5. Bölüm

3. Bölüm

Melike Sayın
melikesayin

Ben hep böyleydim, hayatım hep böyleydi. Üzerime bulaşan pislik bir lanet gibiydi. Bir an olsun peşimi bırakmamış, gölgem haline gelmişti. Hayatımda en ufak bir ışık gördüğünde dağ gibi arkamda dikilir, benim kim olduğumu bana hatırlatmaya yeminli gibi, suratıma büyük bir tokat gibi çarpardı kimliğimi.
Unutamazsın Büge' dedi o çirkin ses hiç beklemeden. Ne zaman küçücük bir çatlama görse o boşluktan içeri sızıp beni bitirmeye fırsat kollardı ve ben hep onunla savaşırdım. 'Üzgünüm' dedi sesinde üzüntünün kırıntısı yokken 'Üzgünüm Büge Leyal, sen bu hayata mahkumsun.'

Hiçbir şey söylemeden ve kimsenin de bir şey söylemesine izin vermeden kasvetin koynundan kendimi daha büyük bir kasvetin kollarına attım. Uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Elimden geleni yapmıştım, artık gitmem gerekiyordu fakat ardımda bıraktığım kasvet beni içine çekiyordu sanki. Arkamdan gelen her kimse dönüp bakmak bile istemedim.
Titreyen dizlerimi belli etmemek için kendimden emin adımlarımı motora doğru yönelttim ve düşünmeden kaskı alıp başıma geçirdim. Arkamı döndüğümde gelenin Kemal olduğunu gördüm. Onu umursamasam da elini cebine atıp motorun önünde durdu. Motora binip çekilmesini bekledim ama o konuşmaya niyetli gibiydi.

"Ne kadar?" Dedi az önce yaşanan gerginlik sesine bile bulaşmamıştı, duruşu zaten rahattı. Ne sorduğunu anlayamadım.

"Ne ne kadar?" Dedim sorgulayıcı bir ifadeyle. Suratına alaycı bir gülüş yerleşti, küçümser bakışları üzerimde gezindi. Bu hali canımı ne kadar sıksa da tepkisiz kalmaya çalıştım.

"Demek aptalı oynuyorsun. Tamam öyleyse, beş bin yeter mi?" Kurduğu cümleyle öylece kalakaldım. İçimden küfürler sıralasam da dudaklarımdan tek kelime dökülmedi.

"On mu? Tamam, öyle olsun." Dedi ve cebinden kalın bir para destesi çıkardı. Öfkeyle kaskımı çıkarıp bunu gizlemeye çalışmadan motordan indim.

"Ne saçmalıyorsun sen?" Dedim ses tonumu ayarlamaya çalışmadan.

"Bu gördüklerini koşarak sağa sola anlatmadan önce seninle küçük bir anlaşma yapmaya çalışıyorum sadece." Dedi sanki masummuş gibi yüzüme bakarken. Sözde ne olduğunu, neden sinirlendiğimi anlamamış gibi davranıyordu.

"Senden para falan istemiyorum, burada yediğiniz haltlar da hiç umurumda değil." Dedim üzerine doğru bir adım atarken. Geri adım atmadı lakin böyle sert bir tepki beklemediği de yüzünden açıkça belliydi.

"Daha açık konuşayım öyleyse." O da benim gibi bana doğru bir adım attı. "Yazgı'nın peşini bırakmak için ne kadar istiyorsun peki?" Zaten çatılmış olan kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatıldı, midem kurduğu cümleyle kasıldı ve içerisindeki şeyleri çıkarmak için bir boşluk aradı.

"Yazgı'nın peşini bırakmak mı?" Dedim gülerken fakat bir gülüşten oldukça uzaktı. Öfkem yaşananları hatırladıkça harlandı ve bu ateşin ikimizi de yakmasından korktum. Öfkesini kontrol edemeyen kısmımdan endişe duyuyordum.

"Sen benim Yazgı denen çocuğun peşinde olduğumu mu sanıyorsun? O herif başıma ne işler açtı senin haberin var mı?" Parmaklarımı öfkeyle saçlarıma geçirdim. "Ben onu tanımıyorum bile." Dedim beni daha iyi anlayabilmesi için. Kaşları çatıldı, bir şeyler düşünüyormuş gibi bir süre bekledi ardından aklına bir şey gelmiş gibi muzip bir ifadeyle beni süzdü. Yüzündeki ifade, her an suratına bir yumruk indirebilirmişim gibi beni öfkelendirmeye devam etti.

"Tanımıyor musun?" Dedi ama bu daha çok benden ziyade kendisiyle ettiği bir sohbet gibiydi.

Sorusunu umursamadım, onu öylece orada bırakıp yeniden kaskımı başıma geçirdim ve motora binerek çalıştırıp hızla yanından geçtim.

Ne onun imaları ne de bugün burada yaşananları düşünmek istiyordum. Hayatın bana kattığı en önemli şeylerden birisi de insanların düşüncelerini umursamanın aptallık olduğu gerçeğinin farkındalığıydı.

Sahipsiz olduğunuzda insanlar sizinle ilgili hayasız fikirlere kapılmayı kendine hak görürdü. Her ne kadar aileleri tarafından terk edilmiş çocuklar olsak da sanki çocuk değilmişiz gibi davranılması insanların ne kadar aşağılık olabileceğini gösteriyordu. Üzücü olan bir diğer gerçek ise, o çocuk yaşta aldığınız yaralar büyüdükçe sizi o acıların yüzsüzü yapıyordu.

Az önce dar olduğu için geçemeyeceğimi düşündüğüm yolda süratle ilerledim ve tüm yaşananları geride bırakmayı diledim.

Geçmişimde büyük bir pisliğin içerisindeydim, öyle ki bugün yaşananlar beni yeniden pisliğe batmış o çocuk gibi hissettiriyordu ama hayır. Oradan kurtulmuştum, temizlenmiştim. Ne artık ben o çocuktum ne de üzerimde o insanların pislikleri vardı.

Tüm yolculuğu düşünmemek adına büyük bir çaba vererek bitirdiğimde başımdan geçenleri diğerlerine anlatıp anlatmamak arasında gidip geliyordum. Anlattığımda olacakları da biliyordum, anlatmadığımda başıma gelecek şeylere karşı çaresiz kalacağımı da.

İçeri girdiğimde kaskı kasanın arkasında bulduğum ilk boşluğa bırakıp üzerimdeki ceketi de yanına koydum.

Şanslıydım, Ece ortalarda görünmüyordu. Biliyordum ki beni gördüğü anda bir terslik olduğunu anlayacaktı. Ben her ne kadar insanlara kapalı bir kutu da olsam, bu onun en etkileyici yeteneklerinden biriydi. Birinin gözlerinin içine bakıyor ve o insanı görüyordu. Sanki gözleriyle ruhunuzu okuyormuş gibi hissediyor ve içten içe ona çekiliyordunuz.

Kasada işe yeni başlayan çocuklardan birisi vardı ve ben pek de umurunda değildim. Elindeki telefondan birileriyle mesajlaşmakla meşguldü. Aslında beni görmezden gelmesi işime gelirdi çünkü kimseyle uğraşacak durumda değildim.

İşe odaklanmak ve her şeyi unutmak istediğim için bir an bile beklemedim. Bana doğru bakan müşterinin yanına ilerleyip istedikleri şeyleri not aldım, ardından da aşağı inip siparişleri verdim.

Zehra teyze yıkadığı bulaşıklardan başını kaldırıp geldiğimi gördüğünde, işini bırakıp yanıma yanaştı. Her zaman güleç bir kadındı, onda bir anne sıcaklığı hissetmek hiç de güç değildi. Her kim olursanız olun, size o sıcacık gülümsemesiyle yaklaşıp anlamaya çalışırdı. Korhan abiye çalışmak istediğimi söylediğim zaman beni buraya getirmiş ve ilk olarak Zehra teyze ile tanıştırmıştı. Bana en çok yardımcı olan insanlardan birisi de Zehra teyze olmuştu bu süreçte.

Korhan abi aklıma geldiğinde içimde oluşan suçluluk hissi bir çığ olup üzerime devrildi sanki. Nasıl olmuştu da tüm bunlar yaşanırken aklımın ucundan bile geçmemişti? Bir an babama ihanet ediyormuş gibi hissettim.

O an içimde oluşan gülme isteğine engel olamadım. Eminim dışarıdan bakıldığında delirmiş gibi görünüyordum lakin kafamdaki karmaşa hiçbir şeyi umursamama müsaade etmiyordu.

Ne kadar sık anne ve baba sözlerini kullanmıştım bugün. Sanki bir babaya ihanetin nasıl hissettirdiğini, anne şefkatinin ne olduğunu biliyormuş gibi konuşup duruyordum kendi kendime. Bu hisler benim daha önce hiç tatmadığım şeyler değil miydi? Nasıl oluyordu da şimdi kendi kendime sanki biliyormuş gibi konuşup durmuştum?

Haksızlık mı ediyordum? Bir an için kendimi sorgulamadan edemedim. Korhan abi bizi sokaktan alıp evine getirdiğinde bize baba olmamış mıydı bir yerde? Belki de beynim bu hislerin yabancısı olduğu için her sıcaklığı baba, her şefkati anne sanıyor olabilir miydi?

Bu hisler bize bir kişi bile değildi, sadece hislerden ibaretti. Oysa normal bir insan için anne, baba denen şey kişilerden ibaretti, hislerden değil.

Zehra teyzenin ellerini yüzümde hissetmek beni kendime getirdiğinde endişe içinde beni izleyen gözlerine baktım.

"Ne oldu kızım sana? İyi misin? Ne bu hal?" Ardı ardında sıraladığı sözleri anlamam zaman aldı. Sanki başka bir dili konuşuyordu ve anlamak için çaba harcamam gerekiyordu.

O kadar mı kötü görünüyordum veya yüzümden o kadar mı okunuyordu hissettiklerim?

"İyiyim Zehra teyze, nereden çıkardın bir şey olduğunu?" Zorla da olsa gülmeye çalıştım. Eminim aptal gibi görünüyordum.

"Bu kanlar ne? Bir yerine bir şey mi oldu?" Bakışlarımı onun gibi ellerime çevirdim. O ana kadar nasıl fark etmediğimi anlayamıyordum çünkü ellerimin her bir tarafı kan içerisindeydi. Üzerimde de yer yer kanlar vardı.

Sakinleşip mantıklı bir açıklama yapmam gerektiğini fark ettim ve aslında dolaylı yoldan ne yapacağıma da karar vermiş oldum.

"Korkmana gerek yok Zehra teyzeciğim, yolda bir köpeğe çarpmışlar ona yardım ettim sadece."

Yüzünde rahatlamayla birlikte bir şefkat belirdi. Saçlarımı geriye atıp yüzümü severken derin bir nefes çekti. O sırada bakışlarım bizi izleyen Ece'ye takıldı.

"Ah güzel kızım, söylesene baştan şunu. Sana bir şey oldu sandım." Konuşmama fırsat vermeden elimden tutup beni lavaboya doğru çekiştirdi.

"Nasıl peki köpeğin durumu? Kurtulacak mı?" Bir yandan suyu açıp ellerime sabun döktü ve yıkamamı işaret etti. İkiletmeden ellerimi yıkarken akan kana bakmamaya çalıştım.

"İyi, iyi olacakmış öyle söylediler." Dedim. Ona yalan söylemeyi sevmediğim için bu konuyu biran önce kapatmak istiyordum. Olanları kimseye anlatmama kararı almıştım.

Ellerimi yıkayıp Zehra teyzeye hesap verme işini bitirdikten sonra yeniden yukarı çıktım ve peşimden gelen Ece'ye doğru döndüm. Konuşmuyordu fakat yüzündeki ifadeden bir şey beklediği açıktı.

"Ne?" Dedim sorgular gibi.

"Anlat." Dedi itiraz istemiyorum der gibi.

"Ne anlatayım?" Anlamamış gibi davranırsam ondan kurtulacağımı düşünmüştüm lakin öyle olmadı.

"İçeride anlattığın hikayeye Zehra teyze inanmış olabilir ama ben inanmadım, şimdi yalan söylemeyi kes de bana olayın aslını anlat." Bu sırada en uç köşede boş olan masalardan birine geçip oturdum. Ece merakla beni beklerken ona anlatıp anlatmama konusunda emin olamasam da bu yükü tek başıma sırtlamaya çalışmak zor gelmişti ve o an için en anlatılabilir kişi de oydu.

Aynı zamanda içimden bir ses, başıma bir şey gelme ihtimaline karşı en azından birinin durumu bilmesi gerektiğini söyleyip duruyordu.

Derin bir nefes alıp başından sonuna kadar olanları anlattım ve dehşete düşmüş şekilde beni izlemesine şahit oldum.

"Sonra da buraya geldim işte." Anlattıklarımdan sonra bir süre sessizlik oluştu.

"Ya başına bir şey gelirse? Nasıl kimseye anlatmazsın?" Beni ikna etmek isteyeceğini biliyordum.

"Sana anlattım işte." Dedim kısaca. Biliyordum, aynı şekilde hissetmiyorduk. Aynı dünyaya doğmamış, apayrı dünyaların insanlarıydık. O bizim gibi değildi ve haliyle bunları kendi içinde normalleştiremiyordu ki bu her halinden de belli oluyordu.

"Benden ziyade bir polise anlatmaktan bahsetmiştim ama." Bir süre düşündü. O da fark etmişti aslında farklı insanlar olduğumuzu. "Sen öyle uygun gördüysen bir bildiğin vardır." Dedi. Uzatmak istemediğini görebiliyordum.

Ellerini ellerimin arasına alıp sıkıca tuttum.

"Teşekkür ederim." Diyebildim sadece. Daha fazla konuşmak istemiyordum, o da bunu fark etmiş olacak ki konuyu uzatmadan ayağa kalktı ve cebinden çıkardığı araba anahtarını elime tutuşturdu.

"Bir süre araba sende kalsın, en azından güvende olduğuna ben emin olana kadar."

Restoranın hava şartları çok kötü olduğunda, yemek getirip götürmek için kullandığı araba evi çalıştığımız yere çok uzak olduğu için Ece'de kalıyordu.

"Sen ne yapacaksın?" Dedim fakat itiraz istemiyorum der gibi elini havaya kaldırıp salladı.

"Beni dert etme sen, sanki hep arabam mı vardı."

Arabanın bende kalması konusunu anlaştıktan sonra bir süre masaları toparlamak konusunda Ece'ye yardım ettim. Neyse ki şans bu kez benden yana olmuş, günün geri kalanı sakin geçmişti. Tüm gün yaşadıklarımı düşünmeden geçirmeye çalışsam da kafamda bir türlü susturamadığım senaryolar dönüp durmuştu. Hatta bir ara yeniden oraya dönüp kızın durumunu kontrol etmeyi bile düşünmüştüm ancak son anda iyi bir fikir olmadığına karar vermiştim.

Tüm masaları toparladığımdan emin olduktan sonra elimdeki bezi bıraktım. Saat neredeyse gece yarısını geçmişti ve ben bunu ancak fark edebiliyordum. Normalde geç çıkacağım zamanlar diğerlerini arayıp haber verirdim fakat düşüncelerim arasında boğulurken saatin nasıl geçtiğini bile anlamaya fırsatım olmamıştı. Ece de hala çıkmamış yeni gelen garsonla bir şeyler tartışıyordu. Belimdeki önlüğü çıkarıp kenara bıraktım, çıktığımı haber verip vedalaştıktan sonra da hızlıca kendimi dışarı attım.

Serin hava anında vücudumu etkisi altına alırken aslında buna ne kadar ihtiyacım olduğunu fark ettim. Yüzümde belli belirsiz oluşan gülümsemeyle arabaya doğru ilerledim.

İnsan yaşadığı hayata çabuk alışıyor ve geldiği yeri unutuyordu.

"Bizim de bir evimiz olacak değil mi?" Kulağımda yankılanan sesle birlikte ellerimde Utku'nun ellerinin sıcaklığını hissettim. O da küçük olmasına rağmen dimdik durup bana güç vermeye çalışıyordu. Gözümün önüne serilen anılar arasına karışmaktan kendimi alamadım.

"Olacak tabii ki, hem de kocaman bir ev olacak. Hepimizin ayrı ayrı odaları olacak." Dudaklarını ellerime yaklaştırıp sıcak nefesini üflemeye başladı.

"Sıcacık olsun, hiç şikayet edip bu soğuk havaları özlemeyeceğim."

Anılardan sıyrılırken kendi kendime güldüm. Sıcaktan şikayet etmesem de soğuğa ihtiyaç duyuyordum. İnsan özünü unutsa da ondan tamamen kopamıyordu.

Arabaya binip önce arabayı ardından da ısıtıcıyı çalıştırdım.

Biraz ileride kırmızı ışıkta durdum ve çantamın içerisine attığım telefonumu bulup çıkardım. Sessizdeydi ve kim bilir beni ne kadar aramışlardı. Cevapsız çağrılara bakarken beni yüzlerce kez arayan Seren, Utku ve Göktuğ'u görmek beni bir an telaşlandırdı. Beni merak edeceklerini biliyordum ve inatla haber vermemiştim.

Birlikte kurduğumuz gruba da bir sürü mesaj atmışlardı. Okumak yerine direkt olarak grubu aramaya karar verdim. Tam çaldığı sırada arabanın kapısının sert bir şekilde açılmasıyla yerimden sıçramam bir oldu.

"O telefonu bırak ve sür şu arabayı." Önce içeri giren adama ardından da elindeki belime yasladığı silaha kaydı bakışlarım.

Tam o sırada telefonu Utku açtığında sesi arabanın içinde yankılandı. Adam panikle tetiği çektiğinde nefesimi tuttum. Silahı çeneme dayarken dudaklarını hareket ettirerek "Sakın." Dedi.

Korkuyla paniklemenin kimseye bir faydası olmayacağını bana hatırlatan iç sesimle boğazımı temizleyip sesimi sabit tutmaya çalıştım.

"Utku." Dedim sakince.

"Neredesin kızım sen? Kaç kez aradık seni niye haber vermiyorsun?" Öfkesi sesinden anlaşılıyordu. Beni merak etmişlerdi. Şu halimi görse ne yapardı diye düşünmeden edemedim.

"İyiyim merak etme, işten geç çıkmam gerekti." Dedim. Bir şeyler yapmam ve durumu çaktırmadan anlatmam gerektiğini düşünüyordum.

"Niye haber vermiyorsun bize?" Dediğinde adam çenemdeki silahı daha da bastırdı. Bunun kapat artık demek olduğunu biliyordum. Arkamda bir araba kornaya bastığında çoktan yeşil yanmıştı ve durmaya devam ediyordum. Adam elimdeki telefonu çekip git der gibi işaret yaptığında hareket edip bilmediğim sokaklardan birine girdim. Telefonu bana doğru yaklaştırdı ve konuşmamı işaret etti.

"Aklıma gelmedi işte Utku." Dedim o sırada aramaya Göktuğ da dahil oldu.

"O nedenmiş? Bir sorun mu var?" Dediğinde adam silahı mümkünmüş gibi biraz daha bastırdı.

"Hayır hayır." Dedim panikle. "Biliyorsun soğuğu severim, hava da serinlemişken biraz yürümek istedim." Dedim Anlamasını dileyerek. Kısa süreli bir sessizlik oluştu ancak ardından Göktuğ konuşmaya dahil olup,

"Nereye yürüyeceksin?" Diye sordu. Yanımdaki adam sinirlendiğini nefes alıp verişlerinden bile belli ederken daha fazla işaret vermeye çalıştım.

"Karanlığı severim, ışıkların olmadığı bir yerler illa ki bulurum. Kapatmam gerek şimdi, araba sürüyorum." Dedim. Adam cevap beklemeden telefonu kapattığında korkuyla bakışlarım ona döndü.

Tüm çocukluğum boyunca insanlardan korkmuştum. O çocuk aklımla üzerlerine yafta olmuş bu kötülüğün sebebini düşünür dururdum. Ne bizim bunu hak ettiğimizi kabullenebilirdim ne de davranışlarının sebepsiz olabileceğini.

Tek derdi hayatta kalmak olan çocuklardık, bazen görünmezken bazen de en çok göze batan ve rahatsızlık duyulan neden bizdik? Açlık, soğuk ve hastalıkların yanı sıra insanlarla da savaşmak zorunda kaldığımızda haliyle insanlardan korkar olmuştum.

Bize birbirimizden başka kimsenin yararı dokunmaz gibi gelirdi. Bugün 24 yaşımdaydım ve halen insanlardan gördüğüm tek şeyin kötülük olması bu düzenin asla değişmeyeceğinin kanıtıydı.

Kabullenmiştim. Tanrı bizleri yaratmış, lakin adil davranmamıştı. Hayata gözlerinizi açtığınız ilk an nasıl bir muamele gördüyseniz ömrünüz boyunca bu böyle sürüp gidiyordu. Sanki sonu gelmez bir kısır döngünün içerisindeydik ve öylece heba olan bir ömrü bitirecektik.

Yine bir felaketin ortasındaydım.

Telefonumun ekranı kapandığında sakin olmam gerektiğinin farkındaydım. Bakışlarımı adamın üzerinden çekip önce yanan yeşil ışığa ardından da arkamda kornaya basan arabaya baktım. Sonunda hareket ettiğimizde adam da belime yasladığı silahı bastırmaktan vazgeçti.

"Ne istiyorsunuz benden?" Nereye gideceğimi düşünürken yine önüme çıkan ilk sokağa girdim. Ne kadar kalabalık yerlere gidersem o kadar iyiydi ancak burası sandığımın aksine oldukça ıssızdı.

"Derdimiz seninle değil, Yazgı ile." İçimden binlerce beddua savururken bir yandan da düzgün bir dille gerçeği anlatsam inandırabilir miydim onu düşünüyordum. Bu sırada silahını benden uzaklaştırıp dizine yasladı.

"Bakın." Boğazımı temizleyip sesimin titrememesi için derin bir nefes aldım. Sakinliğimi korumaktan başka çarem yoktu. Şu anda yapacağım stresin kimseye bir faydası dokunmayacaktı.

Hem bence o kadar da kötü bir insana benzemiyordu. Tahminimce otuzlu yaşlarının sonlarındaydı, buna rağmen sakallarının arasındaki beyazlıklar yaşını daha büyük gösteriyordu.

"Bakın, ben Yazgı isimli kişiyi tanımıyorum." Dedim sonunda cesaretimi toplayıp. Hiçbir cevap vermediğinde kendimi devam etmek zorunda hissettim. Belki daha detaylı anlatsam ikna olacaktı.

"Ben bugün onlara yemek götüren bir kuryeyim sadece. Sözde beni korumak için sevgili olduğumuzu söylediğini iddia etti. Biliyorum, size de saçma-" Sesli bir nefes verip sözümü tamamlamama müsaade etmedi.

"Kes sesini." Silahını yeniden bana doğrulttu. "Biz bu yalanları kaçıncı kez dinliyoruz biliyor musun?" Sanki birisi başımdan aşağı kaynar su dökmüştü. Bunu kaç kadına daha yapmışlardı? Bu ne demek oluyordu şimdi?

Ani bir kararla arabayı durdururken yanımda oturan adama doğru döndüm. Kendimi ağlamamak için zor tutuyorken boğazımdaki düğümleri önemsemeden konuşmaya çalıştım.

İstanbul'un ıssız bir sokağında gecenin bu saati bana ne yapacağı bile belli olmayan arabamdaki silahlı adama bir şeyler anlatmaya çalışıyordum ve bu bir hayli zordu.

"Bakın size yemin ederim tanımıyorum, o insanları daha önce hiç görmedim." Sözlerimi bitirmemi bekledi. O an fark ettiğim şeylerden bir diğeri de sanki can çekişiyor gibi olan yüz ifadesiydi.

Bedeni burada fakat gözlerinin arkasında bir yerde cehennemi yaşıyormuş gibiydi. Bu Yazgı denen adam her ne yaptıysa bu insanların canını oldukça sıkmışa benziyordu.

Ben ne olduğunu anlamaya ve ne yapacağımı düşünmeye çalışırken ensemde hissettiğim sancıyla kararan gözlerimi rahatsız edici bir aydınlığa araladım.

Kollarım ve bacaklarımda en ufak bir his yoktu. Öne doğru düşmüş olan başımı güçlükle yukarı kaldırmayı denedim. Sanki binlerce iğne bu anı, hareket etmemi bekliyormuş gibi vücuduma saplandığı an hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Uzun zamandır bu rahatsız hisle burun buruna gelmemiştim.

Sokakta kaldığımız dönem uyuduğumuz yerler o kadar berbattı ki, her uyandığımda bu hisle karşılaşırdım. Bana çok da yabancı değildi o yüzden. Başımı zar zor kaldırıp etrafıma bakındım.

Yerdeydim. Ellerim ve ayaklarımı önden birleştirip bağlamışlardı. İçeride oldukça yoğun bir alkol ve sigara kokusu vardı. Bunlardan ziyade ne olduğunu çıkaramadığım, bu kokuları bile bastıracak kadar yoğun bir başka kokuydu. Tam üzerimde yanan bir lamba ve onunla aynı hizada birkaç lamba daha vardı, büyük bir yerdeydik. Etrafta rastgele koyulmuş birkaç sandalye ve bir masa vardı, masanın üzerinde de siyah bir poşet.

Eski bir yapı olduğu içinden bile anlaşılıyordu ancak tam olarak bu yerin ne olduğunu anlayamamıştım. Depo tarzı bir yerdi. Saat kaçtı, ne zamandır baygındım hiçbir şey bilmiyordum.

"Boşuna inceleme bir kaçış yolu yok." Başımı korkuyla sesin geldiği yöne çevirdim.

Karşımdaki görüntü burada yalnız olduğum düşüncesinden çok daha korkunçtu. Birbirine girmiş sarı ve kahve karışımı saçlar, altları benimkinden çok daha mor olan gözler, kurumuş dudaklar ve bitkin bir kadın vardı karşımda.

Aşağı yukarı benimle aynı yaşlardaydı lakin görüntüsü tarif edilemeyecek kadar korkunçtu. Bakışlarımı ondan kaçırmak zorunda hissettim kendimi.

Kimdi, neden buradaydı, tüm bu olanları aklım almıyordu.

"Ne kadar sakinsin, ben ilk uyandığımda çığlık çığlığa ağlamıştım." Hafif muzip ama oldukça yorgundu sesi.

"Ne zamandır buradayım ben?" Ne söylemem gerektiğini kestiremiyordum, sanki beynim uyuşmuş gibiydi.

"Uyandığımda buradaydın, tahmini 3 saatten fazla oldu." Neredeyse sabah olmak üzereydi. Karşıda bir pencere vardı lakin içeriye en ufak bir ışık girmiyordu.

"Nerede olduğumuzu biliyor musun? Sen neden ve ne zamandır buradasın?" Zor da olsa hareket edip onun olduğu tarafa doğru döndüm. İpler açılamayacak kadar sıkıydı. Uzun süreli hareketsizliğin verdiği etkiden olsa gerek kollarım sanki bedenime ağır geliyormuş gibi hareket etmiyordu.

O an arkasındaki büyük demir dikkatimi çekti. Elleri arkadan ona bağlanmış durumdaydı, ayakları da yine benim gibi önden bağlanmıştı lakin çok daha sıkı görünüyordu.

Bakışlarımı fark etmiş olacak ki;

"Ben birkaç kez kaçmayı denediğim için beni buraya bağlamayı tercih ettiler." Derin bir nefes alıp bir süre düşündü.

"Öncelikle nerede olduğumuzu bilmiyorum, iki aydan uzun bir süredir buradayım diye tahmin ediyorum."

Beynim algılarını kapatmış gibi birkaç kez kendi içimde kurduğu cümleyi tekrar ettim. Bu kızın hiç mi kimsesi yoktu? Hiç kimse polise falan gitmemiş miydi yani?

Bizi bulacaklardı.

"Bizi en kısa sürede bulacaklar." Dedim o an ondan çok kendimi telkin etmeye çalışır gibi.

Göktuğ vardı, Utku vardı, Seren Ece'nin durumdan haberi bile vardı. Ortadan kaybolduğumu fark ettikleri an polise gideceklerdi, durumu Korhan abiye ve diğerlerine anlatıp bizi bulacaklardı. Hem Göktuğ ve Utku verdiğim ipuçlarını fark etseler bile bizi bulurlardı değil mi? Kimse olmasa bile Korhan abi ortalığı çoktan ateşe vermiştir diye düşündüm.

O sırada hep içimde büyük bir ağırlık olan kimsesizlik hissinin yok olduğunu fark ettim. Kimsesiz değildim. Beni seven arkadaşlarım, bize babalık yapan Korhan abi vardı. Her ne kadar iş icabı olsa da yıllardır abla, kardeş gibi derdime sıkıntıma koşan Ece ve Zehra teyze vardı.

Kendi kendime gülmeden edemedim. Ece çoktan ağlama krizlerine girip Yazgı denen herifin peşine düşmüştür diye düşündüm.

"Komik olan ne?" Dediğinde bakışlarımı yandaki kıza çevirdim. Gerçekten gülmüş müydüm yani böyle bir ortamda? Ah aptal Büge..

"Beni kaçıran adamların ne büyük aptallık ettiğine gülüyordum." Bu kez gülme sırası ona geçmiş gibi kahkaha attı.

"Buraya geldiğim ilk gün ben de öyle söylemiştim. Yazgı beni bulur, arkadaşlarım bu insanları sağ bırakmaz sanmıştım.." Kurduğu cümleyle karnımda uçuşan kelebekleri hissettim. Mutluluktan değil, öfkedendi. Bu kızı da mı Yazgı denen adam yüzünden kaçırmışlardı şimdi?

"Yazgı mı?" Dedim artık şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan.

"Tanıyor musun onu?" Umursamaz tavırları şimdi değişip konu ilgisini çekmiş gibi oturuşunu düzeltti.

Başımı olumsuz anlamda salladım. İçimde her şeyi ona anlatmam gerektiğini söyleyen ateş yanıp tutuştu. Başımdan geçen olayı tek solukta karşımdaki kıza da anlatırken aynı şaşkınlıkla dinledi beni. Bu kez gülme sırası ona geçmiş gibi cümlemin sonunu bile beklemeden büyük bir kahkaha attı.

Okuması nasıl olacak bilmiyorum ama yazması oldukça zor bir bölümdü. Yazarlar olarak yazdığımız her karakterin acısını hissetmek de bizim cezamız sanırım. 🥹​

Uzun süredir bir şeyler yazmaktan yine uzaklaşmıştım ancak tabii ki bu sürede hem yazmayı hem de sizleri çok özledimm. Bundan sonra daha sık bölüm atacağımın sözünü veriyorum. Görüşmek üzeree.

İletişim için👇​

İG: k.meliike

 

 

 

Bölüm : 05.02.2025 00:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...