
Karşımdaki kamera kayda girdiği an elimdeki telefonu oturduğum koltuğa, yanıma bıraktığımda ellerimi birbirine kenetleyip bacağımın üzerine koymuştum. Arkama yaslanmış rahatça oturmuşken bacak bacak üstüne atmıştım.
"Kariyeriniz kadar evliliğiniz de çok konuşuluyor," diyen genç kadına bakarken yüzünde hafif bir gülümseme vardı. O, tam karşımda otururken şirketteki odamdaydık. Eskiden babamın odası olan fakat artık bana ait olan o odada. "Müsaadeniz olursa çok fazla özele girmeden birkaç soru sormak istiyorum. Neticede herkes tarafından birlikteliğiniz merak ediliyor.."
Günler öncesinden bana teklif edilen o röportaj için şu an buradaydık. Son zamanlarda imza attığım işler epey konuşulmuştu ve bunun için de aslında bir röportaj değil de bir YouTube kanalının bu haftaki özel konuğu olmuştum. Hem işte hem de sosyal medyada oldukça aktif olduğum için bu teklifi kaçırmamış, seve seve kabul etmiştim. Bunu kabul ederken de özel hayatım hakkında sorulacak birkaç soruyu cevaplamam gerektiğini de biliyordum.
Yüzüme düşen perçemlerimi elimle hafifçe kenara ittirdiğimde masada duran kupayı da elime almıştım. "Tabii," dedim, kibarca. Karşımdaki kadın elindeki kartları karıştırırken bu sadece birkaç saniye sürmüştü. Saatlerdir burada soruları cevaplamaktan yılmamıştım ancak ışıklar beni rahatsız etmeye başlamıştı. Bu yüzden de dakikalar önce optik gözlüklerimi takmıştım.
"Kenan Bey'le olan birlikteliğiniz nasıl gidiyor? Yani takdir edersiniz ki bir dönem ayrılık iddiaları ortaya atıldı, o dönemde de hiç beraber görüntülenmediniz. Gerçekten boşanma kararı mı almıştınız?" dediğinde hafifçe boğazımı temizleyip gözlerimi onun üzerine diktim. Az önce özele girmeyeceğini mi söylemişti?
"Öyle bir şey olmadı," dedim, yalan söyleyerek. "Sadece bu kadar göz önünde olmaktan hoşlanmadık ve biraz uzaklaşmak istedik.. Bu konulara çok girmek istemiyorum açıkçası, ilişkim hakkında bu kadar özele girmekten hoşlanmıyorum ama başka sorunuz varsa.."
"O zaman siz bahsedin evliliğinizden," dedi, elindekileri bırakıp bakışlarını bana çevirirken. "Çok güzel bir aileniz, birlikteliğiniz var.." Gülümsedim.
Ona cevap vermek için dudaklarımı araladığım esnada masanın telefonumun melodisi odanın içerisinde dağılmış, bakışlarım mahcup bir hâl almıştı. "Çok pardon," dediğim an kadın da nezaketle gülümseyip kameraya dönerek kesmesi için bir işaret yapmıştı. Bununla beraber ben de telefonumu elime alıp ekrana bir bakış attığımda Kenan'ın aradığını görerek aramasını yanıtladım. "Aşkım," derken ayaklanıp odamın diğer köşesine doğru adımlamaya başlamıştım.
Babasıyla tartıştığım o günün üzerinden neredeyse bir ay geçmişti ve ben onun gönlünü çok zor almıştım. Aslında buna gönül almak da denmezdi. Sadece bu yaşananları son kez tamamen kapatmış, bir daha da konuşmamıştık. Sadece kendimize odaklanmışken bütün ilgimizi de Olcay'a vermiş ve hatta bu süreçte de yeni bir eve çıkmıştık. İki hafta önce onun bahsettiği eve beraber gidip evi detaylıca gezmiştim. O, benden önce gidip evi gördüğü için bana gezdirmiş ve ben de beğendiğimde evi tutmuştuk. Ardından da bir iç mimarla anlaşarak evi de dekore ettirmiştik. Aslında bunu ben yapmak istesem de yoğun olduğum için Kenan kafamı böyle şeylerle meşgul etmemi istememiş, istediğim şeyi zaten değiştirebileceğimi söylemişti. Açıkçası eve geçtiğimizde öyle bir dekorasyonla karşılaşmıştım ki buna gerek bile kalmamış, evi de tüm dekorasyonu da beğenmiştim.
"Sevgilim," diyen sesini duyduğumda aptalca gülümsedim. "Ne yapıyorsun, arayamadım seni bugün?"
"Çekimdeyim," diyerek onu yanıtladığımda aslında zaten bundan haberi vardı hatta bu yüzden beni aramamıştı. "Ben de seni arayamadım o yüzden.. Sen ne yapıyorsun, şirkette misin hâlâ?"
"Çıkacağım şimdi ama dışarıda birkaç işim daha var. Akşam için bir şey istiyor musun diye aradım.." dediğinde elimdeki kahveden bir yudum almıştım.
"E sen gel yeter," dedim, cilveli bir şekilde. Bu, onu güldürürken telefonun ucundaki gülüşü adeta kulaklarımı temizlemişti. "Seni özledim."
"Ben de seni," Kaşlarım havalandı, yağan yağmuru izlerken. Havalar son zamanlarda değişmiş, o sıcaklıktan kurtulmuştuk.
"Sen de ne?" dedim, merakla. Güldü bir kez daha.
"Ben de seni özledim." Gülümsedim.
"Ne kadar özledin?" derken kendimi iyice ona kaptırmış, odamın içerisinde onca insan benim bu konuşmama şahit olmuyormuş gibi onunla cilveleşmeye devam ediyordum.
"Gelince gösteririm ne kadar özlediğimi," dediğinde yanağımın içini hafifçe dişlemiştim. "Çok geç kalma eve."
"Sen de geç kalma.." derken onunla vedalaşmış, kısa süre içerisinde telefonları kapatmıştık. Ben tekrar yerime dönerken bir kez daha özür dilemiş, çekime kaldığımız yerden devam etmiştik. Bir saat kadar daha bu tantana sürdüğünde artık bitmiş sayılırdı. Birçok soruyu cevaplamış, onlara da istediklerini vermiştim.
Şirketten çıkıp arabama binene kadar yağmur neyse ki biraz durulmuş, çok fazla ıslanmamıştım. Arabama binip çantamı yan koltuğa bırakırken çalan telefonumu hemen açıp emniyet kemerimi taktım. Olcay arıyordu. "Naber aşkım?" diyerek cıvıldadığımda onun neşeli sesi arabamın içerisinde yayılmıştı. Onunla düğünden sonra çokça görüşmüş hatta Olcay'ı sık sık görmeye gelmişti.
"İyidir, seni sormalı?" dedi, neşeyle. Ben arabayı çalıştırıp aynaları kontrol ettiğimde aslında saat erkendi. Hava bile kararmamıştı.
"Harikayım!" dedim, gülerek. "Şirketten çıktım şimdi, eve doğru gidiyorum. Sen ne yapıyorsun, atölyede misin?"
"Evet," diyerek yanıtladı beni. "Resmim yarım kalmıştı onu tamamlamaya geldim.. Gelsene, bir kahve içelim?" dediğinde aslında bu iyi olabilirdi. Hem Olcay'ın yanında Jale'yle Nilgün abla vardı. Onları yalıdan sonra hiç görmesem de açıkçası bu konuda sadece onlara güvenebilmiştim.
"Olur tamam," dedim, keyifle. Olcay'ın atölyesi şirkete epey yakındı ve bu yüzden sadece beş dakikamı alacaktı. "Beş dakikaya oradayım o zaman?" dediğimde beni onaylamış, aramayı sonlandırarak telefonumu ara bölmeye bırakmıştım. Henüz iş çıkışı trafiğine yakalanmadığım için de söylediğim gibi beş dakika içerisinde caddenin sonunda olan atölyeye varmıştım. Arabayı hemen önüne, yolun kenarına park edip telefonumla çantamı alarak arabadan indiğimde elimdeki anahtarla kapıları kilitledim. Atölyenin çift kanatlı ahşap kapısının kolunu hafifçe indirip kapının açılmasını sağladığımda içeri doğru bir adım atmıştım. Kapı arkamdan ağırca kapandığında birkaç adım atarak merdivenleri tırmanmaya başladım. Ben merdivenleri tırmanırken açılan kapıdan Olcay göründüğünde genişçe gülümsemiştim.
"Hoş geldin!" diyerek bir kuş misali cıvıldadığında merdivenleri bitirip ona ulaştım ve içeri geçmeden önce onunla kucaklaştım. Hoş kokusu burnuma dolarken onu yanıtlamıştım.
"Hoş buldum," derken geri çekilip onu inceledim. Normalde olduğundan daha ışıltılı ve neşeli görünüyordu. Gelişigüzel topladığı sarı saçları arasında mavi bir fular varken birkaç tutam da yüzüne doğru düşmüştü. Onu övgülere boğarak içeri geçtiğimde kapıyı kapatarak arkamdan geldi. "Hayırdır, ne bu neşe?" derken çantamla telefonumu masaya bırakmıştım. Ona doğru dönüp üzerimdeki trençkotu çıkarmaya koyulduğumda yer yer boyaların bulaştığı ellerini temizliyordu.
Güldü. "Çok mu belli oluyor?" dediğinde bir süre onun gülen yüzünü inceledim. Kesinlikle onda bir şeyler vardı.
"Kız yoksa Kılıç'la mı barıştınız?" dedim, gözlerimi kısarken. O, bu söylediklerime göz devirdiğinde çıkardığım trençkotu koltuğun ucuna bırakıp oturmuştum.
"Kılıç konusunu kapattığımı biliyorsun," Başımı salladığımda elindeki havluyu bıraktı. "Ay dur kahve içerken konuşuruz, şu ellerimi de bir yıkayayım geliyorum hemen!" diyerek yanımdan hızla ayrıldığında ben de onu merakla beklerken telefonumu elime almış ve Kenan'a, Olcay'la olduğuma dair bir mesaj atmıştım. Bunun ardından da Jale'yle konuşup evde neler olup bittiğini öğrendiğimde kafam tam anlamıyla rahattı.
Elimdeki telefonu bırakıp arkama yaslanarak rahatça oturduğumda Olcay da lavabodan çıkıp buradan da görebildiğim mutfağına geçmişti. Burası aslında göründüğünden daha geniş bir alana sahipti. Tek bir katı vardı ancak çok genişti. Büyük bölümünü resim için ayırsa da şu an benim oturduğum koltuk köşede, dışarıyı gösteren büyükçe camın önündeydi. Odanın her köşesinde çeşitli resimler ve büyük boya kutuları varken başka bir tuvalde de yarım kalan bir resim vardı. Geniş; büyükçe koridorun sonunda iki kapı varken biri banyoya, diğeri de mutfağa aitti.
O, dakikalar sonra elindeki iki kupayla yanıma geldiğinde yerimde hafifçe doğrulup elindeki kupayı aldım. Uzun zamandır kahve içmediğim için bir kereden bir şey olmayacağını düşünüyordum. "Olcay nasıl? Enişteyle nasıl gidiyor?" dediğinde uzun zamandır Kenan'dan böyle bahsetmediği için gülümsemiştim.
"Olcay iyi, bildiğin gibi." diyerek yanıtladım onu. "Kenan'la da iyiyiz, harika gidiyor her şey.." dediğimde tıpkı benim gibi gülümsedi. "Asıl sen anlat, hiçbir şey anlatmıyorsun bana!"
"Dandik aşk hayatımı mı merak ediyorsun?" dediğinde gülmüş, o da bana eşlik etmişti. "Bu aralar biraz çalkantılı, merak etmekte haklısın.." derken merakla yerimde doğrulmuş, gözlerimi onun kahve gözlerine dikmiştim. O, sırıtarak bana bakarken bir süre sadece bakışmıştık. En sonunda konuşmaya yeltendiğinde kendimi kaliteli bir gerilim filmi izliyormuş gibi hissediyordum. "Korhan'la bir şeyler oluyor," dediği an mavi gözlerimi irileştirdim. Yüzümdeki şaşkınlık ifadesi ona keyif verirken gülmüştü ancak ben ondan bunu duymayı şimdilik beklemediğim için dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Daha iki hafta öncesine kadar Korhan'la olmayacağını söyleyen kız bana bu kelimeleri sarf ediyordu. "Bir ilişki değil henüz ama sürekli beraberiz, sürekli konuşuyoruz, görüşüyoruz.." Gözlerini tekrar bana çevirip heyecanla konuştu. "Hatta dün öpüştük-"
"Ne?"
Bağırışım duvarlarda bir yankı uyandırırken Olcay kısa bir an bağırışımdan dolayı yüzünü buruşturmuş, elini kulağına doğru götürmüştü. Benim şaşkınlığım katlanırken duyduklarımı idrak etmeye çalışıyordum. Doğru duymuştum değil mi?
Korhan'la görüşüyorlardı ve üstelik öpüştüklerini söylemişti.
'Olcay da hızlı çıktı ha..'
Daha günler öncesine kadar Korhan'ın yüzüne doğru düzgün bakmayan Olcay Korhan'la takıldığını söylüyordu! Benim büyük bir destek verdiğim çiftim, benden gizli aşk mı yaşıyordu?
Kaşlarım çatılırken elimdeki kupayı masaya bırakıp ona carlamak için hazırlandım. "Benim bundan neden haberim yok ya? O kadar uğraştım bu ilişki için, bana niye anlatmıyorsun hiçbir şey?" dediğimde bu tribim onu güldürmüştü. Gerçekten de olduğundan daha keyifliydi ve gözlerindeki ışıltı her şeyi ortaya koyuyordu. Kapıdan girer girmez ona bir şeyler olduğunu zaten anlamıştım.
"Kızım yok ortada bir şey ya-"
"Ne demek yok? Öpüştük diyorsun yahu!" diyerek heyecanla konuştuğumda ellerini kızaran yanaklarına koydu. Ben onu sırıtarak izlerken, "Nasıldı, anlat? Seviştiniz mi kız yoksa?" dediğim an yanakları daha da kızarmış, kucağındaki yastığı bana doğru fırlatmıştı. Ben, bana attığı yastığı çevik bir hareketle havada yakaladığımda bana ters ters baktı.
"Hayır, sevişmedik!" dedi, kızarak. Normalde böyle konuşmalardan hiç utanmazdı ama şimdi karşımda kıpkırmızı olmuştu. "Öpüştük sadece.. Çok güzeldi, aslında üstüne atlamamak için çok zor durdum." dediğinde güldüm bir kez daha. O, kızarık yanaklarıyla gülümserken sırıtmama engel olamıyordum.
"Nasıl bu noktaya geldiniz, hangi ara?" dedim, hayretle.
"Aslında düğünden sonra çok sık bir araya gelir olduk," dediğinde onu dinliyordum. "Yoğun çalışıyor ama hemen hemen her gün beni arıyordu. Bazen de buraya geliyor elinde çiçeklerle.." Elimi çeneme yaslarken sırıtmaktan artık çenem ağrımıştı. O kadar güzellerdi ki artık mutlu olmalarını istiyordum. "Dün de geldi işte, bir şeyler içip sohbet ediyorduk. Nasıl oldu bilmiyorum ama bir anda kendimi onu öperken buldum.. Ah," diye inledi hayıflanırcasına. "Çok yakışıklı, Maran! O kadar tatlı bir adam ki o tatlı sözlerine karşı koyamamaya başladım bir yerden sonra. Dün gece fark ettim, ona olan tüm hislerimi bastırmışım kendi içimde.." dediğinde sırıtışım yavaşça bir gülümsemeye dönüştü. Onun bakışları bir noktada dalarken o da gülümsüyordu. "Onun kollarında olmak için çırpınıyordum resmen."
"Ee şimdi nesiniz?" dedim, merakla.
"Dün gece bana, beni sevdiğini söyledi.." dediğinde alt dudağımı hafifçe dişledim. "Ben bir şey söyleyemedim tabii çünkü sarhoş olmuştum." dedi, hülyalı bir tavırla.
"Ay bayılacağım şimdi şuraya," derken heyecanla yerimde kıpırdandım. "Kaçırma şu adamı, aşık işte sana! Sen de seviyorsun, gözlerindeki ışıltıya bak.." dediğimde aptal aşıklar gibiydi. Açıkçası ben de onun gibiydim. Onu, Kılıç'la olduğu süre boyunca böyle görmemiştim. O zaman da mutluydu tabii ancak şu an çok farklı bir Olcay karşımdaydı. "Mutlu olmanı istiyorum, Olcay."
"Ben de," dedi, başını ağırca sallarken. "Ben de mutlu olmak istiyorum." dediğinde uzanıp elini tuttum. O, sıkıca elimi tutarken gülümsüyordum içten bir şekilde.
"Bir bakmışsın direkt nikâhı basmış sana.." dediğimde kıkırdadı. "Babaannem yaşı geçiyor diyor Korhan için." Güldüm. "Onu dinlerse eğer manitacılık olayını unut bence."
"Sadece masum bir öpücüktü," dediğinde ona göz devirdim. "Evleneceğimizi düşünmüyorum!"
"Masum bir öpücük olmadığına eminim," dediğimde sırıttı. "Yemişsindir adamı, şu gözlere bak!"
"Vallahi hâlinden memnundu," dedi, keyifle. Bu, beni güldürürken başımı iki yana salladım iflah olmazsın dercesine. "Korhan benim ilk aşkımdı ya.. Onunla onun haberi olmadan çok büyük hayaller kuruyordum." Evet, Olcay biraz takıntılıydı. Birine gerçekten bağlanıyorsa geçmiş olsun demekti. İşte Korhan onun ilk ve tek takıntısıydı. Yıllarca ondan kaçmış ama şimdi ona yine yakalanmıştı.
Dakikalarca Olcay'la sohbet edip onunla Korhan'ı çekiştirdiğimizde kahvelerimizi içmiş hatta bu esnada da Korhan'dan ona bir mesaj gelmişti. Olcay, Korhan'ın mesaj attığını görünce eli ayağı birbirine dolanmış ve yıllar önceki o aptal Olcay'a dönüşmüştü. Eskiden de Korhan'ın adı geçtiği an gözleri parıldıyor, elleri heyecanla titremeye başlıyordu. Bu yıllarca bastırdığı hisleri küçük bir öpücükle tekrar can bulmuş, gün yüzüne çıkmıştı ve onun için mutluydum. Sadece Olcay için değil, Korhan için de mutluydum çünkü Olcay'ın başka bir adamla beraber olması onu çok derinden yaralamıştı. Amerika'dan dönerken de epey üzüldüğünü daha dün gibi hatırlıyordum.
Aradan geçen iki saatin ardından zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımda hava da kararmış, yağmur durmuştu. Kenan'ın bir mesajıyla kendime geldiğimde tam o an burada ne kadar oturduğumu fark etmiştim. Onun hâlâ eve geçmediğini belirten mesajını okuyup telefonumu kapatarak ayaklandığımda Olcay biraz daha oturmam için ısrar etmişti ancak çok bile kalmıştım. Ona, bir sonrakinde bize gelmesini teklif ettiğimde beni seve seve onaylamıştı. Trençkotumu giyip çantamla telefonumu alarak ona sıkıca sarıldığımda ona son uyarılarımı yapmış, onunla vedalaştıktan sonra atölyeden ayrılarak arabama binmiştim. Hava karardığı için gündüz sadece esintili olan hava biraz soğumuştı ve bunda gün boyu yağan yağmurun da etkisi olmuştu.
Yola koyulup iş trafiğinden de yine kurtulduğum için yaklaşık yarım saat gibi bir sürede eve ulaşıp arabamı park etmiştim. Yol boyunca son kez Kenan'la da konuşmuş, onun yolda olduğunu öğrenmiştim.
"Hoş geldiniz Maran Hanım," diyen Jale'ye gülümsediğimde o da bana içten bir gülümseme sundu.
"Hoş buldum," derken çantamı portmantoya bırakıp trençkotumu çıkardım ve koluma astım. Ardından çantamla telefonumu elime alarak yanından geçtiğimde Olcay'ın bağırışlarını duyuyordum. "Bebeğim," diyerek salona girdiğimde mama sandalyesinde oturduğunu gördüm. Nilgün abla ona bir şeyler yedirirken beni görünce heyecanla yerinde zıpladı. Gülerek ona doğru yaklaştığımda elimdekileri bırakıp onu kucağıma almıştım. Tombul, kızarık yanaklarına birer koca öpücük kondurup kokusunu içime çektiğimde gülüyordu. "Oy çok özledim seni.." derken minik kollarını boynuma doladı.
"Hoş geldin kızım," diyen Nilgün ablaya gülücüklerimi gönderdiğimde o da oturduğu yerden ayaklanmıştı. Elindeki boş kâseyi gördüğümde Olcay'ın akşam yemeğini de kaçırdığımı fark ettim. Sohbete öylesine dalmıştım ki bunu bile kaçırmıştım.
"Hoş buldum ablacığım," dedim, sevecen bir şekilde. "Ne yaptınız, yordu mu sizi benimki?" dediğimde gülüp Olcay'a bir bakış attı. İkisi de Olcay'a bayılıyordu ve onunla uğraşmak onlara büyük bir keyif veriyordu.
"Olur mu öyle şey?" dedi, teessüf eder gibi. Olcay, ona bir gülücük gönderdiğinde kıkırdadım ve boynunda asılı olan önlüğünü çıkarıp mama sandalyesinin üzerine bıraktım. Saçından yayılan şampuan kokusuna bakılırsa yeni banyo yapmıştı. Hava da biraz serin olduğundan salonun bahçeye açılan kapısı çok hafifçe aralık bırakılmış, onun üzerine uzun kollu bir pijama takımı giydirmişlerdi. Birkaç dakika onunla ilgilenip onu Jale'ye teslim ettiğimde duş almak için eşyalarımı alarak yukarı çıkmıştım. Yukarı çıkıp eşyalarımı giyinme odasına bıraktıktan sonra topuklu ayakkabılarımı ve takılarımı tek tek çıkardım. Üzerimdeki kıyafetleri de çıkarıp sadece iç çamaşırlarımla kaldığımda kıyafetleri kirli sepetinin içerisine atıp suyu ayarladım. Akan su yavaşça küveti doldururken içerisine banyo topunu atmıştım. O yavaşça eriyip köpük oluştururken ben de güzelce makyajımı temizleyip iç çamaşırlarımdan da kurtularak küvete girdim.
Ilık su bedenimi uyuştururken banyoya yayılan o lavanta kokusunu derince solumuştum. Bacağımı hafifçe kaldırıp köpüklü suyla vücudumu arındırırken kendimi çok yorgun hissediyordum. Dakikalarca o şekilde oldukça uyuşuk bir şekilde zaman geçirdiğimde banyonun kapısının önce tıklatıldığını, ardından da açıldığını duyarak başımı hafifçe oynatıp kapıya baktım. Karşılaştığım Kenan, uyuşuk tavırlarımı bir kenara bırakmama neden olurken hafifçe gülümsedim. "Hoş geldin," dediğimde banyoya girip kapıyı arkasından kapatmıştı.
Yeşil gözleri üzerimde gezinirken köpüklü su çıplaklığımı örtüyordu. "Hoş buldum," derken takımının ceketini omuzlarından sıyırdı. Ben onu izlerken ceketini çıkarıp atmış, elini kemerine götürmüştü. "Bana da yer var mı?"
"Gel," Sağ elimin parmaklarını hafifçe oynattığımda bu davetimi geri çevirmedi. Ki ölecek olsa bile beni geri çevirmezdi.
O, üzerindekilerden kurtulup yanıma geldiğinde hiç düşünmeden benim gibi küvete girmişti. Manzaram köpüklü suyla kapanırken sırtımı yasladığım yerden yavaşça çekip ona yanaştım. Onun da elleri direkt çıplak belime dolanırken kucağına oturup bacaklarımı vücudunun iki yanından sarkıtmıştım. Ellerim onun geniş omuzlarına yaslandığında yeşil gözleri gözlerimden ayrılmıyordu. Yorgunluğu gözlerinden okunurken şakaklarına bir öpücük bırakmıştım. "Çok mu yoruldun?" dedim, yumuşacık sesimle. Elimi kaldırıp saçları arasına daldırdığımda saçları ıslanmıştı.
"Çok yoruldum," dedi, mırıltıyla. Eli, çıplak belimi okşarken alnımı alnına yaslayıp saçlarını okşamaya devam etmiştim. Yorgunluğu tıpkı benim gibi yeşil gözlerinden okunuyordu. Bıraksam burada uyuyabilirdi bile.
"Alayım mı yorgunluğunu?" diye fısıldadım, dudaklarına doğru. Bu, dudaklarında çarpık bir gülüş oluştururken gözleri dudaklarıma kaydı.
"Nasıl olacak o?" dediği an önce çenesine, ardından da dudaklarına bir öpücük bıraktım. Onun sıcacık dudaklarını kavradığımda belimdeki eli hareketlenmiş, yavaşça enseme çıkmıştı. Dudaklarının tadı damağıma yayılırken alt dudağına derin bir öpücük bırakıp ondan uzaklaştım. Kucağında aşağı doğru kayıp dizlerim üzerine çöktüğümde yorgunluğun arka plana düştüğü gözlerinde şimdi şehvet vardı.
(👁️👅👁️)
Onun yakıcı bakışları gözlerimden ayrılmazken tenine yaslanan elimin altında kendini belli eden kasları vardı. Karın kasları avucumun içerisindeyken elimi tenine sürterek sertliğine yasladım hiç düşünmeden. Bu, kesik bir nefes almasına neden olurken tam gözlerimin içine bakıyordu. O, beni izlerken gözlerinden geçen ifadeler daha fazla durmamam gerektiğini söylüyordu.
Yavaşça okşadığım sertliği geçen saniyelerin ardından adeta bir kaya gibi olduğunda dokunuşlarım onu delirtiyordu. Üstelik daha hiçbir şey yapmamışken gözleri böyle yangın yerine dönmüşse yapacaklarımdan sonra ne olacaktı merak etmiyor değildim.
Hafifçe eğilip gözlerimi onun gözlerinden ayırdığımda avucumda dimdik olan erkekliğine dilimi sürttüm hafifçe. Bu, dudakları arasından bir hırıltının kaçmasına neden olurken eli çeneme yaslandı ve hafifçe dikleştirerek gözlerine bakmamı sağladı. "Gözlerini ayırma benden," dedi, tutkunun karışmış olduğu sesiyle. Ah, işte bu ses tonuyla bile beni böyle edepsiz birine dönüştürebilirdi.
Gözlerimi onunkilerden ayırmadan onu ağzıma aldığımda dudaklarından düşen titrek nefes banyonun fayanslarında neredeyse yankılanmıştı. Elimin altındaki vücudu kasılırken onun bayıldığı şekilde, mükemmel hareketlerimle onu delirtiyordum. Hiçbir zerresini es geçmeden onu ağzımın içerisinde ilerletirken büyük avucunu ıslak saçlarıma atıp hepsini sağ elinde toplayarak benim bu hareketlerimi yönlendirmeye başladı. O, birkaç saniyenin ardından bana bir nefeslik zaman tanıdığında inanılmaz zevk alıyordum. Bunu o kadar çok yapmıştık ki artık sayamamaya başlamıştık. "Evet böyle.." dedi, alt dudağını ağzının içerisinde yuvarlarken. "Çok güzel, devam et." Koyulaşan yeşillerindeki şehvet beni memnun ederken başı hafifçe geriye düştü, bir inilti için aralanan dudaklarını ağırca kapattı. "Ölüyorum sana.." diye inledi. Nefesleri düzensizleşirken onu alabileceğim son noktaya kadar almıştım. Gözlerim onun üzerindeyken sertçe yutkunduğunu hareketlenen ademelmasından anladım. "Boşalacağım," dediği anda geri çekilerek bir nefes aldım ve tekrar hiç durmadan onu tamamen ağzıma aldım. "Durma, devam et."
Sağ elimin yaslandığı bacağı kasılırken derin bir inilti onun güzel dudaklarından yükselmişti. Boğazının gerisinden dökülen o güzel iniltisi beni daha çok gaza getirirken bunu duymaya bayılıyordum. Bu yüzden hiç durmadım, devam ettim. Onu son damlasına kadar kuruturken ellerini küvetin kenarlarından hafifçe sarkıtmıştı. Onun alnında ve göğsünde biriken terler yavaşça süzülürken onu çepeçevre saran dolgun dudaklarımı yavaşça çektim. Hafifçe doğrulup sırtımı dik bir konuma getirirken onu süzüyordum. Ağzımın kenarından akan sıvıya doğru dilimi çıkartıp onu da yuttuğumda yeşil gözleri parlamıştı adeta. Bu, beni memnun ederken talepkâr bir şekilde gülümseyip tekrar kucağına yerleştim. Elleri yine vücuduma dolanırken kalçalarıma değen varlığının yine sertleştiğini hissediyordum. "Mutlu musun?" diye sordum. Onun gözleri dudaklarıma kayarken bunun cevabını biliyordum. Tabii ki de onu tatmin etmiştim! Şu parlayan yeşil gözlerinden her şey okunuyordu.
"Evet," dedi, baştan çıkarıcı o sesiyle. "Beni mahvettin." Kaşları havalandı hâlsizce. "Mahvediyorsun.." Dilimi alt dudağımın üzerinde gezdirip ondan kalan izleri temizledim.
"Biliyorum," diyerek onu yanıtladığımda dudaklarımı köprücük kemiğine bastırdım hafifçe. "Senin de beni mahvetmeni istiyorum, şimdi.."
O, bu sözlerimin ardından elini küvetin dışında duran siyah dantelli iç çamaşırlarıma doğru uzattığında siyah külodumu eline aldı. Ben, onu izlerken bakışlarını bana çevirip hiç düşünmeden kumaş parçasını ağzıma tıkadı. Bu, sesimin dışarı gitmemesi içindi çünkü böyle anlarda beni kendimden geçiriyor, kendime hâkim olamıyordum. Bununla beraber kucağına istediği gibi yerleşip bacaklarım arasındaki ıslaklığı onun gidermesi için kollarımı ona sardım. Tam o anda büyük eli kalçama sertçe indiğinde bundan rahatsız olmadım hatta hoşuma gitti. Beyaz tenimin kızaracağına emindim ancak umurumda değildi. Bana istediğini yapabilirdi.
Gözleri benden ayrılıp göğüslerime düştüğünde bu sefer de sertleşen göğüs ucumu parmaklarıyla sıkıştırdı. Ardından da yaklaşmam için gözlerime baktığında ne istediğini anlamış, kucağında hafifçe yükselerek göğsümü ağzına almasını sağlamıştım. Bu, gözlerimin ağırca kapanmasına neden olurken dolgun göğüslerime dakikalarca işkence etti. Isırdı, öptü.. Göğüslerimde yer yer kızarıklıklar oluşurken ben de deliriyordum. Onun bana ait olduğunu ve istediğim zaman benimle olacağını bilmeme rağmen yine de bütün bunlar için ona yalvarabilirdim.
Çok geçmeden o; elini kalçama yaslayarak belime kavis vermemi sağlamış, ardından da erkekliğini ıslaklığıma yaslamıştı. Bu temasla beraber başım hafifçe geriye doğru düştüğünde onun omuzlarına daha sıkı tutundum. Ağzımdaki kumaş parçasından dolayı iniltilerim boğuklaşırken, "Sana tapıyorum," İçimdeki sert vuruşlarıyla kendimden geçerken onunla olan bu sonsuz temas kurma isteğime engel olamıyordum. "Duydun mu? Sana tapıyorum."
Düzensiz nefes alış verişleri, vuruşlarıyla senkronize hareket ederken boğuk iniltilerimi sadece o duyuyordu. Varlığı kasıklarımı zorluyor, muhteşem bir zevk duymama neden oluyordu. Her seferinde bana ilki gibi hissettirmesi imkânsızdı fakat her seferinde daha iyisi oluyordu.
Gözlerinde gördüğüm o şehvet duygusu benim gözlerimde de vardı ve ikimiz bir araya geldiğimizde bu çok tehlikeli bir boyuta ulaşıyordu.
En sonunda ağzımdaki kumaş parçasını çıkarıp onun dudaklarına hızla kapandığımda iniltilerim dudakları arasında kayboldu. Sadece onunla beraber olmak istiyordum. Eli, ıslak saçlarımı bir kez daha kavrayıp öpüşlerini derinleştirdiğinde içimdeki hareketleri de her geçen saniye hız kazanıp sertleşiyordu.
Tenin tene çarpma sesi lavabonun duvarlarında izler bırakırken elimle onun ensesini kavramış, yüzümü iyice yüzüne gömmeme neden olmuştu. Küvetteki köpüklü su küvette kalmakla yetinmeyip taşarken adeta çıldırmış gibiydik ve bu, her seferinde bana daha iyi hissettiriyordu.
O, son kez güçlü bir şekilde içime gömüldüğünde dudaklarım arasından büyük bir çığlık firar edecekti ki yüzünü iyice yüzüme gömerek dilini aralık dudaklarımdan içeri gönderdi.
(Buradan devam edebilirsiniz..)
Bedenlerimiz bir bütün halindeyken bacaklarımın arası zonkluyor, göğsüm aldığım düzensiz nefeslerle inip kalkıyordu. Buna rağmen dudaklarımız ayrılmazken saçlarım arasındaki eli sabitlenmiş, son bir kez daha dudaklarıma uzun bir öpücük bırakmıştı. Hissettiğim o tatlı yorgunlukla beraber ona daha sıkı tutunduğumda dudaklarımız usulca birbirinden koptu.
Göğüslerimiz düzensizce inip kalkarak birbirine temas ederken öpüşlerinden dolayı kızardığına emin olduğum dudağımı dişleyerek nefes alış verişlerimi düzene sokmaya çalıştım. "Bir daha istiyorum," derken nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Burunlarımız birbirine sürterken, "Seninle sabah akşam, tüm yıl boyunca hatta ömrümün sonuna kadar siki-"
"Şşh," diye fısıldadığında az önce hırpaladığım dudaklarında bir gülüş vardı. Gözleri mavi gözlerimde keyifle dolaşırken hâlâ içimde olması beni delirtiyordu. "Seni becermemi mi istiyorsun?" Evet, tam olarak bunu istiyordum.
İhtiyaçla başımı salladım. "Hiç uyumadan."
"Doyuramadım mı seni?" diyerek konuştuğunda elimi ensesine yasladım. Sanki kendisi çok doyuyordu.
"Sen doyuyorsun yani bana?"
"Bütün gün seni koynuma alacağım o anı bekliyorum, ne diyorsun?" derken ikimizde de o kadar hâl yoktu ki sesimiz bile çıkmıyor, resmen fısıldaşıyorduk fakat buna rağmen onunla olmak istiyordum. Ne kadar yorgun olduğumuz ikimizin de umurunda değildi. "Bu gece ne istiyorsan yapacağım," dediğinde dudaklarımda hafif bir sırıtış oluştu. Gözlerime bir yavru köpek gibi bakarken tam da bunu istiyordum.
Bana tapmasını.
Sabaha kadar gözümün içine böyle bakmasını istiyordum.
🌝🌝🌝
"Naber Aslı?"
Yüzümdeki koca gülümsemeyle ona doğru ilerlediğimde beni fark eder etmez oturduğu yerden kalkıp gülümsedi oldukça içten bir şekilde.
"Teşekkür ederim Maran Hanım, hoş geldiniz.." dediğinde başımı usulca sallayıp bakışlarımı etrafta gezdirdim. Şirkette büyük bir kargaşa varken herkes bir o yana bir bu yana koşuşturuyor, büyük bir tempoyla çalışıyorlardı. Az önce ben de bu tempodan kaçarak şirketten ayrılmıştım. Kenan beni arayıp geçen gün şirkette, benim odamda unuttuğu dosyayı Bora'yla göndermemi istediğinde ona ben getirmiş ve açıkçası ona sürpriz yapmak istemiştim.
Evet, sanki her uyuyup uyandığında beni görmüyormuş gibi ona sürpriz yapacaktım.
'Tahtalarının eksik olduğunu biliyorduk zaten, daha büyük bir aydınlanma yaşadık sayende..'
İç sesimin beni aşağılayıcı sözlerine karşılık içten içe göz devirdiğimde bakışlarım tekrar Aslı'ya döndü ve benim sormama fırsat vermeden hızla konuştu. Elini hafifçe hemen arkasında kalan Kenan'ın odasına doğru kaldırdığında onun masasına da kısa bir bakış atmıştım. Burası açık ofis sistemine sahipti ancak bence Aslı kendine ait bir odayı hak eden bir çalışandı. Burada iyi bir performans sergiliyordu ve kimse ona henüz bir oda tahsis etmemiş miydi? "Kenan Bey odasında ama yalnız değil.. Derin Hanım yanında, isterseniz haber vereyim kendisine?" dediğinde ilk defa duyduğum bu isimle beraber kaşlarım hafifçe çatıldı.
"Gerek yok, geleceğimden haberi vardı." derken gözlerim kısa bir an kapıya dönmüştü. "Kim dedin, anlamadım?"
"Derin Hanım.. Daha bu hafta işe başladı, şirketimizin yeni mimarlarından." dediğinde çatık kaşlarım yavaşça normal hâline döndü, başımı söylediklerini anlamış gibi usulca salladım. "Buyurun siz geçin, ben de size kahvenizi göndereyim.."
Dudaklarımda bir gülümseme oluşurken, "Ay süpersin Aslı," demiş, gülmesini sağlamıştım. Siyah, bilekte olan sivri burunlu topuklu botlarım üzerinde ilerleyip odanın kapısını tıklattığımda aşık olduğum sesini duymuş, kapı kolunu hafifçe indirerek açmıştım. Tabii kapıyı açar açmaz yüzümdeki gülümseme hızla soldu.
Karşılaştığım görüntü, kısa bir an beynime oksijen gitmesini engellerken odanın içerisine doğru attığım adımım adeta havada kalmıştı. Kaşlarım derince çatılırken başıma aniden bir ağrı girmiş, tüm beyin kıvrımlarım bu ağrıyı hissetmişti.
Masasında oturan Kenan'ın bakışları bilgisayarının ekranından ayrılıp kapıya doğru, bana döndüğünde elimin altındaki kapı kolunu bırakıp kapıyı kapattım çok da yumuşak olmayacak bir biçimde. O, ateş saçan bakışlarımı hiç umursamadan bana tatlı bir gülümseme bahşettiğinde tekerlekli sandalyesini hafifçe geriye doğru ittirip ayaklandı. "Sevgilim," dedi, sevecenlikle. O, bana doğru ilerlerken bakışlarım yanı başında, başka bir sandalyede oturan kadına dönmüştü kısa bir an. Onunla göz göze geldiğimde bana gülümsedi fakat ben onun kadar sevecen olamamıştım. "Hoş geldin, beklemiyordum seni?" derken kollarını bana dolayıp yanaklarıma birer öpücük bırakmıştı.
"Ben de beklemiyordum," diyerek konuştuğumda delici bakışlarımı tekrar ona çevirdim ve parıldayan yeşillerine baktım. O, söylediklerimi anlamlandırmaya çalışırcasına kaşlarını hafifçe çattı. Birkaç saniye yüzümü incelediğinde özellikle de gözlerime baktığında rahatsız olduğum şeyi anlamış ve hemen açıklamaya koyulmuştu. Tabii bütün bunlardan habersiz olan kadın da hâlâ aynı yerdeydi. Aslı ona Derin mi demişti?
O, belimdeki eliyle beni masanın önündeki koltuklardan birine doğru ilerletirken bir yandan da konuşuyordu. "Derin, yeni başladı.." dediğinde ona direkt olarak ismiyle hitap etmesi sinirlerimi bozmuş ancak ona tabii ki o an bir şey söyleyememiştim. "Yeni mimarlarımızdan," derken Derin de yüzündeki gülümsemeyle ayaklanmış, elini bana doğru uzatmıştı. "Eşim, Maran.."
Yüzüme yapmacık bir gülümseme kondurup bana uzattığı elini tutarak onunla tokalaştığımda ince sesi de odanın duvarlarında yankılandı. "Memnun oldum Maran Hanım," dedi, normal zamanda sevecen olarak niteleyebileceğim bir tavırla. Bu esnada Kenan da benden uzaklaşıp yerine doğru ilerlemişti.
"Ben de," derken elimi usulca onun elinden ayırıp çantamı iki koltuğun arasındaki o küçük sehpaya bıraktım. "Kenan normalde bu kadar kaba değildir aslında, sana yalnızca isminle mi hitap ediyor?" diyerek Kenan'a bir bakış attığımda üzerimdeki ceketi yavaşça çıkarmıştım. Onun bana değen bakışları bir anlam kazanırken dudaklarında, benden gizleyemediği ancak sadece benim anlayabileceğim küçük bir sırıtış oluşmuştu. Yerime otururken Derin de benden sonra oturdu.
"Benim için sorun olmuyor," diyerek konuştuğunda tüm gıcıklığım Kenan'aydı. "Aksine daha iyi oluyor, böyle büyük bir şirkette ilk iş deneyimim sayılabilir o yüzden epey gerginim." dediğinde oldukça cici bir kız gibi görünüyordu ancak bu, ona gıcık olmadığım anlamına gelmiyordu. Hâlâ kocamın dibinde oturuyordu.
"Yeni mi bitirdin okulu?" diye sorduğumda sohbet etmeye açıktı. Gerçekten de gergin görünüyordu ve biriyle sohbet edip arkadaşlık kurması onun açısından iyi olurdu.
"Evet, birkaç ay önce bitirdim.. Daha önce de Keskin zincirlerinden birinde staj yapmıştım. Burada çalışmak benim hep hayalimdi."
'Biz bu işte daha iyiydik.'
Kesinlikle. Kaya zincirlerinin yanında Keskin'in esamesi bile okunamazdı.
Tamam, belki birazcık okunabilirdi.
Surat ifademi gören Kenan, hafifçe güldüğünde bakışları bilgisayarının ekranındaydı. Ben, karşımda konuşan Derin'i dinlerken masaya bıraktığım dosyayı elime alıp Kenan'ın masasına bıraktım. "Adnan Kaya'yı yeterince tanımadığın çok belli.. Onun önünde böyle konuşamazdın, bence kızının önünde de konuşmamalısın." dediğimde durdu, söylediklerimi anlamaya çalıştıktan sonra hemen sağında oturan Kenan'a bir bakış attı. Kenan da bu durumdan keyif alıyor gibiydi. "Kızı boş vaatlerle kandırmayın bari."
"Bayılıyorsun rekabete," dediğinde kaşlarımı kaldırıp başımı hafifçe omzuma doğru yatırdım. Ne de olsa biz artık ortak değil, rakiptik. O, babamın devrindeydi. Biz her ne kadar evli olsak da konu iş olduğunda karşı karşıya geliyorduk.
"Kendisi kaybetti," dediğimde Derin henüz bunlara yabancı olduğu için pek bir şey anlamıyordu.
"Aslı getiriyor mu kahveni?" diyerek konuyu hızla değiştirdiğinde biliyordu ki bu konuşmaya devam edersek onlar açısından kötü olacaktı. Ne de olsa konu iş olunca hırslı birine dönüşüyordum.
Onu başımla onayladığım sırada kapı tıklatılmış, içeri daha önce de çokça gördüğüm genç sekreter girmişti. Üzerindeki beyaz gömleği ve siyah kumaş pantolonuyla Defne Teyze'nin onların giyimine el attığı belli oluyordu. Daha önce de çoğu kez gelmiştim ve böyle bir şeye rastlamamıştım ancak şirkete girdiğim an bu değişiklik gözüme çarpmıştı.
O, odaya girerek kahvemi önüme bıraktığında ona teşekkür ettim. Genç kadın odadan çıkarken arkasından bir bakış atıp Kenan'a dönmüştüm. "Ben görmeyeli epey değişmişsiniz?"dediğimde güldü.
"Annemin işleri," diyerek yanıtladı beni. Kıkırdadım. Demek Defne Teyze de kıskanç bir kadındı ve kocasını korumak için böyle bir şey yapmıştı.
"Haklı kadın.. Şirket değil, mankenlik ajansı bildiğin."
"Az önce buradaydı, gitmemişse babamın yanındadır." derken bilgisayarın ekranını hafifçe Derin'e doğru çevirmiş, Derin'in ona doğru eğilmesine neden olmuştu. Gözlerim kısılırken o ikisini izliyordum. Dakikalarca onunla ilgilenip şirketin işleyişini ona anlattığında şu an onun kokusunu bile soluduğu için onu öldürmek istiyordum. Aslında oldukça masum, saf bir kıza benziyordu ama yine de hemen güvenmemek lazımdı. "Yarın seninle şantiyeye gideriz," diyen Kenan'a kirpiklerim altından bir bakış gönderdiğimde Derin de eşyalarını toplayıp ayaklanmıştı. O, Kenan'ın her söylediğini başını sallayarak onaylarken kahvemi yudumluyordum. "Demir Bey de bize eşlik eder, sana şantiyeyi gezdirir.. Oradaki işleyişi de ondan öğrenirsin, işinde iyidir." Bakışlarını ekrandan çekip ona baktı. "Şimdilik başka bir şey yok, çıkabilirsin." dediğinde Derin ona teşekkür etmiş, ardından bana dönerek tanıştığına dair memnun olduğunu söyleyen birkaç şey söyleyerek odadan ayrılmıştı.
"Hanım'a ne oldu?" dedim, kıskançlıkla. "Şirkette bana bile hanım diye hitap ediyordun. Elin kızına ismiyle hitap ediyorsun." dediğimde güldü. Bilgisayarını kapatarak kollarını masaya yasladı ve güzel gözlerini üzerime dikti.
"E söyledi ya? Gergin kız işte, rahatlaması için-"
"Rahatlaması için bir de sarılıp öp istersen?" dedim, alayla. "Almışsın dizinin dibine, ne bu rahatlık ya?"
"Sen de gel dizimin dibine," diyerek kelimelerine vurgu yaptığında ona dik dik baktım. Oysa o çok ciddi görünüyordu. "Gel," dedi, davetkâr bir tınıyla. Ardından hafifçe dizine vurduğunda gözlerimi süzerek bakışlarımı ondan uzaklaştırdım.
"Derin'i çağır sen, istemiyorum."
"Gel de seveyim seni azıcık," dediğinde sırıtmama engel olamamış, başımı ona doğru çevirip çakır gözlerine bakmıştım. Bu birkaç saniyelik bakışmanın ardından yerimden kalkıp ona doğru ilerlediğimde sandalyesini hafifçe geriye doğru ittirip bana yer açtı. Ben onun dizine oturup kucağına yerleşirken bir eli belimi, diğeri ise bacağımı sarmıştı. Kolum onun omzuna dolanırken hiç beklemeden dudaklarını dudaklarıma örttü. Yumuşak dudakları benimkilerle buluşurken elim yüzüne tırmanmıştı. Parmaklarım birkaç santim uzayan sakalları arasına gömüldüğünde başta yumuşak olan öpücükleri sertleşti, giydiğim jean'in sardığı bacağımı kavrayıp tamamen kucağına yerleşmemi sağladı.
Gülüşüm dudakları arasında kaybolurken, "Duvarlar ince mi?" diye sormuş, onun boğuk gülüşünün duvarlarda yankılanmasını sağlamıştım.
"Değil,"
"Sevişirsek başımıza toplanırlar mı?" diye sorduğumda dudaklarımız birbirine değiyor, sakalları dudaklarıma batıyordu.
"Büyük ihtimalle," dediğinde ensesindeki saçları çekiştirdiğimi bile tam o anda fark etmiştim. Beni öyle bir etkisi altına almıştı ki elimi ayağımı nereye koyduğumun bile farkında değildim.
"Peki biz yine de sevişecek miyiz?" Gözleri dudaklarıma kaydı.
"Büyük ihtimalle."
Elimin altındaki tenini okşarken gözlerim onun gözlerindeydi. "Böyle giderse futbol takımı kuracağız," dediğimde güldü. Eğer evdeysek günün hemen hemen her vakti ikimiz de rahat durmuyor, evin her köşesini işgal ediyorduk. Hafta sonu evde sadece üçümüz olduğumuz için de Olcay her uyuduğunda bunu değerlendirmekten kaçınmıyor, mart ayındaki kediler gibi davranıyorduk. Özellikle ben son zamanlarda o kadar doyumsuz birine dönüşmüştüm ki onu gördüğüm her an üzerine atlıyordum. O da zaten normal zamanda da benden daha da arsız olduğu için bu durumu garipsemiyor hatta hoşuna gidiyordu. Bütün gece, bütün sabah ve evde olduğumuz sürece bütün gün beraberdik. Bazen o, bazen de ben ona itaat ediyor ve beni yatakta kendimden geçirircesine titretiyordu.
"Bir şey söyleyeyim mi?" dedi, belimi okşarken. Gözlerimdeki onayı gördüğünde devam etti. "Ben çocuk falan istemiyorum," dediğinde zafer kazanmışçasına sırıttım. Bu karara varmasında Olcay etkili olmuştu çünkü Olcay bizi hiç rahat bırakmıyordu. Gecenin bir köründe ağlayarak uyanmasını ve bazen de hiç uyumamasını sayacak olursak haklıydı, ben de istemiyordum. "Hatta işe gitmek de istemiyorum, senin tadını çıkarmak istiyorum." Burnu burnuma sürttü hafifçe. "Bütün gün sevişelim istiyorum." Belimdeki eli usulca açık renkli jean'imin sıkıca sardığı kalçama indi. Okşadı hafifçe. "Evimizin her köşesinde hem de.."
"İki dakika romantik olamıyoruz farkında mısın?" diye sordum. Bu, beni güldürürken söylediği şeylere kesinlikle katılıyordum. Aynı şeyleri yapmayı ben de istiyordum. "Hemen beni çıplak hayal etmeye başlıyorsun."
"Aklımdan çıkmıyorsun ki hayal edeyim?" dediğinde gömleğinin açık yakasından tenine dokundum. Tırnaklarım beyaz tenine sürterken iç çamaşırımın zorlandığını hissediyordum ancak burada olmazdı. Bütün şirketin kapının önüne toplanmasını istemiyordum çünkü bu bir skandal olurdu.
"Evimize gidelim mi?" diyerek gömleğinin üzerinden sert göğsünü okşadığımda bedeninin kasıldığını hissediyordum. "Olcay'ı babaanneme göndeririz," derken ne kadar kötü bir anne olduğumu fark etmiştim fakat sadece kocamla oynaşmak istiyordum ve bana kalırsa bu suç değildi.
"Çok kötüsün," dediğinde kikirdemiş, ona daha çok sokulmuştum. Çenemi omzuna yaslayıp yeşil gözlerine alttan bakmaya başladığımda yüzüme düşen birkaç tutamı hafifçe kenara ittirdi. Biz onunla bakışmaya başladığımızda yeşil gözlerinin nasıl bu kadar güzel olduğunu düşünüyordum. Düzgün burnu ve pembemsi dudaklarıyla kusursuz bir adamdı. Yeşil gözleri de bir o kadar ilgi çekiciyken baktığında seni içine çeken dipsiz bir kuyu gibiydi. Tenine yaslı olan elimle sakallarının çevrelediği yanağını hafifçe okşarken bir anda hiç beklemediğim bir şey olmuştu. Arkamızdaki kapı aniden açıldığında hızla yerimde doğrulup başımı kapıya doğru çevirdim. Tabii ki yine rezil olacaktım.
Hem de en olmadık insana.
Defne Teyze'nin irileşen gözleri ikimiz arasında mekik dokurken şokun etkisiyle hâlâ Kenan'ın kucağında oturuyor, aynı şaşkınlıkla onun gözlerine bakıyordum. Ta ki Kenan belimdeki eliyle beni dürtene kadar.
Onun bu sözsüz isteğiyle beraber hızla kucağından kalktığımda Defne Teyze anca konuşabilmişti. "Ay çok pardon," dedi, elini havada savuştururken. Gözlerini de bizden uzaklaştırmış, hâlâ açık olan kapıya hızla dönmüştü. "Ben teksin sanıyordum, dalgınlığıma geldi çalmadım kapını da.." derken kapı koluna tekrar tutunup dışarı çıkmak için bir hamle yapmıştı ancak onu Kenan durdurdu. Bu esnada ben de domatese dönüşürken bu kadına yakalanmaktan artık bıkmıştım. Daha önce de bizi sevişirken basmıştı. Sanırım artık ne kadar azgın bir gelini olduğunu biliyordu.
"Anneciğim gel," dedi, Kenan yerinden kalkarken. Ben, utançtan yerin dibine girmek isterken aslında şu an ölmeyi de tercih edebilirdim. Evet, bu iyi bir fikirdi. "Nereye gidiyorsun, gel otur?" derken Defne Teyze de arkasını dönüp oğluna bakmıştı. Kenan da sanki çok normal bir şey yapıyormuşuz gibi gayet rahattı. Ki doğruydu da biz bir şey yapmıyorduk. Sadece onun kucağında oturuyordum ve bunda hiçbir şey yoktu.
'İyice arsız oldunuz.'
İç sesimi umursamayarak elimi kaldırıp başımı kaşıdığımda bizim bu işleri evimiz dışındaki yerlerde beceremediğimiz kesindi. Sürekli birine yakalanıyorduk.
"Babanın yanındaydım, sana da gitmeden bir uğrayayım dedim ama çıkıyordum zaten." diyerek hızlıca konuştuğunda aslında komik bir durumun içerisindeydik. Kenan, kendini gülmemek için kasarken bakışları çok kısa bir an beni bulmuştu.
"Bir kahve içelim, gidersin sonra." dediğinde açıkçası içten içe gitmesini istiyordum çünkü şu an kıpkırmızı olduğuma emindim. "Gel otur şöyle," diyerek onu, dakikalar önce benim oturduğum koltuğun karşısındaki koltuğa oturttuğunda Defne Teyze çantasını masaya bıraktı. Bu esnada Kenan da masasına doğru yönelip masanın üzerinde duran telefonunu eline alarak bir numara tuşladığında Aslı'yı aradığını anlamıştım. Odadaki boğucu sessizlik beni sıkıntıya sokarken orada öylece durmayı bırakıp Defne Teyze'yle merhabalaşmam gerektiğini düşündüm. Daha fazla buna devam edersem gerçekten daha büyük ayıp olacaktı.
"Defne Teyze'ciğim," diyerek yerin dibinden çıkmaya çalıştığımda adımlarımı ona doğru ilerlettim. Şu an o da Kenan'ın yerine utanmıştı çünkü Kenan oldukça rahat davranıyordu. Açıkçası bizi başka bir şey yaparken yakalamadığı için rahat olması normaldi. Üstelik benim de sürekli bu kadına yakalandığım için bağışıklık kazanmam gerekiyordu. "Görüşmüyoruz ne zamandır, nasılsınız?" derken ona doğru uzanıp sarılmış, o da bana aynı sıcaklıkla karşılık vermişti ama birbirimize doğru düzgün bakamıyorduk bile.
"İyiyim," derken Kenan da Aslı'dan üç kahve istemiş, benim kahvem de soğuduğu için bana da bir yenisini söylemişti. "Siz nasılsınız, alıştınız mı eve?"
Ondan uzaklaşıp yerime otururken Kenan da az önce kucağında benimle oturduğu koltuğuna tekrar oturmuş, arkasına yaslanmıştı. "Alıştık," dedim, gülümseyerek. "Güzel gidiyor her şey.. Kenan'a söyledim annenleri bir akşam yemeğe davet edelim diye ama söylemedi sanırım size?" dediğim an Kenan'ın bakışları hızla bana dönmüş, Defne Teyze'nin bakışları da ikimiz arasında kısaca gidip gelmişti. Kenan'a bu teklifi birkaç gece öncesinde yapsam da annesine söylemediği belliydi. Ya unutmuştu ya da söylememeyi tercih etmişti. İkinci seçenekten emindim.
"Aklımdan çıkmış," dedi, yeşil gözlerini mavilerime dikerken. "Söyledin madem, boş bir gününü ayarla.." derken gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki bu teklifi annesine açmamdan dolayı hoşnut olmadığı belliydi. Zaten o gece ona bunu söylediğimde de gerek olmadığını söyleyerek beni geçiştirmişti çünkü babasıyla bir kez daha karşılaşmamı istemiyordu. İlişkimizin içerisine babası girince ikimiz de birbirimizi üzüyor, tekrar başa dönüyorduk ve şu bir ayda bunu yapmamıştık. Sadece birbirimizle ve Olcay'la ilgilenmiş, başka hiçbir şeyden bahsetmemiştik. Ara ara dışarı çıkıp dolaşmış, romantik yemekler yemiş, tiyatroya ve sinemaya gitmiştik. Tüm bunları yaparken o ergen liselilere dönüşsek de oldukça eğlenip keyifli vakit geçirmiştik. Şimdi de tekrar babasının ilişkimize dahil olmasından korkuyordu. Açıkçası ben de korkuyordum ama bir akşam yemeğinden zarar gelmezdi. Hem o geceden sonra ailesinin geri kalan üyelerine bir özür borçluydum. Tüm geceyi mahvetmiştim ne de olsa.
"Yarın," dedim, hızlıca. Kenan bana öyle bakmaya devam ederken, "Yarın evdeyim, akşama yemek yiyelim beraber."
"Bilemiyorum kuzum," dediğinde gülen yüzüm yavaşça solmuştu. O, bir Kenan'a bir de bana bakarken Kenan da durumdan hiç hoşnut değildi. "Yani tatsızlık olmasın, hiçbirimiz üzülmeyelim daha fazla.. Firuze ve Bige'yle gün içerisinde geliriz sizi ziyarete ama ailecek bir akşam yemeğini daha kaldırabilir miyim sanmıyorum."
Onun kibarca sarf ettiği bu sözlerle beraber suratımı asmamaya çalıştığımda açıkçası buna da pek hakkım yoktu. Kadın neticede haklıydı. O gece beni masumca yemeğe davet etmişti ancak ben de onun eşiyle kavga edip huzuru bozmuştum. Şimdi de aynı şeylerin yaşanmasından o da oğlu gibi korktuğu için beni reddediyordu. Defne Teyze. Beni. İlk kez reddediyordu.
Kenan'ın bakışları, aldın mı cevabını dercesine bana doğru ağırca döndüğünde dudaklarımı birbirine bastırıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Biliyorum o gece yüzünden böyle söylüyorsunuz.. Aslında bunu telafi etmek istemiştim kendimce ama madem öyle, özür dilemem daha doğru olur. Sizi de diğer herkesi de huzursuz ettim o gece.. Sizi de Kenan'ı da mahcup ettim, özür dilerim. Amacım kesinlikle huzuru bozup gerginlik yaratmak değildi ama konu benim için epey hassastı." dediğimde Defne Teyze'nin yumuşacık şefkat dolu bakışları üzerimdeki yerini almış, koltukta hafifçe kayarak elini dizime yaslamıştı.
"Biliyorum tabii ki güzelim," dedi, içtenlikle. "Biliyorum tabii bilmez miyim? Senin acının hâlâ ne kadar taze olduğunu bilmiyor muyum ben?" derken hatırladığım acıyla beraber gözlerim yavaşça doldu. "Haklısın, sonuna kadar haklısın hem de ama Turgay'ın ne hissettiğini gerçekten bilmiyorsun. Babana çok düşkündü, onun can dostuydu.. Bir hata yaptı ve pişman oldu, onu bir kere de olsa dinlemeni istiyor. Bu konunun kapanmasını, sizin daha mutlu bir evliliğin içinde olmanızı istiyor. Olcay'ı görmek için çırpınıyor koskoca adam," derken hafifçe gülmüştü. "Olayın senin tarafından ne kadar zor olduğunu biliyorum ama bana güven." Boştaki elini kaldırıp bolca yüzüğün bulunduğu elimi sıkıca tuttuğunda gözlerimi kırpıştırdım. "Ona bir şans verebilirsin," Başını salladı hafifçe. "Kalbin kırılırsa onun karşısında bu sefer ben duracağım." Defne Teyze'nin bu sözleriyle beraber gözlerimden tek bir damla yaş süzüldüğünde bakışlarımı ondan kaçırmıştım fakat o, dizime yaslanan elini kaldırıp hızla gözyaşımı yakaladı. Bir anne şefkatiyle yanağımı okşadığında onunla ilk kez bu kadar yakınlaşıyordum. Defne Teyze çok iyi, çok cana yakın bir kadındı ve beni de en başından beri çok seviyordu. Ne Firuze'den ne de Bige'den ayırıyordu. Ki zaten aile dostu olduğumuz için benim küçüklüğümü bile hatırlıyordu. Annemle çok yakın dostlardı neticede. "Sen bizim kızımızsın," dedi, sıcak bakışları içime işlerken. "Bige'den de Firuze'den de bir farkın yok, bunu bil olur mu?" dediğinde bunlar son sözleri olmuş, beni kendine çekip sarılmıştı. Onun güzel kokusu ciğerlerime dolarken ellerim de onun zarif bedenine dolanmış, beni anne şefkatiyle kucaklamasına izin vermiştim.
"Karımı ağlatmasaydın keşke," diyen Kenan'ın sesi kulaklarıma ulaşırken güldüm. Gülüşüm, Defne Teyze'nin kızıl saçları arasında kaybolduğunda Defne Teyze de ona dönüp birkaç şey mırıldanmıştı ancak onların bu tatlı atışmasına dikkat kesilemedim.
O an düşündüğüm tek şey Defne Teyze'nin ne kadar iyi bir anne olduğuydu.
🌝🌝🌝
Esen sert bir rüzgârla beraber henüz tam aydınlanmamış kasvetli gökyüzünde bir şimşek çaktı, etraf kısa bir anlığına aydınlandı. Ardından gökyüzünden düşen damlalar hızlandığında bakışlarımı bir araya gelen karanlık bulutlardan çekip elimdeki çiçekleri ekmeye devam ettim.
Beyaz yaprakları olan çiçekleri ekerken ellerim toprağa bulanmış, yağan yağmurdan dolayı da çok geçmeden çamura dönüşmüştü. Elimdeki çiçeği az önce eşelediğim toprağa dikkatlice gömerken yağan yağmurdan rahatsız olmuyordum. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur beni ıslatırken üzerimde Kenan'ın tişörtlerinden biri ve siyah taytlarımdan biri vardı. Ekim ayındaydık ve havalar tahmin ettiğimden daha çabuk soğumuştu. O çok sevdiğim kasvetli havalara nihayet ulaşabilmiştim ancak biraz daha yağmurun altında kalırsam hasta olmam pek de şaşırtıcı olmazdı.
Dakikalardır hatta belki de saatlerdir o çok sık uğradığım mezarın başında otururken yanımda getirdiğim çiçekleri ekmiş, sulamama gerek kalmadan da yağmur yağmaya başlamıştı. Evden çıkarken at kuyruğu şeklinde topladığım saçlarımla beraber ben de sırılsıklam olurken elimi ıslanan toprakta usulca gezdirdim.
Annemle babamın mezarının başındaydım.
Geldiğimden beri babamın mezarının başında otururken getirdiğim tüm çiçekleri onun mezarına ekmiş, onunla uzun uzun sohbet etmiştim sabahın karanlığında. Her geldiğimde annemin mezarına rengarenk çiçekler eksem de bu sefer bunu yapmamıştım. Son birkaç keredir sadece babamın mezarını ziyaret ediyor, onunla sohbet ediyordum. Onun bana bıraktığı işleri nasıl zorluklarla yürütmeye çalıştığımı, evliliğimi, hayatta olsaydı eğer çok seveceği Olcay'ı, Kenan'ı, can dostu Turgay'ı.. Hepsini ama hepsini ona anlatıyordum karşımda beni dinliyormuşçasına. Hatta bana cevap verdiğini bile hissedebiliyordum.
Turgay'ı affetmemi istiyordu, onun için bunu yapmamı söylüyordu. O zaten çoktan onu affetmişti tıpkı benim Kenan'ı affettiğim gibi.
Yanağımdan süzülen bir damlayı elimin tersiyle sildiğimde bunun gözyaşım mı yoksa yağmur damlası mı olduğunu umursamamıştım. Buraya gelirken ağlamamak için çok direnmiştim ve ağlıyorsam eğer farkında bile değildim. "Keşke yanımda olsaydın," dedim, başımı toprağa yaslayıp onun mezar taşına bakarken. Sanki karşımda o varmış gibi. "O kadar yoruluyorum ki her şeyden.. Ama ayakta durmam gerektiğini de biliyorum. Senin için, Olcay için. Eğer o olmasa çoktan vazgeçmiştim hayatımdan çünkü yanına gelme isteğimi içimde hiçbir zaman bastıramıyorum.. Şefkatli kollarında olmayı, saçlarımı sevgiyle okşamanı istiyorum ve bazen yanımda olduğunu da hissediyorum. İnanması güç ama bana sarıldığını bile hissediyorum." Güldüm, gözyaşlarım arasında. "Kızın sonunda kafayı yedi anlayacağın." Çamura bulanan ellerimi umursamadan bir kez daha yüzümden akan yaşları sildim elimin tersiyle. Fakat bu bir işe yaramadı, bu sefer daha şiddetli bir şekilde gözlerimden yaşlar akmaya başladı. "Baba ben seni çok özledim." Avucumda biriken toprağa bakarken sanki onun elini sıkıca tutuyormuş gibiydim. "Al beni yanına ne olur.." diyerek çaresizce konuştuğumda boğazımın derinliklerinde oradan çıkmayı bekleyen bir güç vardı. Dakikalardır ağladığım içindi belki bu sızı. Uyku girmeyen gözlerimi ovalayıp sıcak yatağımdan kalkarak kendimi sokaklara atmıştım ve adımlarımın beni getirdiği yer burasıydı. Ne zaman geldiğimi ya da kaç saattir burada olduğumu bilmiyordum ama evden çıkarken havanın epey karanlık olduğunu biliyordum.
"Maran Hanım," diyen bir ses, ıssız mezarlığın içerisinde yayıldığında bu sesi tanıyordum. Evden çıktığımdan beri beni takip ediyordu zaten. Evin bahçesinde bana yönelttiği soruları cevapsız bıraktığımdan beri beni arabayla takip ediyordu. Dün özel olarak sipariş ettiğim o çiçekleri tek başıma buraya kadar taşımam onu hayrete düşürmüş de olabilirdi tabii.
"Sana peşimden gelme demiştim," diyerek çatallı sesimle konuştuğumda yavaşça doğruldum. Her yanım çamur olmuştu ve yağmur hâlâ sağanak şeklinde yağıyordu.
"Kenan Bey'in talimatı bu yönde efendim," dediğinde söylediğine hiç şaşırmadan elimi soğuk mezar taşına yasladım. Soğuğun bedenime işlediği mermerden kalkıp babamın isminin yazdığı mezar taşını öptüm. "Sizi bekliyor, gitsek iyi olur. Islandınız.." derken elindeki siyah şemsiyeyle yanıma gelmiş ve üstüme tutarak ıslanmamı engellemişti. Ki hoş, zaten sırılsıklam olduğum için bu fayda etmezdi.
"Bir daha sakın beni takip etme," dedim, Bora 'ya hiç de kibar olmayacak bir tonda. "Senin patronun benim, Kenan Bey değil!"
"Tamam efendim," diyerek beni oldukça kibar bir şekilde onayladığında onu umursamamıştım. Gözlerimden akan yaşları silip onun açtığı kapıdan arka koltuğa kurulduğumda arabanın kirlenmesini göz ardı etmiştim. Bora, kapımı kapatıp kendi tarafına geçerken şemsiyeyi de kapatıp torpidonun altına, yere koydu. Ardından torpidoyu açıp benim için peçete ve ıslak mendil çıkarırken onları bana uzatmış, hızla arabayı çalıştırarak yolun kenarında ilerlemeye başlamıştı.
Ben, bana uzattığı mendille ellerimi ve yüzümü temizlediğimde ıslanan ve çamur olan kıyafetlerimle saçlarıma çözümüm yoktu. Eve gider gitmez sıcak bir duş alacaktım. Bugün hiç enerjim olmadığı için de yatak odama kapanabilirdim.
Evet, bu iyi bir fikirdi.
Kısa süren yolculuğumuz evin bahçesinde son bulurken Bora'nın kapımı açmasını beklemeden arabadan inmiş ve eve doğru ilerlemeye başlamıştım uyuşuk adımlarla. Annesinden habersiz evden kaçan yaramaz bir çocuk gibi.
Bakışlarım, evin kapısında beni bekleyen yeşil gözlerin sahibini bulurken bakışları üzerimdeydi. Üzerinde siyah bir tişörtle koyu gri tonlarında bol paça bir eşofman varken çıplak ayaktı. Kollarını göğsünde birleştirmiş, kapının pervazına yaslanmış bir şekilde beni beklerken kaşları hafifçe çatılmıştı. Ondan habersiz gecenin bir köründe evden çıkmama kızmış olduğu her hâlinden belliydi.
"Neredeydin?" dedi, sert bir sesle. Omuz silkip yanından geçtiğimde kapının önünde, çamur olmuş beyaz spor ayakkabılarımı çıkarmıştım.
"Bilmiyorsun sanki, söylemiştir ajanın." diyerek homurdandığımda kapıyı kapatıp peşimden gelmişti. Ben, çıplak ayaklarımla merdivenlere yönelirken evin içi sıcacıktı dışarının aksine.
"Sırılsıklam olmuşsun," dedi, kızgınlıkla. "Hasta olacaksın, çıkar şunları hemen.."
"Belki ölümcül hastalığa yakalanırım,"
"Maran!" diyerek bir anda koluma yapıştığında nevrim dönmüş, sendelemiştim ancak kolumu öyle bir tutuyordu ki dengemi sağlamıştım. Yeşil gözleri alev saçarken birkaç gündür süren bu hâllerimden hoşnut olmadığı belliydi. "Saçma sapan konuşup beni delirtme.. Kendine gel artık, ne bu hâlin ya?"
"Ölmek istiyorum!" dediğim anda bağırışım evin duvarlarında yankılanmış hatta şiddetli bir deprem yaratmıştı. Yeşil gözleri, bu sözlerimle beraber iyice yangın yerine dönerken, "Anlıyor musun? Ölmek istiyorum.. Yoruldum, yetemiyorum, yetişemiyorum, ben başaramıyorum!"
"Sana son kez söylüyorum, şu kelimeyi ağzından bir kez daha duyarsam yemin ederim siktir olup giderim ve yüzümü dahi göremezsin!" diyerek tıslarcasına konuştuğunda titreyen dudaklarımı zapt etmeye çalışıyordum. Çenem öne doğru hafifçe titrerken gözlerimin önü puslandı, sıkıca tuttuğu kolumu bırakması için çırpındım. O, yüzünü yüzüme doğru yaklaştırıp az önce ona söylediğim kelimeleri sarf etti. "Anlıyor musun?" dedi, tehditkâr bir şekilde. "Blöf yapmıyorum, giderim. Allah şahidim olsun Maran, yüzümü göremezsin."
Bu keskin sözlerinin ardından sert bakışlarını yüzümün her köşesinde gezdirdiğinde o çelik gibi olan ifadesi tam karşımdaydı. Onun bu bakışlarıyla beraber gözyaşlarım tekrar akmaya başladığında ondan bir üst basamakta olduğum için aynı hizadaydık, boylarımız eşitlenmişti. Ona doğru yaklaşık kollarımı boynuna doladığımda sırılsıklam olmamı umursamayarak bencillik etmiştim. Sıcacık olan kolları arasına girerken yaşlarım boynunu ıslattı. O; duraksadığı birkaç saniyenin ardından kollarını onun yanında zayıf kalan bedenime dolarken güçlü kolları arasında kendimi güvende hissediyor, beni bu buhrandan çekip almasını istiyordum. "Gitme," dedim, ağlamaklı sesimle. Dudaklarım arasına sızan o tuzlu tadı aldığımda burnumu çektim. "Gitme, bırakma beni."
Belime sıkıca dolanmış elleri ıslak tişörtümün üzerindeyken o da başını saçlarıma gömüp diğer eliyle ıslak saçlarıma dokundu. Hiçbir şey söylemedi, sadede dakikalarca bana sarıldı. Daha henüz yeni yeni aydınlanan güne böyle başlarken tek yaptığım şey onun göğsünde ağlamaktı. Tişörtü de gözyaşlarımdan dolayı ıslanırken tabii bu biraz da üstümdeki tüm kıyafetlerin sıkılacak kıvamda olmasından kaynaklanıyordu.
"Gel senin üzerini değiştirelim, sıcak bir duş al.." derken bana doğru uzanıp tişörtümün eteklerini tutmuştu hafifçe. Onun için kollarımı yorgunca kaldırdığımda üzerimdeki siyah tişörtü yavaşça çıkardı. Islak tişörtü elinden attığında parke zeminde bıraktığı o sesi duymuştum. O, taytımın lastiğine uzanırken dizleri üzerinde hafifçe çöktü ve yine aynı yavaşlıkla taytımı aşağı doğru indirdi. Karşısında yarı çıplak bir hâldeyken bundan utanmıyordum. O, üzerimdekikeri çıkarırken de en ufak bir art niyet hissetmiyordum dokunuşlarında. Oldukça masum bir şekilde bana dokunurken ayak bileklerimin hizasında olan taytı tamamen çıkardı. Ardından da yerdekileri alıp doğrulduğunda elimi tutarak beni banyoya sürüklemişti. Elindekileri kirli sepetine atıp benim için suyu ayarladığında üzerimde kalan parçaları da ben çıkardım uyuşuk hareketlerle. Ağlamalarım dinmiş, gözümde adeta yaş kalmamıştı. "Gel güzelim," diyerek adımlarıma yön verdiğinde birkaç gün önce hararetli dakikalar geçirdiğimiz küvete girmiştim. Küvetin tam ortasına oturduğumda duş başlığından akan ılık suyu saçlarıma tuttu ve toprak parçalarının bulunduğu saçlarımı duru suyla temizledi. Ben, bacaklarımı kendime doğru çekip kollarımı bacaklarıma doladığımda rafta duran şampuanımı eline alıp saçlarımı yıkamaya başladı. Şampuanımın mis kokusu banyoyu sardığında dakikalarca saç diplerime masaj yapmış, saçlarımı güzelce yıkadıktan sonra çamur olan kollarımı ve tüm vücudumu temizlemişti dikkatlice. En sonunda suyu kapatıp arkamdan çıktığında ben de küvetin kenarlarına tutunarak ayağa kalkmıştım yavaşça. Banyo dolabında duran beyaz bornozumu alarak bana döndüğünde eline saçlarımı kurutmam için küçük bir havlu da almıştı. O, yanıma yanaşıp bornozumu giydirdikten sonra küvetten çıktım. Beni, banyo tezgâhının önüne sürükleyip elindeki havluyla saçlarımdaki ıslaklığı aldıktan sonra dolapta duran saç kurutma makinesini de çıkarıp saçlarımı iyice kurutmuştu. Tüm bunların ardından beraber banyodan çıktığımızda Olcay da yatağımızda uyuyordu. Odada duyulan tek ses dışarıda yağan yağmurun sesiyken beraber giyinme odasına geçmiştik. O, bana birkaç parça kıyafet çıkarıp yine kendi elleriyle giydirdiğinde üzerime ne çok kalın ne de çok ince olan gri bir pijama takımı giydirmişti. Saçlarımı da tarayıp gevşek bir şekilde ördükten sonra beni yatağa, Olcay'ın yanına yatırdı. Yorganı belime kadar çekip sıcak yatağa gömülmeme neden olduğunda saçlarımın arasına bir öpücük bırakmıştı. Onun için yatakta hafifçe kayıp onun için yer açtığımda bakışlarım da ona döndü ihtiyaçla.
"Yanıma gel," dedim, çatlak sesimle. O, beni geri çevirmeyip yanıma kıvrıldığında eli belime dolanmış ve beni kendine çekerek sırtımın onun sert göğsüne yaslanmasını sağlamıştı. Göğsünden yayılan sıcaklık ve kendine has kokusu ciğerlerime dolarken başımı yastığa yasladım. "Beni bir daha öyle tehdit etme.." derken sesim bir mırıltı gibi çıkmış, kendi sesimi bile zor duymuştum.
"Sen de bir daha öyle konuşma," derken ses tonu biraz da olsa yumuşamıştı. "Böyle düşündüğün için canımın ne kadar yandığını bilmiyorsun." diyerek fısıldadığında elimi kaldırıp belime yaslı olan elinin üzerine koyarak parmaklarımızı birbirine kenetledim. "Sakın," dedi, sıcak nefesi saç diplerime vururken. "Aklından bile geçirme.."
Gözlerimden akan bir damla yaş yavaşça süzülüp yastığa düştüğünde gözlerimi sıkıca yumup ona bir cevap vermekten kaçınmıştım. Şu an tek istediğim onun kollarında huzurlu bir uyku çekmekti.
Bedenim yorgun düşerken onun kollarına daha çok sokuldum. Yorgun bedenim bir uykuya hapsolurken saçlarımı okşayan eli de son hissettiğim şeydi.
🌝🌝🌝
"Çorbanı iç soğutma." derken çeneme yaslı olan elimi çekip bayık bakışlarımı ona çevirdim. Tam o esnada bana doğru döndüğünde yeşil gözleri gözlerime temas etmiş, elindeki su dolu şişemi önüme bırakmıştı.
Evet, hasta olmayı başarmıştım.
Yaklaşık bir saat önce uykumdan uyanmıştım ve hava kararmış, akşam olmuştu. Daha hava henüz aydınlanırken uyumuştum ve saatlerdir uyuyordum. Kenan benim aksime gece daha doğru düzgün bir uyku çektiği için benimle sadece birkaç saat uyumuş, ben uyanana kadar da Olcay'la ilgilenip bana yemek hazırlamıştı.
"Hastaneye gidelim, bir ilaç alalım en azından." derken kollarını ada tezgâha yaslayıp bakışlarını üzerime dikmişti. "Yemeğini yedikten sonra gidelim." diyerek de son sözü söylediğinde başımı iki yana sallamıştım gerek yok dercesine. Sadece boğazım ağrıyor, burnum akıyordu. Hâlsiz hissetmem dışında iyiydim. "Sormadım, yemeğini ye.."
Onun bu sözleriyle beraber kaşığımı elime aldığımda o da doğrulup mama sandalyesinde oturan Olcay'a yönelmişti. Olcay'a da ben uyanmadan önce çorba içirmişti ve Olcay şu an elindeki ekmeği kemiriyordu. Ondan uzak dursam iyi olacaktı. Kenan, onun küçük su biberonunu tezgâhın üzerinden alıp ona su içirdiğinde Olcay da kana kana su içmeye başlamıştı. "Aşkımız annemiz hasta mı olmuş?" derken onun yanağını öptü. "Tabii hasta olur, yağmurun altında sokak kedisi gibi dolaşırsa.. Değil mi babacığım?"
Onun bu sözleri benim hâlsizce gülmeme neden olduğunda elimdeki kaşığı üzerinde dumanı tüten çorbaya daldırdım yavaşça. "Sensin sokak kedisi." diye mırıldandım. Onun bakışları bana dönerken diğer avucumda sıkıştırdığım peçeteyi hafifçe kaldırıp hapşurdum.
"Belli oluyor," diyerek sataştı bana. Öyle bir hapşurmuştum ki evin içerisine bir kedi girmiş gibiydi. "Kedicik," derken göz göze gelmiş, yarım ağız sırıtmıştı. "İyi yaşa.."
Peçeteyi yüzümden uzaklaştırıp burnumu hafifçe çektiğimde, "Hep birlikte." diyerek onu yanıtlamıştım. Elimdeki peçeteyle burnumu da silip çorbamı içmeye devam ettiğimde pek iştahım olmasa da kâsedeki tüm çorbayı bitirmiş, Kenan'ın azarlarından da böylelikle kurtulmuştum. Onun ısrarlarıyla yukarı çıkıp üzerime bir ceket aldığımda uyumadan önce onun giydirmiş olduğu eşofman takımım gayet normaldi. Bu yüzden sadece ayağıma gri uzun çoraplarımı geçirip rafta duran düz tabanlı bilekte olan botlarımı ayağıma geçirdim. Ardından da aşağı indiğimde Kenan da Olcay'ı Jale 'ye emanet etmişti. Bugün ikimiz de evde olduğumuz için aslında onun buraya gelmesine gerek yoktu ancak ben pek iyi hissetmediğim ve hasta olduğum için Kenan onu birkaç saatliğine çağırmıştı. Olcay'ın hastane havasını solumasını istemiyordum ve buna gerek de yoktu.
O, siyah tişörtünün üzerine geçirdiği ceketiyle beraber tıpkı benim gibi giydiği postallarıyla yanıma gelirken beni de göz ucuyla incelemiş, kalın giyindiğime emin olmuştu. Beraber arabaya binip yola koyulduğumuzda aslında buna gerek yoktu ama bir kez daha bunu söyleyip onu sinirlendirmeyecektim. "Sen de çok yaklaşma bana, Olcay'a falan da bulaşmasın şimdi.."
"Birkaç gün gitme işe, dinlen evde." diyerek bu sözlerime yanıt verdiğinde aslında tam da söylediği gibi yapacaktım. "Ah Maran ah," diye yakındı. "Yağmurun altında niye çıkıyorsun dışarı güzelim benim?"
"Babamı görmek istedim," Gözleri bana döndü kısa bir an.
"Götürürdüm ben seni, yürümüşsün yol boyunca bir de.." dediğinde sesimi çıkarmamıştım. O da elini uzatıp kucağımda duran elimin üzerine koyduğunda sıkıca tutmuştu. "Uzaklaşalım mı seninle buradan?" diye sordu yumuşacık sesiyle. "Trabzon'a gitmek istiyordun, gidelim mi?"
Başımı salladım iki yana. Öyle saçma ve gereksiz bir ruh hâline sahiptim ki bana neler olduğunu bilmiyordum. Son iki gündür böyleydim ve sanırım onu da hayattan soğutuyordum. "Kenan,"
"Sevgilim,"
"Beni babana götürsene.." dediğim anda bakışları yavaşça bana doğru döndü, mavi gözlerime baktı uzun uzun.
"Yine başa mı döndük?"
"Babam onu affetmemi istedi," dediğimde bakışlarına garip bir ifade oturdu. Belki de deli olduğumu düşünüyordu. Ki bunu düşündüğüne emindim. "Babanla konuşmak istiyorum, beni ona götür."
"Maran," dedi, ciddileşerek.
"Kenan lütfen," derken oturduğum yerde dik bir konuma gelmiş, kendime çeki düzen vermiştim. "Sür şu arabayı, gidelim."
Son sözlerim bu olurken o da bana daha fazla ısrar etmedi, bakışlarını sadece üzerimde gezdirmiş ve kendince iyi olduğuma emin olmak istemişti fakat dışarıdan nasıl göründüğümü pek bilmiyordum. O, ilerideki sapaktan dönerek arazilerinin bulunduğu yola girdiğinde bana hiçbir şey söylemedi. Kızmadı da.
Daha fazla beni sorgulamadan isteklerime uydu o gece.
🌝🌝🌝
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.81k Okunma |
816 Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |