
Selamlar, selamlarr
Hoş geldinizzz, bugün kısa giriş
Bolca yorum yaparsanız çok mutlu olurum sizinle konuşmaya ihtiyacım var bence 👉👈

"Bu yüzük Asu'nun mu?"
Günlerdir sevdiğim adamdan evlilik teklifi alacağımı sandığım yüzük, beni aldatan eski sevgilimin beni aldattığı kadına aldığı yüzüktü.
"Yarın o etkinliğe gitmek istemiyorum." dedim net bir tavırla.
Başını geriye atıp ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Birce, yapma bunu lütfen. Sevgilimle geçireceğim güzel bir geceyi kimsenin berbat etmesini istemiyorum. Özellikle de sen yapma bunu."
"Sen o gecenin berbat olmayacağını mı düşünüyorsun? Şahin'in partisindeki tavrını unuttun mu? Sence benimle uğraşmayacak mı?"
"Uğraşmayacak." dedi kendinden emin bir tavırla. "Buna izin vermem. Kimse benim sevgilimle laf yarışına girmeye çalışamaz. Hele de haksızsa asla."
"Rahatsız oluyorum Aziz. Sen nasıl benim eski sevgililerimle aynı ortamda bulunmamdan rahatsız oluyorsan ben de rahatsız oluyorum."
Dişlerinin arasından çektiği derin nefes kendini sakinleştirmeye çalıştığını gösteriyordu. "Sevgilim falan deme şu heriflere önce! İlk olarak orada bir anlaşalım." Bir adım bana yaklaştığında aramızdaki mesafeyi kısaltmıştı. "İkinci olarak, Asu benim eski sevgilim falan değil. Benim eski bir arkadaşım. Yani senin onunla aynı ortama girmek istememenle benimki bir değil. Ki ben o ortamların hepsine de kendimi soktuğum konumu düşünmeden girdim. Girmeye de devam ederim sen böyle olmasını istiyorsan. Adamlar benim sevgilimin peşinde leş kargası gibi 'tekrar olur mu' diye dolaşıyor ben bunu senin için siğneye çekiyorum. Sen 200 kişinin olacağı bir etkinlikte Asu da olacağı için benimle gelmek istemiyor musun?"
"O kadın zararlı Aziz." dedim korkumu belli etmeye çalışarak.
"Ben de arkadaşlığıma devam etmiyorum zaten. Zor günlerimde yanımda olmasının hatırına ben de onun zor gününde yanında oldum kocasından boşattım bitti. Şimdi şu siktiğimin yüzüğünü de vereceğim iletişim kurmamız gereken bir şey kalmayacak."
"O bulur." dedim mırıldanarak. Aziz'in yüzüne bakmıyordum ta ki kahkahasını duyana kadar.
"Bulsun. Bulsun ya! Konuşacak konu bulsun! Benimle görüşecek yer bulsun! İsterse üstüme atlamaya çalışsın ne fark eder? Ben ona izin vermedikçe ne fark eder? Ben, sevdiğini iddia ettiği kadın onunla birlikte olmuyor diye bir barda ilk gördüğü kadınla birlikte olan o herife benzemem Birce. Ben seni yıllarca bekledim. Başkalarıyla mutlu olabilme ihtimaline göğüs gererek ama yine de senden vazgeçemeyerek bekledim. Korkunu anlayabiliyorum ama hak veremiyorum. Beni onunla aynı kefeye koyarak bana haksızlık yapıyorsun. Umarım bunun farkında değilsindir. Çünkü farkında olarak bunu yapıyorsan şu anki kızgınlığım kırgınlığa dönüşecek."
Gözlerindeki hayal kırıklığını şimdiden görebiliyordum. Asu'yla arkadaşlığının olmadığını biliyordum ama hâlâ bir şekilde etrafında olabilmesi beni rahatsız ediyordu. Bu konuda başkasından taşıdığım güvensizliği Aziz'e yüklemek çok büyük haksızlıktı ama gerçekten o klişe söze şu an sonuna kadar katılıyordum.
Ben Aziz'e güveniyorum, çevreye güvenmiyorum.
"Neyse, en iyisi sen bu konuda şu an için yorum yapma çünkü kalbimi gerçekten kırabilirsin. Hassas benim kalbim. Ameliyatlı. Bilmiyorum hatırlıyor musun? İyi bakılması lazım. Porselen takımı gibi çat çut kıramazsın."
Büyük bir ciddiyetle söylediği sözlerinin altındaki, aramızı yumuşatmak için yaptığı şakaları görebiliyordum. Bana kırılmak konusunda haklı olsa bile 'bizi' kırmamak içindi tüm çabası.
Benim de kalbim kırılmıştı ama onun bundan haberi yoktu. Resmen evlilik teklifi hayalleriyle geçirmiştim günlerimi ama teklif etmek belki de Aziz'in aklının ucundan bile geçmemişti. Gerçekten de kendi kendime gelin güvey mi olmuştum?..
O an yarı açık çekmeceden bana bakan kazağı gördüm. Bu yüzüğün bir başkasına ait olmayacağını düşünme sebebim aslında oydu. Benim Aziz'e aldığım ilk doğum günü hediyesi olan kazağa sarılmış bir yüzüğün benim için olacağını düşünmek pek de aptalca değildi sanki.
"Niye o kazakla birlikte o çekmecedeydi?" diye sorduğumda, bakışlarından ne demek istediğimi anladığını görebiliyordum.
"Bana bir şeyleri hatırlatsınlar diyeydi."
Soru dolu gözlerimi ona çevirdiğimde beni cevapsız bırakamayacağını biliyordu.
"O gün üstümde bu kazak vardı. O fotoğrafı gördüğüm gün. Normalde eskimemesi için çok sık giymezdim ama o gün senden haber alacaktım. Senden haber geleceğini biliyordum ama bu şekilde olacağını düşünmemiştim tabi. O günden sonra tekrar giymeye cesaret edemedim."
Onun da bakışları çekmecedeki kazağı bulmuştu. O kazağın varlığı belki de ona çok acı vermişti ama atmamıştı bile. Dolabının bir çekmecesini o kazağa ayırmıştı. Açıp bakmak canını acıtsa da varlığı hep oradaydı.
"Asu bana o yüzüğü verdiğinde o yüzüğün varlığı bana çok büyük bir yük yükledi. Zaten olaydan sonra seni düşünmemek çok zordu. O yüzüğü gördüğüm her an senin nasıl olduğunu düşünmekten kendimi alamıyordum. Ama düşünmemem gerekiyordu. Seni içimde bitirmek için uğraşıyordum çünkü."
Bunu duymak her seferinde bencilce canımı yakıyordu. Benden vazgeçmek istemesi en büyük hakkıydı ama yine de onun ağzından bunu duymak ağlamak istememe sebep oluyordu.
O da bunu hissetmiş olacak ki iyice yanıma yanaştı. Nemli saçlarımı geriye doğru elleriyle taradı. Omuzlarımdaki havluyu saçlarıma sardı. Beni omuzlarımdan tutarak kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Dudakları kulağımın dibindeyken mırıldandı.
"O zamanlar biraz salaktım. Sen bana bakma."
Duyduğum cümleyle daha çok ağlayasım gelmişti. Burnumu çekişim, Aziz'in bakışlarının gözlerime düşmesine neden oldu.
"Salak falan değilmişsin. Ben kendimi senin yerine koyuyorum da..."
"Koyma." dedi net bir şekilde. Alnımı öptüğünde gözlerimi kapattım.
Huzur dolu sarılmamızı bölen benim karın gurultum olunca kendimi Aziz'in göğsüne daha da yaslayarak yok olmak istedim.
Kıkırtısını duyduğumda ona daha da yapıştım. "Kusura bakmayın hanımefendi. Sarılmak çok güzel ama sevgilim acıkmış. Önce onu doyurmam gerekiyor. Sizinle daha sonra ilgileneceğim."
Gülerek başımı Aziz'in göğsünden kaldırdığımda gözlerini gülüşümde yakaladım. Bunu çok sık yapıyordu.
"Sözümü aldım." dedim işaret parmağımı ona doğru uzatarak. Parmağımın ucunu hafifçe ısırdığında gülüşüm büyüdü.
"Sözüm söz."
🐛🐞🐛🐞
Yemekten sonra nasıl bir ağırlık çöktüğünü anlatamazdım. Kendimi televizyonun karşısındaki koltuğa zor atmıştım. Aziz dondurucudan içli köfte çıkarmıştı... Ve tadı inanılmazdı...
Şu an gözüm orada olmasına rağmen, televizyonda ne olduğundan bir haber, yüzüstü bir şekilde Aziz'in bacağında uzanıyordum. O da tişörtümün üstünden parmak uçlarıyla sırtımı okşuyordu.
O kadar iyi geliyordu ki gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Aziz'in parmakları bir anlığına dursa belki kendimi toparlayacak fırsatı bulabilirdim ama durmuyordu.
Muhtemelen o şu an televizyon izlemeye devam ederken parmaklarının hareketine pek de konsantre değildi ama beni bu denli mayıştırdığını biliyor muydu emin değildim.
Parmaklarının hareketiyle çok da uzun olmayan tişörtümün belini açıkta bırakmaya başladığını hissediyordum ama ne buna müdahale edecek gücüm ne de isteğim vardı.
Aziz'in parmakları sırtımda dolaşırken bir anlığına tenimde hissettiği parmaklarıyla hareketi durmuştu. Gözümü açamıyordum ama sırtımın açıldığını Aziz'in ancak şu an fark ettiğini anlayabilmiştim. Sırtımı kaşımaya devam etmesi için manasız sesler çıkardığımda parmaklarını tekrar belimde hissettim. Bu tişörtün üstünden dokunmasından daha farklı hissettiriyordu. Bayılmıştım bu hisse.
Ama Aziz bunun daha uzun sürmesine izin vermemişti. Eli tişörtümü aşağıya çekti ve tekrardan tişörtün üstünden sırtımı okşamaya devam etti.
Sevmemiştim bunu. Gerekli tepkiyi ağzımla veremiyordum ama kollarımdaki son güçle Aziz'in sırtımda dolaşan elini tuttum ve tişörtün geniş yakasından içeri soktum.
"Okşa." diye mırıldandığımda parmakları sırtıma temas ediyor ama hareket etmiyordu. O da mırıldanarak bana "Birce.." diye seslendiğinde ağzımdan tek çıkabilen kelime "Lütfen." oldu.
Aziz'in mırıldanarak bir şeyler söylediğini duyuyordum ama ne dediğini anlayamıyordum. Pek de umurumda olmadı çünkü Aziz'in parmakları zor da olsa sırtımda hareket etmeye başlamıştı. Yukarı aşağı hareket ediyor, daireler çiziyordu. O hareketine başladıktan bir süre sonra tüm bedenimin uyumamak için direndiği o gücü de bedenimden aldım ve kendimi hem Aziz'e hem de uykunun kollarına bıraktım.
Aradan ne kadar vakit geçtiğini bilmiyordum. Zaman kavramını yitirmiştim. Olduğum yerden havalandığımı hissettim. Yanağım tekrar Aziz kokan bir yer bulduğunda ger kalan şeyler pek de umurumda değildi. Uykunun kollarına geri çekildiğimi hissediyordum ki bedenimin soğuk çarşafa değmesiyle irkildim. Kollarım hâlâ Aziz'in boynundayken beni ısıtması için onu da yatağa çektim. Aziz'in dudakları arasından çıkan kelimeleri seçemiyordum.
Yanıma yattığında kafamı boynuna gömdüm. Elimi de beline doladığımda bir sonraki hareketim tişörtün açıklığından elimi sırtına çıkarmak oldu. Onun saatlerdir bana yaptığını ben de ona yapmaya başladım. Kıpırdaşını, şu an çok da memnun olmadığını gösterir gibiydi ama bu pek de umurumda değildi. Tırnaklarım sırtında dolaşırken aldığı kesik soluklardan oldukça memnundum.
Uyuduğumu ya da uykuya dalmak üzere olduğumu düşündüğü için yaptığım şeyi kabulleniyordu ama zorlandığını hissedebiliyordum.
Ben de zorlanmıştım. Bu 1 haftada Aziz'le yakınlaşma çabalarım sonuç vermeyince ben de zorlanmıştım. Aklımdan türlü türlü düşünceler geçmişti. Yeterince etkileyici olmadığımı bile düşünmüştüm. 3 saniyeliğine falandı ama yine de bana bunu düşündürmüştü.
Şu an kasılan sırtından, kesik nefeslerinden ve sabır dileyen dudaklarından böyle düşünmemin ne kadar saçma olduğunu anlayabiliyordum.
🐞🐛🐞🐛
Ne ara tekrardan uykuya daldığımı bilmiyordum. Tek bildiğim dün gece Aziz'i zor durumda bıraktığımdı ve bundan oldukça memnundum. Ben erken uyumanın da etkisiyle erken kalkmıştım Aziz yanağını göğsüme yaslamış yüzüstü bir şekilde uyumaya devam ediyordu. Bu şekilde uyumayı çok sevdiğinden artık emindim. Sürekli bu şekilde uyanmamız tesadüf değildi.
Kafamı hafifçe eğip yüzüne baktığımda derin bir uykuda olduğunu anlayabiliyordum. Öne çıkmış, araları hafifçe açılmış dudakları, birbirine karışmış saçları ve sıcaktan hafifçe pembeleşmiş yanakları uykusunun mükemmel olduğuna dair işaretlerdi.
Elim saçlarına gittiğinde parmaklarım karışık tutamları arasında dolaştı. Çıkardığı mırıltıların memnuniyetini gösterdiğini umarak elimi yavaşça ensesine doğru indirdim.
Tırnaklarımı ensesine sürttüğümde çıkardığı sese hazırlıksız yakalanmıştım. Saniyesinde kulaklarıma kadar kızardığım, sadece bazı çok favori filmlerimde duymaya alışık olduğum bu ses Aziz'in dudaklarının arasından çıkmıştı ve bunun farkında olduğunu bile sanmıyordum. Hâlâ uykusundaydı. Belki de rüyasındaydı.
"Aziz" diye mırıldandığımda belimdeki kolunu sıkıştırdı, beni daha çok kendine çekti. Bu hareketiyle yüzü iyice göğüslerime yapışmıştı. Tişörtün geniş yakası yüzünden şu an dudaklarını ve burnunu boynumun aşağısında hissedebiliyordum. Kokumu içine çektiğini hissettim. Burnunu yavaşça daha aşağıya indirdiğinde ensesindeki elim durmuş, Aziz'in bir sonraki hamlesini bekliyordu.
"Birce." deyişi kafasını gömdüğü göğüslerimin arasında kaybolmuştu. Dudaklarının kıpırdanışını tenimde hissediyordum ama bu bir öpüşten ziyade ağzından dökülen kelimelerdi. Ne söylediğini duyamıyor sadece dudaklarının göğsümün üstündeki sıcaklığına tutunuyordum. Tişörtün yakası daha çok açılmadığı için de teşekkür ediyordum.
Mırıltılarının arasından "Çok güzel kokuyorsun bebeğim." cümlesini seçebilmiştim. Dudaklarım mutlulukla kıvrılırken beklemediğim anda Aziz dudaklarını göğsüme bastırdı. İşte bu bir öpüştü. Nefesimi kesen, göğsümün dolgunluğunda kendine yer açan bir öpüştü.
Dudaklarının arasından hissettiğim diliyle ise tanımlayamadığım bir hisse dönüştü. Dilinin ıslaklığına alışamadan dilinin, ucundaki deriyi emmesiyle dudaklarımın arasından bir inilti kaçtı. Şu an tam olarak göğsümü emiyordu ve ben her ne kadar bundan kurtulmak istemesem de bunu uykusunda yapmasını istemiyordum.
Aziz'in çalan alarmıyla yattığım yerden hızla kalktım. Benim ani hareketim Aziz'i de sonunda uykusundan uyandırabilmişti. Birkaç saniye kafasını toparlayamadığını bakışlarından anlayabiliyordum. Gözleri beni bulduğunda utanırcasına kaçırdı.
Az önce rüyasında ne gördüyse belli ki şu an benimle göz göze gelmekten çekiniyordu. Bunu fark ettiğimde uykuluymuşçasına yatağa geri yattım ve sırtımı Aziz'e döndüm.
"Alarmı kapat yaa, uyuyacağım." Uykulu ve mızmız çıkardığım sesimle iyi bir oyunculuk sergilediğimi düşünsem de alarm hâlâ çalıyordu ve Aziz'in hareket etmediğini hissediyordum. "Aziiz!" dedim sanki uyku için kıvranıyormuş gibi. Ama istediğim tek şey bu durumun içinden çıkmaktı.
Aziz'in yataktan kalktığını hissettim. Ardından da alarm kapandı. Odanın sessizliği yüzünden kalp atışlarımın duyulmasından endişe ettim. Nefesimi tutup bir hareket olmasını bekledim. Aziz'in adım seslerini duyduğumdaysa kafamı hafifçe kaldırıp ona baktım. Banyoya gidiyordu.
Onu uyandırmasam neler olacağını düşünmekten başka bir şey yapamadım. Bizi rüyasında belli ki o halde görmüştü. Madem rüyasına girecek kadar istiyor neden harekete geçemiyor neden beni sürekli uykunun kollarına atıyor bilmiyordum.
Düşünceler içimi bunalttıkça yatakta darlandığımı fark edip yataktan çıktım. Günlük, evlik bir şeyler giymek için dolaba yöneldiğimde karşımdaki aynaya gözüm takıldığında adımlarım durdu.
Geniş tişörtün yakası aşağı doğru sarkmıştı ve az önce Aziz'in dudaklarının bulunduğu bölge kendini belli ediyordu. Resmen göğsümü emmişti üstüne üstlük iz bırakmıştı bir de bunu uyurken yapmıştı.
Onu en azından şu an için bu gerçeklerle yüzleştirmeyeyim diye bisiklet yaka, dar ve kısa bir tişört giyip altımdaki şortu uzun bir etekle değiştirdim.
Odada daha fazla durmayıp mutfağa geçtiğimde bugünkü kahvaltıyı tek başıma hazırlamaya karar verdim. Sevgilime ellerimle bir kahvaltı hazırlayabilirdim.
Az önce uykusunda göğsümü emen sevgilime...
Kafamı sağa sola sallayarak bu düşüncelerden arındığımda buzdolabına ilerledim ve kahvaltı için malzemeleri çıkarmaya başladım. Yaklaşık yarım saat sonra her şey hazırdı ama Aziz henüz yanıma gelmemişti.
Yanına gidecek cesaret bende de olmadığı için kahvaltıyı hazırlarken dolapta gördüğüm beyaz şarabı açtım. Zaten Aziz'in içmediğini göz önüne alırsak bunu benim için almıştı. Bugün uzun ve zorlayıcı bir gün olacaktı. Şimdiden bir kadehlik bir destek alabilirdim. Kadehimi doldurup arkamı döndüğümde Aziz'in duvara yaslanmış beni izlediğini gördüm. Kısa bir anlığına irkilsem de kendimi toparladım.
"Niye sessiz sessiz duruyorsun öyle."
"Şişenin kapağını açmaya çok odaklıydın." Elimdeki kadehi alıp tezgaha koydu. "Bu saatte içmeye başlaman pek iyi olmaz sanki? Ne dersin?"
Kadehi tezgahtan geri alıp sırıttım. "Tek bir kadeh. Bugün baş etmem gereken çok şey olacakmış gibi hissediyorum. Bana yardımcı olacak."
Gözlerini devirdi. "Alkolikler gibi konuşma lütfen." dedi ciddiyetle. "Hem baş etmen gereken hiçbir şey olmayacak. Sevgilinle güzel bir gece geçireceksin. Ben sana yardımcı olurum."
"Sevgilim başka bir kadına yüzük verecek nasıl baş etmem gereken hiçbir şey olmayacak?" dedim alayla karışık içimdeki duygulardan bahsederken. "Hem alkolik olsam beni sevmez misin?"
"Olmazsın." dedi sadece tüm ciddiyetiyle.
"Ya olursam?" diye üzerine gittim.
"İzin vermem."
Kurduğu cümleyle elimdeki kadehi alıp lavaboya döktü. Tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki. "Gideceğimiz yerde daha güzelleri olacak. Tadına bakamadıklarında aklın kalır. O yüzden şimdiden içme." dedi.
Şu an içmeni engelleyen adam akşam dilediğim gibi içebileceğimi söylüyordu resmen. Bir kaşımı kaldırıp anlamlandırmaya çalışarak yüzüne baktım. "Hani alkolik olmama izin vermezdin. Resmen akşam içersin dedin."
"Vermiyorum zaten." deyip yanağıma bir öpücük kondurdu. Bakışları masaya çevrilince diğer yanağımı da öptü. "Ellerine sağlık. Güne seninle kahvaltı yaparak başlamaya çok alıştım."
"İstanbul'a gidince zorlanacağız." diyerek dudağımı büktüm. Açıkçası ben de birçok şeye alışmıştım ve bunların başında Aziz'le aynı evin içerisinde bulunmak ve her gece onunla uyumak vardı.
İstanbul'a gittiğimizde anne babama her şeyi resmi bir şekilde söyleyeceğimiz düşünülürse görüşmelerimize, özellikle ev içeren görüşmelerimize sınırlama getirilecekti. O zaman ne yapacaktım hiçbir fikrim yoktu.
"Merak etme ben kahvaltılarda size damlarım." diyerek masaya geçti.
İkimiz de kahvaltımızı yaparken anne babama ne zaman ve nasıl söylememiz konusunda konuştuk. Sonrasında ben arada kaldığım üç kıyafeti deneyerek Aziz'e gösterdim. Tabi ki toz pembe olanı seçti ama iddiası bu elbisenin geceye daha uygun olduğuydu. İnce askılı, vücudumu saran, uzun ve parıltılı bir elbiseydi. Muhtemelen burada bırakacağım elbiselerin arasındaydı. İstanbul'da böyle şaşalı bir hayatım yoktu nihayetinde.
Kıyafet seçiminden sonra sanki akşamına bir davete katılmayacakmışız gibi Aziz'le mutfağa girdik ve dondurucuya atmalık yemekler yaptık. Annemi arayıp dondurucuya atmalık neler yapılır diye sorduğumda telefonu "Aziz'e selam söyle." diyerek kapatmıştı. Aptal değiller derken tam olarak da bundan bahsediyordum işte. Gerçi benim korkum annem değildi. O beni evlendirip babaannemin dilinden kurtulmaya can atıyordu ama kör ve sağır taklidi yapan babam durumu zorlaştırıyordu.
Aziz yatak odasını hazırlanmam için bana bıraktığında kendisi üst kata çıktı. O an üst kata hiç çıkmadığımı fark etmiştim. Bu Aziz'i de şaşırtmıştı ama "Döndüğümüzde bir tur yaparız. Geç kalmayalım." dediğinde ikna olmuştum.
İkimiz de hazırlanmıştık. Aziz yelekli bir takım tercih ettiği için tam bir İngiliz beyefendisi olmuştu. Sabah yaşanan sahneler bu görüntü karşısında arada bir aklımı yoklasa da çok güzel olmuştum ve bunu şu an içimdeki hiçbir arzuya bozdurmak istemiyordum.
Karşı karşıya geldiğimizde Aziz beni baştan aşağı süzdü. Gözleri tekrar yukarıya çıkarken gözü göğüslerimin olduğu yere takıldı. Çatılan kaşlarından, elbisenin dekoltesinden hoşlanmadığını düşünmüştüm ama yanıma gelip parmağının tersiyle bir şeyi silmeye çalışır gibi göğsüme baskı uyguladığında orada duyduğum küçük sızı, bu çatılan kaşların sebebini ortaya çıkarmıştı.
Açıkçası giyinirken dikkatimi çekmiş ve kapatmayı düşünmüştüm ama unutmuştum. Aziz görmüştü ama başka kimsenin görmesine gerek yoktu.
"Ben onu kapatıp geleyim." dediğimde Aziz'in gözleri hâlâ göğsümdeki izdeydi. Muhtemelen uyandığında, sabah gördüğü rüyanın suçluluğunu hissetmişti ama yaptıklarından haberi yoktu. Şu an ise yaptıkları kanlı canlı olarak karşısındaydı. Belli ki bunu sindirmesi biraz zaman alacaktı.
Ben izi kapatıp geri döndüğümde en azından biraz daha toparlanmış görünüyordu. Bunu güzelliğime iltifat edecek akıl kırıntısını bulmasından anlamıştım. Gözleri yol boyu saçlarıma gitmişti çünkü şu an tam olarak lisedeki kıvırcık halime benziyordum. Boynumdaki kelebek kolyem de yerindeydi.
Aziz'le gecenin düzenleneceği binaya geldiğimizde bunun bir yardım gecesi olması beni şaşırtmıştı çünkü gördüğüm şatafat zaten yardım yapmak için yeterliydi aslında. Ama zengin insanlardan daha büyük paralar toplayabilmek için birazını feda etmek gerekiyordu anlaşılan.
Ben içerisinin gösterişine odaklanmışken Aziz kulağıma eğildi. "Bugün burada bir müzayede olacak. Sanatçılar değerli eserlerini, köklü aileler bazı aile yadigarlarını, hatta bazı oyuncular kendilerini ortaya koyacak müzayede de."
Kafamı sallayarak onu dinlerken son cümlesiyle birlikte hızlıca ona döndüm. Yüzümdeki ifadeyi görmüş olacak ki gülerek kendisini açıkladı. "Fotoğraf çekimi, bir akşam yemeği ya da set ziyaretleri gibi şeyleri açık arttırmaya çıkarıyorlar."
Anladığımı belirtircesine kafamı sallarken yanımıza yaklaşan, kulağında kulaklıklı bir görevliye gözlerimiz çevrildi. "Aziz Bey?" dedi İngilizce, karşısındakinin Aziz olduğuna emin olmak ister gibi.
"Evet, benim." diyen Aziz oldukça ciddiydi.
"Beyefendi sizi bekliyor." dediğinden bu adı geçen beyefendinin kim olduğunu anlamak için Aziz'e baktım.
"Sevgilim, ben bir beş dakikalığına gidiyorum. Hemen geleceğim." dediğinde koluna tutundum.
"Ben de geleyim."
O sırada yanımızdan geçen garsonun tepsisinden bir kadeh şampanya kapıp bana uzattı. "Sen bir bardağı bitirmeden gelmiş olurum." Şakağıma bir öpücük bıraktıktan sonra yanımdan ayrılırken korumaya "Ben gelene kadar yanından ayrılma." dediğini duymuştum.
Bir yanımda koruma elimde kadeh üstümde bir gece elbisesiyle böylesine lüks bir mekanda dikiliyordum şu an. Ergenliğimde bu tarz kitapları fazla okuduğum için manifest yapmıştım herhalde.
Elimdeki kadehi tek hamlede kafama diktiğimde korumanın bakışlarını üzerimde hissettim. "Demek ki ben bitirmeden gelemiyormuşsun Aziz Çınar." dedim mırıldanarak. O sırada önüme bir kadeh daha uzatıldı. Koruma ifadesiz yüzüyle elindeki kadehi almamı bekliyordu. Böyle bir hareket beklemediğim için birkaç saniye suratına baksam da ardından elindeki kadehi aldım. Elimdeki boş kadehi bırakmadım. Geldiğinde bunu Aziz'e gösterecektim.
Ortam geldiğimizde de yeterince kalabalıktı ama şu an sanki daha da kalabalıklaşmaya başlamıştı. Bazı bakışların yanımdaki korumaya ve bana değdiğini hissediyordum ama kimse yanıma gelip konuşma gafletinde bulunmamıştı.
Ta ki beklediğim o isim gelene kadar. "İngiltere'de olduğunu Aziz'den duymuştum ama bu geceye gelmeni beklemiyordum Birce. Bak bu sefer senin alanına giren ben değilim. Sen benim alanıma girdin."
Yanımdaki koruma gözlerini Asu'nun üzerine dikmiş ara ara da bir şey söyleyecek miyim diye bana bakıyordu. Bir şey söylemedim. Kaçan ben olmayacaktım.
"Ben senin alanına girmedim Asu. Sevgilimle birlikte davet edildiğimiz bir etkinliğe geldim."
Kaşları havalandığında neye şaşırdığını anlamamıştım. "Demek sonunda sevgili oldunuz." dediğinde takıldığı nokta sinirle gülümsememe neden olmuştu.
"Neye şaşırdın bu kadar?"
Elindeki kadehi elimdeki kadehe tokuşturduğunda "Aziz'e." dedi. Çatılan kaşlarıma keyifle baktığını gördüm. "Aziz'e şaşırdım. Beni hep şaşırtıyor." diye devam etti cümlesine. "Onca yıl, ona acı çektirmene rağmen her şeyi silip senin yanında olmak istemesi... Şaşırtıcı doğrusu."
"Ne diyorsun sen ya?" dedim sakinliğimi koruyarak. İstediği kaosa ulaşamayacaktı.
"E bir insan için sevdiği kadını başka birinin kollarında, parmağında yüzükle görmek kolay değil tabi. Ne güzel o dönem seni geride bırakması gerektiğine ikna olmuştu. Sen ve Giray ayrıldığında da fikrini değiştirmemişti. Benimle arkadaşlığını kesmese bu fikrinde onu sonuna kadar desteklerdim ama işte... Onun yerine aptalca bir karar vermiş."
Kahkaham etraftaki birkaç insanın dikkatini çekmişti. "İnsanların kararlarına aptal damgası yapıştıracak son insan sensin Asu. Verdiğin tek bir doğru kararın yok. Barda gördüğün, sözlü olduğunu bildiğin bir adamla ilişki yaşayıp hamile kalan bir kadınsın sen. Beni kendine hakaret etmeye zorlama."
Sözlerimin bir kelimesini bile üstüne almamış gibi sırıtıyordu. "Sen de yalnız kalmamak için önüne çıkan her adama yapışan bir kadınsın."
Yüzümdeki değişen ifadeyi fark etmiş olacak ki gülüşü büyüdü. "Gerilme gerilme seninle ilgili hiçbir şeyden bahsetmedi Aziz bana. Çok ısrar etsem de sadece kendi aşkını ve yaşadıklarını anlatmıştı. Ama aptal değilim çıkarım yapmak kolay oldu. 4 yıl boyunca etrafında pervane olan adam senden uzaklaştığında ilk gördüğün insana tutunman bunun en büyük kanıtı zaten. Aa bak Aziz'in sineye çektiği bir şey daha. Ya çok aşık ya da çok aptal bu çocuk. Gerçi.." dedi düşünür gibi. "İkisi de aynı kapıya çıkıyor.."
Belimde hissettiğim elle kafamı sağıma çevirdim. Aziz gelmişti. "Yüzüğünü Lena'ya verdim. Ondan alırsın. Bir daha da beni ya da benimle ilgili herhangi birini hiçbir konuda rahatsız etme lütfen." dediğinde Asu kadehini Aziz'e doğru kaldırdı.
"Ben de tam sevgiline geçirdiğin zor zamanlarda yanında sadece benim olduğumu anlatacaktım. Ama belli ki senin için benim dostluğumun hiçbir önemi yok."
"Dostluğunun bedelini, normal şartlar altında avucunu yalayarak çıkacağın bir boşanma davasından sana milyonlar kazandırarak verdim. Sen de zaten vefa üzerine konuşabilecek bir insan değilsin."
"Benim dostluğum sana sevdiğin kadını geri getirdi Aziz. Beni yargıladığın şey yüzünden şu an hayalini kurduğun hayatı yaşıyorsun. Bu kadar kırıcı olma."
Ortamda gülen tek insan Aziz'di. "Bir teşekkür bekliyorsan eğer, bunu sana vermeyeceğimi daha önce de söylemiştim. Birce'ye yaşattıklarınızın bir bedeli olamaz ama o bedeli hayat senden çok güzel alıyor zaten. Bize bulaşma, sana bulaşmayayım. Eski günlerin hatrına..."
Asu'nun ne söyleyeceğini bile beklemeden beni ilerideki alana doğru yönlendirdi. Uzaklaştığımızda gerilmiş omuzlarımı rahatlatmaya çalıştım ama pek bir işe yaramadı. Elimdeki boş kadehi Aziz'e gösterdim. Diğerinin de dibinde az kalmıştı. "Bir kadeh bitmeden geliyordun güya." dedim. Sinirliydim evet çünkü Asu'yla muhatap olmayacağımı söylemişti. Hem Asu'yla muhatap olmuştum hem de içten içe hak verdiğim bazı şeyleri suratıma çarpmıştı. Aziz'in bana olan aşkının, yaşanan her şeye rağmen nasıl bu kadar canlı kaldığını bilmiyordum. Benden vazgeçmek istemişken, kararlıyken, neden fikrini değiştirdiğini, buna neyin sebep olduğunu da bilmiyordum.
Elimdeki iki kadehi de yanımızdan geçen garsonun tepsisine bıraktı. Boşta kalan ellerimi tuttu ve ikisinin de üstüne birer öpücük bıraktı. "Beni haklı çıkarmamak için hızlı içtiğini biliyorum."
Beni bu kadar iyi tanımasından nefret ediyordum. "Neyse ne! Sonuçta gelmedin!"
"Haklısın." deyip dudağımın kenarından öptü. "Bunu telafi etmek için sana müzayededen bir parça alacağım. Açık arttırma başladığında istediğini söylemen yeterli."
"Beni paranla satın alabileceğini mi düşünüyorsun?" dedim kısılmış gözlerimle.
"Asla." dedi saçımın buklesiyle oynarken. "Ama etkileyebileceğimi düşünüyorum."
Gülmeme engel olamamıştım. Doğruydu, etkileyebilirdi.
Ortamdaki birkaç insan müzayede başlayana kadar sürekli yanımıza gelip gitmişti. Hepsi Aziz'in neden Türkiye'ye gittiğini soruyor, aldıkları cevap karşısında da beni tebrik edip ne kadar şanslı olduğumu söylüyorlardı.Bu tepkiye karşı ise Aziz'in hepsine verdiği tek bir yanıt vardı.
"Asıl şanslı olan benim."
Müzayede başlayacağı zaman herkesi geniş masaların olduğu başka bir salona aldılar. Biz de salona geçip masamızı bulmak için masaların üzerindeki levhalara bakınırken Aziz sırıtarak beni bir masaya doğru çekti. Masanın üstündeki levhada Mr. & Mrs. Leventoglu yazıyordu.
Aziz'in suratındaki gülüşün nedenini şimdi anlıyordum. Açıkçası beni de gülümsetmişti ama bana evlilik teklifi etmemiş bir adamım soyadını taşımaya bu kadar meraklı olduğumu göstermeme gerek yoktu.
"Senin karın mı vardı?" dedim Aziz'in sinirini bozmaya çalışarak. İşe yaramıştı. Yüzündeki gülüş yerini dümdüz bir ifadeye bırakmıştı. Yine de sandalyemi çekti ve ardından yanıma oturdu.
Müzayede önce Aziz'in dediği gibi oyuncuların kendilerini öne sürmesiyle başladı. Bunlardan istiyorum demeyi düşünsem de Aziz bunu anlamış gibi "Hakkını burada kullanamazsın." deyip önümü kesmişti.
Daha sonrasında bazı ünlü modern sanatçıların tabloları satılmaya başlanmıştı. Aziz her tabloda isteyip istemediğimi soruyordu ama pek benlik eserler değildi. Doğruyu söylemek gerekirse o paraları bir tabloya vermek hiç istemiyordum.
1940'lardan vintage bir küpe satışa sunulduğunda Aziz'in gözleri yine üstümdeydi. Çok da güzel bir küpeydi ama nedense başkasının küpesinin kulağımda olması fikri hoşuma gitmemişti. Yıllar önce ona sahip olan kadının ve şu an nasıl burada olduğunun hikayesi de çok hoştu ama beni etkilememişti işte.
Aynı ailenin bağışladığı bir başka takı sahneye çıktığında bu sefer gözlerimi müzayede yöneticisine çevirmiş ve anlatacağı hikayeyi dinlemek için sabırsızlıkla beklemekteydim.
"Bu gördüğünüz saatler savaş zamanı ayrı düşen bir çifte ait."
Kadının kurduğu cümleyle yüzümdeki gülüş silindi. Saatler çok güzeldi ama kötü enerjisi olan bir eşyaya sahip olmak istemezdim.
"Bu çift tam 11 yıl boyunca ayrı kalıyor. Çünkü adam savaş sırasında esir düşüyor. Hatta esir kaldığı yerde ona bir defter ve bir kalem veriyorlar delirmemesi için. Adam da sevgilisine yazar gibi yazıyor o deftere. Hem aşkını yazıyor hem meraklarını. Çok korkuyor ve bunu saklamıyor da. Sevgilisini tekrar görememekten çok korkuyor."
Bakışlarımı Aziz'e çevirdiğimde kitlenmiş bir şekilde saatlere baktığını gördüm. Dizlerinin üstündeki eline uzanıp elini tuttum. Ardından bakışlarımı kadına çevirdim.
"Bir zaman sonra adamın saati duruyor tabi ki ama yazıları durmuyor. Sıklığı azalsa da bazen vazgeçse de yazmaya devam ediyor. 11 yılın ardından şehrine döndüğünde ise onu bir bekleyeninin olmadığından oldukça emin. Hatta belki de dönmemeliyim ve beni beklediğine inandığım o kadını hep zihnimde yaşatmalıyım diye bile düşünüyor. Neyse ki gitmeye karar veriyor."
Şimdi de Aziz'in bakışları benim üzerimdeydi ama ona dönüp bakabilecek cesaretim yoktu.
"Yıllar sonra evine geri döndüğünde hiçbir şeyi eskisi gibi bulmuyor. Anne babası, kimi kardeşleri ölmüş, kimileri ülkenin farklı yerlerine dağılmışlar, evi ev gibi değil, köyünü tanımıyor artık... Aynı kalansa tek bir şey varmış. Evet düşündüğünüz şey doğru. Sevgilisi onu tam 11 yıl beklemiş. Ailesi köylerinden ayrılırken onlara karşı gelmiş ve orada bekleyeceğini söylemiş. Bu saatler işte o çiftin saatleri. Adamın saati dursa da kadının saati yıllarca çalışmış. Adamın saati ise kadını gördüğü an tekrardan çalışmaya başlamış."
"Bence bu saatleri almalıyız, sence?"
Aziz'in sorduğu soruyla kafamı ona çevirip başımı aşağı yukarı salladım. Etkilenmiştim.. O saatleri birlikte takmak istiyordum. Açık arttırma başladığında Aziz önce birkaç insanın teklif vermesini bekledi. Ardından da kendisi teklifini verdi. Onun teklifinin üstüne iki masa yanımızda, çaprazdan göz teması kurabildiğimiz, 20lerinin ortasında görünen, kravatsız takım elbiseli, dağınık saçlı bir erkek gülerek teklif verdi.
Aziz adama baktığında 'ya sabır' gülüşünü atıp teklifi tekrardan arttırdı. Adam da sanki bunu bekliyormuş gibi az bir miktar da olsa teklifi arttırdı. O an bunu saati almak için değil de inadına yaptığını anlamıştım.
Aziz elindeki numara yazan levhayı kaldırdığında bakışları karşısındaki adamdaydı. Resmen bakışlarıyla "o levhayı götüne sokarım diyordu." O diyordu. Ben demiyordum.
Adam çok korkmuş gibi ellerini yukarı kaldırıp dudaklarını oynatarak teslim oluyorum dedi. Bunu türkçe söylemişti. Kadın, saatleri Aziz'e sattığında insanlar hepsinde olduğu gibi alkışladılar ve bir sonraki parçaya geçildi.
Az önceki adamı kastederek "O kim?" diye fısıldadım Aziz'e doğru.
"Veledin abisi." dedi kısaca. Hakkında başka bir şey söylemedi.Veled dediği kişi duruşması için İngiltere'ye geldiği çocuktu. Zaten bu etkinliği de o aile düzenliyordu.
Müzayede ilerledi ve son kalan parça sahneye geldi. Detay işlemeli, ahşap, küçük bir kutu açıldığında içinde bir yüzük olduğu görünüyordu. Son zamanlarda ne kadar çok yüzük gördüğümü düşünüp sinirlerim bozulurken ekrana yansıyan yüzüğün görüntüsüyle ekrana bakakaldım. Çok... güzeldi... Ve bu renk... Kesinlikle bana yakışırdı.
Bu rengi üstümde görmeye bayılan Aziz'e çevirdim bakışlarımı ama o da ciddiyetle yüzüğe bakmakla meşguldü. Zaten bana baksa da ne diyebilirdim ki? 'Bana yüzük al' mı?
Kadın bu yüzüğün İngiltere'nin en başarılı mücevher tasarımcısının elinden çıkan son iş olduğundan ve kullanılan taşların değerinden ve anlamlarından bahsediyordu.
"Bilindiği üzere safir ciddiyetin, bağlılığın ve sadakatin simgesidir. Bu nedenle de nişan yüzüklerinde sıkça görürüz. Bu yüzükte de safir taşı kullanıldı ama bu taş pembe safir. Pembe safir ise duygusal iyileşme için güçlü bir taştır ve aynı zamanda bir koruma taşıdır. Kim partnerinin parmağına bu güzel yüzüğü takmak ister?" deyip ilk haliyle bile hayli yüksek olan bir fiyattan açık arttırmayı başlattı.
İnsanlar peş peşe fiyat arttırırken onları takip etmekte zorlanıyordum. Pes edenlerin sayısı artarken pes etmeyen bir kişi vardı. Aziz'in 'veledin abisi' diye tanımladığı, arttırdığı paraları hiç umursuyormuş gibi görünmeyen o adamdı. Yanındaki manken gibi kadın kasıldıkça kasılıyor kendisine gelecek olan yüzüğün heyecanı her halinden belli oluyordu. Adamsa yanındaki kadını bile umursuyor gibi görünmüyordu.
Açık arttırma onun verdiği teklifle kapanırken yüzünde tek bir mimik bile oynamadı. Herkes yine alkışlarla adamı tebrik etti.
Müzayedenin bitişinin ardından yanımıza gelen görevli Aziz'in kulağına bir şeyler fısıldarken ona boş bir kart ve kalem uzattı. Aziz önce gülümseyerek bana baktı. Ardından kağıda bir şeyler yazıp adama verdi. Ne yazdığını sorduğumda ise birazdan göreceğimi söyledi.
Herkesi bu salondan çıkarıp balo salonu gibi bir alana aldılar. İnsanlar gruplar halinde birbirleriyle konuşuyordu. Bizim etrafımız yine Aziz'le iş üzerine konuşan insanlar tarafından çevrilmişti. Aziz bir an olsun bile elimi bırakmıyor ve gözleri konuşurken ara ara beni bulup sıkılıp sıkılmadığımı tartıyordu.
O etrafına insanları toplamış ve bu kadar çekici bir şekilde işiyle ilgili konuşurken nasıl sıkılabilirdim ki?
Yine de kısa bir süre sonra etrafındaki insanlardan müsaade isteyerek salonun içerisinde ilerlemeye başladık. Salonun ortalarına doğru geldiğimizde kulaklarımızdaki müzik yerini farklı bir melodiye bıraktı. Kulağıma tanıdık gelen bu melodiyi çıkarmak için iyice kulak kabarttığımda Aziz beni izliyordu.
'Ta uzak yollardan
Koştum, geldim senin kollarına
İçimde yanan hasretinle ben
Baktım durdum senin yollarına
Sensizlik bir ölüm sanki'
Burada bu şarkıyı duymayı beklemediğim için şaşkın gözlerle Aziz'e baktım.
"Müzayededen parça satın alan insanlardan şarkı isteği alıyorlar. Masamıza gelen adamın verdiği karta bu şarkıyı yazdım. Benimle dans etmek ister misin?"
Başımı yavaşça salladığımda adımlarımız salonun ortasına ilerledi. Ellerimizi çözmezken Aziz boştaki elini belime yerleştirerek beni kendine çekti. Benim de elim onun omzundaki yeri almıştı.
'Ta uzak yollardan
Koştum, geldim senin kollarına'
Başını aşağı yukarı salladı ve dudaklarını oynatarak eşlik etti şarkıya.
'İçimde yanan hasretinle ben
Baktım durdum senin yollarına'
İşaret parmağımı dudağına bastırdım ve şarkının bu kısmındaysa ben eşlik ettim. Bir sonraki dizede ise birbirimizin dudaklarına doğru şarkıyı söylüyorduk.
'Sensizlik bir ölüm sanki'
Etrafımızda bizi izleyen insanlar olduğu gibi dansımıza eşlik eden insanlar da vardı. Ama yine de dikkatler bizim üzerimizdeydi. Normalde böyle durumlarda gerilsem de Aziz'in kollarında olmaktan başka bir şey düşünemiyordum.
'Haykırsam göklere
Artık yanımda beni benden çok seven
Dünyalar benim olsa da yine de istemem
Yalnız sensin benim yüzümü güldüren'
İkimiz de birbirimize bakarak hem şarkıyı söylüyor hem de dans ediyorduk.
"Bu şarkıyı bizim için yazdıklarıma eminim." dedi kulağıma doğru eğilip. Huylandığım için bilinçsizce omzumu kulağıma yasladım ama cevap vermekten de geri kalmadım. "Bu şarkı yazıldığında portakalda vitamin bile değildik."
Yine romantik bir anı katlettiğim için gülüyordu ama durumdan rahatsız da değildi.
'Bir rüzgârdı esen
Ayrılıklarla bizi kahreden
Gözlerimde tüten bir aşktın sen
Yıllar yılı bitip tükenmeyen
Çok özledim seni ben'
"Çok özledim seni." dediğinde bunu şu an için değil de ayrı kaldığımız zaman için söylediğini anlamıştım. Ya da belki şu an için de söylüyor olabilirdi. Çünkü ben onu özlemiştim.
"Eve gidelim mi?" diye sorduğumda muhtemelen beni yanlış anlamış olacak ki yüzü düştü. "Sıkıldın mı?"
"Hayır." dedim başımı iki yana sallayıp. Etrafımızdaki kimseyi umursamadan dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. "Seni özledim."
Mesajımı almış olacak ki gözlerinden geçen parıltıya şahit oldum. "Gid... Gidelim, olur."
Kekelemesi beni güldürse de elini tutup pistten uzaklaştırmama engel olamamıştı. Salonun kapısına doğru ilerlerken Aziz'in adının seslenilmesiyle arkamızı döndüğümüzde 'veledin abisi' gülerek bize ilerliyordu. Elindeki paketi sallayarak Aziz'e uzattı.
"Saatlerinizi unutmayın." Aziz pakete uzandığında adam, bir elini kalbine atarak tirat atar gibi konuşmaya başladı. "Sizin aşkınız da bu saatlerin taşıdığı ruhların aşkı gibi sonsuzluğa uzansın çok sevgili Saint Çınar ve Mrs. Leventoğlu."
Aziz kısılmış gözleri ve umarsız yüzüyle karşısındaki adama bakıyordu. Aziz'in bu tavrı sanki onun daha da hoşuma gidiyormuş gibi gülerek sarıldı Aziz'e. Sırtına vurmayı da ihmal etmemişti. "İyi ki geldin mate. Arayı açmayalım."
"Mümkünse açalım." diyerek geri çekildi Aziz.
Adamın kahkahası neredeyse salonu doldurdu. "Biliyorum sen de beni seviyorsun." dediğinde Aziz'in dudağının kenarında çok küçük bir gülümseme belirmişti. "Siktir git." deyip arkasını döndü ve ikimizi birden salondan çıkardı.
Bu sefer araba için şoför tutmamıştı. Bizi eve getirdiğinde kapıyı anahtarla açan ben olmuştum. Sanki yıllardır Aziz'le bu evde yaşıyormuş gibi hissediyordum kendimi. Her şey olması gerektiği gibiydi.
Aziz mutfağa geçip bizim için gece atıştırmalığı yapacağını söylediğinde hayır dememiştim. İkimiz de kıyafetlerimizi çıkarmadan mutfağa girmiştik. Doğruyu söylemek gerekirse kıyafetimi hiç çıkarasım yoktu. En azından tek başıma çıkarasım yoktu.
Sessizliğimden kuşkulanan Aziz bir ıslıkla dikkatimi çektikten sonra gözünü kırptı. "Yine kafanda bana izlettirecek filmler mi düşünüyorsun?"
Bitmiştim ben. Ömür boyu kurtulamayacaktım bu ithamdan. Ne zaman film izlemek istersem bana bunu kesinlikle hatırlatacaktı.
"Yok sana film falan." dedim gerçek bir sinirle. Ama o belli ki bunu ciddiye almadı.
"Hadi ya." dedi sırıtarak. "Oysa ki ben de sana sinema salonunu gösterecektim."
Duyduğum şeyle çıkmak için adım attığım mutfağa geri döndüm.
"Neyi göstereceksin neyi?!"
"Sinema salonunu." dedi gayet olağan bir şeyden bahseder gibi.
"Bu evde sinema salonu mu var?"
"Güzelim evin sadece bu katında vakit geçirdin. Üst kata da çıkmadın alt kata da inmedin."
"Ben ne biliyim evde sinema salonu olduğunu??! Senin göstermen gerekiyordu." dedim kontrol edemediğim heyecanım ses tonuma yansırken.
"İyi hadi merdivenden aşağı in geliyorum ben de."
Aziz'i beklemeden elbisemin izin verdiğince koşar adım aşağı indim. Evde sinema salonu... Hayalimdi.
Karşıma çıkan kapıdan içeri girdim ve el yordamıyla bulduğum ışığı açtım. Gördüğüm şey gerçekten de mini bir sinema salonuydu. Perdesinden koltuğuna her şey de çok kaliteli görünüyordu. Merdivenlerden aşağı indim ve perdenin önüne geldim. Projeksiyon cihazı buradaydı. Pek anlamasam da heyecanla birkaç tuşuna basıp açmak istedim.
Projeksiyondan ışık çıktığında heyecanla perdeye döndüm. Perde beyaz ışıkla kaplanmışken odanın ışığı söndü. Tam Aziz'e seslenecektim ki perdede kendimi görmemle birlikte ağzımı bile açamadım.
Bu bendim. Kesinlikle daha genç halimdi. Yirmilerimin başı gibiydi. Ben yaşımı tahmin etmeye çalışırken ekrandaki ben birden konuşmaya başladı.
"Projede de gördüğünüz gibi bu ev tam anlamıyla bir aile evi olarak tasarlandı. Ama aile evi diyince aklınıza kendi ailenizin evi gelmesin. Çünkü burası tam olarak hayallerinizdeki ev. Ya da genelleme yapmayayım. Burası tam olarak benim hayallerimdeki ev."
Şimdi bu anı çok net hatırlıyordum. Bitirme projelerimizden biriydi bu. Hayalimizdeki evi tasarlamamız istenmişti. Sonrasında da jüride sunumunu yapmıştık ve bu benim sunuma hazırlık videomdu. Karşımda ise Erdem, Sarp, Leyla, Meryem ve Mahir abim vardı.
"Görüldüğü üzere evimiz müstakil bir ev çünkü kim hayalinde apartman dairesinde yaşar ki? Evimiz aslında üç kattan oluşuyor ama bir katı yerin altında. Orada iki oda bulunacak. Bir odası spor salonu. Çünkü sporumuzu aksatmamalıyız. Diğeri ise sinema salonu. Ailemizle birlikte burada film geceleri yapacağız."
"Hocalar hayalindeki ev demişler ama sen hayalindeki aileyi de kurmuşsun anlaşılan Birce." diyen Sarp'ın sesiyle utanarak güldüm. Ekrandaki Birce de aynı şekilde gülmüştü. "Evin içi hayallerimize göre olmadığı sürece dışını istediğimiz kadar süsleyelim bir işe yaramaz Sarpcım." diye cevap vermeyi de ihmal etmemişti.
"Giriş katı oturma odası, mutfak, iki misafir odası ve odalardaki tuvalet banyodan oluşuyor. Misafirlerimiz geldiğinde bu odaları kullanacaklar. Asıl ev sakinleri ise bir üst kattaki 3 oda 1 salonda düzenlerini kurmuş olacak."
"Yukarıdaki salon niye?" diye sordu Erdem.
"Çocuklar sevmedikleri misafir geldiğinde odada tıkılıp kalmak zorunda kalmasınlar diye."
Kamera arkasındakilerin kahkahaları duyuluyordu.
"Mesela kocam bana bu mutfakta kahvaltı hazırlayacak. Sonra akşam yemeği yapacak. Boş günlerimizde yemek yapıp buzluğa atacağız ki hafta içi çok yoğun olduğumuzda çocuklar hâlâ sağlıklı beslenebilsin. Bu oturma odasında çocukları yatırdıktan sonra birlikte vakit geçireceğiz."
"Şu odada da çocukları yapacaksınız herhalde." dedi Sarp yukarıda bir odayı göstererek. Mahir abimin öksürük sesi ve Sarp'ı ensesinden geriye çekmesi de kameraya yansımıştı.
"Bu hikayedeki kocan kim yalnız?" diye soran Leyla'yla ekrandaki Birce'nin suratı düşmüştü.
"Sana ne! Allah allah. Ev anlatıyoruz şurda koca mı anlatıyoruz. Uzakta benim kocam."
"İyi Allah kavuştursun." diyen Mahir abimin imalı sesine gülmüştüm. 'Koca' muhabbetinden rahatsız olduğu sesinden belli oluyordu.
"Amin abicim." diyerek ona öpücük attım.
Videonun devamına odaklanmak istesem de tek odaklanabildiğim videoda yanımda duran ev maketiydi.
Salonun ışıkları tekrar açıldığında arkamı dönmemle karşımda Aziz'i bulmam bir oldu. Ellerini arkasına bağlamış, kafasını hafifçe sağa yatırmış bana bakıyordu. Üzerindeyse ona ilk hediyem olan kazak vardı.
"Aziz bu ev..." dedim kısık çıkan sesimle.
"Ömrümün sonuna kadar hayallerini gerçekleştirmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Bu evi sen hayal ettin ben inşa ettim ama hayallerindeki gibi olmadı. Çünkü içinde sen yoktun. Evin içi hayallerimize göre olmadığı sürece dışını istediğimiz kadar süsleyelim bir işe yaramaz demiştin. Doğruymuş. Sadece misafirler için ayırdığın odalarda kalabildim çünkü sen yokken bu evin sahibi ben değildim."
Ne diyeceğimi bilemediğim için ağzımdan sadece 'Aziz' mırıltısı dökülebildi.
"Evimizi benimle bir yuvaya dönüştürür müsün? Senin yanında olduğum her yer benim evim ama sen... Sen hayallerindeki evine beni de dahil edebilir misin?"
Arkasında duran ellerini önüne getirdiğinde ahşap, oymalı bir kutu tuttuğunu fark ettim. Bu kutu...
Kutunun kapağını açtığında gördüğüm yüzükle bakışlarımı Aziz'e çevirdim. Kalbim güm güm atıyordu. Bir haftadır bir teklif bekliyor olmama rağmen şu an bunun yaşandığına inanamıyordum.
Bu yüzüğü o adamın aldığını bildiğim için kurmaya çalıştım cümleden sadece "Ama.." kelimesi çıkabilmişti ve ben kendi sesimi ben bile duyamamıştım.
"Benimle evlenir misin bir tanem?"

Öhöm evlilik teklifimizi aldığımıza göre şöyle bir oh çekelim ve bir sonraki bölümü bekleyelim 🙃
Ama bir sonraki bölüm çarşamba günü gelecek..
Henüz finalimize var ama bu hikayeden sonraki kurgu yazmam için beynimi tırmalıyor. Ben bir yandan ona da başlayayım ki onun yayınlanma vakti geldiğinde bölümlerimiz daha düzenli olsunn
Yani bundan sonra haftada 1 bölüm gelecek. Bence bu bölüme kadar haftada iki temposuna iyi dayandım. Beni tebrik edin lüdfenn
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 131.87k Okunma |
10.06k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |