48. Bölüm

48. Bölüm- İyi ki

Melin Öğüt
melinogut

 

Selamlar, selamlarr

 

Uzun bölümle geldimm 😚

 

Yorumlarda hakkını verelim miiiğğ😌

 

İyi okumalarr🩷

 

Alışverişimizi bitirip annemlerle öğle yemeği yemeye bir restorana geçmiştik. Yol boyu Aziz sürekli yüzüme bakıp düşüncelerimi anlamaya çalışmıştı ama geleneksel arabada trip pozumu alıp bacaklarımı kendi tarafımdaki kapıya doğru çevirip yol boyu camdan dışarı bakmıştım. Bir ara elimi tutmaya çalıştıysa da arkamızdaki annelere belli etmemeye çalışarak saçımı düzeltme bahanesiyle elimi elinden kurtarmıştım. Yavru köpek gibi bakışlarına içim gidiyordu ama planımı yapabilmem için minik bir bedel ödemesi gerekiyordu maalesef.

 

Restoranda siparişlerimizi verdiğimizde herkes annesinin yanına oturmuştu ama karşılıklıydık. Gözleri sürekli üstümdeydi. Annemler konuşurken hiçbir şey olmamış gibi onları dinliyordum ama Aziz'e devrilen gözlerimle yan bakışlar atmayı da ihmal etmiyordum.

 

"Dünyanın en tatlı çocuğu maşallah. Elimizde büyüdü o da. Akıllı bi de uslu yani. Bu zamanın çocukları gibi değil."

 

Anneler de bir şekilde konuşma konuları arasından Akgün'ü bulmuşlardı.

 

"Gerçekten çok tatlı maşallah." Birgül anne, annemi onayladıktan sonra bakışları Aziz'le benim aramda gidip geldi. "Biz de yakın zamanda torun sevgisini tadarız inşallah."

 

Birgül teyzeyi de yanıma çekmiş olmanın rahatlığıyla trip modumun derecesini bir miktar düşürdüm.

 

"Daha düğün tarihimiz belli değil anne." dedi Aziz bakışlarını önündeki tabaktan kaldırmadan. Yemeğine devam ediyordu.

 

"E değil de olacak sonuçta. Çok uzatmayacağımızı biliyoruz. En uzak ihtimal yaz. Hadi dedik sonbahar. Ne var ki şunun şurasında?"

 

Duyduğu 'sonbahar' kelimesiyle Aziz başını hızla kaldırıp annesine baktı. "Sonbahar nerden çıktı?"

 

"Misalen dedim oğlum."

 

"Demeyelim misalen falan anne vermeyelim öyle örnekler."

 

Aziz'in geç düğün fobisine Birgül anne kıkırdayarak güldüğünde gözlerim annemi buldu. Normalde en sevdiği muhabbetlerdi bu düğün işleri ama şu sıralar biraz durgun gibiydi.

 

"Bizim çocuklar düğüne bu kadar hevesliyse biz çok beklemeyiz gibi Meltemcim."

 

Annem hafifçe tebessüm etti. "Çocuklar için doğru vakit ne zamansa o zaman olur inşallah."

 

"Oğlun pek hevesli değil Birgül anne."

 

Ağzımdan çıkan cümleyle Aziz'in şaşkın bakışları bana döndü. Gerçekten bu konuyu burada açacağımı düşünmüyor olmalıydı.

 

"Çınar? Ne demek o?"

 

Birgül annenin Aziz'e hesap soruş hali çok komiğime gitse de duruşumu bozmamalıydım. O yüzden gülüşümü dudaklarıma hapsedip 'söyle bakalım Çınar? Ne demek o?' Bakışlarımı aktif hale getirdim.

 

"Heves.. Hevesli olmamak gibi bir şey değil o anne. Birce?.. Güzelim biz bu konuyu başka zaman mı konuşsak?"

 

"Niye annelerimizden mi çekiniyorsun?"

 

"Neden çekineyim annelerimizden?" dedi yüzüne rahat bir gülümseme yerleştirirken. "Torun istiyorlarsa yapmaları gerekenlerin farkındadırlar diye düşünüyorum." Herkes sessizce Aziz'e bakarak o utanmadan sözlerine devam etti. "Bizi bir an önce evlendirip yalnız bırakmak."

 

Vücudumdaki tüm kanın kulaklarıma toplandığına emindim. Neden her seferinde parmağımda oynatayım derken kolumu kaptırıyordum ki?

 

"Aziz!" dedim uyarır bir tonda. Yüzündeki gülüş daha da genişledi. "Ne oldu? Annelerimizden mi çekiniyorsun?"

 

Ağzımı açıp açıp kapattım. Gerçekten şu an çok büyük küfürleri hak ediyordu ama ben kendimi neyse ki daha o kadar kaybetmemiştim.

 

"Sen düğünden önce bir süre Aziz'in babaannenin yanına git Birce. Bunlarla nasıl baş edilmesi gerektiğini en iyi o biliyor. Bir tek onun lafının altında kalıyorlar."

 

Aziz yüzündeki kazanan gülüşüyle bana bakarken annesine döndü. "Babaannem fena küsüyor o yüzden lafının altında kalmayı tercih ediyoruz ."

 

"Ha, anlandığın dil o yani? Tamam peki."

 

Geleneksel trip kelimemi de cümlemin sonuna yerleştirdiğimde restoranda oturduğumuz süre boyunca Aziz'le göz devirmelerimi görmesi için kurduklarım dışında göz teması bile kurmadım. Sürekli bana laf atmalarına burun kıvırdım ve muhattap olmadım. Annelerimiz bu halimize güldüler sadece.

 

Annemi bırakacağımız zaman benim de arabadan inmeye çalışmamla durumun ciddiyetinin farkına vardıysa da artık bazı şeyler için çok geçti. Arabada annesi varken daha fazla ısrar edememişti ama annesini bıraktıktan sonra 'misafirliğe' geleceğini biliyordum. O yüzden o gelmeden evdeki işlerimi halledip dışarı çıktım.

 

Her şeyle kendim ilgilenmek istiyordum. Yıllar öncesinde benim doğum günümde Aziz'in bana söylediği bir söz vardı ve o günden sonra o söz bir türlü aklımdan çıkmamıştı. Geçen on yılda her Aziz'in doğum günü geldiğinde bunu düşünürdüm. Artık içimde ukde kalmayacaktı...

 

İlk işimi hallettikten sonra çoktan akşam olmuştu bile. Aziz'in birkaç kez beni aradığını duymuştum ama hem yoğundum hem de biraz daha burnu sürtsün istemiştim. Ara ara gelen mesaj seslerinden de anladığım üzere bana ulaşmaya çalışıyordu.

 

Gerçekten bir bebek istiyordum ve Aziz'in de benim kadar istekli olmasını istiyordum ama normal şartlar altında bu bu şekilde trip atacağım bir konu olmazdı. Ama bu sayede trip dönemimde Aziz de bu konuyu düşünüp taşınırdı ve sonrasında ortak bir karar, benim istediğim, verebilirdik.

 

Babamın arabasına doğru yürürken telefonum tekrar çaldığında bu sefer birkaç kez çalmasına izin vererek açtım. "Efendim." dememin ardından Aziz'in panik sesi kulağıma gelmişti. "Nerdesin sen Birce Allah aşkına!"

 

"Mesaj attım sana 'işim var' diye."

 

"İşim var yeterli bir mesaj mı sence? Nerdesin ne işin var ne zaman geleceksin hiçbir şey bilmiyorum!"

Sesi kızgından çok telaşlıydı. Gerçekten de merak etmişti.

 

"Evet "bayağı kötü bir his biliyorum."

İntikam almak ya da laf sokmak gibi bir amacım yoktu ama o bana sorularını yönlendirince bir zamanlar benim de en çok düşündüğüm soruların bunlar olduğu aklıma gelmişti ve kendimi tutamamıştım.

 

Aziz birkaç saniye sessiz kaldı ardından da derin bir nefes verdi.

 

"Bir daha böyle bir şey yapma. Olur mu?"

 

"Bilemiyorum artık. Beni ne kadar kızdırdığına göre değişebilir. Sen en iyisi kızdırmamaya bak. Hem hatırlatırım ben sana tripliyim. Tabi ki de nereye gittiğimi sana söylemeyeceğim."

 

"Tribini yerim senin. Sen istediğin kadar trip at ama nerde olduğunu da söyle tamam mı güzelim? Beni merakta bırakma."

 

"Seni merakta bırakmayarak nasıl trip atacağım?"

 

"Yanımdayken çok güzel trip atıyorsun mesela. Gözüme bakıyorsun bakıyorsun sonra ben sana bakınca deviriyorsun o boncuk gözlerini. En sevdiğim trip. Annemler o masada olmasaydı devamında daha da çok sevdiğim şeyler olurdu."

 

"Çok beklersin. Benden çocuk istemeyen adamı öpmem ben."

 

"Güzelim." dedi gülmemeye çalıştığı sesini bastırarak. "Senden çocuk istememek ne demek delirdin mi sen? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Sadece birazcık zaman geçsin diye düşündük ya. Evliliğe alışalım. İki kişilik yaşamın tadını çıkaralım.."

 

"Üç kişilik yaşamın tadı yok herhalde. Sen çıkar iki kişilik yaşamın tadını."

 

"Ben o üç kişilik yaşamın tadı için yaşıyorum. Hatta dört kişilik, beş kişilik, altı kişil..."

 

"Abartma!" diye cırladığımda arabanın kapısına gelmiştim.

 

"Ne oldu? İstemiyor musun yoksa? Benden çocukların olsun istemiyor musun?"

 

Yaptığı şeyle sinirim bozuldu. "Bana bak! Ne yaptığını fark etmiyorum sanma. Benim tribimi kendininmiş gibi sahiplenemezsin. Sen git dört çocuk hesabı yapmadan önce ilk bebeğimizi kaç yaşında yaparsak son çocuğumuz bize dede nene demez onun hesabını yap! Kapatıyorum!"

 

Altta kalmamak için daha önce bu kadar çırpındığımı hatırlamıyordum. Telefonu kapatıp arabayı çalıştırıp eve geldiğimde Aziz'in arabasını evin önünde gördüm.

 

Bu damat yine bize 'misafirliğe' gelmişti.

 

Apartmana girip evin önüne gelip zile bastığımda kapı çok beklemeden açıldı. Aziz'i bir eli belinde kapıda bekler bir halde bulacağımı düşünmemiştim.

 

"Ne işin var evimde?"

 

"Ben annemin evine geldim. Asıl senin ne işin var?"

 

Ayakkabılarımı çıkarıp kapıdan geçerken söylediği şeyle kendimi tutamadan güldüm ama hiçbir cevap vermedim. Konuştukça tribimin başarı yüzdesi azalıyordu. Aziz de bunun farkındaydı o yüzden sürekli beni konuşturmaya çalışıyordu.

 

Selam vererek oturma odasına girdiğimde babamı her zamanki yerinde pijamalarıyla televizyon izlerken buldum. "Damadın yine misafirliğe gelmiş Adem Işık. Buna bir dur demeyecek misin?"

Babam geçtiğimiz şu bir ayda çok daha rahat tavırlar sergiliyordu. Daha doğrusu rahat değil de rahat olmaya çalışırmış gibi tavırlar sergiliyordu. Bunu da bir şey söylemeyerek yapıyordu. Aziz'e eskisi gibi laf sokmuyordu bile. Bu durum biraz tuhafıma gitse de ilk zamanlar babamın rahatlığının tadını çıkarma derdinde olduğumdan bu konuyla pek de fazla ilgilenmemiştim ama bir şey olduğunu hissedebiliyordum.

 

"Hoş gelmiş sefa getirmiş sen de hoş geldin kızım."

 

İşte tam olarak bundan bahsediyordum. Bu durum için babamın kuracağı cümle kesinlikle bu olmazdı. Ya Aziz'e ya bana ya ikimize birden bir şeyler söylerdi. En azından eve geç geldiğim için bana laf sokardı. Ama yoktu. Hiçbiri yoktu.

 

"İyice damatçı oldun sen de." deyip kendimi kanepeye attım. Aziz hemen yanıma oturmuştu.

 

"Aziz gibi damadı bulmuşum niye damatçı olmayayım?"

 

"E bunca zaman zorun neydi o zaman da çile çektirdin bu çocuğa?"

 

Sanki söylediklerimi hiç umursamıyormuş gibi televizyon izlemeye devam ediyordu. "Emeksiz yemek olmaz." dedi kumandayla kanal değiştirirken. Sonra sanki aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve bize döndü. "Birbirinizin kıymetini bilin."

 

Kurduğu cümlenin ardından birkaç saniye sessizlik olduğunda televizyonu kapattı ve uykusunun geldiğini söyleyerek ayaklandı. Bir de bu vardı. Ne zaman oturup babamla bir şey konuşmaya çalışsam sürekli uykusu geliyordu. Başlarda bunu düğün tarihi konuşacağım zamanlar yaptığında bu gerçeklikle hala yüzleşmek istemiyor diye düşünmüştüm ama sadece o konuda değil çoğu konuda benimle üç beş cümleden fazla konuşmuyordu. Tamam yalan yok şu bir ayda anne babamı birazcık boşlamış olabilirdim ama evde geçirdiğim vakitlerde de sohbetimiz azalmıştı.

 

Uyumaya giden babamın arkasından bakarken Aziz'in bakışlarıyla karşılaştım.

 

"Hadi seni bize götüreyim." deyince babamın taktiğini kullanarak esnedim.

 

"Çok uykum var benim."

 

"Ne güzel işte birlikte uyuruz." Bir gözünü kırpıp beni yoldan çıkarmaya çalışıyordu ama yemezdim.

 

"Yok canım sağ ol ben çocuklarımın babasıyla uyumayı tercih ederim."

 

Sabır dilercesine derin bir nefes çekti içine. "Güzelim bu konu biraz uzamadı mı sence? Beni anladığını gayet iyi biliyorum. Neden trip atmaya çalışıyorsun? Gözden kaçırdığım bir şey mi var? Lütfen yardımcı ol bana. Üstüme atılmış bu korkunç iftirayı temizlemem lazım."

 

"Sen çok başarılı bir avukatsın Aziz Çınar. Bence başarabilirsin." deyip olduğum yerden kalktım. Ne kadar az kelime Aziz'e karşı o kadar çok kazanma ihtimali demekti. Melül melül gözlerle bana bakmasından doğru yolda olduğumu hissediyordum.

 

"Hadi geçireyim seni." dediğimde işin ciddiyetinin farkına vardı ama daha fazla üstüme gitmeden kapıya doğru yöneldi. Dudaklarıma yönelen dudaklarımı yanağıma yönlendirdiğinde temas açısından vurabileceğim en büyük darbeyi vurmuştum. Evet ön büyük darbe yanağımı öpmesiydi. Ona da izin vermesem kalp kırıklığından mazallah gerçekten kalbine bir zarar gerebilirdi. Bu riski alamazdım. Bilimsel değil sadece hisler...

 

Yatmadan önce gelen bazı mesajlarımı da kontrol edip önümüzdeki günlerde de bebek konusunu gündemde tutarken Aziz'e trip atıp uzak durmam için alan yaratacak fikirlerin araştırmasını yaptım. Güzel bir doğum günü için küçük bir bedeldi sadece. Sonrasında ben gönlünü çok güzel alırdım.

 

Günler gerçekten de planladığım şekilde ilerledi. Bir şekilde Aziz'e küsecek bir konu buluyordum ve o zaman dilimlerinde doğum günü için olan işlerimi hallediyordum. Bebek konusunu gündemde tutuşum Aziz'i çıldırtsa da hala daha 'tamam ulan yapıyoruz bir bebek hem de şimdi' dememişti. Açıkçası bu da garibime gidiyordu çünkü bu Aziz'in sırf benim geri adım atmamı sağlamak için bile diyebileceği bir şeydi. Ama bunu demek yerine her seferinde bebek sahibi olmak istediğini ama bunun 'doğru' zamanda olmasını istediğini bana uzun uzun anlatmaya çalışıyordu. Tabi ki de haklıydı ama ona hak vermeyerek çıldırmasına sebep olmak hoşuma gidiyordu. Hakkını yiyemezdim bana karşı çok sakindi ama kendine ya da ne bileyim başka bir şeye karşı olan sinirini sakinleştirip bana gelip açıklama yapıyor ben ikna olmayınca kendine söve söve yanımdan uzaklaşıyordu.

 

Nihayet o gün gelmişti. 6 Şubat. Aziz'in 30. yaş günüydü.

 

Doğum gününü unutma triplerine girmemiştim. Bu ancak planımı riske atardı. 6 günlük tribin sonunda Aziz'e bu gece onunla doğum gününü kutlayacağımı söylediğimde tabi ki doğum gününü seve seve evinde kutlayabileceğimizi söylemişti. Neyse ki sevgilimi çok pardon nişanlımı çok iyi tanıyordum da tüm planları ona göre yapmıştım. Aziz bugün işe gittiğimi sanıyordu ama aslında o iş için evden çıktığı andan itibaren ben onun evinde hazırlık yapıyordum. İşten çıkma vakti yaklaştığındaysa evi bizimkilere emanet edip ofise gidip sanki bütün gün ofisteymişim gibi davranarak yorgun bir halde Aziz'in beni almasına izin vermiştim.

 

"Vay be 30 oldun gerçekten."

 

"Evet güzelim 30 oldum. Bunu bugün kaç kere daha hatırlatmayı düşünüyorsun? Pek iyi hissettirmiyor da." Gülerek kurduğu bu cümleden 6 günün alışkanlığıyla trip atacak bir şey tabi ki bulmuştum.

 

"Niye iyi hissettirmiyor? 30 kötü bir yaş mı? Benimle evleneceğin yaş. Neden kötü hissediyorsun?"

 

"Ben artık ya bu dilimin bağını bir yerlere sokup bir yerlerden çıkaracağım ya da senin kıvrımlarına hasta olduğum beyninin içine girip orada neler dönüyor bir bakmam gerekecek güzelim."

 

Başımı hafifçe kendi cam tarafıma çevirdiğimde gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Trip pozisyonumu almıştım.

 

"Şş dön bakayım bu tarafa." deyip bir eli direksiyondayken diğer elinin parmakları çeneme dokunuyordu hafifçe. "Benim için dünyanın en güzel yaşı 30! Karım olacaksın 30'umda. Var mı daha güzel bir yaş?" Bir an durup düşünüyormuş gibi yaptı. "Senin hayatımda olduğun her yaşım nimet benim için."

 

"Hayatında olmadığım yaşlar?" dedim herhangi bir trip atma gayesi gütmeden.

 

"Var mı ki öyle bir şey?" dedi çenemdeki elini elime indirirken. Elimi sıkıca tutup üzerine bir öpücük bıraktı. "Liseden öncesini ben pek hatırlamıyorum. Sonrasında da sen her an hayatımdaydın zaten."

 

Başımı koltuğa yaslamış bu kadar doğal bir şekilde konuşan nişanlımı izliyor olmaktan büyük keyif alıyordum. Birkaç gündür haksız triplerimle canını sıktığım için vicdan azabı yapmıştım şimdi. Ama neyse ki niyetim iyiydi. Yolun kalanında triplerimi bir kenara kaldırarak devam ettim. Aziz'in derin bir nefes verdiğine yemin edebilirdim.

 

Aziz arabayı park ederken çaktırmadan Leyla'ya otoparkta olduğumuza dair bir mesaj gönderdim. Biz kapıyı açtığımızda her şey hazır olmalıydı. Aziz arabayı park ettiğinde LEyla'dan mesaj gelmemişti. İkimiz de arabadan indik. Aziz elimi tutup önden, hızlı adımlarla asansöre ilerliyordu. Bu aceleci adımların sebebini önümüzdeki birkaç saat gerçekleştiremeyecekti ama sonrasında bunu da telafi ederdik.

 

Asansöre binmeden önce çaktırmadan telefonumu bir kere daha kontrol ettim ama Leyla'dan hala bir mesaj yoktu. Bu iyi bir işaret değildi işte. Asansöre bindiğimizde gözlerim her saniye artan sayılardaydı. Hala bir mesaj yoktu. Tamam asansörün kapıları açılmıştı ki telefonumun ekranı parladığında Leyla'dan gelen '2 dakika oyala' mesajıyla kalbim ağzımda atmaya başladı.

 

5 saniye sonra dairenin şifresini girecek adamı nasıl iki dakika oyalayabilirdim? İlk aklıma gelen şey Aziz'in dudaklarına yapışmak oldu ama kapının arkasında olduğunu bildiğim insanlar buna engeldi. Hem Aziz hızını alamayabilirdi ki bu hiç iyi olmazdı.

 

Aziz elimden tutmuş eve doğru çekiştirirken birden olduğum yerde durarak adımlarına karşı geldim. Durduğumu fark edince anında arkasını döndü. Bir şey olduğunu, bir şey diyeceğimi düşünüyordu. Bir şey demem gerekiyordu! Ne demeliydim?

 

"Aziz?" dedim zaman kazanmaya çalışarak.

 

"Efendim Birce?" demesiyle kısık gözlerle ona baktım. Zihnimde adeta bir ışık yanmıştı.

 

"Birce? Birce öyle mi?" dedim sanki başka bir kadın ismi zikretmiş gibi. "Sen bana bugün hiç bir tanem demedin. Hatta dün de demedin. Ben artık senin bir tanen değil miyim? Sıfır tanen miyim?"

 

Aziz'in kaşları anlamazlıkla çatılırken son cümlemle gülmemek için dudağını ısırmaya başlamıştı. Gayet ciddi ve üzgün görünmem onu gülmekten uzak tutuyordu.

 

"Bir tanem." dedi ellerini yanaklarıma çıkararak. Yüzüne bakmayıp gözlerimi sağda solda gezdirdim. "Bir tanem." deyip bakışlarımı ona çevirmem için başımı elleriyle sabitleyip gözlerimin içine baktı. "Bir tanemsin sen benim. Birce'msin, biriciğimsin. İlksin, teksin. Sana bir tanem desem güzelliğinin hakkı kalır, güzelim dersen o bebek dudaklarının, bebeğim dersem kalbimden taşan aşkımın hakkı kalır. Bugün çok güzelim dedim sana çünkü çok güzelsin ve benim güzelimsin. Güzelliğinden kafayı yememek için kendime bunu hatırlatmam gerekti. Ama sıfır tanem olur musun hiç?"

 

Son cümlesine kadar kendini ciddiyetle anlattı ama sıfır tanem derken gözlerinden geçen o parıltıları görebiliyordum. Aziz'e ömrünün sonuna kadar dalga geçebileceği bir malzeme vermiştim an itibariyle.

 

"Ben sana bir tanem diyebilmek için Birce biriciğim diye lakap takıp insanlar alışıp söylemeye başladığında hepsine teker teker 'siz söylemeyeceksiniz' demiş adamım."

 

"O yüzden mi bizimkiler bir süre sonra kullanmayı bıraktı o lakabı." dedim şaşkınlıkla çünkü bunu gerçekten bilmiyordum.

 

"Ne sandın?" dedi kendine güvenen bir tavırla. "Başkalarına, sevdiğimiz kıza biriciğim dedirtecek halimiz yoktu herhalde."

 

"Yaağ" dedim nazlanarak. Ben kollarımı omuzlarına çıkardığımda o da belimi kavradı. "Sevdiğin kız mıydım gerçekten?"

 

Bu sefer gülüşünü tutmamıştı. Kısılan gözleriyle kıvrılan dudaklarını izledim bir süre. "Bir tanem ben sana 7 gün 24 saat sana olan aşkımdan bahsedebilirim ama bazen acaba gerçekten bilmiyor mu diye düşündürtüyorsun beni. Ne demek sevdiğin kız mıydım? İnandıramadım mı seni kaç aydır? Parmaklarımızda nişan yüzüklerimiz var falan. Evleniyoruz bir aya."

 

Bu sefer gülen taraf bendim. "Fırsattan istifade düğünü de yaptın bakıyorum. Ama yemezler. Mart'ta evlenmeyeceğiz."

 

"Tamam." dedi ellerini belimden çekerek teslim olur gibi kaldırdı. "Pes ediyorum. Ortak bir karara varabiliriz. Ne zaman olsun istiyorsun?"

 

"Ben başından beri Haziran diyorum sevgilim. 14 Haziran."

 

"Bu kadar uzak olmasa o kadar güzel tarih ki!" dedi derin bir nefes vererek.

 

"Aşkım öyle düşünme. Şubat'ı sayma şubat çabuk geçer. Mart zaten ramazan onun da nasıl geçtiğini anlamayacağız. Nisan, mayıs düğün koşturmacasının içinde olacağız. Hop bir bakmışız Haziran gelmiş. Hiç öyle kafanda büyüttüğün gibi değil. Yine iyisin evimizin inşaatı bitsin öyle yerleşelim demedim. Senin evine gelin gelmeyi kabul ettim yani."

 

"Öyle kötü düşünceleri siliyoruz zihnimizden zaten bir tanem. Daha büyük bir ev istiyorsan daha büyük bir eve geçeriz evimiz tamamlanana kadar. İstemediğini söylediğin için ev bakmıyoruz şu an. Hatta hadi içeri girip bakalım hemen."

 

Elimi tutup eve doğru adımladığında kaç dakikanın geçmiş olabileceğini zihnimden hesaplamaya çalışırken elini çekerek durdurdum Aziz'i. "Hayır canım istemiyorum öyle bir şey. Zaten ağustos eylül gibi bitecek inşaat birkaç ay için ev taşımaya hiç gerek yok."

 

"Tamam o zaman. Gel sana evimizi gezdireyim." Kurduğu cümlede hissettiğim ton hiç de masum değildi. Belli ki Aziz'in de böyle bir masumluğa ihtiyacı yoktu. Canım sevgilim evin dört duvarının arasına girdiğimizde yapacaklarımızın hayaliyle yaşıyordu. İlk defa bu sürprizin iyi mi yoksa kötü mü mü bir fikir olduğuna karar veremedim.

 

İki dakikanın geçtiğini ve içeride her şeyin hazır olduğunu umarak Aziz'in beni kapıya doğru ilerletmesine engel olmadım. Ama şifreyi girmek için kapının koluna uzandığımda fazladan da olsa bir kaç saniye kazandırdığımı düşünüyordum. "Bak ne güzel tarih. Senin de şifren. Bizim de anlaşmamızın tarihi. Hem de ne fark ettim biliyor musun. 14.06. 14'ü benim doğum günüm." Şifreyi girip kapıyı açtığımda bizi karanlık bir ev karşıladı. "6'sı da senin."

 

Işıkları yaktığım anda evin dört bir tarafına saklanmış insanlar 'Sürpriz!' diyerek oldukları yerden çıktılar. Aziz'in gözlerindeki bakıştan bunu gerçekten beklemediğini anlayabiliyordum. Şok olmuştu. Gözlerini odadaki insanların üzerinde dolaştırdıkça hem şaşkınlığı artmış hem de gözlerine mutluluğun parıltıları konumuştu. Dudakları yukarı doğru kıvrıldığında herkes hep bir ağızdan 'İyi ki doğdun Aziz' diyerek doğum günü şarkısını söylemeye başladı.

 

Şarkı sırasında Aziz'in gözleri odadaki insanların üzerinde dolaşıyor ardından hemen beni buluyordu. Karşımızdaki insanların yanına giderek Leyla'nın elinde tuttuğu doğum günü pastasını elime aldım. Bu Aziz'in buraya doğru gelmesi, bize katılması ve pastasını üflemesi için bir işaretti.

"Mutlu yıllar sana!" diyerek şarkıyı bitirdiğimizde Aziz tam karşıma gelmişti.

 

"Dilek tut." dedim mırıltıyla. Gözlerini bir saniye bile kırpmadan gözlerimden çekmedi. Birkaç saniyenin ardından bakışları pastaya düştü. Pastanın üstündeki detaya gülmemeye çalışarak mumları üfledi. 'Bravo' diyerek bir alkış tufanı başlatan Sarp'ın ardından pastayı tekrar Leyla'ya verdim ve Aziz'e kocaman sarıldım.

 

Benim ona sarıldığımdan çok daha sıkı sarıldı belime. Yüzünü boynuma gömdü. "İyi ki doğdun sevgilim." diye mırıldandığımda boynuma derin bir öpücük bıraktı. "Seni çok seviyorum." dedi yüzünü boynumdan çekmeden. "Ve bunu hala hatırlıyor olmana inanamıyorum."

 

"Seni unutmak mümkün değil ki. İstesem de yapamazdım ama zaten hiç istemedim. İyi ki varsın. İyi ki benimlesin." Boynuma bir öpücük daha bıraktıktan sonra istemeden de olsa etrafımızdaki insanların varlığından dolayı yavaşça ayrıldık. Artık sarılmıyorduk ama bir kolu belimdeki yerini koyuyordu. Etrafındaki kalabalık insan grubuna baktı. Gerçekten mutlu olduğunu gözlerinde görebiliyordum.

 

 

14 Eylül 2011

 

"Çocuk muyum ben Allah aşkına ya? Eve gidince beni ne beklediğini o kadar iyi biliyorum ki! Her sene aynı şeyi yapıyorlar. İstemiyorum diyorum anlamıyorlar."

 

Okulun bitiş zili çalmış, bahçede tek tük öğrenci kalmıştı. Aziz'le Birce okulun duvarında oturmuş konuşuyorlardı. Daha doğrusu Birce Aziz'e dert yanıyordu. Bugün doğum günüydü. Şu an eve doğru yola çıkmış olması gerekiyordu çünkü her zamanki gibi 'büyük' bir doğum günü partisi onu bekliyordu. Annesi babası her sene doğum gününde düğün davetiyesi dağıtır gibi tüm akrabalarına, arkadaşlarına Birce'nin doğum günü için davet gönderiyorlardı. Sadece teyzesi halası kuzenleri vs de değildi bu daveti alanlar. Anne babasının kuzenleri, onların çocukları, apartmandaki komşular, yan apartmandaki komşular, Birce'yi doğurtan doktoru bile davetli oluyordu. Küçükken bu kalabalık doğum günlerini sevse de Birce artık genç kızdı ve arkadaşları gibi o da doğum gününü birkaç arkadaşıyla dışarıda kutlamak istiyordu. Bu kutlamalar çocukluğunda kalmalıydı o artık 16 yaşında koskocaman bir kızdı.

 

"O kadar kötü değil sanki ya? Geçen sene eğlenmiştik." dedi Aziz Birce'nin biraz da olsun sakinleşmesini umarak.

 

"Siz eğlenmiştiniz! Ben hiç de eğlenmemiştim. Of Allah'ım çok utanç dolu olacak. Bir de bu sefer sadece sizi değil okuldan başkalarını da çağırmışlar. Dalga konusu olacağım ya!"

 

Birce elleriyle yüzünü kapatırken dirseklerini de bacaklarına yasladı. Gerçekten bu konu belli ki onun için önemliydi ve mutsuz hissediyordu.

 

"Kim dalga geçebilir biricik senle?" dedi Aziz yükselerek. "Seninle dalga geçmeye cesareti olan adamın son cesur anı olur."

 

Birce yüzünü ellerinini arasından kaldırarak yan bakışlarla Aziz'e baktı. "Sen de dalga geçtin Aziz." dedi önceki seneyi hatırlatmak ister gibi. Aziz biraz utançla başını hafifçe öne eğdi ama kendisini savunmaktan da vazgeçmedi.

 

"Birce biriciğim ben orda seninle dalga geçmedim ki. Neydi o babanın kuzeninin torunu muydu? Dayısının kızı mıydı? Oğlunun eniştesi miydi? Neydi vardı ya bir tane çocuk. Ben onunla dalga geçtim."

 

"Bu doğum gününde de olacak Aziz. Merak etme hatta daha fazla dalga geçeceğin insan olacak. Of Allah'ım istemiyorum ya!" Birce isyanla yine yüzünü ellerinin arasına gömdü.

 

Aziz yanında oturan kıza baktı uzun uzun. Evet belki hayal ettiği doğum günü bu olmayabilirdi ama hafta sonu da onun istediği gibi bir doğum günü yapmak için buluşabilirlerdi. Anne babası için bu günün çok önemli olduğunu görebiliyordu Aziz. Onlar için o kadar önemliydi ki etraflarındaki herkes için de önemli bir hale getiriyorlardı. Hafta içi ya da hafta sonu olması fark etmiyor, Birce'nin doğum günü hangi günse o gün herkesin katılacağı büyük bir doğum günü partisi veriyorlardı. Babası o gün mutlaka izin alıyor ve önceki gece işten çıkmış olsa bile sabahtan akşama kadar eşiyle birlikte tüm hazırlıkları tamamlıyorlardı. Birce için yıllar geçtikçe bunun neden utanç kaynağı bir güne dönüştüğünü anlayabiliyordu. Parti konseptleri belli ki Birce'nin yaşıyla doğru orantılı olarak büyümüyordu. Bir de tabi garip akrabalar, kim olduğundan emin olmadığı insanların olduğu bir doğum gününde illa ki biri Birce'nin sabrını zorluyordu. Ama çok keyifliydi. Yani en azından Aziz böyle düşünüyordu. Onun pek sahip olamadığı türden bir eğlenceydi.

 

"Bir keresinde..." dedi gözlerini Birce'den çekip. Karşısındaki okulun duvarına bakıyordu. "7. yaş günüm olması lazım. Pokemon çizgi filmi var ya. Deliriyorum onun için. Tüm herkes hasta. Kartları, oyuncakları, çizgi filmi. Ben de hastayım tabi. Arada harçlıklarımdan biriktirdiğim kadarıyla gidip kart alıyorum falan. Zengin de olsak öyle her istediğini aldırtan şımarık bir çocuk olamadım. Babamın katı kuralları vardı."

Birce yüzünü ellerinin arasından çekip Aziz'i dinlemeye başlamıştı. Ne anlatacağını bilmiyordu ama Aziz'i dinlemeyi seviyordu.

 

"Neyse işte doğum günüm. O zamanlarda da bilirsin böyle kalabalık doğum günleri hep yapılırdı. Apartmanda kim varsa çağırılır falan, okuldan arkadaşlar akrabalar. Senin doğum günlerin gibi. Ben de katılıyordum tabi arkadaşlarımın doğum günlerine. Hep böyle oluyordu. Benimki öyle olmuyordu ama. İlk o doğum günümde fark ettim. Annemler ne zaman kutlarız diye düşünüyorlar. Doğum günümde kutlanması imkansız çünkü hafta içi ve herkesin işi var. Hafta sonuna bakıyorlar annemin uçuşu var sonraki hafta sonuna bakıyorlar babamın toplantısı var falan. Ben de çıldırıyorum ama kalabalık doğum günü diye. O zamana kadar olmamış çünkü öyle bir şey. En kalabalık doğum günüm dedemin babaannemin geldiği falan."

 

Aziz'in gülerek anlattığı hikayenin hiç de mutlu bitmeyeceğinin farkındaydı Birce. "Neyse işte düşündüler taşındılar güya. Annem o kadar insana ben tek başıma yetemem dedi bir yemek şirketiyle anlaşalım. Babama birkaç yer önerdi babam beğenmedi falan. Oysa sadece makarna salatası, patates salatası, kek börek falan istiyordum ne bileyim. Neyse.. Ben sonra ne olduğunu bilmiyorum. Sadece bir ara bana doğum günü partisi yapmak için kafa kafaya verdiklerini hatırlıyorum. Sonra benim doğum günüm geldi. 6 şubat. Yani o gün bir şey yapılmayacağını biliyorum ama bir ümit yani. Doğum günüm sonuçta. Tamam büyük bir şey olmasa da bir pasta keseriz diye bekliyorum. Sanki bundan öncekilerde hep vaktinde doğum günüm kutlanmış gibi.. Çocuk işte. Annem babam 'ne yaparız ne ederiz?' diye konuşunca ümitlendim ben de. Hatta dedim ki pokemonlu pasta istiyorum. İlk defa bir isteğimi bu kadar cesurca dile getirdim."

 

Aziz gözlerini karşısındaki duvardan çekip onu çıt bile çıkarmadan dinleyen Birce'ye çevirdi. Birce böyleydi işte. Aziz ne zaman bir şey anlatacak olsa ilgiyle dinlerdi, anlardı. Hatta Aziz'e 'konuş, anlat' diyen her zaman Birce olmuştu. O yüzden alışmıştı artık ona bir şeyler anlatmaya ama her seferinde ilgiyle dinlemesine hep şaşırıyordu.

 

"O gün annem öğlene doğru gelmiş eve. Çok uzun bir uçak yolcuğundan çıkmış. Jetlag olmuş yani. Değil saatler günler bile yok zihninde kafayı yastığa koyduğu gibi uyumuş. Ben eve geldiğimde uyuyordu. Tabi ki uyandırmamam gerektiğini biliyorum. Ben de kendime hediye, cdlerden pokemon bölümleri izliyorum. Daha yemek bile yememişim. Annem uyanırsa belki birlikte yeriz diye bekliyorum. Yanlış anlaşılma olmasın uyansın da bana yemek hazırlasın diye değil. Birlikte yiyelim diye bekliyorum. Zaten böyle zamanlarda hep dışarıdan sipariş verirdik. Neyse işte ben filmi izlerken annemin telefonu çaldı. Salonda bırakmıştı. Baktım babam arıyor. Açtım sevinçle. 'Annen nerde?' dedi. 'Uyuyor.' dedim. Babamın asistanı bir abi vardı. 'Onu göndereceğim eve televizyon çekmecesinde bir paket var onu ona ver.' dedi. Tama dedim ben de. Başka bir şey söylemedi kapattı. Sonra o abi geldi. Ben parıltılı bir hediye paketine sarılmış kutuyu ona verdim. Cebinden küçük bir paket çıkardı. Pokemon kartları. Gözlerim nasıl parladı Birce var ya inanamazsın. Şu an bile o anki mutluluğum hatırlayabiliyorum. 'Doğum günün kutlu olsun ufaklık.' dedi başımı okşadı gitti. Doğum günümü anne babamdan önce kutladı."

 

"Sonra ben tabi çizgi film izlemeye devam ettim. Annem uyanmadı. Yemek sipariş ettim, yedim falan. Uyuyakalmışım kanepede. Babam geç bir saat eve gelmiş saçlarımı okşuyordu. İçki kokuyordu. 'Nerdeydin?' dedim 'iş.' dedi. Bu kadar geç saatte işi oluyordu ama bu kadar kokarak gelmiyordu eve. İnanmadığımı anlayınca işin en olduğunu anlatması gerektiğini hissetti tabi. Ne dedi Birce biliyor musun? Fransa'nın Türkiye büyükelçisinin oğlunun doğum günüymüş."

 

Duyduğu cümleyle boğazına bir şey takılmış gibi hissetti Birce. Kendi oğlunun da doğum günüyken 'iş' olduğu için başka bir çocuğun doğum gününe katılmıştı. Bu da yetmezmiş gibi sonrasında içip eve sarhoş gelmişti.

 

"'Doğum günün kutlu olsun oğlum' dedi sonra. Sarıldı. Kocaman sarıldı. 'Bugün kutlayamadık ama kutlayacağız' dedi. 'Özür dilerim.' dedi. Özür dilerim deyince ben hiçbir şey diyemedim Birce. Çünkü özür dilemişti. Özür dilenirse affedilirdi. Ben bunu öğrenmiştim. Anne babalar özür dileyecek çok şey yapabiliyorlardı ama bu bizi sevmedikleri anlamına gelmiyordu falan filan. Bunlar da babaannemin beni tesellileriydi işte. Babam öyle bana sarılırken sızdı kaldı. Üzerine bir battaniye örttüm odama gittim. Gece boyu pokemon kartlarımla oynadım. Sonraki gün annem pastaneden pasta almış bana onu kestik kahvaltıda. Babam yoktu. Akşam babam geldiğinde bir tane daha pasta almış. Akşam da onu kestik. Hatta hafta sonu beni babaannemlere bıraktıklarında onlarla da bir pasta kestim. Hiçbiri de pokemonlu değildi. Ve hiçbirinde de kalabalık değildik. O günden sonra bir daha kalabalık doğum günü hayali kurmadım. Zaten annemle babam boşandıktan sonra eskisinden de yalnızdım o yüzden..."

 

Bir an boğazını temizleyip kendini toparladı Aziz. "Neyse işte öyle yani. Bu kendimi acındırma seansımın sonunda senin kendi anne babanın değerini anlayıp mutlu bir şekilde doğum gününe gitmen gerekiyor. Başarılı olabildim mi?"

 

Gözlerinde yaş akmasın diye kendini tutan Birce'nin dudaklarından kaçan kıkırtının sebebi de sadece Aziz olabilirdi zaten. Az önce ağlatacaktı şimdi güldürebiliyordu. Bir de deli planını ifşa ediyordu. Hiç alttan alta işleme düşüncesi de yoktu. Niyeti neyse onu söylüyordu.

 

"Aziz ya!" dedi Birce kıkırtıyla. Hala daha burnunun ucundaki duygusallıktan kurtulamamıştı.

 

"Aziz ya Aziz! Sen öyle ailenin kıymetini bilme gel burada yok ben istemiyorum yok sevmiyorum de. Sonra Aziz gelir yürek dağlayan hayat hikayesiyle ağlatır seni işte böyle."

 

Birce'nin gülüşü biraz daha büyüdüğünde Aziz bir süre durup onu izledi. Sonra o da dudaklarına küçük bir tebessüm kondurdu. "Evet belki senin istediğin bu değil. Hatta haklısın senin isteklerine saygı duyup ona göre bir şeyler yapmalılar ama anne baba için çocuğunun büyüdüğünü kabullenmek çok kolay bir şey değil... Değilmiş yani. Öyle diyorlar. Sen 16 yaşında güzel bir genç kız olabilirsin ama onların gözünde doğum gününe tüm mahalle katıldı diye tüm gün göbek atan minik kızsın."

 

"Ya Aziz!" dedi bu sefer de Birce sitem ederek. Bu hikayenin anlatılmış olması da sinirlerini bozuyordu.

 

"Ne var? Bayılıyorum bu hikayeye. Minik Birce misafirlerine hoş geldiniz demek için oryantal şov yapıyor." Gözlerinin önünde canlandırdığı görüntüyle kocaman bir kahkaha attı Aziz. "Video kaydı falan var mı acaba o anların?"

 

"Yok videosu falan. Kameramız yoktu bizim."

 

"Tüh! Keşke bizde olacağına sizde olsaymış daha eğlenceli görüntüler ortaya çıkarmış. Neyse ki bugün yanımızda Suna var. Misafirlere oryantal yapmak istersen haber et. Hemen kaydı başlatayım."

 

Birce "Pislik!" diyerek omzuna bir yumruk geçirdiğinde ikisi de gülüyordu. Duvarın üstünde biraz daha gülüştükten sonra Aziz artık geç kalacaklarını söyleyerek Birce'yi duvardan inmeye ikna etti. Okulun ön bahçesinde onları bekleyen arkadaşlarıyla buluşup evindeki büyük partinin yolunu tuttular.

 

 

6 Şubat 2025

 

Aziz pokemonlu pastasındaki mumları üflemiş, belime sardığı kolunu daha da sıkıştırarak bakışlarını etrafındaki ona gülen gözlerle bakan insanlara çevirmişti.

 

"Doğum günün kutlu olsun annecim." diyerek ilk sarılmaya gelen Aziz'in annesi oldu. Daha rahat sarılabilmesi içi uzaklaşacaktım ki belimden çekilen el, elimi tutunca çok fazla uzaklaşamadım. Galiba sarılmak için tek eli yeterliydi. "İyi ki doğurmuşum." diyerek yanaklarına da öpücükler bıraktı Birgül anne. Sarılmaları bittiğinde Aziz'in bakışları sıradaki kişiye kaymıştı.

 

Tekin amca oğluna kocaman sarıldı. Bir ayın ardından tekrar Türkiye'ye gelmesi kolay olmamıştı ama bu doğum gününün hem Aziz hem de benim için çok önemli olduğunu, Aziz'in babasını yanında isteyeceğini söyleyerek biraz damarına oynadım. Geçmiş hatalarının farkında bir adam olarak her ne kadar bunları tamir etmek istese de nasıl yapacağını bilmiyordu. Aziz en çok onu gördüğüne şaşırmıştı. "Senin işlerin yok muydu?" Dedi sarılırken. Ağzından çıkan ilk kelimlerin bunlar olmasına çok üzülsem de "Senden önemli bir işim yok." diyen Tekin amca zamanında açtığı yaraları kapatamasa da en azından merhem sürmeye çalışmıştı. "İyi ki varsın oğlum." dediğinde Aziz sadece sessiz kaldı. Bakışlarını kaçırdığını görebiliyordum. Duygulandığı için sessiz kalmıştı.

 

Babasından ayrıldıktan sonra annemle de aynı şekilde sarıldı. Annem iyi dileklerini ve dualarını sürdürürken babam da Aziz'e sarılmıştı. "Oğlum tamam biz bu kızla seni nişanladık da kurdelenizi kestik, göbek bağınızı bir kesmedik ki! Bıraksana kızın elini!"

 

"Zor kavuştum Adem amca. Pek bırakmaya niyetim yok." Babamın 'tövbe estağfurullah' çeken bakışlarından hiç etkilenmedi Aziz.

 

Babaannesi ve dedesine ardından da arkadaşlarımızla tek tek sarıldı. Liseden Aziz'in sevdiği ve 'nerdeydin sen bunca zaman' geyiği çevirmeyecek birkaç arkadaşımızı daha çağırmıştım. İş yerinden Aziz'i gözleri önünde tutup bana hazırlıklar için fırsat veren birkaç stajyeri ve iş arkadaşı da burdaydı. Henry ve İngiltere'den birkaç arkadaşı bile gelmişti. Bu kadar kalabalık bir doğum günü olacağını beklemediğine emindim ama gelen insanlar onu ekstra şaşırtmıştı. Herkese 'Nasıl geldiniz? İşiniz gücünüz yok mu sizin?' diye sormasından bu belliydi.

 

Ama en çok arkalarda bir yerde sırasını bekleyen Mahir abimi gördüğünde şaşırmıştı.

 

"Abi senin ne işin var burada?"

 

"Doğum gününe gelen adama öyle mi denir hıyar?"

 

Aziz dediği şeyi sonradan fark etmiş olacak ki gülerek kendini toparladı. "En son görevdeydin abi o yüzden. Bir anda görünce."

 

"Biz bir ordayız bir burda. Sen çok kafanı yorma."

 

"Eyvallah abi." deyip gülerek Mahir abime sarıldığında Mahir abim koluyla beni bir kenara ittirdi. "Yeter sen de bırak artık çocuğu yapıştın sabahtan beri."

 

"Ben ne yaptım ya o tutuyor! Bırak dedi de bırakmadım mı?"

 

Mahir abimden ayrılıp beni kolunun altına aldı Aziz. "Asla demem." deyip başımın üstüne bir öpücük kondurdu. Mahir abim kısık gözlerle yüzünde memnuniyetsiz bir ifadeyle bize bakıyordu.

 

"Çocuk çocuk hareketler." dedi kınar gibi.

 

"Aşksızlıktan senin yine dünyadan nefret etme modun açılmış. Allah sana da tez vakitte hayırlı bir kısmet karşına çıkarsın abicim. Hiç beklemediğin bir anda oluyor biliyor musun?"

 

Yeni gelin cümlelerimle Mahir abime aşk dilerken onun pek de umrunda görünmüyordu. "Uğraşamam." dedi tek kelimeyle. Hayır yani istemiyorum, zamanı değil, hayırlısı falan da demiyordu 'uğraşamam' ne derece bir üşengeçlik seviyesiydi.

 

"Uğraştığın bir şey değil zaten bu. Keyfini çıkardığın bir şey."

 

Bir kaşını kaldırarak bir bana bir de Aziz'e baktı. "Uğraşmamış haliniz bu mu?" dedi sırıtarak. Tamam haksız sayılmazdı. İkimiz de kolay zamanlardan geçmemiştik ama bizim durumumuz fazlasıyla istisnaydı ve her şeye rağmen yine de sonumuz mutluydu. Onun bu hayattan bezmiş hallerini sevmiyordum. Tutunacak bir dala ihtiyacı olduğunu çok iyi biliyordum ama bunu ona ben veremezdim. Belki o da bir gün bulurdu...

 

Yemekler açık büfe olarak mutfak masasını üzerindeydi. Tam bir gün menüsü yapmıştım. Evet ben yapmıştım. Ellerimle yapmıştım. Bir kısmına kızlar da yardım etmişti ama büyük çoğunluğunu ben yapmıştım. Aziz'in küçük salonu bir şekilde o kadar insanı ağırlayabilmişti. Kimisi mutfaktaki sandalyelerde kimisi yere bağdaş kurarak oturmuştu. Birbirinden farklı bu kadar insanın bu kadar doğal bir şekilde iyi anlaşabileceklerini düşünmemiştim. Herkes yemeklerini yedikten sonra Aziz'i pasta kesimi için ortaya aldık. Tabi ki bir 'konuşma' isteğiyle elinde bıçakla kalıvermişti.

 

"Hepinize bugün buraya geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Gerçekten hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum. İnsana kendini değerli hissettiriyormuş böyle günler. İyi ki geldiniz." Biraz gerildiğini görebiliyordum. Topluluk önünde konuşma yapmak onun çok alışık olduğu bir şeydi ama iş duygularından bahsetmeye geldiğinde galiba bir tek benim karşımda bu kadar başarılı olabiliyordu. Bakışları bana döndüğünde derin bir nefes verdiğini gördüm.

 

"En başta da bugünü mümkün kılan sevgilime," bir anlığına durup babama bakıp sonra tekrar bana döndü. "nişanlıma, müstakbel eşime çok teşekkür ediyorum. Beni her zaman dinledi ve duydu. Bazen ben anlatmadan bile beni anladı. 30. yaşım Birce'yle yuva kuracağım yaş olduğu için beni hiç korkutmuyor. Umarım bu odadaki herkes de yaşlanmaktan korktuğu değil de beraber yaşlanmak istediği birini bulduğu bir gelecek yaşar. Yeri gelmişken de söyleyeyim. Biz Birce'yle kararlaştırdık. Netleştiğinde tekrar haberdar ederiz ama 14 Haziran'da düğünümüz var. Tabi ki hepiniz davetlisiniz. O zamana prova olsun mu bir tanem?" deyip bana döndüğünde ne demek istediğini anlamamıştım. Başıyla elindeki bıçağı ve pastayı gösterdiğinde gülerek yanına geldim. Bıçağı elime verip elimi tuttu. Birlikte pokemonlu pastayı keserken gülmeden edememiştik.

 

Kızlar pasta dağıtım işini hallederken Aziz beni kaşla göz arası yukarı çıkardı. Banyoya doğru ilerlediğinde içimi garip bir panik duygusu sarmadı desem yalan olurdu. Banyoya girdi beni de peşinden soktu. Kapıyı kapattığı saniye belimden sıkıca tutup kendine çekti ve tüm vücuduyla sarıldı. Aşağıda sarıldığında çok daha fazlasıydı bu. Sıkı sıkı sarılıyordu ama canımı acıtmıyordu. Onun kollarının arasında güvende hissediyordum.

 

"Teşekkür ederim." diye mırıldandı tekrardan. Boynuma dayadığı yüzüyle sesi boğuk çıkmıştı. Bir elim sırtındayken bir elim de ensesiyle saçları arasına gidip geliyordu. Bu öylesine bir teşekkür değildi. Duyduğum en içten teşekkürdü.

 

"Nasıl hatırladın?" dedi dudaklarından zor çıkan kelimelerle. Gerçekten onun için bu kadar imkansız mıydı ona dair bir şeyleri hatırlamam. O bana dair her şeyi hatırlıyorken benim niye hatırlamayacağımı düşünüyordu ki? Sevgimi yeterince gösterememiş miydim? Zaten şaka yollu da olsa bu ilişkide en çok sevenin kendisi olduğunu söylemişti. Gerçekten böyle mi düşünüyordu? Ben hak ettiği değeri Aziz'e veremiyor muydum?

 

"Neden unutayım." dedim sırtındaki elimle de yavaş yavaş sırtını okşarken. "O zaman çok istemiştim ama bir türlü bizimkilere söyleyip böyle bir doğum günü yapamamıştım sana. Sonra... Sonra sen gidince... Bir daha doğum gününü kutlayabilir miyim onu bile bilmiyordum. Çok pişman oldum. Keşke pokemonlu pastayı bir şekilde yapacak bir yer bulsaydım, keşke annesiyle babasıyla konuşabilseydim de kocaman bir doğum günü partisi yapsaydık diye çok pişman oldum." Kollarımı çözmeden hafifçe bedeninden uzaklaştım. Aziz bunu istemiyordu ama ben gözlerine bakmak istiyordum.

 

"Ben seni çok seviyorum. Çok seviyordum hep de sevdim. Yalan söylemeyeceğim nefret de ettim. Ama sevgimin yok sayılmışlıkla birleşmiş haliydi o. Her yıl 6 Şubatta ben senin doğum gününü kutladım. Bazen umutla, bazen kızgınlıkla, bazen pişmanlıkla, bazen ümitle, bazen vazgeçmişlikle... Nerdeysen hep iyi olmanı diledim. Sonra da dedim ki 'hayır ben bu kadar iyi bir insan değilim bensiz mutlu olma pislik!' Ama seni çok sevdim. Çok seviyorum. Ve seninle yaş almayı heyecanla bekliyorum. Seninle büyümeyi, ailemizi de büyütmeyi..."

 

Aziz'in dudaklarıma kapanan dudaklarıyla dileklerimin devamını getirememiştim. Dudaklarımı dudaklarının arasına hapsetmiş gibi öpüyordu. Sanki gitmemem için beni tutuyor gibi derin öpüyordu. Hiçbir yere gittiğim yoktu. Bunu ona kelimelerle söylemezdim şu an ama onu yaptığı gibi dudaklarımı konuşturabilirdim. Dudaklarına baskı uygulayarak dilimi dudaklarının arasından ilerlettim. Bu kaçmaya çalışmadığımın çok büyük bir göstergesiydi. Bu kez de dudaklarının arasına giren dilimi dili ve dudaklarıyla emmeye başladı. Kolları belimi iyice sıkıştırırken ayaklarımı yerden kesip birkaç adım atıp beni banyonun kapısına yasladığında bir elini yanağıma çıkarıp başını yana eğdiğinde öpüşümüzü daha da derinleştirdi.

 

Bir öpücük hem teşekkür, hem sevgi, hem tutku, hem aşk, hem özlem nasıl barındırabilirdi? Ben mi kafayı yemiştim yoksa Aziz'in her geçen gün bana hissettirdiklerinin bir sınırı kalmıyor muydu?

 

Kapının tıklatılmasıyla derin duygulardan çıkıp gerçekliğe geldim.

 

"Her ne yapıyorsanız çok özür dilerim ama hediyelere geçilecek. Yokluğunuz fark edildi."

Meryem'in mahçup sesi Aziz'in dudaklarımdan ayrılmasına sebep olmuştu.

 

"Bu doğum günümü çok sevdim bir tanem. Bundan sonrakileri ikimize özel yapalım ama olur mu?"

 

Yarım kalmışlığının yarattığı hüznün dışa vurumuna ancak gülebildim.

 

"Merak etme aşkım. Benim hediyem ikimize özel olacak."

 

Dudaklarına doğru fısıldayarak söylediğim kelimeler Aziz'in zihninde doğru çağrışımlar yapmış olacak ki kendini bana doğru bastırdı.

 

"Yoksa bu sefer oryantal gösterisini izleyecek şanslı kişi ben miyim?"

 

Hatırladığı şeyle şaşırma sırası bu kez bendeydi. Benim hatırladıklarım garibine gidiyordu ama o bunu bile hatırlıyordu.

 

"Aziz." dedim dışarı verdiğin derin nefesinle gülüşüm karışırken. "Bunu hatırlamanın ödülü olarak oryantal şovunu alcaksın." dedim kendime güvenle.

 

Gözlerinden geçen parıltılarla "Valla mı?" diye sordu.

 

"Valla." dedim gülerek. "Ama benim doğum günümden sonra." Omuzuna destek verir gibi iki kere vurup kolunun altından çıktım. "Hadi kapıyı aç da aşağı inelim."

 

Dışarı derin bir nefes vererek banyonun kapısını açtı. "Birazdan herkesi kovacağım haberin olsun."

 

"A a! Kalabalık doğum günü istemiyor muydun?"

 

Ben tam kapıdan çıkarken kolumdan tuttu. Gözlerindeki hınzır bakış yerini içimi eriten bir bakışa bırakmıştı. Gözlerini gözlerimden çekmedi bir süre.

 

"Nasıl bir şeysin sen? Nasıl 7 yaşındaki Aziz'i bile mutlu edebiliyorsun? Nasıl onun kalbindeki yaralara derman olabiliyorsun?"

 

Bunları şimdi duymayı beklemiyordum. Duygusal bir anımızı yaşarken aşağıdakiler biraz daha bekleyebilirdi. Gelen seslerden hallerinden memnun oldukları anlaşılıyordu.

 

Aziz'e yaklaşarak ellerini yanaklarına çıkardım. "O kalp bana yara olmamak için çok şeye katlandı. Bundan sonra yara almasına asla izin vermeyeceğim. Eski yaralarının hepsini de iyileştireceğim. İyileştiremezsem de yara izlerinin üstüne çiçekler ekerim. Senin buradaki yaraya yaptığın gibi." Sağ elimi yara izinin üstünde sol göğsüne koydum. Kalp atışlarını elimin altında hissedebilmek bana kendimi iyi hissettiriyordu. Baş parmağımla yara izinin üstünü okşadım.

 

Elimi tuttu ve dudaklarına götürüp parmak uçlarıma öpücükler kondurdu. "En güzel çiçeğimi ektim yaramın üstüne. Işığımsın sen benim. Hayatımın ışığısın. En güzel çiçeğimsin."

 

"Seni çok seviyorum Aziz."

 

"Ben de seni Birce'm."

 

Dudaklarına minik bir öpücük bıraktım. Kapanan gözlerinin kendini bu öpücüğe bırakışını gördüm. Daha uzun tutmak istesem de aşağıda bizi bekliyorlardı. Dudaklarımı dudaklarından ayırırken kapalı gözlerine ve kendini bana bırakışına baktım. Bu hali çok hoşuma gidiyordu. Gözlerini yavaşça açtığında elinden tutup merdivenden aşağı çekiştirmeye başladım.

 

"Gerçekten seneye önce ikimiz kutlayalım tamam mı?"

 

İsyanına güldüm sadece. "Belki üç kişi oluruz niye öyle diyorsun?"

 

Merdivenlerden inerken kurduğum bu cümleye karşılık yine sessiz kalmıştı. Bu sefer üstüne gitmedim. Aşağıya inip hediye faslına geçtik.

 

Önce Aziz'in iş çevresi ve liseden arkadaşlarımız verdi hediyelerini ardından bizimkiler sonra da ailelerimiz. Açıkçası babam ve Mahir abim hediye alırken bayağı bir zorlanmışlardı çünkü ikisiyle de konuştuğumda "Bu herifin çok parası var zaten istediği her şeyi alabilir." demişlerdi. Oğlan dayıya diye boşuna dememişler.. Ben de onlara manevi bir hediye de alabileceklerini söylemiştim.

 

Babam seccade, tesbih ve Kuran alıp "Ne var? Manevi hediye işte?" demeyi tercih etmişti.

 

Mahir abimin ise Aziz'e el altından bir flash bellek verdiğini görmüştüm ama Aziz'e de belli ki içinde ne olduğunu söylememişti. Doğum gününden sonra izleyip görecektik.

 

Aziz'in gözü bana değerken ben hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi pastamı yemeye devam ediyordum. Hediyemi şimdi veremezdim.

 

İnsanlar yavaş yavaş dağılmaya başladığında sona ailelerimiz ve bizimkiler kalmıştı.

 

Neden 14 Haziran'ı seçtiğimizi sorduklarında tabi ki anlaşmadan bahsedememiştik. Ben de benim fark ettiğim doğum günlerimiz detayını ortaya sürmüştüm. Tüm hanımlar tarafından tam not aldığımız bir düğün tarihimiz olmuştu. Hemen yarın işlemleri başlatmaya karar verdik.

 

Mutfağı toplama işini Sarp ve Erdem'e yıkmıştık. Hanımlar olarak salonda kahvelerimizi içerken babam ve Aziz Mahir abimi uğurlama üzere otoparka inmişlerdi. Salonda duyduğumu titreşim sesini takip ettiğimde Mahir abimin telefonunu burda unuttuğunu fark ettim. Zaten muhtemelen o da arabaya bindiğinde fark edecekti. Zaman kazandırmak adına telefonu alıp aşağı indim.

 

Otoparka indiğimde sağa sola bakındım ve biraz ilerde olduklarını gördüm. Babam ve Mahir abim sigara içerken benim nişanlımı da yoldan çıkardılar mı diye bakmak adına kolonların arkasına gizlenip Aziz'in elini görmeye çalıştım ama onun yerine sinirli bir Aziz görmek beklediğim bir şey değildi.

 

"Ne zaman söyleyeceksiniz tam olarak Adem amca? Bizim bunu konuşmamızın üstünden bir ay geçti! Birce'den kaçmak çözüm değil. Bir an önce söylemeniz lazım ki bir an önce aksiyon alabilelim."

 

Aziz'in söyledikleri kafamı karıştırırken saklandığım bu kirişin arkasından bir süre daha çıkmayacağıma emindim.

 

"Düşündüm Aziz. Çok düşündüm. Bu zamana kadar geldi böyle kimseye de bir zararı olmadı. Bundan sonra da böyle git.."

 

"Kimseye bir zararı olmadı mı? Kimseye bir zararı olmadı mı?! Adem amca kusura bakma ama ben 10 yılımızı boşuna çöpe atmadım. Ben ne anlattım sana biz bir aile kuracağız. Hadi beni boş ver. Bizim çocuklarımız olacak. Ben Birce'yi ne olacağını bilmediğimiz bir ateşin içine atamam."

 

Neyin ateşi, neyin zararı hiçbir şey anlamıyordum. Hiçbir şey zihnimde mantıklı bir zemine oturmuyordu.

 

"Tamam oğlum haklısın. Biraz zaman ver. Bu öyle ha deyince söylenecek bir şey değil. Hem çocuk da ha deyince olan bir şey değil önce bir evlenin bakalım. Siz de kendinize zaman ayırırsınız."

 

Aziz'in alayla gülen sesini duydum. "Bunu bir ara kızına da söylerken seni dinlemek isterim Adem amca. Kusura bakma ama bebek için sabırsız olan senin kızın."

 

Aa ne münasebet diye olduğum yerden çıkmayı düşünsem de konuşmanın devamını duymak için yerimde kaldım. Bu pislik beni babama mı şikayet ediyordu bir de bebek konusunda? Gerçekten pesti!

 

Babamın öksürüklerine Mahir abimin sırtına vuruşlarının sesi karıştı.

 

"Konu bebek değil zaten dayı. Birce'nin geçmişi bu. Anıları. Abisini hatırlamaya hakkı yok mu sence?"

 

Duyduğum cümleyi neye yormam gerektiğini bilmiyordum. Abisi? Birce'nin abisi? Hatırlamaya? Neyi hatırlamaya? Birce'nin abisi?

 

Zihnimde sorular dolaşırken birden sanki kulağımda küçük bir kızın sesini duyuyormuşum gibi hissettim.

 

"Bircesinin bir tanecik abisi.."

Bölüm : 19.03.2025 22:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Melin Öğüt / Yirmi Dokuz / 48. Bölüm- İyi ki
Melin Öğüt
Yirmi Dokuz
1. Bölüm Verilen Söz2. Bölüm- Ve Ayrılmaz Dostluğa!3. Bölüm- Etkileyici Hediye4. Bölüm- Karşılaşma5. Bölüm- Ellerimde Çiçekler6. Bölüm- Nedensiz, Nasılsız7. Bölüm- İhtimallerin Heyecanı8. Bölüm- Agop'un Meyhanesi9. Bölüm- Kim Bilir?10. Bölüm- Söz11. Bölüm- Kıskançlık12. Bölüm- Geçmemiş Geçmiş13. Bölüm- İnandır Beni14. Bölüm- Önce Sen!15. Bölüm- Aile16. Bölüm- Tırtıl ile Uğur Böceği17. Bölüm- İlk Bakış18. Bölüm- Geçmişin İzi19. Bölüm- Yüzleşme20. Bölüm- Yeniden21. Bölüm- Yarın Hiç Olmayabilir22. Bölüm- Yara23. Bölüm- Kendimden Bile24. Bölüm- İtiraf Çabası25. Bölüm- Tatil Öncesi26. Bölüm- Özgür Kelebek27. Bölüm- Çıkma Teklifi28. Bölüm- Korku29. Bölüm- Sevdalı Oldu, Felaket Oldu, Ayrılık Oldu30. Bölüm- Sevgili31. Bölüm- Her Şeye Rağmen32. Bölüm- Şimdi Uzaklardasın33. Bölüm- Uzak Mesafe34. Bölüm- İstanbul->İngiltere35. Bölüm-İlk Gün36. Bölüm-Ev37. Bölüm- Yüzük38. Bölüm- Davet39. Bölüm- Kavuşma40. Bölüm- Dönüş41. Bölüm- Bebek?42. Bölüm- Yemek.43. Bölüm- Plan44. Bölüm- İstiyorum, Veriyor Musun?45. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 146. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 247. Bölüm- Unutulan48. Bölüm- İyi ki49. Bölüm- Zafiyet50. Bölüm- Gizlenen51. Bölüm-Yanında52. Bölüm- Hayat53. Bölüm- Son Gün54. Bölüm- Evet!55. Bölüm- Yeni Bir Hayat56. Bölüm- Leventoğlu57. Bölüm- 2+158. Bölüm- Otuzuncu Mum Işığı (Final)Özel Bölüm: Hayat IşığıÖzel Bölüm: I.L.
Hikayeyi Paylaş
Loading...