gelir bu," derken bakışlarım ona dönmüştü. "Kafa dinlerler işte fena mı?"

Bakışlarım onun üzerinde gezinirken, "Sen kafa mı dinlemiştin?" Onun bakışları bana dönerken bu bakışlarımı da fark etmiş oldu.

"O anlamda söylemedim," dedi, hemen savunmaya geçerek. "Yani biraz düşünme fırsatları olur, hatalarının farkına varırlar.. Gerçekten benim üzerimde öyle bir etkin var ki bazen kendimi kötü bir şey yapmışım gibi hissediyorum."

"Ne güzel işte," derken çatalımı ileri geri oynatıyordum. "Avucumun içindesin."

O, bana cevap vermek için dudaklarını araladığı esnada az önce otururken masaya bıraktığı telefonunun melodisi aramıza girmişti. İkimizin de bakışları telefonunun ekranına döndüğünde bu sefer kimin aradığını görememiştim çünkü bu telefonu bekliyormuşçasına telefonunu eline almış ve aramayı yanıtlayarak telefonu kulağına yaslamıştı. Kaşlarım hafifçe çatılırken oturduğu yerden yavaşça kalktı. O, mutfağın bahçeye açılan kapısına doğru yönelip bahçeye çıktığında gözlerim onu takip etti. Görüş açımdan çıktığında bakışlarım Olcay'a dönmüştü. "Bak bir şeyler karıştırıyor demiştim sana," dediğimde ekmeğini kemirirken gözleri beni buldu. "Sen de hâlâ babanı savunuyorsun bana.."

"Ma-ma.." dediğinde elimi uzatıp elindekini aldım yavaşça. Onun ifadesi değişirken ağlamaya başlaması uzun sürmedi. "Ba," diyerek yaşlı gözlerini bahçe kapısına doğru çevirdiğinde kıkırdadım. Aslında ben banyodayken Kenan ona bir şeyler yedirmişti ama şu an hiç de aç değilmiş gibi davranmıyordu. Ona birkaç kez yedirmeye çalışsam da yememiş, sadece babasının onun için uzattığı minik ekmek dilimlerini yemişti.

"Babanı mı çağırıyorsun?" dedim, alayla. Bu esnada da elimdekini tekrar eline tutuşturdum. O, susarken, "Çağır hadi, ne yapabilecek acaba?"

Ben tekrar yemeğime dönerken bir yandan da onunla uğraşıyordum. Tabii daha çok onunla uğraştığım için yemeğimi de ihmal etmiştim. Bu esnada babası da içeri geçip yerine oturduğunda bakışlarım ona döndü. Ona attığım bakışların biraz geç farkına varırken, "Ne oldu?" dedi, gözlerime bakarken. "Korkmalı mıyım?"

"Ne karıştırıyorsun sen?" dediğimde ifadesi değişti, bir süre sadece gözlerime baktı.

"Hiçbir şey karıştırmıyorum, ne karıştıracağım?" dedi, büyük bir ciddiyetle. "İşle alakalı bir şeydi, yemek esnasında açmıyorum yoksa biliyorsun."

"Banyoya bile telefonla girdin az önce," dedim, birden. "Ayrıca gerçekten işle alakalı bir telefon için mi o kadar heyecanlandın? Buna inanacağımı mı sanıyorsun, oradan bakınca salağa mı benziyorum?" diyerek sorularımı arka arkaya dizdiğimde bakışlarını benden uzaklaştırmamış, kollarını masaya yaslayarak ilgisini tamamen bana çevirmişti.

"Ne düşünüyorsun peki?" dedi, merakla. Yeşil gözleri gözlerimde kaybolurken, "Ne sanıyorsun yani, ne saklayabilirim senden?"

"Ne karıştırıyorsun Kenan?" dedim, bir kez daha.

"Yarın görürsün," diyerek beni geçiştirmeyi tercih ettiğinde bakışlarını benden çekip yemeğine dönmüştü. Bu söylediğiyle beraber içimdeki merak daha da alevlenirken, "Sürpriz Maran, bozma işte lütfen." dediğinde çatık kaşlarım yavaşça normal hâline döndü. Gözlerim onun üzerinde takılı kalırken onun dünden beri bir şeyler karıştırdığının tabii ki farkındaydım ama bunun benimle alakası olduğunu anlamamıştım.

"Söylemeyeceksin yani?" diyerek şansımı denediğimde bana öyle bir bakış atmıştı ki dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Dönüşü pazartesi sabahına alsak senin için sorun olur mu?" diye sorduğunda bir süre düşündüm.

"Olmaz," dedim, umursamazca. "Yani dönebiliriz sorun olmaz.." diyerek onu onayladığımda o da daha fazla bir şey söylememişti. Ben de bir kez daha ona soru sormaya cesaret edemediğimde tatlı sohbetimize devam ederek yemeğimizi yemiştik.Yemeğimizi yedikten sonra da beraber mutfağı toparladığımızda güneş batmıştı. Hava kararmış, beraber de bahçeye çıkıp verandaya oturmuştuk.

Verandadaki geniş koltuğa yerleşirken kucağımdaki Olcay'ın üzerini de örtmüştüm. Yazın son dönemlerinde olduğumuz için hava eskisi kadar sıcak değildi hatta hava serindi de. Bunun için Olcay'ın üzerini örtmüştüm. Babası mutfakta bize kahve yaparken onu buradan görebiliyordum. Mutfağın bahçeye açılan kapısı sonuna kadar açıkken onu izliyordum dakikalardır. O, en sonunda verandaya çıkıp yanıma doğru geldiğinde bana ait olan kupayı önümdeki masaya bırakmıştı. Ardından yanıma oturduğunda onun da üzerine kapüşonlu bir hırka geçirdiğini fark etmiştim.

"Hava serin sanki ya?" dediğimde dudakları bir gülüş için seğirirken yeşil bakışları bana döndü. O, yaptığım bu küçük oyunu fark etmiş olmalı ki kolunu arkama doğru uzatarak beni yavaşça kendine doğru çekmiş ve onun sıcaklığına kavuşmamı sağlamıştı.

"İyi mi böyle?" dedi, kulağıma doğru. Bu, sırıtmama neden olurken bu durumdan ikimiz de aptalca bir keyif alıyorduk.

"İyi," dedim, keyifle. O, başımın üzerine bir öpücük bıraktığında Olcay da kucağımda kıpırdanmıştı. Bakışlarım onu bulurken göğsümde bir top gibi kıvrıldığını gördüm. Üzerini de örttüğüm için şu an tamamen mayışmış vaziyetteydi ve bu da benim işime geliyordu. Öğlen de doğru düzgün uyumadığı için şu an uyusa fena olmazdı. Zaten gözleri şu an yarı kapalıydı.

Dakikalarca göğsümde uyuklayan Olcay'ı izleyip onun saçlarını okşadığımda aynı şekilde benim de saçlarım biri tarafından okşanıyordu. Ara ara da birtakım öpücükler armağan edilirken açıkçası hâlimden memnundum. "Olcay'ı yerine yatırıp geleyim," diye konuştum uzun bir sessizlikten sonra. Yerimde doğrulurken benden uzaklaşmıştı. "Geliyorum şimdi.." derken beni onaylamış, yanından ayrılıp içeri geçmiştim. Merdivenleri yavaşça tırmanıp odaya çıktığımda Olcay'ı uyandırmamaya özen göstererek onu beşiğine bıraktım. Bebefonlardan birini baş ucuna diğerini de yanıma alarak onun alnına bir öpücük bırakıp tekrar aşağı inmiştim. Bu esnada da Kenan bıraktığım yerde değildi. Bakışlarım verandada gezinirken adımlarımı az önce beraber oturduğumuz koltuğa doğru sürükledim. İçeri geçmiş olmalıydı fakat kahve bardağı burada olduğuna göre birazdan gelirdi.

Tam da tahmin ettiğim gibi dakikalar sonra bahçede göründüğünde bakışlarım denizde olduğu için radarıma çabuk girmişti. Eve girmemişti ve şu an dışarıdan geliyordu. Kaşlarım hafifçe çatılırken elimdeki kupayı usulca masaya bıraktım. "Kenan?" dedim, sorarcasına. Eş zamanlı olarak ayaklandığımda artık aramızda az bir mesafe kalmıştı. "Neredeydin, merak ettim?"

O, büyük adımlarıyla bana doğru ilerlerken, "Geldim," dedi, yüzündeki tatlı gülümsemeyle. Bu, benim de gülümsememe neden olurken ellerimi verandanın ahşap trabzanlarına yaslamış ve onu beklemeye başlamıştım.

"Ne gülüyorsun öyle?" dedim, merakla. Eş zamanlı olarak verandanın ahşap basamaklarını tırmandığında bedenimi hafifçe ona doğru çevirip merak dolu ifademle yüzüne bakmıştım. Tam da o sırada avucundaki o küçük, siyah kutuyu fark ettim. Gözlerim kısılırken bana yanaşmasını beklemiştim. "O ne?"

"Gel," derken uzanıp elimi tutmuş ve beni hafifçe kendine doğru çekerek aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. Ben, anlamlandıramadığım bir heyecanla onun gözlerine bakarken ilgimi çeken tek şey elinde fark ettiğim yüzük kutusuydu. O; işte o anda tam önümde, bir kez daha dizlerinin üzerine çöktüğünde her şeyin tam o an farkına varmıştım.

İçim kıpır kıpır olurken ona çaktırmadan bir nefesi ciğerlerime yavaşça doldurmuştum. Mideme bir anda saplanan o tatlı sızı bana geçmişi hatırlattığında gözümün önüne de yaşadığımız o anların birkaç görüntüsü geldi. Beraber yüzük baktığımız anı hatırladığımda tıpkı o günkü gibi bir heyecan kalbimin etrafını sarmıştı.

"Evet," dedim, bir anki heyecanla. O, yeşil gözleriyle gözlerimin içine bakarken ellerimi birbirine kenetleyip çenemin altında birleştirmiştim. "Evet, evet!" diye cıvıldadım. Bu, onu güldürürken dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirmiştim. Elindeki kutunun kapağını kaldırdığı an kalbim ağzıma kadar yükseldiğinde gözlerim gözlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Kutunun içerisinde parıl parıl parlayan koca taşlı yüzüğün ışıltısı gözlerimi alırken bayılacak gibiydim. Önümde dizlerinin üzerine çöktüğü her an zaten aklımı başımdan alıyordu.

Kutunun içerisindeki yüzüğü incelerken bunun bir önceki yüzüğümden daha ihtişamlı olduğunu söyleyebilirdim. Yüzüğün etrafı tam tur şeklinde pırlantalarla kaplıyken su damlası şeklinde koca, toz pembe tonlarında bir taşı vardı. Taşın etrafı da küçük pırlantalarla çevriliydi ve gerçekten çok hoş bir yüzüktü. Bir önceki yüzüğüm baget şeklinde safir taşlı bir yüzüktü ve onu ilk gördüğüm an bayılmıştım. Açıkçası bana onu geri vereceğini düşünmüştüm ama o bir yenisini almayı tercih etmiş olmalıydı.

"Yüzüğünü sevdiğini biliyorum ama bize pek iyi şans getirmediğini düşündüm," dediğinde hangi ara dolduğunu bilmediğim gözlerimi kırpıştırdım. "Onu tekrar takmanı istemedim, bu yüzden de bizim için yeni bir başlangıç olsun istedim.." dedi, dolu gözlerime bakarken. "Eğer kabul edersen yeni hayatımızda seni dünyanın en mutlu kadını yapacağım."

Bu sözleriyle beraber gözlerimden aynı anda birer damla yaş aktığında gözlerime beklentiyle bakmasına karşılık başımı usulca salladım. Birbirine kilitlenen dudaklarımı aralayıp ona bir şey söyleme zahmetinde bulunamazken düğüm düğüm olan boğazım buna engeldi.

Ellerimi indirip sol elimi ona doğru uzattığımda kutudan çıkardığı yüzüğü yavaşça yüzük parmağıma geçirdi. Uzun zamandır hissettiğim boşluk dolarken o da doğrulmuş ve yine bakışlarımı ona doğru kaldırmama neden olmuştu. Kollarımı onun boynuna dolayıp dudaklarına kapandığımda onun da elleri bir sarmaşık gibi belimi sardı.

Kalbim tanıdık hislerle çevrelenirken gözyaşlarım benden bağımsız bir şekilde yanaklarımdan süzülüyordu. Dudaklarımızın bağlantısını kesen şey o tuzlu tat olduğunda başını hafifçe geriye doğru çekip yaşlarla bezenmiş gözlerime bakmıştı. "Umarım mutluluktan ağlıyorsundur," dediğinde gözyaşlarım arasında güldüm. O, ellerini kaldırıp yüzümü avuçladığında usulca ıslanan yanaklarımı silmişti. "Mutluluktan olsa bile ağlama.." dedi, alınlarımızı birleştirmeden hemen önce. Bununla beraber elimi yanağına yasladığımda dudaklarımız bir kez daha birleşmişti.

Tam da bitti dediğim yerde her şeye sil baştan başlamak çok tuhaf bir durumdu. Aylar önce ona duyduğum nefretle arkamda tek bir şey bile bırakmadan ülkeyi terk ettiğimde onunla olan her şeyin bittiğine kendimi inandırmışken hiç olmadık bir zamanda tekrar bir araya geliyorduk.

Hayat o kadar garipti ki aslında bizim haberimiz bile olmadan bizi bir araya getirmek için planlar yapmıştı. Üstelik bu plana ortak olan bir kişi daha vardı ki o hayatımın en değerli varlığıydı.

Bizden bir parçaydı.

 

☄️☄️☄️

Bölüm : 02.09.2025 11:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...