34. Bölüm

34. Bölüm- İstanbul->İngiltere

Melin Öğüt
melinogut

 

 

Selamlar, selamlarr🩷

 

 

Yoğun bir haftayı geride bıraktım şimdi sırada daha yoğun haftalar var 😬

 

 

Şaka şaka halledicez

 

 

Cumartesiden itibaren eski bölüm düzenimize döneriz diye ümit ediyorum.

 

 

Sizi seviyorum

 

 

Öpüyorum

 

 

İyi okumalarr 🩷

 

 

 

Nereden nereye nasıl koşturduğumu bilmediğim günler yaşıyordum. Şahin bir izni hak ettiğimi söyleyerek istediğim 1 haftalık izni vermişti. Şahin'in odasından çıkar çıkmaz haberi Aziz'e vermiştim tabi ki. O da anında vize işlemlerim için Henry'yle konuşacağını söylemişti. Normalde alıp alamayacağım belli olmayan bir vize için aylarca vize randevusu kovalamam gerekirdi ama 'Within' konsoloslukla doğrudan iletişime geçtiğinde 2 gün sonrasına randevum hazırdı. Böyle olunca vize alıp alamayacağıma dair de bir korkum yoktu. Alacağıma emindim. İnsanın bir yerlerde tanıdıklarının olmasının önemini derinden hissettiğim birkaç gün geçirdikten sonra randevuma gittim.

 

Aziz o sırada çoktan uçak biletimi de almıştı. Bana biletin ekran görüntüsünü attığında o kadar şaşırdım ki sevinmek yerine bilgilerime nereden ulaştığını sormuştum. Bana, gülerek 'sen vekâletinin bende olduğunu biliyorsun değil mi? Sence vekâletini verdiğin avukatının kimlik numaranı bilmesi absürt bir şey mi?' diyerek ses kaydı atmıştı.

 

Ben de benimle dalga geçmesine sinirlenip 'İyi avukat diye güvendik hâlâ davada tık yok. Alacağım vekaletimi senden.' diye geri cevap vermiştim.

 

Muhtemelen Aziz'e küfretsem bu kadar alınmazdı.

 

Yok Türkiye'deki yargı sisteminden haberim var mıymış, yok bu işler hep yavaş yürüyormuş, bürokrasimiz korkunçmuş falan filan.

 

Sinirlendiğinde ülkemizi bana iteleyip İngiltere'yi sahiplendiği de gözümden kaçmamıştı. Bunu da Mahir abiye söylenilecek şeyler listeme eklemiştim.

 

Aziz gittikten sonra Mahir abiyi birkaç kez aramaya çalışmıştım ama ulaşılamıyordu. Muhtemelen telefonun çekmediği bir yerdeydi. Birkaç mesaj da attıktan sonra mesajlarımı gördüğünde beni arayacağına emin olarak işlerime geri dönmüştüm.

 

Şu anki işim de kıyafet seçmekti. Yemeğe çıkacaktım.

 

Şahin bana izin vermeyi kabul etmişti etmesine ama Kemal Bey'le bir veda yemeği yememiz konusunda da çok netti. Ona hak verebiliyordum. Kemal Bey iyi bir müşteriydi. Yaptığımız işten memnun kalmıştı. Bize daha çok müşteri getirebilecek bir potansiyele sahipti. Tabi bunların yanısıra sadece Kemal Bey'in yeğeni öyle istedi diye bu iş için bizim şirketimizi seçmesi Şahin'in kendini kötü hissetmesine sebep olmuştu.

 

Kemal Bey ile ailesi tanışıyordu ama Şahin bu projeyi alırken araya bir torpil karışmaması için rakip firmaların dosyalarını bile Kemal Bey'e iletmişti. Sadece arkadaşlarının oğlu olduğu için değil diğer firmalar arasından hak ettiği için seçilmek istiyordu.

 

Bunca zaman da öyle olduğunu düşünmüştü. Gerçeğin farklı olması, onun gibi işini hayatında ilk sıraya koyan bir adam için pek de kabul edilesi değildi. Eminim bu yemeği ayarlamasında Kemal Bey'e bir çift laf etme istediği de ağır basıyordu.

 

Dolabımın önünde kıyafet seçmeye çalışırken gözüm sürekli Aziz'in bana aldığı elbiselere kayıyordu. Açık pembe elbise böyle bir yemek için çok abartılı olurdu. Ve daha önce Şahin'in doğum günü partisinde giymiştim. Beyaz elbise ise biraz sadece kaçardı ve onunla da Kemal Bey beni görmüştü. Gerçi fazla sarhoştu. Hatırlayıp hatırlamayacağından emin değildim ama havalı olmam gereken bir yemekte bu riski alamazdım.

 

Sıkıntıyla oflayıp telefonumu elime aldım. 15 dakika önce çok önemli bir toplantıya gireceğini söyleyen Aziz'e mesaj atmaya karar verdim. Toplantısı önemli olabilirdi ama ben daha önemliydim.

 

Siz: Bana daha fazla elbise alman gerekiyor

(17.57)

 

Ben mesajıma bir süre cevap vermez diye çoktan telefonu elimden bırakıp geri dolabın önüne dönmüştüm ki gelen bildirim sesine şaşırarak telefonu tekrar elime aldım.

 

A.Ç.L: Sen yeter ki iste.

(17.59)

 

Bu kadar hızlı bir cevap beklemiyor olsam da hoşuma gitmişti. Dolabın aynasından salak salak sırıtan kendimle bakıştığımda suratımı toparladım ve tekrar telefonuma döndüm.

 

Siz: Senin çok önemli bir toplantın yok muydu?

 

A.Ç.L: Vardı.

Hâlâ var.

 

Siz: Toplantının ortasında bana mı yazıyorsun??

 

A.Ç.L: Senin mesajın daha önemli gibi geldi.

 

Siz: Sen mesajlaşıyorsun insanlar seni mi bekliyor????

 

A.Ç.L: Evet, bir dakika izin vermelerini söyledim.

