54. Bölüm

•XXXXXIII•

melek şendur
meelcnmel

Park ettiğim arabadan inip elimdeki anahtarla arabamın kapılarını kilitlediğimde bahçenin ışıkları da önümü aydınlatıyordu. Topuklu ayakkabılarımla asfalt yolda ilerlemeye başladığımda tek bir adım atacak gücüm dahi yoktu. O kadar yorgundum ki arabayı nasıl kullandığımı dahi hatırlamıyordum.

Evin önünde uzanan basamakları tırmanırken bir yandan da çantamın içerisini kurcalayıp evin anahtarını bulmaya koyuldum. Bu birkaç saniyelik savaş sona ererken anahtarımı bulmuştum. Bulduğum anda anahtarı kapıya taktığımda sola doğru çevirip kapının açılmasını sağladım. Kapı açılır açılmaz içerideki sesler kulaklarıma ulaştığında beni ilk karşılayan kapıya doğru koşarak gelen Karlos olmuştu.

Dudaklarımda geniş bir gülümseme oluşurken içeri girip kapıyı arkamdan kapattım. Anahtarımı çantama atarken topuklularımı çıkarmak için yere çökmüştüm. O da gelip önüme yattığında ayakkabılarımı yavaşça çıkardım. Ellerimi onun tüyleri arasına daldırıp başının üzerine koca bir öpücük bırakırken o da iyice bana sokulmuştu. "Oğlum," dedim, tüylerini okşarken. "Özleştik mi?"

O, mırıldanarak dizlerime yattığında ben de başımı onun başına yasladım. Tam da o esnada salondan çıkan Kenan'ı gördüğümde gülümsemem genişlemişti. O, beni görür görmez çırpınan Olcay'ı kucağından indirirken tek kolumu kaldırıp onun bana gelmesini bekledim. Olcay paytak adımlarıyla bana doğru ilerlerken çok geçmeden kollarım arasına girmişti. Onun mis kokusu ciğerlerime dolduğunda onu öpücüklere boğdum. Kokusunu derince solurken o da minik kollarını boynuma dolamıştı. "Oy," derken yanağını öptüm. "Aşkım benim.."

Dakikalarca orada o şekilde onlarla ilgilendiğimde en sonunda Karlos bizden sıkılarak arkasını dönüp gitmişti. Ben de ayağa kalkıp Olcay'ı kucağıma alırken Kenan'a doğru yöneldim. O da iki gündür işe gitmiyor, evde Olcay'la ilgileniyordu. Ben işe giderken benim boşluğumu doldurmaya çalışıyordu.

Adımlarımı ona yöneltip yanağına bir öpücük kondurduğumda mutfaktan gelen güzel kokuları da almıştım. "Ne yaptınız bugün?" dedim, merakla. "Nasıl geçti gününüz?"

"Güzel geçti," derken Olcay'a bir bakış attı. "Anlatırım sonra, sen bir üzerini değiştir de.." dediğinde ne kadar yorgun göründüğümü o da fark etmiş olmalıydı. "Yemek yerken konuşuruz."

O bu sözleri söylerken Olcay'ı da tekrar onun kolları arasına göndermiştim. "Tamam o zaman," derken yerdeki ayakkabılarımla çantamı aldım. "Bir duş alıp geleyim." Uzanıp onun dudaklarına bir öpücük bıraktıktan sonra hemen merdivenlere yönelip hızla tırmanmıştım. Önce odaya girip eşyalarımı bıraktıktan sonra kendimi direkt banyoya attım. Suyu ayarlayıp banyo tezgâhına yönelerek makyajımı temizlemeye koyulduğumda cebimdeki telefonumu da çıkarıp tezgâhın üzerine bırakmıştım. Son olarak üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetinin içerisine attıktan sonra suyun altına girdim.

Ilık su bedenimi uyuştururken her bir damlada yorgunluğumu alıyordu adeta. O kadar enerjim yoktu ki gözlerim her kapandığında açmakta da zorlanıyordum. Bu yüzden soğuk suyla kendimi ayıltıp kısa süre içerisinde duştan çıktığımda biraz banyoda kendimle uğraşmış, cildimle oyalanmıştım. Saçlarımı da kurutup banyodan çıkarak giyinme odasına geçtiğimde bir iç çamaşır takımı çıkarıp sadece altını giydim. Üzerime de Kenan'ın tişörtlerinden biriyle kendi şortlarımdan birini geçirdikten sonra kuruttuğum saçlarımı gevşek bir şekilde örmüş ve aşağı inmiştim.

Merdivenleri inip salona geçtiğimde Kenan da mutfaktaydı. Olcay, kucağına kıvrılmış olan Azman'la beraber oyun oynarken epey eğleniyor gibilerdi. "Aşkım," derken Kenan'a arkadan sarılmıştım. Parmak uçlarımda yükselip başımı omzu üzerinden uzatarak ne yaptığına baktığımda salatayı karıştırdığını gördüm. "Hamaratsın ha," dedim, boynuna bir öpücük bırakırken. Bu, onu güldürdüğünde bir kez daha öpmüştüm o hoş kokulu boynunu. "Bir şey söyle de ben de yapayım."

"Hazır her şey," derken yavaşça bana doğru dönüp salata kâsesini elime tutuşturmuştu. "Koy bakalım bunu masaya.." Onun sözlerine itaat ederek elime tutuşturduğu salata kâsesini masaya bıraktım. Gerçekten de her şey hazırdı ve servis bile yapmıştı. "Olcay'a sen gelmeden hemen önce yedirdim, şu an karnı tok diye umuyorum." dediğinde güldüm. Bu esnada ben masaya otururken ikimizin de bakışları Olcay'a dönmüştü. Onun sağı solu belli olmuyordu. "Aşkım," dediği an Olcay hemen gözlerini ona çevirdiğinde gülüşüm gülümsemeye dönüşmüştü. "Acıktık mı, mama yiyecek miyiz?" dediğinde Olcay başını iki yana salladı hafifçe.

"Sıfatını yerim senin," dedim, dişlerim adeta kamaşırken. "Şu tipe bak ya?" O, tekrar oyununa dönerken Kenan da masaya oturmuştu. Biz yemeğe başlarken, "O oyuncak yeni mi?" diye sordum. Olcay'ın elindeki oyuncağı incelerken bir yandan da yemeğimi yiyordum. O oyuncağı onda daha önce görmemiştim.

"Evet," diye yanıtladı beni. "Olcay'la dışarı çıktık bugün." dediğinde kaşlarım havalanmış, bakışlarımı yavaşça ona çevirmiştim.

"Vay," diyerek bir tepki verdiğimde o ikisini dışarıda hayal edemiyordum. Daha önce ikisi beraber dışarı çıktıklarında Kenan onu sadece buraya, ailesinin yanına getirmişti. Birinde de beraber çıkmış, onda da geçtiğimiz günlerde Çeşme'ye gitmiştik. "Bayılır benim kızım gezmeye, nereye gittiniz?" dedim, merakla.

"Alışveriş merkezine gittik beraber," derken bu aktiviteyi bensiz yaptıkları için biraz üzülmüştüm. "Kıyafetleri olmuyor, kilo almışız biraz." dediğinde güldüm. Bu doğruydu, Olcay'a sürekli alışveriş yapmak zorunda kalıyordum çünkü sürekli kilo alıyordu. Bu yüzden de aldığım şeylerin bazılarını giyemeden yenilerini almak zorunda kalıyordum. "Bu yüzden ona biraz alışveriş yaptık,"

"Bensiz gitmişsiniz," dedim, boynumu bükerek.

"Gideriz yine aşkım," derken parmaklarının tersiyle yanağımı okşadı hafifçe. O pek bana böyle hitap etmez hatta hiç etmezdi ancak Olcay'dan bulaşmış olmalıydı. "Evde olduğunda gideriz, niye gitmeyelim?"

Ona şirin olduğunu düşündüğüm bir şekilde gülümsediğimde dudaklarında bir gülüş asılı kalmıştı. "Başka ne yaptınız?"

"Babaannene götürdüm onu," dediği an duraksadığımda bakışlarım tekrar ona döndü. O, yemeğini yemeye devam ederken açıkçası şaşkındım. Babaannem söylediğim gibi ona karşı kesinlikle yumuşamamıştı ve bunu kendisi de biliyordu. Tüm bunlara rağmen bugün babaannemin yanına mı gitmişti? Üstelik orada Korhan da vardı ve her an Kenan'la bir kavgaya tutuşabilirlerdi. Beni endişelendiren şey de buydu.

"Babaanneme mi gittiniz?" dedim, hayretle. Onun bakışları da bana dönerken, "Bana neden haber vermedin, beraber götürürdük?"

Bakışları gözlerim arasında mekik dokudu kısa bir an. "Şirketteydin, nasıl haber vereyim sana?" dedi, gülerek. "Eve gelmeden önce bir uğradık işte,"

"Babaannem tek miydi?" diye sordum.

"Evet."

"Bir şey söyledi mi peki?"

"Hayır, ne söyleyecek ki?" dediğinde omuz silktim. "Olcay'ı görünce çok sevindi hatta.."

"Çok kaldınız mı?"

"Babaannen ısrar edince bir kahve içtik beraber," dediğinde şaşkınlığım iki katı artmış ama ona bunu belli etmemiştim. Ona daha fazla soru sormadan önüme döndüğümde babaannem beni epey şaşırtmıştı. En son oradan ayrılırken de Kenan'a sağlam bir ayar vermişti oysa. Açıkçası onun niyeti de kötü değildi ve sadece beni korumaya çalışıyordu. Üstelik babamdan sonraki sığınacağım tek kişi oyken bu korumacı tavrı normaldi.

Uzunca bir süre sohbet ederek yemeklerimizi bittirdiğimizde ben ona mutfağı toplamak için yardım etmek istemiştim ancak o bana izin vermemiş ve beni salona postalamıştı. O, tek başına mutfağı topladıktan sonra neyse ki bu uzun sürmemişti. Ben koltukta oturmuş Olcay'la oynarken o da Karlos'la Azman'ın suyunu yeniliyordu.

"Kim aldı sana onu?" derken Olcay'ın elindeki oyuncağa bakıyordum. Peluş bir fildi ve onun hoşuna gitmiş gibi duruyordu.

"Ba," derken elinde tuttuğu fili kaldırıp bana gösterdi. "Ba.." dedi, uzatarak. Bu, kıkırdamama neden olduğunda onun yanaklarını sıkıştırıp onu öptüm. O, kıkırdarken ben de onu yememek için zor duruyordum.

"Ne zaman anne demeyi düşünüyorsun?" dediğimde yeşil gözlerini gözlerime dikip bana öylece baktı. "Kalırsın tabii öyle.." Kenan bu söylediğime gülerken başımı çevirip onu kontrol ettim. Bizden uzaktaydı ve Azman'la Karlos'un kaplarını doldururken kulağının bizde olduğunu anlamıştım. "Ne yaptın bu çocuğa, büyü mü yaptın?" dedim, çirkef bir şekilde. "Anne demiyor, baba diyor inanılmaz.."

"Daha kolay söyleniyor diyedir," dediğinde burnumu kırıştırdım. "Öğret bakalım, söyleyecek mi?"

"Söylemez, nankör bu kız.." dediğimde güldü. Bakışlarım Olcay'ı bulurken hâlâ bana bakıyordu. "De bakalım, an-ne." diyerek hecelediğimde Olcay hâlâ bana öylece bakıyordu. "An-ne, hadi aşkım!"

"A.." diyerek uzattığında Kenan benim bu çabalarıma karşılık gülüyor, Olcay da bana ayak uydurmaya çalışıyordu. Tabii başarabildiği söylenemezdi çünkü sadece baş harfini söyleyebiliyordu. "A.." dediğinde başımı iki yana salladım iflah olmazmış gibi.

"Tamam anneciğim, yok bir şey." dedim, başını okşarken. "Sen oyununa bak.." Kenan'ın gülüşleri evin duvarlarında yankılanırken bana arkası dönüktü ve ona ters ters baktığımı görmedi. Tam o esnada da koltukların arasında bulunan sehpanın üzerindeki telefonu titrediğinde bakışlarım oraya döndü. "Telefonun,"

"Kimmiş hayatım?" dediğinde uzanıp telefonunu elime aldım. Kapanan ekranı aydınlatıp gelen mesaj bildirimini kontrol ettiğimde hiç hoşuma gitmeyecek biriyle karşılaşmıştım. Kaşlarım ışık hızıyla çatılırken mesajı açmamış, sadece bildirimden okumuştum.

Gözde SEREZ: Bugünü tekrar edelim mutlaka,

Gözde SEREZ: Ben çok eğlendim.

Okuduğum mesajla beraber adeta burnumdan solumaya başladığımda kıskançlık duygusu da bedenimi hızla ele geçirmişti. Kalbim o tanıdık duyguyla çevrelenirken ağzından alevler saçan bir ejderha gibi hissediyordum kendimi.

Kenan'ın bakışlarının bana döndüğünü hissettiğimde başımı kaldırıp onun gözlerine baktım. Dudaklarındaki gülüş, yüz ifademle beraber yavaşça solarken bir bana bir de elimdeki telefona bir bakış atmıştı. O, neler olup bittiğini anlamazken telefonunu kapatıp avucuma hapsettim ve oldukça yavaş bir şekilde yerimden kalkarak ona doğru ilerlemeye başladım.

Elimdeki telefonu hafifçe sallarken gerçekten kimin mesaj attığı aklının ucundan bile geçmiyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken daha saniyeler önceki o neşeli ifadem de yok olmuştu çünkü bana bu detayı anlatmamıştı. Ona, daha az önce bugün neler yaptığını sorduğumda bana bundan bahsetmemişti.

"Kimmiş?" dedi, merakla yüz ifademi incelerken.

Bakışlarım onun üzerinde gezinirken telefonunu almak için bana doğru bir hamle yapmıştı ki ona müsaade etmedim. O, bana öylece bakarken elimdeki telefonu kaldırıp ekranı bir kez daha aydınlattım. "Gözde," dediğim an o anlamsız ifadesi müthiş bir yavaşlıkla kaybolduğunda onu gözümü kırpmadan izliyordum. Değişen o ifadesini büyük bir dikkatle seyrederken elini kaldırıp alnını ovuşturdu hafifçe. "Sen bu kadınla mı buluştun bugün?" dedim, sakin sesimle.

"Buluşmadık-" dediği an lafını kestiğimde bakışlarım telefonuna gelen mesajlara döndü.

"Bugünü tekrar edelim mutlaka demiş," dedim, onun attığı mesajları okurken. "Çok eğlenmiş bugün.." derken telefonunun tuşuna basarak ekranı kapattım. Ardından ona sorgulayan bakışlarımla baktığımda telefonu hafifçe salladım. "Ne demek bu?" Başımı salladım hayırdır dercesine. "Ne yaptınız da bu kadar eğlendirmişsin onu?"

"Maran saçmalama," dedi, bu son sözlerime karşılık.

Kaşlarım havalandı. "Ben bir şey demedim bile!"

"Tesadüfen karşılaştık sadece o kadar, haberleşip buluşmadık yani.." dediğinde elimdeki telefonunu arkasında kalan ada tezgâhın üzerine doğru fırlattım. Telefonu ada tezgâhın üzerinde kayıp yere düşerken ekranının tuzla buz olduğunu görmüştüm. "Abartıyorsun şu an."

"Bu kadından hoşlanmadığımı biliyorsun," derken sağ elimin işaret parmağı ona doğru havalandı. "Biliyorsun ve buna rağmen onunla görüşüyorsun."

"Görüşmüyorum," dedi, benim aksime sakin bir şekilde. Yeşil gözleri ona doğru salladığım parmağıma düştüğünde bunu umursamadı. "Alışveriş merkezinde karşılaştık, tamamen tesadüftü."

"Ulan sadece yüzünü gördüğü için mi bu kadar mutlu bu kadın?" diyerek bağırdığımda aslında bu söylediğim mümkündü. Onu hiç görmemiştim ama attığı mesajlara bakılırsa Kenan'a karşı bir ilgisi vardı. Bunun ne kadar şiddetli olup olmadığını bilmiyordum ama bir şeyler olduğu kesindi. "Çok eğlendim diyor, niye eğlendi bu kadın Kenan? Delirtme beni!"

Bağırışım evin duvarlarında yankılanırken onun ifadesi iyiden iyiye yavaşça değişti. Yeşil gözleri gözlerimden ayrılmazken dudaklarında bir gülüş doğmuş, bakışlarını benden kaçırmıştı. Bu beni daha fazla sinirlendirirken yanımdan geçip gitmek için bir hamle yaptı ancak onun koluna öyle bir tutunmuştum ki bu gücü nereden bulduğumu bilmiyordum. Onu durdurmak için benim bir dev gücüne sahip olmam gerekiyordu çünkü.

Bakışları bana dönerken, "Ne gülüyorsun?" dedim, öfkeyle. "Ne gülüyorsun ya, komik olan ne?"

"Şu tavrın," dedi, hiç düşünmeden. Hâlâ dudaklarında o gülüş varken, "Bakışların, ses tonun.. Maran şu an sadece küçük bir civcive benziyorsun, korkmuyorum yani şu hareketlerinden. İstiyorsan bu evi başıma geçir, yaptıkların sadece hoşuma gidiyor."

"Ne yaptın onunla?" dedim, ısrarla oldukça öfkeli bir şekilde.

"Kahve içtik sadece," diyerek konuştuğunda Karlos da aramıza girmişti. Tüyleri çıplak bacaklarıma sürterken bizi ayırmaya çalışıyordu. Onun bu çabasına karşılık birbirimizden uzaklaştığımızda Kenan ona bir bakış attı. "Sevişmedik yani, rahat ol."

"Kenan seni öldürürüm," dedim, tehditvari bir şekilde. "Yemin ederim öldürürüm seni, o kadınla görüşmeyeceksin! Duydun mu beni? Bir kere daha sana mesaj attığını görürsem ikinizi de öldürür, şu bahçeye gömerim!"

Bu tehdidim karşısında kaşları havalanırken epey eğleniyordu. Benim bu kıskançlık krizlerime deli oluyordu. "İşte tam şu an soyadımın hakkını verdin," dediğinde sinirden kuduruyordum. Bu kadar öfkelenmemin tek nedeni bana onunla karşılaştığını söylememesiydi. "Öldürüp bahçeye mi gömeceksin?" dedi, yüzündeki o tatlı sırıtışıyla.

"Bana neden söylemedin?" dedim, kolunu bırakırken. "Sana az önce, bugün neler yaptığını sordum! Neden bana söylemedin ya?"

"İnan sadece on dakika oturduk, daha fazlası olmadı yemin ederim." dediğinde onun gözlerine baktım. "Olcay durmadı zaten, hemen eve geldik."

"Olcay'ı da mı o kadının yanına götürdün?" dedim, öfkeyle.

"Yahu karşılaştık diyorum," dedi, müthiş bir sakinlikle. "Olcay yanımdaydı o an, ne yapacaktım çocuğu?"

"Neye eğlendi o sürtük?"

"Olcay'ı sevdi herhalde, ondan bahsetmiştir.."

"Olcay gitmez kimseye,"

"Gitmedi zaten, durmadı diyorum ya?"

Bakışlarım değişirken kollarımı göğsümde birleştirdim. "Bana neden söylemedin? O mesajı görmesem söylemeyecektin, bak yine aynı şeyi yapıyorsun Kenan!"

"Aklımdan çıkmıştır ya, ne var bunda? Saatlerce oturup sohbet etmedik ki!"

Gözlerim uzunca gözlerinde gezindiğinde bu söylediklerine inanabilirdim. Gözlerinde yalan söylediğine dair hiçbir ifade yakalamamıştım ve oldukça da rahat görünüyordu. "Ne zaman siktir olup gidecek bu kadın? İşi gücü bırakıp buraya yerleşti!"

"Hafta sonu gidiyormuş," dediğinde çatık kaşlarım normal hâline döndü. "Gitmeden görüşmek istedi, istersen beraber gidelim."

Bu teklifi karşısında ona ters ters baktığımda güldü. O, benim az önce yanlışlıkla kırdığım telefonunu yerden alırken Karlos'un tüylerini okşamayı ihmal etmemişti. Aslında bu teklifi pek de yersiz sayılmazdı. Tabii ki Kenan'ı tek başına onun yanına göndermezdim ama ben de gitmezdim.

"Tamam," dedim, bir anda. Onun bakışları bana dönerken, "Çağır buraya gelsin, bir yemek yiyelim." dediğimde alaylı ifadesi değişti. O ciddileşirken bu sefer keyif alan bendim.

"Buraya mı?" dedi, tereddütle. Bakışları uzunca üzerimde gezindi. "Kızı zehirlemeyeceğinden emin misin?" Güldüm sahte bir şekilde.

"Çok komik," dedim, alayla. "Söyle, ara gelsin artık ne zaman gidiyorsa.. Bana da söyle, hazırlık yapayım."

"İşkence aletlerini mi hazırlayacaksın?" dediğinde ifadem dağıldı, birden ben de gülmeye başladım. Bu ani ruh hâli değişimlerimiz birbirimizi korkutsa da biz de böyle toksik bir çifttik neticede. Hem kavga edip hem de birbirimize cilve yapabiliyorduk.

Kollarımı çözüp ona yaklaştığımda parmak uçlarımda yükselip kollarımı boynuna doladım. "Onları senin için hazırlamamı istemiyorsan kapa çeneni," dediğimde bakışları usulca dudaklarıma düşmüştü. Elleri yavaşça belime dolanırken bedenim bedenine yaslandı.

"Olcay'ın uyku vakti yaklaşıyor," dediğinde kaşlarım havalandı umursamazca.

"Ee?"

"Odamıza çıkmayalım mı?"

Dudaklarım yukarı kıvrılırken bana bu teklifi yapmaktan asla bıkmıyordu. Bulduğu her fırsatta bana yanaşıyor ama istedikleri de bir türlü sonuç bulmuyordu. Bu onu delirtiyordu fakat buna rağmen bıkmadan usanmadan şansını deniyordu.

"Çok yorgunum," derken burunlarımız hafifçe birbirine sürttü. Bu onu mahvederken gözleri ağırca kapanmıştı. En ufak temasımda bile adeta eriyordu. "Sonra.."

"Peki," dedi, anlayışla. Elini kaldırıp yanağımı okşadı hafifçe ve ardından yanağımı öptü. Dudaklarımda sahici bir gülümseme oluşurken benden yavaşça uzaklaşmıştı. "Olan telefonuma oldu.." derken bakışlarım elindeki telefona düştü. Ekranı kırılmıştı ve bunu ben yapmıştım. Aslında bilerek yapmamıştım. "İki oldu bu," Bana bir bakış attığında zihnim geçmişteki görüntüleri aradı ve uzun uğraşlar sonucunda da buldu.

Onunla evlenmeden aylar öncesinde yapılacak olan bir otelin inşaatı için Bodrum'a gitmiştik. O dönem ilişkimizi sonlandırdığımız dönemdi ve onu plajda bir kızla gördüğümde yine az önce olduğu gibi telefonuna zarar vermiştim. Aslında o zaman telefonunu sadece içkisinin içine atmıştım.

"Tamam alırız ya, sanki paran yok." diyerek utanmadan konuştuğumda bakışları hızla bana dönmüştü. Kaşları havalanırken, "Milyarder adamsın, alırsın kendine ondan en az on tane.." demiş ve yanından geçerek az önce kalktığım koltuğa geri yerleşmiştim.

"Bir de pişkin," dediğinde sırıttım. "Hayır, değmedi de biliyor musun? Beş dakika bile sürmedi tribin." Omuz silktim.

"Alırız aşkım ya, gel.." derken elimle yanımdaki boşluğa vurdum. O, benim bu tavrıma karşılık yavaşça bana doğru adımlayıp yanıma kurulduğunda elindeki telefonu da önümdeki sehpanın üzerine bıraktı. Bana bir bakış atıp arkasına yaslandığında ben de tüm şirinliklerimle ona yanaşmış, başımı göğsüne yaslayarak kollarımı da beline dolamıştım. Açıkçası epey sabırlı bir adamdı ki şu an bana bunun için kızmak yerine beni sevmeye devam ediyordu. "Ben de seni seviyorum." dediğimde başımı yasladığım göğsü hareketlendi, güldüğünü işittim.

"Ben de hayatım," dedi, ellerini saçlarım arasına daldırdığında. Ardından bir öpücük bıraktı başımın üzerine. "Ben de.."

"Sen de ne?" diye sordum, buyurgan bir tavırla.

"Ben de seni seviyorum." Memnuniyetle gülümsedim.

Elimi kaldırıp onun henüz birkaç günlük olan sakallarının arasına daldırdığımda gözlerim oyun oynayan Olcay'ın üzerindeydi. Bir yandan Karlos, bir yandan da Azman onu eğlendirirken gülüşleri evin duvarlarında yankılanıyordu. "Sen ne zaman döneceksin şirkete?"

"Bilmem.. evden hâllediyorum şu an." diyerek yanıtladı beni. "Hem iyi oluyor böyle, Olcay'la vakit geçiriyorum işte." dediğinde güldüm. Bu esnada evin kapısı çaldığında bu rahatımız bozulmuş, başımı onun göğsünden kaldırmak zorunda kalmıştım. İkimizin de bakışları kapıya dönerken kaşları hafifçe çatılmıştı.

"Birini mi bekliyorduk?" dedim, merakla.

"Hayır," derken oturduğu yerden yavaşça kalkıp kapıya doğru ilerledi. O kalktığı an ben de hiç rahatımı bozmadan kollarımı koltuğun sırt kısmına yaslayarak bakışlarımla onu takip ettiğimde çok geçmeden kapıyı açmıştı.

"Selam!" diyen cıvıltılı ses kulaklarıma ulaşırken tatlı görüntüsü de görüş açıma girmişti. Kızıl dalgalı saçlarını gördüğüm an dudaklarım yukarı kıvrıldığında yanındaki Yiğit'i de tam o an gördüm.

Bige, başını hafifçe yana doğru eğip abisinin arkasında kalan bana bakmaya çalıştığında göz göze gelmiş, elimi sallamıştım. "Hoş geldiniz!" diyerek onun gibi cıvıldadığımda Kenan da bana bir bakış atıp hafifçe kenara doğru çekildi. O, kolunu kapıya yaslayıp gözlerini onların üzerine dikti huysuzca.

"Ne var, niye geldiniz akşam akşam?" dediğinde bu kaba tavrına karşılık güldüm. Bige'yle Yiğit de onun bu her zamanki tavrını umursamazken az önce oyun oynayan Olcay da kafasını oyuncaklarından kaldırıp salona inen basamakları tırmanmaya başlamıştı.

"Davetiye getirdik," dedi, Bige heyecanla. Yiğit, onun bu tatlı heyecanını büyük bir zevkle izlerken gülümsedim. "Aslında siz ailedensiniz, bu kadar zahmete gerek yoktu hele ki şu tavır karşısında.." diyerek Kenan'ın kabalığına gönderme yaptığında Yiğit de ben de gülmüştük. Kenan'ın da yüzünde bir sırıtış oluşurken elini uzatıp onun yanağından makas aldı.

"Geç içeri geç," dediğinde Olcay da basamakları başarıyla tırmanıp ayağa kalkmıştı. O, küçük adımlarıyla babasının yanına doğru ilerlerken Yiğit'le Bige'nin de ilgisini çekmeyi başardı.

"Bi," dedi, heyecanla ellerini çırparak. Bu, alt dudağımı hafifçe dişlememe neden olduğunda muhatabı olan halası da elindeki davetiyeleri Yiğit'in eline tutuşturup eğilerek onu kucağına aldı.

"Aşkım," dedi, sevecenlikle. Onun tonton yanaklarına koca birer öpücük bıraktığında yerimde doğruldum.

"İçeri girsenize ya," dedim, onlara doğru. "Gelin bir kahve içelim birlikte.." dediğimde Kenan da ısrar etmiş ve sonuç olarak içeri girmişlerdi. Onlar salona girerken ben de kalkıp Yiğit'le kucaklaştım. Bige'yle de aynı seremoni yaşandığında onlar koltuklara yerleşmiş, ben de Kenan'ı kahve yapması için mutfağa postalamıştım.

"Bir anne demeyi öğrenemedi," diyerek Olcay'ı şikayet ettiğimde güldüler. "Benim dışımda herkesin ismini söylüyor! Olcay ona teyze demeyi de öğretmiş," dediğimde Bige'nin kucağındaki Olcay da hemen kıpırdanmıştı.

"Deze," dedi, onu ısırabileceğim bir tatlılıkla. Bu, onları güldürürken ben de onlara eşlik ettim.

"Yiyeceğim ya şu tipe bak!" dedi, Bige.

"Ee?" dedim, elimi çeneme yaslarken. "Nasıl gidiyor hazırlıklar? Eksik bir şey var mı?"

"Pek bir şey kalmadı aslında," dedi, Yiğit beni yanıtlayarak. "Her şey hazır sayılır."

"Gelinlik için son provam bu hafta sonu işte.." diyen Bige'nin bakışları bana döndü. "Geleceksin söz verdin," Güldüm.

"Geleceğim tabii," dedim, teessüf eder gibi. "Hafta sonu evdeyim, bütün etkinliklere varım." dediğimde bu esnada Kenan da kahveleri servis etmişti. O, bana kahve yerine bir bardak dolusu limonata ikram ettiğinde ona havadan bir öpücük gönderdim. Kafeini şirkette bazen aşırı kaçırabiliyordum ve bu da Olcay'ı emzirdiğim için açıkçası pek sağlıklı olmuyordu. Bu yüzden de elimden geldiğince içmemeye çalışıyordum.

O, yanıma otururken kolunu koltuk boyunca arkama doğru uzatmıştı. "Nereden geliyorsunuz siz?"

"Annemlerden," diyerek cevapladı onu Bige. "Babamla beraber şirketten geldik iki saat kadar önce, Yiğit de davetiyeleri getirdi şimdi.. Ben de dayanamadım hemen getirdim size."

"İyi yapmışsınız, ne güzel oldu işte.." dediğimde masadaki davetiyelere bir bakış attı.

"Birer tane daha verelim, babaannenle Olcay'a da götür.. Ay bir de o yakışıklı çocuk vardı." dediğinde Kenan'la Yiğit'in kaşları aynı anda çatıldı. Bige'nin kastettiği kişi beni güldürürken Korhan'dan bahsettiğini anlamıştım. Onu nikâhta görmüş olmalıydı. "Ben onu tanıyorum, bayağı ünlü bir mimar.. Maşaallah Allah sahibine bağışlasın-"

"Bige." diyerek uyarıcı bir tınıda aynı anda konuşan Yiğit'le Kenan'a bir kez daha güldüğümde Bige de bir abisine bir Yiğit'e baktı. Yiğit'in sorgulayıcı bakışlarıyla karşılaştığında Yiğit de onun bu bilgilere nereden sahip olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. "Nereden biliyorsun?" dedi, ters bir tavırla. "Elin oğluna niye bakıyorsun?"

"Bakmadım ya, Olcay'la beraber geldiği için tanıştık öyle.. Maran'ın abisiyim dedi." Ve ekledi. "Siz tanımıyor musunuz ya? Bayağı ünlü bir iş adamı o." dedi, Yiğit'e bakarken.

"Çok yakın arkadaşım, babamın bir arkadaşının oğlu. Abim gibidir Korhan." diyerek onun merak dolu bakışlarını yanıtladığımda bakışları anlam kazanmıştı. "İstersen davetiye veririm tabii ama gelir mi bilmem."

"O herifi çağırmayacaksın," dedi, Kenan da. "Hem tanımıyorsun bile, ne alaka Bige?" dediğinde bu fikir hoşuna gitmemiş gibiydi ve Korhan sırf bu yüzden bile o düğüne gelirdi.

"Sen niye bu kadar sinirlendin ki?" dedi, Bige de şaşkınlıkla.

"Kavga ettiler ondan," diyerek konuya dahil olduğumda Bige'nin şaşkınlığı arttı. "Korhan onun ağzını burnunu kırmıştı." derken Kenan'a bir bakış attım. O da başını ağırca bana çevirdiğinde şirince gülümsemiştim.

"Oha abim dayak mı yedi?" Güldüm.

"O daha beterdi, inan bana." dedi, Kenan. Yiğit gülmeye başladığında ben de kahkahayı patlatmıştım. "Çağırmayacaksın, tanımıyorsun etmiyorsun ne işi var orada?"

"Tamam biz davetiye gönderelim yine de. Gelirse gelir canım, ne var bunda?"

"Aynen aşkım ya," dedim, ona doğru dönüp elimi ensesine yaslarken. "Boşver, takma bu kadar." derken ensesindeki saçları okşamaya başlamıştım. Onun bakışları yumuşarken gülümsedim.

"Bu arada Kılıç'la Olcay ayrıldı mı gerçekten?" diyen Bige'yi başımı sallayarak onayladım.

"Kılıç istemiş sonuçta, Olcay da elinden geleni yaptı bu ilişki için bence." dediğimde Kenan'ın eli de omzumu okşuyordu hafifçe. "Ama uzun zamandır anlaşamadıklarını söylemişti Olcay, ne yaşadıklarını bilmiyoruz sonuçta.."

"Kılıç da üzülüyor aslında," dedi, Yiğit. "Yani uzun zamandır beraberlerdi neticede, çok normal."

"Ben de söyledim," dedi, Kenan da. "Ama kendisi istemiş ayrılmayı, eğer isterse tekrar deneyebilirler."

"İstemiyor mu?" dedim, merakla.

"Bilmiyorum yavrum ama istese çoktan dönmez miydi Olcay'a?" derken bakışlarını bana çevirmişti.

"Ay Olcay da ona bayılıyordu," Omuz silktim. "Korhan ölüyor Olcay için mesela? Olcay'ın tek bir lafına bakar sadece." dediğimde Yiğit'le Bige şaşkınlıkla birbirine baktı.

"Ay ne?" dedi, Bige hayretle. "O yakışıklı Olcay'a mı aşık?" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunu ağzımdan kaçırmam hoş olmamıştı.

"Kılıç'a söyleme sakın," diyen Kenan benden önce davrandığında bakışlarım ona döndü. "Bak sakın, Bige. Delidir o, bir şey yapar şimdi.."

"Bir şey yapmaya hakkı yok, kızı kendisi bıraktı." dediğimde başını hafifçe oynatarak mavi gözlerime baktı.

"Biz karışmayalım yine de," dedi, yumuşacık bir sesle. "İlişkilerine dahil olmayalım, hem ne olup bittiğini de bilmiyoruz." derken Bige de aklına koyduğu gibi üç davetiyeyi de bana doğru uzatmıştı. Onları elinden aldığımda Kenan sordu. "Kılıç'la konuştun mu sen?"

"Sabah konuştuk, Alaçatı'ya gidiyordu." dediğinde Yiğit'in bu sözleriyle beraber zihnim geçmişe gitti. Bakışlarım bir noktaya dalarken Olcay'ın sözleri de zihnimin içerisinde yankılanmıştı.

'...Söylesen kalkıp kendine bir bardak su almaya üşenir ama kalktı Alaçatı'ya gitti adam ya!'

Kaşlarım havalanırken bakışlarımı daldığı noktadan çekip Yiğit'e baktım. "Neden gitti ki Alaçatı'ya?"

"Yazlığa gidiyorlar ailecek," dedi, bana bakarken. "İşlerden dolayı çok uzun kalamıyorlar ama yaz boyunca Kılıç oradaydı."

Bu sözleriyle beraber anladığımı belirtircesine başımı salladığımda Kenan'ın yeşil bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bu yüzden aklımdaki tamamen kuruntu ve saçma olan düşünceleri silip atarken başımı ona doğru çevirmiştim. O, sağ gözünü hayırdır dercesine kırptığında omuz silktim. Ona iyice sokulurken eli de koluma yaslanmıştı.

Onlarla uzun uzun sohbet ettiğimizde zaman o kadar hızlı akmıştı ki saatin ne ara bu kadar ilerlediğini bile anlamamıştık. Hatta öyle ki Olcay bile normalde uyuduğu saatten daha geç bir saatte uyumuş, onu ilk kez böyle ihmal etmiştim.

Olcay'ın koca yatağın tam ortasında huzur içinde uyumasını seyrederken parmaklarımla hafifçe saçını okşuyordum. Pembe dudakları öne doğru büzülmüş, tombul yanakları daha da şişkin hâle gelmişti. Dakikalar önce onu emzirip uyutmuştum ve şimdi de gözlerimi ondan alamıyordum. O kadar güzel bir bebekti ki adeta bir meleği andırıyordu.

Onu izlerken banyonun kapısı yavaşça açılmış, babası çıkmıştı. Kenan'la göz göze geldiğimiz an bu uzun sürmedi, giyinmek için giyinme odasına geçti. Onu gözlerimle takip ettiğimde görüş açımdan birkaç dakikalığına çıkmıştı. Çok geçmeden geri döndüğünde üzerini giymiş, yatağa girmeden önce komodinde şarjda olan telefonunu kontrol etmişti. "Niye uyumadın hâlâ?" dedi, sessizce.

"Seni bekledim," dediğimde yanıma tırmandı. O, uzanmadan hemen önce elini uzatıp başımın arkasına yaslayarak alnıma bir öpücük bıraktığında gülümsemiştim.

"Uyu hadi, erken kalkıyorsun." dedi, benden uzaklaşmadan hemen önce. Ardından aynı anda başımızı yastığa gömdüğümüzde gözlerim bu sefer de onun üzerindeydi.

"Kenan," dedim, sorarcasına. Bu, bakışlarının Olcay'dan ayrılıp bana dönmesine neden olduğunda aslında şu an ona sarılarak uyumak istiyordum ancak aramızda yatan Olcay buna engel oluyordu. Beşiği aslında hemen yanı başımdaydı ama onu rahatsız etmek istemiyordum.

"Maran," dedi, o da tıpkı benim gibi.

"Bir şey soracağım ama doğru cevap ver," dediğimde dudaklarında hafif bir sırıtış olmuş, gözlerini bayarak bakışlarını tavana dikmişti.

"Geliyor yine bir şeyler," diye konuştu kendi kendine. Bu beni de güldürürken dirseğimin üzerinde doğrularak merakla ona doğru yanaştım. "Sor sevgilim sor."

"Bana, ben yokken kimseyle beraber olmadığını söylemiştin ya?" dediğimde bakışları yavaşça bana döndü, göz göze geldik. O, merakla bana bakarken Olcay'ı rahatsız etmemek için ikimiz de sessiz konuşuyorduk. "Gerçekten kimseyle görüşmedin mi?" dedim, merakla.

Yeşil gözleri yüzümde uzunca bir süre gezindikten sonra, "Bana inanmıyor musun?"

"Hiç konuşmadık üzerine, merak ettim ben de.." diyerek bu sorgulayıcı bakışlarına karşılık verdiğimde gerçekten merak ediyordum.

"Kimseyle yatmadım tabii ki, Maran." dedi, kaşları çatılırken. "Sana bunu söylemiştim, neden hâlâ soruyorsun ki?" derken bu sorum onu germiş gibiydi.

"Sadece yatıp yatmamandan bahsetmiyorum," dedim, ciddileşirken. "Görüştün mü biriyle? Kimseyle flörtleşmedin mi yani?"

Bakışları gözlerimde takılı kalırken yerinde yavaşça hareketlendi. Bedenini bana doğru çevirirken tıpkı benim gibi dirseği üzerinde doğrulmuştu. "Sen," dedi, sorar gibi. Çatık kaşları altındaki bakışları üzerimdeyken, "Sen görüştün mü biriyle? Flörtleştin mi?"

Bu sorusuyla beraber mavi gözlerimi ondan kaçırdığımda bakışlarımı odanın içerisinde gezdirdim. Onun bakışlarının ağırlığını üzerimde hissederken ifadesini görmekten çekindiğim için ona bakmaya cesaret edemiyordum.

Tabii ki kimseyle yatmamıştım ama bir randevuya çıkmıştım sonuçta. Doktorumla Amerika'da baş başa bir yemeğe çıkmıştık ve bu açıkçası ben her ne kadar kabul etmek istemesem de bir randevuydu. Onunla bir kereliğine mahsus olsa da açık açık flörtleşmiştim neticede.

"Maran," diyen sesi sorgulayıcıyken bakışlarımı çok kısa bir an ona çevirmek gibi bir hata yapmıştım. Onun tehlikeli bakışlarıyla karşılaştığımda korkmam gerekiyordu. Benim bunu yapıp yapmadığımdan emin olmak istiyor gibiydi.

"Bir kere biriyle yemeğe çıkmıştım ama hiçbir şey olmadı, arkadaşça bir yemekti." dedim, hızlıca. Onun ifadesi iyice değişirken, "Ya bakma öyle, ihtiyacım vardı. Flörtleştik biraz."

Kaşları alayla havalanırken yüzü gerilmiş, çenesi kasılmıştı. Ben onun vereceği tepkiden korksam da bunları bilmesi bence şarttı. Ben de bilmek istediğim için ona bunu sormuştum zaten. Hem benim için o kadar önemli bir detay değildi ama onun bilmesi gerektiğini düşünmüştüm.

"İhtiyacın vardı?" dedi, alayla. Ardından gözleri kısıldı hafifçe. "Tam olarak neye ihtiyacın vardı Maran? Bir adama mı?"

"Kafa dağıtmaya ihtiyacım vardı yani.. Aşkım kızma bana," Elimi yüzüne doğru uzattığımda ona dokunmama izin vermedi. "Vallahi başka bir şey olmadı, sadece yemek yedik ya."

"Kim o?" dedi, gözlerime bakarken. "Bilmek istiyorum, söyle.. Tanıyor muyum?"

"Bence yatıp uyuyalım," dedim, doğrulurken. "Aa saatte çok geç olmuş.." derken bakışları değişmemişti.

"Maran," dedi, uyarıcı bir tınıda.

"Sorduğun için bilmen gerektiğini düşünerek söyledim çünkü ben bilmek isterdim," dedim, bir çırpıda. "Yemin ederim benim için hiçbir önemi yoktu hatta unutmuştum bile.. Sen sorana kadar aklıma gelmedi."

"Kim?" dedi, ısrarla.

Yeşil gözlerine bakarken alt dudağımı hafifçe dişledim. "Bir şey yapmayacağına söz verirsen söylerim. Onun için de bir önemi olmadığına çok eminim hatta o da hatırlamıyordur bunu."

"Kenan değil mi?" dedi, birden. Bu, kısa bir an duraksamama neden olduğunda ifademden de o olduğunu anlamıştı. Yeşil gözleri birkaç saniye gözlerimde gezindi. "Aranızda bir şeyler olduğunu biliyordum, yanılmadım." dediğinde başımı hızla iki yana salladım. "Maran sana sormuştum!" İşaret parmağını bana doğru tuttu. "O herifle aranda bir şey olup olmadığını sormuştum ve sen söylemedin!"

"O kadar önemsememişim işte!" derken elimi yanağına yaslamıştım. Bu sefer dokunuşlarımdan kaçmadı ancak oldukça öfkeliydi. "O yemekte bile bütün gece seni konuştum, oraya giderken bile seni düşündüm. Hiçbir art niyet yoktu, basit bir yemekti."

"Dokundu mu sana?" dedi, yangının çevrelediği gözleriyle bana bakarken. "Bana doğruyu söyle."

"Hayır tabii ki!" Başımı iki yana salladım. "Arkadaşça bir yemekti, havadan sudan konuşmuştuk sadece.. Öyle sandığın gibi bir şey değil."

"Flörtleştiğinizi söyledin,"

"Anlık gelişen bir şeydi-"

"Kafayı yiyeceğim," diyerek adeta tısladığında yastığıma sarılmıştım korkuyla. O, bana öfkeyle bakarken gözlerimi kırpıştırdım. "Doktorunla mı flörtleştin yani? Gittim ben özür diledim bu adamdan Maran, delirtecek misin sen beni?"

"Ya aslında pek flörtleşme denemez," dedim, sesim içime kaçarken. "Evet evet, denemez. Hatta denmez."

"Arkadaşız biz aramızda öyle sandığın gibi bir şey yok, demişti bana." dedi, Kenan'ın sahilde ona söylediği sözleri tekrar ederek. "Olmadı, olmayacak da.." diyerek tekrarladığında dudaklarım arasından usulca bir nefes verdim. "Salak yerine mi koydu o herif beni?" derken elini hafifçe kendine doğru tuttu. "Onun amına koyacağım."

"Şşh," diye fısıldadım, yükselttiği sesine karşılık. Onun bakışları düzelir gibi olduğunda Olcay'a bir bakış atmıştı. "Beni pişman etme ya, yalan söylemek istemedim sadece. Sordun ve söyledim. Üstelik gerçekten abartılacak bir şey değil, laf arasında söylenen bir iki kelime işte.. O yemekte de gayet normal iki insan gibi sohbet ettik, başka hiçbir şey olmadı. Ben sana inanıyorum, sen neden kuruntu yapıyorsun anlamıyorum?" Güldü alay ve öfkeyle.

"Ulan bir mesaj gördün diye telefonumu kırdın saatler önce," dediğinde ifadem değişti. Doğru söylüyordu. "Kuruntu yapan tek kişi ben miyim sence? Ayrıca ben sana inanıyorum, o herife inanmıyorum sadece! Gözümün içine baka baka aramızda bir şey olmadı dedi!"

"E olmadı!"

"Maran beni delirtme," dedi, sakince. "Delirirsem ne olacağını biliyorsun, beni zıvanadan çıkarma.."

"Yat uyu ya, deli midir nedir?" diyerek uzanır pozisyona geldiğimde kendi tarafımdaki ışığı kapattım. Olcay'dan dolayı ona sarılamadığım için de uzanıp dudaklarına bir öpücük bırakmıştım. "İyi geceler çakır gözlüm.." dediğimde o huysuz ifadesi kırılır gibi oldu. Bu, kıkırdamama neden olurken hâlâ uzanmadığı için onu omuzlarından hafifçe itmiştim. Bununla beraber başı yastığa düştüğünde onun da eli bir anda belime dolanmış, sadece tek eliyle beni kucağına çekmişti. Bu esnada Olcay'a da dikkat ettiğimizde onu rahatsız etmemiştik.

Saçlarım onun yüzüne doğru dökülürken elini kaldırıp onları hafifçe kulağımın arkasına itti. "Göstereceğim sana," diye fısıldadı. Bedenim onun üzerinde uzanır vaziyetteyken kollarımı beline dolamıştım. "Benden başkasına bakmak neymiş, göstereceğim.." derken elini başıma yaslamış ve beni usulca göğsüne çekerek başımı göğsüne yaslamamı sağlamıştı. Dudaklarımda bir sırıtış oluşurken kucağında iyice yayıldım.

"Senden başkasına bakmadım ben."

"Gördük," diye mırıldandığında gülmüştüm. O da sırtıma yasladığı elini kaldırıp hafifçe ağzıma vurduğunda kendimi yaramaz bir çocuk gibi hissediyordum. "Kapa gözlerini uyu." diyerek direktifi de verdiğinde gözlerimi sıkıca yummuştum.

Dudaklarımda engelleyemediğim gülümseme ve kıpır kıpır olan kalbimle bir uykuya kapılırken son hissettiğim şey saçlarımın arasına bıraktığı öpücüktü.

🍃🍃🍃

"Ne güzel oldun?" dedim, yüzümdeki geniş gülümsemeyle onu izlerken. O, etrafında dönerken gülmüştüm. "Peri kızı gibi.."

Bige'nin üzerindeki dantel ve güpür detaylara sahip gelinliği incelerken bu iltifatım onu memnun etmiş gibiydi. Üzerindeki gelinlik onun incecik bedenini sarmalarken uzun boyu da ona epey avantaj sağlamıştı. Üzerindeki zarif gelinliği o kadar iyi taşımıştı ki onu hayranlıkla izlemeye engel olamıyordum.

Gerçekten bir periyi andırıyordu.

Saatler önce Bige ve Firuze'yle beraber evden çıkmış, moda evine gelmeden önce Olcay'ı da almıştık. Beraber moda evine gelip Bige'nin son gelinlik provasında ilk kez bir arada olmuştuk ve açıkçası ben epey eğlenmiştim. Bige'nin tatlı kaprislerine şahit olmak oldukça eğlenceliydi.

Masanın üzerinde titreyen telefonuma bakışlarım kaydığında elimdeki kadehi bırakmak zorunda kaldım. Bige benim için özel olarak alkolsüz şampanya almıştı ve tadını da çok beğenmiştim.

Telefonumun ekranını aydınlatıp gelen bildirimi kontrol ettiğimde bu Kenan'dı. Yanından ayrılalı iki saat falan olmuştu ama beni özlemiş olmalıydı.

Kenan KESKİN: Ne zaman geleceksin?

Ahu Maran KAYA: Çok mu özledin beni?

Kenan KESKİN: Çok özledim.

Dudaklarımda kocaman bir gülümseme oluşurken hızla onu yanıtladım.

Ahu Maran KAYA: Çıkarız birazdan, yarım saate falan evde olurum.

Mesajı gönderip telefonumu kapattığımda kadehimi tekrar elime alarak arkama yaslanmıştım. Bu esnada Bige'nin gelinliği için son rötuşlar yapılıyordu. Aslında bir an önce eve gitsem iyi olurdu çünkü bu akşama değerli (!) bir misafirimiz vardı.

"Nasıl gidiyor kocanla?" diyen Olcay'ın bakışları bana dönerken o da tamamen bana dönüp arkasına yaslanmıştı. Onunla bu hafta, babaannemin yanından ayrılırken görüşmüş ve bir daha görüşme fırsatımız olmamıştı. Ben bu aralar çok fazla yoğun çalışsam da davetiyeleri onlara bir şekilde ulaştırmıştım. "Üzmüyor seni değil mi, doğru söyle?"

"Yok be," dedim, omuz silkerek. "Güzel gidiyor her şey." dediğimde parıldayan mavi gözlerimden bu zaten belli oluyordu. O da bunu fark etmişçesine uzun uzun gözlerime bakmıştı.

"Olcay'a kendi bakıyormuş, babaanne öyle söyledi.."

"Vakit geçiriyorlar öyle, bir süre o bakacak.. En azından ben şu işleri toparlayana kadar, Olcay'ın yanında ikimizden biri olmalı çünkü. Bir süre sonra bizi istiyor çocuk."

"İyi bakıyor mu bari?" dedi, burnunu kırıştırarak. Güldüm.

"Çok güzel bakıyor," dediğimde bana inanmamıştı ama gerçekten de öyleydi. O, o kadar iyi bir babaydı ki ona hayran olmamak mümkün değildi. "Onu tanımasam başka bir çocuğu daha var sanarım, o derece iyi bakıyor Olcay'a."

"Belki vardır, yalan bol ne de olsa." Olcay'ın bu sözleriyle beraber gülüşüm yavaşça solduğunda o da ne söylediğinin çok sonradan farkında varmıştı. Ben ona öylece bakarken, "Şaka yapıyorum Maran, takılma işte."

"Üzerine düşünsem içime şüphe düşürecek şakalar yapıyorsun, yapma bence." dediğimde bu konudaki ciddiyetimi anlamış olmalıydı ki sustu. "Kenan gayet iyi bir adam, ona tekrardan güvenmeye çalışıyorum. Saygı gösteremez misiniz?" dedim, kırgınlıkla. "Hem her şey iyi gidiyor, neden beni üzmeye çalışıyorsunuz anlamıyorum?"

"Seni üzmeye çalışmıyoruz tabii ki," dedi, elini koluma yaslarken. "Özür dilerim, patavatsızlığım tuttu işte.. Sen mutluysan bizim için hiçbir problem yok, biliyorsun."

"Hem Kenan bana yalan söylemedi hiçbir zaman," dedim, onu düzelterek. "Sadece söylemesi gereken şeyleri vaktinde söylemedi ve her şey çok yanlış gelişti.. Lütfen sen ve Korhan, şu tavrınızı bırakın."

O, bu sözlerime karşılık hiçbir şey söylemediğinde daha fazla bu konu hakkında konuşmamıştık. Tüm odağımız Bige olurken açık konuşmak gerekirse keyfim de kaçmıştı. Bu konuları konuşmaktan hiç ama hiç hoşlanmıyordum ve sürekli gündeme gelmesinden artık çok sıkılmıştım. Kenan'la bu konuyu kapatalı çok olmuştu ve artık tek gündemimiz Olcay'dı. Bütün ilgimizi ona veriyor, evliliğimizin yolunda gitmesi için çabalıyorduk. Ki gayet de başarılı oluyorduk ki her şey çok güzel gidiyordu. Tek sorunumuz şu an bir evimizin olmayışıydı fakat onun için de epey uğraşıyorduk.

Her şey ama her şey sorunsuz ilerliyordu ve ben eskisinden daha mutluydum.

Bige'nin provası bittiğinde hep beraber moda evinden çıkıp arabama binmiştik. Bige yanıma, Firuze'yle Olcay da arkaya geçerken arabayı çalıştırmıştım.

"O yakışıklı gelecek mi düğüne?" diyen Bige beni güldürürken dikiz aynasından Olcay'a bir bakış attım. O, neler olduğunu tam olarak bilmediği için konu dikkatini çekmemişti. "Davetiyeyi verdin mi?" Başımı salladım.

"Bora'yla gönderdim dün ama konuşmadık.. Babaannemle gelir o, merak etme."

"Kimden bahsediyorsunuz?" diyen Firuze olaya epey yabancı kalırken Bige arkaya doğru dönüp konuştu.

"Maran'ın bir arkadaşı.. Görmen lazım Firuz, adam taş." dediğinde Olcay'ın bakışları ona dönmüş, Firuze de gülmüştü.

"Abaza mısın sen kızım?" dedi, Bige'ye. "Bu hafta içinde düğünün var ama hâlâ başka heriflere sulanıyorsun."

"Ay saçmalama be," diye çıkıştı Bige. "Allah'ın yarattığına çirkin diyemem sonuçta, günah.." Ben gülerken Firuze başını salladı öyledir dercesine.

Olcay sessizce bu sohbeti dinlerken Bige dakikalarca Korhan'dan bahsetmişti. Tabii Firuze onu daha önce görmediği için Bige onun kariyerinden bahsettiğinde hemen tanımıştı. Zaten daha çok onun işini konuşmuş, ikisinin de ortak alanı olduğu için bu sohbet de onlar için bayağı akıcı olmuştu. Bu esnada onların ara ara sordukları sorulara cevap versem de Olcay hiç konuşmadı. Onun moralinin pek iyi olmadığını biliyordum ve onlar da bunu bildiği için onu sohbete dahil etmek için oldukça uğraşmışlardı.

Uzun ve bol sohbetli olan yolculuğumuz bittiğinde Olcay'a ısrarlarımdan dolayı onu da bize götürmüştüm. Aslında atölyesi yol üstünde olduğu için onu oraya bırakmamı istemişti ancak ben kabul etmemiş, onun biraz kafasının dağılması için bir kahveye davet etmiştim. Firuze'yle Bige'yi de davet ettiğimde bana geçerli bahaneler sunmuşlardı.

Elimdeki anahtarla kapıyı açıp içeri girdiğimde, "Geç aşkım," dedim, buyurgan bir tavırla. O da benim peşimden içeri girerken kapıyı kapatıp anahtarımı çantama attım. "Kenan?" diyerek içeri doğru seslendiğimde mutfaktan gelen sesleri duyuyordum. İlk olarak kokumu alan Karlos olurken hemen salondan çıkıp gelmişti.

"Buradayım," diyen sesini duyduğumda başımı salona doğru uzatıp onu görmeye çalıştım. "Mutfaktayım, gel.." dediği an görüş açıma girdiğinde çantamı portmantoya bıraktım. Bu esnada Karlos da Olcay'ı tanıdığı için hemen ona gitmiş, kendini sevdirmişti.

"Gel içeri geçelim." diyerek onun dikkatini dağıttığımda beraber içeri geçmiş, Karlos da peşimizden gelmişti. Mutfakta bir şeylerle uğraşan Kenan da arkasını dönerken Olcay'ı görmeyi beklemiyor olacak ki kısa bir an duraksadı. Neticede çevremdeki herkesin ondan nefret ettiğini düşünüyordu. Bakışlarımı ondan alıp mama sandalyesinde oturmuş elindeki havucu kemiren Olcay'a baktım. O da teyzesini fark ettiği ilk an gülücükler saçmaya başladığında elindeki havucu da bir anda elinden atmıştı.

"Deze.." dedi, büyük bir coşkuyla.

Bu, ikimizi de güldürürken Olcay az önceki suskunluğunu bir kenara atıp ona doğru yaklaşmış ve onu kucağına almıştı. "Teyzem," dedi, özlemle. "Oy aşkım, çok özledim seni.." derken birbirlerine sıkı sıkı sarılmışlardı. Onlar hasret giderirken ben de Kenan'a doğru ilerleyip boynuna sarıldım.

"Hoş geldiniz," dedi, eli belime dolanırken. Eş zamanlı olarak yanağını öptüğümde o da şakaklarıma bir öpücük bırakmıştı. "Olcay hoş geldin.."

"Hoş buldum," diyen Olcay'a baktığımda gülümsüyordu. Bu esnada ben de usulca Kenan'dan uzaklaştığımda gözlerimle mutfağı taramaya başlamıştım. Akşam yemeği için hazırlık yapıyordu ve bu benim için iyi bir şey değildi. Gözde'nin yiyeceği yemeği o yapmamalıydı. Zaten ona gözünü dikmişken bir de mutfaktaki maharetini görmesini istemiyordum.

"Nasılsın?" diyen Kenan'ı can kulağıyla dinlerken bakışlarım onda değildi. Etrafta hoşnutsuzca geziniyordu. Onlar sohbet ederken ben de tıpkı Olcay gibi elime bir havuç almıştım. Bakışlarım mutfağın her bir köşesinde gezinirken her yer fazlasıyla toplu ve düzenliydi ancak hoşuma gitmeyen tek şey yemekleri onun yapmasıydı.

"Yapardık bir şeyler, niye uğraştın bu kadar?" dedim, huysuzca. Bu esnada Olcay da teyzesiyle salondaki koltuklardan birine oturmuş, beraber oyun oynuyorlardı. "Gözde'nin senin yemeklerini yemesi benim felaketim olur biliyorsun değil mi?" dediğimde güldü.

"Benim yaptığımı nereden bilecek?" dediğinde çatık kaşlarım düzeldi, birkaç saniye gözlerine baktım. Doğru söylüyordu.

"Maşaallah, çok zeki bir kocam var." derken yaptığı tatlıyla ilgileniyordu. Ben onu izlerken uzanıp yanağını öptüm bir kez daha. "Tatlıya gerek yoktu, seni yiyeceğim ben bu gece." Bu sözlerim onun dudaklarında bir hareketlenmenin oluşmasını sağladığında bakışları bana dönmüştü. Yeşil gözleri gözlerime değdiği an yanağını hafifçe okşadım. "İşin bitince bize bir kahve de yaparsın artık.."

"Tabii," dedi, tatlı bir gülümsemeyle. "Sen içecek misin?" diye sorduğunda ondan uzaklaşmıştım.

"Yok aşkım ya," Omuz silktim. "İçmeyeceğim." derken salona doğru geçmiştim. Olcay'ın yanına oturup rahat bir pozisyon yakaladığımda onun da yüzü gülüyordu.

"İki günde özlemişim ya," dedi, gülerek. Olcay'ı hafifçe havaya kaldırdığında kıkır kıkır güldü. "Şu güzelliğe bak," derken dayanamayıp onun yanağına bir öpücük bırakmıştı.

"Teyzesine çekmiş," dediğimde Olcay da hemen triplere girmiş, gözlerini kırpıştırmıştı. Bu, beni güldürürken dakikalarca Olcay'la ilgilenip onunla hasret giderdi. Olcay doğduğundan bu yana gerçekten teyzesiymiş gibi onunla öyle güzel ilgilenmişti ki onun ismini kızıma vermekle doğru bir karara vardığımı anlamıştım.

"Ben yukarıdayım," diyen Kenan'ı başımı sallayarak onayladığımda masanın üzerinde duran telefonunu almıştı. "Bir şey istersen seslen bana.. Olcay'ı da bırakma, yemek yiyelim beraber." dediğinde bu teklifle birlikte Olcay'ın ilgisini çekmiş, Olcay da elindeki kahve fincanını masaya bırakmıştı yavaşça.

"Ay yok, sizin misafiriniz var akşama.."

"Kenan'ın arkadaşı.. Hiçbir şey olmaz, hep beraber yemek yeriz işte."

"Maran'ın bolca sabıra ihtiyacı olacak bu gece." dedi, Kenan da. "Bence sen ona iyi gelirsin," dediğinde ona gözlerimi kısarak bakmıştım. O da gülerek yanımızdan ayrıldığında merdivenlerde gözden kayboldu.

"Gıcık." dedim, kendi kendime. Olcay olayı bildiği için gülmeye başladığında ona da ters ters bakmıştım.

"Kızım madem istemiyordun niye çağırdın kadını?"

"Ayar vereceğim," dedim, sinsice. "Kenan'ı darlıyor bildiğin yahu! Sürekli görüşmek istiyor adamla.. Arkadaşça gelmiyor bana pek."

"E gidecekmiş zaten, öyle söyledin. Boşver, uğraşma."

"Olsun, görsün kim olduğumu." Dirseğimi koltuğa, elimi de çeneme yasladığımda o da benim gibi bir pozisyon almıştı. Olcay'ı az önce salonun köşesindeki oyun alanına bırakmıştı babası. O orada oyun oynarken biz de biraz sohbet edebilirdik. "Sen anlat bakalım.."

"Anlatacak hiçbir şeyim yok," dedi, sıkıntıyla. "Boşa geçmiş bir ömür." dediğinde kıkırdadım.

"Nikâhta Kılıç'la konuşmadınız mı hiç?" dediğimde cıkladı.

"Genel olarak konuşmuyoruz, arkadaş bile değiliz öyle söyleyeyim. Birbirimizi tanımıyormuş gibi yapıyoruz.. Aslında o öyle yapıyor ve ben de ona ayak uyduruyorum." Elini salladı boşver dercesine. "Umurumda değil ya ne yapıyorsa yapsın," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Üzgün müsün peki?"

"Böyle bittiği için üzgünüm evet," dedi, dürüstçe. "En azından arkadaş kalabilirdik ama istemedi." Omuz silkti. "Neden benden böyle uzaklaştığını anlayamadığım için üzülüyorum kısacası."

"Bir şey mi oldu aranızda?" dedim, merakla. "Bana anlatmadığın bir şey mi var yani?"

"Hayır yok," dediğinde olayı çözmeye çalışıyordum. Görüyordum ki o da çözemiyordu. "Bir anda bitmedi ama saçma sapan bir şekilde bitti. Bittiği için üzgün de değilim ama dediğim gibi her şey çok saçma sapan geliştiği için üzgünüm biraz. Böyle boktan bir ayrılık yaşamayı beklemiyordum çünkü."

Elimi kaldırıp onun dizine yasladığımda gerçekten de Kılıç onu karmakarışık bir duruma sürüklemiş gibiydi. Bu olanları anlamlandırmaya çalışıyor ve kendine mantıklı bir cevap bulamadığı için üzülüyordu, görebiliyordum.

"Belki de bir cevap aramamak lazım," dedim, umursamazca. "Böylesi daha iyi olabilir."

"Öyle mi diyorsun?"

"Öyle diyorum," Başımı hafifçe yana eğdim gözlerine bakarken. "Korhan'a bir şans ver mesela?" dediğimde gözlerini bayarak gülmüş, o ifadesi kırılmıştı. "Ay Olcay yazık adama ya! Yıllardır seni bekliyor resmen."

"Daha yeni bitirdik Kılıç'la," dedi ve ekledi. "Şu an ilişki istemediğime eminim."

"Ha istesen," Bana çevirdi bakışlarını. "İstesen Korhan'la olur yani?"

"Saçmalama," dedi, ciddiyetle. Ardından bakışları düşünceli bir hâl aldı. "Belki de hayatında biri vardır, bilmiyoruz ki." Ona ciddi misin der gibi baktım.

"Asıl sen saçmalama, sana nasıl baktığını görmüyorsun herhalde?" dediğimde yanakları kızarmış, gözlerini benden kaçırmıştı. "Yok kimse, eminim. Kılıç'a karşı şu an bir şey hissetmiyorsan Korhan'a bir şans vermelisin.. Hem artık aranızda öyle uzun mesafeler de yok, Korhan buraya yerleşiyor."

"Bilmiyorum," Gözlerimi belerttim.

"Bilmiyorum deme!" diye çıkıştığımda güldü. "Sana en başında da ona şans verebileceğini söylemiştim." dediğimde bu anı o da hatırlamıştı. Sahilde Onur ve Ufuk'la beraber otururken söylemiştim bu sözleri. Aradan epey zaman geçmişti ama ikimiz de hatırlıyorduk. "Bence bir düşün, pişman olmazsın."

Onunla olan sohbetimiz bu şekilde uzunca bir süre devam ettikten sonra saatin ilerlediğini fark ederek giyinmek için yukarı çıkmıştım. Bu esnada Kenan da aşağı inerken Olcay gitmek için yine direnmiş ama ikimiz de bunu kabul etmediğimiz için gitmesine müsaade etmemiştik.

Odaya çıkıp öncelikle banyoya girerek işlerimi hâllettikten sonra giyinme odasına geçip kendime şık ama rahat bir elbise seçtim. Ardından da ona uygun bir iç çamaşırı seçerek üzerimi değiştirdiğimde kendimi boy aynasından kontrol etmiştim. Uzun, leopar desenli ve ince askılara sahip elbise vücuduma tam otururken görüntümden memnundum. Bu elbise benim favorimdi.

Kendimi aynada incelemeyi bırakarak toplu saçlarımı açıp sıkı bir at kuyruğu yaptığımda bu dakikalarımı almıştı. Yüzüm bu saç modeliyle ortaya çıkarken boynumdaki kolyeleri çıkarmayıp gold küpelerimle bilekliklerimi de taktım. Ardından banyodayken nemlendirdiğim yüzüme sade bir makyaj yapmaya koyulduğumda aslında sadece göz makyajımı yapmıştım. Onun gözleri de renkli olabilirdi ama benim mavilerimle yarışamazdı.

Göz makyajımı tamamlayıp pembe alt tonlu allığımı da sürdükten sonra makyajımı sabitlemesi için bir sprey sıkmış, makyaj faslını sonlandırmıştım. Parmaklarımda fazlaca olan yüzükleri çıkarıp sadece tektaşımla alyansımı bıraktığımda topuklu ayakkabılarımı da ayağıma geçirdim. Ardından kalkmadan önce de parfümümden birkaç fıs sıkmış ve ayaklanarak kendimi son kez aynada kontrol etmiştim.

Kesinlikle harika görünüyordum.

Odadan çıkıp aşağı indiğimde Olcay'la Kenan da beraber masayı hazırlıyorlardı. O masa kırılan masa değildi ve Kenan eskisine göre daha geniş, uzun bir yemek masası tercih etmişti. Bu da diğeri gibi şık bir masaydı ama üzerini bu kadar süslemeye, özen göstermeye gerek yoktu.

Hem de Gözde için.

Beni ilk fark eden Olcay olurken dudaklarında bir sırıtış oluştu, elindeki salata kâsesini masaya bıraktı. "Yakıyorsun yine ortalığı," dediğinde kıkırdadım. Bu esnada Kenan da arkasını dönüp bana bakma zahmetinde bulunmuştu. Onun gözleri ağırca üzerimde gezindiğinde ben de Olcay 'ı aramaya koyuldum. Onu, salondaki koltuklardan birinde bulduğumda üzerini değiştirmiş olduğunu görmüştüm. Babasının değiştirdiğini düşünüyordum. Üzerinde tatlı bir kıyafet varken saçları da şık birer tokayla toplanmıştı.

"Olcay'ı kim giydirdi?" derken gözlerimi onun üzerinden çekip mutfağa yöneldim. Bu sırada Kenan'ın bakışlarını hâlâ üzerimde hissediyordum.

"Ben giydirdim," diyerek beni yanıtladığında güldüm.

"Ne güzel olmuş?" derken yanından geçmiş, kokumu solumasını sağlamıştım. Onun gözleri ağırca kapandığında başını hafifçe oynatarak kokumu takip etti. Tabii bu esnada ben çoktan onun yanından geçip gitmiştim. "Yapılacak bir şey var mı?"

"Hayır yok," dedi, bedenini bana doğru çevirirken. Gözleri gözlerime değdiğinde beni bir kez daha baştan aşağı süzdü. Bakışlarının yakıcı varlığı tenimde izler bırakırken kalçasını arkasında kalan tezgâha yaslamıştı. Onunla bakışmaya başladığımızda biliyordum ki eğer Olcay olmasa onu kimse tutamazdı. Bu, bakışlarından bile yeterince belli oluyordu.

Bakışmamızı bölen şey, kapının çalınması olurken tam doğrulmuştu ki kaşlarım havalandı. Ona olan bakışlarımı fark ederek birkaç saniye gözlerime baktığında elini öne doğru uzatmıştı. Olcay bu hareketlerimizi, yüzündeki o gülmemek için epey çaba sarf ettiği ifadesiyle izlerken önde ben olmak şartıyla kapıya doğru ilerledim. Arkamdan da Kenan, küçük ve temkinli adımlarla gelirken en sonunda kapıyı açıp misafirimizi karşılamıştım.

Gözde; baş başayken ismi geçen fakat kendisiyle henüz tanışma şerefine kavuşabildiğim Gözde, işte şimdi tam karşımdaydı.

Sapsarı dalgalı saçlarıyla ve neşe saçan masmavi gözleriyle bana bakarken bunu söylemekten nefret ediyordum ama fotoğraflarda göründüğünden çok daha güzeldi. Upuzun boyu, topukluya ihtiyaç duymazken buna rağmen topuklu giymiş ve beni yanında cüceye çevirmişti.

İçimdeki kıskançlık duygusu daha ilk saniyeden devreye girdiğinde yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirdim. "Hoş geldin," diye cıvıldadım, görenlerin sıcak dolu bir karşılama olarak niteleyebileceği bir tavırla. Bu, onun yüzündeki gülümsemenin genişlemesine neden olurken bana doğru oldukça kibar bir şekilde uzanmış ve ne soğuk ne de çok fazla sıcak bir kucaklaşma yaşamıştık. Elim bu temasla beraber incecik beline değdiğinde kendimi şuracıkta öldürmek istemiştim.

Nasıl bu kadar zayıf olabilirdi?

"Hoş buldum," dedi, ince sesiyle. Birbirimizden uzaklaştığımızda mavi gözleri benimkilere çok kısa bir an değmiş ve bakışları arkamda kalan kocamı bulmuştu. O, bu sefer de ona doğru yöneldiğinde başımı hızla Kenan'a doğru çevirip gözlerinin içine baktım. Kesinlikle ona sarılmaması gerekiyordu.

O, bu bakışlarımla karşılaştığında çok kısa bir an ne yapacağını bilememişti. Ardından ona doğru hamle yapan Gözde'yi eliyle nazikçe durdurduğunda Gözde ona öylece bakakaldı. "Kusura bakma biraz rahatsızım," dedi, mahcup bir şekilde. "Bulaşıcı bir şeyse şimdi bulaşmasın sana.. Hoş geldin." derken bunları kaba değil, güleryüzlülükle söylemişti. Yani sarılıp sarılmaması hiçbir şey ifade etmemiş, o sıcakkanlılığıyla yine tavlamıştı.

"Hoş buldum," dedi, Gözde de. "Geçmiş olsun, neyin var?" derken kaşları hafifçe çatıldı. Bu esnada ben de ona dik dik bakarak kapıyı kapatmıştım.

"Üşüttüm herhalde, önemli bir şey değil ya.." derken elini salona doğru uzattı. "İçeri geç, lütfen." dediğinde Gözde içeri geçmeden önce elindeki karton poşeti ona doğru uzatmıştı.

Kenan onun elinden alırken, "Neden zahmet ettin?" demişti fakat ben kızı öyle bir radarıma almıştım ki söylenen şeylere çok fazla odaklanamıyordum. Hatta öyle ki Olcay'la tanışma fasıllarına bile odaklanamamıştım. Bu, içeri geçip masaya oturana kadar da devam ettiğinde aslında onun da dikkati bendeydi. Birkaç kez bana olan bakışlarını yakalamıştım da.

"Anlattığın kadar güzelmiş," diyen sesini duyduğumda Kenan'ın gülüşünü işitmiştim. Ben, ada tezgâhın üzerinde duran tabakları elime alırken Kenan az önce bana yardım etmek için hareketlenmişti ama ona izin vermemiştim.

Gözde'yle göz göze geldiğim an dudaklarımda yine yapmacık bir gülümseme belirdiğinde elimdeki tabağı onun önüne bıraktım yavaşça. "Kim güzelmiş?" derken diğer tabağı da Kenan'ın önüne bırakmıştım. Ardından da tekrar mutfağa dönmeden önce elimi onun çenesine yaslayıp yanağını öptüm. Bu, Olcay'la Kenan'ın arasında bir bakışmanın geçmesine neden olduğunda Olcay sırıtmıştı.

"Gözde senden bahsediyor, hayatım." derken elimi onun omzuna yaslayıp bakışlarımı Gözde'ye çevirdim. Onun gözleri de Kenan'ın yanağına bulaşan ruj lekesinde takılı kaldığında baş parmağımla o noktayı temizlemiştim. Kenan ona az önce hasta olduğunu söylemişti ama yalan söylediğini anlamasında hiçbir sakınca yoktu.

"Kenan senin çok güzel olduğunu söylemişti, haklıymış." Başımı hafifçe omzuma yatırıp gülümsedim.

"Teşekkür ederim," demiştim Gözde'ye. "Sen de çok güzelsin," Başımı oynatmadan bakışlarımı Kenan'ın üzerine diktiğimde Olcay ne diyeceğimi anlamıştı bile. "Değil mi Kenan?" dedim, tehlikeli bir tonda ancak bunu sadece Olcay'la o anlayabilirdi. "Çok güzel değil mi Gözde?"

Kenan'ın yeşil gözleri bana dönerken vereceği cevabı dört gözle bekliyordum çünkü şu an vereceği cevap geceyi ona zehir etmeme neden olabilirdi.

Onun gözleri üzerimde dolanırken meydan okuyan bakışlarla onu izliyordum ancak o kadar şanslı bir adamdı ki onu kurtaran şey kızı olmuştu.

Olcay'ın ağlayışı bu sessizliği doldurduğunda bakışmamız kesildi, yerinde doğrulurken derin bir nefes verdiğini işittim. "Geldim babacığım geldim," derken bakışlarım bu sefer Olcay'a döndü, onun gülen yüzüyle karşılaştım. O, resmen kıpkırmızı kesilmişti ve bu da rahatça gülemediği içindi.

Bakışlarım yavaşça Gözde'ye döndüğünde onun Kenan'a baktığını görmüştüm. Kenan yerinden kalkıp salonun köşesindeki oyun alanında ağlayan Olcay'a doğru yönelirken derin bir nefes alıp mutfağa döndüm. Ada tezgâhın üzerinde kalan tabakları da alarak birini Olcay'ın önüne bıraktığımda ben de yerime oturmuştum. Başımı çevirip Kenan'ı kontrol ettiğimde Olcay da susmuştu. Babası ona birkaç öpücük armağan edip sadece dakikalar sonra masaya döndü.

"Yemekler harika olmuş," dediğinde elimdeki çatalı tabağımın kenarına bırakmıştım.

"Kenan yaptı," dedim, düz bir sesle. Kenan'ın bakışları bana dönerken bunu söylememi beklemiyordu. "Aşkımın eli lezzetlidir." dediğimde bana o tatlı gülümsemelerimden birini sunmuş ve masanın üzerindeki elimi tutmuştu.

"Hemen anladım zaten," diyen Gözde'nin sesi sinirlerimi bozarken, "Kenan lisede de kendi otellerinin mutfağında çalışırdı, sık sık oraya giderdik biz de. Yaptığı yemeklerde öyle bir tat var ki daha önce onun yemeklerini tatmış olan birinin bunu anlamaması imkânsız olur.." dediğinde Kenan'ın gözlerinin içine baktığım için orada çakan şimşekleri de görmüştü. Parmaklarını parmaklarıma kenetleyip elimin üzerine hafif bir öpücük bırakırken beni sakinleştirmeye çalışıyordu kendince.

"İşte ben de bütün şansımı burada kullanmışım," dedim, onun bu sözlerine karşılık. "Kaptım adamı, görüyor musun?" derken Olcay'la Kenan gülmüş, onlara ben de eşlik etmiştim ancak Gözde sadece gülümsemekle yetinmişti. "Bir de üstüne çocuk da yaptık," Bakışlarım Kenan'a dönerken gülüyordum. "İkinciyi de yaparız artık.." dediğimde Olcay'ın kahkahası evin tüm duvarlarında yankılanmış, Kenan'ın gözleri de ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışırcasına gözlerimde dolanmıştı.

"Sen nasıl yaptın ya?" dedi, Gözde de hayretle. "Ben çok şaşırıyorum çocuk isteyen kadınlara.. Vücudun bozuluyor bir kere." dediği an çok büyük bir hata yapmıştı. Hem de hayatının hatasını.

Bana.

Bana bu cümleyi kurmuştu.

Başımı ağırca ona doğru çevirdiğim an herkes sesini kesmişti hatta öyle ki Karlos'la Azman bile susmuş, Olcay dahi oyun oynamayı bırakmıştı. Salonda çıt çıkmazken Olcay'la Kenan da Gözde'nin çok büyük bir hata yaptığını biliyordu. Biliyorlardı ve şu an gözümün içine bakıyorlardı.

Gözlerim Gözde'nin mavi gözlerine kilitlenmişken başımı hafifçe oynattım ne var dercesine. Ardından da o henüz ifademi fark etmeden kendime çeki düzen vermiş ve gülümsemiştim hafifçe. "Hamilelikte ben çok kilo almadım, aldığımı da hemen verdim zaten.. İp gibiyim, her anlamda mankenlere taş çıkartırım." diyerek son sözlerimi söylediğimde aslında bunu mecazi söylememiştim. Gerçekten de ona taş çıkartırdım. Yani tam emin değildim ama o bunu bilmese de olurdu.

O, sözlerimin altında yatan anlamları algılayabilmiş miydi bilmiyordum ama güldü. Evet, güldü. Hem de alay edercesine.

O artık bir ölüydü.

"Tabii canım çok güzel kadınsın zaten," dediğinde elimi boynuma yaslamıştım. Boynumdaki kolyelerle oynamaya başlarken, "Gerçekten hiç çocuk doğurmuş gibi de görünmüyorsun, baya fitsin.. Hem küçükmüşsün de Kenan'dan sanırım, öyle söylemiştin değil mi?" diyerek Kenan'a döndüğünde onu şu an boğmak istiyordum. "Dışarıdan bakıldığında hiç göstermiyorsun çocuklu olduğunu yani."

"Sevgilim, " diyen Kenan duruma el attığında gözlerim Gözde'nin üzerindeydi. Beni övüyor mu yoksa yeriyor muydu anlamıyordum. "Şarap alır mıydın, sormadım sana?"

Elimi hayır manasında hafifçe salladığımda keyfimin yavaş yavaş kaçmaya başladığını hissediyordu.

"Bir de emziriyorsun sanırım, sigara yok alkol yok.. Gece hayatı yok, sürekli çocukla ilgilenmek zorunda kalıyorsun-"

"Olcay," dedim, onun lafını keserek. Bu, anlamsızca bana bakmasına neden olurken, "Çocuk değil, onun adı Olcay." Gülümsedim.

"Çok tatlı, çok güzel bir kızınız var gerçekten." dediğinde yapmacık yapmacık gülümsüyordum. "Ama zor oluyordur ya, onunla ilgileneceğim diye kendini de unutuyor insan. Önce kendini unutuyor sonra da kocayı.." derken gülmüştü çok komik bir şeymiş gibi. Bense onu suratıma yapışan o salak gülümsemeyle dinliyordum. "Bir yerden sonra eşine de vakit ayıramıyorsun."

"Yo," dedim, başımı hafifçe sallayarak. "Ayırıyorum gayet, gece bizim oluyor." dediğimde bu sözlerim ona yetmiş, mosmor olmasına neden olmuştu. "Gece hayatımızı minimalize ettik ama böyle daha çok eğlendiğimiz kesin." Bakışları Kenan'a dönerken ben de başımı ona doğru çevirip güzel gözlerine bakmıştım. Olmayan gece hayatımızı var gibi göstermem tabii ki komikti ama öyle bir şekilde anlatmıştım ki biz bile inanmıştık.

Gözde'nin bu salak sözlerinin bir kısmının doğru olması canımı fena sıkmıştı.

Bizim gerçekten Olcay'dan başka bir hayatımız yoktu. Bundan tabii ki memnundum, Olcay benim her şeyimdi ki Kenan'ın da benimle aynı şeyleri düşündüğüne adım kadar emindim fakat birbirimize vakit ayıramadığımız doğruydu. Bütün gün şirkette çalışıp eve geliyordum ve sadece Olcay'la ilgilenebiliyordum. Yorgun olduğum için de hemen uyuyordum.

Maalesef ki haklıydı.

Ben kocayı unutma evresindeydim ve acilen kendimi toplamam gerekiyordu.

"Ben bir Olcay'a bakayım, siz devam edin." dedim, hareketlenirken. "Aşkım gelir misin bir saniye?" diyerek Kenan'ın da yerinden kalkmasını sağladığımda oyun alanının içerisinde oynayan Olcay'a doğru ilerlemiştim. Bu esnada o da peşimden gelirken masadan uzaklaşmış sayılırdık. Gözde, bu sefer de masada baş başa kaldığı Olcay'ı radarına aldığında neyse ki ilgisini üzerimizden çekmişti. "Bana bu kadını öldürmemem için bir sebep söyle.."

"Çocuğumuz var," diyerek geçerli bir sebep sunduğunda bakışlarım ona döndü, gülen yüzüyle karşılaştım. O, bana doğru yanaşıp elini belime sardığında gardımı indirmiştim. "Sakin ol sevgilim, yemekten sonra gidecek zaten gerilmeyelim." Parmaklarıyla çenemi kavradı usulca. "Onun o aptal sözleri yüzünden yemek de yemiyorsun farkındayım." dediğinde omuz silktim bir çocuk gibi. "Çok güzelsin," dedi, birden. "Her şeyinle en iyisisin, ben bayılıyorum sana.."

"Kenan," dedim, sorarcasına. O, gözlerime beklentiyle bakarken, "Ben seksi miyim sence?" Güldü.

"Bunu soruyor musun gerçekten?" Başımı salladım.

"Ateşli miyim?" Kaşları çatıldı hafifçe, beni kendine doğru çekerken.

"Tabii ki öylesin," dedi, teessüf eder gibi. "Üzerine atlamak için gecenin bitmesini bekliyorum, ne diyorsun?" derken gülmüştüm keyifsizce. O, yüzümü avuçlarken, "Lütfen takılma, Maran. Siktir et onun söylediklerini, sen benim dünyalar güzelimsin."

"Sana yetiyor muyum?" diye sorduğumda yanağımı okşuyordu.

"O ne demek öyle?" dedi, hafifçe çattığı kaşlarıyla bana bakarken. "Asıl benim sana yetip yetmediğim önemli.. Sana iyi bir eş, çocuğumuza da iyi bir baba olabiliyor muyum bunlar önemli birtanem. Böyle saçmalıkları takma o güzel kafana, her şeyinle bana yetiyorsun sen."

Sözleri, az önce kaçan keyfimi yerine getirmeye yeterdi ancak bu kadına daha fazla tahammül edebilir miyim bilmiyordum. Bana güzel iki kelime ediyorsa mutlaka araya laflarını sıkıştırıyor, aklınca beni iğneliyordu ve başarıyordu da. Keyfimi kaçırmayı başarmıştı.

Onun son sözleri bunlar olurken bana bir öpücük de bahşetmiş, bana bırakmadan Olcay'la da ilgilenmişti. Biz yemeğe oturmadan önce onun karnını doyurduğumuz için şu an böylesine rahattık. O, kendi kendine oyun oynarken çıtı bile çıkmıyordu.

"Sana şarap vereyim mi?" diye sorarken tabağımdakilerle oynuyordum. "Bir kadeh içebilirsin istersen." dediğinde bunları neyse ki Gözde duymuyordu yoksa yine bana laf sokabilirdi. O, Olcay'la sohbet ederken onu tanımak istediğini anlamıştım.

"Yok aşkım iyiyim böyle," dediğimde üzerimde olan bakışlarını hissediyordum. Keyfimin kaçtığını ve sinirlendiğimi biliyordu ancak biraz daha sabredebilirdim.

"Kenan'ın evlendiğini ben etraftan duymuştum ama siz sanırım hemen çocuk yapmışsınız," diyerek yine konuşan Gözde'ye baktığımda üzerinde meraklı bir tavır vardı. "Planlı bir şey miydi, çocuk mu istiyordunuz yani? Çok erken çocuk sahibi olmuşsunuz o yüzden merak ediyorum."

Ellerimi kenetleyip çenemin altında birleştirirken ona bakıyordum düz bakışlarla. "Anlamadım?" dediğimde mavi gözleri bana döndü. "Çocuk yapmak için ajandama mı bakacaktım?"

Bu sözlerim evin içerisinde kısa bir sessizlik oluşturduğunda Gözde'nin bakışları anlamsızlaşmış, Kenan devreye girerek gergin havayı dağıtmıştı.

"Maran çok şakacıdır," dedi, gülerek. Ardından bana bir bakış attı, elini bacağıma yaslarken. "İnsan yaşlanmaz onunla.."

Güldüm, tekrar Gözde'ye dönerken. "Kenan istiyordu ama ben erken olduğunu düşünüyordum, yani çocuk yapmayı planlamadık." dedim, gıcık bir tavırla. "Zaten böyle bir şeyi nasıl planlayacağız anlamadım ama.." diyerek de kendi kendime mırıldandığımda Kenan da diğer elini yumruk hâline getirmiş, çenesine yaslamıştı. O, çaktırmadan gülerken benim bu söylediğimi duymuş olmalıydı. "Ayrıca sen de böyle bu tür şeylere karşısın falan ama bir gün illa ki evlenirsin bence."

Gözde'nin bu sözlerimle beraber bakışları kısa bir an Kenan'a uğradığında onunla göz göze gelmişti. "Yok ya sanmıyorum," dedi, isteksizce. "Gönlüme göre birini bulmam zor bundan sonrasında.." derken attığı o kaçamak bakışları yakalamıştım. Bakışlarımla Kenan'ı kontrol ettiğimde bunun farkında değil gibiydi ama Olcay bile bunu fark etmiş, göz göze gelmiştik.

"Neden?" dedim, merakla. Bu esnada içimdeki o kıskançlık duygusunu bastırmakta zorlanıyordum. Az önce o, dolaylı yoldan kocama mı laf atmıştı? Umuyordum ki yanlış anlamıştım. "Biri mi var yoksa kalbini mi kapattın gelenlere?"

Mavi gözleri gözlerime kilitlenirken bakışlarımdan aslında her şey okunuyordu ve biraz olsun akıllıysa o da okuyabiliyordu. Onun gözlerinde bir ışıltı oluşurken gözlerimden okunan ifadeleri yakalayabilmişti. "Biri vardı tabii," dedi, kollarını masaya yaslarken. Bu hareketiyle beraber açık yakasından da görünen göğüsleri meydana çıkmış, bakışlarımı bir kez daha Kenan'a doğru hafifçe çevirmiştim. O, elbisemin üzerinden hafifçe bacağımı okşarken Gözde'yi dinliyordu benim gibi ancak ona bakmıyordu bile. Ara ara şarabından birkaç yudum alıyordu fakat onun dışında genel olarak tüm ilgisi bendeydi. "Aslında hiç olmadı da vardı işte.." derken gülmüştü. Ben yanağımın içini dişlerken gözümün içine baka baka kocamdan bahsediyordu. "O zaman daha gençtim tabii ama şimdilerde olduğu gibi yine görmezdi beni."

Bu sözleriyle birlikte dişlerimi hafifçe gıcırdatarak elimi, Kenan'ın bacağımdaki elinin üzerine koyup tırnaklarımı eline geçirmiştim. Bu, onun dudaklarından acı dolu minik bir iniltinin dökülmesine neden olurken Gözde'nin bakışları da benden ayrılmış, ona dönmüştü. Onun sorgulayıcı bakışlarıyla karşılaşan Kenan da elini ensesine doğru götürdü. "Boynum tutuldu da dün gece," diyerek açıklama yaptığında onun elini bacağımdan sertçe itmiştim. "Hâlâ ağrıyor.."

"Ben senin boynunu kıracağım, göreceksin.." dedim, kendi kendime mırıldanarak. Bunu sadece o duymuştu ve başını hafifçe oynatıp bana bakmıştı.

"Ne dedin sevgilim, anlamadım?" dediğinde gülümsedim şirince.

"Masaj yaparım ben aşkıma," dedim, elimi onun boynuna yaslarken. Bu sefer de tırnaklarımı boynuna geçirdiğimde gülümsemeye devam etti ama canının yandığını biliyordum. Boynundaki elimi çenesine yaslayıp hafifçe kendime doğru çektiğimde dudaklarına çok kısa ama etkili bir öpücük bırakmıştım. En azından bu, tam karşımızda oturan Gözde'ye iyi bir cevap olabilirdi.

Tam da tahmin ettiğim gibi o kızarıp bozarırken buna bile keyiflenememiştim çünkü gerçekten sinirlerimi bozmayı başarmıştı. Benim evimde, benim soframda yaptığı şey terbiyesizlikti ve ben şu an onu öldürmemek için zor duruyordum.

İlerleyen dakikalarda Gözde'nin yine saçma sapan soruları beni delirtmiş ve ben yine o üzerimden eksilmeyen yapmacık tavırlarla sorularına cevap vermiştim.

"Yedin adamı resmen," diyen Olcay, gülerek bunu söylediğinde beraber mutfaktaydık. Tabii birkaç adım ötemizde Kenan'la Gözde otururken neredeyse fısıldayarak konuşuyorduk.

"Gözünün önünde sevişmediğime dua etsin," dediğimde eliyle ağzını kapatıp gülmeye devam etmişti. Bu, en sonunda beni de güldürürken beraber tatlıları servis ediyorduk. "Gözümün içine baka baka kocama frikik verdi resmen, gördün mü?" diyerek ona döndüğümde başını salladı. "Göğüslerini gördün mü ne güzeldi?" derken kaşlarım çatılmıştı. "Küçük ve dimdik."

"Aşkım seninkiler daha güzel," dedi, Olcay da.

"Değil işte," Oflayarak elimdekileri bıraktım ve ada tezgâhın üzerinde duran iki tabağı elime aldım. Olcay da kalanları alıp peşime takıldığında elimdekileri masaya bırakmıştım. Bu esnada gözlerim Olcay'ı bulduğunda bileğimdeki saati de kontrol ettim. Uyku saati geliyordu ve onu uyutmalıydım. "Siz devam edin, ben bir Olcay'ı yatırıp geleyim." dediğimde Kenan'ın gözleri bana dönmüştü.

"Geleyim mi?"

"Hayır birtanem, sen misafirimizle ilgilen." Omzunu okşadım hafifçe. "Hemen dönerim," diyerek yanlarından ayrıldığımda Olcay da oyun alanının çit gibi çevrili olan kenarlarına kollarını yaslamış beni bekliyordu. Dışarı sarkıttığı kollarına gülerken, "Aşkım kızım," dedim, cıvıldayarak. Bütün gece sergilediğim davranışların aksine yapmacık olmayan tek hareketimdi ve bana kalırsa ikisi arasında da gözle görülecek bir fark vardı. "Gel anneye," derken ellerimi ona doğru uzattım. O da ellerini açıp kapatarak başını bana doğru kaldırdığında onu hemen kucağıma almıştım. Ardından eliyle oyun alanının içerisinde kalan oyuncağını gösterdiğinde onu da almış ve beraber merdivenleri tırmanarak odamıza çıkmıştık. "Senin üzerini değiştirelim," derken onu yatağın ortasına bıraktım. O, elindeki oyuncakla oynarken, "Altına yaptın mı kız?" demiş ve üzerini değiştirirken de kontrol etmiştim. Lila tonlarında olan pijama takımını ona giydirdikten sonra saçlarındaki tokaları da çıkardım. Elbisemin askısını indirip onu kucağıma aldığımda hemen göğsüme sokulmuştu. Bu da uykusunun geldiğini bana kanıtlarken odanın içerisinde küçük adımlarla ilerliyor, onu pışpışlıyordum. Çok geçmeden de onun gözleri kapanmaya başladığında uykuya tamamen daldığı o ilk an onu beşiğine bıraktım. Bebefonun birini baş ucuna bırakıp diğerini de yanıma alarak aşağı indiğimde bıraktığım gibilerdi. Onlar sohbet ederken ben de mutfağa geçmiştim.

Kendime bir kadeh alıp tezgâhın üzerindeki buz dolu kovanın içerisindeki şarap şişesini alarak kadehi doldurduğumda arkam dönük olduğu için ve sohbet de epey koyu olduğu için beni görmüyorlardı.

Doldurduğum kadehi tek dikişte içip bir yenisini doldurduğumda onun sözleri kafamın içerisinde yankılanıyordu.

'Onunla ilgileneceğim diye kendini de unutuyor insan. Önce kendini unutuyor sonra da kocayı..'

Başımı iki yana sallayarak silkelendiğimde dudaklarımı yaladım. Dudaklarıma bulaşan şarabın tadı damağıma yayılırken doldurduğum kadehe bir bakış atmıştım. İlerleyen saatlerde Olcay'ı tekrar emzirebilirdim ve bu yüzden şu an bunu yapamazdım.

'Bir de emziriyorsun sanırım, sigara yok alkol yok.. Gece hayatı yok..'

Beynimin içindeki sesi sinirlerimi bozarken elimdeki kadehi lavabonun içine bırakmıştım. Şarap şişesini de tekrar buz dolu kovanın içerisine bıraktığımda derin bir nefes alarak masaya döndüm. Kenan'ın göz hapsine girdiğimde ona bakmayı reddetmiştim.

"Sen de mi mimarsın?" diyen Gözde'yi dinlerken bu sorusu Olcay'a yönelikti.

"Asıl mesleğim o evet ama şu an yapmıyorum. Resim atölyem var, daha çok sanat sepet işleri yani.." dediğinde Gözde onu ilgiyle dinliyordu.

"E mimarsın canım, sanata olan ilgin normal.. Sanırım Maran'ın bu tarz bir ilgisi yok." dediğinde Kenan benden önce cevap verdi.

"Yanılıyorsun," dedi, düz bir sesle. "Maran'ın da en büyük hobilerinden biri resim çizmek, çok da başarılıdır karım diye söylemiyorum.." dediğinde Gözde'ye ters ters bakıyordum. Evet, Kenan'ın söylediği doğruydu. Eskiden çok sık olmasa da kafamı dağıtmak için resim çizdiğim oluyordu ve gerçekten de en büyük hobilerimden biriydi. Ancak bu daha üniversite zamanlarımdaki hobilerimden biriydi. Sonrasında hayatımda o kadar çok şey yaşanmıştı ki en sevdiğim aktivitemi ihmal etmiştim. "Hem Maran'ın sesi de güzeldir, piyano da çalar.. Böyle sessiz göründüğüne bakma, gerektiğinden fazla kültüre ve donanıma sahip bir eşim var."

Kenan'ın bu sözleriyle beraber gülümsediğimde Gözde'nin bakışları da ikimiz arasında gidip gelmişti. "Herkesin ilgi alanları farklıdır Gözde'ciğim," dedim, elimi hafifçe sallarken. "Olcay iki alanda da çok başarılı bir kadın ve kendisi bunu seçti.. Benim de ilgim bu yöndeydi ve ben de bunu seçtim. Mimar olmak benim hayalimdi, oldum da. İşimde gayet başarılı bir iş kadını olmak istiyordum, oldum da.. Benim de ilgi alanım işim, kariyerim. Bundan da mutluluk duyuyorum."

Gözde, bu gecenin son morarmasını yaşadığında onu yaklaşık olarak bir saat kadar sonra uğurlamıştık. Beraber tatlılarımızı yiyip sohbet etsek de kendisinin ara ara iğnelemeleri sonucunda lafımı ondan esirgememiştim. Resmen hayatımı kıskanmış, en önemlisi de Kenan'ın bana bu kadar aşık olmasını çekememişti ki bunu o yılan gözlerinde görmüştüm.

"Kalsana bu gece bizde," dedi, Kenan. Onun Olcay'a söylediği şeyleri duyduğum an bakışlarım Olcay'a döndü hevesle.

"Kalsana," dedim, ben de. "Hem erken daha saat, takılırız işte.."

"Yok aşkım gideyim ben artık, çok da yoruldum bugün zaten.." derken koltuktaki çantasına yönelmişti bile. "Başka zaman yaparız bunu." dediğinde omuzlarımı düşürdüm. O, çantasını omzuna asarken Kenan'la ona birkaç kez daha ısrar etmiştik fakat o da epey direnmiş, bizim bu teklifimizi geri çevirmişti. Beraber onu kapıdan geçirirken Olcay benim arabamla geldiği için Kenan da Bora'dan onu eve bırakmasını rica etmişti. En sonunda onunla vedalaşarak içeri geçtiğimizde Kenan'ı aşağıda bırakarak yukarı çıktım. Odaya girip direkt olarak giyinme odasına geçtiğimde topuklularımdan ve elbisemden hızlıca kurtulmuştum. Üzerimde sadece tek bir parça kalırken boy aynasından kendimi inceledim.

Aslında kilolu değildim ama o kadar zayıf da değildim. Kıvrımlı bir vücuda ve maalesef ki bir ayva göbeğe sahiptim. Dolgun göğüslerim ve kalçalarım da gayet olması gerektiği gibiydi. İnce bir bele, ince bacaklara sahiptim ama tek eksiğim bacaklarımın uzun olmamasıydı. Boyum da kısaydı.

Dudaklarım arasından bir soluk bırakıp sıkı bir şekilde topladığım saçlarımı açtığımda giyinmeden önce küpelerimi ve fazlaca olan bazı bilekliklerimi çıkarmıştım. Elbisemin altına giymiş olduğum siyah jartiyeri de çıkarıp sadece bir iç çamaşırı giydiğimde dolabı açıp elimi Kenan'ın tişörtlerine attım. Bu esnada bir ses sanki odanın içerisinde yankılanmıştı.

Ancak bu benim iç sesimdi.

'Gözde'yi haklı çıkarıyorsun.'

Kaşlarım çatılırken elimi Kenan'ın tişörtlerinin bulunduğu raftan uzaklaştırdım ve gözlerimi geceliklerimin bulunduğu rafa çevirdim. Evlendiğimiz ilk dönemlerde çeşit çeşit gecelik giyerken şimdi sadece bir tişörte yapışmıştım. Uyumadan önce bile özen gösteren ben, basit bir tişörtle uyuyordum.

Bu düşüncelerim beni tetiklerken geceliklerimi hızla karıştırıp içerisinden beyaz, ipli bir geceliği çıkardım. Onu üzerime geçirmeden önce iç çamaşırımı da çıkardıktan sonra banyoya geçtim. Önce makyajımı temizleyip dişlerimi de fırçaladığımda cildimi de güzelce nemlendirmiştim.

Banyodaki işlerimi hâlledip oradan çıktıktan sonra giyinme odasından gelen tıkırtıları duyuyordum. Üzerini değiştiriyor olmalıydı ve ben de bu yüzden onu beklemeden yatağa girdim. Baş ucumda, beşiğinde uyuyan Olcay'ı konrrol ettiğimde gayet derin bir uykuda gibiydi. Hem onu emzirmiştim de.

Sırtımı yatak başlığına yaslayıp komodinde duran telefonumu elime aldığım esnada Kenan da giyinip banyoya geçmişti. Ben onu beklerken de telefonuma gelen birkaç bildirimi kontrol etmiştim. O da birkaç dakikanın ardınsan banyodan çıktığında odanın ışığını da kapattı. Odayı aydınlatan tek şey, komodindeki iki abajurun ışığı olurken bu da rahatsız etmiyordu.

"Sessizsin," dedi, yatağa doğru yanaşırken. "Ne düşünüyorsun yine?" derken telefonumu kapatıp komodine bırakmıştım. Eş zamanlı olarak o da yatağa girdiğinde gözleri üzerimde ilgiyle dolaşıyordu.

"Gözde'yle aranızda gerçekten bir şey olup olmadığını," diyerek onu yanıtladığımda başını hafifçe iki yana sallayarak güldü.

"Yok öyle bir şey." dedi, kesin bir tavırla.

"Onun için öyle değilmiş ama," dedim, sorarcasına. "Onu görmemişsin falan.. Karının önünde aşk itirafı yaptı sana resmen, hoşuna gitti mi bari?"

Yeşil gözleri bana dönerken gülüşü dudaklarında asılı kalmıştı. "Paranoyaklık yapıyorsun," dediğinde böyle düşündüğünü bildiğim için ona kızmamıştım bile. Tabii ki beni daha fazla doldurmamak için böyle söyleyecekti. "Kızın sabah erkenden uçağı var, gidiyor işte.. Boşver, bizim ne kadar mutlu olduğumuzu gördü zaten. Sen de bunu isteyerek onu davet etmedin mi?" Omuz silktim.

"Tüm keyfimin içine sıçacağını bilmiyordum açıkçası," dedim, alayla. Gerçekten de öyle olmuştu. Sesi kafamın içerisinde yankılanıyordu adeta. "Yok önce kendini unutursun sonra kocayı, işte niye çocuk yaptınız.. Sana ne yahu? Kocamla sevişirken sana mı soracağım? Hayır bir onu sormadığı kaldı zaten." derken komodinde gördüğüm bir tokayla saçlarımı gelişigüzel toplamıştım. Kâhküllerim alnıma dökülürken beni izliyordu dikkatlice. "Engelle o kadını her yerden, görmeyeceğim bir daha.. Benim gözümün önünde sana frikik verdi ya!"

"Ne?" dedi, gülerek. Bu, daha da sinirlerimi bozarken onun suratına birkaç saniye bakmam yetmiş ve kendini toparlamıştı.

"Baktın mı?" dedim, sakinlikle. Onun yeşil gözleri üzerimdeyken tek bir hareketini bile kaçırmıyordum.

"Neye?" dedi, gayriihtiyari.

"Göğüslerine," dediğimde dudakları arasından bir soluk bırakıp başını yastığa gömdü. "Sana göstermek için o kadar zahmette bulundu ve sen bakmadın mı?"

"Ya neden bakayım kıza?" diye sordu, çıkışarak. "Bakmadım tabii ki, bu dediklerini bile fark etmedim. Bütün gece tüm ilgim sendeydi, başka bir kadına mı bakacağım?" dediğinde kaşlarım normal hâline gelmiş, huysuz ifadem düzelmişti yavaşça. O, bana bakarken yerimde doğrulmuştum. Dizlerim üzerinde sürünerek ona doğru sokulduğumda dudaklarında bir gülümseme vardı.

"Seviş o zaman benimle," dediğimde bunu bu kadar açık bir şekilde teklif etmemi beklemiyor olacak ki kısa bir an şaşırdı fakat kendini toparladı.

"Olcay uyanır şimdi kesin," derken onun kucağına tırmanmıştım bile. Mini geceliğim yukarı kıvrılırken gözleri kısıldı.

"Ama seni istiyorum," dedim, masum bir tavırla. Elimi göğsüne yaslayıp kısılan gözlerine baktığımda, "Sen istemiyor musun beni?"

Bu sorumun üzerine elleri belime dolanırken iç sesim zafer nidaları atıyordu. "Delirmedim daha," dediğinde cilveyle gülmüş, kucağına iyice yerleşmiştim. Eli hafifçe belimi okşarken o kadar sınırdaydım ki beni daha fazla bekletmesini istemiyordum. Üstelik şu an üzerimde incecik bir kumaş parçası dışında hiçbir şey yoktu ve kucağında böyle hareket ettiğim sürece bir şey yapmasına gerek kalmayabilirdi.

(**)

Gözleri ağırca kapandığında belime yaslanan eliyle bana yön veriyor, bedenimin bedenine sürtünmesini sağlıyordu. Bu, ikimiz için de işkence gibiyken bana tam anlamıyla dokunmadığı hâlde nefes alış verişlerim bile hızlanmıştı. "Olcay'ın uyanıp bu anı mahvetmesini istemiyorsan gir içime." dedim, fısıltıyı andıran bir tonda.

Tabii bu sözlerim onu baştan çıkarmak için yeterli olurken belimdeki eli sıkılaşmış ve bir anda sırtım yatağın o yumuşak yüzeyiyle buluşmuştu. Beline doladığım bacaklarımla onu iyice kendime çektiğimde elini ensesine atıp tişörtünü üzerinden sökercesine çıkardı. "Senin şu lafların," dedi, kısılan sesiyle. Dudaklarımda bir sırıtış oluşurken bir eli de beline doladığım bacağıma yaslanmıştı. O, bacağımı okşarken dudaklarını dudaklarıma örttü. Sert öpücüklerine aynı vahşilikte karşılık verdiğimde aramızda sallanan ince zincirine parmağımı doladım. Boştaki elimi ipeksi teninde kaydırarak eşofmanına uzandığımda bana yardımcı olmuş, üzerinde kalan son parçalardan da kurtulmuştu. Ardından hiç beklemedi, varlığını girişime yasladığında iniltim dudakları arasında kayboldu.

Müthiş bir rahatlama hissi vücudumu sararken sadece saniyeler içerisinde onu tam anlamıyla hissetmiştim. Vuruşları tempolu bir şekilde ilerlerken çok geçmeden hızlandı. Günlerdir ulaşmayı beklediğim bu şehvet dalgasının içerisinde kaybolduğumuzda iniltilerimiz birbirine karışıyordu. "Benimsin," dedim, fısıldayarak. "Sadece benim."

Yeşil gözleri, koyulaştığına emin olduğum mavilerimde dolaşırken gözlerinden bir yıldızın kaydığına tam o an şahit olmuştum. Ona ilk kez bana ait olduğunu söylüyordum ve bu tarz söylemlerden hiç hoşlanmayan ben, maalesef ki ona bu kelimeleri sarf etmiştim.

Bütün gerçekliğiyle.

🍃🍃🍃

Bölüm : 13.09.2025 13:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...