
Bu benim İntikam Arzusu adlı kitabımın acemiliğinden biraz daha arınıp baştan başladığım hikayedir, bu kitaptaki bazı karakterlerin ve olay örgüsünün (kafamda kitap bitti gibi) benim için anlamı olmasından dolayı yazmaktan vazgeçemediğim bir kurgudur.
Haftada 1 bölüm yayınlamayı, cumartesi yada pazar günü saat 19:00 gibi yayınlamayı düşünüyorum. Hikayemde hoşunuza gitmeyen veya çok hoşlandığınız yerleri yorumlarda belirtirseniz çok sevinirim. Tek dileğim hikayem hakkında sizlerle konuşabilmek :) keyifli okumalar Ballarım <3
🎵 intouchables🎵
01/08/2024
Elimdeki silahın soğuk yüzeyinde gezdirdim parmaklarımı, her biri buz gibi olan mermileri doldurdum şarjöre, her birinin barutuna sonsuz öfkemi üflediğim mermileri. Elimde evirip çevirdim silahı, kabuslarımın sayfalarının kıvrımlarında dans ettirdim sanki, burada değildim, o gündeydim yine. Öfke ve acımasızlığın birbirine karıştığı, iğrenç gülüşüyle kısılan gözleri geldi gözlerimin önüne, elimdeki silahı farkedilemeyecek bir hızda kaldırıp ateş ettim iki gözüne, duvarda iki delik açtım. Ayağa kalktım ve karşımdaki duvara doğru, hayır ona doğru, adımlamaya başladım, nasır tutan yumruğumu, kıvrımlarında Şeytan'ın salındığı dudaklarına indirdim var gücümle, kalan gücümle. Duvara kan bulaşmıştı, nasırlarından kan sızan elimin tersine baktım, iki delik açtığım, kana buladığım duvara baktım. Derin bir iç çekerken enseme vuran kirli bir nefes hissettim, kana bulanan elimin dirseğini o nefesin sahibinin suratına geçirdim, bu seferde boşluğu deldim. nefeslerimin düzensizleştiğini hissettim, zihnimdeki sesler odanın her bir köşesini dolduruyordu, frekanslarının kıvrımları odanın dört bir yanında salınıyordu, ruha bürünen seslerin silüetlerini görüyordum, her şeyin farkınaydım, ama birazdan olmayacaktım.
"Bırak!" diye attığım çığlık doldurdu sol kulağımı, ama ben çığlık atmıyordum, galiba atıyordum. "Dokunma! sesim artık sadece zihnimin içinde yankılanmıyordu, sesim artık içinde bulunduğum odanın duvarlarına çarpıyordu. Kapı açılma sesi duydum, içeri giren Çağan'ı gördüm, içeri giren O'nu gördüm.
"Ayça?" diyen Çağan'ın endişeli sesi duyduğum anda zihnimin derinliklerine gömüldü, belkide hiç duymadım, O'nun iğrenç mırıltılarından başka birşey duyamıyordum çünkü, bide attığım yardım nidalarından.
"Ayça sakinleş, sakinleş abicim" diyen Çağan'ı hiç bir şekilde duyamıyordum, o da onu duyamadığımı çok iyi biliyordu, sırtımdaki sert soğukluğu hissetmemle titreyen bedenimin irkilmesi bir oldu, hissettiğim soğukluk sertçe sırtımı dayadığım duvardan mıydı? yoksa O'nun sırtımı zorla kavrayan eliyle beni soğuk zemine sertçe yatırmasından mıydı?
"Ayça!" başımı ellerinin arasına aldı, bana ulaşmaya çalışıyordu ama ben O'nun beni hapsettiği gündeydim, mırıltılarının kulağımı doldurduğu, sırf bu yüzden kulağımı kesmeye kalktığım gündeydim, ellerinin iğrenç izlerini, vücudumun her zerresine bıraktığı yerdeydim, iğrenç dudaklarından sızan ıslaklığın iğrenç kokusunun kıyafetlerime sızdığı gündeydim, GÜNLERDEYDİM, hiç değişmeyen nevresimlerin üzerindeki her gündeydim.
"Ayça, bana, bana bak" yüzümü sertçe tutup yüzünü yüzüme gömdüğü her gündeydim. "Ayça, bana bak" yüzünü sadece yüzüme değil, yıllar boyu kazıyarak yıkadığım her yere gömdüğü gündeydim, dudaklarındaki öldürücü arzusunun hırsını benden çıkardığı gündeydim. Ben öldüğüm gündeydim.
"Dokunma!" Attığım çığlıkla gerileyen Çağan'a bakmadım. "Dokunma, dokunma bana! Bırak!" Bana yaklaşan Çağan'a bakmıyordum, başımı ellerimin arasına almış, bacaklarımla tepiniyordum sadece. Kimden kaçıyordum, tepinerek kimi engelliyordum. O buradaydı. Hayır o burada değildi. Bana dokunuyordu. Burada değildi, kendime gelmeliydim. Kurtarmalıydım kendimi, bu sefer kurtarmalıydım, Tanrım kurtar beni. Tanrı beni kurtardı zaten, ben o günde değildim.
"BIRAK!" Attığım çığlığın frekansıyla kulaklarım çınlamaya başladı, zihnimin önünden kaybolan görüntüler, kararan, buhulanan gözlerimin yavaşça normale dönmesiyle ellerimin yavaşça iki yanıma düşmesi bir oldu. Her şey neredeyse aynı anda oldu denecek kadar hızla gelişti, kendine gelen benliğim, iki yanıma düşen ellerim, kaldırdığım başımla bana doğru koşan Çağan, bana sarılan kolları, beni içine hapsettiği kolları, onun omzunda soluklanışlarım, hala çınlayan kulağım, herşey bir anda gelişmişti, bir anda düşmüştüm asla tozlanmayan geçmişin sayfalarına, bir anda çıkmıştım.
"Ayça! " Çağan'ın endişeli sesi doluyordu artık kulaklarıma, O'nun mırıltıları değil.
"Geçti herşey" diyerek bana sarılan kollarını gevşetti, alnını alnıma dayadı ve sağ eliyle yüzümün sol tarafını avuçladı ve baş parmağıyla okşamaya başladı, O'nun her zaman ilk başladığı sol yanağım.
"Geçti, geçti, her şey eskide kaldı tamam mı? bu gün her şey çok güzel olacak" yüzüme vuran sesi, nefes nefese kaldığı için yüzünden damlayan terlerin avuçlarıma düşüşü yavaş yavaş tamamen kendime gelmeme ve kulağımdaki çınlamanında son bulmasına neden oluyordu.
"iyiyim" diyebildim sadece, ama yutkunamıyordum, nefeslerim düzene biniyordu ama yutkunamıyordum, O'nun iğrenç dudakları benim dudaklarımda kıvrılmışken, ben sanki ağızımın içinde ondan birşeyler varmış gibi yutkunamıyordum. Birden gelen öğürme isteğiyle karşımdaki Çağanı sol tarafıma fırlatıp ayaklandım ve hızla banyoya koştum, hızla girdiğim banyonun kapısı duvarla birleşince banyo duvarındada bir delik açtığıma emindim. Kapağını açtığım klozete aç midemde ne varsa hepsini kusarken Çağan çoktan yanıma gelmiş, saçlarım önüme düşmesin diye elleriyle kenarlardan toparlamıştı. Klozetin kapağını kapatıp sifona bastığımdaysa saçlarımı bu sefer elimi yüzümü yıkarken lovaboya düşmemeleri için tutmaya devam etmişti, havluyla kurulanıp banyodan çıktığımda beni belimden kavrayıp yatak odama götürdü. Gri duvarlar, siyah bir yatak, siyah nevresimler ve siyah, gri, füme renklerine sahip diğer eşyalarımla dolu olan odamda duvar kenarındaki çift kişilik yatağıma doğru götürdü beni. Yatağımı kabus gördüğüm zamanlarda yataktan düştüğüm için çift kişilik almıştım, ama galiba tekrar tek kişilik kullanmaya başlamalıydım, düştüğümde en azından uyanabiliyordum, başka türlü kabusun son anına kadar bitmesi, yada birinin beni uyandırması gerekiyordu.
Beni yatağıma oturtan Çağan, sağ köşedeki yatağımın solunda kalan camları açmış içeriye temiz hava girmesini sağlamıştı, tüm camları hızla açıp odamın sol köşesindeki masamın üzerinde olan sürahiyi aldı, bir bardağa doldurup dökmemeye dikkat ederek ama hızlı hareketlerle yanıma geldi, ben bu sırada belime kadar boyu olan siyah saçlarımı arkama atmış, ellerimle kendimi arkaya doğru zıplatıp soğuk duvarıma yaslanmıştım. Bana verdiği suyu titreyen ellerimle tek dikişte içip bitirdim ve boş bardağı ona uzattım, o ise ona verdiğim boş bardağı masaya bırakıp yanıma geldi. Yatağımda yanımda oturduğunda bir elini kendime çektiğim bacaklarımda ona uzak kalan dizimin üzerine koydu ve diğer elini yüzümün sol yanına yerleştirip yüzümü kendisine doğru çevirdi. bakışlarımız buluştuğunda bana bakan gözlerindeki bakışa güvendim.
"iyiyim" dedim kısık bir sesle, tekrar yutkunmayı denediğimde başarmıştım bu sefer. Gözlerime bakarken yeşil harelerinde dolanan mutsuzluğu gördüm, bu günümü iyileştirmek istiyordu, 16. defa.
"Çağan ben bu gün yanlız kalmak istiyorum, başka bir gün bana gelsen daha iyi olur" dedim soğuk sesimle, benim sesim her zaman soğuktu.
"Olmaz Ayça" diye karşı çıktı ilk defa bana bu günümde, doğum günümde. "her yıl, her yıl seni yanlız bırakmamı istiyorsun ve dönüp bir bakıyorum mahvolmuş bir Ayça var karşımda" o yanımda olsada olmasada ben mahvolacaktım, mahvolmuştum zaten, onun mahvoluşlarımı görmesi bana herşeyi daha çok hatırlatacaktı, gözlerinde mahvolduğum her günü görecektim. "Bu defa gitmiyorum"
"Uzatma Çağan" diyerek çıkıştım ona, ben hep çıkışırdım, ama genelde ona değil. "Yanlız kalmak istiyorum" diyerek noktaladım, kesin bakışlarımla iki gözü arasında gidip geldiğimde pes etmiş gibiydi, yinede son kozunu oynamak ister gibi gözlerini tekrar gözlerime çevirdi.
"en azından içeride durayım, odana gelmem"
"tekrar kriz geçirirsemde mi gelmeyeceksin Çağan?" neyi kastettiğimi biliyordu, tekrar kriz geçirirsem buna tekrar şahit olmasını istemediğimi biliyordu, tükenişlerimi kendimede herkesede unutturmaya çalıştığımı, kendimede herkesede hâla var olduğumu kanıtlamaya çalıştığımı biliyordu, en azından silahımı namlusundan tütecek sonuncu dumana dek.
"gelmem" dedi net bir sesle. "istediğin buysa gelmem, ama bu sefer yanlız bırakmak istemiyorum seni" gözlerime net bakışlarıyla bakarken buna hayır demek için hazırlanıyordum ki: "sana yardımcı olmama izin ver" dedi. Bu cümleyle yelkenleri suya indirdim, omuzlarım ve bakışlarım düştüğünde kendime çektiğim bacaklarımı bağdaş yaptım, o da pes ettiğimi farkedip beni kendine doğru çekti, beni kız kardeşi olarak gördüğünü biliyordum, o da bildiğimi biliyordu bu yüzden yelkenleri suya indirmemin sebebini de biliyordu. Ona sınırlar çizmek istemiyordum, ona yıllarca sınırlar çizmiştim ama o bu sınırlara rağmen benden uzaklaşmamıştı, 16 yıl boyunca benim arkamı kollamış, beni desteklemişti, her anımda yanımda olamasada her anımda yanımda olmak istemişti. Artık bunları göz ardı etmek istemiyorum, beni kardeşi gibi gören bu adamı uzaklaştırmak istemiyorum, onuda benden kabuslar uzaklığında kalan ruhum kadar uzak tutmak istemiyorum. Yanlız bırakmak istemiyordu beni, o ve diğerleriyle beraberkende ne kadar yanlız olduğumu bilmesede, bilmesine gerekte yoktu.
"Tamam" derin bir nefes verdim, "ama yanıma gelmeyeceksin, bana özel alan tanıyacaksın" dedim tekrar bu sefer daha net sesimle.
"Tamam" dedi geri çekilerek, sıcak kollarından uzaklaştığımda tekrar kendimi buz gibi olan duvarın soğukluğuna yasladım. "Gelmeyeceğim." diyerek onayladı beni, bir süre daha bana sessiz bakışlarıyla baktıktan sonra yavaşça ayaklandı, odadan çıkmadan önce son kez arkasını döndü ve:
"yemek yapacağım, acıkırsan diye" ekledi, onu başımla onayladım.
"bi ihtiyacım olursa seslenirim" dedim ve gözlerimle kapıyı işaret ettim, o da başıyla onaylayarak odadan çıktı. Oturduğum yerden kendimi bırakarak yorgun düşmüş bedenimin yatağa düşmesine izin verdim, üşüyordum, pencereleri kapatsamda üşüyecektim, biliyordum, bu yüzden kapatmadım, en azından acıma dayanamazsam kendimi aşağı atardım.
Yıllar diye düşündüm, başım yastığın içine gömülmüş bir halde, yıllar önceydi ve şimdi daha çok acıtıyor sanki, korkumun gözümü kör ettiği saatleri şimdi daha canlı yaşıyordum sanki, bir yıla tekabül eden bu geçmişi, her yıl 1 günüme sığdırıyordum sanki.
Yorgun düşen bedenimin dinginliğine tezatlık oluşturan zihnimin içindeki sesler boğuktu, az önce gömdüğüm yerden tekrar çıkmak için bekliyorlardı. Yatağımda doğrulmak istedim ama dönen başım ve bulanan midem buna izin vermedi, vücudumun bu hali bu güne özel değil gibiydi, hasta oluyordum, ve hastalığımla en zayıf anım birbirini kolluyorlarmış gibi birbirini katmerliyorlardı. Uyku ilacı alıpta uyumalımıydım? uyuyamayacağımı biliyordum çünkü.
"Aynen, uyuda bir daha uyanama" sesli düşündüm kendime kızarak, kabuslarımın kollarına bilerek atlamak büyük aptallık olurdu. Yılların verdiği her bir acı bedenimde büyüdü, bedenimin içindeki bedenlerin veremediği nefesleri ben tek seferde iç çekerek verdim, ne zaman uyuyabilecektim ben? Yatağımda doğrulmak için bir hamle daha yaptığımda bunu başarmıştım, dönen başımla bulanan mideme odaklanmadan ayağa kalkıp pencereleri kapattım, peteğimin yanındaki kolu çevirdim, odanın ısınmasını istiyordum. Gri renginde olan kıyafet dolabımdan siyah bir eşofman, antrasit renginde bir tişört ve iç kıyafetlerimi çıkartıp yatağa koydum ve kendimi sıcak bir duş için banyoya attım.
Banyonun soğuk zeminine bastığımda ürperen bedenime dikkat kesilmeden hızla duşa kabine girdim, zihnimin soğukla birleştirdiği anılara dönmemek adına hızla sıcak suyu açtım. Aceleyle açtığım suyun, musluk kolunu sıcak tarafın sonuna kadar çevirdiğim için bedenimi yakmasıyla yerimde sıçradım, suyu normal ayarına getirirken ayaklarımdaki yanık izleriyle göz göze geldim, zihnimin sıcakla birleşirdiği kötü anılarda vardı, ve galiba bu gün kimseyi susturamayacaktım.
"Benden nefret ediyor musun?" diye sordu, önündeki demir kovanın içindeki yanan kömürlerle oynarken. Cevap beklediği o küçük kızın tamda göz bebeklerine bakıyordu, içinde korkunun emarelerine sahip kırıkları olan göz bebeklerine.
"Hayır." dedi tekdüze bir sesle küçük kız, korkmadan söylemeye çalışıyordu ondan nefret etmediğini, ama aslında ediyordu, korkuyla nefretin bir araya getirdiği yüz onun yüzüydü, ama ondan nefret ettiğini söylerse onun canını yakmasından korkuyordu, her halükarda yakacaktı canını, biliyordu, bir çocuk olarak bildiği tek şeyde buydu, canının yanacağı.
"Etmelisin bence, ben ediyorum" diyen adamın gözlerine bakıyordu Ayça, onun gözlerine bakmazsa, onu dinlediğini gösterecek tek bir belirti göstermezse, onun canını yakmasından korkuyordu.
"kimden nefret ediyorum biliyor musun?" başını hayır anlamında salladı küçük kız.
"Babam'dan nefret ediyorum" hala gözlerine bakıyordu küçük kız onun, ama titrek bakışlarını kaçırmamak için zor duruyordu, adam ise dümdüz, tek bir mimiği oynamadan kıza korkunç içi boş gözleriyle bakıyordu, küçük kızın nefret ettiği o yeşil gözleriyle.
"başka kimlerden nefret ediyorum biliyor musun" kız tekrar hayır anlamında salladı başını.
"Erkek kardeşimden nefret ediyorum" dedi adam. Düz, sabit gözleri nefretle titredi bu sefer, gözlerinde hazmedememenin verdiği bir öfke vardı, bu öfke kardeşinden bahsettiği anda yansıdı her zerresine, dişlerini sıktı, elindeki demir sopayı kovanın içinde daha hızlı ve sert oynatmaya başladı.
"başka kimden nefret ediyorum biliyor musun?" Dedi sıktığı dişlerinin arasından, tükürür gibi. Kız ise o kadar korkuyordu ki titreyen gözleri dolmaya başlamıştı, tekrar hayır anlamında başını sallarken başı dahil tüm vücudu titriyordu.
"Bilmiyorsun, neden bilmiyorsun ha?!" Diyeyerek kükredi, ama nasıl bilebilirdi ki? nereden bilebilirdi? o da bunun farkındaydı ama bilsin istiyordu, herkes bilsin istiyordu, onun bu öfkesi kimsenin hiç bir halt bilmemesiydi, buna yanlızlık deniyordu, ve bazı insanlar yanlız olmayı hak ederdi.
"Annenden nefret ediyorum!" diye kükredi adam, onunla beraber ateşte kükredi sanki, kömürlerin arasından sızan çıtırdama sesleri zirvedeydi.
"Annenden ölesiye nefret ediyorum" diyen adamın sesi hırıltılıydı. Hızla ayaklandı ve önündeki kömür dolu kovayı dökü verdi tahta kulübenin tek mermer olan zeminine. Kızın korku dolu titrek siyah harelerinde dolaştı öfkeyle çevrelenmiş gözleri, onun yeşil gözlerinden çok daha masum olan siyah gözlerinden tiksindi, o tüm dünyadan tiksindi, ve tüm hıncını bu küçük kızdan çıkarma niyetindeydi.
"Kalk" dedi korkutucu bir naziklikle, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm belirmişti. "Kalk ve yanıma gel." Korku dolu her zerresinin yanı sıra, bunu çok hissettirmemeye çalışıyordu küçük kız, ona değil, kendisine. Kendi hislerini kendisine belli etmemeye çalışıyordu, korkusu onu mahvediyordu çünkü.
Ayağa kalktı ve korkusunun sahibine doğru minik, kirli, çıplak ayaklarıyla artık soğuk olmayan mermer zeminde küçük ve korkak adımlarla onun koca, korkunç cüssesine doğru adımladı. Artık onun gözlerine bakamıyordu, onun gözlerine uzaktan bakmak bile zorken yakından nasıl bakabilirdi? Yanına yaklaştıkça kesilen nefesini kontrol altına alamıyorken, onun bir canavarın gözlerinden farkı olmayan yeşil gözlerinin kahve tonu, pençeyi andıran çiziklerinde nasıl dolaştırabilirdi kendi saf, siyah gözlerini? Korkuyu içine hapsetmeye çalıştığı için gözlerinden daha siyah olan göz bebeklerini. Yavaş adımlarla yanına geldiği adamın hemen yanında durdu, dizine kadar gelen boyuyla öylece başı eğik yere bakıyordu, bedeni korkuyla kasılıyor, başı korkudan hiç olmadığı kadar dönüyordu, hayır, hep olduğu kadar dönüyordu. Ama bayılmamalıydı, bayılmak uyumak demekti ve adam onun bedenini uykudayken daha çok seviyordu.
"Şu önündeki kırmızı topları görüyor musun?" Diyerek karşıdaki kor halindeki kömürleri işaret etti adam sanki onlar birer oyuncaklarmış gibi, ama kız onların ne olduğunu ısınan mermer olmasa bile gayet iyi biliyordu. "Yürü" dedi soğuk, acımasız ve tekdüze bir sesle. "üzerlerinde yürü, inan bana hiç acımayacak" dedi. Yalan söylüyordu, kızın bunu bildiğinide biliyordu. Kız daha çok titreyen bedeniyle başını iki yana salladı hızla, gözlerine kırmızı ışık huzmelerinin yansımasına neden olan nefretle tutuşturulmuş korlara bakıyordu.
"Yürümezsen, doğum gününü daha güzel şeylerle kutlarız" dedi canavar, sesindeki tınıdan eğlendiği barizdi, ona seçme hakkı tanımasaydı belki daha çok eğlenecekti. Kız hızla korku dolu gözlerini ona çevirdi, gözlerindeki yeşillerin çaldığı siyahlık kendi siyahlığından çok uzaktı, gözlerinden süzülen yaşlar bile onun gibi korkuyla akıyordu yanaklarına, yere damlamaya korkar gibi boynundan kıyafetine kadar süzülüyorlardı, o iğrenç izlere sahiplik yapan kıyafetine damlayan yaşlar dahada hatırlanır kılıyordu her şeyi, ıslanan, izi kalmış o yerlerden iğrenç bir koku yayılıyordu, bu koku sadece iğrenç değildi, aynı zamanda ölümün keskin baş döndürücü kokusuydu.
"Yardım et" dedi küçük kız pes etmiş gibi, "tek başıma yürüyemem, yardım et" gözlerindeki çaresizlik çok şey anlatıyordu, kendisine acı çektiren adamdan ona acı çektirmesinde yardım etmesini istiyordu, biliyordu istesede o korların üzerinde yürüyemezdi, nasıl yürüyebilirdi? ama yinede o nefretle tutuşan korları, arzuyla bakan gözlerine yeğelerdi.
Sıcak suyun oluşturduğu boğucu buharın banyoyu doldurduğunu fark ettim, daha sonra ise mermerin üzerine yığılmış, çıplak sırtımı duvara vermiş olduğumu. Ayaklandım ve suyu orta ayarına getirdim, ellerimin titremesine müsaade etmeden, hızla ama ayarını kaçırmadan. Kulaklarıma dolan sesi susturamazdım, bunu 16 yılda çok iyi kavramıştım, ama inkar edebilirdim, hiç yaşamadığımı değil, bir daha yaşamayacağımı.
"Değilim orada, değilim" hep orada olacaksın, dedi içimdeki bir ses, "ben onu görmüyorum, hani nerde? Yok o, artık o günde, o da yok, ve yakında o günüde onunla toprağa gömeceğim." Hızla banyomu bitirip duştan çıktım, kendimi ısınmış odaya attığımda ne sıcak nede soğuk olmasının verdiği rahatlama hissiyle odada adımladım. Yatağımın üzerindeki kıyafetleri bir çırpıda giyip saçlarımı kurulamaya giriştim, vücudumda en sevdiğim yerlerden biriydi saçlarım.
Saçlarımı ağır ağır kurutmaya başladım, parmaklarımı aralarında dolaştırdığım saç tellerimin arasında boşluklar açıyordum ve saç kurutma makinesinin sıcak hava dalgalarının içeriye nüfus etmesini sağladım, başımı aşağı eğdiğimde aşağı, kaldırdığımdaysa arkaya doğru kayan saçlarımla oynamayı seviyordum, sabah uyandığımda her yanıma dolanmış olmasını seviyordum, uzunluğunu seviyordum ve bağlamaktansa rüzgarda savrulmasında özgürlüğümü hissediyordum. Çünkü biliyordum, ben o güne hapsolmuştum ve haps edilen bir ruh özgür değildir, bende bana özgür hissettiren her şeyi seviyordum.
Saçlarımı kurulamayı bitirdiğimde gelen bildirim sesiyle bakışlarım masamın üzerindeki telefonuma kaydı, elimdeki saç kurutma makinesini yanına gittiğim masamın üzerine bıraktım ve telefonumu elime aldım, gelen bildirime baktığımda öfkemin ve intikam arzumun katmerleneceğini bilmiyordum, siyah harelerime dahada karanlık çökeceğini ve içinde var olan duygu yoğunluğunu anlayamayacağımı, yıllar sonra bedenimde anlamsız bir korkunun var olacağını, ama gözlerimdeki her ne olduğunu bilmediğim o duyguların korkumu bastıracağını bilmiyordum. Herşeyin ekranıma düşen 2 kelimeyle başlayacağını, belkide sonlanacağını bilmiyordum.
"Yarın toplanıyoruz"
***
Eee ilk bölüm nasıldı, ben dönüp tekrar okuduğumda bir nostaljik hissediyorum, e daha yolun başındayız, ve umarım güzel bir yolculuk olur hepimiz için. Eğer hikayemin ilk bölümünü beğendiyseniz yorumlarda belirtmenizi ve sizi yorumlarınıza cevap yazmayı çok isterim❤️🩹
Mutlulukla kalın👋
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |