
Arkası dönük vaziyette elindeki eldivenleri çıkarıp bana doğru döndüğünde gördüğüm manzara karşısında dilimi yutmadığıma şükretmek zorunda kalmıştım.
Ben küçükken hep bizim gibi hayatları yaşamak zorunda kalan çocukları lanetli sanırdım. Bu kelimeyi bir kadının yanımızdan geçerken çocuğunu bizimle korkutmak için anlattığı hikayede yine bizim için kullanırken öğrenmiştim ve en acısı da buna inanmıştım. Hikayede annemizin sözünü dinlemediğimiz için tanrı bizi lanetlemiş ve annelerimizi kaybetmiştik. O yaş grubunda bir çocuk için nedensizliklerin acısı yanında bu dinlediğim hikaye acılar içinde kıvrandıran bir ödül gibiydi. Kendime uzunca bir süre kızmama sebep olsa da o sebepsizlik içinde kaybolmanın verdiği acıdan çok daha hafifti,
Sokaklar kötüydü, insanlar daha kötü.
Sokakların karanlık yanları vardı, seni içine çeken ve o karanlığa hapseden yanları fakat insanlar öyle değildi. İnsanlar karanlığın yanı sıra pisti. Düşünceleri, hisleri, işleri ve istekleri pisti.
Seni karanlığa hapsetmekle kalmayıp o pisliği sana bulaştırıyor ve kanser gibi vücudunda yayılıyordu.
Ben şanslıydım ve kurtulmuştum lakin kurtulamayan çocuklar kötü müydü? Yoksa o kötülüğün içinde filizlenmesini sağlayanların kurbanları mıydı? Kötülük bulaşıcı değildi, lakin aşılanıyordu. Vücuduna ilmek ilmek işleyip, büyüyüp filizlenişini, o filizlerin boğazına dolanıp seni öldürüşünü izlemekten haz duyuyorlardı.
Karşımdaki adam kurtulamayan çocuklardan yalnızca bir tanesiydi.
Kolları ve parmak uçlarına kadar ellerinin tamamı derin diyebileceğim kesikler içerisindeydi. Yer yer dikiş atılmış, ancak üzeri yeniden açılmış yaralar, paramparça olmuş parmaklarına ne olduğunu merak etmeye bile cesaret edememiştim. Üstelik birçok yeni kesik mevcuttu.
"Bunları ben yapıyorum." Dediğinde bakışlarımı yüzüne çevirdim. Gözlerindeki suçluluk ve yüzünde bunları yapmaktan keyif aldığını belli eden hisleri bile birbirine oldukça tezattı.
Ruh hastası olduğunu düşünen tarafım ne kadar haklı olduğunu bilmeliydi. Naz'ın davranışlarının sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Ya onu kandırıp kendi tarafına çekmeye çalışıyordu ya da bu ruh hastası onu karşısında bu insana dönüştürecek şeyler yaşatmıştı.
"Herkes başta böyle oluyor işte." Kurduğu cümle ile birlikte bakışlarımı ellerinden uzaklaştırıp yüzüne bakmaya başladım yeniden.
"Neden?" Nedeni belli olsa da zaman kazanmaya çalışıyordum, ellerimdeki ipleri kesmeyi başarabilirsem en azından kendimi savunabilirdim.
"Keyif alıyorum." Dedi kısaca. "Çocukluğumdan beri böyleydi." Diye ekledi.
Ben ne söyleyeceğimi düşünürken dışarıdan bir şeylerin yere düşme sesi geldiğinde cem oturduğu yerden fırladı. İçimden bir ses bir şeyler oluyor derken yeniden ses geldiğinde Cem belinden bir silah çıkarıp bize doğru dönerek sessiz olmamızı işaret etti.
Elimdeki bıçağı Cem'in dikkatinin dağılmasını fırsat bilerek daha hızlı sürtmeye çalıştım ipe. Yarısı ipe yarısı da ellerime sürtünüyordu ve muhtemelen ellerim çoktan paramparça olmuştu lakin durmadan devam ettim. Sonunda ipler kopup ellerim rahatladığında Cem de yanımızdan ayrılıp büyük kapıyı açarak dışarı çıktı.
Bu fırsatı da kaçırmak istemediğimden aceleyle ayağımdaki ipleri çözüp Naz'ın arkasına geçtim.
"Yapma, yakalanırsak mahveder bizi." Titriyordu. Korkusunu anlayabiliyordum lakin bu pes etmişliğini anlamam mümkün değildi. Benim her ne olursa olsun dik duruşuma karşın o çoktan sırtında oluşturduğu kamburun altında ezilmeye başlamış gibiydi.
Elimdeki bıçağın ucuyla kilidi açmaya çalışsam da başaramıyordum.
Bir şeyler yapmam gerekiyordu, başka bir yol muhakkak olmalıydı. Ellerini bu şekilde çözemeyeceğimi fark edince ayaklarındaki ipleri kesip koşarak cama doğru ilerledim. İkinci kattaydık ve bulunduğumuz yer ormanın içerisindeydi. Aşağı inmek için bir yol aradım fakat kırılmaya yüz tutmuş borulardan başka bir şey yoktu ancak şanslıydık ki aşağıda küçük de olsa bir kum yığını vardı.
Bakışlarımı yeniden deponun içerisine çevirip Naz'ın ellerini açmak için bir şeyler aramaya başladım fakat konuşmalar duyulmaya başladığında panikledim ve yerde duran kovaya çarptım. Naz korkuyla kapıyı kontrol ederken kovanın tutmak için olan demiri dikkatimi çekti.
Eğer onu çıkarabilirsem Naz'ın elindeki kilidi açmak için kullanabilirdim fakat muhtemelen zamanım oldukça daralmıştı. Gelen Yazgı değil gibiydi, çünkü içeriden duyduğum gülüşmelerin sebebi Yazgı olamazdı.
Ayağımla demire sert bir şekilde baskı uyguladığımda kırılmadı fakat kırılmak üzereydi. Tüm gücümü kullanarak çekiştirdim ve sonunda bir köşesi çıktığında koşarak Naz'ın arkasına geçtim yeniden.
Elimdeki demiri kilidin anahtar kısmına sokup çevirmeye başladım. Bir süre çevirdim fakat boşa dönmeye başladığında olmayacağını düşünmeye başladım.
"Başaramayacaksın, bizi yakaladığında öldürmekten beter edecek anlamıyor musun?" Haklıydı. Belki de vazgeçmem gerekiyordu ancak son kez denemeye çalışırken bir anda açılan kilitle kalbim mümkünmüş gibi daha hızlı atmaya başladı.
Naz anlık bir sevinçle bana sarılırken vakit kaybetmemek için aceleyle ayağa kalkıp onu da peşimden sürükleyerek camın önüne getirdim.
"Buradan atlamamız gerekiyor ama şu kum yığınını görüyor musun? Tam ona denk getirmen gerekiyor kendini anladın mı?" Korku dolu bakışlarla bana baktığında başımı olumsuz anlamda iki yana salladım.
"Buraya kadar geldik, artık dönüşü yok anladın mı? Korkaklık yapmak için vaktimiz yok şu anda." Derin bir nefes alıp bacaklarından birini aşağı sarkıttı, ardından diğerini de sarkıtıp elleriyle kendini ileriye doğru atarak tam kumların üzerine doğru atladı fakat kalçasının üzerine düştüğünde inlemesi etrafta yankılandı.
İçeride bir sessizlik oluştuğunda panikle bacaklarımı aşağı sarkıtıp arkamı dönerek ellerimle camın kenarlarından tutunarak olabildiğince aşağı sarkıttım kendimi. Ardından Naz gibi ellerimden destek alıp kendimi geriye doğru ittiğimde dizlerimin üzerine düştüm. Vücudumdaki ağrıyı görmezden gelip ayağa kalktığımda etrafıma baktım, bahçeli bir yer değildi. Direkt olarak ormana açılıyordu ve bu bizim işimize gelirdi.
Naz'ın elini tutup ayağa kalktım ve koşmaya başladığımda o da peşimden bana uyum sağladı.
Hiçbir şey düşünemiyordum. Kaçtığımızı fark etmişler miydi, peşimizden gelen biri var mıydı, koskoca ormanda nereye gidiyorduk hiçbir fikrim yoktu.
Kalbim adrenalin ve korkunun verdiği etkiyle deli gibi atarken beynim hayatta kalmaya odaklanmış benden bağımsız beni yönetiyor gibiydi.
Ormanın içerisinde yankılanan sesler duymaya başladığımda hızımı daha da artırdım ama Naz uyum sağlamakta güçlük çekiyordu. Dengeyi bir türlü sağlayamadığımız için bir ağacın yanında durup soluklanması için zaman tanıdım.
"Yazgı'nın sesini duydum koşarken." Dedi nefes nefese etrafına bakınırken. Uzaktan gördüğüm ışıklar yüzünden çekiştirerek ağacın diğer tarafına geçtim. Seslere odaklanmaya çalıştım fakat kulaklarımda uğultudan fazlası yoktu. Tek umudum birinin gelmiş olmasıydı.
Beynim emir almış gibi koşmaktan başka bir şey düşünemiyordu. Sesler yaklaşmaya başladığında ne tarafa gitmemiz gerektiğini düşünmeye başladım.
"Yazgı bu." Dedi fısıltıyla, ağacın arkasından çıkmaya çalıştığında kolunu tutup durdurdum.
Karanlığın içinden bize doğru yürüyen çocuk ağır ağır ışığı yüzümüze doğru kaldırdı. Gözlerimi kamaştıran ışık yüzünden zar zor seçilse de bu kişinin Cem olduğu her halinden belliydi. Bize doğru yaklaşırken elinde tuttuğu silahı ikimize doğru salladı.
Nazı elimden geldiğince arkama doğru çekmeye çalıştım.
"Her seferinde sana inanmak istiyorum Naz, ama bir şekilde beni haksız çıkarmayı başarıyorsun." Dedi fısıltıyla. Silahı bana doğru uzatırken geri çekilmedim. Naz korkudan titrerken benim bu durumda bile korkumu belli etmemeye çalışmam ne kadar farklı hayatlara sahip olduğumuzu yüzüme vurmaktan çekinmiyordu. Bunu daha sonra üzülmek için beynimin bir köşesine kazıdım.
"Bunu yapmak sana ne kazandıracak? Bırak bizi gidelim." Elimden geldiğince zaman kazanmam gerekiyordu. Bu çocuğun bizi bırakmayacağını elbette ki biliyordum fakat ben de arkada bir yerlerde Yazgı'nın sesini duyduğuma neredeyse emindim. Bize yakın oldukları kesindi, bir şeyler yapıp yerimizi belli etmemiz bizi bulmaları için yeterli olabilirdi belki de.
Birkaç adım daha atıp tam önümde durdu. Dikkati Naz'ın üzerindeydi fakat konuştuğu kişi bendim.
"Sen durumu hiç anlamamışsın." Dedi silahın ucunu saçlarımda gezdirirken. Silahı tutan elini tuttuğumda irkilse de toparlayıp bozuntuya vermeden yüzüme bakmaya devam etti. Karşıdan nasıl göründüğümü tahmin edebiliyordum ancak ondan korkmadığımı düşünmesi gerekiyordu. Hoş, ölüm beni korkutuyor muydu ona da emin değildim.
"Asıl bir şeyleri halen anlayamamış olan sensin, ama ben sana anlatayım." Bakışlarım bir an için silaha kaydığında, zihnimin karanlık sularında boğulmayı bekleyen tüm acılar taşarak gün yüzüne döküldü. Parmaklarım, tuttuğum elinden ateşe değmiş gibi uzaklaşırken bir adım geri çekildim.
Anılar gözlerimin önüne birer birer serilirken korumak için tuttuğum Naz'dan şimdi destek almak zorunda kalıyordum.
"Vücudu ne kadar sürede bağışıklık geliştirir peki?" İğrenç sesi yine kulaklarımda, nefesi etrafımdaydı. Ormanın ortasında olduğumu kendime hatırlatmaya çalışsam da vücudum çocukluğumun sıkışıp kaldığı bodrum katında olduğuna çoktan ikna olmuş gibiydi.
"Dikkat edin ölmesin, bize lazım."
"Biliyorsun." Dedi beynimin içindeki sese karışan başka bir ses. Bakışlarımı silahtan sesin sahibine çevirdiğimde yüzündeki şeytani gülümseme içimin ürpermesine sebep oldu.
Silahı biliyor olduğumu fark etmek onun da dikkatinin dağılmasına sebep olmuştu, kafasından her ne geçiyorsa büyük bir haz duyduğu belliydi. Bir şeyler yapmam gerektiğini söyleyen tarafımı geri çevirmeden tüm gücümle elindeki silaha sarıldığımda olabildiğince yüksek sesle bağırdım.
"Naz kaç!" Bir aptallık yapıp kaçamasa bile en azından sesimi duyurmam gerekiyordu.
Cem ne olduğunu anlamadığı için bir süre bocalasa da Naz'ın koşmaya başlamasıyla karanlıkta kaybolması bir olmuştu. Cem bir el ateş ettiğinde korkuyla geri kaçmaya çalıştım fakat gözlerimi araladığımda kendimi yerde bulmuştum.
"Sen büyük bir aptalsın sadece." Öfkeden deliye dönmüş gibi görünüyordu.
"Kurtarmaya geleceğini mi sanıyorsun seni? Onun ne kadar bencil olduğundan haberin var mı senin?" Silahı yeniden üzerime doğrulttu.
"Bırak beni gideyim." Dedim sakin kalmaya çalışırken. Fakat elinde tuttuğu silahı tanıyor olmak bu sakinliğimi korumama imkan vermiyordu.
"Bırakacağım tabii." Dedi üzerime doğru eğilirken. "Acılar içerisinde kıvrandığını görüp bırakacağım." Dedi silahı yeniden bana doğrultup yanındaki mermiyi ilaçla birleştiren küçük düğmeye basarken. Tedirgin olduğunu görebiliyordum, telaşlı hareketlerinden birilerinin gelmesinden endişe ettiği açıktı bu yüzden de acele ediyordu.
Tüm vücuduma hakim olan korkuyu hissettim. Bu korku bana tanıdıktı. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, kaç yaşıma gelirsem geleyim geçmeyeceğini anlamıştım üstelik. Bazı acıların geçmesi imkansızdı. Bazı yaraların üstü kapatılabiliyordu fakat o yer sızlamaya devam ediyordu. Sen ne kadar acı çekersen çek dünya dönmeye devam ediyordu, bir tarafta insanlar kahkahalarla gülüyor, bir tarafınsa içi çürüyebiliyordu. İnsanlar sizin çürüyen yanınızı görmeden buna hayatın doğal akışı diyebiliyorlardı.
Parmakları tetiği bulduğunda gözlerimi kapattım. Yine o çocuktum. Karanlığın adamları tarafından elleri bacakları bağlı, çırılçıplak soyulmuş, yediği dayaklar ve gördüğü işkenceler yüzünden vücudunda morluktan başka bir şey görünmeyen o çocuktum. Büyümemiştim, hiçbir şey değişmemişti. Adı geçse titreyen kalbim hala aynıydı.
Silah büyük bir gürültü ile patlamadan önce duyduğum son seslerden biri de Yazgı'ya aitti.
İletişim için;
İG: k.meliike_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |