
Öyle bir güldüm ki, bir an gözümden yaş gelecek sandım.
"O kadar iyisin ki Yazgı, sağ ol." Ayağa kalkıp odanın kapısına doğru yürüyüp açtım ve çıkmasını bekledim.
Ayağa kalktığında yemekleri masada bırakmasını istemediğim için uyarma gereği duydum.
"Getirdiğin gibi şimdi geri götür o yemekleri, istemiyorum." Yanıma gelip beni kapının önünden sürükler gibi çekip kapıyı yeniden kapattı.
"Konuşacaklarımız var, çocuk gibi tavır yapmayı kes artık." Dedi.
Çift kişilikli olabilir miydi? Az önce kötü bir insan olmadığını söyledikten sonra şimdi bambaşka bir insan olmuştu.
"Hastasın sen. Çift kişilikli bir ruh hastası." Sesli bir nefes verip saçlarını karıştırdı. Öfkesini kontrol etmeye çalışıyor gibiydi.
"Baştan başlayalım Leyâl." Dedi üzerine bastırarak. "Göktuğ' ve Utku'yu nereden tanıyorsun?"
"Okuldan." Dedim Göktuğ'un sözünü dinleyerek. Tek kaşını kaldırıp yüzümü inceledi.
"Karanlığı nereden tanıyorsun peki?" Dedi incelemeye devam ederken. Cevapları verirken o kadar dikkatli dinliyordu ki, sanki bıçaklar üzerinde yürüyor ve en ufak yanlışta her biri bedenime saplanacak gibiydi.
"Sokaktan." Dedim şüphe etmeden. O an Karanlığın nasıl bir adam olduğundan bahsettiğim konuşmalar aklıma gelince kafamı duvarlara vurmak istedim. Öfkeden sarf ettiğim sözler yüzünden yeni bir yalan uydurmam gerekiyordu. Onu tanıdığımı belli etmiştim çoktan.
"Sokaktan?" Dedi üzerime doğru bir adım atarken. Geri çekilmedim. Geri adım atmaya niyetim yoktu. Üzerimde baskı kurmaya çalıştığını görüyordum ve ben o oyunları kazanalı çok olmuştu. Sokaklarda sıklıkla yapılan şeylerden yalnızca bir tanesiydi.
"Sokaklarda kaldığım bir dönem oldu." Dedim gözlerimi gözlerinden ayırmadan.
"Çok sürmeden de yetimhaneye gittim zaten ancak o kısa süre bile o adamın ne kadar şerefsiz olduğunu anlamama yetti." Dedim kendimden emin bir şekilde omuz silkerken. Ben bile ikna olmuştum söylediğim yalana lakin o inanmamış gibi bakıyordu.
"Bana yalan söylüyorsun." Dedi üzerime doğru bir adım daha atarken. Cevap vereceğim sırada elini kaldırıp durdurdu.
"Gördüm." Dedi bakışları vurulduğum kısımda gezinirken.
"Kurşuna nasıl direndiğini izledim." Sahte bir gülüş atıp dudağını ısırarak başını iki yana salladı.
"Bağışıklığın olduğunu gördüm Leyâl ve ayrıca," Kulağıma doğru eğilip ürpertici bir şekilde nefesini verdi o an bütün vücudumun sarsıldığını hissettim. "Bağıracak mısın?" Dedi fısıltıyla. Sanki mümkünmüş gibi daha kısık bir sesle fısıldadı. "Zamanın azalıyor, tik-tak-" Saat sesini duyduğum an yerimden sıçradım ve tüm gücümle iterek onu kendimden uzaklaştırdım.
"Ne saçmalıyorsun sen? Kes şunu." Dedim arkamı dönerken. Tüm gücümle kendimi orada olmadığıma ikna etmeye çalışırken yüzümü görmesini istemiyordum.
"Ne oldu?" Sesi alaycıydı. "Tanıdık mı geldi yoksa? O kısa sürede bunları da gördün mü?" Dedi alayla.
"Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum ve sapık olduğunu düşünmeme saniyeler kaldı. Bunlar ne saçma şeyler, anlayamıyorum." Ona doğru dönüp aynı şekilde güldüm.
Omuz silkti.
"Peki." Dedi omuz silkip kapıya doğru ilerlerken. "Söyleme." Bir şey söylememe izin vermeden odadan çıkıp kapıyı ardından kapattı. Bir şey söyleyecek halim var mıydı o da şüpheliydi.
Gittiği gibi kendimi yatağa atıp kendimi başka bir şey düşünmeye zorladım lakin mümkün değilmiş, o ana saplanıp kalmışım gibi düşünmeden edemedim.
Üzerime doğru eğildi. "Hadi Leyâl, direnme çığlık at." Dişlerimi sıkarken başımı olumsuz anlamda salladım. Küçük bedenim içerisinde bulunan kurşundan ötürü yerde kıvranırken son üç saattir duyduğum saat sesinin dışında ilk ses Karanlığa aitti. Benim pes etmemi ve daha fazlasını yapmayı arzuluyordu. Direnmediğim, çığlık attığım her an için farklı bir işkence uyguluyordu.
Gözlerimi araladım. Uykunun bana uğramayacağı belliydi. Ne kadar süredir boğucu geçmişimle savaştığımı bilmiyordum lakin güneş doğmuş, odanın karanlığı aydınlanmıştı. Yattığım yerden kalkıp odaya göz attıktan sonra masanın üzerinde duran yemeğe göz attım.
Açlıktan öleceğimi de bilsem yemeyecektim.
Odanın kapısını aralayıp etrafta kimsenin olup olmadığını kontrol ettikten sonra dışarı çıktım. Aşağıdan gelen seslerden anladığım mutfakta birisi vardı. Derin bir nefes alıp ciğerlerime dolan poğaçanın kokusuyla tüm vücudum o an o poğaçayı düşünmeye başladı. Bir anlık dalgınlığımla olduğum yerde kalmış, odasından çıkan Erdem'le göz göze gelmiştik.
Bir süre bana bakıp neden orada öylece durduğumu sorguladı, ardından çatılan kaşlarıyla merdivenlere baktı.
Ben daha ne olduğunu anlayamamışken diğer odanın da kapısı açıldı ve bu kez de bay ger- Bora odadan dışarı çıktı. Çocuğun adı resmen zihnimde öyle kalmıştı ve bu halime neredeyse gülecektim.
O da dışarı çıktığında olduğu yerde kalıp önce bize, ardından da Erdem gibi çatılan kaşlarıyla bir merdivene bir Erdem'e baktı.
Neyin ortasında kaldığımı anlayamamıştım lakin bir şeyler olduğu ortadaydı.
"Sakın." Dedi Bora sakince elini bize doğru uzatırken. "Sakın kıpırdayayım demeyin, öldürürüm sizi." Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladığında tutunacak bir yer aradım ve Erdem hareketime bağırdığında yerimden sıçradım.
"Hayır! Kıpırdama." Bora öne doğru bir adım atıp derin bir nefes aldı.
"Asıl sen tek bir adım daha atarsan savaş çıkar duydun mu beni?." Bora'nın söylediklerini anlamsız şekilde dinlerken neler olduğunu anlayamayan beynim vücuduma tehlikede olduğumu anlatmaya çalışırken vücudum yorgunluğun etkisiyle tek bir şey bile yapamıyordu.
Bağırışları duyduğu için olsa gerek uykulu bir şekilde kapısını açan Yazgı odadan dışarı çıktığında ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi bıraktım.
Her ne oluyorsa çözerdi o değil mi? Göktuğ ona güvenebileceğimi söylemişti.
"Ne oluyor oğlum burada, niye bağırıyorsunuz?" Erdem yeniden yüksek sesle bağırıp Yazgı'yı durdurdu.
"Dur!" Dedi bir merdivene bir Boraya bir de bana bakıp. Hızlı hızlı herkesi kontrol ettikten sonra merdivene doğru bir adım attığında Bora da ona doğru bir adım attı.
Yazgı kulağının birini kapatıp başını salladı.
"Sabah sabah ne bağırıyorsun Erdem delirdin mi?" Dediğinde aşağıdan gelen kadın sesi bir şeyler söyledi lakin beynim algılayamayacak kadar doluydu. Kafam karışmıştı.
"Herkese yetecek kadar var." Dedi tekrar aşağıdan gelen ses. Yazgı gözlerini kocaman aralayıp derin bir nefes aldı.
"Siktir." Bakışlarını bana çevirip elini bana doğru uzattı. "Çekil onların arasından." Uzattığı eli tutacağım sırada Erdem ve Bora aynı anda koşarak merdivenlere doğru ilerlediğinde seslerden dolayı geri çekildim.
Erdem merdivenlerden aşağı koşarak inmeye başladığında Bora da arkasından "POĞAÇA." Diye bağırarak inmeye başladığında öylece kaldık.
"Poğaça mı?" dedim refleks olarak. Şaşkınlığımı gizleyememiştim. Yazgı bir süre eliyle başına masaj yapıp uykusuzluktan şişmiş gözlerini araladı.
"Evet, poğaça." Ardından eliyle bir kapıyı işaret edip "Banyo şu tarafta." Dedi. Üzerimdeki şaşkınlığı bir tarafa atıp gülme isteğimle baş etmeye çalıştım.
Göktuğ ve Utku da böylelerdi. Arkadaşlarımı ve mutlu olduğumuz zamanları ne kadar özlediğimi bir kez daha fark ediyordum ve bu durum içimdeki acıyı tetikliyordu. Tekrar öyle olacak mıydık? Yeniden güvenle, mutlu hayatımıza dönebilecek miydik?
Banyoya girip yüzümü yıkayıp aynanın önünde bulduğum siyah tokayla saçlarımı yukarıdan bağladım. Üzerimde hala vurulduğum günden kalan kıyafetlerim vardı ve tam anlamıyla pislik içindelerdi.
Odaya geri döndüğümde içeriden aynı zamanda çıkmaya çalışan Naz ile çarpışmaktan son anda kurtuldum.
Onu gördüğüm an şaşkınlığımı gizleyemedim. Parlak sarı saçları, çok daha net görebildiğim yüzü kusursuzdu. Orada bulduğum Naz ile şu an karşımdaki kadın arasında dağlar kadar fark vardı.
"Ben de sana gelmiştim." Dedi elindeki kıyafetleri bana doğru uzatırken.
"Nasılsın?" Onca süre o psikopatların elinde kaldıktan sonra bir insan nasıl olabilirdi ki? Dış görünüşü kendini toparlamıştı lakin gözlerinin ardında gördüğüm yıkım öyle kolay toparlanacak gibi değildi.
"Daha iyiyim." Dedi zar zor gülümserken. Uzattığı kıyafetleri alıp arkamı döndüm. Onunla daha fazla bu konu hakkında konuşup yaşadıklarını hatırlatmak istemiyordum, zaten önünde unutamayacağı uzun bir ömür olacaktı.
Kötü şeyleri yaşamak elbette zordu, ancak asıl zorluğun yaşadığın kötü şeyleri unutmaya çalışmak olduğunu o anılarla geçirdiğin süre zarfında öğrenmek zorunda kalıyordun.
Beklemeden odadan çıktığında ben de bir çırpıda üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup aşağı inmeye karar verdim. Rengarenk merdivenlerin basamaklarını ağır adımlarla inerken bugün dünün aksine daha fazla acı çekiyordum. Sanki içeride bir yer ben canlıyken çürüyor gibiydi.
Ben aşağı inerken Yazgı da arkamdan merdivenleri inmeye başladığında aşağıda büyük bir koşuşturma vardı. Buket elinde bir tepsi dolusu poğaçayı yukarı kaldırmış koşarak masanın etrafında dönüyor, masanın bir ucunda Bora diğer ucunda da Erdem onu yakalamaya çalışıyorlardı.
"Bu poğaçalara elinizi hele bir sürün, sizi mahvederim." Merdivenlerin başında durup neler olduğunu izlemeye başladığımda arkamdan Yazgı'nın sesini işittim. O da benim gibi merdivene yaslanmış olanları izliyordu.
"Buket çok güzel poğaça yapar." Yüzündeki gülümseme genişlerken salona doğru bir adım attı.
"Erdem ve Bora da çok sever o poğaçaları." Ağır adımlarla Bora ve Erdemin arkasından dolaşıp Buket'in elinden tepsiyi alarak yukarı doğru kaldırdı.
"Sıkıştırmayın Buketimi." Bir eliyle tepsiyi havada tutarken diğer eliyle Buket'i kendine çekip saçlarına bir öpücük kondurdu.
"Ah Yazgı bebeğim, iyi ki geldin yoksa yiyecekti bu canavarlar beni." Buket kollarını ovuştururken Bora pes etmiş gibi ayaklarını sürüyerek mutfağa doğru ilerledi.
Erdem'in ise gözü poğaçalardan başka bir şey görmüyor gibiydi.
"Ne seni yemesi, burada güzelim poğaçalar dururken sen kimsin çekil şuradan."
"Abartma alt tarafı 8 tane poğaça yedim, ne yedim sanki?" Boranın sözleri ile şaşkınlığımı gizlemeye çalışmadım ve refleks olarak tepki verdim.
"Yuh." Salondaki tüm bakışlar bir anda bana döndüğünde Buket gülümseyerek bana doğru koştu.
"Ay sonunda uyandın, gel çabuk yiyecekler poğaçalarını bunlar." O sırada Yazgı çoktan poğaçalardan birini ağzına atmıştı.
"Asıl canavar Yazgı bence, kurda kuzu teslim etmişsin." Arkadan Yazgı'yı işaret ettiğimde Buket bu kez de öfkeyle Yazgı'ya döndü.
"Ya Yazgı sen yapma bari, bu ayılar laftan anlamıyor." Gidip poğaçaları zar zor Yazgı'dan da aldıktan sonra beni de elimden tutarak mutfağa doğru sürükledi.
Beni masada bir yere oturtup tabağıma bir sürü poğaça doldurduktan sonra kalan tepsiyi masanın ortasına bıraktı.
"Yiyebilirsiniz şimdi, diğerleri de fırında pişmek üzere." Kendisi de yanıma geçip oturduktan sonra Yazgı ve Erdem de geldiğinde herkes beklemeden kahvaltıya başladı.
Varlığım onlar için belli belirsiz, silik bir şey gibiydi. Kimse beni garipsemiyor veya daha doğru bir tabirle umursamıyordu. Yememeye kesin kararlı olsam da, poğaçalar gerçekten söylendiği gibi hem güzel görünüyor hem de çok güzel kokuyordu. Açlıktan ölmeyi bekleyecek miydim gerçekten? Bir an evvel toparlayıp buradan gitme fikri daha mantıklı geliyordu.
Poğaçamdan bir ısırık aldım, bu sırada Yazgı konuşacağını belli eden bir ses çıkardığında dikkatim ona döndü. Benimle birlikte herkes ona baktığında ellerini önünde birleştirdi.
"Evet." Dedi arkasına yaslanıp bakışları önce beni ardından da masadaki herkesi tek tek tararken.
"Biliyorsunuz Büge Leyal." Dedi Leyal'i bastırarak beni gösterirken.
"Şu anda burada ve herkes her şeyden habersiz bir şekilde ne olduğunu anlamaya çalışıyor." Bakışlarımı Yazgıdan ayırıp diğerlerini inceledim.
"Yazgı." Dedi Erdem iğneleyici bir tonda. "Bir kahvaltımızı yapsaydık, kız bir şeyler yesin." Dedi bakışlarındaki delici ifadeden anladığım yine kötü bir şeyler söyleyerek canımı sıkacaktı.
Elimi öne doğru uzatıp onu durdurdum.
"Konuşsun Erdem, teşekkür ederim ancak beni düşünmenize ihtiyacım yok." Yazgı geniş bir ifadeyle sırıtıp bir süre gözlerime baktı. Herkes sabırsızlıkla söyleyeceklerini beklerken o pis bir ifadeyle sırıtarak gözlerimin içine bakmayı tercih ediyordu.
Onu bu kadar keyiflendiren her ne ise merak etmiştim. Ayrıca herkes gergindi, bu gerginliğin sebebini de merak ediyordum.
"Büge Leyal." Dedi tekrar ederek gözlerimin içine bakarken. "Bundan sonra bizimle yaşayacak." Kalbim kurduğu cümleyle bıçak saplanmış gibi bir hisle teklediğinde beynim duyduklarını boş bir alanda söylenmiş gibi duvarlarına çarptırarak geri bana gönderdi. İçim birkaç kez o sözleri tekrar ettiğinde, dudaklarımdan çıkmayı bekleyen sözlere sıra gelemiyordu.
ig: k.meliike
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |