30. Bölüm

•XXX•

melek şendur
meelcnmel

Kulaklarıma ulaşan minik kız çocuğunun kıkırtıları, dudaklarımda hoş bir tebessümün doğmasına sebebiyet verirken başımı hafifçe oynatarak açık camdan dışarı baktım. Bahçedeki pembe boyalı oyun evinin önündeki salıncakta sallanırken kahkahalarının şiddeti artıyor, onu sallayan adamın daha mutlu olmasını sağlıyordu. Bakışlarım onu sallamaktan saatlerdir yorulmamış olan adama kaydığında onun o yeşil gözleri de sanki orada olduğumu bilirmişçesine yukarıdan onları izleyen bana dönmüştü.

Yemyeşil bakışları da dudaklarındaki gülümsemeden nasibini almış bir şekilde benim mavi gözlerimde usulca dolaşırken pervaza tutunan elimi hafifçe kaldırıp onlara el salladım. Bu esnada karnıma saplanan hafif bir ağrıyla birlikte diğer elimi karnıma götürdüğümde elimin altındaki şişlik, bakışlarımı yavaşça karnıma doğru indirmeme neden oldu.

Üzerimdeki beyaz sabahlığın sardığı göbeğimden ayaklarımı bile göremezken şaşkınlıkla birkaç kez gözlerimi kırpıştırmak zorunda kalmıştım. Bacaklarım arasından akan kan önce beyaz kumaşa yavaşça yayıldığında gözlerim bu sefer korkuyla irileşmiş, bacaklarımdaki o sıcaklığı hissetmiştim. Müthiş bir yavaşlıkla bacaklarımdan akıp ayağımın altındaki parkeye damladığında beyaz tenimde de izler bırakmayı ihmal etmemişti. Kasıklarımdaki o ağrı dudaklarımın acıyla aralanmasına sebebiyet verirken diğer elimle sıkıca pervaza tutundum.

"Anne!" diyen kız çocuğunun tatlı sesi bahçede yankılanırken yaşanan bu anın gerçekliğini sorguluyordum.

Bu kız çocuğu benim miydi?

"Maran," dedi, Kenan. Ardından elini saçlarımda hissettiğimde bulunduğum yatakta bir hareketlilik olmuştu. "Sevgilim, uyan."

Kasıklarımdaki şiddetli ağrıyla beraber dakikalardır kulaklarımdan eksilmeyen o kızın sesi usulca bedenimi terk ederken bir damlanın şakaklarımdan aşağı doğru süzüldüğünü hissetmiştim. Bir el saçlarımı okşuyor, bir yandan da bu kötü rüyadan beni kurtarmak için elinden geleni yapıyordu. Fakat kasıklarımdaki ağrı hâlâ oradaydı ve rüyamdan bağımsızdı.

"Kenan,"

"Şşh," Fısıltıyı andıran ses tonu bana hiç olmadığı kadar güven verirken kastığım vücudumu yavaşça serbest bırakmıştım. Bu, bedenime bir rahatlık getirdiğinde yattığım yerdeki ıslaklığı çok net hissediyordum. "Buradayım ben."

Sıkı sıkıya kapattığım gözlerim sanki tutkalla yapıştırılmış gibiydi ve ben, ne kadar uğraşsam da gözlerimi açamıyordum. O, sırtıma peş peşe vuruşlar bırakırken kendimi kollarında bir bebek gibi hissediyordum.

Böyle geçen dakikaların ardından zorlukla gözlerimi aralayabildiğimde adeta kan ter içindeydim. Saçlarım terden alnıma yapışmış, gri tişörtüm neredeyse siyaha dönüşmüştü. Gözlerimi araladığım an karşılaştığım yemyeşil gözleri, az önce gördüğüm rüyayı bana hatırlatırken eliyle alnıma yapışan saçları geriye doğru taradı, ve alnıma bir öpücük bıraktı.

"İyi misin?" dedi, ilgiyle. Benden uzaklaşarak komodinde duran su dolu bardağı eline aldığında boğazımın kuruduğunu bile yeni fark etmiştim.

Yerimden yavaşça doğrulup bana doğru uzattığı bardağı elinden aldığımda üzerimden hafifçe sıyrılmış olan gri yorgandan beyaz çarşafa bulaşmış olan kana gözüm takıldı, kasıklarımdaki o ağrının sebebini anladım.

Yanaklarım ısınırken Kenan da bunu fark etmiş olacak ki üzerimdeki yorganı düzeltip dikkatimi dağıtmamı sağladı. Bu esnada da bardaktaki suyun tamamını içip bardağı komodine bırakmıştım. "İyiyim," dedim, çatallı bir sesle.

"Kâbus mu gördün?" dediğinde bakışlarımı usulca ona çevirdim. O, benim aksime yeni uyanmış gibi durmuyordu.

"Evet," Başımı salladım, onu onaylarcasına. "Çok kötüydü."

Elleri hâlâ saçlarım arasında dolaşırken, "Anlatmak ister misin?"

"Hayır," diyerek yakınımdaki bedenine kollarımı doladığımda dilimi, kurumuş dudaklarımın üzerinden hızla geçirdim. Hâlâ etkisinden çıkamıyor, ara ara gözlerim dalıyordu.

Onun elleri de güven verici bir şekilde bedenime sarıldığında gömleğinden yayılan kokusu her şeye rağmen gerçekti. Uzun bir süre boyunca sessizce onun göğsünde konakladığımda bana daha fazla soru sormamış, sadece saçlarımı okşamakla yetinmişti. Açıkçası bundan memnundum, çünkü bu saçma rüyayı unutmak istiyordum.

"Hadi kalk, ılık bir duş al bakayım." derken bunu kendime gelmem için söylediğini biliyordum. "Bir rahatla, sonra da beraber kahvaltı yapalım olur mu?" dedi, yanağımı okşarken. Bir kez daha onu başımı sallayarak onayladığımda yanağımı öptü. Eş zamanlı olarak da benden önce ayaklanıp beni daha fazla utandırmamaya çalışırken, "Bir şeye ihtiyacın olursa seslen bana."

"Tamam," dedim, kısık bir sesle.

O, beni yalnız bırakarak odadan çıkıp kapıyı da kapattığında yorganı üzerimden atıp kan olmuş beyaz çarşafa baktım. Pekâlâ, buna şahit olması pek hoş değildi. Hatta hiç hoş değildi.

Koskoca odada tek başıma olmama rağmen yanaklarım kızarmaya başladığında yerin dibine geçmek istiyordum. Bunu ilk kez yaşamam bir yana, sevgilimin şahit olması da başka bir yanaydı.

Yerimden kalkarak duşa girmeden hemen öncesinde beyaz çarşafı çıkardım. Kan lekesi yorgana geçmediği için sadece çarşafı değiştirecektim. Elimdeki çarşafı banyodaki kirli sepetine atıp giyinme odasına geçtiğimde oradaki dolabı açarak içerisinden temiz nevresimlerden birini çıkardım ve oyalanmadan yatağa serip dağınık olan yatağı da toplayarak banyoya geçtim. Kapıyı arkamdan kapatıp hızla üzerimdekilerden kurtulduktan sonra kendimi hemen suyun altına atmıştım. Duş başlığından akan ılık su önce saçlarımı, ardından da çıplak bedenimi ıslatırken yavaşça kendime geldiğimi, bedenimin rahatladığını hissediyordum.

Ne uzun ne de çok kısa sayılabilecek bir duş faslının sonunda ıslak saçlarımı bir havluyla sardığımda önce dişlerimi fırçalamış, yüzüm için kullandığım sabunla da güzelce yüzümü yıkamıştım.

Banyodaki işim biter bitmez kapıyı açıp çıktım ve tekrar giyinme odasına geçtim. Giyinme odasındaki berjerin üzerinde duran bana ait birkaç parça kıyafeti gördüğümde bunları Kenan'ın benim için buraya bıraktığını düşünerek iç çamaşırlarımı elime almıştım. Tabii bunun öncesinde bir şeye ihtiyacım vardı ve bu da kıyafelerimin arasındaydı. Ben, aptal gibi en çok ihtiyacım olabilecek şeyi bavuluma koymayı unutmuşken o bunu da düşünmüş ve beni utandırmadan ben banyodayken odaya bırakmıştı.

Aşağı indiğimde onu kesinlikle öpecektim.

Bunu aklımın bir köşesine not ederek üzerimi giydiğimde dışarısının soğuk olduğunu da göz önünde bulundurarak üzerime koyu yeşil bir sweatshirt giymiştim. Yaz ayında olmamıza rağmen burada hava gerçekten soğuktu.

Daha dün, öğle saatlerinde Trabzon'a varmış ve bir önceki gibi konakta değil, Kenan'la Gediz abiye ait başka bir evde kalmaya karar vermiştik. Bu Kenan'ın fikri olsa da bu fikirde benim de etkim olduğunu düşünüyordum, çünkü babaanneyle olan durumumuz ortadaydı.

Islak saçlarımı kurutup ördükten sonra ayaklarıma da mavi, figürlü bir çorap giyip siyah taytımın üzerine çekmiştim. Telefonumu alarak odadan çıkıp ahşap merdivenleri inmeye koyulduğumda kasıklarımdaki ağrı hâlâ orada varlığını koruyordu. Bu yüzden oldukça yavaş hareket ediyordum.

Merdivenleri bitirip salona ulaştığımda evde bir kargaşa hakimdi. Sadece Kenan bu kargaşaya dahil değildi, o da mutfakta bir şeylerle uğraşıyordu. Burnuma gelen güzel kokular eşliğinde adımlarımı mutfağa yönelttiğimde acıktığımı hissetmiştim.

"Eftal'in çantası nerede, Gediz?" dedi, Firuze hiddetle. Kucağında ağlayan Eftal'i susturmaya çalışırken bir yandan da telefonla konuşuyordu. Bu gürültü, yüzümü hafifçe buruşturmama neden olurken Ufuk, Onur ve Yiğit de salonun ortasında top oynuyordu. Bige ve Olcay da kapının önünde oflarken Gediz abi ve Kılıç da bahçedeki masanın üzerinde duran kahvaltılıklardan atıştırıyordu.

"Ne oluyor yahu?" dedim, şaşkınlıkla. Gözlerim adeta bumerang görevi görürken Kenan'ın bakışları da bana dönmüştü. "Neyin telaşı bu?"

"Dışarı çıkacaklar," diyerek beni yanıtlarken ellerini yıkıyordu.

"Nereye gidiyorlar?" diye sorduğumda ondan önce Gediz abi konuşmuştu.

"Siz gelmiyor musunuz şimdi?" dediğinde neyden bahsettiğini anlamadığım için ona cevap verme görevini üstlenememiştim.

"Yok ya," dedi, Kenan da. Üzerindeki gömleği çıkarmış, onun yerine lacivert bir tişört giymişti. Gri eşofmanıyla da ev hâline tamamiyle bürünmüştü. "Siz gidin, biz evdeyiz."

"Babaannem büyük olay çıkaracak," diyen Bige, bakışlarımı ona çevirmeme neden olduğunda nereye gideceklerini de anlamıştım.

"Aynen," dedi, Gediz abi. "Şu olayı sen uzatma bari.. Kadıncağız yaşlı, üzme onu."

"Gelmiyorum," dedi, ritmik bir tonda. Bir yandan ekmekleri kızartıyor, bir yandan da abisiyle konuşuyordu. Pekâlâ, benim yüzümden gitmek istemiyordu. Uyandığımda üzeri giyinikti fakat şu an üzerini değiştirmiş, daha rahat bir şeyler giymişti.

Sırf onun için babaannesine katlanabilirdim.

"Neden gitmiyoruz?" dedim, ilk kez konuşarak. Bununla birlikte bakışları tekrar bana döndüğünde birkaç saniye ifademi inceledi.

"Çünkü istemiyorum," dediğinde elimi tezgâha yaslamıştım. "Sen de rahat etmezsin orada, gidersek de bırakmazlar bizi zaten." Omuz silktim.

"Buraya geldiğimizi biliyorlar, gitmezsek ayıp olur." derken kızarmış olan ekmeklerden birini kemirmeye başlamıştım.

"Ufuk hadi!" diyen Onur'a bir bakış attığımda çenemle onları göstermiştim.

"Bunlar nereye gidiyor?"

"Onur, Ufuk ve Olcay kahvaltıya gidiyorlar, ardından da etrafı dolaşacaklarmış." diyen Firuze'nin telefonunu kapatmış olduğunu gördüğümde Eftal'i de susturabilmiş gibi görünüyordu. "Geri kalanlar da bizimle geliyor, siz de gelin hadi."

"Evet gidelim," dedim, Kenan'a doğru dönerek. "Babaannenle aranız daha da bozulmasın şimdi."

"Siz gidin," derken benim bu söylediklerimi umursamadığı belliydi. "Gelmiyoruz." diyerek keskin bir tonda konuştuğunda ne abisi ne de ben daha fazla bu konuda ısrar etmiştik. Onlar dakikalar içerisinde evden çıkarken koskoca evde onunla baş başa kalmıştık.

Ağzımdaki lokmayı yutarken ellerimi birbirine hafifçe vurarak elimdeki kırıntılardan kurtulup ona doğru döndüm. O, balkondaki üstü ahşapla kapalı olan büyükçe verandaya tabakları götürürken ben de yapılacak bir şey olup olmadığına bakıyordum fakat yoktu. O masayı sadece ikimiz olmamıza rağmen baştan sona donatmıştı.

"Yardım edebileceğim bir şey var mı?" diyerek sorduğumda çayı kontrol etti.

"Hayır bebeğim, oturabilirsin sen." dediğinde itiraz etmeyerek masaya geçip oturmuştum. O da çok geçmeden çaylarla birlikte geldiğinde hemen karşımdaki yere oturmuştu. Bu esnada gözlerim sisle kaplı gökyüzündeydi. Daha dün İzmir'deki o sıcak havayla kavrulurken burası aksine soğuktu. Kışın geldiğimdeki kadar soğuk olmasa da pek sıcak olduğu da söylenemezdi.

"Aslında Olcay'lara eşlik edebileceğimizi düşünmüştüm ama sen pek iyi değilsin diye planlarımızı erteledim," dedi, çayından bir yudum almadan önce.

"Bence ertelemene gerek yoktu, gidebilirdik." Bu sırada tabağıma bir şeyler eklemekle ilgileniyordum. Normalde kahvaltı yapmayan ben, günlerdir bu öğünü atlamıyordum. "Konağa da gidebiliriz." dediğimde bana bir bakış attı.

"Babaannemi mi özledin?"

"Belki o beni özlemiştir?" dedim, ona bakarak. "Gidip bir görünelim işte, ayıp olmasın."

"Bakarız," derken önümdeki çaya iki şeker atıp karıştırdı. "Kahvaltını yap sen."

"Benim yüzümden eve tıkılıp kalmanı istemiyorum," dedim, daha fazla dayanamayarak. "Babaannen benden hoşlanmıyor diye onu görmeye gitmeyecek misin yani?"

"Babaannem sadece seni değil, beni de yok saydı Maran." dedi, yavaşça. "Senden hoşlanmaması zaten büyük bir saçmalıkken onu davet etmem hâlinde bile beni kırıp gelmemeyi tercih etti.. Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi onu görmeye gidemem, hele de seni o kadar üzmüşken."

"Aranız daha da kötü olmasın en azından," dedim, yumuşacık bir tonda.

"Olursa olsun, umurumda değil." dediğinde alt dudağımı hafifçe dişlemiştim. Benim ısrarlarıma bile aynı net tavrı gösteriyorsa bu konuda bayağı katı davranacağı kesindi. "Sen nasıl hissediyorsun kendini?" dedi, ilgiyle. "Daha iyi misin?"

"İyiyim," dedim, gülümseyerek.

"İyi yanından bakarsak bugün evde baş başayız," dediğinde heyecanla yerimde kıpırdandım. Evet, günler sonra baş başa kalabilecektik ve birlikte güzel zaman geçirebilirdik.

"Planlarımızı da ertelediğine göre yeni planlarını dinlemek için sabırsızlanıyorum," dedim, hevesle. Bu, onu güldürürken kısa bir an duraksamıştım. Onunla evde baş başa kalma fikri kulağa hoş gelse de herkes konaktayken onun burada olması beni rahatsız ediyordu. Belki de onu konağa götürebilirdim? Bunu nasıl yapardım bilmiyordum ama en azından bunun için bir şeyler deneyebilirdim. "Aslında benim aklımda bir şeyler var."

Yeşil gözleri, etraftaki o yemyeşil ağaçlardan öylesine nasibini almıştı ki o ağaçlara baktığımda bile onun o kusursuz çehresini görmüş gibi oluyordum.

"Ne varmış aklında?"

"Sürpriz," dedim, keyifle. Elimdeki çatalı hafifçe ona doğru tuttuğumda o bakışları meraklı bir hâl almıştı. "Kahvaltını yap sen önce.."

2 SAAT SONRA

"Maran," Kenan'ın çatık kaşlarının altındaki bakışlarını üzerimde hissederken gözlerim yeşilliklerle bezenmiş yoldaydı.

Neredeyse bir saat önce evden çıkarak Kenan'ı konağa götürme görevini üstlenmiştim. O, nereye gideceğimizi sorup dursa da ona kaçamak cevaplar vermiş ve arabasının anahtarını alarak bugünlük onun şoförlüğünü yapma kararı almıştım. Yolculuğumuzun başlarında yan koltukta oturmanın ne kadar keyifli olduğu hakkında konuşup benimle cilveleşse de konağın yolları tabii ki ona tanıdık gelmişti. O tanıdık yolları gördüğü an o kaşlarını çatmış, nereye gittiğimizi de böylelikle anlamıştı. Dakikalardır da eve dönmem için bir sürü söz sarf ediyordu fakat kendini yormaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

Evden çıkmadan önce Bige'den konağın konumunu istesem de konak, şehrin neredeyse dışında kaldığı için yolculuğumuz epey uzun sürmüştü. Şu anda da beş dakikalık bir mesafemiz kalmıştı.

"Şu an geri dönersen sana kızmayacağım," dediğinde yolun sonunda kendini gösteren koskoca konakla birlikte omuz silktim.

"Geldik bile," dedim, umursamazca. "Buradan geri dönmek de olmaz şimdi."

"Bu yaptığın çok büyük ayıp, farkındasın değil mi?" derken gerçekten oldukça sinirlenmiş gözüküyordu. "Gitmek istemediğimi söylememe rağmen beni buraya getirdin."

"Asıl senin yaptığın çok büyük ayıp olurdu," diyerek hemen üste çıktığımda alayla güldü. "Geldik işte, uzatma sen de. Birkaç saat dayanırsın."

"Asıl senin dayanman gerekecek, benim değil." dediğinde bunun tabii ki farkındaydım fakat onun daha fazla babaannesiyle böyle küs kalmasını istemiyordum.

Arabanın hızını yavaşlattığımda kapıda olan iki koruma da hem plakadan hem de açık camdan görünen Kenan'dan dolayı yüzlerindeki o donuk ifadeyi hızla silmiş, onunla samimi bir şekilde selamlaşmışlardı. Konağın sur gibi olan kapılarını da bizim için açtıklarında konağın bahçesine giriş yapmış sayılırdık. Bununla beraber gerildiğimde Kenan'a bunu belli etmemem gerekiyordu. Eğer ona bunu belli edersem gerçekten geri dönebilirdik.

Çakıl taşlarının sesi kulaklarıma ulaşırken çok geçmeden bir kapı daha korumalar tarafından açılmış, aynı çakıl taşlı yolda bir süre daha ilerlemiştik. Bu, sadece birkaç dakikamızı aldıktan sonra arabayı süs havuzunun kenarına park ederek emniyet kemerimi çıkardım. Bu esnada Kenan da emniyet kemerini çıkardığında elimi arkaya doğru uzatarak karton poşeti almıştım. Buraya gelirken canımın tatlı istediğini söyleyerek arabayı durdurmuş ve boş gitmemek adına güzel bir tatlı almaya karar vermiştim.

"Hem bak tatlı da aldık," dedim, kapıları kilitlerken. "Tatlı yer tatlı konuşuruz?"

O, bana ters bakışlar atarken arabanın anahtarını avucumun içerisine sıkıştırarak onun adımlarına ayak uydurmaya başladım. "Canın tatlı falan istemedi tabii."

"Açıkçası," dedim, başımı ona doğru hafifçe kaldırarak. "Ne yalan söyleyeyim canım istedi." dediğimde o huysuz tavrını bir kenara bıraktı. Dudakları yukarı kıvrılır gibi olurken şirince gülümsemiştim.

"Kenan," diyen bir kadın sesiyle beraber bakışmamız kesildiğinde kapıdaki korumaların bir o kadarı da bahçenin etrafındaydı. Tıpkı daha önce geldiğimdeki gibi hiçbir şey değişmemişti.

Büyük ahşap kapıda görünen Şermin ablayla dudaklarım yukarı kıvrılmıştı. Büyük ihtimalle kapıdan haber vermişlerdi.

"Hoş geldin kuzucuğum," dediğinde Kenan çoktan o kollarını Şermin ablanın boynuna dolamıştı.

"Hoş bulduk güzellik," dedi, az önceki o sevimsiz tavrının aksine. Dudaklarında tatlı bir gülümseme oluşmuş, daha sevecen bir tavır takınmıştı. "Nasılsın, iyi misin?"

"Seni gördüm daha iyi oldum," dediğinde birbirlerinden uzaklaşmışlardı. Kenan küçükken Şermin abla ona bakıp onu büyütmüştü, tabii o zamanlar İzmir'de değil de Trabzon'da yaşıyorlardı.

Onun kahverengi gözleri beni bulduğunda dudaklarındaki gülümseme solmamıştı. "Sen de hoş geldin güzelim," derken kollarını hafifçe bana doğru uzatmış, ona yardımcı olarak hemen boynuna sarılmıştım. Kenan'ı tanıdığı kadar beni tanımıyor olsa bile bana babaanneden daha sıcak davrandığına emindim.

"Hoş buldum, ablacığım." dediğimde o cici kız tavırlarıma istemsizce bürünmüştüm. Zaten onlar da bundan hoşlanıyordu.

Onunla olan kucaklaşmamız da saniyeler içinde sonlanırken daha fazla kapıda kalmamış, beraber içeri geçmiştik. Şermin abla, elimdeki poşeti alarak mutfağa geçerken biz de Kenan'la birlikte salona doğru adımlamaya başladık.

Salondan birtakım kahkahalar yükselirken herkesin evde olduğunu anlamıştım. Bu, biraz daha gerilmeme neden olurken ellerimi üzerimdeki kırmızı deri pantolona hafifçe sürttüm. Sık sık derin nefesler alıyor, gerilimi en aza indirmeye çalışıyordum fakat bu, zor gibiydi.

"Selamlar,"

Kenan'ın bu söylediği, salondaki sohbetin kesilmesine neden olurken kanepelerde oturan bakışların hepsi önce ona, sonra da Kenan'ın hemen ardından salona giren bana dönmüştü. Bu sessizlik sadece birkaç saniye sürdüğünde Farah ve Cevher Hala da hemen ayaklanıp kocaman gülümsemeleriyle bize doğru ilerlemişlerdi. Kanepede başköşede oturan Kiraz Babaanne de mutluydu fakat bu mutluluğu torununun burada olmasından kaynaklanıyordu.

"Hoş geldiniz çocuklar," diyen Farah Hala, Kenan'a sarılırken Cevher Hala da aynı sözleri sarf ederek bana sarılmıştı. Onun o güzel kokusu ciğerlerime dolarken gergince gülümseyip ellerimi onun sırtına yasladım.

"Hoş bulduk," Neredeyse Kenan'la aynı anda söylediğimiz bu şey, gülmek istememe neden olsa da bunu o an yapamamıştım. O kadar gergindim ki nefes bile alamıyordum.

"Maran'cığım," dedi, Cevher Hala. "Nasılsın görüşmeyeli?" derken geri çekilip gözlerini yüzümde gezdirmişti.

"İyiyim, siz nasılsınız?" dediğimde gülümsemesi daha da genişledi.

"İyiyim," dedi, hafifçe kolumu okşayarak. "Hayırlı olsun bu arada, biz gelemedik." dediği sırada bunun önemli olmadığına dair başımı hafifçe iki yana sallamıştım.

"Hiç sorun değil, olur mu öyle şey?" dediğimde mahcup bir tavırla gülümsemiş ve Kenan'a doğru yönelmişti. Bu sefer de Farah Hala'yla kucaklaşıp aynı sohbeti gerçekleştirdiğimizde gerginliğim azalmıştı.

"Sen bize bir kırılmış gibisin," diyen Cevher Hala, Kenan'la beraber önümde ilerlerken Kenan da kolunu onun omzuna atmıştı. Ben de Farah Hala'yla birlikte onların arkasından ilerlerken Farah Hala da kolunu benim omzuma dolamıştı. "İstemeye gelemedik diye mi yoksa?"

"Düğüne gelirsiniz siz de," diyerek onu yanıtlayan Kenan, babaannesinin bakışlarının kısaca bana dönmesine neden olduğunda ben onun bu güleryüzlülüğünü bozabilmiş gibi durmuyordum.

"Geleceğiz tabii ki!" dedi, Farah Hala da. "Diğerlerini bilemem ama ben geleceğim." dediğinde bunu öyle bir söylemişti ki Kiraz babaanneye inat olduğu belliydi.

"Kenan'um," diyen babaanneyle birlikte Kenan kolunu Cevher Hala'nın omzundan çektiğinde onun yaşlı bir kadına katı davranacağını sanmıyorum. "Hoş celdun, ozlettun kenduni.." dediğinde Kenan onun pofuduk, beyaz elini kavrayıp öpmüştü. Ardından ona sarılarak tonton yanaklarına birer öpücük bıraktığında bunu benim de yapmam gerektiğini biliyordum. Yani elini öpmem gerekiyordu. Galiba?

"Hoş bulduk, babaanne." dediğinde evdeki o keskin tavrından eser yoktu. Pekâlâ, Şermin ablaya daha sıcak davrandığı kesindi fakat şu anda da soğuk değildi. "Nasılsın?"

"Eyiyim, sen nasilsun?" derken o da Kenan'ın yanağına söylediği gibi özlem dolu bir öpücük bırakmıştı.

"İyiyim." dediğinde başını hafifçe bana doğru çevirmiş ve orada, yabancı bir şekilde durmamam için bana sıcacık bir bakış göndermişti. Bu, harekete geçmem için bir neden olurken birkaç küçük adım atarak babaannenin sevecen dolu bakışlarının bana dönmesine neden oldum. Kalbim küt küt atarken bu sefer de onun o yumuşacık elini kavrayan bendim. Onun elini öptükten sonra hafifçe doğrulup yeşil gözlerinde bakmıştım.

"Nasılsınız?" dedim, sevecen bir şekilde. Belki onu bu tavırlarımla tavlayabilirdim, olmaz mıydı?

Onun o yeşil gözleri üzerimde kısaca gezinirken bu tavrımdan memnun olmuş gibi görünüyordu. Gözlerinde gördüğüm o ifade rahatlamama neden olurken Kenan'ın elini sırtımda hissetmiştim. Hafifçe sırtımı sıvazlayarak rahatlamamı sağladığında, "Eyiyim," dedi, Kenan'a verdiği cevabın aynısını vererek. "Sen de hoş celdun.."

"Hoş buldum,"

"Siz kahvaltı yaptınız mı bakayım?" diyen Farah Hala, ortamdaki bu sessizliği bozduğunda Kenan'ın yönlendirmesiyle birlikte Kılıç'la Gediz abinin oturduğu kanepeye oturmuştuk.

"Yaptık," dedi, Kenan. "Sizi görmeye geldik öyle." derken bana bir bakış attı. "Maran çok istedi, kıramadım." Hayır, kırmıştı. Yol boyunca bir sürü laf etmişti ama şimdi öyle değilmiş gibi davranıyordu.

"İyi yapmış," dedi, Cevher Hala da. "Maran olmasa seni göremeyeceğiz yani?"

Bu sözlerine karşılık mahcup bir ifadeyle gülümsediğimde Kenan, üzerindeki haki yeşili deri ceketi çıkarmıştı. İçerisi dışarıya göre oldukça sıcaktı ve bu hamlesini gördüğümde ben de üzerimdeki hırkayı çıkarmaya karar verdim.

"Vallahi ben çok ısrar ettim ama gelmek istemedi-" Gediz abinin bu sözlerini Kenan, koluyla onun koluna hafifçe vurarak kestiğinde bakışları kısa bir an Kenan'a döndü. Kılıç, çaktırmadan gülerken ben de başımı eğerek sessizce gülmüştüm.

"O bize kırılmış belli," diyen Farah Hala, siyah saçlarını geriye doğru eliyle nazikçe ittiğinde dudaklarında bir gülümseme vardı. "E haklı tabii çocuk."

"Kırılmadım," dedi, Kenan. "Niye kırılayım, olur mu öyle şey?" dediğinde bu söylediklerinde oldukça ciddi duruyordu. Zaten onun kırgınlığı sadece babaannesineydi.

"Düğünü ne zaman yapıyorsunuz, kararlaştırdınız mı?"

"Ay ne düğünü?" dedi, Bige Farah Hala'ya dönerek. "Bir iki yıl sonra yapacağız diyorlar, siz düğün ne zaman diyorsunuz!"

"Niye o kadar geç?" diyen Cevher Hala merakla bize doğru döndüğünde ara ara babaanneye kaçamak bakışlar atıyordum. Neyse ki kaşları çatık değildi, gayet dikkatle bizi dinliyordu.

"İkimiz de yoğun çalışıyoruz, Maran'ın da bir projesi var onunla ilgileniyor." dedi, Kenan. "Şu an iş dışında koşuşturacak bir vaktimiz yok, biz de böyle karar verdik ama kesin bir şey değil.. Maran ne zaman isterse o zaman yapacağız düğünü."

"Nerede yapacaksınız, düşündünüz mü?"

"Aslında," diyerek ilk kez konuştuğumda Kenan da hiç yadırgamamıştı. Herkesin odağı ben olurken, "Düğünün yalıda olmasını istiyorum.. Orada doğup büyüdüm sonuçta, babam da böyle olmasını tercih eder zaten." dediğimde bunu daha önce Kenan'la konuştuğum için sesini çıkarmamıştı. Hatta seve seve kabul etmişti ve birlikte nikahı da yurt dışında yapma kararı almıştık. Düğünden birkaç gün öncesinde İtalya'da çok beğendiğimiz bir yerde nikah kıymayı düşünüyorduk, hatta bana kalırsa üç gece düğün yapmayı planlıyordum.

"Ha burada da yabacağuz," dedi, Kiraz babaanne ilk kez konuşarak. Öyle ki o tatlı şivesini bile kullanmamıştı. Bu, herkesin bakışlarının ona doğru dönmesine neden olurken açıkçası bunu beklemiyordum. "Kenan'umun uşakluğu burada geçti.."

"Anneciğim önce bir nişan yapsınlar, onu da düşünürüz elbet." dedi, Cevher Hala.

"Nişan yapmayacağız," diyen Kenan'ın bakışları kısaca bana döndüğünde onu başımla onaylamıştım.

"Kına?" Bu sefer konuşan Farah Hala'yken bu sefer de onu ben yanıtlamıştım.

"Tercih etmiyorum diyelim,"

"Aaa," Cevher Hala, ifadesinde hakim olan o şaşkınlıkla bana baktığında bir an yanlış bir şey dediğimi düşünmüştüm. "Olur mu öyle şey? Kınasız düğün mü olur yahu?"

"Olmaz mı?" dedim, hayretle.

"Olmaz tabii, hiç eğlenmeyecek misiniz canım?"

"Aslında onun yerine düğün öncesinde bir yemek organizasyonu yapmayı düşünmüştük," dediğimde bana deliymişim gibi bakıyordu. "Hem düğün sonrasında da bir organizasyon olacak, o yüzden gerek olmadığını düşünüyorum ben ama-"

"Yaparız canım," dedi, Firuze sözümü keserek. "Tabii ki kına yapacağız ama önce benim doğurmamı bekleyin." dediğinde herkes gülmüş ama benim kafam hâlâ Cevher Hala'nın söylediklerindeydi. Bakışlarımı beni kurtarması için Kenan'a doğru çevirdiğimde göz göze gelmiş, dudağını büzüp omuz silkmişti.

"Beni zorla buraya getirdiğin için bunu hak ettin," dedi, acımasızca.

"Ama Kenan," diyerek bir kedi gibi ona sokulduğumda dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu. "Kına ne ya? İstemiyorum ben, bir şey söylesene."

"Sen istemiyorsan öyle bir şey olmaz zaten, zamanı geldiğinde konuşuruz düşünme bunları şimdi." dediğinde bir süre bu sözlerinin bana etki etmesi için o güzel gözlerine baktım.

"Kına istemiyorum," dedim, son kez. Ardından yüzümü buruşturdum. "Öyle bir yerlerime yakılmasını da istemiyorum, iğrenç!" Bu sözlerim onun kıkırdamasına neden olurken kolunu da koltuğun arkasına doğru uzatmıştı.

"Yapmayız biz de,"

"Yapmayız değil mi?" Cıkladı.

"Yapmayız, birtanem."

O, kimseye çaktırmadan başımın üzerine bir öpücük bıraktığında ikna olmuş gibiydim. Açıkçası bu konuda da ısrarcıydım ve tavrımı korumaya da devam edecektim. Çünkü bu benim düğünümdü ve aylarca herkesin konuşacağı bir düğün yapacaktım.

"Kenan!" diyen bir çocuk sesi merdivenlerin başından yükselirken ikimiz de aynı anda başımızı oraya doğru çevirmiştik. Dicle yüzündeki o tatlı, koca gülümsemesiyle kalan basamakları zıplayarak indiğinde Farah Hala da kaşlarını çatarak ona baktı.

"Dikkat et Dicle, düşeceksin!" diyerek onu uyardığı sırada koşar adımlarla yanımıza gelmiş, Kenan'ın onun için açtığı kollarına doğru hızla atılmıştı.

"Oy," dedi, içli bir şekilde. "Fıstığım benim." dediğinde onun fıstığının sadece ben olmadığımı da böylelikle anlamıştım. Bu hitabı sadece bana özel değildi ve şu an kalbimin kırılmadığını söyleyemezdim. Üstelik bunu Bige'ye ve Eftal'e de sıklıkla söylüyordu, boşu boşuna üstüme alınmıştım!

Dicle, kollarını sıkıca onun boynuna dolarken o küçücük bedeni Kenan'ın kolları arasında kaybolmuştu. O, Gediz abiyi de böyle seviyordu fakat Kenan'a olan ilgisi daha farklıydı. Zaten Gediz abi bunu fark ettiği an hemen kaşlarını çatmıştı.

"Beni gördüğüne bu kadar sevinmedin küçük cadı." dediğinde Kenan ona nispet yapar gibi gülmüştü. Bu, beni de güldürürken Dicle araya girdi.

"Bebeğimi getirdin mi?" dedi, ona yakışan bir masumiyetle.

Onun bu sorusuyla beraber Kenan kısa bir an duraksadığında neyden bahsettiklerini bilmiyordum. "Getirdim ama evde unuttum," dedi, mahcup bir tonda. Dicle'nin o tatlı suratı asılırken Kenan da bunu fark etmiş olacak ki sarı saçlarını okşayıp yanağına bir öpücük bıraktı.

"Ne bebeği?" Farah Hala, merakla Dicle'yle Kenan'a bakarken Kenan da tek bir hamleyle Dicle'yi kaldırıp kucağına oturtmuştu.

"Geçen geldiğimde Dicle'ye bir oyuncak sözüm vardı ama getirmeyi unuttum,"

"Bir sürü oyuncağı var, Kenan." dedi, Farah Hala. Biçimli kaşlarını hafifçe çatmış Dicle'ye bir bakış atmıştı. "Alma öyle her istediğini."

"Alırım," diyen Kenan, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken böyle bir tepki vereceğini biliyordum. "Prensesim istemiş tabii ki alacağım."

"Kendini gerçekten prenses sanıyor sonra!" Kıkırdadım.

"Hani senin prensesin benim kızımdı?" diyen Gediz abi ortalığı karıştırdığında Firuze onu koluyla dürtmüştü fakat Gediz abi onu umursamadı. "Ne kadar çok prensesin var senin öyle? Görüyorsun değil mi Maran?" diyerek bana döndüğünde başımı salladım.

"Görüyorum," dediğimde Kenan da bana doğru dönmüştü. "Herkese de fıstığım diyor zaten."

"Siz de bu anı beklediniz herhalde?" dedi, Kenan da. Bu esnada da Şermin abla bize çay getirmişti. Ona teşekkür ederek dumanı üstünde tüten çay bardağını masaya bıraktım.

"Size ne yemek yaptıralım akşama? Buradasınız değil mi, aksini kabul etmiyorum?" Hangi ara mutfağa geçtiğini bilmediğim Cevher Hala tekrar yerine otururken hepimize sorgulayan bakışlarla bakıyordu.

"Biz kalmayız akşama," diyen Kenan, abisinden önce konuştuğunda babaannenin de yerinde olmadığını fark etmiştim. Pekâlâ, o ne ara kaybolmuştu? "Hem Olcay'lar var, ayıp olur onlara."

"Sarı kız da mı burada?" Farah Hala'nın bu söylediğine güldüğümde Kılıç da yerinde doğrulmuştu.

"Evet!" dedi, ilk kez konuşarak. "O da burada, çok güzel değil mi halacığım?"

"Sazan ya," Kenan, mırıldanarak söylediği şeyi başını iki yana iflah olmaz dercesine sallayarak desteklediğinde dudaklarımda bir gülüş asılı kalmıştı.

"Yoksa Olcay da senin kız arkadaşın mı?" dedi, Cevher Hala şüpheyle. "Sıradaki evlenecek çift siz misiniz?"

"Onlar daha sevgili olamadı ki güzellik," Gediz abi, Kılıç'la alay ettiğinde Kılıç ona ters ters baktı. "Evlenmeleri için de bir yirmi yıl geçmesi gerek."

"Daha neler!" dedi, Kılıç.

"Daha neler tabii."

"Ne olacak canım, onlar da gelsin işte.. O haylaz çocukları babaanneniz çok sevmişti," dediğinde Ufuk'la Onur'dan bahsettiğini anlayarak bir kez daha güldüm. Son beş dakika içerisinde o kadar çok gülmüştüm ki artık kimsenin dikkatini çekmiyordum, çünkü herkes gülüyordu. Babaanne, Olcay'ı da geçen geldiğimizde çok sevmiş hatta adeta bağrına basmıştı. "Kabul etmiyorum, bu akşam buradasınız! Hem o evde niye kalıyorsunuz, buraya gelseydiniz ya?"

"Herkes daha rahat eder diye düşündük, halacığım." dedi, Firuze.

"Yemeğe kalabiliriz," diyerek Kenan'a döndüğümde o da başını hafifçe bana doğru çevirdi. "Benim için sorun olmaz."

"Rahat edeceğini düşünmüyorum," dedi, kısaca. Gözleri yüzümde kısaca dolaşırken fısıltı hâlinde konuşuyorduk. "Hem ağrın yok mu senin?"

"Var ama-"

"Aması yok," dedi, lafımı hızla keserek. "Gidelim, sen güzelce dinlenirsin.. Beraber film izleriz," Sağ gözünü usulca kırptı. "Ne dersin?" Güldüm.

"Olur da ayıp olmaz mı şimdi? Herkes burada olacak sonuçta."

"Hiçbir şey olmaz, merak etme sen." dediği esnada telefonunun melodisi aramıza girmiş, ceketinin cebinde kalan telefonunu tek hamlede çıkarırken kimin aradığını bilmiyordum ama o, ekranı kontrol ederken Dicle'yi kucağından indirip yerinden kalkmıştı. "Geliyorum," diyerek de yanımdan ayrıldığında Cevher Hala'yla Farah Hala ayaklandı. Diğer herkes kendi arasında sohbet ederken Farah Hala da bana doğru dönmüştü.

"Maran'cığım bir gelebilir misin?" dediğinde elimdeki çay bardağını masaya geri bırakmak zorunda kaldım. Meraklı bakışlarıma rağmen yüzümde bir gülümseme varken Cevher Hala da çoktan ahşap merdivenlere ilerlemişti.

"Geleyim," dedim, ayaklanırken. Telefonumu kırmızı, deri pantolonumun arka cebine sıkıştırdığımda adımlarım da Farah Hala'nın adımlarını takip ediyordu. Cevher Hala da çoktan merdivenlerde kaybolurken Farah Hala'yla arka arkaya basamakları tırmanıyorduk. Her çıktığım basamakta ahşabın gıcırtısı kulaklarımı doldururken en sonunda üst kata çıkabilmiş, koridoru da aşarak bir odanın önünde durmuştuk. Cevher Hala bizden önce odaya geçerken kapı sonuna kadar açıktı.

"Geç bakalım," diyen Farah Hala, elini koluma yaslayarak bana geçmem için yol verdiğinde gülümseyerek Cevher Hala'nın arkasından odaya girmiştim. Bu odaya ilk kez giriyordum ve oldukça ferah, diğer odalarla neredeyse aynı genişlikteydi. Odaya girdiğim an Kiraz Babaanne'yi gördüğümde onun, önündeki koca sandıktan bir şeyler çıkardığını görmüştüm. Gözlerimi bir süre daha odada gezdirdiğimde çok geçmeden onun odası olduğunu anlamıştım. Koca yatağın ortasına oturmuş, önünde duran o ahşap sandığa bakınıyordu. Üstelik yatağa, hemen yanına koyduğu birkaç kadife kutu da dikkatimi çekmişti.

Onun yeşil gözleri çok geçmeden beni bulurken aylar önce geldiğimdeki o rahatsız edici bakışları artık yoktu. Daha yumuşak bakıyordu ve bu, beni rahatlatan tek şeydi.

"Cel bakalum," dedi, tatlı bir sesle. İlk kez herkesin bahsettiği o şeker tarafıyla karşılaşıyordum ve bu hoşuma gitmişti. O, eliyle peş peşe yanındaki boşluğa hafifçe vurduğunda Farah Hala da omzumdaki elini usulca çekip arkasında kalan kapıyı kapattı. Kiraz Babaanne'nin bu isteğini geri çevirmeyerek ürkek adımlarımı ona doğru yönlendirdiğimde, "Ha korkmayasun, yemeyeceğum senu.." diyerek de şakasını yaptığında Cevher Hala bu söylediğine hafifçe gülmüştü.

"Estağfurullah," derken onu ikiletmeden yanına oturdum. "Neden korkayım?"

"Söyle bakayum," dedi, sandıktan çıkardığı başka bir kutuyu diğerlerinin üzerine bırakırken. Ardından yeşil gözleriyle bana bir bakış attığında, "Seveyi misun Kenan'umi?"

Onun bu beklenmedik sorusuyla beraber vücudumdaki tüm kan yanaklarıma toplanırken dizlerimin üzerinde duran ellerimi birleştirip parmaklarımı hafifçe çimdiklemeye başlamıştım. Gözlerimi onun yeşil gözlerinden kaçırmak istiyor ama bunu yaparsam yanlış anlayacakmış gibi hareket bile edemiyordum. Kenan'ın bu özelliğini kimden aldığını da böylelikle anlamıştım.

"Seviyorum tabii ki," dedim, utanarak. Şu an üç kadının göz hapsindeyken böyle bir şeyi konuşmak beni gerçekten de utandırıyordu. Farah ve Cevher Hala, her ne kadar bana sorgulayan gözlerle bakmayıp sadece bizi dinleseler de Kiraz Babaanne zaten tek başına yetiyordu.

"Dilinden duşmeysun," dediğinde mümkünmüş gibi daha çok utanmış, adeta ter atmaya başlamıştım. "Sevdalanmuş sağa.."

"Anne kızı daha fazla utandırma," dedi, Cevher Hala. "Kıyamam nasıl utandı, baksana." dediğinde mahcup bir ifadeyle gülümsemiş, bu utancımdan biraz olsun kurtulmaya çalışmıştım fakat nafileydi.

"Kenan'um seni beğendiysa bir bildiği vardur elbet," dediğinde başımı bu kez de ona doğru çevirmiştim. "Biz gelmeduk, Kenan da bağa karşi geldu enun içun.. Aylar once buraya geluo da ben evlenmeyeceğum diyen uşak gidup kiz istedu." Bu söyledikleri, onu epey şaşırtmış gibiydi. Kenan'ın benimle bu kadar ciddi düşünüp ona göre hareket edeceğini tabii ki beklemiyordu. "Sen da bizim uşağı seveysun bellu, o yuzden da ne senu ne de oni daha fazla uzmeyeceğum. Demek ki sana sevdalanmuş boncuğum.." Onun yeşil gözleri gözlerimden ayrıldığında bakışlarını yatağın üzerinde duran kutulardan birine çevirdi, neredeyse dördü aynı kutuydu. Geri kalanı da onlardan daha büyüktü ve aralarınca o ince kutulardan da vardı. Bunların hepsi takı kutularına benziyordu. "Biz gelmeduk ama bize duşenu yapmamuz gerek," dediğinde o aynı boyutta olan dört kutudan birini alarak kutuyu bana uzattı. Ben, bir ona bir de bana uzattığı kutuya bakarken yavaşça elimi kaldırarak pofuduk elleri arasındaki kutuyu almıştım. O diğer kalan dördünü de yanıma bırakırken bir başka kutuya uzanmıştı. "Ha bunlar, kizlarun sağa hediyesu.." dediği esnada başımı kaldırarak Farah ve Cevher Hala'ya bakmıştım. Onların yüzlerindeki o sıcak gülümseme, benim de dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken parmaklarım arasındaki kutunun kapağını kaldırdım.

Mavi gözlerim, kutunun içerisinde parıl parıl parlayan altın bilezikte kısaca gezindiğinde bunun gerçekten bir adet olduğunu biliyordum. "Çok teşekkür ederim," dedim, mahcup bir ifadeyle. Babaannenin açtığı o dört kutunun içerisinde de Trabzon burmasından kelepçe bilekliğe kadar bir sürü altın bilezik varken aşırı derecede mahcup hissetmiştim. "Niye zahmet ettiniz?" derken yerimden ayaklanıp önce Farah Hala'ya ardından da Cevher Hala'ya sarılmıştım.

Onun eli hafifçe sırtımı sıvazlarken, "Ne zahmeti, kuzucuğum?" dedi, sıcacık bir tonda. "Bizde adettir bu."

"Güle güle kullan hayatım," dedi, Farah Hala da. "Darısı düğüne."

Evet, bir de o vardı. Eğer sadece yüzük taktığımızda böyle yapacaklarsa düğünde ne yapacaklarını merak ediyordum.

Kiraz Babaanne de benim gibi ayağa kalkıp yatağın üzerinde duran bir başka kutuyu aldığında gözleri kısaca bana uğramıştı. "Bu da benden," derken bana uzattığı kutuyu alıp kapağını hafifçe kaldırdım. Kutunun içerisinde sarılı hâlde duran altın kemer de bana göz kırparken her geçen saniye daha da mahcup oluyordum. Bu kadar hediyenin bir anda verilmesine alışık değildim ve bu, bana ne yapacağımı unutturuyordu.

"Teşekkür ederim," dedim, gözlerimi kırpıştırırken. Hemen ardından da elimdeki kutuyu bırakarak onun pamuk gibi olan elini bir kez daha kavradığımda hafifçe eğilip elini bir kez daha öpmüştüm. Doğrulduğum zaman da büyük ihtimalle benden beklemediği, benim de kendimden beklemediğim bir hareketle ona sarıldım. Kollarım, onun yaşlı bedenine sıkı olmayacak bir şekilde sarıldığında iç sesim bile şaşkınlıktan o uzun dilini yutmuştu. "Gerçekten beni mahcup ediyorsunuz," dediğimde onun elleri de benim sırtımı hafifçe sıvazlamaya başladı. Bu kucaklaşma çok da uzun sürmezken ondan uzaklaşmıştım. Dudaklarımda bir gülümseme varken onun o yumuşak ifadesi de aynıydı. Hatta zorlasam o yeşil gözlerinde memnuniyeti de görebilirdim.

"Cule cule kullanasun," derken kollarımda asılı kalan ellerini hafifçe sıvazlayarak indirmişti. "Bir uşak isterum ama.." dediğinde ondan duyduğum bu şaşırtıcı sözlerle kısa bir an duraksadım.

"Annem erkek torun hasreti çekiyor," diyen Cevher Hala'ya baktım. Odanın bir köşesinde arkasında duran şifonyere yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. "Ama bak Firuze de hamile, erkek olacakmış."

"Ha bunlar da yapsun," dedi, fazla inatçı bir şekilde. "Boncuğumun evleneceğunu da görecektum ya," dediğinde bunu öyle bir söylemişti ki Kenan'ın, onun için umutsuz vaka olduğunu anlamıştım.

Sonraki dakikalar da aynı şekilde babaannenin torun ısrarlarıyla geçerken yatağın üzerini kaplayan o kutulardan külçe külçe altın, onun yanında bir sürü pırlanta set de çıkmıştı. Bunlar bana çok fazla olsa da babaanne, onları benden önce arabaya indirmişti. Bahçedeki o genç korumalardan yardım alıp onların arabaya yerleştirilmesini istediğinde de oldukça mahcuptum. Gerçekten bunun üzerine düğünde neler olacağını merak etmiyor değildim.

Babaanne, ilaçlarını alıp biraz dinleneceğini söyleyip akşama yemek sözünü de benden aldıktan sonra Cevher Hala'nın yardımlarıyla odasına geri çıktığında ben de ona verdiğim bu sözü Kenan'a bildirmek için salona bir bakış atmıştım fakat hâlâ dışarıda telefonla konuşuyordu. Onu, camdan görerek koltuğun üzerindeki hırkamı alıp omuzlarımdan geçirdikten sonra onun da ceketini almıştım. Üzerindeki tişörtle daha ne kadar o soğukta kalabilirdi bilmiyordum.

Adımlarımı ahşap pervazlara sahip sürgülü cam kapıya doğru ilerletip dışarı çıktığımda kapıyı da arkamdan çekmiştim. Bu esnada da o bakışlarının odağı olurken elimdeki ceketini ona giydirmek için arkasına geçtim. Eğer ona ceketini verip giymesini söyleseydim bunu yapmazdı.

Onun tatlı yardımıyla ceketini omuzlarından yavaşça geçirdiğimde dudaklarının yukarı doğru hareketlendiğini görmüştüm. O, telefonda konuşurken ben de onun yaslandığı trabzanlara kollarımı yaslamış ve pantolonumun cebinde kalan telefonumu çıkarmıştım. Şu an iş hakkında konuşuyor olmalıydı, çünkü İtalyanca konuşuyordu. Onun o muhteşem aksanı, gözlerimi ondan almam konusunda bana zorluk çıkarsa da hiçbir şey yapmayıp öylece durmama rağmen onun da gözleri benim gözlerimdeydi. Ara ara elini usulca kaldırıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıyor, parmaklarıyla yanağımı bir tüy hafifliğinde okşuyordu.

Elimi çeneme yaslayıp dudaklarımda bir gülümsemenin oluşmasına müsaade ettiğimde dakikalar sonra telefonunu kapatmış ve ceketinin cebine koymuştu. "Fıstık," derken bana doğru iyice yanaşmış, o da tıpkı benim gibi kollarını trabzanlara yaslayarak omzumun koluna sürtünmesine neden olmuştu.

"Fıstık deme bana," dedim, alıngan bir tonda. "Herkese diyorsun çünkü." dediğimde güldü.

"Küçücük çocuğu mu kıskandın?" diyerek sorduğunda omuz silktim.

"Bir farkım olmalı,"

"Ne diyeyim?"

"Hoşuma gidecek şeyler söyleyebilirsin," derken gözlerimi süzerek ona bakmış, kaşlarının usulca havalanmasına yol açmıştım. "Bu arada babaannen yemeğe kalmamız konusunda çok ısrar etti, kıramadım."

"Kendini iyi hissetmediğini söylemiştin," dediğinde başımı iki yana salladım.

"İyiyim," dedim, hızla. "Hem iyi olmasam da babaannenin bu şeker hâliyle daha ne kadar süre sonra karşılaşırım bilmiyorum.." Bu sözlerim onu bir kez daha güldürürken ceketinin cebinden sigara paketini çıkardığını göz ucuyla görmüştüm.

"Gördüm," dedi, ağırca başını sallarken. Paketin içerisinden iki dal sigara çıkarıp birini benim dudaklarım arasına, diğerini de kendi dudakları arasına sıkıştırdıktan sonra önce benim sigaramı yakmıştı. Ardından kendininkini de yaktığında aynı anda derin bir nefesi içimize çektik. Bu senkronize hareketlerimiz sanki üzerine çalışılmış gibiydi. "Seni hediyelere boğmuş anlaşılan," derken gözleri usulca süs havuzunun kenarındaki arabasına kaymış fakat kısa sürmüştü.

"Mahcup oldum," dediğimde sigaranın ucundaki külün düşmesi için işaret parmağımla hafifçe vurdum. Düşen külden gözlerimi alarak ona doğru çevirdiğimde gözleri üzerimdeydi. "En azından yemeğe kalabiliriz diye düşündüm, o kadar ısrar etti kadıncağız."

"Eğer gerçekten kendini iyi hissetmiyorsan-"

"Hayır, iyiyim." dedim, lafını keserek. "Bana böyle prensesmişim gibi davranma, kendimi gerçekten prenses sanacağım!" dediğimde dudakları yavaşça yukarı kıvrıldı.

"Sana bir şey oldu sanki," dedi, düşünceli bir tavırla. Gözleri hafifçe kısılmış, başını omzuna doğru eğerek yüzümü incelemişti. "Nazlanmıyorsun.. O tatlı şımarık hâllerinden eser yok."

"Şikayet mi ediyorsun?" dedim, gülerek.

"Hoşuma gidiyordu o hâllerin," dediğinde parmakları arasındaki sigarayı dudaklarına doğru yaklaştırmıştı. "Bir anda değiştin gibi."

Dudağımı büzüp omuz silktiğimde bunun gerçekten farkında değildim. "Bilmem," dedim, umursamazca. "Değiştim mi?"

"Olgunluk gibi bir şey," diyerek yanıtladı beni. "Eskisi kadar gülmüyorsun mesela? Bu mutsuz olduğundan değil, çok mutlu olsan bile daha az gülüyorsun.. Sadece baş başayken o kahkahalarına şahit olabiliyorum."

"Evleniyorum ondandır," dedim, şakacı bir tavırla. "Nereye kadar çocuk kalacağım ki?"

"Ben seviyorum o çocuksu tavırlarını," dediğinde gözlerim onun gözlerinde takılı kalmıştı. "Böyle.. bir şeyler eksikmiş gibi geliyor şu an. Dokunma o çocuk yanına, seviyorum ben."

Onun bu sözleri, dudaklarımda asılı kalan gülümsemenin genişlemesini sağlarken başımı ona doğru uzatıp yanağını öptüm. Çıkmaya başlayan sakalları dudaklarıma hafifçe battığında bunu umursamamıştım. Boşta olan elimi kaldırıp öptüğüm noktayı hafifçe okşadığımda bakışlarım onun güzel yüzündeydi. "Seni seviyorum."

Bir kolunu trabzanlardan ayırıp belime dolarken beni usulca kendine doğru çekip ona yaslanmamı sağlamıştı. "Ben de seni seviyorum," dedi, sıcacık sesiyle. İyice ona sokulduğumda başımın üzerine bir öpücük bıraktı. "Bebeğim benim."

"İşte böyle söylediğinde kendimi bebek gibi hissediyorum," derken henüz yarısına gelmiş olduğum sigarayı söndürmüştüm. Eskiden nadiren içerdim fakat şimdilerde aklıma bile gelmiyor, hatta Kenan bile o kadar çok içtiği sigarasını eskisi kadar sık içmiyordu. Bazen ona denk geldiğimde birlikte içtiğimiz oluyordu fakat onun dışında ben içmiyordum. Kenan da yemekten önce, yemekten sonra, canı sıkıldığında, keyfi yerindeyse ya da üzgünse, bunun gibi anlarda sigarasını yakardı ama bu kadar bağlı bir adama göre son zamanlarda çok nadir içiyordu. Bu, beni mutlu etse de canı sıkıldığı zaman arka arkaya birkaç tane yakması onun sadece kendini frenlemeye çalıştığını gösteriyordu. Yani isteyerek azaltmamış, sadece bunun daha uygun olduğunu düşünerek azaltmaya karar vermişti. Bu konuda oldukça başarılı da olsa bazı anlar eski rutinine geri dönebiliyordu.

Şimdi de o onlardan birinde değildik ki o da sigarasını söndürmeyi tercih etmişti. "Bebeksin zaten," derken belimdeki elini hareketlendirerek sırtımın usulca trabzanlara yaslanmasına neden oldu. Şimdi yanında değil, tam karşısındaydım. Ayakkabılarımızın uçları birbirine değerken yakınımdaki yeşillerinin tadını çıkarıyordum. "Küçücük, bir o kadar da tatlı.." dediğinde kirli sakalları hafifçe yanağıma sürtmüş, gıdıklanmama yol açmıştı. "Şu bal yanaktan alsam mı acaba?"

"Hayır," dediğimde bana bir bakış attı. "Biz ne zaman yakınlaşsak birine yakalanıyoruz, öpme beni. Eve gidince öpersin."

"Yakalanmayız, alt tarafı bir öpücük." dedi, masumca. Ardından da dudaklarını yanağıma bastırdığında bu tatlı öpücüğü istemsizce sırıtmama neden olmuştu. "Şifa bu şifa.." dediğinde de dayanamayarak güldüm.

"Nasıl bir adamsın sen?" Kaşları havalandı.

"Nasıl bir adamım ben?"

"Bazen aşırı olgun," derken bakışlarım gözleri arasında mekik dokuyordu. "Ciddi, bir o kadar sert.. Hatta öyle ki bu hallerinden bazı anlar korkmuyor değilim." dediğimde güldü. "Bazen de karşımda tam anlamıyla bir çocuk oluyor, arsız bir çocuk!"

"Beni sen arsızlaştırıyorsun," dediğinde sahte bir tavırla gözlerimi irileştirip ona bakmıştım. Onun dudaklarıma doğru yanaştığını gördüğümde elimi onun dudaklarına yaslayıp beni öpmesine engel oldum.

"İşte bundan bahsediyorum!"

"Ne yani seni öpemez miyim?" dediğinde başımı iki yana salladım.

"Sence uygun bir mekân mı?"

"Öpüşmemiz için uygun bir mekân mı olması gerekiyor?" diyerek konuştuğunda göz devirdim. Resmen aptala yatıyordu. "Şu evlenmeden olmaz saçmalığın yüzünden sevişemiyoruz da zaten, şimdi öpüşemeyecek miyiz?" Kaşlarımı çattım.

"Sen o hakkını, dansözlerle eğlenirken kaybetmiştin hatırlatırım." Bu sefer onun kaşları çatılırken dudakları arasından da bıkkınlık dolu bir soluk bıraktı.

"Hiçbirine bakmamıştım," dedi, usanmadan. "Kaç kere söyledim, neden anlamak istemiyorsun?"

Kaşlarım usulca normal hâlini alırken birkaç saniye onun ifadesini incelemiştim. O günden beri defalarca bu konuda ona laf sokuyor, o da bana aynı açıklamayı yapıp duruyordu. "Ben olmasam bakar mıydın?" dediğimde göz devirdi.

"Başladık mı yine saçma sorulara?" Elimi kaldırıp hafifçe göğsüne vurduğumda dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"Cevap ver," dedim, hiddetle. "Bakar mıydın diyorum?"

Gözleri benim gözlerimden yavaşça ayrıldığı an, gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Birkaç saniye boyunca bu sorum üzerine de düşündüğünde bir kez daha elimin altındaki göğsüne vurdum fakat bu sefer sertçe vurmuştum. "Ah," diyerek acıyla inlediğinde ona ters ters bakıyordum.

"Bu kadar düşündüğüne göre bakarmışsın!" dedim, öfkeyle.

"Bakmazdım," dedi, acı içinde. "Allah aşkına vurma artık, elin ağır zaten!" dediğinde bu söylediği, kaşlarımın normal hâline gelmesine neden oldu. Hatta zorlasam gülebilirdim de.

"İyi misin?" dediğimde bana deliymişim gibi baktı. "O kadar ağır vurmadım, abartıyorsun bence."

"Sürekli aynı yere vuruyorsun bir de, çürüttün artık." derken küçük bir çocuk gibi görünüyordu. Aslında haklıydı da, kavga ederken bile göğsüne vurmayı ihmal etmiyordum.

"Özür dilerim," dedim, ellerimle yüzünü avuçlarken. Ardından da az önce ona vurup saydırmamışım gibi yanaklarına birer öpücük bırakmıştım. O da bu ufacık öpücüklere kanarken, "Öperim geçer."

"Keşke başka yerlerime vursaydın o zaman," dediğinde güldüm.

"Serserisin sen," Parmaklarımla yanağını sıkıştırdığımda başını hafifçe geriye doğru atarak ellerimden kurtulmaya çalıştı her zaman olduğu gibi. İşte ben de hem sevip hem dövenlerdendim.

"Hadi gel içeri geçelim," dedi, ellerimin işkencesinden kurtulduğu ilk anda. Ardından da yaz mevsimine inat olan gökyüzüne bir bakış attı. "Üşüdün sen,"

"Biz burada nasıl düğün yapacağız, sürekli yağmur yağıyor?" diyerek konuştuğum esnada çoktan elini belime koyarak adımlarıma yön vermişti. Ben önünde, o da arkamda ilerlerken bu hayıflanmam onu güldürdü.

"Açık alanda yapmayı mı düşünüyorsun?"

"Yani," Omuz silktim, gözlerimi etrafta gezdirirken. "Çok güzel bir havası var, açık alanda güzel olabilirdi."

"Bunları konuşmak için henüz erken bence," dedi, salonun bahçeye açılan sürgülü kapısını benim için hafifçe aralarken. "Bir iki yıl sonraya planlamıyor muyuz biz bu düğünü?" Gözlerim kısıldı.

"Gerçekten bir iki yıl sonra yapacağımızı mı düşünüyorsun?" dediğimde bana baktı. "Sen de pek heyecanlı gibi değilsin sanki.. ne yapacağımızı konuşmuyoruz bile."

Onun bakışları benim yüzümde gezinirken içeriye doğru kısa bir bakış atmış, ardından da az önce açtığı sürgülü kapıyı aynı hafiflikle tekrar kapatmıştı. Evet, sanırım fazla iyi anlaşmıştık.

"Maran," dedi, sabırla. "Bazen ne istediğini gerçekten anlayamıyorum." dediğinde ben de içeri doğru bir bakış atıp tekrar ona dönmüştüm. "Düğün tarihini sana bıraktım, ne zaman hazır hissedersen o zaman gidip gün alırız dedim.. Nikâh yurt dışında olsun dedin, ona da tamam. Döndüğümüzde ev bakmaya da başlayacağız ve sen hazırlık yapmadığımızı mı söylüyorsun? Üstelik daha ne zaman evleneceğimiz bile belli değilken bunları konuşuyoruz ve," derken cümleleri arasına bir nefeslik boşluk bırakmıştı. "Bunun üzerine isteksiz olduğumu söylüyorsun."

"Sana göre ne zaman evlenmemiz gerekiyor?" derken kollarımı göğsümde birleştirmiştim. Gözlerim onun gözlerinde gezinirken bu söylediklerinde biraz haklılık payı olduğunu tabii ki biliyordum.

"Hemen," diyerek beni yanıtladığında ona şaşkınlıkla bakakaldım. O da gayet sakin bir şekilde bunu söylemiş, şu anda da şaşkın ifademi izliyordu. "Gerek var mı bu kadar tantanaya? Güpürler, şamdanlar, milyon dolarlık perdeler.. Bunlar bana çok saçma geliyor açıkçası."

"Gidip direkt nikah kıyalım ve bitsin gitsin, öyle mi? Bu kadar mı senin için?" dediğimde bu söylediklerini sindirmeye çalışıyordum. Böyle düşündüğünü biliyordum ama o, her şeyin bu kadar basit olmasını istiyordu. "Eğer öyleyse ben böyle olmasını istemiyorum," Kaşlarım havalandı. "Benim düğünüm böyle olmayacak."

"Senin sadelikten hoşlandığını sanıyordum," dediğinde alayla güldüm.

"Gözün mü korktu?" dedim, alayla. Bu, onun da gülmesine neden olurken ikimizde de alaycı bir tavır vardı.

"Evlenmekten mi?" dediğinde tahmin edildiği üzere yağmur atıştırmaya başlamıştı. Fakat şu an bulunduğumuz yerin üstü ahşap kaplı olduğu için ıslanmıyorduk. "Öyle olsa senin istediklerine göre hareket etmezdim, değil mi? Hiçbir şeyden korktuğum yok, istediklerinin hepsi de tek tek olacak."

"Sorun istediklerimin olup olmaması değil," Omuz silktim. "Ben öylesine alelade bir nikah istemiyorum.. Hayır, ne oldu da şimdi bana bunları söylüyorsun? İstemiyor musun artık?" dediğimde camın önünden usulca çekilip az önce cebine yerleştirmiş olduğu sigara paketini çıkardı. Sanırım onun canını sıkmıştım.

"İstememekle ne alakası var bunun?" dedi, hayretle. "Henüz bir tarih bile belirlemedik, ki senin belirlediğine göre de önümüzde koca bir zaman dilimi var.. Bunları düşünmek için çok erken diyorum, sense bana heyecansız ve isteksiz olduğumu söylüyorsun sırf bunu söylediğim için."

"Ve öylesine bir nikah istiyorsun." diyerek de eklediğimde yaktığı sigarasından bir nefesi içine çekti.

"Seni istiyorum sadece," dediğinde gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Elini hafifçe ikimiz arasında sallarken, "Bunlar benim umurumda değil. Öylesine bir nikâh ya da şaşaalı bir düğün.. Bunların benim için hiçbir önemi yok," dedi, yavaşça. "Şimdi, şu saniye bile evlenebilirim seninle ama sen bunları önemsiyorsun."

"Tabii ki önemseyeceğim," diyerek çıkıştığımda başını hafifçe iki yana sallayarak sigarasını dudaklarına yaklaştırdı. "İlk kez evleniyorum ben, her şeyin mükemmel olması gerek.. Evliliğimizin sorunsuz olmasını istiyorum, seninle mutlu olmak istiyorum."

"Sorunsuz bir evlilik yok," dedi, uzlaşmaya varmaya çalışarak. Yeşil gözleri adeta gözlerimi delip geçerken buraya nasıl geldiğimizi anlamaya çalışıyordum. Oysaki az önce beni öpücüklere boğuyordu.

İşte ben tam olarak bundan korkuyordum.

Biz evlenecektik ve şu an bile ruh halimiz bu kadar çabuk değişiyorsa bir evin içerisinde sürekli olarak tartışmamız büyük olasılıktı.

"Ben seninle mutsuzluğa da varım, Maran." diyerek eklediğinde ona öylece bakıyordum. "Her şey harika olmayacak, hiçbir şey sorunsuz ilerlemeyecek. Tartışacağız, büyük kavgalar edeceğiz belki de.. Sonrasında da birbirimize sarılıp uyuyacağız, ben bunu istiyorum." dedi, bir kez daha. "Ben artık seninle uyuyup seninle uyanmak istiyorum, anlasana. Bu söylediklerini düşünmüyorum, sadece seni düşünüyorum. Düğünümüz nerede olacakmış, nasıl olacakmış.. Bunlar benim umurumda değil."

"Çocuklar," diyen bir ses bu hararetli tartışmamızın arasına girdiğinde bu ses Farah Hala'ya aitti. Biraz ilerideki sürgülü kapı bu sefer onun tarafından açılmış, biz onun geldiğini bile fark etmemiştik.

Kara gözleri ikimiz arasında kısaca dolandığında aramızda geçen bakışma da sonlanmıştı. "Üşümediniz mi siz? İçeri geçin hadi," dedi, ilgiyle.

"Geç sen," diyen Kenan, bana kısa bir bakış attığında, "Sigaramı içip geleceğim." dediğinde bir süre ifadesini incelemiş, ardından da üşüdüğümü fark ederek içeri geçmiştim. Salonun sıcaklığı beni karşılarken az önce kalktığım kanepeye tekrar oturdum.

"Sana göre ne zaman evlenmemiz gerekiyor?"

"Hemen.. Gerek var mı bu kadar tantanaya? Güpürler, şamdanlar, milyon dolarlık perdeler.. Bunlar bana çok saçma geliyor açıkçası."

Zihnimde yankılanan sesi, kulaklarımda bir uğultunun oluşmasına neden olurken algılarım dışarıya kapalıydı. Bige ve Firuze'nin kahkahalarla ettiği sohbeti duymuyor, Eftal'le Dicle'nin çocuksu kıkırtıları zihnimdeki sese karışıyordu.

"Seni istiyorum sadece. Şimdi, şu saniye bile evlenebilirim seninle ama sen bunları önemsiyorsun."

"Önemsiyor muyum?" diyerek kendi kendime konuştuğumda bunu sesli düşünmüş olacaktım ki aynı koltukta oturduğum Firuze'nin bakışları bana döndü. Hatta Bige'nin de.

"Maran?" dedi, Firuze. Bakışlarım usulca ona doğru döndüğünde ela gözlerinde yatan merağı görmüştüm. "İyi misin?"

Dalgın bakışlarımı onlar da fark etmiş olacaktı ki önce birbirlerine, ardından da tekrar bana bakmışlardı. "İyiyim, iyiyim de.." dediğim esnada başımı hafifçe arkaya doğru çevirip Kenan'ı kontrol ettim. O, sigarasını içerken Farah Hala da ona bir şeyler söylüyordu. Sanırım o da aramızdaki bu şeyi fark etmiş olmalıydı.

"Abimle mi tartıştınız?" dedi, Bige merakla.

"Tartışmadık, konuştuk sadece." diyerek onu düzelttiğimde dirseklerimi dizlerime, elimi de çeneme yaslayıp ikisine de baktım. "Onu heyecansız görüyorum sanki.. Ben neler yapabileceğimizden heyecanlı heyecanlı bahsederken beni dinliyor, hatta bu heyecanımın ona bulaştığını da görüyorum ama hepsi sadece bu kadarla sınırlı kalıyor." dediğimde beni dikkatle dinliyorlardı. "Mesela ben konuşmadığım sürece o bu konuda hiç konuşmuyor," Elimi salladım hafifçe. "Yani nasıl anlatılır bilmiyorum, çok zor biri.. Bazen anlayamıyorum onu. İstemiyor mu, istiyor hatta belki de benden daha istekli. Ama o heyecanını görmüyorum, benim gibi hissetmiyor bence. Sanki daha önce defalarca evlenmiş gibi, onun bir rutiniymiş gibi.."

"Daha önce evlenmedi tabii ki," dedi, Bige. Bu, dudaklarımdan keyifsiz bir kıkırtının dökülmesine neden olurken ekledi. "Yani abim biraz şeydir işte.. Ne hissettiğinden pek bahsetmez hatta belli etmemekte de ustadır ama bence o da senin gibi hissediyordur. Neden hissetmesin ki? Sana çok aşık."

"O, tüm bunları saçma ve gereksiz buluyor." dedim, bir çırpıda. "Ona kalsa sadece nikah kıymamız yeterli, her şeyin bir an önce olup bitmesini istiyor ama bu da bana uymuyor işte!"

"Of saçmalamasın," dedi, Firuze. "Olur mu öyle şey? Biraz tadını çıkarın bu zamanların, tatlı tatlı telaşlarınız olacak.."

Gözlerimi ondan ayırıp koyu yeşil renkteki duvara diktiğimde onun söyledikleri hâlâ aklımdaydı. Benim istediklerime karşı çıkmıyordu fakat onun düşünceleri de bundan ibaretti, sadece bunu bilmemi istemişti. Pekâlâ ona saygı duyabilirdim ama benim şaşaalı bir düğünüm olacaktı, kusura bakmamalıydı.

Sadelikten her ne kadar hoşlansam da aksine, düğünümün daha gösterişli, özenli olmasını istiyordum ve öyle olacaktı da. Her şeyin kusursuz olması, insanların günlerce belki de aylarca bizim düğünümüzü konuşmasını istiyordum. Ben, bu kadar hazırlığı boşuna yapmayacaktım. Her şey dört dörtlük olacaktı ve Kenan da o şaşaasından hoşlanmayacağı düğünde tahmin edemeyeceği kadar çok eğlenecekti.

Ben, Maran Kaya'ydım ve bir şeyi istiyorsam yapardım.

Yapacaktım da.

🐤🐤🐤

Bölüm : 25.11.2024 18:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...