 

Siz: Şaka mı yapıyorsun?

 

A.Ç.L: Şaka yapıyor gibi mi duruyorum?

Bir saniye.

 

Aziz'in mesajını okuduktan sonra telefona bakakalmıştım. Kesinlikle benimle uğraşıyordu. Şimdi de muhtemelen öpücük atarken falan bir fotoğrafını gönderecek diye düşünürken Aziz'in tek seferlik gönderdiği fotoğrafla bir süre bakıştım. Odada tek olmama rağmen sağımı solumu kontrol ettim ve fotoğrafı açtım.

 

Karşımda uzun bir toplantı masasının etrafında gülümseyen insanlar ve bir kaşını kaldırarak kameraya bakıp selfie çeken bir adet Aziz vardı.

 

Ben fotoğrafın gerçekliğini sorgularken Aziz'in mesaj bildirimleri gelmeye devam ediyordu. Zor da olsa fotoğrafı kapatabildim ve Aziz'in mesajlarıyla bakıştım.

 

A.Ç.L: Şaka yapıyor gibi mi duruyormuşum?

Selam söyle dediler bu arada.

Tam olarak öyle demediler tabi

'Say hi' dediler. Ben sana tercüme yapıyorum. İngilizce becerilerin ne durumda hâlâ emin değilim çünkü.

Neyse buraya geldiğinde görürüz artık.

Sonuçta vizen çıktı.

Uçak biletin hazır.

İki gün içinde burdasın.

 

Siz: AZİZ DELİRDİN Mİ SEN TOPLANTINLA İLGİLENSENE!

 

A.Ç.L: Herkes bir nefes alsın dedim.

 

Siz: Toplantı başlayalı daha 20 dakika olmamıştı.

 

A.Ç.L: 20 dakikadan önce de nefese ihtiyaç duyabiliriz.

Fazla düşünüyoruz.

Beynimiz çok oksijen harcıyor.

 

Siz: Manyaksın sen

 

A.Ç.L: Elbise diyorduk.

Ne için lazım?

Genel bir alışveriş yapabiliriz sana burada.

Fransa'ya da geçebiliriz.

Orada daha güzel parçalar bulabiliriz.

 

Siz: Kemal Bey'i yemeğe çıkarıyoruz

Gözüm hep senin aldığın elbiselere gidiyor ama ikisi de olmaz

Dolabıma bakıp duruyorum

 

A.Ç.L: Haklıymışsın.

Sana daha fazla elbise almam gerekiyormuş.

Bu konu üzerine çalışacağıma emin olabilirsiniz sayın Birce Işık.

Şimdi bana kıyafetlerini at da seçelim.

 

Siz: Aziiiiizz

Sen toplantına gitsenee

O kadar önemli bir şey değil

Elbisemi seçebilirim

 

A.Ç.L: Mesajım mı iletilmedi?

Bana kıyafetlerini at da seçelim demiştim.

Hâlâ herhangi bir fotoğraf attığını göremiyorum.

 

Siz: Delisin sen delii

 

A.Ç.L: Evet, yeni bir şey değil.

Gördüğüm ilk andan itibaren sana deliyim.

 

Siz: Fotoğraf atıyorum

 

A.Ç.L: Kaç kaç

Sen daha kaç

Nereye kadar kaçabilirsin ki.

Dönüp dolaşıp geleceğin yer benim.

 

Siz: *fotoğraf*

*fotoğraf*

*fotoğraf*

*fotoğraf*

 

A.Ç.L: Niye tek seferlik gönderiyorsun?

Yeterince inceleyemeyeceğim şimdi.

Doğru kararı veremezsem senin yüzünden.

İlk elbiseyi valizine koyar mısın?

Beyaz olmaz.

Toz olur.

Siyah...

Fena söz olur ama yapacak bir şey yok böyle etkinliklerde iyi bir seçim.

 

Siz: İlk siyah mı ikinci siyah mı?

 

A.Ç.L yazıyor...

 

A.Ç.L: İkinciyi görmemiştim.

İlk siyah.

 

Siz: Şüpheli...

Bence ikinci daha güzel

 

A.Ç.L: Hepsi güzel zaten.

Çünkü içinde sen varsın.

Kötü olma imkanları yok.

Ama yani

Sonuçta bu bir iş yemeği.

İkincinin güzelliği böyle bir yemek için fazla.

 

Siz: Nasıl bir yemek için uygun?

 

A.Ç.L: Benimle bir yemek için uygun mesela.

Sadece bir öneri.

 

Siz: Ama şu an tam da onu giyesim gelmişti

 

A.Ç.L: Benim de seni o elbiseyle göresim gelmişti ama

Ne yapayım kader..

Ben göremiyorum.

Ben göremezken mi giymek istiyorsun?

 

Siz: Beni manipüle etmeye mi çalışıyorsun?

 

A.Ç.L: Ne münasebet.

Öyle bir şey yapmaya ihtiyacım mı var?

Sen bana fikirlerimi sordun ben de cevap verdim.

Önemseyip önemsememek senin seçimin.

 

Siz: Çok fena manipüle etmeye çalışıyorsun.

Ama yemezler avukat bey.

Ben eğitimliyim bu konuda

İnanmam artık

 

A.Ç.L: Eğitimli?

İyiymiş.

Bir ara teşekkür etmelisin eğitim verene.

Benim öyle bir niyetim yoktu ama belli ki güçlü bir koruma kalkanı geliştirmişsin.

İki siyah da çok güzel.

İkincisinin hâlâ bir iş yemeği için fazla olduğunu düşünüyorum.

Ama onu giymek istiyorsan tabi ki giyeceksin. Benim fikrimin doğal olarak bir önemi kalmıyor.

Manipüle etmeye çalışmıyorum bu arada. Sadece kurabileceğim başka bir cümle yok.

Öyle algılarsan diye açıklama yapmak istedim.

 

Siz: Aziz saçmalama öyle bir şey demek istemedim

 

A.Ç.L: Ben de manipüle ediyor gibi görünmek istemedim.

Sadece fikrimi söylemiştim.

Ama beni başkalarıyla kıyasladığın için sinirliyim.

Hele de hiç kıyaslamaman gereken insanlarla.

 

 

Siz: Özür dilerim

 

A.Ç.L: Özür dileme.

Mesajla tartışmaktan nefret ediyorum.

Kendimi istediğim gibi anlatamıyorum.

Kapatalım mı bu konuyu?

Sen yemekten döndükten sonra konuşuruz.

Eğer istersen.

Ben de toplantıya döneyim.

 

Siz: Tamam kapatalım

Özür dileme dedin ama özür dilerim

Sen toplantına devam et

Bitince yaz bana

Ben yazıp seni bölmeyeceğim

Seni seviyorum

 

A.Ç.L: Ben de seni seviyorum bir tanem.

 

 

Söylediğim lafın böyle bir yere gideceğini tahmin etmemiştim. Aziz'in benim manipüle geçmişimi bildiğini bile bilmiyordum. Eski sevgilimden rahatsız olması tabi ki normaldi ama şu sıralar sanki bu konu onu çok daha fazla sinirlendiriyordu.

 

Bunu düşünürken aklıma Giray'la ofiste karşılaştığımı Aziz'e söylemediğim geldi. O kadar kısa bir kaşılaşmaydı ki. Zaten ben sonrasında Aziz'in peşine havaalanına gitmiştim. Şu birkaç günde de koşturmaktan aklıma bile gelmemişti. Zaten Giray da tekrar karşıma çıkmamıştı.

 

Bunu kesinlikle Aziz'e söyleyecektim ama bir eski sevgili meselesi yüzünden az önce onu sinirlendirmiştim. Giray'ın karşıma çıkmasına nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Ve bunu birbirimizden binlerce kilometre ötede yaşamak istediğimden emin değildim.

 

Kafamdaki düşüncelerle savaşırken elbisemi giyinmiştim bile. İlk siyah elbiseyi tercih etmiştim. Aslında ben de ikincisini Kemal Bey'le yemekte heba etmek istemiyordum. Sadece Aziz'in bu konuda nasıl bir tavır takınacağını merak etmiştim ve onunla biraz eğlenmek istemiştim.

 

Hiç de eğlenceli olmamıştı.

 

Makyajımı önceden yapmıştım. Saçımdaki ısısız maşa yapma zımbırtısınu da çıkardığımda tamamen hazırdım.

 

Telefonumun titremesini duyduğumda mesaj geldiğini düşünerek saçımla ilgilenmeye devam ettim ama telefon titremeye devam edince birinin beni aradığını fark ettim ve telefonuma uzandım. O an kendi suratımla göz göze geldim. Bir an için arayanın Aziz olduğunu düşünsem de ekrandaki isimle birlikte o düşüncem yok oldu. Daha fazla bekletmeden telefonumu masadaki aynaya yaslayıp aramayı açtım.

 

"Komutanım?" diyerek açtığım telefona baktığımda Mahir abimin gülen yüzü beni karşılamıştı. Gülen ama çok yorgun bir yüzdü.

 

"Ne var lan yüz kere aramışsın bin kere mesaj atmışsın."

 

Yalandan sertleştirdiği sesi askerlerini korkutuyor olabilirdi ama bende pek işe yaramıyordu açıkçası.

"Ben de seni çok özledim canım abim!" dedim alınmışlıkla.

 

"Birce yatacam uyuyacam abicim. Önemli bir şeyse söyle, değilse kapatıyorum."

 

Normalde o telefonu kapattırmaz önümüzdeki 3 saat boyunca da trip atardım ama hem benim o kadar zamanım yoktu hem de karşımdaki adam gerçekten de yorgun görünüyordu.

 

"Bil bakalım kim geldi?" dedim enerjik sesimle. Şu an benim enerjim bile onu yoruyormuş gibi bakıyordu bana.

 

"Birce dua et yengemi çok seviyorum." dedi başını ovalarken. Bir yatakta uzandığını ve üzerinde yeşil tişörtlerinden birinin olduğunu görebiliyordum. Muhtemelen uyumak için bu görüşmenin bitmesini bekliyordu.

 

"Sen o cümleyi bir kur da bak babama nasıl söylüyorum seni." dedim tehditle. Sonrasında da şımararak. "Hadi ya bir tahmin yap sadece." dedim. Yorgunluktan öldüğüne emin olsam bile ona acımazdım. Biz de böyle kuzenlerdik.

 

Heyecanla vereceği yanlış cevabı beklerken kameraya sırıtmayı da ihmal etmiyordum. Mahir abimse sanki baş ağrısı bir kat daha artmış gibi eliyle şakaklarını sıkmakla meşguldü.

 

"Aziz." dedi tek kelimeyle.

 

Sırıtan suratımın yerini şoktan ne yapacağını bilememiş suratım aldı. Bir insanın aklına böyle bir soru sorulduğunda bu cevap mı gelirdi? Yaklaşık 13 saniyelik bir şaşkınlığın ardından sonunda konuşabilmiştim.

"Sen nerden biliyorsun?"

 

"Ben senin bilmediğin çok şey biliyorum biricik. Abiler bilir." Artık sırıtan oydu. Bense hâlâ şaşkınlığımı atamamıştım. "Sen nereye gidiyorsun böyle hazırlanmışsın?" dedi telefonun izin verdiğince kıyafetime bakmaya çalışarak.

 

"Aziz'le buluşacağım." dedim dalga geçer gibi sinirli bir tavırla.

 

Başını sıkan eli bu sefer de ağzına kapanmıştı. Hem geriniyor hem de esniyordu. "Yalan söyleme Aziz İngiltere'de."

 

Daha fazla şaşıramam demiştim ama duyduğum cümleyle olduğum yerde kalakalmıştım.

 

"Sizinkilerle bulacaksın diye düşündüm önce ama Erdem'le Leyla'nın cuma akşamları asla ve kat'a evden çıkmadığını hatırlıyorum. Sen de muhtemelen iş yemeğine gidiyorsun." Ağzım her bir cümlesiyle bir kademe daha açılmıştı. "Bana söyleyeceğin şeylerin de bu kadar olduğunu düşünüyorum. Senin şoktan çıkmanı bekleyemem. Uyuyacağım. Şoktan çıkınca beni arama diye de telefonumu kapatacağım. Haydi eyvallah."

 

Kapanmış telefondan 3 dakika boyunca gözlerimi ayıramadım. Az önce ne olmuştu öyle?

 

🐛🐛🐛🐛

 

Şahin'le gideceğimiz restoranda buluşup masamıza geçmiştik. Konuşulan saatten biraz daha erken gelmiştik Kemal Bey'i bekletmemek için. Ama görünen o ki o da bizi bekletmek istememişti. Kapıdan giren adamı görünce ikimiz de tebessümle yerimizden kalktık.

 

Arkasındaki kişiyi görünce ise ilk yaptığımız şey birbirimize bakmak olmuştu. Şahin pek duygularını belli eden bir adam değildi ama şu an gerildiğini çok net bir şekilde anlayabiliyordum. Hafifçe kulağıma doğru eğilerek Giray'ın geleceğinden haberinin olmadığını söyledi. Ben onun kadar gergin değildim ama karşımda bile görmek istemediğim bir adamla yemek yeme fikri sinirlerimi bozuyordu.

 

Kemal Bey gülümseyerek elimizi sıktığında ona aynı şekilde yanıt verdik. Giray, hemen arkasından gelip önce Şahin'e elini uzattı. Şahin'in yüzündeki tebessümün şu an orada değildi.

 

Giray tam elini bana doğru uzatırken sandalyeme uzandım ve karşımda oturan Kemal Bey'e gülümseyerek yerime oturdum.

Giray bir şey demeden elini geri çekti ve o da dayısının yanına oturdu.

 

"Tokalaşmak için uzatılan el havada bırakılmaz Birce." dedi şaka yapar gibi bir gülüşle.

 

Ben de kendime özgü gülüşümle ona döndüğümde lafının altında kalmayacağını anlayan Giray oturduğu yerde hafifçe hareketlendi.

"Tokalaşmak için önce kadının el uzatması beklenilir Giray 'Bey'. Basit bir görgü kuralıdır."

 

Laflarımı duyan, Giray'ı öldürmek istediğimi düşünürdü ama yüzümün ifadesi tamamen şakacı bir insanmışım gibi görünüyordu.

 

"Böyle kibarlıkları, centilmenlikleri öğrenmelisin Giray. Bak hanımefendiler böyle şeylerden hoşlanıyor." dedi Kemal Bey gülerek. Hepimiz ona tebessümlerimizle yanıt verdik.

 

Havadan sudan konuşurken yemeklerimizin siparişini vermiştik. Yemeklerimiz bitene kadar sorun çıkaracak herhangi bir şey olmamamıştı. Ama yanımda oturan Şahin'in diken üstünde olduğunu anlayabiliyordum.

 

Kemal Bey'in Şahin'i ısrarla restoranın içerisinde bulunan akvaryuma götürme talebi de gerginliğini arttırıyordu. Giray'la masada baş başa kalmamızı istemiyordu ama Kemal Bey de onu bir yandan sıkıştırıyordu. En sonunda Şahin'le göz göze gelişimizde bir sorun yok dercesine kırptığım gözlerimle Şahin isteksizce masadan kalkmış, Kemal Bey'le ilerideki büyük akvaryuma doğru ilerlemişti.

 

Onların masadan kalkmasıyla birlikte elime telefonumu aldım. Restorana gelirken Aziz toplantıdan çıktığını söyleyen bir mesaj atmıştı ben de ona yolda olduğumu söylemiştim.

 

Son mesajlaşmamız buydu. Yeni bir mesaj yazmak için biraz sohbet ekranımızda vakit harcadım. Giray'ın bakışlarının üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.

 

"Benden bu kadar kaçmana gerek yok Birce. Kötü bir niyetim yok." demesiyle yavaşça başımı telefonumdan kaldırdım. Sinir bozucu gülüşümle birkaç saniye suratına baktım sadece.

 

"Ne kadar komik bir çocuk olduğunu unutmuşum." dedim gülerek. Bir saniye sonrasında ise suratımdaki gülüşün yerini ifadesiz bir yüz aldı. "Hatırlamak da istemiyordum gerçi."

 

Sözlerimin onun üzerinde hiçbir etkisi olmamış gibi görünüyordu. Yumuşak bir tebessümle yüzüme bakmaya devam ediyordu.

"Çok özlemişim seni." deyince dudaklarımın arasından çıkan kahkahaya engel olamadım.

"Toplantı günü seni göreceğim için çok heyecanlıydım. Sadece birkaç saniyede bile kalbim duracakmış gibi hissettim. Normalde o gün seninle konuşmayı düşünüyordum ama kaçtın gittin."

 

"Kaçıp gitmedim." dedim bir saniye bile beklemeden. "Acil bir işim çıktığı için gitmem gerekti. Seninle bir alakası yok. Seninle bir alakam da yok."

 

"Acil iş." dedi burnundan verdiği nefesle gülerken. "Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi Birce? Seni tanıyorum."

 

Sinirden benim de gülmemin şiddeti de artmıştı. Bu ortamda Kemal Bey bile beni Giray'dan daha çok tanıyor olabilirdi. En azından yaptıklarından sonra karşıma çıkmaması gerektiğini bilirdi.

"Sen beni tanıdığını nasıl söyleyebiliyorsun ya?" dedim aynı alayla.

 

"Nede olsa sözlündüm." dedi gurur duyduğu bir şeyden bahseder gibi.

 

"Öyle mi?" dedim ben de sanki bu bilgiyi yeni öğrenmişcesine. "Peki neden eşim olmadın hiç düşündün mü?"

 

Yüzündeki gülüş yavaşça soldu. "Herkes hata yapar Birce. Benimki de bir hataydı. O hataya nelerin sebebiyet verdiğini de sen biliyorsun."

 

Umutsuz bir vakaya bakıyor gibi hissediyordum. Hâlâ cümlelerinde beni suçlayabiliyordu. Komik bir şekilde, onunla birlikte olsaydım, barda bulduğu bir kadınla birlikte olmayacağına kendini inandırmıştı. O hataya sebebiyet veren nedenin ben olduğumu düşünüyordu.

 

"Sen ve uçkurun." dedim gülümseyerek. "O hatanın sebebi sadece sen ve uçkurun." Başka bir sebep yoktu. "Hala neyi konuşuyoruz ben anlamıyorum. Sen beni aldattın. Beni aldattığın kadın hamile kaldı. 'Özür dilerim Birce evlenmek zorundayım.' dedin bana. Sonra da evlendin. Burada konuşulacak ne var?"

 

"Ayrıldım." dedi sakince. "Bebek düştükten sonra ayrıldım."

 

Bomboş gözlerle suratına bakıyordum. "Ne yapmamı bekliyorsun? Takdir mi edeyim boynuna mu atlayayım? Ha ama istersen teşekkür edebilirim. İyi ki beni aldatarak gözümü açmışsın Giray. Ben seninle evlenecek kadar gözümü karartmışken iyi ki beni kendime getirmişsin. Beni çok büyük bir yanlıştan döndürdüğün için teşekkür ederim."

 

"Rica ederim." dedi yüzü pişmanlıkla gölgelenirken. "Her zaman benden daha iyisini hak ettiğini biliyordum. Hem güzel hem zeki hem başarılı hem eğlenceli hem sevgi dolu hem ateşli... İnanılmaz bir kadındın. Hâlâ öylesin."

 

Onun ağzından duyduğum övgülerin hiçbiri gururumu okşamıyordu. Aksine kusma isteği uyandırıyordu.

 

"Açıkçası o yüzden senin Şahin'in yanında çalışıyor olduğunu öğrenince şaşırdım. Ben buraya senden bir beklentiyle gelmedim Birce. Affedeceğini bilsem ayaklarına kapanırım ama affetmezsin. Ben sadece geçmişte yaptıklarımın kefaretini ödemek istiyorum. Bu zamana kadar çoktan kendi ofisini açacağını düşünürdüm. Çizimlerini gördüm. Yeteneğinden hiçbir şey kaybetmemişsin. İzin ver sana yardımcı olayım. İstersen ofis, istersen bağlantılar. Şahin'in yanında çalışmak zorunda değilsin. O adamın niyetini bilmiyorsun. Senin onun ofisinde çalışman şu akvaryumdaki balıkların hali gibi."

Arkasını dönüp akvaryumu işaret edecekti ki karşısında Şahin'i bulmasıyla eli havada kaldı.

 

"Baş mimarıma balık mı diyorsunuz Giray Bey?"

Şahin sadece son cümleyi duymamıştı ama anlaşılan niyetiyle ilgili kurulan cümleye herhangi bir cevap vermeyecekti. Sakince yanıma oturdu.

 

"Siz dayınızın denizinde insanlara inci pazarlamaya devam edin. Biz akvaryumumuzdan memnunuz. Birce o akvaryumum içinden çıkmak istese zaten kimsenin yardımına ihtiyaç duymaz. Ha olur da yardıma ihtiyaç duyarsa ben her zaman buradayım. Birinden yardım isteyecek olsa da bu siz olmazsınız, değil mi Birce?"

 

Şahin'in patronum olarak arkamda olması beni mutlu ediyordu ama şu an ikisinin de tavrı bana sadece rahatsızlık vermişti.

 

"Çok doğru." dedim Şahin'e gülümseyerek. Bakışlarım ikisi arasında gidip geldi. "Yardım isteyecek olsam sevgilimden yardım isterim mesela. Maddiyat da çevre de onda bolca var." Giray'ın yüzüne bakarak kurduğum cümleleri Şahin'e bakarak noktaladım. "Sen zaten Aziz'in ne kadar başarılı olduğunu biliyorsun Şahin. Giray Bey'e de anlatırsın. Ben bir lavaboya kadar gideceğim."

 

Telefonumu ve çantamı da alıp tebessüm ederek masadan kalkıp lavaboya ilerledim. O an sanki Aziz ondan bahsedildiğini hissetmiş gibi mesaj attı.

 

Doktoruna muayene olduğunu müsaitsem beni arayabileceğini ve doktoru dinleyebileceğimi yazmıştı. Adımlarımı hızlandırarak lavaboya girdim ve Aziz'i görüntülü aradım. İkinci çalışın ardından telefon açıldı.

 

Beyaz gömleğinin üç düğmesi açıktı ve telefonunu masada bir yere yaslamaya çalışıyordu. Telefonu sabitledikten sonra alttan bir düğmesini kapattı. Azalan manzara moralimi bozsa da "Birce, müsait misin güzelim?" diyen sesiyle topuklu ayakkabılarımın üstünde durmakta bir anlığına zorlandım ama kendimi toparladım.

Ben gerçekten de Aziz'i çok özlemiştim ve bu işin sonu hiç iyi yerlere gitmiyordu.

 

"Müsaitim." dedim kendimden çıktığına şaşırdığım naiflikte bir sesle. Aziz kısılan gözleriyle yüzüme baktı birkaç saniye. "Seni doktorumla tanıştırayım." diyerek telefonu koyduğu yerden aldı ve sağına doğru çevirdi. Masanın diğer tarafında 60'lı yaşlarında çok sevimli görünen bir adam vardı. "Birce, Micheal, Micheal, Birce" diyerek bizi birbirimize tanıttı.

 

Neyse ki lüks bir restorandaydık da lavabosu bile çoğu evin oturma odasından güzel dizayn edilmişti. Ben de köşedeki koltuğa oturarak tebessümle Micheal'a baktım.

 

"Merhaba Birce." dedi aksanlı bir Türkçeyle. Ben de ona onun dilinde merhaba dedim.

 

Aziz, "Bu kadar tanışma yeter." deyip telefonu tekrar eski yerine yerleştirdi. Şu an sadece kanepede oturuşunu aşağıdan görüyordum.

 

Manzaram... Anlatılmaz yaşanırdı...

 

"Sen Birce yokmuş gibi konuşabilirsin Micheal." dedi duymaktan bıkmayacağım İngiliz aksanıyla. Bu çocuk resmen İngiliz olmuştu.

 

Micheal, "Demek hasretinden benim sözümü çiğneyip ameliyat olduğun kız bu ha?" diye cevap verdiğinde Aziz rahatsızca yerinde kıpırdandı.

 

"O kadar da değil." deyip rahatsızca güldüğünde bunun 'Birce yokmuş gibi konuşabilirsin.' sözünü abartmamasını belirten bir uyarı olduğunu anlamıştım.

 

Ben Micheal'ın kurduğu cümleyi düşünecek vakit bulamadan onlar konuşmaya devam etti. Kulak kesilmesem ne konuştuklarını anlayamazdım. İngilizcem o kadar da iyi değildi. O yüzden düşünmeyi bırakarak duyduğum cümleleri beynimde çeviri yapmaya devam ettim.

 

"Son kontrolünden bu yana herhangi bir kalp çarpıntısı, kalp sıkışması, nefes almada zorluk yaşadın mı?" diye sordu Micheal. Başını iki yana sallayarak 'hayır' diye cevap verdi Aziz.

 

"Ameliyat olalı bir yılı geçti. Bunların olmaması bizim için sevindirici bir haber."

 

O an ekrandan Aziz'le gözlerimiz buluştu. Ameliyat olalı 1 yıl olduğunu bilmiyordum. Bu kısa bir süre önceydi.

 

"İlaçlarla aran nasıl? Herhangi bir yan etki hissettin mi?" dediğinde ilaç kelimesinde 'lar' ekini duyduğuma emindim.

 

"Sıkıntı yok. Senin bahsettiğin kadar korkutucu değiller." diye cevap verdi Aziz. Dudaklarındaki gülüşe mi yoksa kurduğu cümleye mi odaklanmam gerektiğini bilmiyordum.

 

"Göreceğiz.." diyen Micheal'dan bir süre ses çıkmadı. Sonra konuşmaya devam etti. Bazı tıbbi terimleri anlayamasam da genel olarak Aziz'in iyi olduğundan bahsettiğini anlayabildim. Bunda Aziz'in gülerek başını sallayışı da etkili olmuştu.

 

"Hayalini kurduğun hayatı yaşıyor musun?"

Micheal'ın sorusuyla Aziz'in yüzündeki gülümseme büyüdü. Gözlerini telefon ekranına çevirdi. "Yaşamaya başladım."

 

"Senin adına sevindim o halde. Ama sen yine de kalbini yoracak aktivitelerden elinden geldiğince uzak dur. Kendini bir kafesin içine koyup okyanusta köpek balıklarıyla dans etme mesela."

Micheal'ın gülüşü, Aziz'in de omuzlarını sallayarak gülmesine neden olmuştu. Micheal tam bir yaşlı adam gülüşüne sahipti.

 

Aziz'in gözü tekrardan bana kaydı ama çok beklemeden Micheal'a geri döndü.

"Hayatımda beni köpekbalıklarıyla karşı karşıya gelmekten daha çok heyecanlandıran bir kadın var. Onu ne yapacağız?"

 

Bu telefon konuşmasından sonra ben de bir kardiyolojiye görünsem çok iyi olacaktı. Aramızda kilometrelerce mesafe varken ve benimle konuşmuyorken bile kalbimi pır pır ettiriyordu.

 

"Onunla ilgili ne yapman gerektiğini daha bana ilk geldiğinde sana söylemiştim. Beni dinliyormuş gibi yaptın ama kandırdın beni. Sonunda ameliyatını yaptırdın. Git o kadınla ne yapmak istiyorsan onu yap." Micheal'ın sahte sinirli sesinden duyduklarımı kavramak benim için zor oluyordu. Bu cümleleri bir yere not alıp telefon görüşmesinden sonra tekrar okumam gerekliydi.

 

Micheal'ın cevabı üzerine Aziz'in bakışlarının değiştiğini gördüm. Dudağının bir kenarı kıvrılmış ve 'ne istersem mi?' der gibi bir bakış atıyordu. Onun bu bakışlarını fark eden Micheal "Abartmadan!" diye bir çıkış yaptı. İkisi de gülerken ben konuşulanları kafamda tekrar oynatmaya çalışıyordum.

 

"Sen yine de sinirden, stresten, kalbini hızlandıracak gereksiz aktivitelerden uzak durmaya çalış. Bu doktorun olarak naçizane tavsiyem."

Bu konuda doktorunu pek de ciddiye almıyor gibi görünüyordu ama yine de başını sallamaya devam etti.

 

Bir süre sonra Aziz telefonu yasladığı yerden aldı. Aşağıda tutmaya devam ederek Micheal'la vedalaştı. Odadan çıkıp hastane koridoruna girdiğinde telefonu tekrar yüz hizasına kaldırdı.

 

"Anlayabildin mi bari ne konuştuğumuzu?" dedi benimle uğraşarak.

 

"Ne biçim aksan bu ya!" dedim sinirle. Gerçekten de kendimi çok zorlamam gerekmişti ama anladığımı düşünüyorum.

 

Aziz isyanıma gülerken ben daha ciddi bir ifadeye büründüm. "Anladım bu arada. Ve sormam gereken sorularım olduğunu düşünüyorum."

 

Aziz ne diyeceğimi anlamıştı ki, beni durdurdu. "Böyle önemli konuları telefonda konuşmayalım. Buraya geldiğinde sana İngiltere'de geçen zamanlarımı anlatırım. Sen de o zaman istediğin her şeyi sorarsın. Hem sana göstereceğim şeyler de var."

 

Kabullenmişlikle başımı sallayıp 'Tamam' dedim. Hem zaten şunun şurasında iki güncük kalmıştı. Bu iki gün içinde unutmamak için duyduklarımı not etsem iyi olacaktı.

 

Aziz'e sormak istediğim soruları telefonumun notlarına da kaydedebilirdim.

 

"Senin yemeğin nasıl geçiyor?" diye bir soru sorduğunda ona Giray'dan bahsetmediğim aklıma geldi. İlk karşılaştığımız günü anlatmadığım için şu an yemekte olduğunu anlatmak garip olacaktı.

 

Doktorun dedikleri de aklımı karıştırıyordu. Bu konu tam da Aziz'in gereksiz yere sinir stres yapacağı bir konuydu. Bunu telefonda söylemekse beni düşündürüyordu. Ama yemek nasıl geçiyor diye özel olarak sorduğunda ona Giray'ın burada olduğunu söylememem sanki ondan gizlemeye çalışıyormuşum gibi de anlaşılabilirdi.

 

Bir süredir sorusuna cevap vermediğim için "Birce?" diye seslendiğinde kendime gelebildim.

 

"Giray Kemal Bey'in yeğeniymiş. Senin uçağının olduğu gün toplantı vardı önce orda karşılaştık ama ben senin haberini alınca konuşmadan ofisten çıkıp yanına geldim. Şimdi de Kemal Bey yemeğe yanında getirmiş. Ama endişelenme bir sorun yok. Ben gerektiğinde ağzının payını veriyorum."

 

Ağzımdan patır patır dökülen bu kelimeler Aziz'i olduğu yerde durdurmuştu. Hareket etmiyor, konuşmuyor, sadece ekrana bakıyordu. Hafifçe gözleri kısıldı ve kaşları çatıldı. Sonraki saniye Aziz ağzını açtığında en beklemediğim tepkiyi almıştım.

 

"Sen benim yanıma gelebilmek için toplantıdan mı çıktın?"

 

 

🐛🐛🐛

 

Aziz'in hışmından, lavabodan çıkıp masaya doğru ilerleyip kapatmam gerektiğini söyleyerek kurtulmuştum. O geceden itibaren bugüne kadar Aziz, benimle gelince görüşeceğini söylüyordu. Beni gördüğünde içindeki aşkıyla birlikte yaşanan her şeyi sonsuza dek unutmasını ümit etmekten başka elimden bir şey gelmiyordu.

 

Giray meselesi üzerine konuşmamıştı bile. Yaptığım şeyi Şahin'e söyleyeceğini ve onun da beni kovacağını söylemekten başka bir şey yapmıyordu.

 

Hafta sonu valiz hazırlıkları ve alışverişle geçmişti. Anne babama yalan söylemek istemiyordum ama henüz Aziz'le sevgili olduğumuzu söylememiştik. Önemsiz bir olay gibi biz Aziz'le sevgiliyiz o yüzden ben şimdi İngiltere'ye gidiyorum diyemezdim. Onlar muhtemelen her şeyi tahmin ediyorlardı. O yüzden ben İngiltere'ye gidiyorum dedikten sonra niyesini nasılını pek sorgulamamışlardı. Babam biliyorsa da muhtemelen kondurmamak için elinden geleni yapıyordu. Ya da annem tarafından tehdit edilmişti çünkü annem olması gerekenden daha fazla mutluydu. Evde kalmayacağıma emindi galiba artık.

 

 

Mahir abim hafta sonu beni aradığında bu sefer yorgun değildi ve konuşmasını 'Hayırlı yolculuklar. Aziz'e selam söyle' diyerek tamamlamıştı. Oysa ki ben İngiltere'ye gideceğimi bile söylememiştim. Yine sorularıma cevap vermeyip "Abiler bilir" dediğinde sinirle telefonu suratına kapatmıştım. O cevap vermiyorsa Aziz cevap verecekti. Aziz'e soracağım sorular dağ gibi birikmişti.

 

Aziz'in İngiltere saatiyle 9'da duruşması olduğu için uçak saatimi ona göre ayarlamıştı. 1 saat duruşmaya vakit vermiş 1 saat de havaalanına olan yolu ekleyip saat 11 civarı orada olacağım uçuşu almıştı. Bu da Türkiye saatiyle 13 uçağı oluyordu. Saat farkından dolayı uçağın saatini yanlış anlayacağım diye etrafımdaki herkese teyit ettirmiştim.

 

Havaalanına erkenden geldim ve işlemlerimi hallettim. Uçağın kalkma zamanı geldiğinde de Aziz'in duruşması bitmişti. Kısa sayılabilecek bir uçuştu ama sonunda Aziz'e kavuşacağım için içim içime sığmıyordu.

 

Özlemiştim... Çok özlemiştim. Bu kadar özleyeceğimi düşünmüyordum ama fena özlemiştim. Öyle ki tehditleri bile bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkmıştı. Bana ne yapacağı umurumda değildi. Ben onun kucağındayken bana istediğini yapabilirdi.

 

Zihnimden geçen düşüncelerle, kirli düşüncelerin fink attığı kafama bir şamar yapıştırdım. Yanımdaki fazla özenli, 50'li yaşlarındaki kadın bana deliymişim gibi bakmıştı. Aynı şeyi ekonomi sınıfında yapsam kimsenin umurunda olmazdı ama Aziz Çınar Leventoğlu şovunu tabi ki yapmıştı.

 

Business classta içkiler ve yemekler ve sıcak havlularla birlikte uçuşun keyfini çıkardım. Birazcık çakırkeyif olmuş olabilirdim ama çok azıcık. Çok sarhoş olmaya uçuşun süresi yetmemişti.

 

Uçaktan indiğimde bagaj teslim alanından valizimin gelmesini beklerken Aziz'e nerede olduğumla ilgili bir mesaj attım. O da beni beklediğini yazdı. Neyseki valizim ilk çıkan valizlerden biriydi de ikimiz de daha fazla beklemeyecektik.

 

Valizimi alıp hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerledim. Otomatik kapı açıldığında sağıma soluma bile bakmama gerek kalmadan Aziz'i karşımda gördüm. Ben ona doğru koştuğumda kollarını iki yana açarak beni bekledi. İyice yaklaştığımda valizimi elimden bıraktım ve iki kolumu da Aziz'in boynuna dolayarak kucağına atladım. Eteğimden dolayı bacaklarımı beline dolayamamıştım ama Aziz, belime doladığı koluyla ayaklarımı yerden kesmişti. Diğer eliyle benim umursamadan bıraktığım valizimi tutup durdurmuştu. O kolunu da belime doladığında kafasını boynuma gömdü. İçine çektiği derin nefesin sesini duyarken dudaklarını boynumda hissetmem de hemen ardından olmuştu. Bir büyük öpücüğün ardından bir sürü küçük öpücükle aklımı başımdan alıyordu.

 

Daha fazla tepkisiz duramadım. Kendimi birazcık geri çektim ve Aziz'in yanaklarını tutarak yüzünün her yerine minik öpücükler bırakmaya başladım. Gözlerini kapatmış bir şekilde yüzünde tebessümle öpücüklerin tadını çıkarıyordu. Dudakları da bu küçük öpücüklerden payını alırken birkaç öpücükten sonra yakaladığı dudaklarımı bırakmamaya kararlı görünüyordu.

 

Ama bulunduğumuz ortamın farkına vardığında öpüşmemiz derinleşmeden beni yavaşça yere bıraktı. Dudaklarımız aramızdaki boy farkı yüzünden ayrıldı. Ben yavaşça gözlerimi açarken gözümün önünde bir buket pembe şakayıkla karşılaşmam bir olmuştu.

 

Aziz bir eliyle saçlarımı geriye attı ve elini yanağımla boynumun birleştiği noktaya çıkardı. Eli, bulunduğu yeri yavaşça okşarken gözlerimin içine bakıyordu.

 

Dudaklarında memnun bir tebessüm varken gözlerinin yıldızları yerlerine çoktan kurtulmuştu.

 

"Seni çok özledim." deyip alnıma derin bir öpücük kondurdu. Gözlerim kendiliğinden kapandı. Dudaklarının sıcaklığını hissettiğim süre boyunca da açılmadı. Yavaşça dudaklarını alnımdan çektiğinde gözlerimi araladım ve yüzüne gülerek baktım. Elindeki bir buket çiçeği koklayarak elime aldım.

 

Çiçeğin güzelliğine mest olmuşken Aziz'in bakışlarını üstümde hissedebiliyordum. Hafifçe kaşlarımı çatarak bir parmağımı ona doğru uzattım. "Bir daha gittiğin yere beni götürmezsen çok fena olacak Aziz Çınar!"

 

Çatılan kaşlarıma ve pek de etkili olmayan sinirime gülerek baktı Aziz. Daha sonra da burnunun dibine soktuğum işaret parmağımı dişlerinin arasına alıp hafifçe ısırdı. Kaşlarını benim gibi çattı ve parmağını ileri uzattı.

 

"Asıl gittiğim her yere benimle gelmezsen o zaman görüşeceğiz Birce Işık!"

 

 

🐞🐞🐞

 

 

 

birce.i.

 

 

dudaklarında arzu

 

 

kollarında yalnız ben 🩷

 

 

Bölüm : 26.12.2024 22:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Melin Öğüt / Yirmi Dokuz / 34. Bölüm- İstanbul->İngiltere
Melin Öğüt
Yirmi Dokuz
1. Bölüm Verilen Söz2. Bölüm- Ve Ayrılmaz Dostluğa!3. Bölüm- Etkileyici Hediye4. Bölüm- Karşılaşma5. Bölüm- Ellerimde Çiçekler6. Bölüm- Nedensiz, Nasılsız7. Bölüm- İhtimallerin Heyecanı8. Bölüm- Agop'un Meyhanesi9. Bölüm- Kim Bilir?10. Bölüm- Söz11. Bölüm- Kıskançlık12. Bölüm- Geçmemiş Geçmiş13. Bölüm- İnandır Beni14. Bölüm- Önce Sen!15. Bölüm- Aile16. Bölüm- Tırtıl ile Uğur Böceği17. Bölüm- İlk Bakış18. Bölüm- Geçmişin İzi19. Bölüm- Yüzleşme20. Bölüm- Yeniden21. Bölüm- Yarın Hiç Olmayabilir22. Bölüm- Yara23. Bölüm- Kendimden Bile24. Bölüm- İtiraf Çabası25. Bölüm- Tatil Öncesi26. Bölüm- Özgür Kelebek27. Bölüm- Çıkma Teklifi28. Bölüm- Korku29. Bölüm- Sevdalı Oldu, Felaket Oldu, Ayrılık Oldu30. Bölüm- Sevgili31. Bölüm- Her Şeye Rağmen32. Bölüm- Şimdi Uzaklardasın33. Bölüm- Uzak Mesafe34. Bölüm- İstanbul->İngiltere35. Bölüm-İlk Gün36. Bölüm-Ev37. Bölüm- Yüzük38. Bölüm- Davet39. Bölüm- Kavuşma40. Bölüm- Dönüş41. Bölüm- Bebek?42. Bölüm- Yemek.43. Bölüm- Plan44. Bölüm- İstiyorum, Veriyor Musun?45. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 146. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 247. Bölüm- Unutulan48. Bölüm- İyi ki49. Bölüm- Zafiyet50. Bölüm- Gizlenen51. Bölüm-Yanında52. Bölüm- Hayat53. Bölüm- Son Gün54. Bölüm- Evet!55. Bölüm- Yeni Bir Hayat56. Bölüm- Leventoğlu57. Bölüm- 2+158. Bölüm- Otuzuncu Mum Işığı (Final)Özel Bölüm: Hayat IşığıÖzel Bölüm: I.L.
Hikayeyi Paylaş
Loading...