
Aşk, şehvet, ihtiras, tutku... Şu an hissettiğim duyguya hepsini tek geçerim.
Huzur... Beni içine alan, dört bir yanımı saran huzur. Huzur, Aziz'in kolları mı, boynu mu, boynundan yayılan tarçınlı kurabiye kokusu mu, bana güven veren sırtı mı, belimde dolaşan elleri mi, boynumda hissettiğim dudakları mı?
Tek geçerim demiştim ama pek de tek geçemezmişim. İçinde yüzdüğüm huzura rağmen dışarı taşan farklı duygularımı fark etmem çok uzun bir zamanımı almadı. Sarılmak yetmiyordu. En azından üzerinde kıyafetleri varken sarılmak yetmiyordu. Daha fazlasını istiyordum. Hiçbir zaman kendimi bu kadar doyumsuz hissetmemiştim ama Aziz bana her dokunduğunda biraz daha fazlasını istiyordum.
Özellikle şu an aramızdaki sırdan kurtulduktan sonra kendimi daha rahat hissediyordum. Evet, duyduklarım hoşuma gitmemişti. Her ne kadar Aziz'in verdiği kararı anlayabiliyor olsam bile kendi yaşadıklarımı hak etmediğimi biliyordum. Tabi beni kendi yaşadıklarımdan ziyade Aziz'in hastalığıyla mücadele ederken yaşadığı şeyler daha çok düşündürüyordu. İlaç tedavisi ne kadar sürmüştü, ne zaman ameliyat olmuştu, şu an her şey yolunda mıydı, tüm bunlar olurken yanında kim vardı, anne ve babasıyla ilişkisi şu an nasıldı? Bir sürü soru beynimde dolaşmasına rağmen canımı en çok acıtan o zor günler yaşarken benim hayatıma devam etmiş olmamdı.
Aziz de tam da bunun için, ben hayatıma devam edebileyim diye, bana söylememişti ama bunu kabullenmek benim için zordu. Belki de her şey tam da onun düşündüğü gibi gerçekleşirdi. Ben çıldırırdım ve kayışı kopartırdım. Ama şu an başkaydı. Ben belki hala bu konularda çok rahat bir insan değildim ama eski ben de değildim. Bunu Aziz'e göstermenin tek yolu ise kanıtlamaktı. Çünkü ben ona bunu kanıtlamadığım sürece o belli ki gelecekte de benden bir şeyler saklamaya devam edecekti.
Kafamda sorular dönüp dolanmasına rağmen Aziz'in kollarının arasında olunca o soruların hiçbiri bana zarar veremiyordu. Öyle ki iyice mayıştım. Ayakta olmama rağmen pek ayaklarımın üstünde durduğum söylenemezdi. Aziz tüm yükümü kollarına almıştı. Mayıştığımı o da fark etmiş olacak ki belimden tutup ayaklarımı iyice yerden keserek beni yukarı kaldırdı. Ben de fırsat bu fırsat diyerek bacaklarımdaki son gücü Aziz'in gövdesine sarılmak için kullandım.
Şu ana kadar anlamamıştım ama gerçekten yorulmuştum. Fiziksel olarak da duygusal olarak da yoğun bir hafta sonuydu. Dinlenmeyi fazlasıyla hak etmiştim. Aziz'in kucağında dinlenmek ise ödülüm olmalıydı.
Bacaklarımı beline doladığımda memnun gülüşünü duydum. Bir eliyle kalçamdan bir eliyle bacağımdan destekledi beni. Boynumu öpmeye devam ederek tekrar kanepeye doğru ilerledi. Kendini kanepeye bıraktığında pozisyonumuz sebebiyle az önce huzuru tek geçerim dediğim duyguların hepsi vücudumun her bir noktasında can buldu.
Kalçamı kendine doğru çekti ve öpüşlerine devam etti. Boynum ve yanaklarım öpücüklerle dolarken eli giydiğim tişörtün içine doğru kaymaya başladı. Parmaklarını tenimde hissetmem alt bedenimin anlık olarak hareketlenmesine neden olmuştu. O hareket ise Aziz'de derinden gelen bir mırıltıya sebep oldu. Mırıltının nedenini tam olarak hissedebiliyordum.
Parmakları sırtımda dolaşırken birkaç kez sütyen kopçamın üstünde gitti geldi. Sanki ona dokunup dokunmamak arasında kalmış gibiydi. Ben ne yapacağını beklerken dudaklarını boynumdan çekti. Çenemi tutarak ona yer açmış başımı kendine doğru çekti ve öpücüklerini bu sefer dudaklarıma yöneltti. Tek elinin kopçaya uzandığını hissettim. Orada birkaç saniye oyalanması dudağımın bir kenarının havalanmasına sebep oldu ama Aziz'in gülüşümü hissetmesini istemediğim için dikkat dağıtarak hafifçe dudağını ısırdım. O da bundan memnun olmuş gibi iki elini de sırtıma yerleştirerek gövdelerimizi de birbirine yapıştırdı.
O esnada Aziz'in telefonundan yükselen alarm sesiyle dikkatim dağıldı. Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirecektim ki Aziz buna engel oldu. El yordamı ile telefonunu buldu ve nereye bastığını bilmeden ekranda parmaklarını dolaştırdı.
Dikkatim dağıldığı için yeterli verimi verememiş olacağım ki Aziz'in dudaklarının yönü tekrardan boynum olmuştu. O sırada alarmı tekrar çaldı. Derin bir nefes verdi boynuma doğru. Belli ki onun da dikkati dağılmıştı. Kafasını telefona çevirdi ve bu kez gerçekten alarmı kapattı.
Üzgün bir yüzle gözlerimin içine baktı sonra belimden tutarak beni kanepeye yatırdı. Fırlatmak daha doğru bir tabir olsa da o kadar sert değildi. Ben kanepede sırt üstü yatarken o da yüzü bana dönük bir şekilde üstüme geldi. Kollarıyla kanepeden destek alıyordu. Yüzüme iyice yaklaştı ve burnumun ucuna bir öpücük kondurup kendini biraz aşağı çekti ve yüzüstü göğüslerime doğru uzandı. Bir kolunu anında belime dolamıştı.
Belli ki az önce benim içimde dolaşan huzur şu an onu da esir almıştı. Gözleri kapanmış, dudağında bir gülümsemeyle göğüslerimin üzerinde yatıyordu. Ellerim anında okşamak için saçlarına gitti. Bu hareketim onu daha da mayıştırmıştı.
O an çalan alarmı hatırladım. Saati düşündüğümde bu alarmın neden çaldığı belliydi. İlaç saatiydi. Ama Aziz şu an göğsümde uyumaya hazırlanıyor gibiydi. "Aziz." diye mırıldandım. Boğazından bir 'hm' sesi yükseldi sadece. "Alarmın çaldı." dedim fısıltıyla konuşarak. 'Hmhm' diyerek onayladı beni. Kafasını göğsümün üstünde oynatarak en rahat pozisyona gelmeye çalışıyordu. "İlacını içmen lazım." cümlesi ağzımdan çıktığı an yanlış bir şey yaptığımı fark ettim ama her şey için çok geçti.
Bir süre Aziz'in başı göğsümün üstünde hareket etmedi. Sonra çok yavaşça kaldırdı kafasını. Bir kolunu kırarak kanepeye yasladı ve bana yukarıdan bakmaya başladı. Çatılan kaşları ve bir şey söylemek için aralanıp geri kapanan dudakları beni germeye başladı. Diğer kolu kalkmamı engellediği için kollarımı yavaşça kendime çekerek korunma pozisyonu almıştım.
"İlacımı içmem lazım?" dedi soru sorar gibi. Gözlerimi kaçırmam maalesef ki bir fayda etmiyordu. "Hangi ilacımı içmem lazım?"
Hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi dudağımı büzdüm. "Bilmem. İlaç mı dedim ben? Su içmen lazım diyecektim. Su alarmı değil miydi o. Var ya hani telefonlarda 'su içmeyi unutma' falan diye bildirim gönderiyor. Ondan değil miydi? Ben o sandım. Tüh değilmiş herhalde."
Peş peşe kurduğum cümlelerin beni kurtaracağını umarak yattığım yerden kalkmaya çalıştım ama Aziz boynum ve göğüslerimin arasına elini koyarak birkaç santim kalktığım koltuğa tekrar yatmamı sağladı.
"Kaçma." dedi derinden gelen bir sesle. "Nereye kaçabilirsin?"
Küçük bir çocuk gibi işaret parmağımla yukarıdaki odayı gösterdim. "Yatak odasına."
Yüzü gülmüyordu ama sesi beni korkutacak ciddilikte değildi. "Orası benden kaçabileceğin en son yer."
Yutkunuşumun duyulduğuna çok emindim. Bu andan kaçmak için 'öyle miymiş, hadi bir deneyelim' bile diyebilirdim ama Aziz buna izin verecek gibi durmuyordu.
"İlaç kullandığımı ne zaman öğrendin?"
Kaçmanın faydası yoktu. Kaçmak, yalan söylemek onun güvenini daha çok kıracaktı. O yüzden doğruları söyledim.
"Partinin olduğu gün. Elin kesildikten sonra hastaneye gitmiştik ya hani?" Cevabımdan tatmin olmamıştı. Ben de kendimi açıklamaya devam ettim. "Kaydını yapmak için dışarı çıktığımda doktoruna dikiş atılacak kadar yaranın derin olup olmadığını sordum. O da kan sulandırıcı kullandığın için kanamanın çok olduğunu bu yüzden dikiş attıklarını söyledi."
Aziz duyduklarıyla yavaşça üstümden kalktı. Yanıma oturur diye bekledim ama ayaklanmıştı. O ayağa kalkınca ben de yattığım yerden kalktım ve oturdum. Oturduğum yerden ona bakmaya başladım.
"Hasta dosyalarını falan da verdiler mi Birce?" dedi dalga geçer gibi. Ama yavaş yavaş sinirlendiğini anlıyordum. Sinirine hâkim olmak için bir elini saçlarının arasından geçirdi. O an aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. "O gece... O gece senin beni öptüğün geceydi... Bana yaşayamadığımız şeyleri yaşayalım dediğin geceydi. Bunları... bunları söylemenin nedeni... bunu öğrenmen değildi değil mi Birce?"
Bu sefer benim kaşlarım çatıldı. "Ne demek istiyorsun Aziz?" diyebildim sadece. Çünkü o da şu an düşündüğüm şeyi düşünüyorsa sinirlerime hâkim olamamaktan korkuyordum.
"O gece şans verdin bize. O gece sınırları kesip attın. Ne oldu? Neden fikrin değişti? Acıdın mı? Acıdın değil mi? Üzüldün halime. Muhtemelen senaryonu yazdın kafanda ve karar verdin."
Yanlış düşündüğünü anlatmak için kafamı iki yana sallıyordum. Söze girmek istedim ama Aziz izin vermedi.
"Sen o ilacı öğrendiğinde hiçbir şey olmamış gibi davranamazsın Birce seni tanıyorum. Ne yaptın? Kan sulandırıcı ne için kullanılır diye araştırdın değil mi? Bu da karşına çıktı tabi. Sonra gidip Meryem'e sormuşsundur kesin panikle. O seni elinden geldiğince sakinleştirmeye çalışmıştır ama sana pek etki etmemiştir bu. Ondan yardım gelmeyince işi kendin çözmeye çalıştım değil mi?"
Siniri gülüşüne yansıyordu. Kanepeden birkaç adım uzaklaştı. "Tabi ya! O gün! Seni Meryem'in evinden almaya geldiğim gün. Sen... O gün.... O... Burada hem de... Yaptıkların..."
Duyguları öyle karışık bir hal almıştı ki cümlelerini toparlayamıyordu. En sonunda derin bir nefes aldı. Elleri yüzünde sertçe dolaştı. Gözlerini üzerime dikti. "Yara izimi görmeye çalıştın değil mi? O gün, burada."
Yalanlamıyordum ama onaylamıyordum da sadece gözlerine bakıyordum. "Yara izini göremedin ama dövmeyi gördün. Bu da yetmiştir sana tabi. Zeki kızsın." Adımları mutfağa yönelir gibi olduğunda vazgeçip tekrar bana döndü. "Bir şeyi merak ediyorum. Neden duygularını açtın bana? Neden fikrin değişti? Bunu öğrendiğin için değil mi? Üzüldün, kıyamadın... Acıdın..."
Düşünceleriyle kendini zehirliyordu. Beni ise sinir ediyordu. Bunu biz de kızlarla konuşmuştuk. Bir anlığına duygularımı gözden geçirmem gerekmişti evet. Ama Aziz'e duyduğum bir acıma hissi falan yoktu. Acınacak bir halde değildi ki. En iyi tedavileri görmüştü ve şimdi sağlıklıydı. En azından o bana aksini söyleyene kadar ben kendimi buna inandırmaya çalışıyordum. Yoksa gerçekten çıldırabilirdim.
Aziz'in cümlelerinin beni zan altında bırakması bana alttan almamı söyleyen yerlerimin fişini çekmişti. O benimle böyle konuşabiliyorsa ben de onunla istediğim gibi konuşurdum. Ayağa kalkıp karşısına dikildim. İşaret parmağımı ona doğru savurarak konuştum.
"Hani ben hastayım ya senin gözünde. Hastalık hastası, takıntılı, pimpirikli bir deliyim ya! Beni annenle karşılaştırıyorsun ya o kafanın içinde hep! Asıl sen hastasın. Güvensiz bir manyaksın!"
Benden bu cümleleri duymayı beklemiyor olacaktı ki şaşkınlığı az önceki ifadesini sildi attı. Doğruyu söylemek gerekirse ben de bu kadar sesimi yükselteceğimi beklemiyordum ama resmen duygularım bi an için taşmıştı.
"Ben bunları öğrenmeme rağmen sakin kaldım. Doktor bana ilaçtan bahsettiği an 'ölüyor musun?' diye yanına gelebilirdim ama onun yerine durmayı tercih ettim. Evet yara izini görmeye çalıştım yalan söylemeyeceğim ama sadece eğer öyle bir iz olmasaydı kendimi daha rahat hissedeceğimdendi. Ben bekledim. Senin bana açıklama yapmanı bekledim. Çıldırmadan bekledim. Eskisi gibi değilim. Değiştim. Ama senin bunu bilmemen normal. Yanımda değildin çünkü. Hiçbir şey senin bıraktığın gibi kalmadı Aziz Çınar."
Biraz önceye göre ses tonum çok daha sakindi ama sakinliğim Aziz'in canını daha çok yakmış gibi görünüyordu. Birkaç saniye hiçbir şey demeden gözlerime baktı. Tam bir şey diyecekti ki ortamda bu kez de benim telefonumun sesi yükseldi. Benimki alarm değildi. Çalan telefonumun yanına gittim. Annemin aradığını gördüm.
"Efendim anne." diyerek telefonu açtım ama gözüm hâlâ alttan alta Aziz'in üstündeydi. O da ellerini saçlarından geçiriyor ve iç bunalmışlığını dışına yansıtıyordu.
Annem İstanbul'a ne zaman varacağımı sorduğunda geldiğimi ve yolda olduğumu söyledim. Bu cümlemle Aziz'in bakışları bana döndü. Onunla kalmamı umuyordu. En azından birkaç saat daha birlikte olacağımızı düşünüyordu.
Annemle vedalaşıp telefonu kapattım. "Ben çıkayım." dedim mırıltıyla.
"Neden?" dedi o da. Az önceki halinden eser kalmamıştı. Misafirliğe gelen arkadaşının gitmesini istemeyen küçük bir çocuk gibiydi.
"Eve gideceğim Aziz?" diye cevap verdim sanki sorduğu sorunun cevabı buymuş gibi.
"Burası da ev."
Kendimi tutamadan hafifçe güldüm bu haline. Ona çaktırmamaya çalıştım. Sonra tekrar ciddi halime büründüm.
"Evime gideceğim." İyilik ekine bastırmıştım.
"Burası da senin evin." dedi omuzlarını silkerek.
Bu cümle bir anlığına kalbimi tekletse de yolumdan vazgeçme gibi bir niyetim yoktu.
"Bence bu gece senin kendi evinde, benim de kendi evimde kalıp bir şeyleri düşünmemiz gerekiyor."
Birkaç adım atıp yanıma geldiğinde elimi tuttu çok hafifçe. "Benim senden başka düşünecek bir şeyim yok."
"Güzel." deyip gülümsedim. "Belki beni düşünürken gözünde nasıl bir insan olduğumu da düşünürsün. Takıntılı, hasta, yalancı, sahtekar...? Bu şekilde gördüğün biri gerçekten hayatında olmalı mı sence?"
Suratı ekşidi tanımlarıma ama bana tam da böyle düşünüyormuş gibi hissettiriyordu. Ondan uzaklaşmaya çalıştım ama elimi daha sıkı tutup bedenimi kendine çekti.
"Seninle ilgili bunları düşünmediğimi biliyorsun."
"Hadi ya!" dedim gülerek. "Pek öyle anlaşılmıyor ama doğrudur, haklısındır. O zaman benim biraz gidip ilişkilerdeki 'hastalıkta, sağlıkta' kısmına söz vermeyecek bir adamla nasıl bir ilişkin kurulur, onu düşüneyim."
Üstüne gelmediğim, gelmek istemediğim konular galiba ben içten içe kabullenene kadar bir yerlerden patlak verecekti. Şu an da bunun en büyük örneğiydi. Su sızdırıyordum.
"Tamam." dedi Aziz sakince. "Ne düşündüğünü anlayabiliyorum. Bence de öğrendiğin şeyleri ölçüp biçmeye hakkın var. Sadece seni çok sevdiğimi unutma tamam mı? Yaptığım her şey benim seni sevdiğim gibi beni sevmeyeceksin diye korkmamdan dolayı."
"Korkma o zaman, ben yalan söylemem. Küçük oyunlar oynamam ya da bundan 2 adım sonrasını düşünmem. Sana bir şey diyorsam öyle hissettiğim için diyorumdur."
Dudakları hafifçe yukarı kalktı. "Aklımda bulundururum." dedi olduğu yerde yaylanarak.
Bu tavrı çok komikti ama gülmeyecektim.
"Gidiyorum ben." dedim konuyu değiştirmek için. Anında suratı düştü ama kendi içinde kabullenmesi kolay oldu. "Ben bırakırım seni."
"Gerek yoktu." dedim istemem yan cebine koy tavrımla. Küçük oyunlar oynamam demiştim ama yalancı trip buna dahil değildi. Erkeği adam etmenin yolu buradan geçiyordu. Annemden öğrenmiştim.
"Sevgilimi akşamın bu saati evine götürmeme kesinlikle gerek var. Ki gerek olsa da olmasa da seve seve yaparım."
Biraz daha yaklaşıp bir eliyle yanağımı tutarken boştaki yanağıma bir öpücük bıraktı. Dudaklarını yanağımdan çekince hafif uzaklaşmış olmam hoşuma gitmemişti ama bir şey demedi.
Üst kata çıkarak üstümü değiştirdim. Valizimden burada bırakacaklarımı çıkardım ve valizi kapatıp aşağı inmeye başladım. Beni merdivenlerde valizle gören Aziz basamakları üçer beşer çıkıp valizi elimden aldı. Bir şey demese de kınayan yan bakışlarını atmayı ihmal etmemişti. "O kadar ağır değildi." diye mırıldandım ama bir şey söylemedi.
İkimiz de arabaya bindiğimizde yolda bir süre derin bir sessizlik yaşandı. Ben yalancı tribime devam ediyordum ama canım da sıkılmıştı. Aziz'i umursamıyormuş gibi yaparak radyoyu açtım.
Yaşar'ın enerjik sesi anında arabayı sarmıştı.
'Bir tanem seni görmeye görmeye görmeyi özledim
Çiğ tanem seni boş yere üzmüşüm sonradan anladım
Bir tanem seni özleye özleye kalbimi avuttum
Çiğ tanem seni söyleye söyleye kendimi unuttum'
Ritme ayaklarımla eşlik etmeye başlamıştım bile. Sözlerine ilk kez bu kadar dikkat etmiştim. Resmen bizim içindi bu kısmı. Zaten 'bir tanem' kelimesi bana Aziz'den başka kimseyi hatırlatamıyordu.
O da daldığım düşünceleri fark etmiş gibi başını çevirip çevirip bana bakmaya çalışıyordu. O an bu şarkının yalancı trip ortamı için uygun olmadığını fark ettim ve frekansı değiştirdim.
'Bir söz bitişi gibi
Son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep
Bu terkedilişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep
Bu terkedilişler'
Vurucu kısma gelmeden önce bu şarkıyı da değiştirdim. Anısı vardı. Yanımdaki pis herifin yokluğunda az dinlememiştim bu şarkıyı? Şimdi tekrar dinleyip yalancı tribi gerçeğe dönüştürmeye gerek yoktu. Yeterince laf sokmuştum bugün için.
Kanalı tekrar değiştirdiğimde komik olmayan bir program sunucusu komik olduğunu düşünerek konuşuyordu. Ortamda yaratmak istediğim gerginliğe çok uygundu. 'Seninle konuşmak yerine bu adamı dinlemeyi tercih ediyorum' mesajı veriyordu.
Dj'in kusulası kelime şakalarına sabretmek gerçekten çok zordu. Hele ki kendi şakalarının peşine açtığı kahkaha efektiyle her şey daha da zorlaşıyordu. Birkaç dakikanın ardından Aziz radyonun sesini hafifçe kıstı.
"Sevgilim?" diyerek bana seslendi. Ben o sırada bacaklarımı kapı tarafına çevirmiş camdan dışarıyı seyrediyordum. Cevap vermedim.
Cevap vermediğimi fark edince bir kez daha "Sevgilim?" diye seslendi. Bu sefer gözlerinin de üstümde olduğunu fark ediyordum. Yine cevap vermedim.
Tekrar "Sevgilim" diye seslendiğinde durmayacağını anladım. Gövdem hâlâ kapıya doğru dönükken başımı çevirip "Efendim?" dedim.
Gülerek bana bakıyordu. Başını iki yana salladı. "Bir şeyi kontrol etmek istedim sadece."
Bana öyle tatlı gözlerle bakıyordu ki sinir gülmesi dudaklarımı kapladı. "Hâlâ sevgili olup olmadığımızı mı kontrol ettin?"
Gülüşü büyüdü. "Efendim, dediğine göre hâlâ sevgiliyiz." deyip gözünü kırptı.
Hem gülüyor hem sabır çekiyordum. Kafamı tekrar cama doğru çevirip radyonun sesini açtım. Kahkaha efekti tam da olayın üstüne denk gelince sinirden gülmeye başladım. Benim gülüşümle birlikte Aziz de gülmeye başladı ve karnım ağrımaya başlayınca sanki gülmemin suçlusu Azizmiş gibi ona çemkirdim.
Sağ salim bir şekilde eve vardığımda arabadan inerken Aziz'in de kapıya yöneldiğini gördüm. "Sen nereye?" dedim kolundan tutup inmesine engel olarak.
Anlamaz bakışlarla baktı. "Bir merhaba diyeceğim?" dedi dünyanın en normal şeyinden bahsediyormuş gibi.
"Annemler İzmir'e seninle gittiğimi bilmiyorlar."
"Teknik olarak benimle birlikte gitmedin zaten de. Konumuz bu değil. Biz saklıyor muyuz bunu annenlerden?"
"Evet, özellikle annenler kelimesindeki gizli özne babamdan."
Ben gülüyordum ama Aziz pek gülmüyordu. Kahkaha efektinin tam vaktiydi oysa.
"Niye biz 16 yaşında mıyız?" dedi tüm ciddiyetiyle. "Erdem bile Leyla'nın babasına o yaştayken çoktan söylemişti. Biz neden saklıyoruz? 16 yaşında iki genç olarak ciddiye mi alınmayız? Yoksa daha yaşımız genç ne olacağı belli olmaz, belki ayrılırız diye düşünüp o yüzden babama söylemeyim mi diyorsun?"
Kaşlarımı çatarak ne demeye çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Sessizliğimden farklı bir anlam çıkarmış olacak ki daha da ciddileşti.
"Belki ayrılırız diye mi düşünüyorsun?"
Sabrımın sonuna ekmek banıyordu resmen. "Benim adıma düşünmeyi ne zaman bırakacaksın? Kafanda neler dolaşıyor acaba daha bana söylemediğin?! Düşünme! Çok merak ediyorsan sor! Yalan söylemem dedim sana. Sana acımıyorum da, ayrılmayı düşünmüyorum da!"
Sesimin gereksiz yükseldiğini fark edince gözlerimi kapatıp kendimi sakinleştirdim.
"Biz önce kendi içimizde sorunlarımızı çözelim
de sonrasında babamla seni daha büyük sorunlar bekliyor inan bana." diyerek kapımı açıp dışarı çıktım. Arka koltuktan valizimi aldım. Aziz arabadan çıkmışken ben apartmanın kapısına doğru ilerliyordum.
Bugünün böyle bitmesini istemezdim ama gerçekten Aziz'in bir şeyleri oturup düşünmesi bir şeyleri de oturup hiç düşünmemesi gerekiyordu. Kısacası Aziz'i mutlu mesut bir veda yerine üstüne düşünebileceği bir tartışmanın içinde bırakmaktan pişman olmayarak eve doğru yürüdüm.
Peşimden gelmek istediğine emindim ama gelmemesi gerektiğini düşünüyordu. Böyle de düşünmemeliydi. Yüzsüz olmalı ve gelip beni öpmeliydi.
Ama öğrenecekti. Öğretecektim.
🐛🦋🐛🦋
Aziz arkasına bile bakmadan kapıdan içeri giren kıza öylece baktı. Kolundan tutup durdurmak istedi. Tartışmanın üzerine ayrılmak istemedi. Hele onu öpmeden ondan ayrılmak hiç istemedi ama daha büyük bir tepki almaktan korktu. Zaten bugün olmadık yerlerde olmadık şeyler söyleyerek Birce'nin sinir kotasını bayağı bir doldurmuştu. Ama kendine hakim olamamıştı. Birce'nin bir şeylerden haberinin olduğunu öğrendiğinde ilk aklına gelen bu ihtimal olmuştu çünkü zaten İngiltere'den dönerken de en korktuğu şey buydu. O yüzden karşısına çıktığı gibi neden gittiğini söylememişti. Bunca yılın ardından Birce'nin ona özgür iradesiyle seni seviyorum demesini istemişti. Acımasını değil. Bu yaşına kadar yeterince insandan yeterince acıma sözcüğü duymuştu. Sevdiği kadından da bunları duymak istememişti.
Duymamıştı da aslında. Birce onu o kadar güzel dinlemişti ki. Liseli Birce olsa muhtemelen bu hikayeyi dinlerken 3 kere bayılıp 8 kere ağlayıp finali de hastanede yapabilirdi.
Gerçekten değişmişti Birce. Büyümüştü. Aziz'in düşündüğü kadar savunmasız değildi artık. Belli ki hayat çok şey öğretmişti. Belki de farklı acılar olgunlaştırmıştı onu.
Elleri saçlarının arasından öç alır gibi dolaştı kafasında. 'Acılar' deyince neden o iki dalyarak aklına geliyordu ki? Onlar mı büyütmüştü Birce'yi bu kadar? Onlarla mı olgunlaşmıştı?
Düşündükçe delirdiğini hissedince kendisini sakinleştirmeye çalıştı. "Şş sakin ol. Bir şey yok. Bilmediğin şeyler mi bunlar? Bildiğin şeyler. Hatta gördüğün şeyler. Niye şimdi sinirini bozuyor bu kadar? diye kendine sorular da yöneltti.
"Babanın sperminin annenin yumurtasıyla buluştuğu günün şafağını sikeyim Kürşat!" diyerek arabasına bindi hırsla.
Yarım saat sonra önünde durduğu apartman kendi evi değildi. Arabasından indi apartmanın içine girdi. Merdivenleri üçer beşer çıktı ve eli zile giderken son anda kendine engel oldu ve kapıyı tıkladı.
Kapıyı açan Erdem, dağınık saçları ve yorgun yüzü ve uykulu gözleriyle dururken, kucağındaki Akgün babasının aksine uykunun esamesinin okunmadığı gözleri ve güleç suratıyla Aziz'e bakıyordu.
Aziz bir Erdem'e bir de Akgün'e baktı. Kendini gülmekten alamadı. "Bu halin ne la?" dedi içeriye geçerken.
"Gül gül sen daha gül. Gülmekle ilgili çok güzel atasözlerimiz var. Hepsini yaşarsın inşallah." dedi Erdem Aziz'i takmayıp oturma odasına geçerken.
"Atasözlerini düşünecek halin bile mi yok la? Toplu bir şekilde gönderdin üstüme." Aziz de Erdem'le dalga geçmeye devam ederek peşlerinden odaya girdi.
Elindeki iki kahveyi masanın üstüne koydu. Erdem burun kıvırdı kahvelere. "İnsan bir viski getirir, şarap getirir, hiç olmadı bira getirir. Erkek dertleşmesi diyorsun getirdiğin şeye bak! Allah bilir sen vayt çaklıt sıpays bir şeyler de almışsındır."
"Seninki filtre kardeşim." dedi Aziz bardaklardan birini Erdem'in önüne uzatırken. Erdem kahveyi takmadan ayağıyla Aziz'in bacağını dürttü.
"Mutfakta tezgahta bira var. Birde Akgün'ün bardağı var onları kap gel sana zahmet."
Erdem kucağında Akgün'le kanepeye attı kendini. Akgün asla babasının kucağından inmiyor, oyuncak olarak babasının yüzünü kullanıyordu.
"Saçmalama lan bebeye bira mı verilir?" dedi Aziz Erdem'e. Erdem'se mal bu çocuk diyen gözleriyle Aziz'e bakıyordu.
"Bira bana, bardak Akgün'e embesil! Seni şirketlerinin başına geçiren patronlarının kafasını sikeyim ben. Güvendikleri adama bak."
Erdem biraz gergindi. Akgün bugün öğle uykusunu da uyumamıştı. Ve şu an uyku saati geçmesine rağmen hâlâ uyumuyordu. Aziz gelmeden öncesi çığlık kıyamet ağlama seansıydı. Uyutmaktan vazgeçip, Aziz amca gelecekmiş deyince tam bir ballı lokuma dönüşmüştü az önce ortalığı birbirine katan çocuk.
Leyla ofisten arkadaşlarıyla yemeğe çıkmıştı. Çıkarken gözünün arkada kalmamasını bin kere söylemişti Leyla'ya Erdem. Ama keşke birazcık kalsaydı. Uyumuyordu çocuk ve bir baba olarak öyle bir ortamda karısını 'çocuğumuz uyumuyor annesi' diye aramak istemiyordu. Bu bir onur ve gurur meselesiydi.
Bunların hepsi Erdem'i bugün biraz kaba bir adam haline dönüştürmüştü. Tabi karşısındakinin de Aziz olmasında bunun etkisi vardı.
Aziz mutfaktan Erdem'in birasını ve Akgün'ün özel pipetli, yarış arabalı bardağını getirdi. Kendisi de koltukta aşk yaşayan baba oğulun yanına kahvesini alıp oturdu.
Sanki az önce çıldıran Erdem değilmiş gibi şu an oğluna dünyanın 8. harikası gibi bakıyordu. Gözlerinden kalp çıkmanın ne demek olduğunu anlayabiliyordu artık.
Erdem kendi eline birayı alıp Akgün'e de bardağını verdi ve onu Aziz'le arasına kanepeye oturttu. Öne uzattığı bira şişesine Akgün'ün şerefe yapar gibi vurmasıyla bir gülüş döküldü dudaklarından. "Sen de getir." dedi Aziz'in elindeki kahve bardağını işaret edip. Üçü birlikte içeceklerini tokuşturup gülüştüler. Aziz'in eli hemen Akgün'ün saçlarını bulmuştu.
Erdem birasından bir yudum aldı ve tüm ciddiyetiyle Aziz'e odaklandı. "Evet, hazırım dinliyorum anlat."
"Birce'yle İzmir'e gittik." diyerek anlatmaya başladı Aziz. Erdem bildiğini belli eder bir şekilde başını salladı.
"Bana beni sevdiğini söyledi." Erdem yine aynı şekilde onayladı.
"Sonrasında ben de ona çıkma teklifi ettim. Sevgili olduk." Erdem bunu da onayladı. Herhangi bir şaşırma tepkisinin olmaması Aziz'i şaşırtmıştı.
"Kızların grubundan okudum tüm mesajları." dedi çok normal bir şeyden bahseder gibi.
Aziz elinde kahve bardağıyla karşısındaki adama baktı bir süre. Ne diyeceğini bilemedi. Dudakları açılıp kapandı. En sonunda sadece "Bu bir suç." cümlesi çıkabildi ağzından.
"Karımla arama girme 'huhuhçu' işine bak!"
Hukuk kelimesini 'huhuh' olarak söyleyen hocalarıyla çok dalga geçerlerdi lisede ama bir yerden sonra dillerine takıldığını fark ettiklerinde bir daha söylememeye karar vermişlerdi. Belli ki Aziz'in sinir edileceği zamanlarda tekrar kullanıma sokulacaktı.
"Karının haberi var mı bundan? Ya da kızların?"
Aziz'in sorusuna gözleriyle birlikte başını da devirerek tepki verdi Erdem. "Benimle etik tartışmalar mı yapmaya geldin buraya Aziz Çınar?"
"Ben de Birce'ye gitmemin nedenini anlattım." dedi Aziz birden. Erdem'in biradan aldığı yudum boğazına kaçmıştı. Öksürerek ayaklandı. Akgün ve Aziz oturdukları yerden Erdem'e bakıyorlardı.
Erdem kendini toparlayıp hâlâ ayaktayken Aziz'e döndü. "Öyle dümdüz?" gibi saçma bir soru sordu.
"Yok metaforla aaa..." Edeceği küfür Aziz'in ağzının içinde kalmıştı çünkü Akgün'le göz göze gelmişti. "Aaakgün senin bu babanın kafası hiç basmıyor he." deyip gülerek konuşmaya devam etti. Akgün de sanki anlıyormuş gibi Aziz'e gülüyordu. Aziz, Akgün'ün gülüşüne kahkaha atıp Erdem'e döndü. "Bak anladı o da ne dediğimi hak veriyor."
"Lan geyiğine sıçratıcam şimdi! Birce ne dedi??"
"Olgunca karşıladı. Yani anladığını ama hak vermediğini falan söyledi. Gerçekten ikimiz de fazla olgunduk. Sonra ben tabi Birce'nin benim ilaç kullandığımı bildiğini öğrenince biraz saçmalamış olabilirim. Birce de lafı ağzıma yapıştırdı zaten. Şimdi biraz garip ayrıldık ama. Trip attı bana bayağı. Bir şeyleri düşün bir şeyleri düşünme falan dedi..."
"Aziz inşallah senin de anladığın bu kadar değildir. Sadece bok gibi anlattığından dolayı hiçbir şey anlamıyorumdur." diye onun lafını kesti Erdem.
"Oralar değil mesele." dedi Aziz bıkkın bir tavırla. "Birce yerine benim reglmişim gibi davranmama neden olan herif. Herifler..."
Yavaşça koltuğa geri oturdu Erdem. Gözleri analiz yapıyormuş gibi kısıldı. "Kürşat..." dedi Aziz'in onaylamasını bekleyerek. Peşine de "Giray..." dedi. Aziz'in duyduğu isimlerle siniri zıplıyordu. Göz kırparak "Hayırdır?" diye sordu Erdem.
"Bu.." Aziz'in gözü yine Akgün'le buluştu. İkisinin arasında kim konuşsa ona bakar bir halde konuşmayı dinliyordu. Aziz elini tekrar Akgün'ün saçlarına çıkardı. "beynini sildiğimin Kürtajı İzmir'de benimle konuştu."
"Ne dedi?" dedi Erdem gayet sakin bir tavırla.
"Geldi önce 'bakıyorum da sevgili olmuşsunuz' falan diye saçmaladı önce. Sonra kendi sevgili oldukları dönemleri anlatmaya başladı."
"Ne dedi?" dedi Erdem yine aynı şekilde.
"Aklınca tavsiye adı altında beni sinirlendirecek or... ortaklarının çocuğu."
"Tam olarak ne dedi?"
"Hay sen de papağan gibi 'ne dedi ne dedi'!" Aziz'in sinirlenmesi Erdem'in ifadesinde bile bir değişime neden olmamıştı. Gözlerini Aziz'e dikmiş sorusuna cevap bekliyordu. Aziz derin bir nefes alıp tek eliyle yüzünü sıvazladı.
"Birce teması çok sever... Soracağın bir şey olursa çekinme... Tavsiye için hep buradayım... Ben senden daha tecrübeliyim..."
Aziz kelimeleri zar zor toparlayıp cümle kurabilmişti. Hatta bazı cümleleri Erdem zihninden tamamlamıştı. Çok rahatsız edici cümlelerdi. Erdem de bunun farkındaydı ama istifini bozmadı.
"Sen ne dedin?"
"Şahin'le Kemal Bey orada olmasa ben onu ters yatırıp düz silkmeyi bilirdim ama Birce'yi nasıl bir duruma düşürebileceğimi düşünecek kadar aklım yerinde kaldı çok şükür. Ben de anlamakta zorlanacağı bir seviyede aşağıladım onu işte sonra da git köşede ağla dedim kısacası. Sonraki gün kahvaltıda da konuşmaya kalkınca dayanamadım artık. Dövmedim ama sınırından döndüm. Bir kere daha karşıma çıkarsa ne yaparım bilmiyorum. Bunca yıldır övündüğüm sabrımın sonuna geldim."
Erdem tam bir şey diyecekti ki Aziz hararetli konuşmasını sürdürmeye devam etti. "Bir de bu Sokay putperesti var! Birce bu herifle evlenmeyi kabul etmiş bir de! Düşündükçe sinirlerim bozuluyor!"
Aziz'in tüm bedeni ne kadar sinirli olduğunu gösterirken yalnızca Akgün'ün kafasındaki eli vücuduyla bağımsız gibi Akgün'ün kafasını okşamaya devam ediyordu.
"Birce'nin geçmişi rahatsız ediyor yani seni?" dedi Erdem sakinliğinden bir gram bile kaybetmeden.
Bu yargıya varılmasını istemiyordu Aziz. Yaşanan yaşanmıştı. Hiçbir şeyin geri dönüşü olmazdı. Aziz hiçbir zaman Birce'nin kalbindeki yerine ihanet etmediğini biliyordu. Sevgili bile olamamışlarken, Aziz'in sevgisinden şüphe duyarken, Birce yine de kalbinde Aziz'le yaşamıştı. Aziz bunu anlayabiliyordu.
"Geçmişi değil, geçmişinin burnumun dibine girip böyle hadsizce konuşabilmesi. Geçmişinin her an Birce'ye bir adım uzakta olması! Ve evet anasını satayım geçmişinde başka bir herifin yüzüğünü parmağına takması! Rahatsız ediyor! Delirtiyor! Uyutmuyor! O zaman da uyutmuyordu şimdi de uyutmuyor!"
Tekrar derin bir nefes alıp verdi. "Nasıl kurtulurum bu histen?"
Erdem birasından bir yudum aldı. Sonra elindeki şişeyi masanın üstüne bırakıp geri Aziz'e döndü. "Kurtulamazsın." dedi sakince. Bu kelimenin peşine büyük bir ders bekliyor gibiydi Aziz'i. Ders yerine "Gavat değilsin çünkü!" dedi dümdüz. Az önceki sakin adam gitmişti sanki.
"Bu sorunun muhatabı sevgilisinden ayrılarak onun başka erkeklerle birlikte olma ihtimalini kabullenebilen gavat Sarp'tır ona sorabilirsin. Benim bilgi alanım değil. Allah da bilgi sahibi etmesin amin."
Ellerin yüzüne sürerek duasını da etmişti Erdem.
Aziz'in sinirli bakışlarının hedefi doğrudan Erdem'di. "Senin uyku saatin gelince ben de ona gitmeyi düşünüyordum." dedi.
"Aman ha bu konudan başka konuda ilişkisel tavsiye falan alayım deme Sarp'tan. Durumu ortada. Sen daha iyi durumdasın yani sen tavsiye verebilirsin sevabına."
Aralarında Akgün olmasa Erdem'in suratına bir yumruk çakmak istiyordu Aziz. Aklına gelen şeyle bu isteği sildi aklından. "Sen de bilirsin aslında ya." dedi bir şeyi hatırlamaya çalışıyormuş gibi. "Lisede Leyla'yla ayrılmıştınız ya bir ara. Hatta sen ayrılmıştın. Orada bir 1 haftalık süreç vardı. Neydi çocuğun adı...? Hah! Gökalp!.. Gökalp ne yapıyor acaba?"
"Senin dalağını skerim Aziz!"
"Ne kadar ayıp! Babasın sen! Çocuğun var!" deyip aralarındaki Akgün'ün gösterdi Aziz.
"Uyuyor o." dedi Erdem de Akgün'e baktıktan sonra. O kadar sinirliydi ki çocuğunun uyumuş olmasına bile sevinemedi bir müddet.
Aziz, Akgün'ü dizine yatırdı ve Erdem'le 1 saat daha sohbet ettiler. Sonraki gün iş olduğu için Erdem'i azad ederek kalktı Aziz. Erdem onu pek sakinleştirmiş sayılmazdı ama en azından konuşmak iyi gelmişti.
Evden çıkıp arabaya geçtiğinde telefonuna bir süredir bakmadığını fark etti. Birce'nin attığı mesaj dikkatini çekti.
'Normalde sevgililer birbirine iyi geceler falan derler.' 22.08
'Bilmiyorsan öğren diye.' 22.10
've yine bilmiyorsan öğren' 22.15
'sevgilisini küs uyutan erkeğe pek iyi şeyler söylenmez bizim buralarda.' 22.15
Okuduğu mesajlar yüzünde kocaman bir gülümseme oluşturmuştu Aziz'in. İhtiyacı olan tek şey aslında buydu. Bircesinin birazı bile yüzünü güldürmeye yetiyordu.
Mesajı tekrar okurken kendi kendine mırıldandı. "Küs uyutmayız biz de o zaman.."
Telefonu yanına koydu ve arabasını çalıştırdı. Kolları arasında uyutması gereken bir sevgilisi vardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 131.91k Okunma |
10.07k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |