
Üşüyordum..
Ayaklarıma kırağı düşmüş, soğuk çimlerin temas ettiğini hissedebiliyordum. Ağaçların arasından yürümeye devam ediyordum ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Sanki bir şey bir his bir enerji beni çekiyor gibiydi. Rüzgarın tenimi yalayıp geçmesi iliklerime kadar ürpermeme neden oluyordu. Ben karanlıktan korkardım ama yürüyordum. Omzumdan aşağı dökülen kızıl saçlarım rüzgarın etkisiyle uçuşuyordu. Karşıda birbirinin içine geçen sonra ayrılan ama sürekli hareket halinde olan üç ışık hüzmesi gördüm. Yürüyüşümü hızlandırdım. Ormanda, karanlıkta, üzerimde incecik uzun bir gecelikle ışığa doğru gidiyordum. Ama ne kadar yürüsem de yaklaşamıyordum bile. Derinden bir ses duymaya başladım.
-Ellieee
bana sesleniyordu. Bu sesi tanıyordum ama kim olduğunu bir türlü çıkaramıyordum. Sesin geldiği yönü bulmak için ormanın ortasında etrafımda dönmeye başladım. Sonra yakından çok yakından bir kurt uluma sesi duydum. Arkamdaydı, hızla geriye döndüm..
Ellie kan ter içinde gözlerini açtığında yatakta olduğunu gördü. Derin bir oh çekse de rüya öyle gerçekçiydi ki etkisinden bir süre kurtulamadı. Yataktan doğruldu ve ayak ucundaki Gilbert'i gördü.
-Günaydın, Gilbert dedi.
Gilbert de yattığı yerden gerinme hareketi yaparak.
-Günaydın Ellie, rüya görüyordun sanırım.
Ellie kalkmıştı. Saç topuzunu düzeltirken;
-Ah sorma sanırım bir kaç günlük stres yüzünden oldu.
O sırada Maria kapıdan içeri girdi. Ellie'ye günaydın dileyerek cama doğru yürüdü, ve açtı.
-Hadi bakalım kahvaltı vakti uykucu.
Ellie annesini inceliyordu. Kanada'dakindn çok farklıydı, sanki enerjiyle dolmuş gibiydi ve mutlu görünüyordu. Üzerinde yine çok farklı olarak mor bir elbise vardı. Genç kızları kıskandıracak fiziği ile gerçekten güzel görünüyordu.
-Bosier sana yaramış anne. Bu ne şıklık.
-Ee olduğumuz yerin modasına ayak uydurmalıyız bu gün yada yarın alışverişe gitmeliyiz.
Daha sonra Ellie de kalmıştı. Büyük annesinin elleriyle hazırladığı çörekler ve taze sütle güzel bir kahvaltı yapmışlardı. Henüz masadan kalkmadan kapıda at arabası sesi duyuldu. Ellie şakayla karışık;
-Ben burada herkesi süpürgeyle uçuyor sanmıştım, çok sıkıcı, dedi.
Hep bir ağızdan kıkırdadılar. Kapıyı açmaya Ellie gitti. Kapıyı açtıktan sonra karşısında görmeyi beklemediği kişiyi gördü. Yakışıklı, yani Jake. Ellie geçen ki gibi akıl tutulması yaşamamak için öksürerek kendi boğazını temizledi. Vicdansız yine jilet gibiydi. Ve yine kahverengi gözlerini bir saniye dahi kırpmadan Ellie'ye bakıyordu. Suratından hiçbir duygusu anlaşılmıyordu gayet ciddi bir duruşu vardı.
-Merhaba küçük hanım, (öne doğru hafifçe eğildi) beni buraya babanız yolladı, sizi malikaneye götüreceğim. Bay Andersen bekliyorlar.
Araba da giderlerken Ellie merakla dışarıyı izliyordu. Yanyana dizilmiş evler yoktu birbirlerine nispeten biraz daha mesafeli konumlanmışlardı. Genelde her ev bahçeliydi ve oldukça büyüktü.
20 dakikalık bir araba yolculuğunun ardından gördüklerine oranla devasa denilebilecek, siyah renkli bir şatoya gelmişlerdi. Şato diyordu çünkü Ellie'ye göre orası malikane değil şato olmalıydı. Araba yanaşınca bahçe kapısı kuvvetli bir gıcırdama ile iki yana açıldı. Evin tam önünde kadar araba ile gittiler.
Gelene kadar dışarıyı izlemekten farkedemediği heyecanı şimdi ortaya çıkmıştı. 15 yıldır canlı görmediği, hatta hatırlamadığı babasını görecekti. Heyecandan elleri terliyordu.
Evin kapısı da iki görevli tarafından ikiye açılmıştı, ve Ellie doğduğu eve yıllar sonra ilk adımını atmıştı.
Evin girişinin tam karşısında genişçe bir merdiven vardı, merdivenin iki yanında aslan heykeli vardı. Tam ortada tavandan kocaman bir avize sallanıyordu ve evin atmosferi insanı büyülüyordu. Merdivenin kaplamasının çıkardığı tok ayak sesini takip ederek gelen kişiye baktı. Babası.
Babası da Ellie gibi doğrudan ona bakıyordu. Hızlı hızlı kızına doğru yürüdü. Yaşını asla göstermiyordu. Üzerinde siyah bir takım elbise ve üzerinde atılı mor bir pelerin vardı. Mavi gözleri ve sarı saçları kendini uzaktan bile belli ediyordu. Ellie ile benzemiyorlardı ama annesi daima huyunu babasına benzetirdi. Ellie de babasına doğru bir kaç adım attı. Babası Ellie'ye sıkı sıkı sarıldı, sarılırken saçlarını kokladı. Ellie'yi kendinden uzaklaştırıp şöyle bir baktı, ne kadar büyüdüğünü dile getirdi ve yine sıkı sıkı sarıldı.Ellie de bu sarılma sırasında babasını ne kadar özlediğini hissetti. Kalbi huzur dolmuştu sanki. Babasının kokusunu unutmamıştı. 3 yaşındaki kokuyla hala aynıydı. Baba kız uzun bir sarılma faslından sonra binbir çeşit ikramın hazırlanmış olduğu yemek odasına geçtiler. Uzun uzun sohbet ederek çaylarını içtiler. Ellie babasına sağlığını sordu ve babasının kanser olduğunu öğrendi. Ellie bu duruma fazlasıyla üzülmüşte olsa babası iyileşeceğine inanıyordu ve bu da Ellie'yi senindirmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |