45. Bölüm

45. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 1

Melin Öğüt
melinogut

 

Selamlar, selamlarr🩷

 

Hoş geldinizz

 

Zaman çok hızlı değil mi sizce de🥹 5 ayı devirdik.. Neyse ki daha devirecek çok aylarımız var..

 

Tekrardan yavaş yavaş yoğun bir sürece giriyor olsak da her hafta burada olmak için elimden geleni yapacağım çünkü bana düşündüğünüzden çok daha iyi geliyorsunuz 🥹

 

Yorumlarda görüşelim mii??

 

İyi okumalarr🩷

 

Olaylı kız isteme, babamın Aziz’e 'anneni babanı al gel' demesiyle son bulmuştu. Son bulmuştu bulmasına ama benim için önümüzde çok daha sancılı bir süreç açılmasına sebep olmuştu. Teknik olarak benim yaptığım bir şey yoktu. Tüm iş yükümlülüğü ilk aşamada Aziz’deydi. Önce Fransa’daki annesine ve İskoçya’daki babasına ardından da Ankara’daki dede ve babaannesine haber vermişti.1

 

Aile dinamiklerimiz birbirinden çok farklıydı. Onun dedesi eski diplomat babaannesi emekli kadın doğum uzmanıydı. Benim babaannemse dedikodu ve büyü konusunda master yapmıştı.3

 

Onlar tek oğullarını ilkokuldan üniversiteye kadar üst düzey eğitimle yetiştirip konsolos yapmışlardı. Benim babam polis okulu için sınavlara girerken babaannem ‘inşallah seni geri gönderirler’ diye dua ediyordu. Diğer oğlu zaten dolandırıcıydı. Halamı ne kadar sevsem de en büyük başarısı kendisinin pek de katkısının bulunmadığı oğullarıydı.2

 

Şükürler olsun ki ikimizin anneleri de çok tatlı insanlardı. Birbirleriyle anlaşacaklarına emindim ama Aziz’in babasını sadece Aziz’den ve annesinden duyduklarımla tanıyordum. Ve pek de iyi şeyler duymadığım için neyle karşılaşacağımdan emin olamıyordum.

 

Aziz ‘kız isteme’ olayını babasına haber verdiğinde ben de yanındaydım. Bir süre sessiz kalmış ardından söylediği ilk şey ‘bana bir ay öncesinden haber verirsen takvimimi ayarlayabilirim’ olmuştu. Aziz’in yüzündeki alışılmış hayal kırıklığını görebiliyordum. Lisedeyken de babasıyla ilgili konulardan bu ifadesini tanıyordum ama o zamanki gibi susup telefonu kapatmamıştı. ‘Tarihi kız tarafı belirleyecek, takvimin uymazsa da sorun değil. Sensiz de nişanlanabilirim.’ diyerek vedalaşıp telefonu kapatmıştı. Babası birkaç dakikanın ardından tekrar arayıp hangi tarihte olursa olsun programını ayarlamaya çalışacağını söyleyip ‘Gelinime selam söyle, oğlumun yıllardır aklını başından alan kızla tanışmak için sabırsızlanıyorum.’ demişti.3

 

Aziz, ailesine kız istemeye gidecekleri haberini verirken ben de babamın ağzından bir tarih almaya çalışıyordum çünkü o akşamdan sonra bir daha bu konuyu hiç açmamıştı. Söylediği şeyin unutulacağını mı düşünüyordu yoksa bir anlık panikle söyleyip sonrasında pişman mı olmuştu bilmiyordum ama ağzından bir tarih alabilmek için annemle birlikte altından girip üstünden çıkmıştık. En sonunda her seferinde bizden ustalıkla kaçmanın bir yolunu bulduğunda kaçamayacağı tek insanı devreye soktum.

 

“Dayım, nasılsın?!” diyerek babamı arayan Mahir abim babamın kırmızı noktasıydı. Uzunca bir süre konuştular. Mahir abim son katıldıkları operasyondan babamın hoşuna gidecek komedi ve kahramanlık içeren unsurları özenle seçip anlatıyordu. Babam da tabi ki 987.ye anlattığı askerlik anılarını tekrar tekrar anlatıyordu.

 

Bu neşeli havası, Mahir abimin “Hayırlı bir iş varmış. Tam tarih ne zaman? Yeni yıldan sonra bir operasyon görünüyor. Gidip de dönememek var. Kız kardeşimin yüzüğünü ellerimle takıp kurdelesini kesmek nasip olur mu bana?” diye sormasıyla yerle yeksan olmuştu. Artık gerçekten bir tarih, hem de yakın bir tarih, söylemesi gerektiğine mi yoksa yeğeninin yine canını ortaya koyacağı bir operasyona gitmesine mi bu kadar üzülmüştü emin değildim ama sonunda ağzından bir tarih çıkmıştı.

 

31 Aralık.

 

Hem yeni yıldan sonra operasyon var diyen Mahir abim için uygun bir tarihti hem de sevgilimle baş başa geçirmek isteyeceğim bir özel günü baltalamıştı. Bunu bilinçli yaptığına adım gibi emindim. Hatta bu kız isteme mevzusunu ortaya atmadan önce bile ne yapsam da Birce’yi yılbaşı gecesi eve bağlasam diye planlar yaptığına da yemin edebilirdim.

 

Şükürsüz bir insan olmadığım için babamın ağzından çıkan tarihe iki elle tutunup hemen Aziz’e haber verdim. O da tekrardan ailesine haber verdi. Doğal olarak tarih seçimi garip karşılanmıştı. Hepsinin çoktan o gün için bir programı olduğundan ama bunu Aziz’e söylemeden iptal ettiklerinden emindim.

 

Bizim dostlarımız da bir süre babamın ne kadar ikonik bir karakter olduğundan bahsedip bunalmışlığımı gördüklerinde kız istemenin gece yarısına kadar sürmeyeceğini olay bittikten sonra dışarı çıkıp nişan kutlamasıyla yılbaşı kutlamasını birleştirebileceğimizi söylemişlerdi. Bu fikir hoşuma gittiğinde artık kafamı tamamen odaklanmam gereken konularla meşgul etmeye başladım.2

 

Ne giyeceğim!!! gibi konular…

 

Düğünde zaten beyaz giyeceğim için tam olarak beyaz giymek istemiyordum. Aziz yüzünden aklıma gelen sadece tek bir renk vardı ama renge bu kadar takmasam da önemli olan modeli mi olsa diye karmaşa içerisindeydim. Kızlarla hem mağaza mağaza hem de internetten dört bir koldan nişan elbisemi arıyorduk ama hiçbiri içime tam anlamıyla sinmiyordu. İngiltere’deki davette giydiğim elbiseyi orada bırakmıştım. En son seçenek olarak Aziz’den birine o elbiseyi kargolattırmasını isteyecektim. Ama tabi ki müstakbel nişanlım içine düştüğüm bu kaosu hissedip önlemini almıştı.

 

Bir gün telefonuma düşen art arda bildirimlerle uyandığımda müstakbel kayınvalidemin bana Fransa’dan tasarımcı bir arkadaşının butiğinden ‘fikir olsun diye’ attığı elbiselerle bakışıyorduk. Evde olacağımız için çok abartı bir tercih yapmak istemiyordum ama gördüğüm elbiseler o kadar güzeldi ki fikirlerim konusunda biraz esneme yapmam gerektiğine karar verdim. Beli ve kalçası vücudu saran, ince askılı ama ayriyeten giyebildiğin uzun kolları olan öz, hakiki, orijinal Fransız güpürlü o elbiseyi gördüğümde kıyafet telaşımın benim için bittiğine emindim. Tabi sonra bu elbisenin Paris’te bir butikte euro ile satıldığı bilgisi zihnime zuhur edince 'trendyolda yok mudur ya?' diye düşünme evresine geçiş yapmıştım bile.

 

Birgül teyze ise attığı tek bir mesajla beni o düşüncelerden çıkarmak ister gibiydi. “Charlotte benim çok uzun yıllardır arkadaşım. Hatta Aziz seni butiğine de götürmüş ama o gün burada yokmuş galiba tanışamamışsınız. Bana seni göremediği için çok üzüldüğünü söyledi. Kendisi Aziz’i çok sever. Nişanlanacağınızı ve senin elbise baktığını söylediğimde gelsin istediğini seçip götürsün dedi. Yani beğendiğin bir elbise varsa size nişan hediyesi olarak vermeyi çok istiyor.”

 

Dediği doğruydu. Paris’e gittiğimizde alışveriş yaparken Aziz’in beni götürdüğü bir butik vardı. Sahibiyle tanışacağımızı söylemişti ama gittiğimizde sahibinin şehir dışından olduğunu öğrenmiştik. O zaman da tasarımlarına bayılmıştım. Bir iki parça kıyafet alıp çıkmıştık.

 

Kendimi birazcık beleşçi gibi hissetsem de teklifi reddettiğimde Charlotte hanımefendinin butiğinde beğendiğim bir elbise olmadığı için teklifini reddettiğimi düşünmesini istemezdim… İyi kalpli ve düşünceli bir insandım. Yoksa.. Yani..

 

Evde de bu sırada annemin komuta ettiği, babamın adeta bir düşman askeri gibi tavır sergilediği bir kaos vardı. Annem misafirlerine yapacağı menünün, evin temizliğinin, organizasyon şirketi isteyip istemediğimin planını yaparken babam durup durup “Daha kızı vereceğim belli değil, kendini bu kadar yorma.” diyordu.1

 

Annem her ne kadar babamı ciddiye almasa da ben korkmuyor değildim. Hayır yani Aziz’i kovmak sıkıntı değildi. Onu kovardık o geri gelirdi ama insanlar kaç kilometre yollardan geliyorlardı. Hepsi de işleri güçleri olan, önemli ve yoğun insanlardı. Hele ki Aziz’in dedesi ve babaannesinin böyle bir olaya tavrını düşünmek bile istemiyordum. Stresten bir yerlerimde bir şeyler çıkmasın diye daha da stres oluyordum. Şu sıralar tekrar ofise dönmem gerektiği için Aziz’le diz dize de çalışamıyorduk. Ona olan özlemim de her geçen gün artıyordu. Babası verdikten sonra kocaya kaçan ilk kız olmama şu kadarcık kalmıştı.

 

Neyse ki yoğunluktan günler birbiri ardına ilerlemiş ve nişan günü sonunda gelip çatmıştı. Sabahın erken saatlerinde gözümü alacaklı gibi vurulan kapıyla açtım. Yataktan nasıl kalkıp odamdan çıktığımı bilmeden kapıya doğru adımladım. Kapıyı açmadan önce annemle babamın da uyandığını odalarından gelen seslerle anladım.

 

Kapının deliğinden baktığımda hiçbir şey göremedim. Sanki biri eliyle deliği kapatıyor gibiydi. Normal bir insanın tepkisi bu kapıyı açmamak olurdu ama ben eliyle dürbünü kapatıp alacaklı gibi kapı çalabilen tek bir insan tanıyordum.

 

Kapıyı açtığımda da o insan karşımdaydı. Uykumdan korkunç bir şekilde uyandırıldığım için tüm sinirimle suratına bakarken o sırtındaki çantasını tek koluyla tutarken duvara yaslanmış, sırıtarak bana bakıyordu.

 

“Naber kız biricik?” deyip yanağımdan aldığı makasla omzumdan ittirerek davete gerek duymadan içeri geçen kişi Mahir abimden başkası değildi.

 

“Gir tabi gir, hoş geldin.” derken hala uyku sersemi halimden kurtulamamıştım.

 

Çantasını koridorda bir kenara bıraktı. “Gireceğim tabi, bir de senin uyanıp davet etmeni mi bekleyecektim? Dünürlerle birlikte gelirdim o zaman.” Bir saniye durup baştan ayağa beni süzdü. “Sen niye hazırlanmadın?”

 

“Abi saat yedi buçuk.” dedim esnerken.

 

“Sana yedi buçuk da bize öğlen üç mü? Kargalar bokunu yemeden uçağa bindim lan ben! İstemesi olan hanımefendi horul horul uyuyor.”

 

“Ben de mi uçağa binseydim abi ne istiyon ya!” diye mızıldandığımda kıkırdayışıyla gözlerimi sonunda tamamen açıp yüzüne bakabildim. Ellerini yumruk yapıp beline yerleştirmiş, tebessümle yüzüme bakıyordu.

 

“Hoş geldin kahramanım sarılması?” deyip kollarımı iki yana açtım. Gülüşü tıslar gibi dudaklarının arasından çıkarken tek adımla dibimde bitip ensemden tutarak beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Başımın üstüne bir öpücük kondurduğunda ben de sırtına sinek ısırığından hallice bir sille yapıştırmıştım.

 

“Hain! Senin erkek tarafı olman gerekmiyor muydu zaten? Ne işin var burda? Git, erkek tarafıyla gelirsin!”

 

Güldüğünü hareket eden sırtından anlayabiliyordum. “Çok konuşma bence sen. Zararlı çıkarsın.” deyip zaten karışık olan saçlarımı iyice birbirine karıştırırken onu durdurmaya çalışıyordum ki babam pijamalarıyla koridorda göründü.

 

“Lan Mahir?” diyerek yeni ayılmış gözleri karşısındaki yeğenini tanımasına yardımcı olmayınca teyit etmek istemişti.

 

“Dayım?”

 

“Aslanım gelmiş be!” deyip beni bir kenara itekleyip yeğenine sarıldı. Bazen gerçekten ebeveynlerime sizin çocuğunuz benim diye bağırmak istiyordum. Neyse ki bu ayıbı aylar sonra görüşmüş olmalarına vererek kıskançlık yapmadım ve vestiyere yaslanarak babamla Mahir abinin sarılmalarının güreşe dönüşünü izledim.

 

Onların selamlaşmaları bu şekildeydi. Yıllar önce babam Mahir abinin sırtını yere değdiriyordu ama kısa bir süredir (Babam inkâr etse de yaklaşık 9-10 yıldır) bunu başaramıyordu. Ama Mahir abim de saygısından babamın sırtını yere değdirmediğinden babam güçlerinin başa baş olduğuna inanarak hayatına devam ediyordu.

 

“Âdem bırak çocuğu belini sakatlayacaksın!” diyen annemle ikisi de el ense pozisyonunda anneme doğru döndüler.

 

“Bir şey olmaz ona! O kimleri kimleri dizinde sektiriyor sen bir bilsen.”

 

“Biliyorum zaten.” dedi annem rahat bir tavırla. “Ben senin için söylemiştim.”1

 

Mahir abi gülerek babamın elinden kurtulup anneme doğru ilerledi ve kocaman sarıldı. Uzun boyunun ve kalıplı yapısının etkisiyle kolları arasındaki annem yok olunca babam karısının derdine düşüp “Bırak lan karımı, boğdun.” deyip ikisini ayırmaya çalışırken uykudan yeni uyanmanın da verdiği sersemlikle kıkır kıkır gülüyordum.

 

Mahir abinin bakışları bana değdiğinde bir süre göz göze kaldık. Tebessüm eden gülüşü daha da büyüdü. Sonra andan çıkmak ister gibi babama döndü. “Dayı, senin bu kız nişanlanacak diye çok mutlu ha haberin olsun. Sabahtan beri sırıtıp duruyor.”

 

Yüzümdeki gülüşü silmeden kollarımı göğsümde birbirine dolayıp olay çıkarmaya çalışan canım kuzenime baktım. Babamın bakışları beni bulduğunda her ne kadar nişanlanacağım için gayet mutlu olduğumu bilse de şu anki gülüşümün sebebinin benim için çok özel bir günde ailemi birlikte ve mutlu görmem olduğunu bildiğine emindim. Ne yapayım, duygusal bir kızdım.

 

“Valla çok da nişanlanacağım diye düşünmesin. Daha verip vermeyeceğim belli değil.”

 

Babamın cümlesiyle kahkaha atan Mahir abim bana ‘görüyor musun?’ der gibi baktığında hiç de babamın korkutmalarına kanacak bir havada hissetmiyordum kendimi. Hele bir vermesindi o zaman ben çıkıp bağırırdım hamileyim diye. O zaman da ne yapacağını kendi düşünürdü artık.

 

“Ay sizinle hiç uğraşılmaz gerçekten. Madem uyandınız kahvaltı edelim hadi.” deyip mutfağa ilerledim. Arkamdan annemin “Mahir Ali koş yardım et dayının kızına. Elinizden bir kahvaltı yiyelim.” Diye Mahir abiyle uğraşan sesini duydum.

 

“Yav çocuk yoldan geldi yorgundur.” diyerek yeğenini korumaya çalışan babam son son tüm işleri bana kitleme isteğini açık ediyordu.

 

“Birce’nin de nişanı var bugün Allah Allah. Diğer kızlar tırnakları suda, suratlarında maske hazırlanmaya başlıyorlar bu saatte benim çocuğum kahvaltı hazırlamaya gitti.”

 

“Sen yine de öyle nişan mişan deme de. Kız isteyecekler. Nişan demedik.”

 

“Hıı sen bi vermiyorum kızı de de bak bakalım annen ne yapıyor seni.”

 

“Annem ne yapcak kızım beni? Hiç de bir şey yapmaz. Oğlum yaptıysa haklıdır der.”

 

“Annene kalsa biz çoktan elaleme rezil olduk biliyorsun değil mi? Kızının elin oğlanlarıyla öpüşüp niye fotoğrafını internetlere koyduğuyla ilgili sana az çemkirdi galiba.”

 

“Anneanneme yakalanmak ne Birce Allah aşkına.” diyerek yanıma gelen Mahir abim yüzünden koridordaki anne babamın sohbetine daha fazla kulak misafiri olamamıştım.

 

“Off sus hiç açma konusunu ya. Kırk yıllık stalker gibi örgü hesabından takip ediyormuş beni. Haberim bile yok.”

 

“Peki elin oğlanlarıyla öpüşüp internete fotoğraf atmak ne?” derken tek eliyle kafamı tutup sağa sola sallamaya başlamıştı. İki elimle elini tutarak en azından daha az sarsılmaya çabalarken laf yetiştirmekten de geri kalmadım.

 

“Hiç elin oğlanı değil biliyor musun? Sen yakinen tanıyorsun. Benden daha yakın bile olabilirsiniz yani. Var mı bir kan bağı falan? Hayır çünkü yıllarca kişisel bilgilerim satılmış da?”

 

Kafamı sarsmayı bıraktı ama elini oradan çekmedi. Tek bir hareketle kafamı kendine doğru çevirip bana üsten bakmaya başladı. “Yüzünüzdeki şu gülüşün bedeliydi o bilgiler Biricik Hanım.”

 

Küçük bir çocuk gibi ona alttan altan bakarken ellerimi kafamın üstündeki ellerinden çekip beline doladım. “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım. Kafamdaki eli saçlarımı karıştırıp omuzlarıma indiğinde beni kendinden uzaklaştırdı.

 

“Tamam ağlama hadi yengem kahvaltı bekliyor elin çalışsın.”

Duygusal ortamdan ve samimi sarılmadan kaçışına güldüm bir süre. “Sizin sayenizde İngiltere’de hayallerimdeki gibi bir evim var Komutanım. Bir gün misafir etmek isterim.”

 

Önündeki salatalıkları yıkarken neyden bahsettiğimi anlamamış bir ifadeyle dönüp bana baktı. “Son sınıf ödevim vardı ya hayalimizdeki ev projesi. Sunum yapmıştım size. Aziz’e vermişsin videoyu.”

 

Yüzüme bakarken sessizliği birkaç saniye sürdü. “O da gidip ev mi yaptırmış?!” diye yükseldiğinde, sesi tüm şaşkınlığını belli etmişti. Elindeki salatalıktan bir parça kesip ağzına attı. “Zengin piç.”

 

Ettiği küfre uyarı mahiyetinde sesimi yükselttim. “Abi!!”

 

“Ne abi? Bizde zengin piçlere zengin piç derler.”

 

“Küfretme.”

 

“O kadar baskı kuruyorsun ki üstümde senin yüzünden küfrettiğim zaman kulağımda sesin yankılanıyor.”

 

“E ne güzel küfretmesene sen de.”

 

“Binlerce adamın arasında gel de sen küfretme. Delirtiyorlar beni.”

 

“Hii, kim delirtebilir seni. Geleyim de bir hadlerini bildireyim onlara.”

 

“Vaz geçtim gelme.”

 

“Niye ya?”

 

“Evlen öyle gel.”

 

“O niyeymiş?”

 

“Koskoca tugay kızım orası. Kaç tane piç sıraya dizilmiş yeni bir dişi sinek gelse diye bekliyor haberin var mı?”

 

“Sen varsın yanımda bir şey olmaz.”

 

“Yok yok unut sen onu. Kocanla gel geleceksen. Birinin bir bakışına ayar olacağım bir şey olacak. Al başına belayı. Bir süre beladan uzak kalmak benim ve rütbem için en iyisi.”

 

Ona hak verdiğimde sohbetimize devam ederek kahvaltıyı hazırladık. Annemle babamı da çağırıp kahvaltı masası sohbetiyle saatler süren bir kahvaltı yaptık. Annem uyarmasa nişanım olduğunu bile unutacak durumdaydım. Babamla Mahir abi bir araya geldiğinde ortaya bir mizah şöleni çıkıyordu.

 

Sofrayı toplayıp ayaklandığımızda Meryem ve Leyla geldiler. Erdem ve Sarp Aziz’le geleceklerini söyleyip taraflarını belli etmişlerdi.

Odada Meryem saçımı yaparken Leyla da tüm makyaj malzemelerini önüne dizmiş daha öncesinde provasını yaptığımız makyajım için kendini hazırlıyordu. O sırada da artık evli kadınlar kategorisine girmiş insanlar olarak Leylayla birlikte Meryem’le Sarp’ın yeni ilişkileri üzerine Meryem’i darlıyorduk.

 

“Kadın kurban kesecek yemin ediyorum.”

 

“Abartı değil biliyor musunuz? Gerçekten kesecekmiş. Adak adamış biz tekrar bir araya gelirsek kurban keseceğine. Tedavi olmayı da kabul etti.” dedi Meryem kıkırdayarak.

 

“Etmiştir tabi. Oğlunun seninle mürüvvetini görmeden gider mi hiç?”

 

“Ay Meryem kaynanadan yana yüzün gülecek şükürler olsun.” Abartılı bir şekilde ellerimi dua eder gibi yüzüme sürdüğümde Leyla dönüp ters ters bana baktı.

 

“Hayırdır Birce Hanım? İyi kadın, tatlı kadın diyordun. İş ciddileşince korkmaya mı başladın kaynanandan?”

 

“Ay yok ya.” dedim dün yaptırdığım tırnaklarıma bakarken. “Gerçekten çok iyi bir kadın.” Dolabımın kapısında asılı harikulade elbiseme bakarken gözümden daha fazla kalpler çıkıyordu. “Ben kaynanamdan korkmuyorum ama kayınpederle onun anne babası biraz korkutmuyor değiller. Aziz’in onlardan pek bahsetmemiş olması geriyor birazcık. Ama kız istemeye çağırdıysa benim gibi sırf ayıp olmasın diye çağıracak birisi değil o. Demek ki mantıklı ve makul insanlar.”

 

“Doğru.” dedi Meryem saçımla uğraşırken. “Zaten babaannen kadar olamazlar. Ki onu bile ayıp olur diye davet ettiniz.”

 

“Of valla babaanneme ayıp olacağından değil babama ayıp olacağından davet ettim ya. Bir de babamın başına ekşimesine katlanamazdım. Neyse bu kadar insanız. Bir babaannemi durdururuz herhalde. Şu an ondan bahsetmeyelim ya! Konuyu değiştirme Meryem. Anlat çabuk.”

 

“Ne anlatayım ya?” dedi Meryem sorudan kaçmaya çalışarak.

 

“Sarp’la işler nasıl gidiyor onu anlat.”

Biraz sessiz kaldığında başımı arkaya doğru çevirdim. Saçımın bir tutamı elinde olduğu için saçımı çekmiş gibi oldu ama saçımın acısını umursamadan bir cevap vermesi için suratına bakarak baskı oluşturdum. Kaç zamandır ‘iyi,iyi’ deyip bizi geçiştiriyordu.

 

“Yani, iyi işte.” Dediğinde ‘ayh’ diye derin bir nefes veren Leyla oldu. “Tek tek detay mı soralım Meryem. Kaç yıl oldu öğrenemedin bir ilişki dedikodusu yapmayı. Anlat çabuk.”

 

“Yani, iyiyiz…” diyemeden ikimizin de uyarı dolu bakışlarıyla korkmuşçasına teslim oldu. Oflayıp saçımı bırakıp yatağın üstüne oturdu. Derin bir nefes alıp utangaç bakışlarla bakışlarını ikimiz arasında dolaştırdı. “Liseye dönmüş gibi hissediyorum.” dedi kızaran yanaklarıyla. “Yani ben ona sıfırdan başlayacağız dedim çünkü aramızdaki ilişkinin fazla rahat bir ilişkiye dönüşüp bozulmasını istemiyordum. Öyle olunca, yani temassal açıdan kendimizi kısıtlayınca… Of ben şu an Sarp yanağımı öpünce lisedeki gibi kızarıyorum! Bu nasıl böyle olmuş olabilir! Bir ay önce seviştim ben bu adamla!”

 

“Ay sizi yeriim ben!” deyip gülmeye başlayan Leyla’ya bende katıldım. Onun kadar acımasız değildim. Sadece çok tatlı gelmişti. Ve de ben de çok farklı sayılmazdım. Babam sağ olsun bizim de Aziz’le yakın iletişimimiz İngiltere’de kalmıştı. Üstüne bu nişan işleri de çıkınca… Yani ben en son dün gece Aziz'le mesajlaşırken ayağımı yatağa vuruyordum. O derece..

 

Meryem “Ama ikimize de çok iyi geldi bence.” deyince Leyla gülerek “Onu bir de Sarp’a sormak lazım tabi.” diye mırıldandı. Duyulmaması gibi bir niyeti de yoktu zaten ama mırıldanmayı tercih etmişti.

 

“Ne konuştunuz peki? Bir daha birbirinizi kırıp üzüp küsecek miymişsiniz.”

 

“Kızlar…” deyip bir süre sessiz kaldı. “Yani ben sonuçta sizinle birlikte sürekli gördüğüm için Sarp’ın bu kadar değişmiş olabileceğini hiç düşünmemiştim ama ilişkideki hali… O kadar olgun ki… Ben de öyleyim. Yani ikimiz de çok daha mantıklı insanlarız ama o ilk günkü sıcaklık hala orda. Bu çok güzel bir hismiş.”

 

“Kıskanacak mıymış seni yine sağdan soldan? Hatırlatmak gibi olmasın ama diğer kızları pek kıskanmıyordu. Bu özelliğinin köreldiğini düşünüyorum.”

 

“Ben de aynı şeyi söyledim biliyor musun? Saçma kıskançlıklar yok dedim. Kıskanmayacağıma söz veremem ama sana kötü bir şekilde yansımayacağına söz veriyorum dedi.”

 

Leyla ile şaşkınca birbirimize baktık. “Bu cümleyi Sarp mı kurdu gerçekten? İlginç.” dedim gülerek.

 

Leyla “Aynı şey senin için de geçerli Meryemcim biliyorsun değil mi?” diye sorduğunda Meryem başını aşağı yukarı salladı.

 

“Biliyorum tabi ki. Ben 20’li yaşlarındaki o özgüvensiz kız değilim artık. Benim kıskançlığım tamamen benden kaynaklıydı. Kendimi yetersiz görüp herhangi bir kadını tehdit olarak gördüğüm içindi. Artık yetersiz falan hissetmiyorum. Çok başarılıyım, bayağı zekiyim, gayet de güzelim… Ki bunların yanı sıra da Sarp’a gerçekten güveniyorum. Değil beni, her ne kadar bahsini açmak istemesem de hiçbir kız arkadaşını da aldatmadı. Hatta birini tanımaya karar verdiğinde bile hayatında başka biri olmuyordu.”

 

“Bunlara yakından şahit olma mevzusu ne olacak peki?” diye sorduğumda ne demek istediğimi anlayamadı. “Yani ikiniz de başkalarıyla sevgili olurken birbirinizin hayatında vardınız bizim yüzümüzden. Sen onun eski kız arkadaşlarını biliyorsun o senin eski erkek arkadaşlarını.. Aynı ortamlarda falan da bulundunuz… Bilmiyorum yani yargılıyorum gibi düşünme sakın ben sadece… Yani sana geçmişi düşünme aklını veren de bendim biliyorum doğrusu da bu ama. Yapabiliyor musun gerçekten. Çünkü bunu söylememe rağmen ben bile bazen Aziz’in karşısında Kürşat’tan, Giray’dan utanıyorum. Onun hayatına kimsenin girmemiş olması beni hem daha da utandırıyor hem de biri girmiş olsaydıyı düşünmek bile istemiyorum. Altından nasıl kalkıyorsun?”

 

Bir süre dudağını büzerek düşündü Meryem. Sonra gözü bir yere dalmışken cevap verdi. “Altından kalkma değil aslında. Bizim ilişkimizde çok hatalar yapıldı. Hep de karşılıklı yaptık bunu. Sarp’ın ayrılmak istememi kabullenmemesi hataydı mesela. Benim onun karşısına başka biriyle çıkmam daha büyük bir hata. Onun bana misilleme yapması bambaşka bir hata. Ama bizi bitiren bunlar değildi ki. Bizi bitiren güvensizlikti. Bizi bitiren sevgisizlik de değildi. Aptal aşıklıktı. Evet bana geçmişi düşünme diyen sendin. Ben de kendi kendime ‘geçmişi düşünmeyeceğim.’ Diye tekrarladım içimden bana yardımcı olsun diye. Ama Sarp’ın yüzünü görene kadardı bu. Ona baktığımda, onunla birlikte olduğumda geçmiş aklıma bile gelmedi. Evet, birilerini sevmiş olması, birilerine dokunmuş olması aynısını yapmama rağmen rahatsız ediyordu beni de. Etmiyordu diyemem. Ama onların hiçbiri benim tanıdığım Sarp’ı tanımıyorlardı ki. Hiçbir zaman da tanıyamayacaklardı… Ben en savunmasız halimi bir tek ona gösterdim. Bir tek ona şımarabildim. Bir tek o yanımdayken gözlerimi kapatıp geleceği düşünmeden ona yaslanabildim. Bunu bulmuşken geçmişi düşünüp kendime eziyet etmemek senin tavsiyendi zaten.” Başını eğip bana baktı. “Terzi kendi söküğünü dikemiyor mu?” Anlayışla sorduğu soruyu kısa bir süre düşündüm.

 

Dikmiştim aslında da yama yapmış gibiydim. Varlığını biliyordum. Meryem gibi geçmişi düşünmediğimi fark etmemiştim mesela hiç. Geçmişi düşünmemek için çaba sarf etmiştim. Hatayı kendimde bulmamak için, Aziz’le daha erken kavuşabilmenin yollarını, sanki geçmişi değiştirebilecekmişim gibi, düşünmemek için… Pek başarılı değildim.

 

“Nişanlanıyorum kızım. Daha ne kadar dikeyim söküğümü.” Dedim işi şakaya vurarak. “Ama sen saçımı yapmazsam nişanlanamam. O yüzden lütfen.. İşimizin başına geçebilir miyiz hanımlar.”

 

Pek iyi oyuncu muydum bilmiyorum ama belki de bugün üstüme gitmemek için sorgulamayıp biri makyaj malzemelerini diğeri de saçımın başına geri dönmüştü. Önce benim saçım makyajım hazırlanmıştı. Sonra kızlar kendi saçlarını makyajlarını yaptılar. Elbiselerini de getirmişlerdi ama misafirlerimiz gelene kadar bir süre mutfakta kahve içip Mahir abime dedikodu anlatmayı tercih etmiştik. Hiç ilgilenmese de dinliyor oluşu kızların anlatma hevesleri için yeterliydi.

 

Daha sonra babaannem ve halam ortama giriş yaptıklarında babaannemin laflarına maruz kalmamak adına halamın kulağına özür dileyerek hazırlanma bahanesiyle odamıza kaçmıştık. Zaten muhtemelen babaannemin gözü de Mahir abimden başkasını şu an için görmüyordu.

 

Elbiselerimizi giyinmiş bir şekilde odada otururken odanın kapısı çalındı. ‘Gel’ diye seslendiğimizde kapı açıldı. Mahir abim operasyonda mağaranın içine giren askerler gibi sağını solunu, önünü arkasını kolaçan ederek odaya girip kapıyı kapattı.

Tam çatılmış kaşlarıyla bir şey söyleyecekti ki gözleri üzerimde dolaştı. Beğendiğini anlayabiliyordum ama ilk cümlelerinin bu beğeniyi belli eden cümleler olmayacağına emindim.

“Babaannen perdelerinden elbise yaptığını biliyor mu?”1

 

Gözlerimi devirerek ona baktığımda bugünün benim özel günüm olduğunu hatırlamış olacak ki kollarını açıp gülerek yanıma doğru geldi. “Gel buraya gel devirme gözlerini. Ne kadar güzel olmuşsun sen böyle.” deyip ellerini omzuma yaslayıp saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu. “Babaannenin perdesi bile yakışmış. Annenin genlerine teşekkür et.”

 

Onu şamar kesmeyeceği için göğsüne yumruğumu indirip kendimden uzaklaştırdım. “Pislik, sen ne anlarsın elbiseden modadan. Paris’ten geldi bu elbise. Cahil. Babaannemin perdesiymiş!”

 

Gıcık gıcık sırıtmaya devam etmesi daha çok sinirimi bozuyordu. Gözlerimi kısıp ölümcül bakışlarımı ona fırlatırken bir saniye durdum. “Kuduruyorsun değil mi kıskançlığından. Senden önce nişanlanıyorum diye çekemiyorsun beni. Kabul et ama evde kaldın.”

 

Kollarını gövdesinde birleştirirken beni tekrar baştan ayağa süzdü.

 

“İstesem senden önce evlenirim biliyorsun değil mi?”

 

“Nasıl olacakmış o? Sevgilin mi var?”

 

“Talibim çok.”

 

Eski yeşilçam kahkahamı ortaya atarak güldüm bu dediğine. “Ne hikmetse yanında birini göremiyoruz ama?"

 

"İstemiyorum çünkü."

 

"Hıı bu da evde kalmışların en büyük bahanesi." diyerek onunla uğraşmaya devam ettim. Dediğinin doğru olduğunu biliyordum. Beni üniversite bir kere okuldan almaya geldiğinde bile sohbetim olan olmayan bir sürü kız sonraki gün kim olduğunu, sevgilisi olup olmadığını sormak için yanıma gelmişlerdi. Zorla numarasını vermeye çalışan mı, instagramını soran mı… Birkaç ay sonra bile hâlâ birileri gelip soruyordu. Efsane gibi okulda yayılmıştı resmen.

 

Görev yaptığı şehirde de ne doktorlar ne öğretmenler beğeniyordu onu ama dediği doğruydu, istemiyordu. Hatta komutanları ve onların eşleri bile ona birini ayarlamanın derdine düşmüştü.

 

“Evet birkaç ay öncesine kadar senin de en çok kullandığın bahaneydi” dediğinde kızlardan yükselen ‘ooo’ sesleri başımı hızla onlara çevirmeme sebep olmuştu. Mahalle kavgası izler gibi bizi izliyorlardı. Bir tek ellerinde çekirdekleri eksikti.

 

“Sus be!” dedim geleneksel tartışma bitirme cümlemi öne sürerek. “Bugün ben nişanlanıyorum farkındasın değil mi? Kıskançlıklarını başka güne sakla. Allah tez vakitte inşallah sana da nasip eder canım. Bir anda oluyor kuzum hiç anlamıyorsun.”

Yeni gelin temennilerimi suratında iğrenmiş bir ifadeyle dinledi ama ben çok keyif almıştım.

 

“Müstakbel nişanlınız ortalarda yok gelin hanım hayırdır vaz mı geçtiler yoksa?” diye bana sataştığında bir süredir telefonuma bakmadığım aklıma geldi. Panikle odanın içinde telefonumu bulduğumda ekranı açmamla Aziz’den gelen mesajları ve cevapsız çağırıyı gördüm. Çıktıklarını yazmıştı. 20 dakika önce!!

 

Paniğimle birlikte herkesi peşimden sürüklerken annemle babama misafirlerin birazdan geleceğini söyledim. Annem ayaklanıp bin kere kontrol ettiği mutfakğa, bir eksik var mı diye tekrar kontrol etmeye giderken babam annesinin yanında ikisinin de dünya umrunda olmayan bir tavırla televizyon izliyorlardı. Şükür ki babam pijamalı değildi.

 

“Baba!” diyerek artık televizyon izlemeyi bırakıp toparlanması için onu uyardığımda aldığım tepki “Ne yav geldiler mi sanki?” olmuştu. Babaannemse “Yoldan mı karşılayalım. Geleceklerse gelecekler.” Diyerek sanki evlenmem için en istekli o değilmiş gibi istemem yan cebime koy tavrına bürünmüştü.

 

Tam onlarla uğraşmayı bırakacaktım ki çalan zil sesiyle kalbimin atışı tekledi. Gelmişlerdi..1

 

Ben kapıya doğru giderken evdeki herkesi de peşimden gelmesi için yönlendirmeye başlamıştım. Annemi zorla mutfaktan çıkarıp salondan sallana sallana gelen babamla yan yana koridora hizaladım. Ben kapıya gittiğimde anne ve babamın peşine tın tın yürüyen babaannem de gözümden kaçmamıştı. Yoldan karşılamıyordu ama kapıda karşılıyordu. Kızlar, halam ve Mahir abim de koridorun diğer tarafına dizilmişlerdi.

 

Derin bir nefes aldım. Anneme bakıp onayı aldıktan sonra titreyen elimi görmezden gelerek kapıyı açtım.

 

Sırıtan Erdem, Sarp ve Akgün ilk gördüğüm yüzlerdi. Kapının iki kenarına geçtiklerinde gözüm Aziz’in annesinin babasının, dedesinin ve babaannesinin üzerinde dolaştı. En hanım hanımcık halimle “Hoş geldiniz” derken gözüm en arkada durup nefesini tutmuş bir şekilde bana bakan sevgilime değdi. Gözleri beni baştan aşağı taradığında yanaklarıma vuran kırmızılığın allık zannedilmesi için dualar ediyordum.

 

Sırıtık üçlü içeriye geçip annemin babamın eline uzandıklarında babamdan kısık bir “Sizle sonra görüşeceğiz.” duyduğuma emindim. Erkek tarafı olmaları, anlaşılan o ki babamı üzmüştü.

 

Karşılıklı hoş geldiniz, hoş bulduk; merhabalar sözcükleri yükselirken yavaş yavaş herkes içeri girdi. Aziz en sona kalmıştı. Yüzündeki gerginliği görebiliyordum. İşini yaparken bile bu kadar gergin olmuyordu. Önümden geçip elindeki bir çiçeği anneme, baklava kutusunu babama verip ellerini öpünce tekrar benim önüme geldi ve çiçekle çikolatamı kollarıma bıraktı. Babam yandan bize bakarken tek temasımız ellerimizin birbirine değişi olmuştu. İkimiz de ağzımızı açıp tek kelime bile söyleyememiştik.

 

O selamlaşmaya devam ederken elimde çiçeğim ve çikolatamla onu izledim bir süre. Babaannemin elini öptüğünde babaannemin beğeniyle süzüşü gözümden kaçmadı. Mahir abimle tokalaşmak için elini uzattığında eline yediği şamarla kendine gelip sıkıca sarıldı karşısındaki adama. Selamlaşma faslı bittiğinde hep birlikte salona geçmiştik.

 

Hoş geldinizi beş gittiniz konuşmalarının ardından bir tur da nasılsınız konuşması döndü. Sonra etrafı anlık bir sessizlik kapladığında babam “Çocuklar birbirini uzun yıllardır tanıyor ama bize tanışmak şimdi nasip oldu.” diye bir girişle odadaki herkesin kendini tanıtması talebinde bulundu. Her ne kadar mantıklı olsa da bir yandan da çok saçma gelen bu fikir Sarp’ın ortaya atılmasıyla iki taraftan da kabul gördü.

 

“Herkes hoş geldi. İki tarafın da bildiği üzere Ben Sarp. Diş hekimiyim. Hanım kızımızın ve Bey oğlumuzun liseden arkadaşıyım. Meryem’in sevgilisiyim. Şu an burada erkek tarafı olarak bulunuyorum ama düğünde kız tarafı olacağım inşallah. Rabbim o günleri de gösterirse. Bir de Adem amcam o günleri gösterirse tabi. Değil mi Adem amca? İki aileye de mutluluklar diliyorum.”

 

Babam bıyık altından gülerken Aziz’in babası tüm ciddiyetiyle saygıyla dinliyordu. Annelerimiz birer bal küpü olduğu için herhangi bir tatsızlığa neden olacak her şeyle savaşmaya son derece hazır ama şu an için mutlu görünüyorlardı.

 

Aziz’in dedesinin yüz hatlarında tamamen Aziz’i görüyordum. Benzeyen tek noktaları isimleri değildi. Yüzü Aziz’inkinden çok daha sert görünüyordu ama zaman zaman işiyle meşgulken Aziz’in de yüzü bu hali alıyordu. Aziz dedeninki ise daha çok tüm ömrü boyunca sahip olduğu bir ifade gibiydi. Babaannesi kocasının aksine daha ılımlı görünüyordu ama ensesinde topuz yaptığı beyaz saçları ve siyah elbisesinin içerisinde son derece resmiydi.

 

Sarp’ın peşine konuşmayı Erdem üstlendi. “Merhabalar, ben Erdem Taşkın. Taşkın ailesinin reisiyim. Eşim Leyla ve oğlum Akgün’le çok güzel çekirdek bir aileyiz. Bir de kızımız katılacak inşallah yakın zamanda. Altın takmaya bekleriz. Bugün biz altın takmak için geldik. Değil mi Adem amca? İnşallah altınlarımızı takacağız.”

 

Belli ki babanın belirsizliği ikisini de korkutmuştu. “Kızı yine sen istersen o altını biraz zor takarsın.” dedi babam mırıldanarak. Muhtemelen Leventoğlu tarafı neyden bahsedildiğini anlamamıştı ama o gün orada bulunanlar gülmeden edememişti.

 

“Ben Leyla. Kocamın karısıyım. Ay yani Erdem, eşim Akgün de oğlum. Birce’yi akrabaları hariç bu odadaki herkesten daha uzun yıllardır tanıyorum. Canım arkadaşlarımın mutluluğu için toplandığımız bugünde yeni ve güzel ilişkiler kuracağız inşallah. Değil mi Adem amca?”

 

Babam sadece gülmekle yetinmişti.Leyla Meryem’i dürttüğünde sıranın ona geldiğini anlayan Meryem toparlandı. Ama topluluk önünde konuşmak onun için hâlâ kolay bir şey değildi. “Iıı Meryem ben, Doktorum... Uzmanlığımı Pediatri üzerine yaptım. Iı müstakbel çiftimizin liseden arkadaşlarıyım. Birbirimizin çok anına şahit olduk. Bugün bir diğerini daha hep birlikte yaşayacağız inşallah. Değil mi Adem amca?”

 

Babam başını ‘hayırlısı’ şeklinde salladığında gözler odadaki biz harici diğer tek gence, Mahir abime, çevrilmişti. Bunu beklemiyor gibi bana, Aziz’e ve babama baktı tek tek. ‘Yapmak zorunda mıyım?” der gibiydi. Zorunda olduğunu fark ettiğinde hafifçe nefesini dışarı verdi ve zaten dimdik oturduğu yerde omuzlarını biraz daha dikleştirdi.

 

“Mahir ben de. Birce’nin halasının oğluyum.”

 

Bitmişti bu kadardı. Başka bir şeyler söylemesini bekleyen herkesin gözleri hala üstündeydi.O sırada halam ortama giriş yaptı.

 

“Üsteğmen kendisi. 32 yaşında. Bekar.”

Karşı tarafın tekrar alıcı gözle baktığına yemin edebilirdim. Oğlunu pazarlamak deyince de halamdı gerçekten.

“Gülden ben de. Birce’nin halasıyım. İki oğlum var. Diğeri de Hava Harp Okulunda son sınıf. O izin alıp gelemedi. Çok yoğunlar malum.”

 

Kaşla göz arasında diğer oğlunu da pazarlamıştı. Oysa ki sevgili kuzenim Poyraz Ateş’in gelememe sebebi çok yoğun olması değil. Ceza yemiş olmasıydı. Ama halam tek varlıkları olan oğullarını değil yabancıların yanında kimsenin yanında kötülemezdi. Dua etsin de kimse 32 yaşındaki oğlun neden yüzbaşı değil diye sormamıştı.

 

“Bu da annem Haf..”

 

“Ben adımı bilmiyor muyum?” dedi babaannem ters bir şekilde. Halam babaannemin sözlerini pek de takmadan kendini tanıtmasına müsaade etti.

 

“Hafize, Ademin anasıyım.” deyip kendini kısaca tanıttı.

 

“Hmm ben de Birce’nin anas… annesiyim. Çok memnum olduk, hoş geldiniz şerefler verdiniz tekrardan. Birgül hanım Birce sizden çok bahsetti. Ne kadar mutlu oldum anlatamam.” Annemin kafa girişiyle ortam biraz daha rahatlamış gibiydi.

 

“Meltem Hanım, Çınar da sizden çok bahsetti. Lise zamanlarında da çok bahsederdi. O zaman tanışamadık. Bu hayırlı işimize kısmetmiş… Ben de Birgül, Çınar’ın annesiyim. Siz Aziz diyorsunuz tabi. Biz ailede Çınar diyoruz. Dedesinin ismini koyunca, seslenirken biraz garip oluyordu.”

 

“Hiç de garip olmuyor ben Aziz diyorum.” dedi Aziz dede. Aziz’le tanıştığımız dönemde ‘Bana Çınar deyin’ deseydi hepimiz Çınar derdik ama o dönem anne babasına asi bir genç olduğu için onların kullandığı isim yerine dedesinin ismini kullanmayı tercih etmişti. İsmi ona çok yakışıyordu. Diyecek tek kelimem bile yoktu ama Aziz dedeyi gördükten sonra bu konuda bazı soru işaretlerim oluşmadı diyemezdim.

 

"Aziz Çınar’ın dedesiyim ben. Emekli diplomatım. Eşimle birlikte Ankara’da ikamet ediyoruz. Kızımızın adını yıllar önce Aziz Çınar’dan duyduğum günü dün gibi hatırlıyorum. Yıllarca yüreğinde büyüttüğü o güzel sevgi tohumunun bugün burada kök salmasına şahit olacağız umarım. Değil mi Adem Bey?”1

 

Dede de topu babama attığında şaşkınlıkla tepki vermeyi unutan babam yanındaki anneme baktığında ancak kendine gelebildi. “İnşallah, inşallah.” Diyerek haftalardır ağzından çıkan tek olumlu şeyi söylemiş oldu.1

 

“Ben de Aziz Çınar’ın babaannesiyim. İsmim Birsen. Kadın doğum uzmanıyım.” Meslektaşı Meryem’e dönüp gülümseyerek söylemişti bu cümlesini. “Aziz Çınar elimizde büyüdü demek isterdim ama biraz o kendi kendini büyüttü gibi oldu. Elimizden geldiğince yanında olmaya çalıştık ama o kendi gücüyle büyüyüp çok başarılı ve iyi yürekli bir adam oldu. Oğlumuz diye söylemiyorum ama merhameti ve iyi niyetiyle inşallah geleceklerinde kızınızı hiç üzmeyeceğinden şüpheniz olmasın.”

 

“Birce ve ailesi Çınar’ın merhametini ve iyi niyetini gayet iyi biliyorlar annecim. Kızlarını üzmemek için neleri göze aldığını da biliyorlar. Bu konuda şüpheniz olmasın.”

 

Kendinden emin duruşuyla oğlunun sırtını sıvazlayan Tekin Leventoğlu’ndan başkası değildi.O dönem Aziz’in yanında olan ve yaşadığı her şeyden haberdar olan bir baba olarak o zaman eli kolu bağlı olduğu için yapamadığını şimdi oğlunu koruyarak yapıyordu.

 

“Aziz oğlumuz anlattı tabi bize işin bilmediğimiz taraflarını… Ama siz nasıl oğlunuzun yaşadığı şeyleri biliyorsanız biz de hem kızımızın yaşadığı şeyleri biliyoruz hem de kendimizin.”

 

Babamın sözlerine karşı Tekin Bey’in kıvrılan dudağı bana Aziz’in gülüşlerini hatırlatsa da gözleri çok farklı bakıyordu. “Eminim kimse için kolay olmamıştır. Günün sonunda ölebileceği bir ameliyatın riskini alan ve ömrü boyunca ilaç kullanacak olan Çınar oldu ama eminim Birce için de çok zor olmuştur.. Sizin de kızgın olmaya çok hakkınız var ama umarım sinirinizi biraz olsun bundan önceki iki seferde Çınar’ı kovarken boşaltabilmişsinizdir.”1

 

Sözleri her ne kadar iyiymiş gibi dursa da hepsinin altında bir iğneleme seziyor gibi hissediyordum. Bunun onun cümlelerinden mi yoksa kendi içimdeki duygulardan mı kaynaklandığını çözemezken son cümlenin etkisiyle başımı hızla Aziz’e çevirdiğimde onun böyle bir şeyi asla ailesine söylemeyeceğini bilsem de babasının bunu nasıl biliyor olduğunu sorguluyordum.

 

Bu kovulma mevzusu Aziz'in babamla arasını düzeltmek için kendisi adına bulduğu komik, saçma ama işe yarayan bir çözümdü sadece. Göz göze geldiğimizde onun da benim kadar şaşkın olduğunu gördüm. Gözlerimiz babalarımız ve birbirimiz arasında gidip gelirken ortamdan yok olmak için dua eden ikiliye aynı anda kafalarımızı çevirdik.

 

Belli ki Erdem ve Sarp erkek tarafı olma işini abartmışlar ve söylememeleri gereken şeyler söylemişlerdi.

 

Babalar birbirlerine alacaklı gibi bakarken bu akşamın çok uzun olacağını hissediyordum.1

 

 

 

 

Normalde bölümün devam kısmı vardı ama sonunu henüz bağlamamıştım. Baktım gayet de uzun oldu burada bitirip part part yapmaya karar verdim. Birilerinin okulu açılmış olabilir 👉👈 Yazarımızı sevelim ona sahip çıkalım.

Bölüm : 27.02.2025 00:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Melin Öğüt / Yirmi Dokuz / 45. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 1
Melin Öğüt
Yirmi Dokuz

33.29k Okunma

3.55k Oy

0 Takip
57
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...