
"Sen yokken çok korktum." demiştim. Doğrusu da buydu. İstesem tüm hayal ettiğimiz şeyleri tek başıma ya da yanımda başka biriyle gerçekleştirirdim. Evet o yanımda olmadığı için korkmuştum ama ben birlikte gittiğimiz dürümcüye bile gidememiştim ki. Beni korkutan şey onun izlerinin olduğu yerlerdeki yokluğuydu. Hissetmek bile istemediğim bir yokluk ve yalnızlıktan kaçmıştım aslında.
Gözlerinden anlamlandıramadığım bir şeyler geçti sanki. Az önceki haline göre daha durgundu şu an. Korktuğumu duymak mı kötü hissettirmişti yoksa hayal ettiğim şeyleri yapmamam mı çözememiştim. Daha fazla bu şekilde kalmak istemedim. Fırının başından ayrıldım ve koltuğa doğru ilerledim. Aziz de bitki çaylarımızla peşimden gelmişti. Hasta olmaması için zorla yaptırmıştım o çayları da. Neyse ki buna itiraz etmemişti. Ben sırtımı kanepenin kenarına yaslayıp ayaklarımı da kendime çekerek oturmuştum ama Aziz aramızda biraz mesafe bırakarak oturup bacaklarımı kendi bacaklarının üstüne çekmişti.
"Üniversite'de bahar şenliklerine katıldın mı hiç?" dedi konuyu değiştirerek. Neden sorduğunu bile sorgulamıyordum artık. Aziz kafasında dönen şeylerin cevabını almak istiyordu belli ki.
"Evet, ilk sene gitmedim bir tek."
"Benim yüzümden." dedi sözümü kesip.
"Senin 'yüzünden' değil. Son mesajının ardından daha 3 ay geçmişti ve biz senin nerede olduğunu bile bilmiyorduk. O halde bahar şenliğine gidemezdim herhalde." diyerek karşı çıkmaya çalıştım ama Aziz buna pek izin vermedi. Alaycı bir şekilde gülerken "Yani benim yüzümden." dedi. Sonra memnunmuş gibi bir ifadeye sığındı. "Ama sonraki yıllar gitmişsin bu iyi bir şey."
Kurduğu cümleden değil ama gözlerine baktığımda gerçekten de benim için mutlu olduğunu görebiliyordum.
"Sevgilin var mıydı o dönemde?" Gülüşü silinmişti. Dudağının içini küçük küçük dişlediğini fark ediyordum ama çaktırmamaya çalışıyordu.
"Aziz niye böyle bir şeyi soruyorsun şu an? Zaten otelde de Kürşat'a karşı ekstra gergindin. Sen normalde böyle yapmazsın. 'Bana söylediklerini unutmadım' falan dedin. Ne dedi Kürşat sana?"
Sorularımı art arda sıraladığımda artık bir şeylere cevap verme sırasının onda olması gerekiyordu.
"Konumuz Kürşat değil Birce. Ben senden bahsediyorum. Senin hayatınla ilgili bir şeyler öğrenmek istiyorum. Sosyal medyada gösterdiğin hayatı ne kadar yaşayabildin onu merak ediyorum."
Hem kendini hem beni sakinleştirmek için bacağımı okşuyordu yavaşça. Bu konuşmanın bir amacı olduğu çok belliydi. Eğer bugün de bana bir şeyler anlatmazsa daha ne kadar sabredebilirdim bilmiyordum. O yüzden son sabrımı bu an için kullanıp Aziz'e cevap verdim. Duymak istediği şeyler varsa duyacaktı.
"Evet, sevgilim vardı. 2. ve 3. sene bahar şenliklerine sevgilimle gittim."
Duyduklarının hoşuna gitmediği belli oluyordu ama bir yandan da kabullenmiş ve rahatlamış görünüyordu. Nasıl bir duygu durumu içinde olduğunu anlayamıyordum.
"Son sene?" diye sordu.
"Alt dönemlerden Emre diye bir çocuk vardı. Onunla ve birkaç arkadaşımızla birlikteydik. Hatta birlikte çalışıyoruz şu an. O da bizim ofiste. Bir gün tanıştırırım sizi."
"Emre Yıldırım mı?" diye sorunca bir anlığına ne diyeceğimi bilemedim. "E-evet." Kelimesi dökülebildi ağzımdan sadece.
"Biliyorum o çocuğu. Hikayelerinde, postlarında paylaşıyordun."
Beni takip ettiğini daha önce de söylemişti ama böyle bir detayı, soyadına kadar hatırlayacağını düşünmemiştim. Pek memnun görünmese de en azından tanımadığı bir erkek ismi duymadığı için daha sakin gibiydi.
"Üniversitedekiyle... Ve daha sonrakiyle... Paylaşmadığın başka varsa bilmiyorum. Güzel günler geçirdin değil mi? Normal bir sevgililik. Sinema, romantik yemekler, lunapark, piknik, karaoke, arkadaş buluşması... Belki hasta olduklarında sen yine delirmişsindir ama çorbalarını yapıp başlarında bekleyip iyileştiklerinde yine eski, mutlu haline dönmüşsündür."
Bakışları çok donuktu ama dudaklarının bir tarafı hafifçe yukarı kalkmıştı. Ne demek istediğini, lafı nereye getirmeye çalıştığını anlamıyordum.
"Yaşadığım şeyleri mi yargılıyorsun? Anlamıyorum." dedim kendisini açıklaması için. Anında yaslandığı yerden dikleşti. Ellerimizdeki kupaları alıp sehpanın üzerine koydu. Onun hareketlenmesiyle ben de dikleşip bacaklarımı kucağından çekip bağdaş kurup oturdum. Bardakları bıraktıktan sonra bana döndü. Ellerimi tuttu. Gözlerimin içine bakıyordu.
"Hayır tabi ki. Ben seni yargılayabilecek konumda biri değilim." Ciddi ifadesi muzip bir gülüşle dalgalandı. "Ben hâkim değilim unuttun mu? Avukatım. Hem de çok iyi bir avukat. Seni sadece savunurum. Herkese, en çok da kendime karşı." Tuttuğu ellerimin avuçlarını kendine doğru çevirdi. İkisine de birer öpücük bıraktı. Bakışlarını avuçlarımdan kaldırdı. Gözlerindeki parıltılar kalbimi acıtıyordu. "Ama eğer izin verirsen bugün kendimi savunmak istiyorum."
Kalbimin sesini duymaması için dua edecek durumdaydım. Sonunda kendini bana açacaktı. İzin verdiğimi belirtircesine başımı aşağı yukarı salladım. Biraz fazla heyecanlanmış olacağım ki bu halim Aziz'i güldürdü. Ellerimize doğru eğdiği başını gülüşü bitince tekrar kaldırdı.
"Az önceki soruları sorma sebebim kendime acı çektirmek değildi. Sadece emin olduğum bir şeyi senden duymak istedim. Sen bu 10 yılda normal bir hayat yaşadın. Yaşaman gereken hayatı... 20 yaşında ne yaşaman ve ne dert etmen gerekiyorsa onu. 22'inde, 25'inde,27'inde... Zaten teyzenle büyük bir yük yüklenmişti üstüne. Yaşamaman gereken bir acıyı yaşamıştın. Sana benzer korkuları yaşatamazdım. Sana normal bir hayat veremezdim. Sana o hayatı başka birisinin verebildiğini gördüğümdeyse kabul etmek istemesem de yapmam gereken şey belliydi."
Derin nefes alışverişlerim kesinlikle daha iyi gelmiyordu. Onun kendini anlatmasına daha fazla fırsat vermeden sordum. "Aziz, benim gerçek cevaplara ihtiyacım var tamam mı? Bana karşı net ol. Ne yaşandı, Neden gittin?"
Avuçlarındaki ellerimden birini kalbinin üzerine getirdi. "Burası biraz hastaydı." dedi küçük bir çocukla konuşur gibi. Çatılan kaşlarımı görünce tebessümle yüzüme doğru yaklaşıp dudağımın kenarından öpüp geri çekildi. Yüzündeki ciddi ifadeyi gördüğümdeyse keşke küçük bir çocukla konuşmaya devam etse dedim içimden onu bana böyle bakarken görmek istemiyordum ama ciddi ciddi konuşmanın zamanı gelmişti.
Derin bir nefes verdi önce. Saçımdan bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Ellerinin hareketleriyle kendini mi rahatlatıyordu yoksa beni mi anlamıyordum.
"Kalbimde delik varmış." dedi sakince. Hissettiğim duygular o kadar yoğundu ki önceden ilacını öğrenmem, dövmesini görmem ve Meryem'le konuşmam bile beni bu ana hazırlayamamıştı. Bu an hiç gerçek olmasını istemediğim bir ihtimaldi ama şimdi her şey net ve de gerçekti. Bu gerçeklik de canımı yakıyordu. Onun canının yandığı düşüncesi beni paramparça ediyordu.
"Tatilden döndüğümüz gün öğrendik annemle. Öğrendiğim an ilk düşündüğüm şey neydi biliyor musun?" Kısa bir süre sessizce bana baktı. Başımı hayır der gibi iki yana salladım. "Senin tepkin. Önce sana duygularımı açıp sonra bu durumu söylemeyi düşündüm. Ama böyle bir şeyi bilmeden benimle bir ilişkinin içine girmen en çok sana haksızlık olurdu. Bu yüzden bu fikirden vazgeçtim. Önce durumu söyleyip sonra duygularımı anlatmayı düşündüm sonra. Kendimi hayatta en istemediğim konuma düşüreceğimi fark edince ondan da vazgeçtim. Bana acımanı istemedim. O an ne yaparsın diye düşündüm sonra. Gözümün önünde canlandı her şey. Ne yapacağın, ne diyeceğin, bundan sonraki hayatımız. Seni bile bile bir uçuruma sürüklemek demekti bunu sana söylemek. Seni kendi seçmediğin bir hayatın içine mahpus etmekti. Ben böyle bir şeyi sana yapamazdım. Anneme de yapamazdım. Elimden gelse onun da öğrenmemesini sağlardım ama öğrendi. Seni kendimden ben uzak tutabilirdim ama annemi benden uzak tutabilecek tek bir kişi vardı."
Temmuz-2013
"Çocuğun geldiği hale bak. Bu zamana kadar hiç mi hastaneye götürmedin? Nasıl fark edilmedi bu?"
Aziz'in babası bir süre önce gelmiş, yaklaşık yarım saattir elindeki raporları inceliyordu. Birgül, odanın ondan en uzak köşesine yerleşmiş gözlerini Aziz'den ayırmıyordu. Aziz de annesiyle aynı kanepede başını geriye doğru yaslamış birazdan daha çok artacağını bildiği baş ağrısını dindirmek için başını ovalıyordu.
"Başkasından fırsat kalsaydı götürürdüm." diye mırıldandı Birgül. Karşısındaki adama sabrı yoktu artık.
"Mırıldanma Birgül, diyecek bir şeyin varsa yüzüme söyle." dedi başını kağıtlardan kaldırmadan. Sakinliği insanın sinirini bozacak cinstendi.
"Ortada bakılacak bir yüz görmüyorum Tekin." dedi Birgül yanındaki duvara öfkeyle bakarken. Bu adamı bu evin içine sokmazdı aslında ama ortada oğlunun isteği vardı. Bile isteye çağırmıştı babasını. Birgül'ün de sabretmesi gerekiyordu.
"Bravo, çok başarılı bir şekilde laf soktun. Üstüne biraz daha çalışman lazım ama. Bu dönemde ilkokul çocukları bile daha yaratıcı." Tekin istifini bozmadan önündeki kâğıtlara bakmaya devam ediyordu. Umursamazlığı farklı bir boyuttaydı. "Sen bu panik ataklar için tedavi gördün mü?" diyip ilk defa kafasını kaldırıp Aziz'e baktı.
Aziz başını ovalamayı birkaç saniye için bıraktı, babasına bakmadan cevap verdi. "Birkaç seans gittim bir yararını görmedim."
Elindeki kâğıtları hırsla yere attı Tekin. Eve geldiğinden beri verdiği tek büyük tepki bu hareket olabilirdi. "Birkaç seansla olacak bir şey mi o? Sihirli değnek dokundurmasını mı istiyordun doktorun? Ne yapacaktı o kadar kısa sürede? Hem benim niye haberim yok bu durumdan?"
Aziz gülerek başını yasladığı koltuktan kaldırdı. Babasına bakarken de gülüşü silinmemişti yüzünden. "Neyden haberin var ki senin?"
Bu cevabı beklemeyen Tekin biraz afalladı ama burada haksız olanın kendisi olmadığına emindi. "Bana söylemezsen nasıl haberim olabilir?" diyerek sesini yükseltti. Hareketleri ve ses tonu kendisini savunma dürtüsüyle ortaya çıkan şeylerdi ama suçlu olduğunu gözler önüne seriyordu.
Aziz'se onun aksine, babasının gereksiz öfkesini yüzüne vurabilmek için çok sakindi. "Sen sormazsan nasıl söyleyebilirim?"
Bu sorunun Tekin'i daha da sinirlendirdiği çatılan kaşlarından belliydi. "Gelip sana panik atağın var mı? Kalbinde durumlar nasıl diye mi soracağım?"
Daha da güldü Aziz. Özellikle son cümle onu çok güldürmüştü. Evet, kalbinde durumlar nasıl diye sorabilirdi babası. Sorsa anlatırdı. Kalbinde çok fena durumlar olduğunu babasıyla paylaşabilirdi.
"Aklına bir oğlun olduğu geldiği zamanlarda yalandan nasılsın diye sormak yerine sohbet edebilirdin mesela. Ya da para attıktan sonra 'gönderdim.' mesajı yerine 'bugün neler yaptın?' diyebilirdin. Ben seni aradığımda açmadığın zamanlarda 'geri döneceğim' deyip ilk müsait anında geri dönebilirdin mesala. 3 hafta sonra değil."
Yüzünde herhangi bir mimik oynamadan oğlunu dinledi Tekin. Yere attığı kâğıtları tekrar eline aldı. Sonra o da güldü Aziz gibi. "Bunların hangisi senin hangi hastalığına çare olacaktı peki? Duygusal baba oğul yüzleşmesini sonra yaparız. Bu elimdeki sonuçlarla 'daha sonrası' olursa tabi." Son cümlesini mırıldanarak söylemişti ama odada onlardan başka kimse, başka hiçbir gürültü yoktu. Aziz babasının kurduğu cümleye sinirle karışık bir şekilde gülerken, Tekin'in bu tavrı Birgül için son darbe oldu. Oturduğu yerden hızla kalktı. Tekin'in elindeki kâğıtları alıp ondan uzaklaştırdı. Yakasından tutup ayağa kaldırdı ve sırtında iterek kapıya doğru ilerletmeye çalıştı.
"Çık git evimden! Sana ihtiyacımız falan yok! Ne zaman bir işe yaradın ki şimdi yarayasın? Ne zaman ailene sahip çıktın ki şimdi çıkasın? Çınar'ın hastalığını bu zaman kadar fark edemediysem senin yüzünden! Seninle uğraşmaktan çocuğum ne halde düşünemedim bile! Ömrümü tükettin benim! Canımdan can aldın!"
Hem bağırıp hem karşısındaki adama vurarak tüm hıncını çıkarıyordu sanki. Tekin biraz müsaade ettikten sonra Birgül'ün kollarını tutarak vurmasını engelledi ve onu sakinleştirmeye, kendine getirmeye çalıştı. Aziz'se oturduğu koltukta, daha önce de şahit olduğu bu dramayı donuk gözlerle izliyordu.
Tekin, Birgül'ün ellerini tuttu güçlükle. "İşte tam da bu yüzden gitmeyeceğim. İşte tam da bu yüzden bana ihtiyacınız var. Çınar beni tam da bu yüzden çağırdı. Çıldırıyorsun Birgül kendine gel! Daha ne kadar oldu bu haberi öğreneli? Şu haline bak! Sabahtan beri yemek yemediğine bile eminim. Oğlunun ölmesini mi engellemek istiyorsun onun yerine ölmek mi?!"
Birgül'ün attığı tokat sesi odanın içinde yankılandı sanki. Aziz için sıkıcılaşan bu tartışma birden boyut değiştirmişti sanki. Gözünü anne babasına dikti.
"Güzel, vurdun. Kendine geldin mi bari? Sağlıklı düşünebilecek misin?"
Tekin yediği tokattan pek de etkilenmiş gibi durmuyordu. Sanki derinlerde bir yerde bunu çoktan hak ettiğini biliyordu. Bu yüzden sesini çıkarmıyordu. Birgül'ün gözlerinden akan sessiz yaşların ardından hıçkırıkları tüm odayı doldurdu. Bir eli güçsüz bir şekilde Tekin'in göğsüne vurmaya devam ediyordu.
"Her şey senin yüzünden oldu. Senin hastalığınla uğraşmaktan çocuğumu göremedim. Okuluna götüremedim, derdiyle ilgilenemedim. Kendimi bile görmedim! Şimdi gelmişsin 'nasıl fark etmedin, hastaneye götürmedin' mi diyorsun? Senin yarattığın hasardan kurtulmaya çalışıyordum kusura bakma! Ben canımdan can verdim sana ya!! Sen ne dedin bana 'hastasın Birgül, bencilsin!' Asıl sensin hasta! Sensin bencil!"
Birgül'ün kendini kaybetmiş hali Tekin için de Aziz için de yeni bir şey değildi. Artık eskisi gibi korkutmuyordu bu durum. Bu yüzden konuşmaya devam etti Tekin.
"Ben senden hiçbir şey istemedim Birgül. Sadece yanımda olmamı istedim."
"Özür dilerim ya! Özür dilerim kocamın hayatını kurtarmak istediğim için!"
"Kocanın hayatını düşünürken kendi hayatını, sana en çok ihtiyaç duyduğu zamanda oğlunun hayatını riske attım sen! Daha doğ... daha doğmamış çocuğumuzu hiçe saydın! Beni kurtarmaya çalıştığını söylüyorsun ama ben senden böyle bir şeyi asla istemedim. Yaptığın şey bencillikti ama sen bunu göremiyorsun bile!"
İkisi de artık çileden çıkmıştı. Kozlarını bugün paylaşmaları gerekiyordu.Bunun Aziz'in önünde olmasına ise hiç gerek yoktu.
"Asıl bencillik neydi ben sana söyleyeyim mi? Asıl bencillik senin yarınları düşünmeden içtiğin içkilerdi! Hastalığını öğrendikten sonra bile bana söylemeyip devam etmendi! Ama senin gözünde kocamı bir fetüse tercih ettiğim için bencil benim! Sen benim için çok mu kolay oldu sanıyorsun?! Onun bir bebek olmadığına inandırmaya çalıştım kendimi günlerce. Ondan vazgeçebilmek için varlığını reddettim. KOCAMIN HAYATINI KURTARMAK İÇİN BEBEĞİMİ ÖLDÜRDÜM BEN BU MU BENCİLLİK!
Birgül'ün bağrışları Aziz'in canını acıtacak seviyeye gelmişti.Annesi daha fazla üzülmesin istiyordu ama belki de son kez babasıyla bunu konuşmaya ihtiyacı vardı.
"Ben senden böyle bir şey istemedim." dedi Tekin fısıltıyla. "Ben sadece karımın yanımda olması istedim. Ömrünüzün sonuna kadar bir hayalet gibi peşimizden gelecek bir karar vermesini değil. Hem de tek başına, bana sormadan.. Bana haber verme gereği bile duymadan. Senden fedakarlık yapmanı istemedim. Hiçbir zaman istemedim. O fedakarlıklarını başıma kakmanı da hiç istemedim inan. Kendi seçimlerinin seni getirdiği yer için beni suçladın. Tek acı çeken senmişsin gibi."
Birgül'ün ağlaması durmak yerine daha da güçlenmişti. Ağlamasa belki onun da söyleyecekleri olurdu ama şu an tek yapabildiği buydu. O konuşmadıkça Tekin konuşuyordu. "Benim için, bana sormadan yaptığın seçimlerden beni sorumlu tutman inan ki en çok benim canımı acıttı. Seni bu hale getirdiğim için en çok ben kendime kızdım. En çok ben kendimden nefret ettim. Ama artık emin değilim bir tanem, bizi bu hale benim hastalığım mı getirdi yoksa senin 'hastalığın' mı?"
Aziz gözlerini bir saniye bile ayırmadan dinlemişti bu konuşmayı. Aklında canlanan şeyle sanki koltuğa çakılmış gibi oturuyordu. Karşısındaki insanlarda geleceğini görüyor gibi hissetti. 10 yıl sonra Birce'yle bu konuşmaları yaptığını düşümdü. Bunu yapabilir miydi? Birce'nin annesi gibi olmasına izin verebilir miydi? Hayatında fedakarlık yapmasına, kendisiyle birlikte bir çukurun içinde debelenmesine müsaade edebilir miydi? Birce'nin onun için yaptığı fedakarlıklardan sonra mutsuz bir hayat yaşamasına, bu mutsuz hayatın sorumlusu olmaya katlanabilir miydi?
Hepsine cevabı hayırdı. İstanbul'da kalsa bunu Birce'den saklayamazdı. Kesinlikle anlardı. Belki ondan biraz uzakta olsa, Ankara'da olsa mesela, kendini, dertlerini Birce'den uzaklaştırsa belki her şey hallolana kadar saklayabilirdi. Zaten bunu düşündüğü için babasını buraya çağırmıştı ama artık emindi. Birce'nin hiçbir şeyden haberi olmadan olup bitecekti ne olması gerekiyorsa.
Onlar karşısındaki bu insanlara dönüşmeyecekti.
Ekim-2024
Aziz o gün ailesiyle olanları ve neler hissettiğini anlatırken yüzüme bakmamıştı. Elleri arasındaki ellerimle, parmaklarımla oynayıp durmuştu. Ben hep Aziz bana ailesiyle ilgili şeyler anlattığında onunla ilgili en çok şeyi ben bildiğim için içten içe mutlu olurdum ama bu yaşananlardan benim de haberim yoktu. Babasının sorumsuzluğundan dem vururken annesinin yanında olmayışı onu niye rahatsız etmez soramazdım. Nedenini şimdi anlayabiliyordum. Annesinin iyileşebilmesi için yanında olmayışına bile kızamamıştı.
Panik atağını biliyordum. Bir keresinde şahit olmuştum. Ne olduğunu anlayamamıştım ama sonrasında bana söylemişti. Soğuk bir zamandı. Sınav yılı stresten dolayı ortaya çıktığını söylemişti ama doğru değildi, öncesi vardı.
Onu dinlerken her ne kadar onu anlasam da hak veremiyordum. Beni annesi kendisini babası gibi görmüş olması sinirlerimi bozuyordu. Biz onlar değildik. Onlara dönüşeceğimizden korkmuştu. 18 yaşında bir çocuk böyle düşünüp buna göre karar verebilirdi evet ama Aziz verdiği karardan hiç pişman durmuyordu. Hatta çok kez yine olsa yine yapacağından bahsetmişti öncesinde. Bu beni çok kırıyordu. Ne yani ileride yine hasta olsa yine mi gidecekti? Ben gözünde neydim, nasıl bir insandım da böyle bir şeyi düşünebiliyordu? İçimdekileri ona söylemek istiyordum ama şu an bunları anlatmak bile onun için çok zordu. O yüzden en azından şimdilik düşündüklerini sineye çekip daha sonrasında konuşmalıydım.
Zihnimi kendi kırgın düşüncelerimden uzaklaştırmak için Aziz'in anlattıklarına odaklandım. Annesi gerçekten böyle bir şeyi nasıl yapabilmişti? Peki ya babası? Kendi hatalarını hiç görmeden karısının hatalarından dolayı onu nasıl bencillikle suçlayabiliyordu? Hem de hayatı kurtulmuşken. İkisi de hasta insanlardı. Başka bir açıklama yapamazdım. Ama bunu Aziz'e söylemek için de doğru zaman değildi.
"Kısaca ikisi de hastaydı işte." dedi tam da bu düşüncemin üstüne. Öyle denk gelmişti ki dudaklarımın arasından çıkan gülüşe engel olamamıştım. Gülüşümü gizlemek için ellerimi Aziz'in avucunun içinden çekip dudaklarıma bastırdım. O da bu konuşma sırasında ilk defa yüzüme baktı. İçten bir tebessüm yer aldı dudaklarında.
"Senin de aklından bu geçiyordu değil mi?"
İnkar edercesine kafamı sağa sola salladım.
"Öyle öyle." dedi inkar etmeme izin vermeyerek. "Bunu başka bir açıklaması olamaz ki. Siroz hastalığını kimseye söylemeyerek ilaçlarını kullanırken bir yandan kendine hakim olamayıp içmeye devam edeb bir adam. Hastalığı ilerleyip nakil gerektiren duruma geldiğinde kendini öne atan, testler sonucu hamile olduğunu öğrenince bunu kimseye söylemeyerek kocasına karaciğerini verebilmek için kürtaj yaptıran bir kadın. Herkes her şeyi öğrendiğinde edilen kavgalar, fedakarlık yarışları, bir arada tutulmaya çalışılan bir aile ama insanın peşini bırakmayan pişmanlıklar. Nasıl ailem çok iyi değil mi?"
Bedenini pes etmişcesine kanepeye doğru yasladı. Anlatırken bile sanki o zamanları tekrar yaşıyor gibiydi. O düşünceler içinde boğulmasını istemedim. Yavaşça yanına yaklaşarak yan bir şekilde kucağına oturdum. Ellerim yanaklarında boynunda dolaştı bir süre. Sonra yüzünün her yerine öpücükler kondurmaya başladım. Yanakları, çenesi, elmacık kemikleri, gözleri, alnı, dudağının kenarı... Birinden ayrılmadan diğerini öpüyordum. Başı geriye yaslı, gözleri kapalı bir halde kalmıştı. Kollarını belime sarıp öpücüklerimi kabul etmek dışında hiçbir şey yapmıyordu.
Öpücüklerimi durdurduğumda gözünü açmadı. Hâlâ keyfini çıkarıyor gibiydi. "Ailen çok iyi değil. Evet haklısın. Ama sen çok iyisin. Onların bu kavgalarının arasından Aziz olarak çıkabildin sen. Sen onlar değilsin. Ben de onlar değilim. Biz farklıyız. O zaman böyle düşünmüş olmanı anlayabilirim. Gençtin ve o çatışmanın ortasındaydın. Şimdi olsa belki her şey farklı olurdu ama..."
Ben konuşurken gözlerini açmıştı ve son cümlemle kaşları çatıldı. Böyle bir tepki verdiğinde ben de konuşmaya devam edemedim.
"Ben seni annem kendimi de babam yerine koyduğum için gitmedim Birce. Senin yaşayacağın hayatı elinden almamak için gittim. Benim aşkımı unutabilirsin diye gittim. Mutluluğuna engel olmamak için gittim. Benim hasta olduğumu bildiğin bir geçmişte normal bi hayatın olmayacaktı. Hayatı kendine de kısıtlayacaktın. Bunu bilmediğin bir geçmişteyse mutlu olacağını biliyordum."
Dedikleriyle ellerimi çektim boynundan. Nasıl böyle düşünebilirdi anlayamıyordum.
"Beni bıraktığım hayat içerisinde seni mutlu olduğuma inandıran şey neydi?" diye sordum kırılmışlıkla.
Gözlerimin çok daha derinine baktı. Dudağının bir kısmı yukarı kalktı. Sanki 'hiçbir şey bilmiyorsun' der gibi gülüyordu. Bu sefer o elini çıkardı boynuma. Baş parmağıyla yanağımı ve boynumu okşuyordu. "Gözlerim." dedi önce sadece. "Ankara'ya gittiğimde seni yalnız hissettirdiğimi biliyordum ama her konuşmamızda hatta mesajlaşmamızda bile sen bir şeyim olup olmadığını soruyordun. Hiçbir şey bilmeden bile panik yapabiliyordun. Zamanla, biraz da ilaç tedavisi yüzünden seninle görüştüğüm vakti kısmak zorunda kaldım. Hem yakalanmamak için hem de her şeyi sana anlatamadıkça içimde birikenler yüzünden. En iyisi senden biraz daha uzaklaşmaktı aslında ama belki de yaptığım en büyük hataydı. Birkaç ay sonra Kürşat'la sevgili olduğunuz öğrendim. Panik atağımın aylar sonra kendini belli ettiği andı. Kalbi delik olan bir panik atak hastası olarak saatli bomba gibiydim Birce. O ataktan sonra doktor artık ilaç tedavisini değil ameliyatı önerdi doğrudan. İkisinin de tatsız tarafları vardı ama birini seçmek gerekiyordu. Ankara'ya babamın yanına gittiğimde annemi bu süreçten olabildiğince uzak tutmaya çalışmıştım ama olmamıştı. Ben Ankara'dayken o dünyanın dört bir tarafında farklı doktorlarla konuşuyormuş. Bu olayı öğrendiğinde Ankara'ya geldi. Fransa'da ve İngiltere'deki iki ayrı doktordan bahsetti. Bu kadar ay kafayı yemeden sakin kalabildiğini, artık iyileşme sürecimin bir parçası olmak istediğini söyledi. Doktorların anlattığı şeyleri bana da anlattığında mantıklı geldi. Hem annemin de yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Ancak o zaman kendime itiraf edebildim biliyor musun? Senin de yanımda olmama ihtiyacım vardı. Ama bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Yurt dışına gitmeden önce İstanbul'a gelmeye karar verdim. Sana her şeyi anlatmayı düşündüm. Açıkçası o sıralar bir sevgilin olması bile gerçek gibi gelmiyordu. Ama gerçekti. Gördüm. İstanbul'a geldiğimde başka birinin seni benden daha çok mutlu edebileceğini gördüm. Bensiz, benim dertlerimsiz hayatın gayet yolunda gidiyordu. O hayatı nasıl altüst edebilirdim?"
Mart-2014
Erdem, Leyla, Sarp, Meryem, Birce ve Kürşat...
Hep birlikte her zamanki kafelerinde toplanmış bekliyorlardı. İçeceklerinden gergin yudumlar alıyorlar, pipetlerin canını çıkararak stres atmaya çalışıyorlardı. Aziz gelecekti. Aylar sonra ilk kez, Birce Kürşat'la sevgili olduktan sonra ilk kez... Ve şu an onu hep birlikte bekliyorlardı.
Sarp'ın Ankara'dan geldiği bir hafta sonu Aziz de ilk kez onunla birlikte gelmişti. Sarp yolda Kürşat konusunu açmaya çalışsa da Aziz izin vermemişti. Erdem de Sarp da Birce'ye aşık olduğunu bildikleri arkadaşlarının ne olup da vazgeçtiğini bilmiyorlardı. Ağzından laf almak için çok uğraşmışlardı ama Aziz sadece 'doğru zaman değil.' demişti. Duygularının bitmediğini biliyorlardı ama verdiği bu karara ikna olamıyorlardı. Aynı şekilde Birce'nin Kürşat kararına da ikna değildiler ama Birce onları bu konu hakkında konuşturmuyordu bile. Kızlar çok kez Birce'ye kararından emin olup olmadığını sormuşlardı ama Birce'nin de tek cevabı 'Neden emin olmayayım? Kürşat'ın beni hiç yalnız bırakmayacağını biliyorum. Bu sevgili olmak için yetmez mi?' olmuştu.
Ortamda herkes biraz da olsa gergindi. Kürşat hariç. O Birce'nin uzun kıvırcık saçlarıyla oynuyor, elini tutuyor, yanağına saçlarına ara ara öpücükler konduruyordu. Kendi tatlısından ona da yediriyor, başka bir şey isteyip istemediğini soruyordu. Kürşat'ın yanında olduğunu hissettiren bu tavırlar Birce'yi biraz da olsa mutlu ediyordu.
Belli etmemeye çalışsa da çok gergindi. Aziz'i en son Aziz ve Sarp'ı Ankara'ya yolcu ettiklerinde görmüştü. Öyle sıkı sarılmıştı ki değil kendisi kimse ayıramayacak diye korkmuştu. Ama Aziz ayrılabilmişti. Arkasına bile bakmadan gitmişti hatta.
Şimdi onu aylar sonra tekrar gördüğünde, içindeki bittiğini düşündüğü aşkın aslında bitmediğini anlamaktan korkuyordu. Bir erkek arkadaşı vardı. Böyle bir şeyin olması herkese haksızlıktı. Birce böyle bir insan değildi.
Kafasını meşgul eden düşüncelerden kaçıp Kürşat'a sığınmak istedi. Onun ne kadar sahiplenici bir insan olduğunu, yaptığı her hareketin Birce'yi iyi hissettirmek için olduğunu anlayabiliyordu. Bir süre onu izledi ve şu an yalnız olmadığı için mutlu oldu. Kafası karışmamalı ya da kendini kötü hissetmemeliydi. Aziz'e Ankara'dan gelen arkadaşı gözüyle bakmalıydı.
O bu düşünceler içinde kıvranırken, Aziz kafenin dışından gördükleriyle kıvranıyordu. İnanmadığı, inanmak istemediği her şey karşısındaydı. Birce Kürşat'laydı. Kürşat etrafında pervaneydi. Birce ona gülerek bakıyordu. Kaç numaralı gülüşüydü bu? Bilmiyordu. Kendine bu şekilde bakmıyordu. Daha mı çok mutlu ediyordu Kürşat onu? Daha iyi bir sevgili miydi? Güldü kendi kendine. Bu da soru muydu? Aziz sevgili bile olamamıştı ki Kürşat'ı kendine rakip görüyordu
Belli ki endişe etmesi gereken hiçbir şey yoktu. Birce'yi koruma için verdiği karar karşılığını veriyordu işte. Birce mutluydu. Birini sevebilmişti. Üniversiteli hayatını doyasıya yaşayabilirdi. Yamaç paraşütü yapabilirdi mesela ya da dalış... Kalabalık konserlere gidip avazı çıktığınca sevgilisiyle bağırıp şarkı söyleyebilirdi. İstediği gibi öp... 'Nefesi iyi mi, kalbi rahatsız mı diye düşünmesine gerek olmadan, bu hafta hangi gün hastaneye gidilecek, ilaç ne zaman alınacak, ameliyat olacak mı, olduktan sonra ne olacak?' diye düşünmesine gerek kalmadan hayatını istediği gibi yaşayabilirdi.
Düşüncelerinden sıyrıldı, arkadaşları onu bekliyordu. Son kez onlarla vakit geçirip bu defteri bir süreliğine kapatması gerekiyordu.
İçeri girdiğinde arkadaşları onu coşkuyla karşıladı. Hepsi neşeyle Aziz'e sarıldı. Bu sevgiden mahrum kalacağının derin üzüntüsü çöktü Aziz'in üstüne. O an arkadaşlarına söylemeyi düşündü. Ama sonra onları da nasıl bir yük altına sokacağını anladı. Birce bilmezken onların bilmesi Birce'ye haksızlıktı. Onlara Birce'ye söylememek gibi bir sorumluluk da yüklemek istemiyordu. Zaten bir sır ne kadar sır olarak kalabilirdi ki. O sarılma anında bir daha ne zaman sarılacaklarını bilmeden sıkıca sarıldı arkadaşlarına.
Sıra Birce'ye geldiğinde garip bir şekilde uzaktılar. İkisi de sarılırken çekingendi. Kürşat'ın 'hoş geldin Aziz' demesiyle sarılmaları da kısa sürdü. "Teşekkürler." diyerek Kürşat'ın uzattığı elini fark etmemiş gibi havada bıraktı. Hepsi masalarına geçtiklerinde lisedeki hallerine gelmeleri çok uzun zaman almamıştı ama Aziz'in gözü Birce'ye ne zaman değse yanındaki Kürşat'ın varlığı kalbini sıkıştırıyor gibi hissediyordu. Sevdiği kadını gözü önünde öpüyor, saçlarını okşuyor, elini tutuyordu. Ve tek bir kelime söylemeye hakkı bile yoktu.
Bu halini tabi ki Birce de fark etmişti. Aziz'in lavaboya gittiği bir anı fırsat bilerek o da peşinden gitmişti. Aziz lavabodan çıktığı an koridorda karşısına çıkmıştı.
"Selam." diyebildi önce sadece.
"Selam." diye karşılık verdi Aziz de. Bir süre ikisi arasında derin bir sessizlik oldu. Sanki o an gözleri konuştu birbirleriyle. 'Neden?' diye sordu ikisi de. İkisi de sorularının cevaplarını alamadan birbirlerinin gözlerinde boğuldular sadece.
"Tebrik ederim." dedi Aziz yüzünde tebrik etmeye dair en ufak bir mimik yokken.
Başta anlayamadı Birce. "Ne için?" diye sordu. Anlamaması bir yandan Aziz'in hoşuna gitmişti. Sonra kendi kendine kızdı. 'Neye seviniyorsun artık aptal!' diye geçirdi içinden. "Kürşat'la sen..." diyebildi sadece. Devamını getiremedi. "Ha evet." diyerek sözünü kesti Birce. "Yeni, çok yeni." deyip parmaklarıyla oynamaya başladı.
"Özür dilerim." dedi sonrasında Aziz. Birce bunun da ne için olduğunu bilmiyordu ama bu sefer sormadı. "Teyzenin doğum gününde mezarına gittin değil mi? Yanında olamadığım için özür dilerim. Yalnız kalmanı istemezdim."
Acı acı gülümsedi Birce. O an kafasını kaldırdı. Büyük bir kırgınlıkla baktı Aziz'e. "Yalnız değildim. Merak etme. Kürşat benimleydi." dedi hiç düşünmeden.
Duyduğu kelimeler sanki Aziz'in kalbini daha da sıkıştırıyordu. Ama şu an bunu belli edemezdi. Hislerini bir yana bıraktı. "Sevindim." diyebildi. "Yalnız kalmanı istemiyorum."
"Beni düşünmene gerek yok. Yalnız değilim ben. Sevgilim var. Arkadaşlarım var. Sen asıl kendini düşün."
Buraya gelirken böyle bir şey söylemek yoktu aslında aklında Birce'nin. Nasıl olduğunu sormak istemişti sadece çünkü kötü görünüyordu. Aslında kötü görünmüyordu. İyiymiş gibi davranmaya çalıştığı için fazla iyi görünüyordu ama Birce anlardı. Onun iyi olup olmadığını, mutlu olup olmadığını, sinirlendiğini, korktuğunu, gizlediği bir şey olduğunu her zaman anlardı. Belli ki Aziz onun kadar iyi değildi bu konuda. Ya da Birce çok iyi oyuncuydu. Çünkü Aziz, onun bu sözlerini bir kere bile düşünmeden kabul etti.
Birce'nin Kürşat'a olan gülüşünü daha önce görmemesinin nedeni Birce'yi öyle güldürmemesi değildi. Nedeni Birce'nin içten gülüşünü bir tek Aziz'e sunmasıydı. Aziz o yüzden Birce'nin yüzündeki, gözündeki o bakışı tanımıyordu.
"Haklısın." dedi kabullenmişlikle. "Ben kendimi düşüneyim en iyisi. Senin düşüneceğin çok insan var nasılsa, kendimi ben düşünürüm." Tam Birce'nin yanından geçip gidecekti ki koluna dolana ellerle durdu.
"Aziz, neyin var?" diye sordu Birce şimdiden dolmuş gözleriyle.
"Daha az önce ben kendimi düşüneyim sen de etrafındaki insanları demedik mi? Neden merak ediyorsun?" Aziz'in bu soğuk tavrı Birce'yi daha da ürkütüyordu.
"Bir şey saklıyorsun." dedi gözlerinin içine bakarak. "Benden bir şey saklıyorsun? Ne saklıyorsun?"
Birce'nin onu bu kadar iyi okuması panikletmişti Aziz'i. 'Bir şey saklamıyorum, ne saklayacağım.' demek onu kandıramazdı. Sakladığı bir şeyi açığa çıkarması gerekiyordu.
"Kürşat sik herifin teki. Bunu günün birinde sen de fark edeceksin. Umarım şu yalnızlık takıntına bir çözüm bulursun da daha fazla yanında gezdirmek zorunda kalmazsın kendisini."
Kaba konuşmuştu. Kürşat'la ilgili değil, 'yalnızlık takıntın' diyerek çok büyük bir ayıp etmişti. Ama Birce'nin sakladığı şeyin peşine düşmesini engellemenin tek yolu buydu. Kolunu kolaylıkla Birce'nin eli arasından kurtardı ve arkadaşlarının yanına döndü.
Birce birkaç dakika daha o koridorda öylece kaldı. Aziz'in sözleri döndü durdu zihninde. Aziz böyle bir şey söylemezdi. Hayatta söylemezdi. Herkes söyleyebilirdi Aziz söylemezdi. Ne yaşadığını, neden bu kadar korktuğunu en çok o biliyordu. Yanındaydı, neredeyse her anında yanındaydı.
Bu cümleyi söylemesinin de bir nedeni vardı ama Birce'nin kalbi de gururu da o nedenin peşine düşemeyecek kadar kırılmıştı. Kendini toparlayıp arkadaşlarının yanına döndü.
Kafe'de de inat gibi dram müzikler çalıp duruyordu. Ortamdaki neşe zaten gitmişti ama şarkılar da üzerine mum dikiyordu. Sarp ve Erdem resmen çırpınıyordu enerjiyi yükseltmek için ama kızlar da Birce'nin yüzünü görünce tüm moralleri bozulmuştu. Hatta Sarp birkaç sünnet anısını bile öne sürmüştü ama pek etkili olamamıştı. Ne kadar gülünse bile ortamdaki o garip hava silinmiyordu.
Ne zamanki Kürşat'ın annesi düğüne gidecekleri için Kürşat'ı arayıp çağırdı, Kürşat vedalaşarak kafeden çıktı bir süre sonra her şey olması gereken haline döndü. Sanki sonuçlarının açıklandığı o güne dönmüşlerdi de hepsi İstanbul'u kazanmıştı.
Hiçbir şey değişmemiş gibi eğlenmeye başladılar. Birce de daha iyi durumdaydı. Aziz bile geldiği hali gibi değildi. Arada bir gözü dalıyor ama kendini çabuk toparlıyordu. Arkada çalan dramatik müzikler bile masadan yükselen kahkahaları bastıramıyordu. Birkaç saatliğine her şeyi unutmuşlardı sanki.
Aziz'in telefonundan yükselen alarm sesiyle hepsi dikkatlerini o yöne çevirdi. Aziz alarmını kapatıp arkadaşlarına döndü. "Açık kalmış." deyip geçiştirdi hepsini. Sohbetlerine devam ettiler. Ta ki garson gelip yarım saate kapattıklarını söyleyene kadar.
Sanki hepsi o an girdikleri transtan çıkmış gibiydiler. Kafede çalan müzik bile artık kulaklarına gelmeye başlamıştı.
'Güz yaprakları düştü
Gazeller oldu
Bulut indi yeryüzüne
Sevdalı oldu'
İstemeye istemeye kalktılar yerlerinden. Havalar hâlâ soğuk olduğu için hepsi yavaş yavaş montlarını giymeye başlamıştı. Birce atkısını boynuna taktı sadece, montunu giymemişti. Aziz de deri ceketini elinde tutuyordu.
Kim nereye gidecek konuşuldu. Erdem Leyla ve Birce'yi evlerine bırakacaktı. Aziz annesinin yanına geçecekti. Sarp ile Meryem'de birlikte gideceklerdi. Yani bu kafeden çıktıktan sonra hepsi kendi yoluna gidecekti. Vedalaşmaları gerekiyordu.
'Bir avuntu biraz keder
Böyle bize neler oldu?
Bu ayrılık bir de hasret
Çekilmez oldu'
Önce Erdem davrandı. Sıkıca sarıldı Aziz'e. Birbirlerinin sırtlarına sert vuruşları arkadaşlarını güldürdü. Onları ayırarak Sarp girdi aralarına. Sarp'ın Aziz'i kucaklayıp kaldırma çabası sonuç vermese de sıkıca sarıldılar. Dudağını büzerek ona bakan Leyla'ya gülerek ilerledi Aziz. 'Eşek herif, bir daha bu kadar bekletme bizi.' dedi Leyla. Aziz de gülerek sarıldı ona. Erdem gibi Leyla da vurdu birkaç kez sırtına. Onun vuruşları daha şefkatliydi. Meryem'le sarıldıklarında hiçbir şey söylemediler birbirlerine ama abartılı bir şekilde sağa sola sallanarak birbirlerini güldürmeyi başardılar. Sona Birce kalmıştı. Ya da Aziz sona Birce'yi bırakmıştı.
Önce kısa bir süre bakıştılar. Sanki bugün birbirlerini ilk gördükleri andaki gerilim geri gelmiş gibiydi.
'Ay karanlık hep karanlık
Yüzün bize döner oldu
Bir ihtimal daha vardı
Felaket oldu'
İlk adımı atan Aziz oldu. Daha fazla bekleyemezdi. Karşısındaki kadına hasret kalacağını bilmesine rağmen uzak kalamazdı daha fazla. Onun gelişini gören Birce de Aziz'e doğru ilerledi ve kolları boynunu buldu. Aziz'in kolları da Birce'nin belini sarmıştı. Öyle sıkı sarmıştı ki yanında olmadığı tüm anların acısını çıkartırcasına bir bütün olmuşlardı.
'Gitme, gitme, gitme kal bu şehirde
Gitme, gitme yazık olur bize'
Etraftaki her şeyi ve herkesi unutmuştular sanki. Sadece birbirleri vardı. Birce hiçbir şeyi bilmemesine rağmen yüreğindeki ağırlıkla sarılıyordu Aziz'e. Bir şey olmuştu biliyordu ama Aziz ona hiçbir şey anlatmayacaktı.
Aziz'se yaşanacak olan her şeyi bilmenin ağırlığını taşıyordu yüreğinde. Zaten hasta olan kalbi için dayanılması en zor andı bu an.
'Gitme, gitme, gitme kal bu şehirde
Gitme, gitme yazık olur bize'
İkisi de Aziz'in Birce'yi bilerek sona bıraktığını biliyordu. Birce'nin geride durup arkadaşlarının arkasında beklemesi de onun da son sarılmayı almak istediğini gösteriyordu.
İkisi de montlarını giymemişlerdi üstüne. Montla sarıldıklarında şimdiki gibi olmayacağını biliyorlardı çünkü.
'Geceler kör dilsiz sanki
Konuşmaz oldu
Hüzünler koyduk üst üste
Ayrılık oldu'
Daha fazla uzatmadan ayrılmaları gerektiğini biliyorlardı. Yavaşça ayrıldılar birbirlerinden. Birce dolan gözlerini gizlemeye çalışıyordu ama Aziz'in gözleri çoktan kızarmaya başlamıştı bile.
"Kendine dikkat et." dedi Birce mırıldanarak.
Aziz'in yüzüne yerleşen tebessümü izlemek için biraz daha vakti olmasını istedi. "Hoşçakal." diyebildi Aziz de sadece.
O gün ikisi de 10 yıl sürecek bir ayrılığa uğurlamışlardı birbirlerini. Hiç bilmeden.
Ekim-2024
"Aptal herif!" diyerek koltuktan aldığım yastığı Aziz'in kafasına fırlattım. Anlattıklarından dolayı oturduğum yerden sinirle kalkmıştım. "Sanki sen yokken o benim için istediğin hayatı mı yaşayabildim ben? Bahar şenliğine gitmişim aman ne büyük iş! Ben seninle hastane koridorlarında olmayı orda olmaya tercih ederdim."
"Ben de böyle bir tercihin bir parçası olmak istemezdim." Oturduğu yerden kalktı. İkimiz de arada mesafe varken karşı karşıyaydık. "Biliyorum belki şöyle olsaydı böyle olsaydı bana söyleseydin diye düşünüyorsun. Ama ben seni de kendimi de tanıyorum Birce. Yıpranacaktık. Benim için verdiğin kararları belki başıma kakmayacak ama ben senin yaşadığın en en ufak bir olumsuzluğun altında ezilecektim."
Hiçbir şey söylemeden yüzüne baktım. Pes eder gibi nefes verdi. "Son sene boş verdiğin sınav kağıdını hatırlıyorsun değil mi?" 'Ne alaka?' der gibiydi suratım. "Sırf hastanede yanımda olmak için boş kağıt vermiştin de hoca sonrasında seni sınav yapmayı reddetmişti. O sıfır notu ortalamanı düşürdüğü için sadece 1.20 puanla okul birinciliğini kaptırmıştın. Okul birinciliği kontenjanından girebileceğin çok daha iyi okullar vardı. Tercih listende de üst sıralardaydı. Ama sınav puanın yetmedi ve giremedin."
Anlattıklarını sindirmem için bana birkaç saniye verdi. "Sen belki de yarını düşünmeden bir şeyler yapacaktın benim için ama o şeyler senin hayatında çok büyük başka şeylere yol açacaktı. Belki sen yine umursamayacaktın ama ben pişmanlık içinde olacaktım."
"Şimdi pişman değil misin? Geçen zamana hiç mi üzülmüyorsun."
"Çok düşündüm Birce, çok. Anladığım tek bir şey varsa o zamanların bizim için yazılmamış olmasıdır. Bizim zamanımız asıl şimdi başlayacak. Ben sana çıkma teklif ettim. Sen kabul ettin. Biz artık sevgiliyiz. Buradan geri dönüş yok. Bizim zamanımız artık başlayacak. Sen ve ben. Yaşayamadığımız her şeyi birlikte yaşayacağız."
Biraz önce konuştuğumuz günü düşününce yaşayamadığımız şeylerden birinin kalbimi ne kadar kırdığını fark etmiştim. O gün Aziz'i ilk gördüğümde ona sarılmam gerektiği gibi sarılamamıştım. Veda ederkenki sarılmamız ise kalbimi bin parçaya bölmüştü.
"Belki hâlâ bir şeyler için beni suçluyorsun. Suçlayabilirsin. Sen daha iyi olabilirdik diyorsun ben de daha kötü olurduk diyorum. Bunu artık hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Kimse bilemeyecek. Benim tek istediğim seninle şimdi birlikte olmak. İkimiz de onca yıla rağmen birbirimize hâlâ böyle bakabiliyorken ben seni bir daha bırakmam söz veriyorum. Ne olursa olsun bırakma..."
Sözleri ona sarılmamla yarıda kesilmişti. O bana kendini anlatmaya çalışırken daha fazla dayanamadım ve sarıldım. O günkü Birce için sarıldım. 10 yılın her bir yılı için sarıldım.
Ona sarılmamla Aziz'in kolları anında belimi buldu. Biraz tereddüt etse de kollarını gövdeme doladığında beni kalbine sokmak ister gibi sıkıca sarıldı. Yüzünü boynuma gömdüğünde artık kendini tamamen teslim ettiğini anladım.
Avukat Aziz Çınar Leventoğlu değildi artık. Kendini savunmasına gerek yoktu artık çünkü karşısındaki bensem eğer ona her daim inanırdım. Şimdi olduğu gibi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 131.89k Okunma |
10.07k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |