
Evin içerisindeki sessizlikte oldukça yavaş hareket ederken bulutların arasındaki güneşin ışığı da camdan içeri süzülerek evin duvarlarına vuruyordu. Gökyüzündeki sis olduğu yerde olsa da güneş, bulutların arasında parlamayı eksik etmiyordu. Buna rağmen ılık sayılmayacak bir rüzgâr yüzüme doğru eserken oturduğum yerde dizlerimi kendime doğru çektim.
Elimdeki kupada dumanı tüten kahveden bir yudum aldığımda gözlerim sisle kaplı gökyüzündeydi. Ara ara güneş kendini gösterse de hava, geçen iki güne göre oldukça güneşli sayılırdı. Yani burada her ne kadar güneşli olabilirse öyleydi.
Herkesten önce uyanmış, kendime bir kahve yaparak dakikalarca kendimle ilgilenmiştim. Bir ara gelen maillerimi kontrol edip Güneş'le uzun bir telefon konuşması yapmış, bu esnada da kendime öncesinde güzel bir cilt bakımı yapıp saçlarımı ve makyajımı yapmıştım. Ardından da yapacak bir şeyim kalmadığında kimseyi rahatsız etmemek adına direkt terasa geçmiştim. Oldukça erken uyansam da şu an saat epey geçiyordu. Normal zamanda erken kalkan Kenan bile hâlâ uyuyordu. Ara ara onu uyandırmak için çabalara girişsem de bu, başarısız olmuştu. Bu kadar uyumasının sebebi, onu yormuş olmamdan kaynaklanıyordu.
Geçen iki gün boyunca bana etrafı gezdirmiş, çeşit çeşit restoranlara götürüp buraya özgü yemeklerden yedirmişti. Beraber tarihi yerleri gezip onun bana anlattığı hikâyeleri dinlerken oldukça eğlenmiştim. Bana birçok şey öğretip, ufkumun genişlemesine neden olmuştu. Bu sabah da beni daha önce de bahsettiği gibi kahvaltıya götürecekti ama o, hâlâ uyanmamıştı. Üstelik fazlasıyla acıkmıştım da.
Bu açlığımı göz önünde bulundurup bileğimdeki saatime bir bakış attığımda ben uyanalı neredeyse birkaç saatin geçtiğini gördüm. Bununla beraber telefonumu alıp oturduğum yerden kalktığımda kupada kalan birkaç yudum kahveyi de içmiştim. Önce mutfağa geçip elimdeki kupayı bulaşık makinesine yerleştirmiş, ardından da adımlarımı merdivenlere yönelterek onu uyandırmak için ara verdiğim operasyonuma geri dönmeye karar verdim. Şu an evdeki herkes uyuduğundan dolayı ahşap merdivenleri oldukça yavaş çıkıyor, gürültü yapmamaya dikkat ediyordum. Onların nasıl bu kadar uyuduklarını merak etsem de bu duruma hayranlık duymadığımı söyleyemezdim. Ben de şu an uyumayı tercih ederdim fakat uykuyla alakalı bu aralar birtakım problemlerim vardı. Bu da yerimin değişmesinden kaynaklanıyordu.
Bu düşüncelerle boğuşurken çoktan merdivenleri bitirmiş ve koridorda ilerleyerek Kenan'la kaldığım odanın önünde durmuştum. Elimi kaldırıp kapalı kapının kulbunu tuttum ve kulbu yavaşça indirdim. Ardından kapı hafifçe aralanırken ben de içeri geçmiş ve kapıyı arkamdan kapatmıştım. Bu esnada da merdivenlerden çıkarkenki sessizliği göstermemiş, onu rahatsız etmeyi tercih etmiştim. Fakat o hâlâ bıraktığım gibiydi.
O iri, heybetli bedeni yatağı neredeyse tamamen kaplarken yüzü cama doğru dönüktü. Yüzüstü uzanmış, sağ kolunu da benim yastığıma dolamıştı. Uyurken çıkardığı tişörtü yerde atılı hâlde dururken yavaşça eğilip tişörtünü aldım ve yatağın sol tarafında kalan berjerin üzerine bıraktım. Bu sırada gözüm aynaya takılırken birkaç saniye kendimi incelemiş, saçlarıma hacim vermesi için taktığım çıtçıt metal tokaları düzeltmiştim. Üzerimdeki şortlu pijama takımının aksine oldukça bakımlı dururken ellerimle dalgalı saçlarımı hafifçe dağıttım. Ardından aynanın önünden çekilerek adımlarımı yatağa doğru yönlendirdiğimde elimdeki telefonu da komodine bırakmıştım.
"Kenan," dedim, fısıltıyı andıran bir ses tonuyla. Eş zamanlı olarak bir dizimi yatağa yaslayıp yanına çıktığımda çok derin bir uykuda olduğu belliydi. En ufak sese bile uyanan adam, onu uyandırma çabalarıma karşılıksız kalmıştı.
Elimi saçları arasına daldırıp yumuşak tutamlarını hafifçe okşadığımda yüzü diğer tarafa dönük olduğu için o güzel çehresini izleyemiyordum. Çıplak vücudundaki dövmelerini incelemeye koyulduğumda saçlarındaki elim usulca sırtına doğru inmiş, işaret parmağımla teninde hayali daireler çizmeye başlamıştım. Uzun tırnaklarım tenine sürterken ojesiz tırnaklarıma bir bakış attım. Neredeyse günlerdir oje sürmüyordum ve bu, benim için bir ilkti. Belki o uyandığında ona oje sürdürebilirdim.
"Kenan," dedim, ismini uzatarak. Ardından abartılı bir şekilde ofladığımda artık sıkılmaya başladığımı hissediyordum. Elimin altındaki tenini hafifçe okşarken yanına uzanıp dirseğimi yatağa, elimi de başıma yaslamıştım. "Kalk artık, acıktım." Yine ondan bir tepki alamadığımda ayağımla hafifçe bacağını dürttüm. Öyle bir uykudaydı ki yaptığım hiçbir şeye tepki vermiyordu. Sadece ellerimin her hareketinde bir kedi gibi mırıldanıyor, kaslı sırtı iyice geriliyordu. Bununla beraber sırtındaki elimi usulca teninde kaydırıp sırtına tatlı bir öpücük bıraktığımda yerinde hareketlendi. Bu, dudaklarımdan bir kıkırtının dökülmesine neden olurken başımı hafifçe oynatarak yanağını da öpmüş, elimi de beline kadar örtülü olan yorganın altına indirmiştim.
"Maran," diyen o boğuk, uykulu sesi kulaklarıma ulaşırken dudaklarımı tenine yasladım. O, büyük ihtimalle bu yaptıklarıma kayıtsız kalmamış, uyanmıştı fakat kalkmamayı tercih ediyordu.
"Kenan," dediğimde eli, yorganın altına sızan elimi buldu, parmaklarımızı usulca kenetleyerek elimi yorganın altından çıkardı. "Rüyanda neler görüyorsun acaba?" dedim, başımı hafifçe iki yana sallayarak.
"Seni," dediğinde kıkırdayarak kaslı sırtına bir öpücük daha bıraktım. Eş zamanlı olarak da yerinden hareketlendiğinde başını bu sefer bana doğru çevirmişti. Bu, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken uyku mahmuru olan yeşil bakışları üzerimdeydi. Uzunca bir süre de yüzümde gezindiğinde önüme gelen saçlarımı omzumdan geriye doğru ittim.
"Günaydın," dedim, adeta cıvıldayarak. Bununla beraber ellerini kaldırıp hafifçe yüzünü sıvazladığında onu, film izlermişçesine izliyordum.
"Günaydın," dediğinde sırtındaki elimi kaydırarak çıplak göğsüne yaslamıştım. "Sabahın köründe neden bu kadar güzelsin?"
"Saat 11," diyerek onu düzelttiğimde elini uzatarak dün gece çıkarıp komodine bıraktığı gümüş saatini kontrol etti. "Seni uyandırmaya çalıştım ama uyanmadın, ben de kalkıp senin için süslendim." dediğimde dudaklarından erkeksi bir kıkırtı döküldü. Ardından dudaklarını araladığı sırada elimi kaldırıp işaret parmağımı hafifçe iki yana sallamıştım. "Şşh, onu söyleme.. Bu kadar uğraşmama gerek yoktu, zaten çok güzeldim." Başımı salladım usulca. "Evet, bunları biliyorum."
O, bu tavrıma karşılık birkaç saniye gözlerini yüzümde gezdirip bir gülüş koyverdiğinde uyanır uyanmaz bu kadar çok gülen bir insan olarak tarihe geçecekti. Onu eğlendiriyordum ve bunu bilmek hoşuma gidiyordu.
"Tam olarak bunları söyleyecektim," dedi, mırıltıyla. Sesi hâlâ uykulu gelse de bu, onu haddinden fazla çekici yapıyordu. Gözleri hâlâ kısık, uykulu bakıyordu ama bu görüntü oldukça hoşuma gidiyordu. O, kolunu kaldırıp bana doğru uzattığında istediği şeyi anlayarak hemen ona doğru sokulmuş ama bunu yaparken de saçlarımın bozulmamasına dikkat etmiştim. "Ne zaman uyandın sen?" derken kolu, omzum boyunca bedenimi sarmış, beni iyice çıplak bedenine yaslamıştı.
"8'de," diyerek onu yanıtladığımda tırnaklarımı usulca göğsüne sürttüm.
"Uyuyamadın mı yine?" Başımı salladım.
"Yerim değişince oluyor böyle," dedim, umursamazca. Ardından başımı hafifçe ona doğru kaldırıp o güzel yüzüne baktığımda gözlerimiz kesişti. "Kalkacak mısın?"
"Biraz daha uyurum diye düşünmüştüm aslında," derken ifadesinde şakacı bir tavır vardı ama buna rağmen gözlerimi irileştirerek ona bakmayı ihmal etmedim.
"Hani kahvaltıya gidiyorduk? Acıktım ben,"
"Gideriz, daha erken." dediğinde ona ciddi misin der gibi bakmıştım. Saat epey geçiyordu ama o, erken olduğunu söylemekte ısrarcıydı. "Uyuyalım azıcık gel," O, başımı göğsüne bastırıp iyice uyku hâlini aldığında ofladım.
"Ama ben acıktım,"
"Ama ben de uyumak istiyorum?"
"Yeterince uyudun," dedim, yerimde doğrularak. "Kalk, duş al kendine gel. Ben de hazırlanacağım." dediğimde huysuz bir tavır takınmış, buna rağmen de yanından kalkmama müsaade etmişti. O, uzanmaya devam ederken berjerin üzerine bırakmış olduğum tişörtünü ona doğru fırlattım. Tam da yüzüne isabet ettiğinde birkaç saniye tepki vermemiş, ardından elini kaldırıp kumaş parçasını yüzünden çekmişti. "Hadi, Kenan!"
"Ne bu enerji?" dedi, hayretle. Hemen ardından da kollarını hafifçe kaldırıp gerindiğinde gözlerim onun üzerindeydi. Enerjiyi bilemezdim ama şu an ona olan açlığım hat safhadaydı. İki gündür gözüme normalden fazla çekici geliyor, her yaptığı şey bende başka anlamlar kazanıyordu. Üstelik o da sanki benimle aynı şeyleri hissediyormuş gibi sürekli olarak bana sırnaşmaktan geri kalmıyordu. Bu aralar hormonlarım fazlaca çalışırken asıl ona ne oluyordu?
Gözlerimi zorlukla nizami bir şekilde dizili olup her hareketinde gerilen kaslarından çekebildiğimde o da ayaklanmıştı. "Duşa giriyorum," derken banyoya doğru adımlamaya başladı.
Omuz silktim. "Gir."
O, banyoya girip kapıyı da kapattığında ben de odayı toparlayıp komodinde duran telefonumu alarak giyinme odasına geçmiştim. İlk olarak dolabı açıp içerisinden çiçekli, koyu yeşil renkte karpuz kollu uzun bir elbise çıkardığımda bunun tam da buraya ve bugünkü havaya uygun olduğunu biliyordum. Yakası beyaz fırfır detaylıyken V şeklinde sırtıma ve göğsüme doğru uzanıyordu. O çizginin bittiği yerde de arkadan öne doğru ince bir ip bağlama detayı vardı. Beyaz fırfır detaylar etek kısmında da yaklaşık dört parmak kadar bir uzunluktayken ayak bileklerime kadar uzanıyordu. Göğüslerimi çok fazla açıkta bırakan bir elbise değildi fakat yine de abartısız bir dekoltesi vardı.


Elbisenin iplerini bağlayıp saçlarım arasındaki metal iki tokayı çıkarıp saçlarımı elimle hafifçe dağıttım. Ardından da ince bir fırçayla tarayıp saçlarımı at kuyruğu şeklinde topladığımda oldukça iyi görünüyordum. Takılarım arasından da gold, küçük küpelerimi alıp taktıktan sonra son olarak rujumu da tazelemiştim. Ben, bunları yaparken de ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum fakat Kenan da duştan çıkmış, o güzel kokusu etrafımı sarmıştı.
Yeşil bakışları üzerimde gezinirken dudaklarımı birbirine sürterek rujumu dağıttım. Beni çapkınca süzerek ıslık çaldığında çoktan dolaba doğru yönelmişti bile.
"Bazen seni eve kapatıp hiç çıkarmamayı düşünüyorum," dediğinde kıkırdadım. Elimdeki ruju makyaj çantamın içerisine atıp parfümlerimden birini alarak birkaç fıs sıktığımda ekledi. "Başım belada."
"Neyle?"
"Güzelliğinle," Bakışlarım aynadan onu takip ederken bedenimi ona doğru çevirip kalçamı masaya yaslamıştım. O, kendine birkaç parça kıyafet çıkardığında dudaklarımda onun yarattığı bir gülümseme vardı.
"Beni şımartıyorsun," O, belindeki beyaz havluyu çıkarıp üzerini giyerken ben de doğrulup küçük adımlarla yanına ilerlemiştim. Gözlerim dolaptaki kıyafetlerinin üzerinde gezinirken salaş, koyu mavi bir gömleği gözüme kestirerek onun için çıkardım. Ardından ona doğru dönüp elimdeki gömleği ona uzattığımda yeşil gözleri bana dönmüştü. Ona doğru yaklaşıp gömleği omuzlarından yavaşça geçirirken kokusu yoğundu. Her nefes aldığımda ciğerlerim ondan nasibini alıyor, beni mahrum bırakmıyordu.
Omuzlarından geçirdiğim gömleğinin düğmelerine uzandığım esnada eli belime yavaşça dolanmış, burnum da çıplak tenine sürtmüştü. "Gitmesek," diyen o kısık sesini duyduğum an yine hormonlarım devreye girdi. Sesi kulağımdayken kirli sakalları usulca yanağıma batıyor, gıdıklanmama neden oluyordu. "Yatak acayip derecede çekici geliyor şu an."
Bu söylediğiyle beraber dudaklarımdan bir kıkırtı dökülürken başımı hafifçe kaldırıp yeşillerine baktım. Bir yandan düğmelerini iliklerken, "Olmaz," dedim, hiç düşünmeden. "Hava çok güzel, çıkalım biraz oksijen alalım.. Bir şeyler yiyelim, azıcık gezelim." Dudakları arasından sesli bir soluk bıraktığında başı hafifçe geriye düşmüş, o güzel gözlerini üzerime dikmişti. O gözleri üzerimde yine gezinmeye başladığında üstten üç düğmesi açık kalacak şekilde tüm düğmelerini ilikleyip ondan uzaklaştım. "Yakışıyor bu renk sana."
"Ya, ya," diyerek alaylı bir tonda konuştuğunda gülüp yanağına bir öpücük bıraktım. En sonunda da geri çekilip çantamı hazırlamaya koyulduğumda o da parfümünden birkaç fıs sıkıp ıslak saçlarına eliyle çeki düzen vererek odadan çıktı. Ben de çantamı hazırlayıp yanıma bir hırka da aldığımda giyinme odasından çıkmıştım. O, komodinde duran saatini bileğine takıp telefonunu da alırken ondan önce odadan çıkıp merdivenlere yöneldim.
Aşağıdan gelen tıkırtılar kulaklarıma ulaşırken bizim dışımızda da birilerinin uyanmış olduğunu anlamıştım. Buna rağmen yine de yavaş adımlarla basamakları inerken Kenan da arkamdan geliyordu.
"Bugünün planı nedir?" dediğimde Kenan'ın bana üstten bir bakış attığını görmüştüm.
"İyi alıştın gezmeye," dedi, huysuzca. Bu tavrı, şu an evde kalmak yerine dışarı çıkıyor olmamızdan kaynaklanıyordu.
"Gezeceğim tabii," Omuz silktim. "Boşuna mı geldim buraya?"
"Ben boşuna gelmişim gibi hissediyorum," dediğinde son basamağı da inerek ona doğru döndüm. "Baş başa bir saat bile geçiremedik."
"Saçmalıyorsun," dedim, hızla. "İki gündür baş başa dolaşıyoruz ya?"
"Ben yalnızca ikimizin olduğu," derken o da aramızda engel olan o son basamağı inmiş, dip dibe gelmemizi sağlamıştı. "Başka hiç kimsenin olmadığı birkaç saatten bahsediyorum."
"Sen bu aralar fazla kudurdun," dediğimde başını diğer tarafa doğru çevirip gülmüştü. "Gezip eğleniyoruz işte, nesi var bunun?"
"Günaydın," diyen bir ses aramıza girdiğinde ikimiz de başımızı sesin geldiği yöne doğru çevirmek durumunda kalmıştık. Elindeki kahveyle mutfaktan çıkan Bige, bize doğru gelirken ikimiz de onu yeni fark etmiştik.
"Günaydın," dedi, Kenan da onun yanağından makas alırken. Bige, onun kolunun altına girerken çantamı omzuma asıp kollarımı göğsümde birleştirmiştim.
"Günaydın," dediğimde yeşil gözleri merakla ikimiz arasında kısaca gidip gelmişti.
"Nereye gidiyorsunuz?"
"Benim bebeği gezdireceğim," diyen Kenan'ın benden bahsediş şekli, gülmeme neden olurken Bige de bebek olarak bahsettiği kişinin ben olduğunu biraz geç anlamıştı.
"Siz de gelsenize," dediğim esnada Kenan, başını hafifçe omzuna doğru eğerek bana bir bakış attı. Onun bu bakışlarına omuz silkerek yanıt verdiğimde Bige de beni reddetmişti.
"Ay yok, siz baş başa kalın." dediğinde ses tonunda bir ima, bakışlarında bir hınzırlık vardı. Bu, onun her zamanki hâliydi. "Hem biz bugün evdeyiz, akşama bir şeyler yapalım diyoruz.. Sizin de bir planınız yoksa-"
"Olur," diyerek Kenan'dan önce Bige'yi yanıtlayıp onu onayladığımda bakışlarımı Bige'den alıp kısaca ona çevirmiştim. Yeşil gözleri memnuniyetsizce üzerimde gezinirken yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyordum.
Pekâlâ, bugün Kenan'ın kalbine indireceğim kesindi. Onun bakışları bugün oldukça hoşnutsuz, tavırları da bir o kadar huysuzdu. Sanırım tersinden kalkmış olmalıydı.
"Yok bir planımız," dedi, söver gibi. Bu tavırları, gülme isteğimi bastırmam konusunda yardımcı olmazken, "Haber verirsin bana." dediğinde Bige onu onaylamış, kolunu onun omzundan çekmeden önce de başının üzerine bir öpücük bırakmıştı. Ardından elini bana doğru uzattığında itiraz etmeden elini tutup parmaklarımızın yine kenetlenmesine sebep oldum.
"Görüşürüz," diyerek Bige'ye el salladığımda o da bana aynı şekilde karşılık verip bize iyi eğlenceler dilemişti.
Kenan'la beraber evden çıkmadan önce spor ayakkabılarımı giymiş, hırkamı da üzerime geçirerek evden çıkmıştık. O da tişörtünün üzerine ceketini geçirirken bahçedeki arabaya doğru ilerliyorduk. "Kullanmak ister misin?"
"Bugünün sağ koltuk prensesi sen mi olacaksın yani?" diyerek ona takıldığımda gülüp arabasının anahtarını elime tutuşturdu. O, söylediğim gibi arabanın etrafından dolaşarak sağ koltuğa doğru ilerlediğinde ben de kilitli kapıları açıp sürücü koltuğuna yerleşmiştim. Anahtarı kontağa takıp çantamı arka koltuğa bırakırken, "Tak bakalım kemerini, prenses."
"Maran," diyerek uyarıcı bir tınıda konuştuğunda emniyet kemerini benim gibi takmamış, sadece arkasından geçirmişti.
"Ay tamam, bozulmasın karizman." dediğimde bana bir bakış atmış, ben arabayı çalıştırırken de navigasyonu açıp gideceğimiz mekânın konumunu etkinleştirmişti. Ardından da ben, camı hafifçe aralayarak o temiz havayı solumak istediğimde evin bahçesinden de yavaşça çıkmıştık. "Ne düşünüyorsun öyle kara kara?" dedim, onun bu sessiz hâline karşılık. Elindeki telefonuna, dakikalardır olduğu gibi huysuz bakışlar atıyor, ara ara sessizce yolu izliyordu. Bu tavrı, iki gündür de sürüp gidiyordu ama sorduğumda hiçbir şey olmadığını söyleyerek beni geçiştiriyordu.
"Hiç," dedi, yine beni geçiştirerek. Ardından telefonunun ekranına kısa bir bakış attığımı gördüğünde telefonunu kapatıp ceketinin cebine sıkıştırdı. "İşle alakalı."
"Ben niye bilmiyorum o hâlde?" dedim, merakla.
"Ekonomi kısmıyla ilgilendiğinizi sanmıyorum, Mimar Hanım." dedi, çok bilmiş bir tavırla. Onun bana hanım şeklinde hitap etmesi beni hiç olmadığı kadar tetikliyordu da aynı zamanda.
"Olabilir," Omuz silktim. "Şirket sorunu, şirket sorunudur." dediğimde parmakları usulca çenemi kavramış, gözlerim yoldayken yanağıma hafif bir öpücük bırakarak çenemi kapatmam gerektiğinin sinyalini vermişti kendince.
"Ölürüm güzelliğine," Kaşlarım havalandı.
"Bir şeyler karıştırdığın çok belli," Güldü. "Dikkatimi dağıtmaya çalışıyorsun ama yemezler."
"Bir şey karıştırmıyorum," dediğinde navigasyondaki sinyalleri kaçırmamaya dikkat ediyordum. Hoş, kaçırsam da Kenan'ın bana yardımcı olacağını biliyordum. "İşle alakalı bir sorun var ama halledeceğim. Önemsiz bir şey."
"İki gündür suratın beş karış ama?" dedim, merakla. "Dediğin kadar önemsiz olduğunu sanmıyorum."
Bu sözlerim, onun bana teslim olması için yeterli olurken ortada şirketle alakalı bir sorun olduğunu düşünmüyordum. Eğer öyle olsa benim de haberim olurdu ve o, bunu bu kadar takıntı hâline getirmezdi. Günlerdir olduğundan fazla agresif, yüzü asıktı. Üstelik öyle ki benim dışımda kimse onun bu hâl tavırlarını yadırgamıyordu. Herkes neler olup bittiğini biliyor ama ben hiçbir şey bilmiyordum.
"Yasemin," derken gözlerini bana doğru çevirmiş, bu ismin bende uyandırması gerektiği o duyguların yüzüme de yansımasını beklemişti. "Yasemin Elvan'ı hatırlıyor musun?"
Tabii ki hatırlıyordum. Onu hatırladığım kadar o gözlerini oymayı ne kadar çok istediğimi de daha dün gibi hatırlıyordum.
Yasemin, bizim şirkete sızıp bilgi toplaması için Dimitri'nin kullandığı bir maşaydı fakat bu, Dimitri'nin sandığına göre böyleydi. Asıl Dimitri, Yasemin'in bir maşasıydı ve hem onu hem de bizi avucunun içine alarak asıl amacı olan o mavi elmasın peşine düşen kadındı. Onu ilk gördüğüm anda bile gözüm tutmamış, sonrasında da bunun nedenini anlamıştım. O, şirkete sızarak Dimitri'nin istediği bilgileri toplayıp ona götürecek; Dimitri de Yasemin'e o çok istediği mavi elması büyük bir zevkle verecekti. Gel gör ki işler yolunda gitmemiş, ne istediği bilgileri toplayabilmiş ne de o elmasın sahibi olabilmişti. O ikisine oynanan çok büyük bir oyunla birlikte elmas onun elinden kayıp gitmişti ve şimdi, uzun bir sessizliğin ardından tekrar ortaya çıkmıştı.
"Evet," dedim, bakışlarımı yoldan alıp kısa bir an ona çevirerek. Onun yeşil gözleri üzerimdeyken tekrar yola dönmem gerekti. "Hatırlıyorum da.. Yine nereden çıktı bu kadın?"
"Elması bizim aldığımızı biliyor," dediğinde gözlerim yolu takip etse de aklıma düşen bir düşünceyle beraber aklım adeta durmuştu. "Şu an sesi soluğu pek çıkmasa da bir şeyler planladığını anlamak zor olmasa gerek. Üstelik şirket olarak yakında bir ihaleye katılacağız, o da orada olacak.. Eminim bu fırsatı kaçırmayacaktır."
"Elmas nerede?" diyerek son söylediklerini aklımın bir köşesine not ettiğimde endişe, bedenimi bir anda istila etmişti. Bu endişe de daha çok, bahsi geçen elmasın nerede ve kimde olduğuna aitti. Aklımdan geçen düşünceler hiç hoş şeyler içermezken bakışlarımı bir kez daha ona çevirmiştim. Yeşil bakışlarıyla karşılaştığım an, orada gördüğüm ifade düşüncelerimi doğrular nitelikteydi.
"Bende," İşte bu söylediği, gözlerimin onun üzerinde takılı kalmasına neden olurken kaşlarım müthiş bir hızla çatılmıştı. "Önüne bak, Maran."
"Nasıl sende?" dedim, hiddetle. Bu esnada bakışlarımı tekrar yola çevirmiştim fakat şu an kenara çekip onu azarlamak istiyordum. "Ne zamandan beri?"
"En başından beri," diyerek beni yanıtladığında dudaklarım arasından bir soluk bırakıp başımı hafifçe iki yana salladım.
"Kenan," dedim, yavaşça. "Onun sende olması ne kadar büyük bir tehlike barındırıyor, farkında mısın? Nasıl böyle bir şey yapabilirsin, anlamıyorum?" dediğimde çıtı çıkmamış hatta bakışlarını camdan dışarı çevirmişti. Onun bu tavırları, haklı olduğumu açıkça belli ederken çenemi kapatmama konusunda kararlıydım. "Ya sana bir zarar verirse? O taşın yol açtığı şeyleri ikimiz de çok iyi biliyoruz."
"Bu bir efsane," dedi, baskın bir tonda. Sağ elini hafifçe sallarken bakışları da tekrar bana dönmüştü. "O elmas aylardır bende, başıma bir şey gelseydi çoktan gelirdi diye düşünüyorum.. Böyle saçmalıklara inandığını söyleme bana lütfen."
"Peki ya o kadın," derken kırmızı ışık yandığından dolayı durmam gerekmişti. Bundan istifade ederek ona doğru döndüğümde kaşlarım hâlâ çatıktı. "Ya o kadın sana bir şey yaparsa? Pek tekin birine benzediğini söyleyemem, sen de bunu inkâr edemezsin bence?"
"İlk hamlesi şirkete karşı olacak," diyerek kendinden emin bir şekilde konuştuğunda bu kadar yaş tahtaya basmayacağını düşünmesi sinirlerimi bozmuştu. Her konuda kendine yüzde yüz güvenmesi hoşuma gitse de şu an bu durumdan o kadar da hoşnut değildim. "Bunun olmaması için çabalayacağım, ki hiçbir şey olmayacak güven bana.."
"Yanlış yapıyorsun," derken onu, bazı şeylere ikna etmeye çalışıyordum. "O elması en başında almamamız gerekiyordu. Şimdi o kadınla başa çıkmamız gerekecek, üstelik nasıl bir hamle yapacağını bile bilmiyoruz!"
"Hiçbir şey olmayacak," dedi, yine o tavrını sürdürerek. Bununla birlikte burnumdan sert bir nefes verdiğimde benim aksime gayet sakindi. "Bana güven sadece."
"Kendine bu kadar güvenme, Kenan!" diyerek bu hoşnutsuzluğumu açıkça belirttiğimde evden çıkarkenki neşemden eser yoktu. Canım sıkılmış, iştahım arkasına bakmadan uzaklaşmıştı. "Hiçbir şeyin garantisi yok, o kadın sana zarar verirse ne olacak?"
"Öyle bir şey olmayacak," dediğinde korna sesleri arkamdan yükselmeye başlamıştı. Bununla birlikte de bakışlarımı kısa bir an trafik ışığına çevirdiğimde yeşilin yandığını görmüş, ellerimi direksiyona koyarak yoluma devam etmeye koyulmuştum. "Beni, bunları söylediğime pişman etme.. Halledemeyeceğim bir şey yok, rahat olsana sen."
"Rahat falan olmuyorum," dedim, elimi hiddetle sallayarak. "Sen de olmamalısın bence!"
O, bu sözlerime karşılık sessiz kalmaya karar verdiğinde ben de daha fazla konuşmayıp çatık kaşlarımla yolculuğuma devam etmiştim. Üstelik sürücü koltuğunda otururken daha fazlasını yapamıyordum da zaten. Onun güzel gözlerine bakıp tepkisini ölçemediğim sürece onunla nasıl tartışacaktım ki?
Geri kalan yolculuğumuz boyunca ikimizden de çıt çıkmazken sadece navigasyondan yankılanan o ses, arabadaki rahatsız edici sessizliği dolduruyordu. Ne o konuşup tek kelime ediyor, ne de ben ağzımı açıp ona zehir saçabiliyordum. Bu yaptığı tamamen aptallıktı ve beni dinlemeyip böyle başına buyruk davranması iyice sinirlerimi bozuyor, beni daha çok geriyordu.
En başından bu kadından uzak durmamız gerekiyordu ama biz duramamış, başımızı belaya sokmuştuk.
"Bunu babamla konuşacağım," derken arabayı park etmiş, son kez aynalardan arabayı düzgün park edip etmediğimi kontrol etmiştim. O da bu esnada yol boyunca kafasını kaldırmadığı telefonunu kapatıp ceketinin cebine sıkıştırmıştı. Ben emniyet kemerimi çıkarıp arka koltuktaki çantamı aldığımda beni yanıtladı.
"Biliyor," dedi, müthiş bir rahatlıkla.
"Biliyor ve herkes bu kadar sakin, öyle mi?" diyerek ona çıkıştığımda bu tavrıma daha fazla dayanamamış olacak ki kapıyı açarak arabadan inmişti. Bu tavrı, kaşlarımı derince çatmama yol açarken kapıyı hızla açıp ben de arabadan indim. "Hey," Güneş gözlüğünün ardındaki bakışları usulca bana doğru döndüğünde elimdeki anahtarla kapıları kilitledim. "Beni dinlemiyor musun sen?" dedim, ona doğru adımlarken.
Bakışlarını benden çekip kısaca etrafta gezdirdikten sonra tekrar bana dönmüştü. "Dinliyorum," Başını salladı. "Beni, küçük bir çocuk gibi azarlamaya devam edeceksen dinlememeyi tercih ederim tabii."
"Sen de küçük bir çocuk gibi davranma o hâlde?" derken tam yanında bitmiş, ikimiz de aynı anda adımlarımıza yön vererek mekânın merdivenlerini tırmanmaya koyulmuştuk. O, bana öncelik verirken iki basamak arkamdan ilerliyordu.
"Sana bu yüzden hiçbir şey söylememiştim işte," dedi, bıkkınlıkla. Onu umursamayarak güneş gözlüklerimi taktığımda göz devirmeyi de ihmal etmemiştim. "Böyle yapacağını biliyordum, yanılmadım."
"Haksız olduğumu söyleyemezsin,"
"Kapatsak mı artık bu konuyu? Tadımızı kaçırıyor bence," dediğinde ahşap merdivenleri bitirmiş ve geniş, büyükçe olan açık cam kapıdan içeri girmiştim.
Buradan göründüğü kadarıyla dışarıda da masalar mevcuttu ve ben, dışarıda oturmayı tercih ederek hiç düşünmeden adımları oraya doğru yönlendirdim. Bu sırada ona cevap bile vermemiş, arabadaki sessizliğe tekrar bürünmüştük. Fakat yanımdan geçen güler yüzlü genç bir çocukla birlikte adımlarım durmak zorunda kalmıştı.
"Kenan abi," dedi, neşeyle. Onun yemyeşil gözleri, arkamda kalan bir noktada takılı kalırken yanımdan geçip gitmişti. "Hoş geldin."
Bedenimi hafifçe onlara doğru çevirirken genç çocuk da sevgilime doğru ilerleyip onunla fazla sıcak bir kucaklaşma yaşamıştı. E tabii onun memleketindeysek bu normaldi.
Kenan'ın yüzünde de aynı sıcacık gülümseme hâkimken kollarımı göğsümde birleştirip gözlerimi kısaca etrafta gezdirdim. "Hoş bulduk koçum, nasılsın?"
"Bildiğin gibi, iş güçle uğraşıyoruz işte ne olsun abi?"
Onların bu samimi ve sıcak sohbetini kulak kesilmiş bir şekilde dinlerken bir yandan da nereye oturacağımızı düşünüyordum. Gözlerim içerideki dolu masaları es geçip dışarıdaki masalara uğrarken çoktan kararımı vermiş sayılırdım. "Sen nasılsın, evleniyormuşsun duyduğuma göre?" diyen genç çocuğun bu sözleri ilgimi çekmeyi başarırken başımı hafifçe oynatarak onlara baktım. Eş zamanlı olarak Kenan'ın o güzelim kaşları hafifçe çatılırken gözlerini göremediğimden dolayı ifadesini seçemiyordum. O, elini ondan biraz daha kısa olan sarışın çocuğun omzuna koyduğunda buraya özgü o tatlı şivesine bir kez daha tanık olma şansına erişebilmiştim.
"Ha sen nereden duydin oni?" dedi, hayretle. Az önce bedenimin ona karşı ürettiği öfke, sıcacık bir gülüşle dağılırken benim kıkırtıma başka bir gülüş daha eklenmişti.
"Gediz abiden sonra Sürmene'deki kızların tek umudu sendin, kaç gündür herkes bunu konuşuyor.." dediğinde bu söylediği büyük bir tehlike arz ettiğinden dolayı gülüşüm dudaklarımda asılı kalmış, kaşlarım havalanırken de Kenan gözlüğünü hızla çıkarıp benim ifademi kontrol etmişti.
"Kimmiş o kızlar?" derken spor ayakkabılarım üzerinde usulca onlara doğru ilerlemiştim. Sarışın çocuğun bakışları da bana dönerken onun cevap vermesine kalmadan Kenan'ın eli belime dolanmış, ikimizin arasına girmişti.
"Yengen," diyerek beni tanıttığında sevimlice gülümseyip elimi ona doğru uzattım. "Okan'cığım," dedi, uyarıcı bir tınıda. "Nasıl söz o öyle?"
"Ne dedim ki abi?" dediğinde elini kaldırmış ve benim elimi nazikçe kavramıştı. Bu sırada da tıpkı Kenan'a gösterdiği samimiyetin aynısını göstererek sıcacık bir şekilde gülümsedi. "Memnun oldum yenge, Okan ben."
"Memnun oldum Okan'cığım," dedim, büyük bir içtenlikle. Bu kırk yıldır onu tanıyormuşum gibi olan tavırlarım Kenan'ın gözlerinin kısılmasına neden olurken, "Kimmiş o kızlar, söyle bakayım?"
Onun bakışları kısa bir an Kenan'a dönerken benim bu sorumu cevapsız bırakacağını çoktan anlamıştım bile. "Biz geçelim şöyle, hem sen acıkmıştın sevgilim unuttun mu?" dediğinde gözlerimi hafifçe kısarak ona baktım. Bu sırada Okan da yanından geçen bir çalışanı durdurarak terastaki boş bir masayı işaret etmişti. Yüksek ihtimalle o, burada çalışmıyordu.
"Afiyet olsun size abi, ben sonra uğrarım yanınıza." diyerek kaçarcasına yanımızdan ayrıldığında Kenan da belimdeki eliyle beni dışarı doğru yönlendirmişti.
"Ne dedi o öyle?" dedim, merakla. Dolu masaların yanından geçerek az önce Okan'ın durdurup oraya yönlendirdiği genç çalışanın, boş bir masanın üzerinden aldığı rezerve yazılı kartı kaldırdığı masaya doğru beraber ilerliyorduk. Henüz birkaç adımım kalmışken belimdeki elini çekti, genç çalışana sıcacık gülümsemelerinden birini sunarak teşekkür etti. Bunu yaparken de benim sandalyemi oturmam için çekmişti.
Gözlerim onun yüzünde kısaca dolanırken çantamı masaya bırakıp benim için çektiği sandalyeye yavaşça oturdum. "Ne dedi?" dedi, salağa yatarak. Ona, gözlüğümün altından ters bir bakış attığımda tam karşımdaki sandalyeyi çekip oturmuştu.
"Buradaki kızların tek umuduymuşsun falan," Gözlerimdeki gözlüğü çıkarıp başımın üzerine taktığımda sağ tarafımda kalan manzaraya kısaca baktım. Sisli gökyüzünde güneşin parıltıları kendini gösterirken bulutlara, elimi uzatsam dokunabilecekmişim gibiydi. "Bitmiyor zaten hayranların."
"Şaka yaptı işte çocuk kendince," diyerek beni geçiştirdiğinde ona inandığımı falan sanıyor olmalıydı. "Düşünme üzerine o kadar." derken telefonunu ve sigara paketiyle çakmağını cebinden çıkarıp masanın üzerine bırakmıştı.
Bu söylediklerine güvenerek konuyu kendi içimde kapattığımda açıkçası ben de daha fazla can sıkıcı konulardan konuşmak istemiyordum. Zaten Yasemin konusuna fazlaca canım sıkılmışken başka mevzulardan bahsedip enerjimi düşüremezdim fakat bu konuyu tamamen kapattığım söylenemezdi.
"Beğendin mi burayı?" diyerek dikkatimi dağıttığında bakışlarımı karşımdaki bol yeşillikli manzaradan almak zorunda kalmıştım. Kollarımı masaya, elimi de yanağıma yaslarken hâlimden şimdilik memnundum. Neredeyse tüm Trabzon, bulunduğum yerden görünüyordu.
"Güzelmiş," dedim, dudaklarımdaki gülümsemeyle. "Burası çok güzel, hiç gitmek istemiyorum." derken bir kez daha gözlerimi etrafta gezdirmiş, yemyeşil ağaçlara büyük bir hasretle bakmıştım. Bu gece İzmir'e dönüyor ve bu, bir hafta sürdürdüğümüz tembelliği burada bırakmak zorunda kalıyorduk.
"İstiyorsan bir süre daha kalabiliriz,"
"Ben isterim ama işler var biliyorsun," dediğimde git gide ona benzemeye başladığımı hissetmiştim. Tıpkı onun gibi işkolik birine dönüşmüştüm. "Yeter bu kadar tembellik!"
"Ben hâlimden memnunum açıkçası," Gözlerim onun gözlerine kavuşurken o, benim aksime manzaranın keyfini çıkarmıyor ve beni izliyordu.
"Çünkü benimlesin," dediğimde kaşları usulca havalandı, başını ağırca sallayarak beni onayladıktan sonra güldü. Bu gülüş, adeta içimi ısıtırken bu sefer manzarayı izlemeyi bırakarak tamamen ona dönmüştüm.
"Doğru," dedi, yavaşça.
"Sana şey diyecektim," diyerek elimi yanağımdan çekip kollarımı masanın üzerinde birleştirdiğimde bakışları ilgili bir hâl almış, o da benim gibi masanın üzerine doğru hafifçe eğilmişti. Bu, birkaç saniye gözlerimin gözlerinde dolanıp ardından da bir kıkırtı koyvermeme neden olurken yeşil gözleri manzaramdı.
"Ne diyecektin?" derken başı hafifçe sağ omzuna doğru eğilmiş, gözleri çok az kısılmıştı.
"Asistanlık için birini buldum," dedim, bir çırpıda. "Hafta başına görüşme için randevu da verdim.. Aslında hemen görevine başlayabilirdi ama hiçbirini gözüm tutmadı, o yüzden pazartesi görüşmelerle ben ilgileneceğim." dediğimde dudakları hafifçe yukarı kıvrılmış, ardından da bu söylediklerime gülmüştü. Ben, onun ifadesini saniyesi saniyesine kaçırmadan izlerken neye güldüğünü biliyordum.
"Bu kadar uğraşmana gerek yok, bana geçici bir süreliğine asistan gerekiyor. Aslı'yı birkaç aylığına idare edebilecek birinin olması yeterli, kendini yorma bu kadar."
"Kimseye güvenmiyorum," dediğimde sanki bu komik bir şeymiş gibi yine gülmüştü. Kaşlarım çatılırken, "Ne? Ne gülüyorsun?"
"İstersen asistanım sen olabilirsin," Elini salladı hafifçe. "Eğer bu kadar rahatsız olacaksan.. Ha çok çalışacak olmayı da göze alabiliyorsan hayır demem."
"Aslında iyi fikir," derken başımı salladım. "Kabul edebilirdim ama ben sürekli şirkette olmayacağım sonuçta.. Üstelik kusura bakma ama saatlerce de çalışamam. Ben halledeceğim sen merak etme," dedim, elimi kaldırıp yanağına yaslarken. Ardından başını hafifçe kendime doğru yaklaştırıp yanağını öptüğümde hâlinden memnundu. "Asistan senin köpeğin olsun, aşkım!"
Gözleri, bu bitmek tükenmez olan ilgim karşısında adeta parıl parıl parlarken, "Kurban olurum sana," Yanağına yaslamış olduğum elimi avucu içerisine alıp bir öpücüğü bana bahşettiğinde dudaklarımdaki gülümseme genişlemişti. "Yorma kafanı bunlarla, Aslı hallediyor zaten.. Hem ben de birkaç cv'yi gözüme kestirmiştim, döndüğümde görüşeceğim hepsiyle."
Bu söylediği hoşuma gitmezken memnuniyetsizce burnumu kıvırdım. "Bana neden göstermedin?" dedim, alıngan bir tonda.
"Bebeğim, sana göstersem hiçbirini beğenmeyecektin çünkü." dedi, haklı olarak. "Çok işim var, hepsine tek başıma yetişemem.. En azından birinin bana yardımcı olması gerek, biliyorsun."
"Güneş'i sana devredebilirim," dediğimde bana öylece bakakaldı. "Hem ben çoğunlukla şantiyede olacağım, ona pek ihtiyacım olmayacak."
"Emin misin?" derken gözleri, ciddi olup olmadığımı tartarcasına ifademi inceliyordu. "Sen de yoğun olacaksın, en azından şirketteki işlerini birinin halletmesi gerekmiyor mu?"
Elimi onu geçiştirircesine hafifçe salladığımda, "Ben hallederim.. Hem şu görüşmelerle de ben ilgileneceğim, gözüm birini tutarsa buna gerek kalmaz."
"Kıskançsın," dedi, keyifle.
"Kıskancım." Çenemi hafifçe oynatarak onu işaret ettim. "Sen nesin sanki?"
Bu sözlerime sadece gülmekle yetindiğinde masa da yavaşça donatılmaya başlamış, kaçtığını sandığım iştahım da yerine gelmişti böylelikle. Geri kalan dakikalar da onunla ara ara atışıp bazen de onu sevgiye boğduğum anlarla geçerken arabada konuştuğumuz mevzuyu kahvaltı boyunca konuşmamaya oldukça dikkat etmiş, ne o ne de ben bu konu hakkında yorum yapmıştık.
"İkisinin farkı ne?" dedim, çayımdan bir yudum almadan hemen önce. O, benim aksime pek iştahlı değildi ki sadece çay içmişti.
"Yapımında farklı peynirler kullanılıyor genelde," dediğinde onu ilgiyle dinliyordum. "Yöreden yöreye değişiyor işte."
"Buranın sütü, peyniri de bir farklı." dedim, düşünceli bir tavırla. Bu esnada dudakları yukarı doğru hafifçe kıvrılmış, beni izliyordu. "Güzel yani, ağzımda eriyor resmen."
"Bizim çiftliğin sütünden yapılıyor," diyerek beni başıyla onayladığında bilmediğim bu bilgi karşısında kaşlarım şaşkınlıkla havalanmış, az önce ağzıma attığım lokmayı usulca çiğnemeye başlamıştım. "Babaannem ilgileniyor işte, seviyor oradaki hayvanlarla vakit geçirmeyi."
"Şaka yapıyorsun?" dedim, şaşkınlıkla. Gözlerim, onun oldukça ciddi olan yeşil bakışlarında kısaca gezindiğinde bunu yeni öğreniyordum. Demek günlerdir bolca tükettiğim o muhteşem tereyağları ve peynirler onların çiftliğinden çıkıyordu. "Yeni mi söylüyorsun bunu?"
Dudağını hafifçe büzüp omuz silktiğinde gözleri kısaca etrafta gezinmişti. "Sormadın ki,"
Elimdeki çatalı bir kez daha çeşit çeşit peynirin dizili olduğu ahşap peynir tahtasına doğru uzattığımda bir türlü doyduğumu hissedemiyor, üstelik yedikçe yiyesim geliyordu. "Süper bir şey bu," dedim, çatalımı bir peynir dilimine batırıp önümdeki tabağa bırakırken. "Çiftlik konağa uzak mı?"
"Arazinin içinde," diyerek beni yanıtladığında ben nasıl iştahla kahvaltımı yapıyorsam o da iştahla beni izliyordu. Normalde kahvaltı öğününü atlayan ben, günlerdir onun sayesinde bu alışkanlığı edinmiştim. "Arazinin içinde olsa da konağa yürüme mesafesinde ama babaannem için biraz zor oluyor tabii. Ara ara fabrikaya gidip orayı da kontrol ediyor, o da çiftliğe epey yakın zaten."
"İkidir geliyorum ve bunları senden ilk kez duyuyorum," dediğimde güldü.
"Bir sonraki gelişimizde gezdiririm sana araziyi," dedi ve ardından duraksayıp ekledi. "Aslında gidebiliriz, yola çıkmadan önce konağa uğramamız gerekiyor zaten."
"Olur," dedim, heyecanla yerimde kıpırdanarak. Eş zamanlı olarak da elimdeki açmayı ağzıma tıkıştırdığımda dakikalardır üzerimde olan gözleri hafifçe kısıldı, dudakları arasından bir soluk bıraktı.
"İştahım açıldı seni izlerken," dedi, hayıflanarak. Bununla birlikte dudaklarımdan bir kıkırtı döküldüğünde yaslandığı yerden doğrularak çatalını eline almış, boş tabağını doldurmaya başlamıştı.
"Bu aralar iştahım açık," Omuz silktim. "Niye bilmiyorum, iki kişilik yemek yiyorum resmen." Bu pervasız sözlerim karşısında bakışları üzerimde takılı kalırken ne söylediğimin farkına biraz geç varmış, bunu fark ettiğim anda da duraksayıp hızla sözlerimi toparlamaya çalışmıştım. "Yani çok yiyorum manasında.. İki kişilik derken o anlamda değil, çok fazla yiyorum üç beş demeden." Kenan'ın gözlerindeki ifade ben konuşmaya devam ettikçe eğlenceli parıltılarla çevrelenirken bu şapşallığım onun dudaklarında hoş bir tebessüm yaratmıştı. "Susayım ben en iyisi," diyerek elimde kalan son lokmayı da ağzıma attığımda konuşmamak için kendimi engellemiştim bir nevi. Yanaklarımın esen ferah rüzgâra rağmen ısındığını çok net hissediyor, bakışlarımı ona değdirmemeye çalışıyordum.
Böyle patavatsızlıklarıma engel olmazsam durdurulamaz bir noktaya gelecektim fakat o kadar dengesizdim ki ne söylediğimi ben bile bilmiyordum.
"Anladım," diyen sesini duysam da başımı tabağımdan kaldırmıyor, ağzımı bir şeylerle doldurmaya çalışıyordum. "Ben anlıyorum senin ne demek istediğini, merak etme.."
"Domatesler de çok güzel, küçücük bebiş gibi." diyerek başımı en sonunda ona doğru kaldırdığımda konuşarak ona bunu unutturmaya çalışıyordum fakat ağzımdan çıkan kelimeler bebek, hamilelik konulu şeylerden ibaret oluyordu. O da bu hâlimden zevk alıyor gibiydi. Yüzündeki gülücükler git gide artıyor, gülümsemesi her geçen saniye bir kıkırtıya dönüşüyordu.
"Çayın soğumuş senin," dedi, en sonunda duruma el atarak. O kadar zor bir durumdaydım ki bu bana ilaç gibi gelmişti. "Tazelesinler mi?" Başımı salladım.
"Olur," Ellerimi yanaklarıma yaslayıp bu kızarıklığımı gidermeye çabaladığımda yerin dibine girmiş gibi hissediyordum. Bu kadar gerizekalı ve dengesiz olmak o kadar zordu ki bazen kendime dayanamıyordum. Ben bunu düşünürken o bana nasıl dayanabiliyordu bilmiyordum.
O, eliyle bir işaret yaparak az önce de bizim masayla ilgilenmiş olan genç bir çalışandan çaylarımızı tazelemesi için rica etmişti. Bu sırada ben de onun dikkatini çekmemeye çalışarak elimle yüzüme hava yapıyor, biraz olsun vücuduma basan sıcaklıktan kurtulmaya çalışıyordum.
"Sıcak mı oldu?" dedi, bu hâlimi fark ederek. Bunu sorarken ses tonunda şaşkınlık bile sezmiştim. Hava öyle güzel esiyordu ki sıcak olması imkansız gibi bir şeydi.
"Yoo," dedim, havada olan elimle saçlarımı düzelterek. "Gayet güzel hava, iyiyim."
Bakışları tatlı bir hâl alırken bana doğru hafifçe uzanıp elindeki küçük simit parçasını ağzıma tıkıştırdı. Onu, yavaşça çiğnerken yanağıma hafif bir öpücük bırakmıştı. Güneşten dolayı daha açık bir tona bürünen yeşil gözleri gözlerimden usulca ayrılırken dudaklarının hayali baskısı hâlâ tenimde varlığını koruyordu.
Kahvaltımız aynı tempoda devam ederken daha fazla patavatsızlık yapmamak için geri kalan dakikalarda daha az konuşmaya oldukça dikkat etmiş, sadece onun anlattıklarını ilgiyle dinlemiştim. Büyük ihtimalle o da beni konuşturmaya çalışıyordu fakat utandığımın farkında olduğu için pek fazla bir şey yapamamıştı. Sanırım ben bir süre ağzımı açmasam bu olayı belki unutabilirdim.
Eğer başarabilirsem ona da unuttururdum.
🐤🐤🐤
"Ay çok güzel," dedim, hülyalı bir tonda. Oturduğum yerden çalılıkların arasındaki geyik görünürken bir çocuk gibi heyecanlı olsam da aynı zamanda da sessiz olmaya çalışıyordum, çünkü her an bizi fark edip kaçabilirdi. "İlk defa geyik görüyorum şu an." derken neredeyse fısıltıyla konuşuyordum.
Ayaklarımı sokmuş olduğum soğuk suyun o şırıltısı ağaçların arasında uğultu oluştururken buradan hiç ayrılmak istediğimi sanmıyordum. O kadar güzel ve huzurlu bir yerdi ki günlerdir buraya taşınmanın planını bile yapıyordum.
Kahvaltıdan sonra Kenan, çok ısrar ettiğim için yolun üstünde arabasını durdurup derenin kenarında oturmam için bir müddet bana müsaade etmişti. O, bu tavırlarımdan oldukça memnuniyet duyarak yanıma oturmuş ve benim gibi derenin akışını izlemeye koyulmuştu. Çalılıkların arkasındaki misafirimizi ilk o fark etmiş ve benim, onu gördüğüm an çığlık atma gibi bir olasılığım olduğundan beni öncesinde uyarmıştı. O, eminim ki bunlardan çoğu kez görmüştü ama ben bu duruma epey yabancı kalmıştım.
"Ayı falan da iniyor mu köye?" dediğimde güldü. Yeşil bakışlarını dereden ayırıp bana çevirdiğinde beni yanıtlamıştı.
"Bazen," dedi, fısıltıyla. "Şanssızsın, bu sefer göremedin."
Haklıydı, şanssızdım.
Dudaklarım öne doğru büzülürken suyun içerisindeki ayaklarımı hafifçe sallamaya başlamıştım. Soğuk su başta benim irkilmeme neden olsa da sonrasında alışmış sayılırdım. Hatta öyle ki hoşuma gitmiş, buradan kalkmak istememiştim. Sadece rüzgâr her estiğinde yeşil ağaçların yaprakları hışırdıyor, soğuk suyun akışı da bu hışırtılara karışarak huzurlu bir melodi vadediyordu. Bu esnada ne o ne de ben konuşup bu huzuru bozuyorduk.
"Biz evlenince burada mı otursak acaba?" diyerek de buraya olan bağımlılığımı açıkça dile getirdim. O kadar güzel ve o kadar huzur dolu bir yerdi ki burada yabancılık çekeceğimi hiç düşünmüyordum.
Yeşil gözlerin ağırlığını yüzümde hissederken bakışlarımı da adımlarını usulca ormana doğru yönelten geyikten almış ve ona dönmüştüm. "Her şeyi İzmir'de bırakman gerekecek ama."
"Olsun," Omuz silktim. "Biz de baştan inşa ederiz, olmaz mı?"
Yeşil bakışları, gözlerim arasında mekik dokurken o güzel gözlerinin hapsindeydim. İşlediğim suçların karşılığı bir ceza değil, benim için bir ödüldü.
Onunla birlikte olduğum sürece nerede yaşayıp ne yaptığımın bir önemi yoktu benim için. Eğer benimle birlikte olursa her şeyi birlikte yapabilirdik.
"Olur," dedi, dingin bir tonda. Bakışları daha güzel bir hâl alırken yeşil irislerinde çakıl taşlarını andıran o küçük parçalar da parıltılarla donanmıştı. Eş zamanlı olarak elini kaldırıp parmaklarıyla yumuşak bir hareketle çenemi kavradığında başını da hafifçe yüzüme doğru yaklaştırıp burunlarımızın birbirine sürtmesine neden oldu.
Kalbim, büyük bir gümbürtüyle sarsılırken yumuşacık dudakları aynı yumuşaklıkla üst dudağımı usulca kavradı, kalbimin ağzıma kadar yükselmesine yol açtı. Bu narin öpücüğüyle birlikte ayaklarım yerden kesilirken onun bu ateşine bir türlü alışamıyordum. Beni ne zaman öpüp, bana ne zaman dokunsa hepsinde farklı şeyler hissediyor fakat o heyecanım bir türlü son bulmuyordu. Sanki ilk kez beni öpüyormuş gibi çocuksu bir heyecana kapılmaktan kendimi alıkoyamıyordum.
Dudaklarım, tıpkı onunki gibi bir narinlikle onun dudaklarını yavaşça kavradığı esnada kalbim hızla çarpıyor, bedenim müthiş bir adrenalin salgılıyordu. Dudaklarımızın dansı eşsiz bir ritimdeyken bu ritmi bozan şey onun çalan telefonu olmuştu.
Dakikalardır sürüp giden bu sessizliği telefonunun melodisi bozarken usulca dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Bu, büyük bir boşluğa düşmeme neden olurken başımı ondan uzaklaştırarak dilimle dudaklarımı ıslatmıştım. O, ceketinin cebinden telefonunu çıkardığında ikimiz de sessizdik.
Yeşil bakışlarıyla kimin aradığını kısaca kontrol ederken onu, mahzenden aradıklarını göz ucuyla görmüştüm. "Efendim?" dediğinde çıkarmış olduğum spor ayakkabılarıma doğru uzandım. Daha konağa gitmemiz gerekiyordu ve konak neredeyse şehrin dışında kalıyordu. Yani oraya varmamız bir iki saatimizi alacaktı. Geri dönüş yolunu da hesap edersek artık gitme vaktinin geldiğinin farkındaydım.
O, benden önce ayaklanarak yanımdan uzaklaştığında konuşacağı konunun sinirlerimi bozacağını tabii ki biliyordu ve bu yüzden yanımda konuşmak istemiyordu. Bu Yasemin meselesinin onu uğraştıracağının o da ben de farkındaydık.
Ayaklarımı sudan çıkarıp bir iki dakika kurumasını bekledikten sonra önce çoraplarımı, ardından da ayakkabılarımı ayağıma geçirmiştim. Bu sırada da o, hâlâ telefonla konuşmasına rağmen bir iki adımda yanıma ulaşmış ve elini bana doğru uzatarak oturduğum kayalıktan kalkmama yardımcı olmuştu.
Onun elinden destek alarak ayağa kalktığımda kayalıkları yavaşça inmiş, bu esnada da dikkatli olmam için elimi sıkı sıkıya tutmayı ihmal etmemişti.
"Bu gece dönüyoruz," dedi, konuştuğu Bartu'ya. "Yarın öğlen orada oluruz büyük ihtimalle." dediğinde aşağı inen kayalıkları aşarak yolun kenarında duran arabasına doğru yönelmiştik. O, ön koltuğa geçerken ben de yan koltuğun kapısını açıp arabaya bindim. Onun kontrol etmesine müsaade etmeden emniyet kemerimi taktığımda telefonunu omzuyla kulağı arasına sıkıştırıp kendi kemerini de takmış, arabayı çalıştırmıştı. Eş zamanlı olarak bana kısa bir bakış attığında Bartu ona ne söylüyordu bilmiyordum ama onu sadece kısa cümlelerle yanıtlıyor, pek fazla gözüme batmamaya çalışıyordu.
"Tamam," dedi, sadece. Gözlerim onun üzerinde olmasa da ara ara beni kontrol ettiğini biliyordum. "Ben kontrol ediyorum şimdi, seni ararım birkaç saate.."
O, saniyeler içerisinde telefon konuşmasını sonlandırırken orman yolunda usulca ilerliyorduk. Issız yolda ilerlerken telefonunu kapatıp aramızdaki o bölmeye bırakmış, ben de kendi telefonumu onun arabasına bağlarken müzik listemde geziniyordum aynı zamanda.
"Ne diyor?" dedim, meraksız olmaya çalışarak.
"İşle alakalı." Göz ucuyla ona baktığımda göz göze gelmiştik.
"Yasemin demek istedin herhalde," dediğimde bu gıcık tavrım onu güldürmüştü. Eğer önemsiz bir şey olsaydı böyle bir anı bölmez, o telefonu açmazdı. Fakat onun için oldukça mühim bir konu olduğu için o telefonu açmayı tercih etmişti. "Ne oluyor, bana niye anlatmıyorsun?" Benim onu fırçalamamdan korktuğu için bana bir şey anlatmıyordu. Hatta sırf bu yüzden telefon konuşmasını da uzun tutmamıştı.
"Senden azar işitmemek için anlatmıyorum," dedi, benim düşündüklerimi dile getirerek. Ardından bakışları bana döndüğünde onun yan profilini izliyordum. "Yanlış mı düşünüyorum?"
"Doğru düşünüyorsun," dedim, umursamazca. Bu, onun dudaklarından bir kıkırtının dökülmesine neden olurken, "Ne planladığınızı bana da anlatmanız gerekiyor." Kaşları havalandı alayla.
"O niyeymiş?" diye sorduğunda omuz silktim.
"Çünkü sevgilinim." dedim, saçma bir savunma yaparak. Bu da onun kaşlarının anlamsızca çatılıp gülüşünün şiddetlenmesine neden olurken resmen benimle alay ediyordu.
"Ne alaka?"
"Çok alaka canım," dedim, alayla. Ardından elimdeki telefonu kapatıp kucağıma bıraktığımda ona soracağım çok fazla soru vardı. "O kadın seninle iletişime geçti mi? Hayır eğer bu tür bir şey olmadıysa bu kadar endişe etmezdin de.. Ayrıca o elması alalı aylar oldu, şimdi neden ortaya çıktı ki?" diyerek soruları peş peşe dizdiğimde gözlerimin içine baka baka derin bir soluğu dudakları arasından bırakmıştı. Bu bıkkınlık dolu tavrı, burnumu kırıştırarak ona bakmama neden olduğunda beni yanıtladı.
"Kendisi benimle iletişime geçmedi," dedi, ilk soruma cevap vererek. "Henüz," diyerek de eklediğinde bir sonraki yüzleşmenin yüz yüze gerçekleşeceğinden fazlasıyla emin gibiydi. "Ama bir iş birliği için asistanıyla iletişime geçmek zorunda kaldım. Amaçları iş değil, bir şeyler planlıyor.. Üstelik elması bizim aldığımızı da yeni fark etmedi.. Sadece yapacağı vuruşun bizi bitirmesi için çabaladı bunca zaman. Aptal bir kadın değil, aksine oldukça zeki bir kadın. Bu yüzden bizim yapacağımız hamlenin de onunkinin yanında yüksek bir değeri olmalı."
"Yani?" dedim, merakla. "Ne yapacağız?"
"Sen karışmayacaksın tabii ki," dediğinde bu gıcık tavrı karşısında ona dik dik bakmam gerekmişti. "Yasemin'in bu ihale için çok çalıştığını duydum, ihaleyi kazanmak için de elinden geleni yapacağına eminim. Ama ihaleye ben de katılacağım için böyle bir şey mümkün olmayacak." dedi, kendinden emin bir tonda.
Bu tavrını umursamamaya çalışarak, "Bartu ne diyor peki?"
"Şirketteki çalışanlardan birinin Yasemin'in asistanıyla iletişimde olduğunu öğrenmiş," dediğinde gözlerim şaşkınlıkla irileşti. "Kim olduğunu bilmiyorum ama öğreneceğim.. O kişi her kimse onu kullanarak şirkete sızmaya çalışıyor bir şekilde. Bu yüzden de şirket içinde bile herhangi bir bilginin sızdırılmasını önlememiz gerekiyor."
"Kim olabilir ki?" dedim, şaşkınlıkla. Şirketteki her çalışan özel mülakatlarla şirkette işe başlıyordu ve kimin böyle bir hainlik yaptığını oldukça merak ediyordum aynı zamanda.
"Bilmem," diyerek bana bir bakış attıktan sonra tekrar yola dönmüştü. Bu konuda fazla konuşmamaya çalışsa da şu an aklı fikri oradaydı. Bir an önce dönüp işinin başına geçmek istiyor, şirketteki muhbiri bulmak için canla başla uğraşacağa benziyordu.
Aradan dakikalar geçerken gözlerim de akıp giden orman yolunda geziniyor, uzun yolun keyfini çıkarmaya çalışıyordum. Bu esnada o da telefonunu yeniden eline alıp birine mesaj yazmaya başlamıştı. Onu, mayışan gözlerimle takip ettiğimde çok geçmeden telefonunu elinden attı.
"Ne oldu?" dedim, merakla. Ardından da koltukta ona doğru hafifçe kayıp başımı omzuna yasladığımda uykusuzluğumun cezasını çekiyordum. Bütün gece doğru düzgün uyumadığım için şu an bu sessiz ve uzun yolculukta uyku bastırmıştı.
"Dicle'nin oyuncağını evde unuttum," dedi, oldukça masum bir şekilde. Bu, dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olurken, "Bige'yle konuştum, gelirken getirecek."
Bu sözleri içimin sıcacık olmasına neden olurken dudaklarım istemsizce hareketlenmişti. Onun kız çocuklarına karşı takındığı bu tavrı beğeniyor, onlara karşı koyamaması hiç olmadığı kadar hoşuma gidiyordu.
"Sen nasıl baba olacaksın, çok merak ediyorum." dedim, mırıltıyla. Başım omzuna yaslanmış, büyük bir ağırlık üzerime çökmüştü. "Çok iyi bir baba olacağına eminim ama.."
Gözlerim arabanın ön camındayken bakışlarımı usulca ona doğru çevirip ifadesini kontrol ettim. Bu söylediklerim onun dudaklarında tatlı bir gülümsemenin oluşmasına neden olmuş, o güzel yüzünün aydınlanmasına yol açmıştı.
"Ben de senin nasıl bir anne olacağını merak ediyorum," dediğinde güldüm.
"Aynı şeyi ben de merak ediyorum biliyor musun?" dediğimde bu sefer gülen o olmuştu. "Ben çok ciddiyetsiz bir anne olurdum kesin.. Üstelik beceriksiz! Mutfağa sadece su içmeye giriyorum, çocuğa nasıl mama yapacağım?"
Bu sözlerim, bende bir farkındalık uyandırırken bir an önce mutfağa girip çeşitli şeyler yapmayı öğrenmem gerekiyordu. Yakında yeni yaşıma girecektim ve üstelik her ne kadar tarihi belli olmasa da evlenmek üzereydim. Beceriksiz bir gelin olarak aileye girmek istemiyordum.
"Beceriksiz falan değilsin," dedi, bu sözlerime karşılık. "Öğrenirsin illa ki."
"Ben, evlenince yemekleri sen yaparsın diye düşünmüştüm aslında." dediğimde bana öyle bir bakış attı ki dudaklarımda asılı kalan o gülüşü bir anda koyvermiştim.
"Salonu da balkona koyalım istersen," Omuz silktim.
"Sabah sekiz akşam beş çalıştıktan sonra eve gelip sana yemek mi yapacağım bir de?" dediğimde kaşları havalandı.
"Ben de sabah sekiz akşam beş çalışıyorum, o ne olacak?" dediği esnada onun da benim kadar haklı olduğunu anlamıştım.
"Yol yakınken vazgeç bence sen," dedim, şakacı bir tavırla. "Olmaz böyle, ölürsün yanımda açlıktan."
"Yanında ölmeye bile razıyım," dediğinde kaşlarım hızla çatıldı, elimi kaldırıp koluna hafifçe vurdum.
"Söyleme öyle," dedim, ona çıkışarak. Bu tavrım, onun dudaklarında bir gülümsemenin oluşmasına neden olurken başını bana doğru çevirmişti. Elimi kaldırıp yanağına yasladığımda uzanıp o yumuşacık dudaklarına bir öpücük bıraktım. "Öldürtme bana kendini," Yanağına yasladığım elimle, onun başını tekrar yola çevirdiğimde bu söylediğime güldü. O da daha fazla beni sinirlendirmemeyi düşünmüş olacak ki pek bir şey söylemeyip sessiz yolculuğumuza büyük bir huzurla devam etmiştik.
Başım onun omzuna yaslıyken gözlerim yemyeşil ağaçlarla kaplı olan yolda dolaşıyor, yol kenarlarında sıkça bulunan derelerin o melodik akışının aralık camdan içeri sızışını büyük bir zevkle dinliyordum. Bu oldukça huzurlu olan yolculuğumuz esnasında da günlerdir uyuyamadığım o uykum bastırmış ama uyumamak için epey direnmiştim. Bu konuda da oldukça başarılı olurken uzun dakikaların ardından konağa varabilmiştik. Bu esnada başım hâlâ onun omzuna yaslıyken mayışmış, hareket etme kabiliyetimi yitirmiştim.
Radyodan yayılan kısık müzik sesi, aramızdaki sessizliği dolduran tek şeyken gece yakalayamadığım huzuru onun kokusunda bulmuştum. Gözlerim bir ağırlıkla çökerken yaşadığım huzurun bir tarifi yoktu.
🐤🐤🐤
Güneşten dolayı kısılan gözlerim inşaat alanında dolaşırken elimle başımdaki bareti düzelttim. Neredeyse yaz bitecekti fakat hâlâ ortalık büyük bir sıcaklıkla kavruluyor, bizi yakmaktan çekinmiyordu. Üstelik bu sadece akşam güneşiydi. Buna rağmen yakıcı bir sıcaklığı vardı.
Yaklaşık iki hafta önce, bir hafta süren tatilimizi sonlandırıp İzmir'e dönmüş ve hepimiz istemesek de işlerimizin başına dönmek zorunda kalmıştık. Ben Giovanni'yle aylar önce yaptığım o projenin anlaşması için işlere olabildiğince hızlı bir şekilde başlamış, gecemi gündüzüme katarak inşaatta çalışıyordum. Bu yıl bitmeden buraya geleceğini bana haftalar önce haber vermiş olsa da açıkçası gergindim. Yılın bitmesine üç ay gibi bir süre vardı ve buna rağmen hiçbir şeyin yetişmeyeceğini düşünüyordum. Bu yüzden de hafta sonumu bile şantiyede geçiriyordum. Birçok usta da bahsi geçen evin projesi için çalışsa da stres yapmaktan kendimi alıkoyamıyordum.
Her şeyin mükemmel olması gerekiyordu. Bu, benim ilk işimdi.
Gözlerimi hafifçe kırpıştırıp sıcaktan dolayı elimle kendime hava yapmaya başladığım sırada inşaat tulumumun cebindeki telefonum titremeye başlamış, dikkatimi dağıtmıştı.
Havadaki elimi indirip cebime attığımda kimin aradığını az çok tahmin edebiliyordum. Tam da tahmin ettiğim gibi, ekranda yanıp sönen görüntüsü dudaklarımın yukarı doğru hareketlenmesine neden oldu.
"Aşkım," diyerek cıvıldadığımda o yorgun hâlimi bir kenara hızlıca bırakabilmiştim.
Günlerdir ikimizin de iş trafiğine maruz kalmış olmasından dolayı sıklıkla telefonla konuşuyor, ara ara buluşabiliyorduk. Eğer fırsat yaratabilirse şantiyeye uğrayıp beni alarak beraber yemeğe gidiyorduk. Eğer gelmeye fırsatı olmasa da beni arayıp yemek yemeyi ihmal etmemem gerektiğini söylüyordu. Bazen babammış gibi hissetmiyor değildim.
"Kurban olurum sana.." diyen o yumuşacık sesi, dişlerimi hafifçe alt dudağıma geçirmeme neden olurken midemde adeta filler tepişiyordu. "Ne yapıyorsun, şantiyede misin hâlâ?"
"Evet," dedim, e harfini uzatarak. "Ama çıkacağım birazdan, eve geçeceğim.. Sen ne yapıyorsun, şirkette misin?"
"Çıkıyorum şimdi ben de," dediğinde başımdaki bareti çıkarmıştım. İnşaata doğru ilerlerken amacım son kontrolleri yapmaktı. "Bir toplantım var o civarlarda, uğrayıp bir beş dakika seni göreyim diyorum.."
Dudaklarım bir gülümsemeyle yukarı doğru hareketlenirken onun bu tatlılığı karşısında adeta eriyordum. Hadi ama, bu kadar tatlı olmamalıydı! "Şansımı alıp gideyim diyorsun yani?" dedim, muzip bir tavırla. Bu, o güzel gülüşünün telefonun ucundan kulaklarıma dolmasına neden olduğunda inşaatın merdivenlerini tırmanmaya koyulmuştum.
"E öyle diyorum,"
"Gel bakalım, bekliyorum.."
Onunla olan telefon konuşmamız saniyeler içinde sonlanırken elimdeki telefonu tekrar cebime yerleştirdim. Bileğimdeki saati kontrol ettikten sonra gözlerimi kısaca etrafta gezdirmiştim. Ardından adımlarıma yön vererek adeta birer arı gibi çalışan ustaların yanına uğrayıp, işlerin yolunda olup olmadığını kontrol ettim. Henüz her şeye yeni başlanmıştı ve bu, beni endişelendiriyordu. Giovanni'nin geldiğinde her şeyden memnun kalmasını istiyordum. Onun bana olan güvenini de boşa çıkarmak istemiyordum.
Bir süre daha ustalarla ilgilendiğim sırada bu sefer telefonum bir kez daha çalmıştı. Cebime yerleştirdiğim telefonu çıkarıp ekrana bir bakış attıktan sonra telefonu kulağıma yaslayarak inşaatın merdivenlerini tırmanmaya koyuldum.
"Buyurun efendim?" diyerek alaylı bir tonda Olcay'ın aramasını yanıtladığımda keyifli gülüşü kulaklarıma ulaştı. Tatildeyken de, döndüğümüz sürede de oldukça keyifliydi ve bu keyfinden hiçbir şey kaybetmiyordu.
"Naber bebek?" dediğinde gülümsedim.
"İyidir," dedim, neşeli bir tonda. "Seni sormalı? Pabucumuz dama atıldı gibi hissediyorum.." Güldü bu söylediğime. O, Kılıç'la nihayet bir ilişkiye başladığından beri eskisi kadar sıklıkla görüşemiyorduk. Bu, ikimizin yoğun temposundan da kaynaklanıyordu aslında.
"Öyle söyleme, üzülüyorum." dediğinde ses tonundan ciddiyetini kavrayabiliyordum. "Yoğun çalışıyorsun sen, ben de şu atölyeyle ilgileniyorum.. Bilmiyorsun sanki!" Kıkırdadım.
Olcay, kendine özel küçük bir resim atölyesi açmaya karar vermişti ve döndüğümüzden beri bununla uğraşıyordu. Zamanını çoğunlukla bununla geçirdiği için küçük bir yaşam alanı yapmayı tercih etmişti. Açıkçası bu fikri aklında hep vardı ve bunun için kafasında belirlediği bir projesi de vardı. Yıllardır dilinden düşürmediği atölyeyi nihayet açacaktı.
"Tamam be," dedim, çirkef bir tavırla. "Şaka yapıyorum, çok alıngansın!" Güldü.
"Sen ne yapıyorsun?" dedi ve ardından hızla ekledi. Bu esnada yukarıdaki odalardan birine girip kapıyı kapatmış, sabah çıkardığım kıyafetlerimi giymeye koyulmuştum. "Akşam bana gelsene, özledim seni."
"Olur," dedim, hevesle. "Birazdan eve geçeceğim ben de, duş almam gerek.. Sonrasında da sana geçerim."
"Anlaştık o zaman," Sesindeki o neşeli tını, onunla konuşacağımız çok konunun biriktiğini söylese de o heyecan dalgası bana bile ulaşmıştı. "Ben de eve geçiyorum şimdi, akşam görüşürüz o hâlde?" Başımı salladım görecekmiş gibi.
"Tamamdır, öpüyorum çok."
"Ben de,"
Sonlanan aramayla birlikte telefonumu elime alıp kamerayı açarak çantamdan çıkardığım rujumu dudaklarımla buluşturmuştum. Rujumu tazelerken epey bir vakit geçirmiş, parfümümden de birkaç fıs sıkıp eşyalarımı alarak oradan ayrılmıştım.
"Kolay gelsin,"
"Sağ olun, Maran Hanım."
Adımlarım, inşaat hâlindeki evin basamaklarını inerken bir an önce eve gidip ılık bir duş alarak yorgunluğumu atmak istiyordum. Aslında tüm bunların ardından da güzel bir uyku çeksem fena olmazdı fakat öyle bir durumda Olcay, ekilmesinin intikamını almayı ihmal etmezdi.
Basamakları bitirip bahçenin beyaz boyalı kapısını açarak kendimi dışarı attığımda park halindeki arabama doğru ilerledim. En azından elimdeki büyük çizim kâğıtlarını bıraksam iyi olabilirdi. Ben, arabanın kapısını açıp çantamla kağıtlarımı bıraktığım esnada kulaklarıma ulaşan güçlü motor sesi, kalbimin yerinden hoplamasına neden olmuştu. Heyecanla başımı yolun diğer tarafına doğru çevirdiğimde gördüğüm araba oldukça tanıdıktı.
Midemdeki kelebekler harekete geçerken kendimi küçük bir kız çocuğundan farksız hissediyordum. Onu görmek beni bu kadar heyecanlandırmamalıydı fakat her seferinde bunu yaşamaktan kendimi alıkoyamıyordum.
Arabanın kapısını kapatıp kapıları kilitlediğimde dudaklarımda aptal bir sırıtış vardı. Eminim o da bu tavırlarımı, camın arkasından izleyip bana gülüyordu. Haklıydı, içten içe ben de kendime gülmekle meşguldüm.
Arabasını yolun kenarına park ettiğinde birkaç büyük adımda arabasıyla aramda olan mesafeyi kapatmış, elimi kapının koluna atarak kapıyı hızla açmıştım. Yüzümdeki minik gülümseme, onun gözleriyle karşı karşıya geldiğim an genişlerken kalbim deli gibi göğüs kafesime çarpıyordu.
Benim gözlerimle buluştuğu an onun yüzünde de aynı gülümseme oluşurken ikimize de eziyet çektirmemek adına yan koltuğuna yerleşip kapıyı kapatmıştım. "Selam," diyerek cıvıldadığımda bir eli yavaşça belime dolanmış, benim ellerim de hızla onun boynuna sarılmıştı. "Ne kadar çabuk geldin böyle?"
"Özledim seni," diyerek mırıldandı kulağıma doğru. "Nasıl kullandığımı bilmiyorum."
Dudaklarım yukarı kıvrılırken yanağına bir buse kondurdum. "Ben de seni özledim," dedim, aynı tonda. Parmaklarım ensesindeki saçları hafifçe okşarken onun da parmakları belime gömülmüştü. Çıtı çıkmıyor, sadece sessizce kokumu soluyordu.
Uzun bir süre aynı sessizlikle birbirimizi kucaklarken hâlimden oldukça memnundum. İkimizin de birtakım işleri olmasa tam burada, kokusunu soluyarak uyuyabilirdim. Üstelik bunu özlemiştim de.
"Aç mısın?" diyerek benden usulca ayrıldığında bu sorusuna olumsuz cevap verecek değildim fakat bunu sormasa acıktığımı fark etmeyebilirdim. O, benim bir cevap vermemi beklemeden kolunu arkaya doğru uzattığında onu yanıtladım.
"Of evet," dedim, sanki bu anı bekliyormuş gibi. Bu, onun gülmesine neden olurken arka koltuktan aldığı karton poşeti elime tutuşturdu. Poşetin içerisinden yayılan koku iştahımı kabartırken onun, bana yukarıdan gönderilen bir melek olduğunu düşünüyordum. Bu kadar ince düşünceli olması, beni ona daha fazla bağlamaktan başka işe yaramıyordu.
"Ya Kenan," dedim, dudaklarım yukarı kıvrılırken. "Teşekkür ederim," diyerek uzanıp bir kez daha onu öptüğümde beni bu kadar ufak şeylerle mutlu edebileceğini biliyordu.
"Teşekkür edilecek bir şey yapmadım, acıkmışsındır diye düşündüm sadece.." derken saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmıştı.
"Doğru düşünmüşsün," dedim, sırıtarak. Ardından elimi poşetin içerisine daldırırken, "Sen yedin mi bir şeyler?"
"Yedim," diyerek yanıtladı beni. "Yemekten geliyorum, şimdi de başka bir yemeğe gidiyorum.." dediğinde güldüm.
"Sen de ye," Poşetin içerisindeki paketi çıkarırken gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. "Gel," Kucağımdaki kutunun kapağını kaldırıp çok sevdiğim hamburgerciden almış olduğu o hamburgeri ona doğru uzattığımda başını çok hafif geriye doğru attı.
"Aç değilim, Maran.. Yedim diyorum ya?" dediğinde ona kötü bir bakış attım.
"Bir daha ye?" diyerek ısrar ettiğimde ona yaptığım zorlamaların bitmesi için ona uzattığım hamburgerden bir ısırık almak durumunda kalmıştı. Bu, ifademin memnuniyet dolu bir hâl almasına neden olurken, bu esnada içeceğimi de açmıştım.
"Nasıl gidiyor?" diyerek uzun bir süre sonra konuştuğunda dolu olan ağzımla birlikte bakışlarımı ona doğru çevirdim. Neyden bahsettiğini, inşaatı izleyen gözlerinden yola çıkarak kavradığımda ben de gözlerimi inşaata doğru çevirmiştim.
"Bir sorun yok," dedim, lokmamı yutabildiğimde. "Her şey iyi gidiyor da, bir şey olacak diye korkuyorum.. Ya yetişmezse? Çok az zaman kaldı çünkü."
"Hiçbir şey olmaz merak etme," dedi, beni yatıştırırcasına. "Bu kadar az zamanda iyi bile ilerlemişsiniz."
"Bilmiyorum," Omuz silktim. "İçimde tuhaf bir his var.. Manyak olduğumu düşünebilirsin." Güldü.
"Öyle düşünme, her şey güzel olacak merak etme." dediğinde tüm bu hissettiklerime rağmen onun bu sözlerine inanmış, güvenmiştim. Belki de bu konu da sadece kuruntu yapıyordum. ve ona güvenmekten başka çarem yoktu.
"Sen ne yapıyorsun?" dedim, ona dönerek. Yeşil gözleri bana dönerken ekledim. "Yasemin hâlâ sessiz mi takılıyor?"
"Şaşırtıcı ama evet," dediğinde kaşlarım havalandı. Evet, bu gerçekten şaşırtıcıydı. "Fakat şirketteki muhbirimizi buldum," Gözlerim kocaman açılırken elimdeki içeceği bırakmıştım.
"Kimmiş?" dedim, merakla. Bununla birlikte gözleri birkaç saniye gözlerimde gezindiğinde beni epey şaşırtacak bir şey söyleyeceğini anlamıştım.
"Güneş,"
Söylediği isim, kaşlarımın hafifçe çatılmasına neden olurken duyduklarımı algılamaya çalışıyordum. Pekâlâ doğru duymuştum değil mi? Fakat böyle bir şey nasıl olabilirdi? Ben, Güneş'le uzun zamandır çalışıyordum. Üstelik ne babam ne de ben, onun bir yanlışını görmemiştik.
"Yapmaz öyle şey," dedim, hızla. "Güneş, stajını bile bizim şirkette yaptı, çok uzun zamandır bizimle çalışıyor.."
"Ama yapmış güzelim," dediğinde bu söylediklerine inanamıyordum. Ben, Güneş'e şu ana kadar her konuda güvenmiştim. "Bizim çocuklar takibe almıştı onu, Yasemin'in asistanı Olcay'la fotoğrafları var elimizde.. Üzgünüm ama inanmak zorundasın."
"İnanamıyorum," Başımı iki yana salladım hafifçe. "Nasıl olur böyle bir şey, aklım almıyor.." Ardından aklıma gelen şeyle birlikte bakışlarımı tekrar ona çevirdim. "Babam biliyor mu? Onu çıkaracak mıyız işten?"
"Adnan Amca da biliyor ama şu anlık onu işten çıkaramayız. Öyle bir durumda bir şeylerden şüphe ettiğimizi anlayabilir ve biz de onların planlarını baltalamak istemeyiz.. En azından biz bir şeyler planlayana kadar Güneş şirkette çalışmaya devam etmeli. Bu esnada da şirkette olup biten her şeyden haberdar olmaması gerekiyor tabii.. Üstelik bahsettiğim o ihaleye bu hafta katılacağız ve ölçtüğümüz değerden Yasemin'in haberdar olmaması gerekiyor. Eğer bunu Güneş aracılığıyla öğrenirse ihaleyi kaybetmemiz büyük sıkıntı yaratır. Kararlaştırdığımız meblayı Güneş bilmiyor, bilmeyecek."
"Şoktayım şu an," Elimdeki ıslak mendili bıraktığımda duyduklarım beni bozguna uğratmıştı. "Ne yapacağız peki?" diyerek ona doğru döndüğümde açıkçası şaşkındım.
"Şu Olcay'la bir görüşelim diyorum ben," dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Bakalım Yasemin, asistanını ne kadar çok seviyormuş?"
"Bana planlarından bahsetmiyorsun," dedim, gözlerimi kısıp. Bu, onun gülmesine neden olurken bahsetmemekte kararlı olduğu da belliydi. "Ve bahsetmeyeceksin."
"O küçük burnunu her şeye sokma diye anlatmıyorum sevgilim," Göz devirdim.
"Çok sağ ol."
"Sen eve mi gideceksin?" diyerek konuyu değiştirdiğinde onu başımla onayladım.
"Duş alıp çıkacağım, Olcay'a gideceğim." dediğimde bileğimdeki saati de eş zamanlı olarak kontrol etmiştim. "Hatta gitsem iyi olur, biraz dinlenirim de.. Çok yoruldum bugün."
"Yarın evde misin?" dedi, meraklı bir tınıda.
"Evde olacağım," Dudaklarım yukarı doğru hareketlenirken, "Sen?"
"Yarın birkaç işim var ama sabahtan halledebilirim," dediğinde ellerimi çırptım.
"Süper," dedim, heyecanla. "O zaman bana geliyorsun, sana yemek hazırlayacağım."
Bu sözlerim, onun kaşlarının şaşkınlıkla havalanmasına neden olurken güldüm. Evet, onun için bir şeyler yapmak istiyordum ve bunun için günlerdir çaba sarf ediyordum. Mutfak konusunda kendimi geliştirmeye çalışıyordum ve ilk yemeklerimi de onun tatmasını istiyordum.
"Zehirlenecek miyim?" Elimi kaldırıp omzuna vurduğumda güldü.
"Ya Kenan!" dedim, carlayarak. Bu, gülüşünün daha çok şiddetlenmesine neden olurken ona doğru yaklaştım. "Gel işte," Elini kaldırıp yanağımı hafifçe okşadığında dudaklarıma tatlı bir öpücük bıraktı.
"Beni öldüreceğini bilsem her çağırdığında yine gelirim," dediğinde bu aşırı (!) romantikliği karşısında güdüm.
"Çok aşıksın bana,"
"Çok aşığım sana,"
"Ben de sana.." Yanağındaki elimi yavaşça indirdiğimde onun bu etkisinden çıkıp onunla vedalaşmam gerekiyordu. Tam bu esnada da telefonu çaldığında ondan uzaklaşmıştım. O, ara bölmedeki telefonunu alıp ekrana bir bakış attıktan sonra meşgule alıp yeşil gözlerini bana çevirdi. Bu bakışları, bana bir çok şeyi açıklarken dizlerim üzerinde duran telefonumla anahtarımı aldım.
"Ben gidiyorum o hâlde," dedim ve ekledim. "Sen de git, geç kalma daha fazla."
"Eve geçince haber var bana," dediğinde bir kez daha onu öpücüklere boğmuştum. "Çıkarken de haber ver, merak ederim seni.. Geç olursa da yola çıkma o saatte tamam mı?" diyerek bir baba nasihati verdiğinde güldüm.
"Biraz daha buna devam edersen sana baba diyeceğim," Güldü.
"Dışarısı tehlikeli diye söylüyorum," Kaşlarımı kaldırdım.
"Ben daha tehlikeliyim."
Onun o güzelim gözleri, bu sözlerim karşısında hafifçe kısıldığında elimi arabanın kapısına atarak diğer elime dizlerim üzerinde duran karton poşeti aldım. Onu, köşedeki çöp kutusuna atsam iyi olacaktı. "Görüşürüz aşkım, toplantıdan çıkınca ara beni."
"Ararım," dedi, ben arabadan inerken. "Dikkat et.."
"Sen de."
Arabanın kapısını kapatıp dudaklarımdaki gülücüklerle beraber adımlarımı arabama doğru yönlendirdiğim sırada çok geçmeden yanımdan geçip gitmiş, o güçlü motor sesi tüm caddeyi inletmişti. Elimdeki karton poşeti, yolun kenarınsaki çöp konteynerine atıp arabama yerleştirdim. Emniyet kemerimi takıp arabayı çalıştırdığımda eve gideceğim için oldukça heyecanlıydım. Bir an önce kendimi eve atmak istiyordum. Bugün, diğer günlere kıyasla daha fazla yorulmuştum.
İş çıkışı saatinden dolayı yolda yoğun bir trafiğe takıldığımdan dolayı eve normalde varacağım saatten neredeyse bir saat sonra varabilmiştim. O akşam güneşi kaybolmuş, gökyüzü yerini zifiri karanlığa bırakmıştı.
Arabadan inerken aldığım çantamdan anahtarımı çıkarırken çizim kağıtlarımı da kolumun altına sıkıştırmak zorunda kaldım. Gözlerim, bu esnada kısaca bahçede gezindiğinde Bora'yı görememiştim. Bu durumu oldukça garipsesem de üzerimdeki yorgunluk daha ağır bastığı için bunu pek önemsemeyip daha sonrasında onu arayacağımı aklımın bir köşesine not ettim.
Patika yolda, topuklu ayakkabılarım üzerinde yavaşça yürürken bir yandan da elimdeki telefondan Kenan'ın numarasını tuşlamaya çalışıyordum. Eve geçtiğimde ona haber vereceğimi söylemiştim ve eğer haber vermezsem ortalığı ayağa kaldırabilirdi. Şu an elim dolu olduğu için mesaj atmaya zorlanmış, aramaya karar vermiştim.
Elimdeki telefon, karşı taraftan açılmayı beklerken diğer elimdeki anahtarla da evin kapısını açtım. Aralık kapıyı elimle yavaşça itip içeriye doğru bir adım attığımda telefonun onun tarafından açılmasını bekliyor fakat bu esnada da hareket etmeyi ihmal etmiyordum.
Eve girip kapıyı arkamdan kapattığımda evin karanlığı beni karşılamış, ışıkları açmak için elimi karanlığa doğru uzatmıştım. Bu esnada karanlıktan bir el bana doğru uzatılıp dudaklarımın üzerine kapatıldığında gözlerim korkuyla irileşti, ellerimdeki kâğıtlar yere düştü. Dudaklarımdan firar eden bir çığlık, yabancı birinin avucunda kaybolduğunda kalbim saatler önceki heyecanla değil, bu sefer korkuyla göğüs kafesimin içerisinde çırpınıyordu.
🐤🐤🐤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |