2. Bölüm

YEDİ AY ÖNDE

melinoe
melinoe

Kırmızı.

Yalnızca birkaç harften meydana gelen bir kelimedir.

Varlığı ise yoktur.

Öylece, yalnız başına kırmızıyı göremezsin. Belki bir elmada, belki bir kumaşta. Bana soracak olursanız da damarda görebilirsiniz.

 Kan. 

Kırmızının sahiplendiği en can alıcı kelimedir.

Bıçağı sımsıkı kavrayan elim, metale bulaşan sıcak sıvıyı eldivenime sildi. Ama renk inatçıdır. Metalin pürüzsüz yüzeyinde gölgelenip bana bakmaya devam etti. Bıçağı kaldırdım, maskemin karanlığında kalan gözlerim yansımasına düştü. Kan oradaydı. Ama bu kez, yalnızca çelikte değil, gözlerimin çukurunda da yaşıyordu.

Bıçağı yüzüme yaklaştırdım. Kumaşın altından bile kokusunu aldım. Burun deliklerim yanarken göğsüm derin bir solukla genişledi.

Bıçağı özenle tezgaha bıraktım. İki metalin birbirine çarpma sesi, kırmızıyla aydınlanan odada kadehleri tokuşturdu. Duvarda asılı duran ayna arkamdaki manzarayı an be an izliyordu. Nefesim dudaklarımın arasında döküldü. Kalın kumaş nefesimi baskılarken sesim bir hırlamadan farksızdı. Ellerimi tezgaha yasladım. Başım omuzlarımın arasında dik bir şekilde dururken bir yaban köpeğinden farksız görünüyordum. Bu yüzden iştahla aynaya eşlik ettim.

Yansımamın ardında oda bütün gerçekliğiyle duruyordu. Tepede asılı duran ampul tam canından çatlamış duruyor. Kenarlara sabitlediğim kırmızı led ışıklar alay edercesine dik duruyordu. Tüm ışık, odanın tam ortasındaki sedyeye değmeden bekliyordu. Biliyorlardı ki asıl kızıllık oradaydı. Saatler öncesinde buz gibi olan çelik şimdi kanın sıcaklığını paylaşıyordu. Üstünde yatan beden, vedasını gerçekleştiremeden gitmiş, gözleri açık bekliyordu.

Bu hiç değişmezdi. Gözler hep açık kalırdı. Onları öyle severdim ki ellerim bedenlerinde gezinirken öleceklerini hiç düşünmezlerdi. Parmaklarım şahdamarlarını büktüklerinde ise zevk ve acı birbirine şiddetle çarpar ve kalpleri dururdu. Parmak uçlarımla dokunduğum her kıvrımlarına uyuşturucu krem sürdüğümü hiç bilmezlerdi. Çünkü onlar soğuk, telaşlı ve ürkekken ben kanlarına doymanın sıcaklığına sahiptim. En çok buna kızardım. Sessizliğin içinde sedyeden damlayan bir damla kan, yerdeki su birikintisini kendine katarken her şey sesini duyurmak için sırasını bekliyordu. Sedyede yatan beden dışında. İşte, işte kızdığım şey tam olarak buydu. Ben kızıllıklarını alırken onlar bundan yoksun kalıyordu. Bu büyük bir haksızlıktı. Onları biraz sevseydim kanımı onlarla paylaşırdım. Ya da kızıllığa biraz küs olsaydım.

Kan her şeydir. Yaşamda ve ölümde vardır. Bunu hep en son damlada anlarlardı. Amacım ise bedenimdeki son damlayı hiçbir zaman görememekti. Onlar olmak, daha çok yaşamak istiyordum. Bunun içinse her şeyi yapacaktım. Başımı çevirip raflara baktım. Her birinden parçaları özenle şişelediğim raflarım vardı. Temizlenmiş ama hala kan kokan cerrahi aletler numaralarına göre sıralanmıştı. Biraz yanında model askılıkları üzerlerinde kıyafetleri cansızca taşıyordu. Hepsini özenle giydirmiştim. Diğer tarafa döndüm. Aynanın köşesinin çatladığı yer burasıydı.

Son ismi, o çatlaktan asla göremezdim. En baştan isimlere baktım. O isimlerin altlarında duran fotoğrafları bana dönük değildi.

Mine Dağ. Yaş 26.

Suzan Akdağ. Yaş 26.

Neşe Bulut. Yaş 26.

Alev Taşbudak. Yaş 26.

Her birinin isimleri onları kutsal sayan müzede sergileniyorken bana saygı duymaları gerekiyordu. Bedeni sedyede yatan kadına sıra geldiğinde fotoğrafı tam da ona bakıyordu.

Lale Kıran. Yaş 26.

İsimler, yeniden yazılmak için bekliyordu:

Vega Gitmez. Yaş, bilinmiyor.

Eflatun. Soy isim ve yaş, bilinmiyor.

Çatlağın oyuğuna geldiğimde bir gözüm ortadan yarılmış, isim kendini göstermemeye inatla sürdürmüştü.

Ley-  

Hınçla tezgahta duran bıçağı tuttum. Çelik sapını aynaya geçirmek istedim. Parmaklarım bıçağın sapını öfkeyle sarmalarken, şaşkın gözlerim aynadan bana baktı.

Disiplin.

Hamlelerimi duygularımdan muaf tutmayı bilmezsem benimde o sedyede olmam gerekirdi. Bıçağı, aynaya geçirmeme santimler kala derin bir nefes aldım.

Disiplin bir zanaatçının mesleğidir.

Ben, Zanaatçı’yım.

Bıçağı dikkatlice tezgaha bıraktım. Eldivenleri sıyırıp attım, ardından maskemi çıkardım. Yüzüm, aynanın solgun yüzeyinde belirdi—boş, silik, sanki varlığına dair en ufak bir iz bırakmamaya yemin etmiş gibi. Bir an durdum, ışıkları söndürmeden üst kata yöneldim.

Terk edilmiş evin çürümüş tahtaları ayaklarımın altında hafifçe esnedi. Duvarlardan rutubet sarkıyordu, köşelerde farelerin aceleci ayak sesleri yankılanıyordu. Kendi alanıma açılan kapıyı sıkıca kapattım, ardından tahtaları yerine oturttum. Fazla oyalanmadan, camı çoktan unutulmuş boşluktan dışarı süzüldüm. Adımlarımı kontrollü tuttum, karanlığın içinde fark edilmeden Akyol’un ıssız caddesine karıştım.

Bölüm : 06.04.2025 03:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...