
Selamlar, selamlarr🩷
Telafi niyetine bu bölüm daha uzun 😏
2024'ün son bölümü 😭Umarım keyifle okursunuzz
Bu yıl iyi ki cesaret edip dünyamı sizlerle paylaşmaya başlamışım...
2025'te de artarak çoğalalım ve hep birlikte olalım🙂↕️
Sizi seviyorum
Şimdiden iyi yıllarr
İyi okumalarr🩷
Havaalanından çıkıp arabaya doğru ilerledik. Yalnızca ikimizin olacağını düşünürken şirketin şoförü bizi karşılamıştı. Aziz'e attığım yan bakışlara karşı o bana sırıtarak cevap vermişti. Kapımı açıp arabaya binmemi bekledikten sonra kapıyı kapatıp diğer tarafa geçerek o da arabaya bindi. İkimiz de yerleştiğimizde şoför arabayı çalıştırdı. Adam türkçe anlamadığı için Aziz, hiç çekinme gereksinimi duymadan bana doğru döndü. Bir kolunu arkamdan belime doladı. Diğer eli ise dizlerimin üstündeki elime uzanmıştı.
"Duruşmadan çıktıktan sonra seni ben alırım diye düşündüm ama dönüşte tüm yol sana bakmamaya çalışmak çok zor olacaktı. O yüzden Nathan da geldi. Nasıl? İyi düşünmüşüm değil mi?"
Konuşurken beni kendine iyice çekmişti. Sorusunun ardından yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. "Yoksa seni böyle kollarımın arasında tutamazdım."
Onaylar bir mırıltı çıkararak başımı hafifçe salladım. Bu, iyi düşünmüşsün demekti ama ismini duyduğu için ara ara dikiz aynasından bize bakan bir adam varken pek de rahat olduğum söylenemezdi. Bakışları rahatsız edici değildi, sadece ben birazcık utanmıştım. Yol boyu düşündüklerimi, gerçekleştirmeye yaklaştıkça nedense yanaklarım daha da kızarıyordu.
Kızaran yanaklarımın görülmesini istemediğim için başımı Aziz'in boynuna sakladım. Belimde duran kolunun kasıldığını hissedebiliyordum. Nathan'a seslenip camı kapatmasını istedi. O an şoför tarafıyla yolcu tarafı arasından bir cam yükseldi. Şu an Nathan'ı değil kendi yansımamızı görüyorduk.
Aziz'le aynadan göz göze geldiğimizde gülerek çeneme uzandı ve başımı gömdüğüm yerden kaldırdı. Dudaklarıma hafif bir öpücük bırakıp geri çekildi.
"Bu etek sana çok yakışmış." derken gözleri vücudumu tarayarak eteğime doğru inmişti.
Bir elim gömleğinin yakasını buldu. Doktorun odasında görüntülü konuşurken ayarlarımla oynayan düğmeler, şu an parmaklarımın ucundaydı.
"Sen, seni şirkete götüreceğim deyince... Ben de ona uygun giyinmek istedim. Olmuş mu?"
Çenemdeki eli saçlarıma doğru çıktı. Önüme gelen saçlarımı arkaya doğru atarken her bir teliyle ayrı ayrı bakışıyordu. Yüzümü iyice açtığında bakışlarını tekrar gözlerime çevirdi.
"Olmuş mu ne demek? Gözlerimi alamıyorum."
Saçlarımdaki eli boynumu buldu ve beni kendine çekti. Dudaklarıma az öncekinden biraz daha uzun ama benim istediğimden çok daha kısa bir öpücük kondurup geri çekildi.
Elini boynumdan, tül çorap giydiğim bacağıma doğru indirdi. Birkaç saniye çorapla bakıştığında ondan pek de hoşlanmadığını fark etmiştim. Bacağımı okşamaya başladığında tekrar bakışlarını yüzüme çıkardı.
"Normalde seni bugün şirkete götürmek gibi bir niyetim olmazdı ama duruşmadan sonra direkt havalimanına geldiğim için Henry'yle görüşemedik. Kısa sürer zaten. Sen de iş arkadaşlarımla tanışmış olursun. Bir de kendini gösterirsin."
Son cümlesine kadar tebessümle onu dinliyordum ama son cümlesiyle birlikte 'bak seen' diyen bakışım suratıma hakim olmuştu.
"Kime gösteriyormuşum kendimi?" dedim burnumu dikerek.
Omuzlarını kaldırıp indirdi küçük bir çocuk gibi. "Birileri var. İnanmıyorlar sevgilim olduğuna. Hanımefendiler diyorum benden uzak durun sevgilim var. Dinlemiyorlar beni."
Benimle uğraştığını bilsem de etrafındaki kadınların Aziz'e ilgi duyduğunu düşünmemem aptallık olurdu. Kasılan çeneme rağmen gülüşümü bozmadım. Elimi yüzüne çıkardım ve küçük bir bebeği okşar gibi okşadım yanağını.
"Kim o seni dinlemeyenler? Gidince hepsini göstereceksin bana tamam mı? Tek tek göstereceksin."
Gözleri kısılırken dişlerini göstererek gülüşünü büyüttü. "Ne yapacaksın peki?"
Diktiğim burnum, burnuna değerken gözlerimiz çoktan dudaklarımızı bulmuştu bile. "Ağızlarına acı biber süreceğim." derken hareket eden dudaklarım dudaklarına değdi. Hem belimden hem bacağımdan beni kendine çekişiyle vücudumun yarısı neredeyse kucağındaydı. Dudaklarımızın buluşması farklı bir yöne gidecekken arabanın sert bir şekilde durduğunu hissetmemizle dudaklarımız ayrıldı. Aziz'in kucağındaki bacağımı kendime doğru çekerek eteğimi düzelttim.
Aziz, derin bir nefes alarak sinirlerine hakim olmaya çalıştı. Nathan aramızdaki camı indirdiğinde yüzünde yanlış bir şey yaptığını bilen bir ifade vardı.
"Geldik Aziz Bey." derken Aziz bakışlarını ona dikmişti bile.
"Fark ettik onu." diyerek homurdandı ve yanındaki ceketini giydi. Günlük hayatında takım elbise hiç giymiyordu ama işi sağolsun onu istediğim zaman takım elbiseyle görebiliyordum.
İş arkadaşları da görebiliyordu...
Umuyorum ki damarlarımdaki bu kıskançlık kötü sonuçlara yol açmazdı.
Ben çantamı ve üstümü toparlarken Aziz çoktan arabadan çıkıp benim tarafıma gelip kapımı açmıştı. Bu hareketlerinin hiçbirini centilmenlik olsun diye yapmıyordu. Aziz zaten böyle biriydi. Lisedeyken de ne zaman bir yerden içeri girecek olsak Aziz arkamda bile olsa adımlarını hızlandırır öne geçer ve kapıyı açardı. Beni buna o kadar alıştırmıştı ki kapılarımı kendim açmam gerektiğini üniversiteye geçene kadar unutmuştum bile.
Elimi tutarak beni arabadan indirdiğinde yüksek bir binanın önündeydik. Binanın içine girdiğimizde güvenlikler Aziz'e başlarıyla selam verdi. Aziz önümüzdeki kartla girilmesi gereken girişi eliyle işaret ettiğinde küçük kapılar otomatik olarak açıldı. Elimi çekerek beni asansöre doğru ilerletti.
Asansör kapıları kapandığında bana dönüp yan gülüşüyle gözlerimin içine baktı.
"Normalde bu fırsatı da kaçırmazdım ama asansör çok hızlı."
Ne dediğini anlayamadım önce. Kaşlarım çatıldı. Gülüşü bana ne demek istediğini anlattığında tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki asansörün kapıları açıldı.
Açılan ağzım "Hızlıymış gerçekten." diyerek kapandı. Biraz hayal kırıklığıyla konuşmam Aziz'i güldürmüştü. Elimi çekerek beni asansörden çıkardı.
Asansör geniş ve uzun bir alana açıldı. Odanın iki tarafında geniş çalışma masaları vardı. Biz orta alandan ilerlerken herkesin gözü bizim üzerimize çevrilmişti.
"Burası stajyerlerimizin alanı." dedi Aziz arkasını dönüp. Onun adımları benimkilerden daha ilerdeydi çünkü ben etrafımdaki bakışların niyetini çözmekle ilgileniyordum. Bu bakışlar arasında Aziz'e hayran olmayan bir bakış bulmak çok zordu.
E tabi ki o hayran bakışların bir sonraki hedefi de doğal olarak bendim. Ardından da ayrılmayan ellerimiz.
Aziz ortamdaki herkese iyi günler dileyerek, durmadan yola devam etti. Sola döndüğümüzde yine geniş bir koridor bizi karşıladı. Yanlarından geçtiğimiz cam kaplı odalardaki insanların da bakışları bizi buluyordu. Aziz etraftan gelen bakışları pek de umursamadan koridorun sonundaki odaya doğru ilerledi.
Odanın kapısını çalıp içerden gel sesini duyduğumuzda kapıyı açtı ve içeri geçtik. Tavandan yere kadar uzanan camların önünde takım elbiseli bir adam elinde bardağıyla manzarayı izliyordu. Kapının açıldığını ama kimsenin konuşmadığını fark ettiğinde yavaşça arkasını döndü. Sorgulayan bakışları Aziz'i gördüğünde neşeli bir ifadeye dönüştü.
"Aziz!" dedi heyecanla. "Kahramanım gelmiş!"
tam kollarını açmış bize doğru yürüyordu ki beni gördü. İşaret parmağıyla beni işaret ederken bir gözü kısıldı. "Sen de kahramanın prensesi olmalısın."
Ben yeni gelin edasıyla poz keserken Aziz gülerek bizi birbirimize tanıttı. "Birce, Henry, Henry, Birce"
Henry'yle tokalaşmak için elimi uzattığımda elimi dudaklarına götürüp üstüne bir öpücük bıraktı.
"Benim için bir masal kahramanından bir farkın yok Birce. Sonunda tanışabildiğime çok mutlu oldum. Ama seninle aramız bozuk haberin olsun."
Aziz'in ona daha önce benden bahsettiğini anlamıştım ama ne zamandır benden bahsediyor olduğunu henüz çözememiştim. Buna odaklanmak yerine benimle arasının bozuk olduğunu söyleyen adamdan bakışlarımı çevirip Aziz'e döndüm.
'Neden?' diyen bakışlarım Aziz'deydi ama Aziz de dudaklarını büzüp omuzlarını yukarı hareket ettirince ondan bir cevap gelmeyeceğini anladım. Tekrar Henry'ye döndüm.
"Neden?" dedim gerçek bir merakla.
"En iyi avukatımı Türkiye'ye göndermek zorunda kaldım senin yüzünden. Burada kalması için neler teklif ettim bilemezsin. Ama hiçbirini kabul etmedi."
Dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Göz ucuyla Aziz'e baktım. "Neden kabul etmediğini sordunuz mu?"
"Sormaz olur muyum?!" dedi Henry ani bir çıkışla. Belli ki hâlâ bu olaydan pek mutlu değildi. "Sadece tek bir şey istediğini, onu da benim ona veremeyeceğimi söyledi. Yalnızca kendisi alabilirmiş." Gözleri ikimizin arasında gidip geldi. "Görünüşe göre almış da."
"Tamaam!" dedi Aziz Henry'yi bölerek. "Ben yanınızdayken bu kadar dedikodumu yaptığınız yeter. Davayla ilgili bana söylemek istediğin bir şeyler varsa söyle lütfen sevgilimle vakitlerimi, şirketinde öldürmek istemiyorum."
"Görüyorsun değil mi Birce?" dedi Henry Aziz'i işaret ederek. "Hemen nasıl da benim şirketim oldu. Sahiplenme duygusu sıfır. Yazıklar olsun sana!"
Aziz başını hafifçe eğip gözlerini devirdiğinde Henry şaka yapmayı bırakması gerektiğini anlamıştı.
"Çocuğun ailesi sana teşekkürlerini iletiyor. Cumartesi günü düzenlenecek bir hayır etkinliği var. Sana da davetiye göndermişler. Senin için çok yararlı bir etkinlik olur. Türkiye'ye döndün ama buradaki çevreyi boşlamak istemezsin diye düşünüyorum. Biliyorsun bizim için network her şeydir."
Aziz, Henry'nin elinden davetiyeyi aldı. Davetiyeyi incelerken "Sen geliyor musun?" diye sordu. "Hayır." deyip başını iki yana salladı Henry. "Sadece sana iletmemi istediler."
Aziz'in bir kaşı havaya kalktığında davetiyeyi incelemeyi bitirmişti. "Düşünürüm." deyip elinde davetiyeyle Henry'nin göğsüne iki kere vurdu. "Başka diyeceğin bir şey yoksa biz çıkıyoruz?"
"İyi eğlenceler. Başkasının parasını harcıyormuş gibi rahatça tatilinizin tadını çıkarın."
Aziz bir küçük kahkaha patlattığında Henry'nin kurduğu cümlenin bir deyim falan olabileceğini düşündüm. Ya da İngilizlerin mizahı kötüydü ve Aziz de bundan nasibini almıştı.
Henry benimle vedalaşırken gitmeden bir kez daha görüşmek istediğini ve Aziz'le ilgili anlatacak çok şeyi olduğunu söylemişti. Bana böyle bir fırsat sunmuşken onu tekrar görmemek olmazdı. Bunu tatil planımızın bir köşesine not almam gerekiyordu.
Aziz'le şirketten çıkarken tüm gözler yine bizim üzerimize çevrildi. Aziz'in kolundan hafifçe çekiştirip adımlarımızı yavaşlattım. Bakmak istiyorlarsa istedikleri kadar bakabilirlerdi.
Sanki etrafımızdaki insanlar beni duyabilecekmiş gibi Aziz'in kulağına uzandım. Bir şey diyeceğimi anlayınca Aziz de hafifçe eğilmişti.
"Hangileri? Gösterecektin. Ağızlarına acı biber sürecektim."
Ciddi bir şey söyleyeceğimi sanan Aziz, söylediğim şeye hazırlıksız yakalanmış olacak ki dudaklarının arasından çıkan kahkahasını durduramamıştı. Ama durdurmalıydı! Bir insanın kahkahası bile bu kadar çekici olamazdı. Belli ki böyle düşünen tek ben değildim.
Gavur memleketi böyle oluyordu işte! Aziz'i eve atmaya çalışan komşusu bile bizim birlikte olduğumuzu düşününce bizi tebrik edip uzaklaşmıştı. Bunlar da edep de kalmamış, elini tuttuğum adamı kesiyorlardı hâlâ.
Aziz yüzündeki gülüşü silemeden bir şey diyecekti ki parmak uçlarıma kalkıp sıradan bir öpücük verir gibi dudaklarını öpüp topuklarımın üstüne geri indim.
Aziz'in böyle bir şeyi hiç beklemediği gözlerindeki parıltılı ifadeden anlaşılıyordu. Kendine geldiği an boştaki eli saçımı buldu. Bir yandan saçlarımla oynarken bir yandan da gözlerimin içine bakıp en derin aşk sözcüklerini fısıldıyor gibi duruyordu. Ama dediği şeyler "Sen beni kıskandığın için şirketin ortasında şap diye öptün mü az önce?" olmuştu.
"Rahatsız mı oldun?" dedim ama muhtemelen yüzüme bakan İngilizler 'seni yemek istiyorum' dediğimi düşünüyorlardı. Söylediklerimle yüz ifadem birbirlerinden bağımsızdı.
"Asla!" dedi Aziz net tavrıyla. "Beni öpmenden herhangi bir an rahatsız olursam Henry'ye ulaş ve bana akli dengesi yerinde değildir raporu alın."
Kıkırdamamı tutamamamla yanlışlıkla ortama daha cilveli bir Birce'yi göstermiştim. Aziz gözlerini etrafımızda dolaştırıp tekrar bana döndü.
"Sen beni kadınlardan kıskanıyorsun ama ben seni şu an hem kadınlarda hem erkeklerden kıskanıyorum onu ne yapacağız?" dedi tuttuğu elimi hafifçe sıkıştırarak.
"Bence buradan çıkarak bu problemi çözebiliriz." dedim başımı geriye atarak. Şakağıma bir öpücük kondurdu. "Beyninin kıvrımlarına hasta olduğumu söylemiş miydim?"
Fısıldayarak konuşması ve böyle cümleler kullanması kendimi tutmamı zorlaştırıyordu. Yine kıkırdayarak kendimi Aziz'in göğsüne yasladım. "Birkaç kere söylemiştin evet."
Aziz'in bakışları tekrar sağ tarafımda bir yere takıldı. "Biraz daha burada kalırsak ben Avrupayı farklı bir medeniyetle tanıştıracağım." deyip benden hafifçe uzaklaştı. Gözünü diktiği taraftaki birine seslendi.
"Henry'nin istediği dosyalar hazır mı?"
Başımı arkamda kalan kişiye çevirdiğimde elinde dosyalarla ne yapacağını şaşıran genç bir çocukla karşılaştım.
"Üzerinde çalışıyorum Aziz Bey." dedi kekeleyerek.
Aziz'in yüzünde, işini yaparken birkaç kere gördüğüm bir ifade vardı. Bakışları acımasız, çenesi gergin, adem elması belirgin...
Kafamı belli etmemeye çalışarak hafifçe sağa sola salladım. Aklım kendini bir şekilde sürekli bu düşüncelerin içinde buluyordu. Daha önce bir erkeğe baktığımda içimi böyle bir sıcaklığın sardığını hatırlamıyordum.
Aziz, bayıldığım ifadesini bozmadan gerilmiş çocuğa baktı. "Biraz daha çalış. Gözlerin işinle meşgul olsun." dediğinde çocuk utanmış gibi etrafına bakındı. Belki de kendine destek arıyordu.
"Afedersiniz Aziz Bey, biz sadece yani... Çok yakışıyorsunuz. Daha önce çok bahsedildiği için... Hanımefendi aramızda bir 'efsane' haline gelmişti artık. Sonunda karınızla sizi birlikte görebildiğimiz için biraz fazla baktık galiba kusura bakmayın."
Çocuğun aksanını anlamakta kendimi zorlasam da kurduğu cümledeki 'karınız' kelimesini yanlış anlamadığıma adım gibi emindim.
Daha önce benden çok mu bahsedilmişti? Henry de aynı şeyi söylemişti. Masal kahramanı mı demişti? Şimdi bu çocuk da 'efsane' diyordu. Ben sürekli bu şirkette konuşuluyor muydum? Ne zamandan beri?
"Artık gözünüzle gördüğünüze göre ürettiğiniz çeşit çeşit senaryoların bir sonu gelir diye düşünüyorum." dedi Aziz etraftaki tüm genç çalışanlara bakarak. "İyi çalışmalar size." deyip halihazırda tuttuğu elimi hafifçe çekiştirdi. Ben de şaşkınlığıma rağmen ona ayak uydurdum. Etrafımızda bize meraklı gözlerle bakan gençlere tatlı bir gülüşle veda ettim.
Asansörün fazla hızlı olduğunu bildiğim için yukarıda yaşanan şeyin konusunu asansörde açmadım ama gözüm Aziz'in üzerindeydi. O da hiçbir şey olmamış gibi bana bakmıyor, gözünü asansörün kapısından ayırmıyordu.
Asansör açıldığında Aziz yine beni peşinden sürükleyerek dışarı çıkardı. Kapıda görevlilere tekrar selam verdi ve bizi bekleyen arabaya bindik.
Araba ilerlemeye başladığında Aziz'le konuşmakla etrafa bakmak arasında kalmıştım. Havaalanından gelirken ilgilendiğim farklı şeyler olduğu için çevreyi pek inceleyememiştim ama ben İNGİLTERE'DEYDİM!
Aziz'i benden uzak tuttuğu için aramızda bir husumet vardı ama yine de tanıyıp sevmek istediğim bir şehirdi çünkü her ne kadar Aziz bana söylemese de burayı sevdiğine emindim. Burası uzun yıllar onun evi olmuştu.
Sevdiğim adamın evini tanımak istiyordum.
Arabayla nehrin yakınlarında ilerlerken köprüye doğru gittiğimizi gördüm. Buraların o kadar çok fotoğrafını görmüştüm ki şu an o fotoğrafların içinde bulunmak çok garip hissettiriyordu. Gözlerimi manzaradan çekemiyordum. Etraftaki her şeyde gözümü gezdiriyordum. Sanki bakmadığım yerlerde bir şeyler kaçırıyormuşum gibiydi.
Köprüyü geçerken ancak aklıma nereye gittiğimizi bilmediğim gelmişti. Başımı camdan Aziz'e çevirdim. "Nereye gidiyoruz?"
Aziz o sırada çoktan bir eli çenesinde, gülerek beni izliyordu. "Varlığımı hatırlaman ne iyi oldu. Sevdin ama değil mi Londra'yı."
Dudaklarımı memnuniyetsizlikle büktüm. "Bir İstanbul değil."
Cevabım Aziz'i güldürürken bir eliyle çenemden tutup beni kendine çekti ve yanağıma sesli bir öpücük bıraktı.
"Ankara için de aynı şeyi söylüyordun. Senin benim şehirlerimle bir derdin mi var?"
Gözlerimi devirerek elini ittim. "Tabi ki var." dedim tüm netliğimle. "Seni benden uzak tutuyorlar."
Aziz bu cevabı beklemiyor olacak ki birkaç saniye boyunca ne söyleyecekse unutup sadece yüzüme bakabildi. Ardından kendini toparladı. "Benimle birlikte olsan sıkıntı olmaz yani, seversin?"
"Orasını bilemeyeceğim." dedim omuzlarımı yukarı kaldırarak. "Sadece sevmek için bir şans veriyorum."
Kabullenmişlikle başını aşağı yukarı hareket ettirdi. "Ben de bunun için uğraşıyorum. Seni çok güzel bir restorana götüreceğim. Acıkmışsındır. Öğle yemeğimizi yeriz."
Uçakta yediklerim sayesinde hâlâ çok aç sayılmazdım ama bu teklife de hayır diyemezdim.
Nehir kenarında bir restorana geldiğimizde Aziz ellerimizi uhuyla birbirine yapıştırmış gibi yine elimden tutarak beni yönlendirdi. Siparişi ona bıraktığımda garsonu yanına çağırarak meşhur İngiliz yemeklerinden birkaçını sipariş verdi.
Garson yanımızdan ayrıldığında nihayet Aziz'i sorgulama aşamasına geçebileceğimi hissettim.
"Demek karın ha?" dedim gülüşüme engel olmaya çalışarak.
Önce ne dediğimi anlamamış olsa gerek hafifçe kaşları çatıldı. Ben ona manalı bir şekilde bakmaya devam ettiğimdeyse ne demek istediğimi anlamış ve gülerek başını öne eğmişti.
"Oysa ki ben birine evet dediğimi falan hatırlamıyorum."
Aziz gülerken aniden birkaç saniyeliğine de olsa yüzü düştü ama kendini hemen toparlayıp yan gülüşüyle bana baktı.
"Senin haberinin olmasına gerek yoktu. Evli olan benim."
"Öyle mi?" dedim başımı hafifçe sağa yatırarak. "Ne zamandır evlisiniz?"
"4 yıl civarı. Henüz 5 yıl olmadı."
"Bu insanlar seni 4 yıldır evli mi sanıyor?!" dedim şaşkınlıkla.
"O insanlar beni 4 yıldır tanımıyor. Sadece sağdan soldan duyduklarıyla evli olduğum kanısına vardılar. Ben de bozmadım. İşime geldi."
"Ha karının ben olduğumu bilmiyorlardı yani. Sadece bir eşin olduğunu sanıyorlardı?"
Başını iki yana salladı. "Hayır, karımın sen olduğundan haberleri vardı. Arkadaşlarıma senden çok bahsettim. Arkadaşlarım tabi ki karım olmadığını biliyorlardı ama bir ara bir karakter yaratıp ona aşık olduğumu düşünmüş olabilirler. Birlikte fotoğraflarımızı gördüklerinde ancak ikna olmuşlardı."
Geçmişte kalmış komik bir anıdan bahseder gibiydi ama ben içindeki acıyı görebiliyordum. Benim de aynı şeyleri yaşadığım dönemler olmuştu.
"Sen arkadaşlarına benden mi bahsediyordun?" dedim kendime hakim olamayarak. Cevabını biliyordum ama ondan duymak istiyordum.
"Psikiyatristim içime attıkça panik ataklarımı tetikleyebileceğimi söylemişti. Ona tabi ki anlatıyordum ama bir arkadaşa bahsetmenin farklı bir duygu olduğunu söylemişti. Haklıydı da. Ana dilin olmayan bir dilde duygularını anlatmaya çalışmak çok zor oluyordu. Hoşuna gitmeyecek ama burada Türkçe bilen tek arkadaşım o olduğu için seni Asu'ya da çok anlatmıştım ilk zamanlar."
Duyduğum isim beni rahatsız etmişti ama o an Aziz'le bu konuyu yeterince konuşmadığımızı fark ettim. Asu, Giray'ın beni aldattığı kadındı ama Aziz'in de arkadaşıydı. Bana yaptığı şeyden sonra Aziz onunla görüşmeyi kestiğini söylemişti ama boşanma sürecinde eski arkadaşı tekrar kapısını çaldığında onu geri çevirmemişti. Şimdi de anlattığı gibi, zor zamanında yanında olmuş en azından derdini dinlemişti. Bunlar çok güzel davranışlardı ama ben öyle hissetmiyordum. O kadının zamanında Aziz'in yakınlarında olmuş olması düşüncesi bile içimdeki kıskançlık damarlarının kabarmasına neden oluyordu. Yine de konuyu buraya çekmeden konuşmaya çalıştım.
"Ne diyordu benimle ilgili? Sen ne anlatıyordun daha doğrusu?"
Gizlemeye çalıştığım merakım pek de gizli olamamıştı. Bunu Aziz'in tutmaya çalıştığı gülüşünden anlayabiliyordum. Kafasını nehre doğru çevirerek derin bir nefes alıp geri bana döndü.
"Ben seni ne kadar çok sevdiğimi, neden senin yanında olamadığımı ve... Senin yanında kimin olduğundan bahsediyordum."
Aziz benim yanımda olamazken, benim yanımda olan Kürşat'ı, Şahin'i kıskanıyordu. Bense onun yanında olmadığım zamanlarda yanında olabilen Asu'yu. Yapmamız gereken şey ne kadar da basit gibi görünüyordu oysa. Ama yapamamıştık.
Aziz'in "Ben İngiltere'ye geldiğimde amacım burada yıllarca kalmak değildi Birce." demesiyle zihnimdeki sesler sustu.
"Ya da bu durumu sizden sonsuza kadar saklamak da değildi."
Kurduğu cümlelerle birlikte kaşlarım da gittikçe daha da çatılıyordu.
"Ankara'daki ilaç tedavisi işe yaramadı. Ameliyat önerdiler. O zaman önerdikleri ameliyat şimdiki gibi küçük bir iz bırakacak bir operasyon da değildi. İki göğsünün ortasını boydan boya kestikleri bir operasyondu." İşaret parmağını iki göğsünün arasında yukarıdan aşağıya ilerletti. "Riskli bir operasyondu. Sonrası da zordu. Yapılan ameliyatı kalbim kabul etmeyebilirdi. Yeni bir ameliyat gerekebilirdi. Ömrüm boyunca kullanmam gereken ilaçlar olacaktı ve ben daha 19 yaşındaydım. Rahatça nefes alabilmek için ödemem gereken çok fazla bedel vardı."
Aziz geçmişten bahsederken benim kalbim ağzımda atıyordu. Şu an karşımda ve sağlıklı olduğunu bilsem de bu anlattıklarının hepsiyle mücadele etmişti.
"Annem de babam da yıllar sonra ilk defa bir konuda hemfikirlerdi. Onlara göre oradaki doktorların amacı beni tedavi etmek değil bıçak altına yatırmaktı sadece. Annem zaten tedavi sürecime dahil olmadan önce de sürekli araştırma yapmış bu konuda. Yurt dışında tedavi olmaya karar verdiğimde gelip her şeyi anlatmak istedim size. Her şeyi anlatacaktım ve öyle gidecektim. O an için bencillik yaptığıma da emindim ama umursamadım. Beni düşüneceğini biliyordum. Aklının bende kalacağını, endişeleneceğini, kendini yıpratacağını da biliyordum. Ama ona rağmen sana söylemek istedim." Gözlerini gözlerimden ayırdı ve ellerine çevirdi. "Kürşat'la olduğunu öğrenene kadar sana gerçekleri söylemeye kararlıydım. Sonra... Sonra düşündüm. Benim seni sürükleyeceğim yaşamı düşündüm. Bir başkasının sana yaşatabileceği hayatı düşündüm. Sonra da gördüm. Gözümle gördüm. Onun seninle ilgilenişini, etrafında oluşunu, senin ona gülüşünü... Seni bile bile belirsiz hayatımın içine çekemezdim. Şimdi değil diye düşündüm sadece. Zamanı şimdi değilmiş."
Ben kendimi açıklamak için ağzımı açmıştım ki konuşmaya devam etti.
"Önce Fransa'da bir doktora göründüm. O da kesin konuşmadı ama bana 2 yıllık bir ilaç tedavisi planı anlattı. Onu değerlendirmeyi düşünürken İngiltere'ye geldik ve Micheal'la görüştük. İlaç tedavisine en çok inanan Micheal'dı ama onun daha çok inandığı benim değiştirmem ve kabullenmem gereken bir hayat stiliydi."
"Hayat stili?" diye sordum anlamayarak.
"Micheal'a göre kısa bir tedavinin ardından ameliyatsız ve ilaçsız yaşayabilirdim ama 'sakin' bir hayat yaşamam gerekiyordu. Koşamazdım mesela ama yürüyüş yapabilirdim. Su altında nefesimi tutarak yüzemezdim ama dalgasız denizde ya da havuzda günlük birkaç tur atabilirdim. Dönme dolaba binebilirdim ama lunaparktaki heyecanlı aletlerin hiçbirine binemezdim." Gözlerindeki bakış daha da yumuşadı ve doğrudan gözlerimi buldu. "Birini sevebilirdim mesela ama kalbime zarar vermemeliydi. Onu görünce nabzım hızlanmamalıydı. Ona yaklaştığımda panik atak mı geçiriyorum diye düşünmemeliydim. Beraber olmadan önce... Beraber olmadan önce sevdiğim kadına dokunmak beni öldürür mü diye düşünmek zorundaydım."
Aziz birkaç saniye sessiz kaldığında bir şey demem gerektiğini hissettim ama ne demem gerektiğini bilmiyordum.
"Ben sana zarar mı veriyordum?" diyebildim en sonunda. Gözlerimdeki korkak bakışı fark etmiş olacak ki aramızdaki küçük masaya doğru yaklaştı ve yanağımı baş parmağıyla okşamaya başladı.
"Micheal'ın benim için kurduğu hayat bana zarar veriyordu." dedi tebessümle. "Öyle bir hayat yaşamak istemediğimden emindim. Tedavim bittikten sonra gelip her şeyi anlatmak için yaşadım ben o ilk yılları. Senin başka biriyle sevgili olduğunu bilmeme rağmen. İlk ayrılığınızı öğrendiğim zaman uçağa atlayıp gelmemek için kendimi zor tuttum. Kendimden de nefret ediyordum ama hislerimin önüne geçemiyordum. Yapmam gereken tek şey iyileşmekti. Böyle kandırıyordum kendimi. Sonra sen bir fotoğraf paylaştın. Yanında o vardı. Barışmıştınız... Bu dört yıl boyunca böyle devam etti. Ayrı olduğunuzu bildiğim zamanlarda bile elim kalbimde geziyordum tekrar barışacaksınız diye. Tabi bu sırada benim ilaç tedavim çoktan bitmişti. Okulun ikinci senesinde ilaçların çözüm olmadığını fark ettiğimizde Micheal'dan beni ameliyat etmesini istedim. Kabul etmedi. Onun önerdiği hayatı yaşarsam, sporla, nefes egzersizleriyle bedenimi güçlendirirsem bu delik beni öldürmezmiş. Ama bilmiyordu ki onun bana önerdiği hayatı yaşarsam sensizlik beni öldürürdü."
Masanın üzerinde hareketsiz bir şekilde kalan ellerimi tutup ikisinin üstünü de öptü. Gözlerime baktığında, gözlerinin dolduğunu gördüm.
"Micheal'a seni anlattım. O, senin yanında kalbimin nasıl attığını biliyordu. Sen elimi tutup çekiştirdiğinde, başını omzuma yasladığında, gözlerimin içine bakıp bana bir şeyler anlattığında, sana seni sevdiğimi söylemeye çalıştığımda, öpecek kadar sana yaklaştığımda kalbimin ne kadar zorlandığını biliyordu."
Gözümden akan bir damla yaşı parmaklarını tersiyle sildi anında. Sonra tekrar elimi tuttu.
"Ama sensizken, elini tutamayınca, gözlerine bakamayınca, sana seni sevdiğimi söyleyemeyince, öpemeyince kalbimin çektiği acıları bilmiyordu."
"Aziz." diye mırıldanabildim sadece. Dudaklarımın arasından çıkabilen tek kelime buydu. Kalbimdeki acıya şifa gibi tutunabildiğim tek kelime buydu.
"Ben yine de sen mutlu olduğun sürece her şeye dayanabilirdim... Belki dedim, sen istediğin hayatı yaşarken ben de bana biçilen bu hayatı yaşarım. Günün birinde benim hayatım senin için yaşanılabilir olduğunda belki yine yollarımız kesişir. Hep umut ettim ama olmadı. Senden uzakta olmak benim için bir çözüm değildi hiçbir zaman. Zor da olsa kendime itiraf edebildim sonunda. Okulum bitmişti, senin de okulun bitmişti. Onunla da tamamen bitirmiştin. Biliyordum."
Buna nasıl emin olabildiğini bile soramadım. Şu an bana hiç bilmediğim bir zamandan bahsediyordu. Okullarımız bittikten sonra İstanbul'a gelmeyi planladığını anlatıyordu.
"Micheal'ın beni ikna etmek için öne sürdüğü her şeyi reddeddim. O zamanlar annemle görüşmeye başlamışlardı." Aziz'in gülerek kurduğu cümleye şoktan nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Bu hikayede böyle bir bilgiye hazır değildim.
"O yüzden benimle daha çok ilgileniyordu. Seni de biliyordu. Ömrümün sonuna kadar ilaç kullanmak yerine huzurlu bir kasabaya yerleşip oradaki halkın ufak dertleriyle uğraşmam gerektiğini düşünüyordu ama ben onu meslek seçiminde bile dinlememiştim zaten. Kısacası beni ameliyat etmeyi kabul etti ama olabilecek ameliyatta ve sonrasında olabilecek her türlü komplikasyonu önlemek için dediği her şeye uyacağım bir 6 ay istedi benden. Beni ameliyata hazırlamaktı derdi. Kabul ettim. Üniversite sınavına çalışırken bile programıma o kadar düzenli uymamıştım. Ameliyat zamanı yaklaşıyordu ve ben sürekli senden haber almaya çalışıyordum. O dönem sadece instagramından haber alabiliyordum ama bir süredir paylaşım yapmayı bırakmıştın."
Aziz'in son cümlesini ve anlattığı olayın yılını düşündüğümde başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hissettim. Bundan beş yıl öncesinden bahsediyordu ve o zaman...
"Sonra bir fotoğraf paylaştın... Yanında bir adam, parmağında bir yüzük, gülerek kameraya baktığın bir fotoğraf..."
Aziz'in gözleri gözlerimde değildi. Dalgın bir halde nehre bakıyordu. Yüzündeki ifadeden o fotoğrafın şu an gözlerinin önünde olduğunu anlayabiliyordum.
"O an içimde nelerin koptuğunu sana anlatamam Birce. Anlatmak istemem de. Ama o an bir şeylerden vazgeçtiğim ilk andı. İstanbul'da sarılarak ayrıldığımız o günden sonra ben her an iyileşmiş bir şekilde sana gelmek için bir yol aradım ama seni öyle görünce... Seni öyle mutlu görünce... 'Ne ummuştun ki?' diye sordum kendime. 'Senin istediğin de ona yaşatamayacağın bu hayatı bir başkasının yaşatabilmesi değil miydi?' dedim. 'Dilediğin olmuş, üzülemezsin.' Belki de sana geri dönmeye bu kadar yaklaştığım an bunun olmasıydı beni bu kadar yıkan. Bilemiyorum."
Başını hafifçe sağa sola salladı ve sonunda gözlerime baktı. "O günden sonra Asu bana o adamla fotoğrafını gönderdiği ana kadar seni geride bırakmaya çalıştım. Hakkım olmayarak kızgındım sana. Kırılmıştım, üzülmüştüm. Ortada bir ihanet yoktu ama ben ihanete uğramış gibi hissediyordum. Asu'yla o adamın fotoğrafını gördüğümde içim içimi yedi. Bir yanım gönder diyordu bir yanım gönderme. Bir yanım diğerini kalpsizlikle suçluyordu öbürü onu bencillikle. Ama ben seni tanıyordum Birce. Hâlâ benim tanıdığım o kız olarak kaldığını ümit ederek gönderdim o fotoğrafı sana. Sonrasında da bir daha seni düşünmemek için elimden gelen her şeyi yaptım. Bunca zaman seni, geleceğimizi düşünerek çalıştığım işimde artık seni düşünmemek için çalışıyordum."
Bir şeyi hatırlamış gibi hafifçe güldü. "İkisinin de ne kadar başarılı yöntemler olduğunu işimdeki pozisyonumdan anlayabilirsin."
Bana bu kadar çok şey anlatıp üstüne bir de hiçbir şey olmamış gibi şaka yapıyordu. Bozulmuş sinirlerime hakim olamayarak ben de güldüm.
İlk yıllar benden vazgeçmemişti. Belki doğru belki yanlış ama beni korumak istemişti. Benim ondan vazgeçtiğime emin olduğundaysa tutunacak hiçbir şeyi kalmamıştı.
"Belki Micheal'ın tavsiyesine uymalıyım diye düşündüm. Onun önerdiği gibi bir hayat yaşamalıyım. Kısacası hayatsız olmalıyım. Denedim. Yaptım da. Ama kendimi ne kadar uzak tutmaya çalışsam da eninde sonunda kendimi bulduğum tek bir yer vardı."
"Fish and Chips, Shepherd's Pie, Beef Wellington..." diyerek gelen garsonla Aziz'in sözü yarıda kaldı. Garson masaya siparişlerimizi yerleştirirken ben yaşarmış gözlerimi silmeye çalışıyordum. Gerçekten bu konuşmayı evimizde yapamaz mıydık diye düşünmekten başka bir gelmiyordu aklıma.
Garson gittikten sonra "Kendini bulduğun tek yer?" diye sordum merakla. Aziz yine dudaklarına yan gülüşünü kondurmuştu. Hadi yemeğini ye. Artık yarının getirdiklerinden korkmuyorum. Her an bizim. Her an biz bizeyiz. Geçmişi düşünmeden yemeğimizi yiyebiliriz. Nasılsa geleceğimiz birlikte. Konuşacak çok zamanımız var. Duymaktan nefret edecek olsam bile senin de bana anlatacağın çok şey var.
🐛🐛🐛
Bana Aziz'in en nefret ettiğim huyunu sorsalar hiç düşünmeden işine geldiği anlarda hiçbir şey olmamış gibi davranıp hayatına devam etmesi derdim.
Çünkü tam olarak da bunu yapmıştı. Onca anlattığı şeyden sonra önümüze yemekler konduğunda konuyu kapatıp yemeğe başlamış, beni de yedirmiş ve gözümüzün görebildiği ölçüdeki tarihi binalardan, ne zaman yapıldıklarında, ne için kullanıldığından ve içlerinde yaşanmış olaylardan bahsetmişti.
Tabi ki de anlattıklarından hiçbir şey hatırlamıyordum çünkü o bunları anlatırken benim tek düşünebildiğim geçmişte yaşadıklarımızdı. Ve de Aziz'in doktorunu dinlemeyerek olmayı kabul ettiği ameliyat...
Benimle bir hayat yaşayabilmek için bıçak altına yatmıştı. Benimle bir hayat yaşayabilmek için ömrünün sonuna kadar ilaç kullanmayı kabul etmişti. Bunlar... Çok büyük kararlardı ve Aziz bunları benim için vermişti.
Restorandan çıktıktan sonra nehir kıyısında yürüyüş yapmıştık. Doğruyu söylemek gerekirse o anlarda biraz olsun kafamı boşaltıp sadece Aziz'e odaklanabilmiştim. Belki de benim de ondan bunu öğrenmem gerekiyordur diye düşünüp zihnimi boşaltıp ona ayak uydurmaya çalıştım.
Her an benim için bir anıydı ve zihnime kaydetmek yetmediği için sürekli fotoğraflarımızı çekiyordum. Önceden bizim fotoğrafçımız Aziz olduğu için o gittiğinde ikimizin birçok fotoğrafı da onunla birlikte gitmişti. Sadece çıkartmayı akıl ettiğim fotoğraflarım benimleydi. Sanki bunun acısını çıkartmak istercesine çekiyordum fotoğraflarımızı. Aziz kendi telefonuyla fotoğraf çekmeye çalıştığında bile ona izin vermiyordum.
Yolumuzun üstünde Aziz'in öve öve bitiremediği bir pastaneden yine öve öve bitiremediği bir tatlı olan Manchester Turtasından aldık. Ben her ne kadar yorulmadığımı söylesem de Aziz yarına enerjimin olmasını istediğini söyleyerek günün geri kalanını evde geçirmemiz için beni ikna etmişti. Turta yiyip, film izleyip, bir şeyler içme teklifi ne yalan söyleyeyim çok cazip gelmişti. Bir de belki Aziz'in turta paketini tutan ellerini üzerimde hissedeb...
Kafamı sağa soka sallayıp zihnimdeki düşünceleri dağıttım. Hareketimi fark eden Aziz tam bana ne olduğunu soracaktı ki Allah'a şükürler olsun Nathan arabayla köşeyi dönüp önümüzde durmuştu.
Aziz, evin şehirden uzak olduğunu söylemişti. O yüzden gidecek yolumuz vardı. İstersem uyuyabileceğimi de eklemişti ama benim tek yaptığım şey koala gibi Aziz'e sarılıp başımı göğsüne yaslamaktı. Kalbinin sesini duymak bana iyi geliyordu. Bu ses kulaklarımdayken Aziz'in anlattıklarını daha sakin düşünebilirdim.
Uyumamıştım ama gözlerim kapalı olduğu için Aziz uyuduğumu düşünüyordu. Bir eli saçlarımı incitmekten korkar gibi okşarken diğer eli de bir yere gitmemi engellemek ister gibi bacağımın üstündeki yerini almıştı.
Zihnimdeki düşüncelerin susmadığı ama sessiz geçen bir yolculuğun ardından araba durduğunda eve geldiğimizi anlamıştım. Gözümü açtım ve başımı yasladığım yerden kaldırdım. Uyuduğumu düşünen Aziz muhtemelen bu kadar çabuk ayılmama şaşırmıştı.
İkimiz de arabadan indiğimizde karşımda yemyeşil bir bahçe ve harika bir taş ev duruyordu. Bir mimar olarak karşımdaki evin güzelliğine ağzımın suyu akmıştı. Aziz'in bana gelmek için vazgeçtiği şeylerden biri de bu huzurlu ortamdı. Kuş sesleri ve doğanın sessiz sesi öyle güzeldi ki İstanbul'da en son böyle bir sessizliğin tadını yine Aziz'le göl kenarındayken çıkarabilmiştim. O'ysa zaten böyle bir huzuru bırakıp gelmişti.

Aziz valizimi ve turta paketini tek eline alarak diğer elini bana uzattı ve birlikte eve doğru yürüdük. Kapının önüne geldiğimizde elimi bırakmak yerine valizi ve paketi bıraktı. Ceketinin cebinden evin anahtarlarını çıkardı ve kapıyı açıp önden benim geçmemi sağlayarak eve girdi.
Eve girer girmez bizi karşılayan, inanılmaz güzel döşenmiş, geniş bir salon oldu.
"Burayı da mı şirket dizayn etti?" diye sordum etrafıma bakarken. İstanbul'daki evi eşyalıydı. Muhtemelen bu da öyleydi.
Aziz ceketini çıkarıp dolaba asmakla meşguldü. "Burası şirketin ayarladığı ev değil. Benim evim. 5 yıl önce aldım. Ben ilgilendim her şeyiyle."
Ben şaşkınlıkla etrafıma bakarken Aziz'in kolları arkamdan belime dolandı. Çenesini omzuma yasladı. "Nasıl? Beğendin mi?"
Başımı aşağı yukarı salladıktan sonra Aziz'e doğru döndüm. Yanağı hemen burnumun dibindeydi. "Çok beğendim. Ne kadar zevkli biriymişsin sen böyle." deyip takdir edercesine yanağına büyük bir öpücük kondurdum.
"Zevkli olduğumu bu evle mi anladın?" dedi kınar gibi. "Oysa 14 yaşımda sana aşık olurken ne kadar zevkli biri olduğumu ortaya koymuştum bence."
Yüzümdeki gülüş büyürken kollarının arasında döndüm. Ellerim önce yanaklarını buldu ardından saçlarını. Günlerdir aklımdan çıkmayan yüz tam karşımdaydı ve biz sonunda dört duvar arasındaydık.
Aziz'e fırsat vermeden dudaklarına yapıştım. Beni büyük bir memnuniyetle kabul etti. Belimdeki kolları sıkılaşırken vücudumu tamamen kendine yapıştırdı. Araladığı dudaklarının arasından kayan dilim tadını aldığı anda daha da doyumsuz olmuştu.
Bir elim ensesindeyken diğer elimle saçlarını avucumun içine sıkıştırmıştım. Öpüşmemiz daha da derinleşirken Aziz'in bacaklarının hareketlenmesiyle ben de ona ayak uydurdum. Birkaç adım attığımızda sırtım soğuk bir duvarla buluşmuştu. Aziz'in başımın arkasına getirdiği eli sayesinde anın sarhoşluğuyla kafamı duvara gömmemiştim.
Duvarla Aziz arasında sıkışmış bir haldeyken tek kurtuluş yolu Aziz'in dudaklarıymış gibiydi. Öpüyor, emiyor, dilimle tadına varmak için şimdiye kadar yapabildiğimi bile bilmediğim şeyler yapıyordum.
Aziz, belimdeki elini yavaşça kalçama doğru ilerlettiğinde kasıklarımdaki hareketlenmeyi bastırmamın tek yolu farklı bir hareketlenmeydi. Alt bedenimi duvardan ayırarak Aziz'e doğru bastırdığımda dudaklarından çıkan inlemeyle bunun pek de doğru bir karar olmadığını anladım ama...
Ne kadar güzel bir yanlış karardı.
Ben kendimi Aziz'e bastırdığımda Aziz de kalçamın üstünde duran elini sıktı sertçe. Bu sefer inleme sırası bana geçmişti. Bu hareketi beklemediğim için can alırmışçasına tutunduğum dudaklardan ayrılan dudaklarımdan Azizin'kine göre çok daha yüksek bir ses çıkmıştı.
Aziz'in dudakları da eli de inlemem karşısında 3 saniyeliğine durdu. 3 saniyeliğine de olsa birazdan birbirimizden ayrılacağımızı düşündüm ama dördüncü saniyede ne kadar yanıldığımı anladım.
Aziz, 3 saniye nefeslenen dudaklarımızı benden daha büyük bir iştahla birleştirdi. Kulaklarıma gelen seslerin kızarmama sebep olduğunu hissetsem de hiçbir şey yapamıyordum. Yapmak istemiyordum.
Başımın arkasındaki elin yavaşça çekildiğini hissettim bir sonraki saniyeyse o da diğer elinin yanında, kalçamdaki yerini almıştı. İki elini aynı anda sıktığında bu sefer inlemelerim dudaklarının arasında kaybolmuştu.
Kalçalarımdan tutarak beni kucağına aldığında dudaklarımız tekrar ayrılmıştı ama onunkiler hemen önlerindeki boynuma gömülerek öpücüklerini sürdürdüler.
Boynumun her bir santimini öperken ben çoktan kendimden geçmiştim. Gözlerimi kapatıp başımı geriye atarak ona daha geniş bir alan açmak istediğimde Aziz'in hareket ettiğini fark ettim. Ayakları bizi bir yere götürüyordu ama nereye olduğu pek de umurumda değildi açıkçası. Dudaklarının durmaması benim için yeterdi.
Dudakları boynumdaki gezisine devam ederken bir an için varlıklarını hissedemediğimde gözümü açmıştım ki kendimi soğuk bir yorganın üstünde buldum.
Yatak odasına gelmiştik. Normalde olsa 10 dakika boyunca da bu odayı izlerdim ama şu an tek istediğim bana yukarıdan bakan adamın bir an önce üstümde olmasıydı.
Sırtımı yataktan hafifçe kaldırdım ve Aziz'in gömleğinden tutup çekerken kendimi yatağa geri bıraktım.
İki elini yatağa bastırmış bir halde üstten üstten bana bakıyordu. Gömleğinin yakalarında duran elimle onu ani bir hareketle biraz daha kendime çektim. İki kolunu da kırarak aramızdaki mesafeyi kapattı ve tekrar dudaklarıma saldırdı.
Ellerim sanki yolunu biliyormuşçasına Aziz'in gömleğinin düğmesine ilerledi. Takım elbise içinde inanılmaz seksiydi ama takım elbisesinin düğmelerini açarken daha da seksiydi.
Düğmelere pek de kibar davranmayarak tek tek açmaya çalıştığım sırada Aziz'in bir elini bacağımda hissettim. Bacağımın iç tarafına hafifçe bir baskı uyguladı ve bacağımın açtığı alana kendini yerleştirdi.
Bacak aramda hissettiğim sertlikle daha önce küçük bir tanışmamız olmuştu ama şu an... niyeti sadece tanışmak değildi. Bir alacağı var gibiydi.
Tüm düğmeleri açtığımda elim anında Aziz'in göğsünü buldu. O da tam o anda kendini bana bastırınca ikimizin inlemesi odanın duvarları arasında eriyip gitti.
Tüm düğmelerinden kurtulan Aziz bir hışımla gömleği üzerinden çıkardı. Ardından gözleri benim ince kazağıma kaydı. Sadece boğazım açıktaydı. Ona 'sevmesi' için pek fazla alan tanımıyordu. Gözümün içine baktığında kollarımı yukarıya doğru kaldırdım. Bu sözsüz bir izindi. Kazağın uçlarından tuttuğu anla çıkardığı an bir olmuştu.
Karşısında sütyenle kaldığımda göğüslerimle bakışmasının ardından sütyenin açık bıraktığı dolgunluklara öpücüklerini bırakmaya başladı. İçimde öyle bir his vardı ki ne yapsa daha fazlasını istiyordum. Bir elim sırtında dolaşırken diğerini saçlarına geçirmiştim. Başına yaptığım hafif baskıyla göğüslerime daha da gömülmüştü.
Öpücükleri göğüsümden karnıma doğru indiğinde karnımdaki tırtılların kozalarını yırtmak için büyük bir çaba gösterdiğine emindim.
Dudakları tekrar karnımdan göğüslerime doğru çıkarken öpülmedik bir yerimin kaldığını düşünmüyordum.
Aziz'in burnundan alıp verdiği derin nefeslerin soğukluğunu tenimde hissediyordum. Nefes sesleriyse kulaklarım için bir ziyafetti.
Dudakları boynumu es geçmeden tekrar dudaklarımı bulduğunda beynimin içinde ansızın duyduğum sesle öpüşüm dondu.
"Birini sevebilirdim mesela ama kalbime zarar vermemeliydi. Onu görünce nabzım hızlanmamalıydı. Ona yaklaştığımda panik atak mı geçiriyorum diye düşünmemeliydim. Beraber olmadan önce... Beraber olmadan önce sevdiğim kadına dokunmak beni öldürür mü diye düşünmek zorundaydım."
Aziz'in bundan birkaç saat önce kurduğu cümleyle nefes sesleri birbirine karıştı zihnimde.
Şu an kendini fazla mı zorluyordu?
Ellerimi, bana daha çok yapışması için yerleştirdiğim sırtından ve saçlarından çekip göğsüne getirdim. Bunu yapmayı istemiyordum ama zihnim yapmam gerektiğiyle ilgili çığlıklar atıyordu.
Göğsünü biraz ittirdiğimde Aziz yavaşça dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Kısılmış gözleriyle gözlerime bakarken ikimiz de derin soluklar aldığımız için göğüslerimiz birbirine çarpıyordu. İşimi çok zorlaştırıyordu. Sertçe yutkundum ve gözlerinde soru işaretiyle bana bakan Aziz'e "Nefes alalım." dedim.
Kaşları bunu söylememin nedenini sorgularcasına çatıldı. "Nefeslenelim. Nefes alalım. Nefes al." dedim ne dediğimden emin olmayarak.
"Benim nefesim sensin. Sen nefes almaya devam edebilirsin" deyip dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktıktan sonra tekrar yanağımdan boynuma doğru ilerledi.
Öpücüklerinin tadını çıkarmakla onu durdurmak arasında gidip gelirken sözleri zihnimi esir aldı. Bu sefer sağ elimi sol göğsünün üstüne yerleştirdim ve daha büyük bir güç uyguladım.
Aziz kafasını boynumdan kaldırdığında soğuk nefesi terlemiş boynuma vuruyordu. Kafamı toparlayıp ciddi bir ifadeyle gözlerine baktım.
"Nefes al, kalbin..." diyebildim sadece. Ne demek istediğimi çoktan anlamıştı. Dudaklarının arasından, verdiği nefesle birlikte bir gülüş kaçtı. Üzerimden kalkarak kendini yatakta yanıma attı.
Kısa bir süre sadece yan yana uzandık. Başımı çevirip yüzüne bakmaya çekiniyordum. Şu an ne düşündüğünü bilmemek beni çıldırtıyordu.
"Verdiğim kararda haklıymışım galiba Birce." deyip başını bana doğru çevirdi. Bunu fark edince ben de anında ona baktım. Yüzünde bir gülüş vardı ama bu hoşlandığım gülüşlerinden biri değildi.
"Sen benim yeni gibi olmuş kalbime böyle davranıyorsan, eskisiyle elini bile tutturmazmışsın."
O an sözlerine verecek tek bir cevabım bile yoktu. Yüzündeki gülüş canımı yakmıştı. Yataktan yavaşça doğruldu. Alnıma büyük bir öpücük bırakarak yanımdan kalktı.
Odanın ilerisindeki bir kapıyı göstererek "Banyo orada. Yoldan geldin, üstüne de o kadar yürüdük. Yorulmuşsundur. İhtiyacın olabilecek her şey banyoda. Bir sıcak duş sana iyi gelir." dedi.
Arkasını dönüp kapıdan çıkacakken panikle ben de yataktan kalktım. "Nereye?" diye sordum cevabından korkarak.
Bu sefer yüzünde tanıdık bir gülüş vardı. "Bana da bir soğuk duş iyi gelir."
Başka bir şey söylemeden odadan çıktığında bir müddet odanın ortasında ayakta kalakaldım. Yapacağım en mantıklı şey duş almak olduğu için koridorda kalan valizimi alıp geri odaya geldim.
Kıyafetlerimin valizde durmasını sevmezdim o yüzden duşa girmeden önce, giyeceğim kıyafeti seçip diğerlerini odadaki dolaba yerleştirmeye karar verdim.
Dolabın bir kapısını açtığımda buranın bomboş olduğunu gördüm diğer kapıda ise Aziz'in kıyafetler vardı. Demek ki burayı benim için özel olarak boşaltmıştı. Yüzümde salak bir gülümsemeyle kıyafetlerimi yerleştirdim.
Sıra iç çamaşırlarına geldiğinde çekmecelerden birini açtım. Bunun Aziz'in çorap çekmecesi olduğun fark ettiğimde kapatıp diğer çekmeceyi açtım.
Gördüğüm şeyle bir an için durdum. Karşımda bir kazak vardı ama bu kazak... Benim Aziz'e, birlikte geçirdiğimiz ilk doğum gününde verdiğim ve Aziz'in de günlerce yıkayıp yıkayıp tekrar tekrar giydiği, sırf 'eskiteceksin' dediler diye daha az giymeye başladığı o kazaktı.
Tek başına çekmecede durup bana bakıyordu. Hâlâ Aziz'leydi. Ve hâlâ sağlam görünüyordu.
Elimi kazağa attım ve katlanmış kazağı omuzlarından tutarak çekmeceden çıkarmak istedim ama duyduğum sesle gözlerim tekrardan çekmeceyi buldu.
Çekmecenin içinde duran bu kutu... Muhtemelen kazağın içindeydi... Kazak kutunun etrafında sarılıydı... Ben kazağı çektiğimde kutu kazağın içinden düşmüştü... Elimdeki kazağı yavaşça kucağıma bırakıp çekmecenin içindeki kutuya yöneldim. Zihnim çığlık atmaya başlamıştı. 'Ne olduğunu biliyorsun!!!' diye haykırıyordu ama diğer bir taraftan da 'Saçmalıyorsun!' diyordu. İkisinin ortak kararı ise kutuyu açmam yönünde olmuştu.
Kadife kutuyu yavaşça açarken kalbim sanki ağzımda atıyordu ama kutunun içindeki şeyle bakıştığım anda bir anlığına da olsa kalbimin çalışmayı durdurduğuna emindim.
Çünkü gözlerimin önündeki şey, bi yüzüktü.
🐞🐞🐞

birce.i.
🩷
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 131.89k Okunma |
10.07k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |