6. Bölüm

-4-

Melike Sayın
melikesayin

Bu kez gülme sırası ona geçmiş gibi cümlemin sonunu bile beklemeden büyük bir kahkaha attı.

Ben henüz ne olduğunu bile anlayamamışken karşımdaki kadının gülme sesini kısıtlayan büyük bir gürültü koptu. Görüş açımı kapatan duvar yüzünden göremesem de tahminimce demir bir kapı açıldı.

Önümdeki kız fısıltıyla gülerek bana doğru yakınlaştı olabildiğince. Aceleci ve mutlu ifadesi yüzünden göremediğim noktada olanlara odaklanamıyordum ancak bu hali merakımı da tetikliyordu.

"Sen sadece bir yemsin, beni bulmak için yapmış." Kurduğu cümle içimdeki ateşi körükledi sanki. Kalbim parçalara ayrılıp kırıkları içimi kana bularken kendi kanımda boğulacağımı sandım.

İnsanlar beni yine şaşırtmadı.

Tanıdığımız insanlardan aldığımız darbelerin sebepleri olurdu, peki ya hiç tanımadığımız insanların sebepsiz kötülüklerine nasıl bir kılıf uydurabilirdik ki? Tam da bu sebeple dünyanın saf kötülük tohumlarının filizlendiği bir yer olduğu gerçeğini aklımdan çıkarmadan yaşamam gerekiyordu şayet hayat her fırsatta bunu bir tokat gibi yüzüme vurmaktan hiç çekinmiyordu.

Tüm düşüncelerimin yanı sıra haklı olabilirdi. Yazgının seni korumak için bahanesinden çok daha mantıklı bir o kadar da acımasız bir sebepti.

Yine de gözlerinde gördüğüm ışıltı, bir insanın bir insana yapabileceği en büyük kötülük gibiydi. Bunun için mutlu olunur muydu?

İçeriye elinde demir bir zinciri arkasında sürükleyerek giren adam tam önümde durdu.

Eğer söylediği gibiyse, Yazgı buraya illa ki gelecekti ve ben bu yaptığını ona ödetmeden onu bırakmamakta kararlıydım.

"Vay vay, arkadaş olunmuş gülüşmeler başlamış. Kahve de ister misiniz hanımlar? " O an kafamın arkasındaki ağrı kendini belli ettiğinde bayılmadan önceki son hatırladığım anı düşündüm. Bu adam başka birisiydi. Beni kaçırmak için arabaya binen adama ne olmuştu? Bu insanlar kaç kişiydi? Eğer buradan kurtulmak istiyorsam bir şekilde bu soruların cevabını da öğrenmeliydim.

Arkasında sürüklediği demiri ağır ağır çekerek eline sarmaya başladı.

Karşımdaki adamın görüntüsü içimi ürpertmeye yetmişti. Beni kaçıran adam en azından dışarıdan bakıldığında çok daha az ürkütücü bir amcaya benziyordu bu ise tam tersi seri katil gibiydi. Simsiyah giyinmiş, sakalları ve göz altları da bu ahenge eşlik etmişti. Günlerdir uyumamış gibi bir hali vardı.

Ne benden ne de yanımdaki kızdan ses çıkmayınca konuşmaya devam etti.

"Anlaşılan kimsenin canı kahve istemiyor, öyleyse işimize bakalım." Elindeki demiri sarmayı bitirdikten sonra dizinin birini yere yaslayarak önüme çöktü.

İçimdeki hırçınlık beni dürterken yüzümde oluşan sırıtışa engel olamadım. Her ne olursa olsun içimdeki aitlik hissi geçmiyordu. Yıllar da geçse, bambaşka hayatlarda bambaşka bir insan gibi de görünsem bu insanların dilini bildiğim gerçeği sırtımda bir kambur gibi benimle birlikte gelmeye devam ediyordu.

Bir zamanlar bu yerlere, bu tarz insanlarla birlikte o pisliğe aittim ve bu benim hayatımın en acımasız gerçeklerinden yalnızca bir tanesiydi.

Karşılarında korktuğunu belli ettiğin an dönüşebilecekleri insanları biliyordum.

"Ne o? Çok beğendin evlenme teklifi mi edeceksin?" Sesimdeki muziplik benim sinirlerimi bile zıplatmaya yetmişti.

"Tabii güzelim, bayıldım sana ama niyetim senin gibilerle evlenmek asla olmadı." Elinin tersini yüzüme sürterken tiksinip yüzümü diğer tarafa çevirdim. İması da teması kadar iğrençti.

"Ama yine de istersen bir ara takılırız." Kurduğu cümleyle yüzümü ona doğru çevirip tükürdüğümde beklemediği bir hamle olduğundan geri çekildi.

Üzerindeki deri ceketin koluna yüzünü silerken ağzının içinde mırıldandığı küfürleri başarıdan saydım.

"Seni kendi tükürüğünde boğacağım." Eline sardığı zincirden biraz açtıktan sonra sallanan ucu sertçe yere doğru vurdu. Yanımdaki kız korkulu gözlerle bizi izlerken nefes alırken bile ses çıkarmaya korkar gibiydi.

En fazla ne olacaktı? Öldürecek miydi bizi? Bu kızı üç ay kadar süredir burada tutmalarının bir sebebi olmalıydı, bu sebeple beni de öldürmeyeceklerdi. Öyle bir düşüncesi varsa bile elimden geldiğince bunun olmasını ertelemem gerekiyordu şayet Yazgı denen herifi son bir kez daha görmeden ölmeyecektim.

Baş parmağıyla sakalını okşarken bakışlarını üzerimizde gezdirdi.

"Ben soru soracağım, sen de cevap vereceksin. Unutma, ne kadar çabuk olursa canın da o kadar az yanar." Tehditkar konuşması korkudan titrememe sebep olacak kadar ürkütücü olsa da boyun eğmeye hiç niyetim yoktu.

Artık emindim, bu insanları Yazgıyı tanımadığıma dair ikna edemezdim, ne söylersem söyleyeyim bana inanmayacaklardı. Bir şeyler düşünmeliydim ancak başımın arkasındaki ağrıdan ve ortamın gerginliğinden beynim beni terk etmiş gibiydi.

"Yazgının şu anki ortağı kim?" Elindeki zinciri sağa sola sallarken yere sürttüğünde çıkardığı ses sanki boğulmama sebep oluyordu. Kulak tırmalayan ses zihnimin içindeki tozlu rafta bir yerlere çarpıyor, anıları bir bir yere düşürüyordu. Sanki zihnim beni bir şeyleri hatırlamaya zorluyor gibiydi.

"Yazgı pek böyle şeylerden bahsetmez ama." Dedim yüzündeki zafer gülümsemesini izlerken. Sözde beni konuşturmayı başardığı için bunu bir kazanç sayıyordu.

"Geçen gün evde eğlenirken birisi geldi. Uzun boylu, sakallı bir adam. Kim olduğunu bilmiyorum, söylediğim gibi bize pek bahsetmezler ama Yazgı ile birlikte sözde kardeşini Yazgı öldürmüş süsü vermişlerdi." Yüzündeki zafer gülümsemesi bir anda silinirken kaşları ağır çekime alınmış gibi usulca çatıldı.

"Ne saçmalıyorsun sen?" Yüzüme takındığım şaşkınlık ifadesiyle boş boş yüzüne baktım.

"Anlat dedin, anlatıyorum işte." Dedim ne olduğunu anlamamış gibi. Devam et der gibi elini salladı. Yanda oturan kız, ne olduğunu anlamamış, sessizce dinliyordu lakin onun da yüzünden şaşkınlığını anlayabiliyordum.

Bu fikir bana ne kadar zaman kazandırırdı bilmiyorum, yine de hiçbir şey yapmamaktan çok daha iyi olduğunu düşünüyordum.

Benim söylediklerim aklını karıştırmış olacak ki karşımdaki adam düşüncelerin içinde kaybolmuş gibi, bakışlarını benden çekip boşluğu izlemeye başladı.

"İlk başta ne olduğunu anlayamadım, ben kapıdayken bir silah sesi duydum ve o adam geldi. Yazgının başına silah dayadı fakat bir işten bahsediyorlardı. Sanırım onu izleyen birilerinden çekiniyordu. İşi yarın yapalım dediklerini hatırlıyorum, sonra da gitti zaten." Kurduğum hikayeyi tek solukta, hiç takılmadan anlattığım için derin bir oh çektim içimden. Tek umudum anlattığım hikayede bir yanlış olmamasıydı.

Öfkeyle arkasını dönüp bir küfür savurdu.

Tahmin etmek zor olmamıştı. Aklını karıştırmayı başarmış, onu daha içeri girdiği anda fark ettiğim zaafından yakalamıştım. Öfke.

Eline sardığı zinciri yere bırakırken cebinden çıkardığı telefonuyla alelacele bir şeyler yazmaya çalışıyordu. Her şeyin bu denli hızlı işe yaramış olmasını beklemiyor olsam da bundan sonrası için ne yapacağımı düşünmem gerekiyordu.

İçimden adamı öldürmemeleri için dua ettikten sonra bu kadar vicdanlı olduğum için kendime de birkaç küfür ettim. Bu insanlar beni alıkoymamış, bana eziyet etmeyi planlamamış gibi halen onlar için üzülebiliyordum.

Arkamdaki kapı yeniden büyük bir gürültü ile açıldığında bu kez içeri bizim yaşlarımızda bir çocuk girdi.

"Abi ne yapalım?" O da en az karşımdaki adam kadar telaşlıydı.

"Sen bu kızların yanında kal, ben de çıkıyorum diğerleriyle. Burası boş kalmasın. Yarım saate kadar diğerleri gelir, kızları buradan çıkarıp diğer mekana geçin." Çocuk onu onayladıktan sonra kapı aynı gürültüyle geri kapandı.

Bizi başka bir yere götürmeyi düşünüyorlardı ve kızın söylediği gibi Yazgı beni yem olarak kullandıysa çoktan yerimizi bulmuş olması gerekiyordu. Çıkmadan önce burası boş kalmasın demişti ki, bu da herkesin gittiği anlamına geliyordu.

Yarım saat kadar vaktimiz vardı, bu süreçte gelmelerini umut etmek dışında yapabileceğimiz pek bir şey yok gibiydi.

"Adın ne?" Çocuk da yere oturup benim gibi sırtını duvara yasladı. Sorusunu umursamadan karşımdaki kızın ellerini bağladıkları iplere baktım. Ayaklarını kalın bir iple lakin ellerini kilitli bir sistemle demire zincirlerle bağlamışlardı.

Neyse ki korkunç kaderim bana bu kilitleri de nasıl açacağımı bir şekilde öğrenmek zorunda olduğum bir hayat yaşatmıştı.

Çocuk öne doğru eğilip görüş açıma girmeye çalıştığında başımı ona çevirdim. İstediğini ona vermeden rahatlıkla düşünmememe izin vermeyeceğini anlamıştım.

"Büge." Dedim direkt olarak. "İsmim Büge Leyal." Yüzüne takındığı çocuksu gülümsemeyle elini öne doğru uzattı.

"Ben de Cem." Ardından ne yaptığını fark etmiş gibi önce benim bağlı ellerime, sonrasında da kendi eline bakıp yavaşça elini geri çekti. "Memnun oldum." Dedi ağzının içinde geveleyerek. Bu hali komik gelse de gülmek gibi bir aptallık yapmadım.

İnsanları analiz etmeye çalışmak beni yoran huylarımdan bir tanesiydi. Bunu yapmayı bırakmam gerekiyordu, artık böyle bir hayatım yoktu. İnsanların hepsini tanımaya çalışmam gerekmiyordu sonuçta. Kendi kendime söylediğim şeye güldüm. Artık öyle bir hayatım olmadığını söylerken bile kaçırıldığım gerçeğiyle burun burunaydım.

Ne kadar kaçmak istersem isteyeyim hayat beni yine bir şekilde olmak istemediğim ama ait olduğum o noktaya getiriyor gibiydi.

"Bu da senin gibi, baksana normali bizi bulmuyor." Karşımdaki kızla konuştuğunu o an anladım. Sanki arkadaşıyla konuşuyormuş gibi davranması dikkatimden kaçmadı. Kulaklarımı dolduran melodi ile çocuk olduğu yerden kalkıp cebindeki telefonu çıkardı ve bir süre ekrana baktıktan sonra kapıya doğru ilerledi. Ardından içeriden çıktığına emin olduktan sonra kıza doğru olabildiğince yaklaştım.

"Neydi o söylediğin şeyler? Hani sen Yazgı'yı tanımıyordun? Ne olacak şimdi?" Öne doğru eğilip ellerimdeki ipi çözmek için biraz daha çabaladım.

"Tokan var mı? Veya sivri uçlu herhangi bir şey görebiliyor musun etrafta?" Anlamamış gibi boş boş yüzüme bakarken üç aydır burada olmasına şaşırdığım için kendime kızdım, üç aydır nasıl hayatta kaldığına şaşırmam gerekiyordu.

Ellerimi açmayı sonunda başardığımda, derin bir nefes aldım. Ayağımdaki ipleri olabildiğince gevşettim, olası bir kaçma anında kolaylıkla açılacak bir hale getirdikten sonra ayağa kalktım. Aynı zamanda yakalanmamak için çocuğun sesini dinlemeye çalışıyordum.

"Boşa çabalıyorsun, buradan kaçmak mümkün değil anlamıyor musun? Hem Yazgı bir şeyler planlamıştır, bizi kurtaracak."

Haklı olabilirdi. Sevgilisi bir şeyler planlamış olabilirdi lakin olası bütün durumları düşünmem gerekiyordu. Korhan abiden öğrendiğim bir diğer şey de buydu. Çözüm yolu buldum diye rahatlamadan önce bir çok çözüm yolu bulmalı ve her zaman olası bir durumda B planını devreye sokabiliyor olmalıydık.

Masada bir bıçak vardı lakin masaya gidip dönene kadar ve aynı konuma gelene kadar çocuk gelebilirdi.

"Yapma."

Olabildiğince hızlı hareket edip koşarak masanın üzerindeki bıçağı aldım ve montumun koluna sıkıştırdım ardından yerime döneceğim sırada çocuğun sesi kesildi. Kapı aynı gürültüyle açıldığında masadan uzaklaştım ancak çocukla göz göze gelmemiz de uzun sürmedi.

"Bir kere de şaşırtın beni." Ağır ağır kapıyı kapatırken yavaş adımlarla yanıma doğru yürüdü.

"Ona zarar verme." Dedi korku dolu sesiyle ancak Cem onu duymazdan gelip üzerime doğru yürüyerek sert bir tokadı yüzüme indirdiğinde dudağımdaki acı yüzünden bir süre başımı çevirdiğim konumda bekledim.

Kaçmaya veya ona karşılık vermeye çalışabilirdim ancak şu an zamanı değildi.

Başımı yeniden ona çevirdiğimde parmaklarını saçlarıma geçirip başımı geriye doğru çekti ve dudağımdan akan kana baktı.

"Mutlu musun? Şimdi bütün güzelliğin gitti." Masum gülümsemesini başka birisi görse, az önce bir kadına var gücüyle tokat attığına kesinlikle inanmazdı. Saçımı bırakmadan beni olduğum yere geri götürürken bıçağı olabildiğince yukarı doğru itmeye çalıştım.

Beni yere doğru fırlattığında karşı koymadım ve bulunduğum konuma yeniden döndüm. Ellerimi arkada birleştirip az öncekinden daha sıkı bağladı.

"Görüyor musun Naz? O hiç senin gibi değil, iyi niyetimi kullanmak istedi." Bakışlarımı kıza çevirdim. Yüzüne takındığı zoraki gülümsemeyle onu onayladığında yine ne olduğunu anlayamamıştım. Onlar arkadaş mıydı? Yoksa Naz'ın da kendince planları mı vardı?

"Ama henüz seni tanımıyor, ona kendini tanıtmadın ki." Dedi cılız sesiyle. Cem hastalıklı gülüşüyle ona doğru yaklaşıp başının tepesine bir öpücük kondurdu.

"Ah benim temiz kalpli Naz'ım. Doğru söylüyorsun, beni henüz tanımıyor." O an ellerinden dirseğine kadar uzanan deri eldivenler dikkatimi çekti.

Bana doğru yaklaştı ve yeniden yanıma geçip sırtını duvara yaslayarak oturdu. Dizlerini kendine çektikten sonra dirseklerini dizlerine yaslayıp yüzünü elleri arasına aldı.

"Sence beni ilk gördüğünde dikkatini ne çekmiştir Naz?" Diye sordu bakışları benim üzerimdeyken. Tam konuşacağım sırada işaret parmağını dudaklarına yaklaştırıp susmamı söyledi.

Naz sesli bir şekilde yutkunduğunda ben de ona döndüm.

"Bi-bilmem belki gözlerin olabilir? Güzel gözlerin var." Titreyen sesi yüzündeki sahte gülümsemeye inat korkusunu haykırıyordu.

Cem kaşlarını çattı.

"Bana yalan söylemenden hoşlanmadığımı söylemiştim, yine mi yalan söylemeye başladın?" Naz mümkünmüş gibi olduğu yerde biraz daha geri çekilip küçülmeye çalıştı.

"Neden sana yalan söyleyeyim Cem, tabii ki doğruları söylüyorum." Daha fazla dayanamadığım için konuşmaya dahil olma kararı aldım.

"Eldivenler." Dedim sabit tutmaya çalıştığım sesimle. Ondan korkmadığımı görmeliydi. Aslında dikkatimi ilk olarak onlar çekmemişti, lakin madem bir soru sormuştu en azından merak ettiğim bir şeyin cevabını almalıyım diye düşünmüştüm.

Histerik kahkahası kulaklarımı doldurduğunda uzun diyebileceğim bir süre sadece güldü.

"Yalancısın Naz, sana asla güvenmeyeceğim." Ayağa kalkıp tam önümde durdu.

"Peki başka ne dikkatini çekti? Ya da daha açık konuşalım. Dikkatini çeken şeyler arasında gözlerim var mı?" Bakışlarımı ayakkabılarından gözlerine çıkardım. Cevabımın Naz'a zarar vermeyeceğine emin olamadığım için ben de onun gibi yalan söylemeye karar verdim.

"Evet, onlar da var." Bakışları değişti ve önümde dizleri üzerine çöküp yüzüme doğru yaklaştı. Yüzündeki masum ifade, gözlerindeki ışıltı nasıl bir ruh hastası olduğunu gizlemek için iyi bir maskeye benziyordu.

Nefesindeki alkol kokusundan rahatsız olsam da belli etmek istemedim.

"Güzel gözlerin var." Dedim sesimi sabit tutmak için yutkunurken. "Naz'ın da söylediği gibi." Gülümsemesi genişlerken geri çekilip ayağa kalktı. Bir süre kendi kendine ortada yürüdükten sonra yeniden bana döndü.

"Madem dikkatini eldivenlerim çekti, dürüstlüğün ve korkusuzluğundan ötürü beni tanımana ve altındakileri görmene ve izin veriyorum."

Aklım hala geçen süreye odaklı durumdaydı. Neredeyse 15 dakika olmuştu ve herhangi bir hareketlilik yoktu. Beklediğimiz gibi olmaması ve Yazgı'nın gelmemesi düşüncesi beni germeye başlamıştı bile. Bir de bu ruh hastasına tahammül etmek zorunda kalıyorduk.

Arkası dönük vaziyette elindeki eldivenleri çıkarıp bana doğru döndüğünde gördüğüm manzara karşısında dilimi yutmadığıma şükretmek zorunda kalmıştım.

 

Ben geldim, ben geldiiiiimmm. Umarım iyisinizdir. Sizi seviyorum, umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. Yeni bölümde görüşmek üzere, öpüyorum hepinizii.

 

 

Bölüm : 26.02.2025 01:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...