
Selamlar, selamlarr🩷
Hoş geldinizz inş keyifle okursunuz bu bölümü
Okurken yorumlarınızla da varlığınızı belli ederseniz biliyorsunuz ki benden mutlusu yok 😙
İyi okumalarr🩷
Aziz kapıyı çaldığında bir adım arkasında, olacakları bile bile kendini ateşe atan sevgilime bakıyordum. Resmen kovulacağının bilinciyle beni istemeye gelmişti. Kafasında kurduğu bir planı vardı ve ben dahil kimse önünde duramazdı. Aslında haksız da sayılmazdı sonuçta anne babasıyla gelse, babam ayıp olur diye düşünerek yüzüklerimizi takardı. Ama işte o yüzükler takıldıktan sonra Aziz’i ne gibi dertler ve sınavlar beklerdi.. O konuda bir tahmin yürütmem zordu.
Annem kapıyı açtığında karşısında elinde çiçeği ve çikolatasıyla favori damat adayını görmesiyle yüzünde kocaman bir gülüş belirdi. Bana en son ne zaman böyle aşkla bakmıştı hiç hatırlamıyordum.
“Aziz! Oğlum hoş geldin!”
“Hoş buldum Meltem Teyzecim. Her geçen gün nasıl daha da güzelleşebiliyorsunuz gerçekten inanamıyorum. Birce’yi iyi ki kendinize benzetmişsiniz.”
Aldığı iltifat karşısında annemin gülen yüzü daha da parlamıştı. Aziz cümle içinde adımı geçirmeseydi beni fark etmeyecek kadar mutlu görünüyordu.
“Birce özel tasarım Aziz’cim. En güçlü parçalarımızı bir araya getirdik. Ama doğruyu söylemek gerekirse ben daha çok çalıştım.”
Annemin sözlerinin vardığı nokta çok farklı algılanabilecek düzeyde olduğu için “Anne!” diye cırlamam dikkatini biraz olsun benim üzerime vermesini sağlamıştı.
“Hoş geldin annecim. Hadi kapıda kalmayın geçin içeri.”
Uyarım annemin pek de umrunda olmamıştı. Biz içeri geçtikten sonra önce Aziz’e ardından da bana sarıldı.
“Adem amcan içerde oğlum.” diyerek Aziz’i salona doğru yönlendirdiğinde kolumu tutup benim de Aziz’in peşinden gitmeme engel oldu. “Annecim? Bu çocuk seni istemeye mı geldi elinde çiçek çikolata?”
“Biraz öyle oldu anne?”
Muhtemelen durumu yalanlamamı bekleyen annem söylediklerim karşısında şaşkınlığını pek de gizleyemedi. “Kız, gerçekten istemeye mi geldi? Böyle dımdızlak. Tamam çöpsüz üzüm severiz de annecim bu işin bir adabı var. Baban içerde pijamayla oturuyor.”
Annem telaşla içeriye doğru koşturduğunda ben de peşinden gittim. Salondaki manzara görülmeye değerdi. Babam üstünde muhtemelen benimle aynı yaşta olan pijaması, bir elinde çok sevdiği televizyon kumandası diğer elinde önündeki meyve tabağından aldığı elma dilimiyle uzandığı koltukta kalakalmış, karşısındaki bir elinde çiçek bir elinde çikolata olan takım elbiseli Aziz’e bakıyordu.
“Ne oluyor lan?” dedi kısık bir sesle. Sanki halüsinasyon görüyormuşçasına gözlerini birkaç kere hızla kırptı. Karşısındaki görüntünün düzelmediğini fark edince bir hışımla yattığı yerden kalktı. “Napıyon lan sen burda?”
“Kaç haftadır görüşemedik Adem amca. Baktım sen de Birce yanımdayken sürekli görüntülü arıyorsun günlerdir. Dedim çok özledi herhalde bir gideyim de özlemini dindireyim.”
“Höst! Ben seni mi arıyorum? Kızımı arıyorum.”
“Her akşam gördüğün kızınla gün içinde 3 saatlik görüntülü görüşmeler yapınca ben de sandım ki beni özlediğinden herhalde. Yanlış anlamışım. Olsun. Meltem teyze özlemiştir beni. Değil mi Meltem teyze?”
Aziz babama vurup güvenli bölgeye kaçmıştı resmen. Annem sevgiyle Aziz’e yaklaşıp elindeki çiçek ve çikolatayı alıp televizyonun önüne koydu. Aziz Çınar Leventoğlu Fan Clup’ın onursal üyesi Meltem Işık tabi ki de ‘oğlunu’ haksız çıkarmayacaktı.
“Ay özlemez olur muyum oğlum. Çok özledim. Bakma sen Adem amcana o da özledi de belli etmiyor. Birce’ye her gece ‘ne yapıyor Aziz, nasıl?’ diye soruyor.”
Aziz’in gözleri 'öyle mi?' der gibi babamla benim aramda gidip geldi. Yani tam öyle diyemezdik ama değil de diyemezdik galiba. Kafamı tam da bunu anlatır şekilde sallıyordum ki babam itirazıyla dikkatleri üstüne çekti.
“Hiç de öyle sormuyorum.”
“Her gece Birce’ye sormuyor musun ‘ne yapıyor?’ diye.”
“O genel bir soru ona özel değil. Ofiste çalışırken de patronun ne yapıyor diye soruyordum.”
“Birce’nin patronunun adı ne?”
Annemin sorduğu sorunun ardından derin bir sessizlik odaya hakim olduğunda babamın bu sorunun cevabını asla veremeyeceğine emindim. Arkadaşlarımın ismini bile yıllar içinde zorla öğrenmişti. Ki Leyla, Erdem, Sarp ve Meryem hariç başka bir arkadaşımın da adını bilmezdi. Zaten iddia ettiği gibi patronumun ne yaptığını da çok sık soran bir adam değildi.
“Konumuz bu mu Meltem?”
Babam işin içinden çıkamayınca kaçmayı tercih etmişti. Annemle yarışabileceğini düşünmesi hataydı zaten.
“Konumuz ne canım benim?”
Babamın gözleri televizyonun önündeki çiçekle çikolataya gitti. Sorup da Aziz’in önünü açmak istemiyordu ama sormadıkça da ona kız isteme merasimini hatırlatan itemlerin salonunda bulunmasından rahatsız oluyordu
Aziz de babamın gözlerinin çiçek ve çikolatada olduğunu fark etmiş olacak ki çikolatayı alıp babamın yanına gitti. Açtığı paketi babama doğru uzattı. “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım dedim Adem amca.”
Babam bir önüne sürülen çikolatalara bir de çikolatayı tutan elin sahibine bakıyordu. Tatlı şeyleri severdi. Çikolatayı da severdi ama daha çok şerbetli tatlılardı onu cezbeden. Hafifçe burnunu kıvırdı. “Hanımlara ver sen çikolatayı. Ben sevmem pek.”
Annem inanmaz bir ifadeyle babama bakarken Aziz’in elinden çikolatayı aldı. “Ver oğlum sen bana onu ver. Sen de geç otur şöyle. Ayakta kaldın.”
Aziz bir kanepede babam diğer kanepeye oturduğunda annemle ben de tekli koltuklara oturduk. Annem kutunun içinden bir tane çikolata çıkarıp bana uzattı. Ben çikolatayı alınca da kendi ağzına bir tane attı. Kutuyu kapatmamıştı. Muhtemelen yaşanacak olan kaosu çikolata yiyerek izleyecekti. Aziz’in kendi başına iş açmalarının sonucu olarak ben de annem gibi sadece çikolata yiyip izlemekle yetinecektim.
“Hayırdır Aziz bizim evde çikolata yok diye mi düşündün? Zahmet etmişsin. Bu evde iki tane kadın var. Çikolatamız bol çok şükür.”
“Hmm çikolatamız bol ama çiçeğimiz eksikti. Sağ olsun onu da oğlum almış gelmiş.”
Babam başını yavaşça anneme çevirdiğinde gözlerindeki ‘kurbanın olayım dur’ ifadesini seçebiliyordum. Annemse babamın yüzündeki ifadeye bakma gereksinimi bile duymadan kutudan bir çikolata daha attı ağzına. Bir tane de benim elime tutuşturdu.
Babam tekrar bakışlarını Aziz’e çevirdi. Duyacağı şeyden içten içe korktuğu için bir şey soramadığına emindim. Çünkü ‘hayırdır neden geldin?’ dese Aziz ‘Allah’ın emri peygamberin kavliyle’ diye konuya girecek gibi duruyordu.
“Ev yaptıracakmışsın Aziz, hayırlı olsun. Niye ki? Biz seni yine gidersin diye düşünmüştük. Kalıcısın herhalde bu sefer.”
Babamın cümlesinin peşine annemin uyarı dolu yankılanan ‘Adeem!’sesi babama geri adım attırmaya pek de yetmemiş gibiydi.
“Ne dedim canım? Yanlış bir şey mi söyledim? Sonuçta İngiltere’yle bağını koparmadı. Hala gidip geliyor. Benim haberim olmadan benim kızımı da götürüyor falan hatta. Buralarda yerleşik hayat kuracağını düşünmemiştim.”
“Kızının, karşındaki çocuğun evlilik teklifini kabul ettiğinden haberin var değil mi kocam?”
“Benim bir şeyden haberim yok. Bana gelip de benden izin alan olmadı. Bu çocuk kim onu da bilmiyorum. Kızımla lisedeyken arkadaştı. Sonra ne gibi bir münasebetleri olduğundan haberim yok. Bana bir şey söylenmedi.”
Babamın tripi belli ki çok önceye dayanıyordu. Haksızdı diyemeyeceğim. Çünkü evet doğru zamanda doğru şekilde ilişkimizin haberini onlara verememiştim. Ama ben de suçlu değildim ki İngiltere’ye giderken Aziz’in bana evlenme teklif etme ihtimalini düşünmemiştim. Ya da daha en başında Aziz’e kendini affettirmesi için şans verdiğimde İzmir’de bana çıkma teklif edeceğini de. Hiçbir şey benim kontrolüm altında değildi. Aziz’in rüzgarıyla savruluyordum. Bu aşamada bazı şeyleri kendime bile itiraf edememişken babama edememiş olmam çok normaldi bence.
“Ben kızını çok seviyorum Âdem amca. Öyle böyle değil. Gerçekten çok. Onun hayatını tepetaklak etmemek için uzaklaştım. Onsuz yaşadığım hayatın bir anlamı olmadığı için iyileşip ona geri dönmek için elimden geleni yaptım. Bu duygularımı sana daha önce açmam gerekirdi belki haklısın. Kız babası olmanın kolay bir şey olmadığını tahmin edebiliyorum ama o sıralar Birce’yi kendime aşık etmeye çalışıyordum. Gözüm başka bir şeyi görmedi. Evlenme teklifi etmek yıllar öncesinden beri aklımda vardı ama İngiltere’ye geldiğinde teklif etmeye karar vermem onsuz geçirdiğim o bir haftada oldu. 10 yıl Birce’den ayrı kaldım ve dayandım ama bir kere kavuştuktan sonra, beni bir kere kabul ettikten sonra ayrı geçirdiğim her gün bir ömür gibi gelmeye başladı. Evet belki her şey çok yeni görünüyor ama bizim aşkımız uzun yıllardır hep bizimleydi.” Kısa bir an sustuğunda odadaki tek ses duvardaki saatin tıkırtısıydı. “Evet muhtemelen ben bir süre daha İngiltere’ye gidip geleceğim. Orda bir evimiz var. Ama her zaman yuvamıza geri döneceğiz o yüzden burada da bir evimiz olmalıydı. Ama benim hayalini kurduğum ev dört duvar ve bir çatı değil. Benim hayalini kurduğum evi yuva yapabilecek tek insan Birce. Hem mimar olarak hem de karım olarak.”
Duyduğu kelimeyle babam kaşlarını hafifçe çatarak yerden bakışlarını kaldırdı. Bu bakışın Aziz’i tedirgin ettiğine emindim ama geri adım atacak gibi durmuyordu. Planını devreye soktu.
“O yüzden Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızın Birce’yi kendime istiyorum.”
Babam belki de sakin sakin Aziz’i dinleyecek ve birkaç şey söyledikten sonra sorunsuz, ufak laf sokmaların olduğu bir akşam geçirecektik. Ama yook olmaz. Aziz babamın ona karşı içinde ne varsa dışarı atması için her şeyi yapmaya kararlıydı. Babamın boynundan yüzüne doğru çıkan kızarıklıkla da Aziz’in ne kadar başarılı olduğunu görebiliyordum.
Babam gözlerini Aziz’in üstünden çekmeden derin bir nefes aldı. En umarsız bakışları gözlerindeydi.
“Vermiyorum.” dedi sakince.
Aziz’in yüzünde numaradan olsa dahi bir şaşırma ifadesi yoktu. “Allah’ın emri dedim Âdem amca?”
“Vermiyorum.”
“Peygamberin kavli.”
“Vermiyorum.”
“Gençler birbirini sevmiş.”
“VERMİYORUM ULAN!”
Babamın ani çıkışı ürpermeme neden oldu. Anlık heyecanımı gören annem ağzıma bir tane daha çikolata attı ve ayaklanmış kocasına baktı.
“Vermiyor musun yani Adem amca?”
Aziz inadına babamın üstüne gidiyordu. Neden gittiğini anlattıktan sonra Aziz’e gittiği için kızamamıştı babam çünkü karşısındaki adam kızını korumak için yaptığı fedakarlıktan bahsetmişti ona. Ama bu durum Aziz’in kimseye haber vermeden ortadan kaybolduğu zaman yaşadıklarını silip atmıyordu. Yalvarmıştım babama Aziz’i nereye gittiyse bulsun diye. Polisti ya, benim gözümde her şeyi bulabilirdi. Oysa sıradan bir trafik polisiydi ve onun da arkadaşlarının da ulaşabileceği şeyler sınırlıydı. Benim o halim ve bunu düzeltmek için hiçbir şey yapamıyor olması onu kahretmeye yetiyordu. Üstelik Aziz çoktan aileme girmişti ve birden ülkeyi terk etmesi sadece beni değil anne babamı da etkilemişti. Babam sonunda içinde biriktirdiklerini dışarı atma fırsatı bulmuştu ama onda da Aziz karşısına çıkıp hastalığını söylemişti. İçinde biriken her şey dışarı çıksın diye Aziz babamı zorluyordu.
“Vermiyorum! Benim kimseye verecek kızım yok. Hele sana hiç yok! Ben nasıl güveneyim sana şimdi? Kafasına eser de çekip gider mi diye mi düşüneceğim ben sürekli? Yok sana kız mız! O yüzüğü o parmağa takman hiçbir şey ifade etmiyor.”
Annem ayaklanmış kocasının ağzına bir tane çikolata atıp onu sakince kanepeye geri oturttu. “Biraz sakin mi olsan hayatım? Çocuk keyfinden gitmedi ya. Anlattı sana o kadar.”
Babam ağzındaki çikolatayla itiraz etmeye devam etti. “Beni ilgilendirmez. Siz maşallah analı kızlı affetmeye pek meraklısınız. Ben değilim. Bir tanecik kızım var benim. Öyle kolay kolay vermem güvenmediğim adama.”
“Nasıl güvenini kazanacak bu çocuk peki?” Annemin sakin sakin babamın yüzünü okşayan eli babamın elektriğine biraz olsun topraklama yapmayı başarmıştı.
“Onu da ben mi söyleyeyim? Kendi kendine çok güzel çözümler buluyor. Bulsun buna da bir çözüm.”
Babamdan öğreneceğim çok şey vardı. Şu naz niyaz niye bende de yoktu ki.
“Âdem amca geçen gün Birce’yle konuşurken duydum. Yan apartmanın en üst katına yapılan terastan bozma dairenin imar izni yoktu değil mi?”
Bu çocuk gerçekten kendini affettirmeyi biliyordu. Babamın Aziz’e dönen bakışlarında belli etmemeye çalıştıkları küçük pırıltılar gördüm.
“Yok, evet?” Babamın ‘ee ne olmuş’ gibi tonladığı cümlenin ardından kulakları Aziz’in ağzından çıkacak en ufak bir sözdeydi.
“Aşk olsun. Senin burada avukat damadın var. Sen hala o adamların senin evinin güneşini kapatmasına sessiz mi kalıyorsun?”
“Ne sessiz kalacağım? Ben dava açtım kazandım bile. Sözde damadım olduğunu söyleyen avukatlara ihtiyacım yok benim. Yıkım kararı bile çıktı ama belediye kararı uygulamıyor, şerefsizler.” Babam da saniyesinde sinirini yönlendirebileceği başka birini bulabiliyordu işte. Neyse ki birden parlayan o siniri uzun süre etkisini göstermiyordu.
“Kim? Neyin kararını uygulamıyor? Benim müstakbel kayınbabamın emeğiyle kazandığı davanın mı kararını uygulamıyorlar? Âdem amca sen niye bana söylemiyorsun bunu?”
Duyduğu kayınbaba sözcüğü babamın sinirleriyle oynasa da Aziz’in kendinden emin bu tavrı onu daha çok rahatsız ediyordu. “Sana söylesem ne olacak? Sen mi gelip yıkacaksın.”
“Yok o işlere ben bakmıyorum.” Cebinden çıkardığı telefonunda bir süre bir şey arıyormuş gibi göz gezdirdi. “Bu bakıyor.” diye telefonu bize çevirdiğinde seçim zamanı kampanyalardan adını sıkça gördüğüm ilçe belediye başkanının adını ve numarasını Aziz’in telefonunda görmeyi beklemiyordum. Babam da belli ki beklemiyordu ama küçümseyici bakışlarla Aziz’e bakmaya devam etti. Muhtemelen numaranın gerçekten belediye başkanına ait olduğunu düşünmüyordu. Sabahtan beri sinirini bozmaya çalışan çocuğun başka bir oyunu diye düşünmüş olabilirdi. Aziz de babamın gözündeki bakışı gördüğünden daha fazla beklemeden numarayı arayıp hoparlöre aldı.
Ben heyecanla telefonun çalışını dinlerken babam üçüncü çalışın ardından da açılmayan telefonla yüzüne koca bir sırıtış eklemişti. Hayır yani çocuk burada onun işini halletmek için uğraşıyordu o, halledemedikçe mutlu oluyordu.
Telefon dördüncü çalışında açıldı ve telefonun hoparlöründen “Aziz Bey kusura bakmayın.” diye bir ses yükseldi. “Çocuk oynuyordu telefonla zor aldım elinden valla.” Adamın gülüşüne karşılık veren Aziz göz ucuyla babama bakıp konuşmaya başladı.
“Hiç önemli değil Talat Bey. Nasılsınız iyisinizdir umarım?”
“Gayet iyiyiz gayet iyiyiz. Siz nasılsınız? Gerçi çocuklar bahsetti size en kısa zamanda bir teşekkür ziyareti yapmam icap ediyor. Onun için arayacaktım ben de sizi.”
“Teşekkür ederim iyiyim ben de. Benim de sizinle görüşmek istediğim bir konu vardı. Madem ziyaret etmeyi düşünüyordunuz o zaman ben asistanıma söylerim asistanınızla iletişime geçer. Yakın zamanda uygun bir vakit ayarlarız.”
“Tabi tabi memnuniyetle ama sıkıntılı bir durum yoktur inşallah.”
Aziz tekrar gözlerini babama kaldırdı. Babam kollarını birbirine dolamış, gözlerini Aziz’in elindeki telefona dikmiş, annemin ağzına attığı diğer çikolatayı yemekle meşguldü.
“Ben sıkıntılı bir durum olduğunu düşünmüyorum. Görüştüğümüzde detaylı bir şekilde anlatırım. Kendinize iyi bakın.”
“Teşekkürler Aziz Bey, siz de iyi bakın kendinize. Görüşmek üzere.”
Aziz telefonu kapattığında doğal bir tavırla babama döndü. İş yerinde görmeye alışık olduğum o ifadesini yüzüne yerleştirmişti. Bu da bu işi ne kadar ciddiye aldığını gösteriyordu. Bakışlarını babama çevirdiğinde babam memnuniyetsiz bir ifadeyle kucağına çektiği çikolata kutusundan çikolata yemekle meşguldü.
“Sen bana bu olayla ilgili tüm belgeleri ver de Âdem amca. Yetkili merciye ilk elden ulaştırayım.”
“Sen hayırdır öyle belediye başkanlarıyla telefonda konuşmalar falan? Avukat değil misin oğlum sen? Belediye başkanı nerden tanıyor seni?”
“Birçok belediye başkanı sadece belediye başkanı değil ki Adem amca. Hepsinin genelde bir iş insanı kimliği de oluyor. Birçoğunun şirketi var zaten. E öyle olunca da sadece kendi avukatları yetmiyor işleri için iyi bir avukatlık firmasına da ihtiyaç duyuyorlar. Türkiye’de de en iyisi benim yöneticiliğini yaptığım şirket. Büyük müvekkillerimizin hepsiyle birebirde tanışıyoruz.”
Babam ağzına bir çikolata daha attı ve “İyi.” dedi sadece. Sonrasında da sanki hiç umurunda değilmiş gibi “Ben bulur veririm belgeleri Birce’ye verir o sana.” dedi.
Aziz gülüşünü göstermemeye çalışarak başını hafifçe öne eğdi. Sonra dizlerine vurarak hızla yerinden kalktı. “Madem bana kızını vermedin o zaman sen beni kovmadan ben yavaştan kalkayım. Malum yarın muhtemelen belediye başkanıyla bir görüşmem var. Biraz dinleneyim. Ben seni haberdar ederim görüşmeden sonra. Kızını Türkiye’nin en başarılı hukuk şirketinin yöneticisine vermediğine eminsin değil mi?”
Babam dudağının kenarındaki gülüşü sesini yükseltip sinirlenmiş gibi davranarak gizleyebileceğini düşünüyordu ama benim gözümden kaçmamıştı. “ Vermiyorum, yok! Benim kızımı ne doktorlar ne mühendisler istedi.” Fark ettiği şeyle yüzünü anneme çevirdi. “Meltem bu deyişin gerçekleşeceğini hiç düşünmemiştim. Gerçekten de ne doktorlar ne mühendisler istedi.” İkisi de bunun farkındalığıyla gülüştüklerinde Aziz’le ben asla gülmüyorduk. “Neyse işte öyle, isteyeni çok oldu yani. Bir avukat da istesin bakalım isteyebildiği kadar. Vermiyorum!"
“O avukat istediği hiçbir şeyi almadan bırakmadı Âdem amca. Bilgin olsun.”
Doğruydu. Bunun doğru olduğunu ben zaten biliyordum ama babam da Aziz’in beni istediği günden 2 hafta sonra yan apartmanın çatı katındaki kaçak daire yıkıldığında anlamıştı. Aziz’in istediğini alan, başarılı ve güçlü bir adama dönüştüğünün o da farkındaydı. Bunun farkında olduğu için Aziz’in de tahmin ettiği gibi beni Aziz’e vermemiş olmak ona farklı bir keyif veriyordu. Bu tabi ki sonsuza kadar böyle gitmeyecekti ama şu an elinde bulundurduğu güçten ve Aziz’i reddediyor olmaktan çok mutluydu.
Benim üzerimdeki baskısı maalesef ki devam ediyordu. Gün içinde aramaları ve eve geliş saatlerimdeki sıkılık şu sıralar çokça darlanmama sebep olsa da sabırla geçeceği zamanı bekliyordum.
Sanki uzak mesafe ilişkisi yaşıyormuşçasına geceleri uyumadan önce Aziz’le konuşuyorduk. Tüm gün dip dibe olmamıza rağmen geceleri de konuştuğumuzu gören annem bize ‘görmemişin sevgilisi olmuş’ bakışları atıyordu. Hafta sonları Aziz’le planlar yapsak da babam bir şekilde o planların içine maydanoz dikiyordu. Hatta bir keresinde annem babam aziz ve ben dörtlü date’e bile çıkmıştık. Herkese nasip olmazdı ama keşke bana da olmasaydı demekten başka bir şey yapamıyordum. Hatta buluşmamızda babamla Aziz sahilde oyuncak silahla balon bile patlatmıştı.
Babamın kollarını Aziz’e dolayıp silahla nasıl nişan alması gerektiğini gösterene kadar her şey çok hoştu. O sevgi en başta benim hakkımdı diye çığlıklar atmak istediysem de annem bana sahip çıkmıştı. Böyle romantik bir sahneyi babamla sevgilimin yaşadığını bilmek hiç iyi hissettirmese de en azından aralarındaki gerilimin, yani babamın ürettiği gerilimin, yavaş yavaş azalması iyi hissettiriyordu.
Bugün de işten gelip pijamalarımı üstüme çekmiştim. Saat çok geç olmasa da haftanın yorgunluğu bedenimde dolanıyordu. Muhtemelen birazdan gözlerim uykuya yenik düşecekti. Aziz’i arasam mı yoksa ‘uyuyacağım’ diye mesaj mı atsam diye düşünürken çalan zilin sesiyle başımı yastıkta sağa döndürüp odamın kapalı kapısına baktım. Sanki yattığım yerden kimin geldiğini anlayabilecek gibi bir süre kapının açılma sesini duymayı bekledim. Annemin terliklerinin sesini duyduğumda kapıyı açmaya gittiğini anladım. Birkaç saniye sonra ise kapı açıldı. Birkaç sesin birbirine karıştığı bir rabarbadan başka bir şey duymuyordum. Misafir mi gelmişti? Öyleyse hemen şu an uyumam en hayırlısıydı. Sırtımı kapıya döndüm ve gözlerimi hızla kapattım. 29 yaşında kadındım ama hala eve gelen misafirler korkulu rüyamdı.
Birkaç saniye sonra odamın kapısının açıldığını duyunca yorganımın içine büzüldüm. Evet benim de gizlenme metodum buydu. Odamın içine doğru sessiz adımların girdiğini duyduğumda ‘anne lütfen vazgeç’ diye yalvarmak istedim ama sessizliğime devam ettim.
Sessiz odanın içinde ‘Biice’ diye bir ses duymamla arkama döndüm. Akgün süt dişlerini göstere göstere sırıtıyordu.
“Ne işin var senin burada?” derken yataktan doğruldum ve kollarını bana uzatan Akgün’ü kucağıma aldım. “Annenle baban seni bize atıp date’e mi çıktılar yoksa oğluşum ha? Ne zilli senin o anan var ya ne zillli. Baban da az çakal değil. Gel gidip anneanneyle dedeye soralım bakalım nerdelermiş?”
Kucağımda Akgün, üstümde Aziz’in geçtiğimiz günlerde bana hediye ettiği şortlu, saten, açık pembe pijama takımıyla birlikte salona doğru ilerledim. Salondan gelen Erdem’in sesini duyduğumda henüz gitmediklerini anlayıp hızla salona girdim. Girmemle olduğum yere çakılmam bir oldu.
Erdem, Leyla, Meryem, Sarp ve Aziz iki dirhem bir çekirdek şekilde salonda oturuyorlardı. Babam ve ben ortamdaki pijamalılardık. Annemse iki tarafı da dengeleyecek şekildeydi. Salonun ortasındaki masada gördüğüm çiçek çikolatanın yanında bir de baklava paketi vardı.
Bu çocuk yine beni istemeye mi gelmişti?
“Gelin kızımız da gelmiş.” diyen Erdem’le bakışlarımız buluştuğunda kendini rolüne fazla kaptırdığını anlamıştım.
“Gelin kızımız da biraz paspalmış.” diye mırıldanan Leyla da kaynanam rolündeydi galiba.
“Ne yapıyorsunuz siz burada?”
Sorduğum sorunun muhatabı Aziz’di. Gözlerim de onu üzerindeydi ama onun yerine cevap veren Sarp oldu.
“Hayırlı bir iş için geldik.”
Babam gülmemek için elini çaktırmadan dudaklarına götürmüştü. Benimle göz göze geldiğindeyse boğazını temizleyip kaşlarını çattı. ‘Ben kız babasıyım gülemem’ ifadesini yüzüne yerleştirdi.
“Hayırdır Sarpcım böyle destursuz habersiz. Aklıma gelen şey için olamaz herhalde.”
“Valla tam da onun için Adem amca biliyor musun? Kovmuşsun geçen gün bizim oğlanı. Bir de bizi kov diye geldik.”
Sarp son cümlesini meydan okur gibi değil gerçekten de kovulmak ister gibi söylemişti. Zaten muhtemelen Aziz’in niyeti yine buydu. Babamın onu her kovduğunda biraz daha yumuşayacağından emindi. Şimdi bir de seyircisini de getirmişti yanında ki kovulmasının etkisi büyüsün.
Bu çocuk onca işinin gücünü arasında bu planları nasıl yapıyordu hiçbir fikrim yoktu. Hayır yani bir de bana da haber vermiyordu.
“Kovulmayı çok sevdiysen ben seni her gün kovarım Aziz. İnsanları meşgul etmeseydin.”
“Ben tatlı yiyip tatlı konuşalım diye geldim Adem amca. Geçen sefer çikolatayı çok sevmediğini söylemiştin ya baklava alayım dedim ben de.”
Babam en son o çikolatayla aşk yaşıyordu. Aziz de bunun farkında olduğu için alttan alta çaktırmadan laf sokuyordu.
“Birce kızım hadi baklavaları tabaklara koy, bir de kahve yap misafirlerimize.”
Babam anında yönünü anneme çevirdi. “Ne münasebet şimdi kahve?”
“Ne yapalım Âdem? Oralet mi ısmarlayalım çocuklara? Evimize gelmiş misafirlerimiz onlar.”
“Misafir umduğunu değil bulduğunu içer. Çay neylerine yetmiyor.”
“Ay Allah’ım sabır ver yarabbim. Birce hadi kızım. Kahve.”
Akgün’ü Leyla’nın kucağına bırakıp masanın üzerindeki baklava kutusunu aldım. Çiçeklerim de çok güzeldi. Diğeri solmaya başlamıştı iyi olmuştu tekrar istenmeye gelmem.
Kendi kendime düşündüklerimle gülmemeye çalışarak mutfağın yolunu tuttum. Hemen benim peşimden gelen Meryem ve Leyla mutfağa girdiğinde tutmaya çalıştıkları kahkahalarını saldılar.
Elimdeki baklava kutusunu tezgaha bırakıp tekrar onlara döndüm. “Ne işiniz var kızım sizin burda?”
“Seni istemeye geldik bircoşum.”
“Allah’ın emri peygamberin kavliyle inşallah.”
Sabır dilercesine derin bir nefes aldım. “Kızım siz delirdiniz mi? Hadi tamam benimki deli ben onu anladım da siz niye ayak uyduruyorsunuz?”
“Ay ama ne yapalım geçenki kovuluşunu öyle güzel anlattınız ki. Bu gözler görmek istedi yani.”
“Ben ortamda birinin sağlığına zeval gelirse diye buradayım yanlış anlaşılma olmasın. Bu kız istemesinde doktor kimliğimle bulunuyorum.”
“Yemezler doktor hanım. Çeneniz değil eliniz çalışsın hadi şu baklavaları tabaklara koyun da ben de kahve koyayım bari. Allah’ım başıma açılan işlere bak. Üstümde pijamamla isteme kahvemi yapıyorum.”
“Valla abiyeni giyip kırk saat hazırlansan Aziz’in salyalarını bu kadar akıtamazdın herhalde biricik. Çocuk baban var falan demeyecekti yapışacaktı dudaklarına. Siz tüm gün burun buruna değil misiniz? Hiç mi öptürmüyorsun, bu çocuk niye böyle mart kedisi gibi oldu?”
“Of saçmalama Leyla ya! Çocuğun yanında da garip garip şeyler söyleme. Konuşmuyor ama her şeyi anlıyor bu çocuk cin gibi.” İkimizin arasında ayakta dikilirken kafasını bir bana bir annesine çeviren Akgün'ü gözlerimle işaret ettim.
Leyla eğilip oğlunun yanaklarına büyük öpücükler kondurdu. “Akıl küpü benim oğlum akıl.”
“Hah onu diyorum ben de işte. Babaannesine ‘şikine’ dediği yeter bence dedesine de mart kedisi demesin.”
“Hiih, doğru dedin onu. Görüyor musun annecim teyzeni? Anandan çok düşünüyor seni. Bir de sana kardeş doğursa en favori teyzemiz olur bence.”
“Ay Leyla!”
“Ne ay Leyla? Gelen giden yok değil mi alt taraflarda?” Reglimden bu şekilde bahsetmesine gözlerimi devirdiğimde “Ne var söylediklerine dikkat et diyorsun ediyorum işte.” diyerek üste çıktı.
“Olmadım ama daha zamanı var. Sen beni böyle sıkıştırırsan stresten olamayacağım zaten.”
“Yalnız hamile olsan Adem amca bu içerde yaptığı nazı niyazı yapamaz haberin olsun.”
“Aziz ailesini alıp gelse babam o nazı niyazı zaten yapamaz. O babamın gönlünü görmek için yapıyor böyle. Yoksa dedesiyle babaannesi gelse sence babam ağzını açıp tek kelime bir şey diyebilir mi?”
“Yine de hamile olsan çok iyi olur.”
“Kendine yancı aradığının farkındayım Leyloşum ama düğün öncesi bizi krizlere sürüklemeyecek dualar edersen çok mutlu olurum.”
Pişen kahveleri fincanlara koyduğumda Meryem’in tabaklara dizerken bir yandan da tırtıkladığı baklavalara baktım.
“İçerdekilere de kaldı mı Meryemaşkım?”
Belli ki baklava yemeye tüm konsantrasyonunu verdiği için az önce konuşulan konuları dinlememişti bile. Adını duymasıyla elinde baklava dilimi bana bakakaldı. Ne dediğimi anlamak için birkaç saniyeye ihtiyaç duyduğunu fark etmiştim.
“Birce, baklavalar on numara. Damat paraya kıymış. Neymiş bunun markası ya?” deyip önündeki pakete baktı. “Hmm valla kıymış paraya. Kayınpederim şerbetli tatlı seviyormuş dedi bize yolda. Onun için özel olarak almış. Adem amcaya daha çok koydum ama sorun yok şekeri yükselirse ben burdayım.”
“Babamın şekeri yok ki?”
“Bu geceden sonra olur gibi.”
Kıkırdarken iki tabağı alıp önden gitti. Peşi sıra Leyla da bana göz kırpıp iki tabak alıp içeri geçti. Akgün eline verdiğim bir tane tabağı tüm ciddiyetiyle taşıma görevini üstlenmişti. Ben de kahveleri götürecektim ki son anda aklıma gelen şeyle durdum.
Madem Aziz beni istemelere çok meraklıydı o zaman adet de yerini bulsundu. Gözüme değen tuzluğu seçtiğim fincanlardan birinin içine birazcık bocaladım.
Kahveleri alıp içeri geçtiğimde Erdem’le Sarp’ın babamla bolca gülmeli bir sohbetin içinde olduğunu gördüm. Gerçekten her ortama lazım tiplerdi canım arkadaşlarım. Gerçek bir istememiz olduğunda hayat kurtarıcı olacaklardı çünkü Aziz’in babasıyla babam nasıl anlaşacaklar hiçbir fikrim yoktu. Gerçi babasıyla ben nasıl anlaşacaktım onunla ilgili de bir fikrim yoktu. Aziz’in ailesinden sadece annesiyle tanışmıştım. O benim doğum günümde sülalemin yarısıyla tanışmıştı. Sülalemin yarısıyla tanışmayı bırak kuzenimle yıllarca arkamdan iş bile çevirmişti. Benim de onun ailesinin kalanıyla yakın zamanda tanışmam gerekiyordu. Bu sahte istemelerin yanı sıra bu işin gerçeği olmadan önce tanışmamız en uygunu olurdu. Bu konuyu Aziz’e açmayı aklımın bir köşesine not ederek kahveleri dağıttım.
Kahvesini alırken Aziz’in alttan bakışlarıyla dudakları arasından mırıltıyla çıkan ‘ellerine sağlık’ cümlesi dudaklarımın kıvrılmasına sebep oldu. Üstümde pijamalarla istenecektim gerçekten.
“Âdem amcacım, bilirsin biz seni çok severiz. Sen bizim için bir babadan farksızsın biz de senin bir evladınız. Bugün de buraya hayırlı bir iş için geldik.” Erdem tam bir oğlan babası olarak söze girmişti.
“Zahmet etmişsiniz.” dedi babam sakince kahvesinden yudumunu alırken.
“Estağfurullah zahmet olur mu hiç? Seninle iki çift laf etmek için bile kilometrelerce yol geliriz biz.”
“Hıı, Aziz de öyle yaptı sağ olsun. Dünyanın bir ucundan geldi. Biraz zaman aldı ama işte. Yürüyerek geldiyse demek ki. Bu vakti buldu.”
Erdem’le Sarp yüzlerini duvara doğru çevirip gülüşlerini gizlemeye çalışsalar da pek başarılı olamadılar. Erdem sorumluluğunu hatırlamış olacak ki kendini toparladı ve babama geri döndü. Gözlerini doldurdu, dudaklarını titretti. Bir oyunculuk resitali izleyeceğimizin farkına vardığım için oturduğum yerde geriye yaslandım.
“Ne yapsın Âdem amca. Ona sorsan koştura koştura gelirdi ama işte… Hem kalbini hem kalbindekini düşünmekten ne hale geldi çocuk… Neyse bunlar tatsız konular açmayalım. Sonuçta çok sağlıklı şimdi. Ameliyat oldu. Sen de biliyorsun. Kızına kavuşabilmek için. Kızına hak ettiği hayatı yaşatabilmek için…”
Babamın az önceki halinden eser yoktu. Bu konu zaten Aziz ona ilk anlattığında da onu etkilemişti ve sırf bu yüzden hıncını istediği gibi alamamıştı Aziz’den. Şimdi tekrar bu konu açılınca belli ki kendini kötü hissetmişti ama bu Aziz’in istediği en son şeydi. Çünkü tüm çabası babam sinirini içine atmasın diyeydi. Yanında oturan Erdem’i bacağıyla dürttü. Girdiği konudan acilen çıkması gerekiyordu.
Erdem yapılan uyarıyı anladı. “Ama eşek sıpası ne yapmış Âdem amca? Gitmiş, senin haberin olmadan kızına evlenme teklif etmiş! Olur mu öyle şey? Gelenek görenek kültür örf adet.. Yok kalmamış bunda. Unutmuş İngilterelerde hepsini!” Babam az önceki modundan kolaylıkla kurtuldu ve neye sinirli olduğunu hatırlamışçasına tekrar dikleşti. “Ben de kızdım! Sen dedim ne yapıyorsun? Böyle bir şey olur mu? Bak benim bir oğlum var. Bana dese ki baba ben bir kıza evlenme teklif ettim babasının da haberi yok. Yazıklar olsun sana derim. Yazıklar olsun verdiğim emeklere. Biz seni böyle mi yetiştirdik?”
Erdem’in gazı fazla ileri gidiyor gibiyken Aziz bu kez de gazdan ayağını çekmesi için koluyla koluna hafifçe vurdu. “Ama sen söyle Adem amca. Bu çocuk nasıl yetişti? Bu çocuk hangi şartlar altında yetişti? Bu çocuk var ya bu çocuk! Kendi kendini yetiştirdi! Annesi babası boşandı, baba yüzü görmedi, annesi mutlu olsun diye annesine hasret kaldı. Ya siz de bilirsiniz, bu çocuk hasta oldu da siz bakmadınız mı Adem amca?”
Yoktu, gerçekten bir ortası yoktu. Babama bir sıcak bir soğuk yaparak şok etkisi mi yaratmaya çalışıyordu bilmiyorum ama durmalıydı.
“Ama o ne yaptı? Üstünde bu kadar emeği olan insanlara ben hastayım gidiyorum buralardan demedi. Bastı gitti. Sen aylarca kızına mahcup baktın bu şerefsizi bulamadın diye. Sonra da ne yaptı çıktı geldi. Bir özür yok, kusura bakmayın yok. Varsa yoksa Birce. Bize bile zor söyledi neden gittiğini biliyor musun? Böyle arkadaşlık olur mu?” Şu an içini mi döküyordu yoksa babam onları kovsun diye numara mı çekiyordu emin değildim. Galiba Aziz de değildi çünkü bir tanesi kısılmış gözüyle arkadaşının ağzından çıkan cümlelere müdahale etmeden onu dinliyordu.
“Bak şimdi benim karım hamile biliyorsunuz.”
Babam yavaşça başını aşağı yukarı salladı. “Hayırlı olsun oğlum.”
“Allah razı olsun Adem amca. Sen kız babasısın. Bizim ufaklığın cinsiyeti henüz belli değil ama düşünüyorum. Kız olursa... Ben de kız babası olacağım. Senin yerinde olsam değil kızımı istemesine izin vermek şu kapıdan içeri sokmazdım. Ama sen çok büyük adamsın. Evinde ağırlıyorsun. Kızınla burun buruna çalışmalarına hiç laf etmiyorsun. Sevgililer ya! Var mı ötesi? Birlikte İngiltere’ye gittiler. Avrupa şehirlerinde tatil yaptılar. Onları da senden gizli yaptılar yani olacak şey değil! Sen yine de bu çocuğu misafir ediyorsun. Çok yüce gönüllüsün.”
Babamın o yüce gönlü birazdan patlayacak gibi duruyordu. Neyse ki Meryem burada diye kendimi rahatlatıyordum ben de. Şakağındaki damarı da göründüğüne göre birazdan herkesi kovması yakındı diye düşünüyordum.
Erdem sesini iyice yükseltti. Hem kendisi gaza geliyor hem de babamı gaza getiriyordu. “Biz de senin yüce gönüllülüğüne sığınarak geldik. Allahın emri peygamberin kavliyle kızımız Birce’yi oğlumuz Aziz’e istiyoruz. Veriyor musun?”
Babam tek bir saniye bile beklemedi. “VERMİYORUM LAN!”
“Lan mı? Âdem amca? Ayıp oluyor.” Araya giren tabi ki Sarp’tı. Adamı çileden çıkarmalarına rağmen hala ayıp oluyor diyordu.
“Asıl ayıp bana yapıldı bana! Bak ne güzel anlattı Erdem! Ben saksı mıyım lan burda? Kız babasıyım ben kız! Tamam en son babalar duyar dedik ama bu kadar da değil! Kızın parmağına yüzüğü takıyor sonra geliyor haber veriyor olacak iş mi?”
“Çok haklısın Âdem amca. Ama benim bir sorum var. Ne yapsak alabiliriz biz bu kızı?” Bunu da kızın babasına sormak gerçekten de ütün bir zekaydı.
“Yok, alamazsınız. İmkânı yok. Vermiyorum kızı. Ne olursa olsun ne yaparsanız yapın vermiyorum!”
Ben babamın tavrını hala ciddiye almıyordum çünkü bu cümleyi söyledikten sonra önündeki baklavasına hırsla çatalını batırıp ağzına atmıştı ama Aziz hafiften gerilmiş gibiydi. Birkaç dakikadır elinde tuttuğu fincandan ilk yudumunu da gerginliğini dindirmek için almaya karar vermişti.
“Biicesi hamiye”
Gaipten gelmesini dilediğim o ses maalesef ki gaipten değil de Akgün’den gelmişti. Minicik bir çocuktan çıkan iki kelime ortamda kocaman bir kaos yaratmaya yetmişti.
Aziz ağzındaki kahveyi püskürtmüş, babamın yediği baklava boğazında kalmıştı. Annemin yüzündeki gülüş donarken Leyla ile Erdem oğullarının kurduğu cümlenin şokuyla kocaman açılmış gözleriyle duruma el atmak için geç kalmanın farkındalığı içerisindelerdi. Sarp’ın büzülen dudakları büyük bir kahkahanın eşiğinde kendini tuttuğunu gösteriyordu. Meryem’se kapattığı gözleri ve çattığı kaşlarıyla ortamdan soyutlanmak istiyor gibiydi.
Sanki her şey ağır çekimde oluyordu ya da benim kalp atışlarım yavaşlamıştı. Ölüyor olabilir miydim? Evet ortada böyle bir şey yoktu ve Akgün herhangi bir şey söyleyebilecek küçük bir çocuktu ama babam asla duruma böyle bakmazdı.
Babamın öksürükleri arttığında annem girdiği transtan çıkıp babama su getirmem için bana seslendiğinde ayağa kalkacak gücü bulup mutfağa gidip babama su getirdim. Babamın suyu içip sakinleşmesi ömrümün en uzun üç dakikasıydı. Bardağı önündeki sehpaya hızla koyup ayaklandı.
“Erdem, oğlun ne diyor?”
Erdem sanki geçiyorken uğramış bir komşuymuşçasına hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi omuzlarını yukarı aşağı oynattı. “Valla hiç bilmiyorum Âdem amca.”
Erdem’in asla yardımcı olmayan tavrının ardından Aziz ayağa kalktı. “Âdem amca, tabi ki yok öyle bir şey. Çocuğun kafası karıştı şimdi annesi hamile biz Birce’yi istiyoruz falan. Geçen gün de ‘Sapi dana’ falan diyordu yani onu anlamak pek mümkün değil. Değil mi annesi?”
Leyla topun kendisine atıldığını fark edince anında kendini toparladı. “Öyle öyle, yoksa yani zaten biliyorsunuz Akgün öyle çok konuşan bir çocuk değil ki yani diyelim etraftan duyduğunu söylüyor falan. Yoktur hiç öyle huyları. Çok konuşmaması üstün zeka belirtisi olabilir dedi doktoru biliyor musun Adem amca?”
Leyla’nın konuyu başka noktalara çekmesi babamın kafasını daha da karıştırmıştı ama şüphe tohumunun içine sızdığını hissedebiliyordum. İçindeki şüpheden hiç memnun değildi ama soracağı herhangi bir soru onu hoşuna gitmeyeceği bir gerçeğe götürecek diye de soru sormaktan çekiniyordu, anlayabiliyordum.
Birden sinirle Aziz’e dönüp derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. İşaret parmağı, tehdit eder gibi Aziz’in yüzüne doğru kalktığında ‘kızımdan uzak duracaksın’ başlıklı bir monolog dinlemeye kendimi hazırlamıştım.
“Şimdi bu kapıdan çıkıyorsun. Bir sonraki gelişinde anne babanı da yanında getiriyorsun. Geleneklere göreneklere göre Birce’yi istiyorsun! İş bilmezler gibi çat kapı gelip ağzıma bal çalar gibi yalandan kız isteme numaralarına girişmiyorsun. Ha siz istersiniz de ben verir miyim? İşte onu bilmiyorum ama bir daha seni tek başına bu kapıdan içeri sokmayacağım ona göre.”
Hiçbirimiz tam olarak ne olduğunu anlayamamıştık. Babam az önce 'anne babanla gel kızı iste' demişti. Bu bir onaydı. Ama nedense ben hiç onaymış gibi hissedememiştim. Bu kadar gerim gerim geren bir onay türü olabilir miydi? Babam aynı şekilde bana döndüğünde kalbimin kan pompalayışını odadaki herkesin duyduğundan emindim.
“Baklavanın kalanı nerde Birce?”
Babamın sorusuyla bir anlık tutulma yaşasam da parmağımla mutfağı işaret edebildim. Babam sinirinden gram eksiltmeden odadan dışarı çıktı. Aziz ve ben ayakta, birbirimize bakakalmıştık.
“Ne oldu az önce?” diye bana sormuştu ama ben de cevap verecek durumda değildim.
“Oğlum günü kurtardı.” diyen gururlu Erdem’e ters bir bakış attım. “Ne var kızım? Aziz’e 'git ananı babanı al iste kızı' demedi mi Adem amca? Dedi. Oğlum, babanın içine şüphe tohumları düşürmese senin bu müstakbel beyin daha çok aşındırırdı bu kapıları.”
“Anne ne oldu az önce?” Bu soruyu aramızdaki en mantıklı bir insan olan anneme sormak daha doğru gelmişti.
Annem bacak bacak üstüne atmış gayet rahat bir şekilde otururken önündeki tabağındaki baklavasını küçük parçalara bölüyordu. “Baban Aziz’in numaradan kız istemelerinin farkındaydı ama gerçekten Aziz’i kovuyor olmak hoşuna gittiği için ses çıkarmıyordu.” Aziz’e doğru döndü ve baş parmağını kaldırarak “Aferin Aziz.” dedi. “Doğru bir hamleydi.” Ağzına küçük dilimlerden bir tanesini attı. “Erdem’in dediği de doğru. Baban küçük çocukların sözlerine çok kıymet verir. Çocuktan al haberi sözüne sonuna kadar inanır. İçine kurt düşürdünüz ama açık açık soramayacağı için işleri yavaşlatma politikasını rafa kaldırdı.”
Annem tabaktaki son parçayı da ağzına attığında ayaklanıp yanımıza geldi. Aziz’in yanağını sıkarken “Annenlere haber ver tamam mı oğlum? Babanız fikir değiştirmeden şu işin adını koyalım.”
Ay ailelerimiz tanışacak...
Neler olacak sizce? Anlaşırlar mı diyorsunuz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 131.91k Okunma |
10.07k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |