Selamlar selamlarr 🩷
Geçmiş bayramınız mübarek olsunn
Bu bölüm biraz bayram trafiğine takıldı..
Güzel yorumlarınızı yazarınıza gaz olarak yüklerseniz neler olacağını biliyorsunuzz
İyi okumalarr 🩷
"Her zaman yanındayım. Kendini kötü hissedersen hemen çıkıp gidebileceğimizi unutma tamam mı?"
"Aziz içerdeki insanlar düşman değil annemle babam."
"Ben de kocanım."2
Bu konuma bayıldığını biliyordum ama onunla uğraşmak gerginliğimi biraz olsun azaltabilirdi. "Henüz değilsin."
"Bunu hatırlıyorsan çok da gergin değilsin demektir. Zile basıyorum o zaman."
Elini zile doğru uzattığında panikle bileğini tuttum. Kalbim daha hızlı çarpmaya başlamıştı. Şu an Aziz'le bizim evin kapısının önündeydik. Aziz dediğini yapmış beynimdeki o çok konuşan tarafları birkaç saatliğine susturmuş ve bana güzel bir uyku çektirmişti. Bunu nasıl başardığını bilmiyorum ama onun kolları etrafımda sarılıyken, kokusunu duyarken bedenim rahatlıyordu. Öyle rahatlıyordu ki sabah o beni uyandırmasa uyanacağımı bile düşünmüyordum. Bugün işlerimize öğleden sonra gitmeye karar verip benden saklanan şeyleri öğrenmek için eve gelmiştik. Buraya kadar her şey çok kolay gibiydi. Ama kapının önüne geldiğimizde gerilmeye başlamıştım. Öyle ki kapı önündeki 3. dakikayı geride bırakıyorduk.
"Gergin olacak bir şey yok. Bu kapıdan çıktıktan sonra da yanında olacağım. Hayatımız normal akışında devam edecek." Tuttuğum bileğini elimden kurtarıp avucunun içine almıştı. Dokunuşları bana güven veriyordu ama bu sözü pek de öyle değildi.
"Öyle olmayacağını sen de biliyorsun." dedim onun da kendine inanmadığını belirterek. Her şeyi değiştirebilecek şeyler bu kapının arkasındaydı.
"Hayır." dedi kendinden oldukça emin bir şekilde. "Hayatımız normal akışında devam edecek. Ben seni aynı şekilde sevmeye devam edeceğim. Sen beni aynı şekilde sevmeye devam edeceksin. Eğer istiyorsan daha çok sevmeye başlayabilirsin hayır demem. Ve birlikte güzel günler yaşamaya devam edeceğiz."
Dedikleri gerginliğime rağmen beni güldürmüştü. Hayatın normal akışını ikimizle sınırlamış olmasına ne demeliydim bilemiyordum.
"Seni seviyorum." dedim başka bir şey düşünemeyerek. "Çok seviyorum."
Dudakları kıvrıldı. Bu cevabım onu hem şaşırtmış hem de oldukça memnun etmişti "Seni senden daha çok seviyorum." deyip elimi biraz daha sıkı tutarak beni kendine çekti. Burnumun ucuna minik bir öpücük kondurdu. "Babanın kapısının önünde bile öptüm seni. Ben de az değilim."
Tebessümüm kıkırtıya dönüştü. "Ya manyak!" deyip omzundan hafifçe ittim. Boştaki elini yanağıma çıkarıp incitmekten korkar gibi okşadı. "Hadi girelim." dedi fısıldayan bir sesle. "Burada durarak hiçbir şeyden kaçamayız."1
"Hayır Birce." dedi net bir şekilde. Küçük bir umuttu benimki de. Zihnimin tüm köşeleri duyduklarımla doluyken kaçamayacağımı ben de biliyordum. Kaderimi kabullenerek omuzlarımı düşürdüm.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Başımı yavaşça salladığımda Aziz de işareti almış gibi zile bastı. İkimiz de sessizdik ve evin içinden gelecek bir çıt sesini bekliyorduk. Çok geçmeden kapıya yaklaşan ayak seslerini duydum. Annemin adımlarıydı bunlar. Kapının önüne gelmeden durduğunda ikinci bir adım sesi onu geride bıraktı. Sabahın bu saatinde çalan kapıyı anneme açtırmayacak olan babamın adım seslerini duydum. Bu bile yüzümü gülümsetti. Karşımdaki insanlar benim anne babamdı. Adım seslerinden tanıdığım anne babam. Bir yabancı değillerdi. Düşman hiç değillerdi. Ne onlardan ne de gerçeklerden korkmama gerek yoktu. En azından öyle olmasını ümit ediyordum.1
Önümdeki kapının açılmasıyla bakışlarımı yerden kaldırdım. Babam bizi gördüğüne şaşırmış bir şekilde bakıyordu. Uykudan yeni uyanmış olmasının da buna etkisi vardı elbette. Annem hemen arkasında durduğunda onun da babamdan farkı yoktu.
"Kahvaltıya geldik." dedi Aziz benden bir ses çıkmayacağını anlayınca. Yeni damat pozisyonuna anında geçiş yapmıştı.
"Niye senin evinde kahvaltılık yok mu?"2
Babamın uykudan yeni uyandığını belli eden sesi ve zor açılan gözleriyle gelişimizi sorgulaması biraz uzun sürmüştü.
Annem daha hızlı toparlanıp "Allah aşkına Adem!" deyip babamı kapıdan uzaklaştırdı ve kapıyı sonuna kadar açtı. "Geçin annem." deyip eliyle de içeriyi gösterdi. İkimiz de aynı anda ayakkabılarımızı çıkarıp ben önde Aziz hemen arkamda içeri doğru girdik.
"Oğlum korkma anasının babasının evine geldi. Kaybolmaz burada." dedi babam birbirinden ayrılmayan ellerimizi göstererek. Buna bile delirmesine rağmen daha büyük şeylere ses çıkarmaması gerçekten garipti.
Aziz'in gevrek gülüşünün hedefi babamdı. Onların bu soğuk savaşına alışmıştım. Aziz'in "İşimi şansa bırakmam Adem amca." demesiyle babamın 'fesuphanallah' çeken bakışları arasında mutfağa doğru geçtik. Açıkçası Aziz'in elimi bırakmamasına mı yoksa Aziz'in ona 'amca' demesine mi daha çok bozulmuştu emin değildim.
Annem hemen kahvaltılıkları çıkarırken bize ne yemek istediğimizi sordu. Süreci biraz daha uzatabilmek için patates kızartması istedim. Aziz patatesleri soyup doğrarken annem krep yapmaya girişmişti. Ben yeşillikleri doğrarken babam hepimiz mutfakta olduğumuz için içeri girip oturamıyor ama yapacak bir şey bulamadığı için de hepimize tek tek sataşma işini hallediyordu.
Annem babama küçük görevler verip başımızdan savmaya çalışırken bir şekilde kahvaltı hazırlığını bitirip masaya oturduk. Pazar kahvaltısı gibi bir masa kurmuştuk. Babam ve Aziz birer başta annemle ben de 'kocalarımıza' yakın taraflarda yan yana oturuyorduk. Aziz'in bakışlarını zaman zaman üstümde hissetsem de şu an konuya giremezdim. Gerçekten açtım. Türk dizilerindeki gibi yemek masasında kaos çıkarıp tüm aileyi aç bırakmak istemiyordum. Bir süre sessizce bir süre de minik günlük sohbetlerle kahvaltımızı yaptık.
"Aziz'e hediyesini verdin mi annem?" Annemin sorusuyla daldığım yerden çıktım. Birkaç saniye kendime soruyu anlama izni verdikten sonra yavaşça başımı sağa sola salladım. "Hayır, vermedim."
"Neden?" diye sorgulayan babam olmuştu. Benden sakladığınız gerçek üzerine konuşup beni rahatlatıp uyuttuğu için hediyesini vermek aklıma gelmedi diyemedim tabi.
"Etrafı toplarken yorulduk biraz. Benim de aklımdan çıktı." dedi Aziz benim mantıklı bir cevap vermeyeceğimi anladığında. Babamın bakışları bu cümlenin altında bile farklı şeyler bulduğunun göstergesiydi. Bu kadar rahatsız olmasına rağmen Aziz'in evinde kalmama ses çıkarmayan da yine kendisiydi.
"Aslında o sebepten değil." dedim aniden gelen bir cesaretle. Annemin de babamın da bakışları bana döndü. Elimdeki çatalı masaya bıraktım. Benim için yemek işi bitmişti. Birazdan bu masadaki herkes için bitecekti. "Hediyemi Aziz'e veremedim çünkü o sırada zihnimde dolaşan şeyler başkaydı."
Cümlelerimin babamın aklına daha iyi senaryolar getirmediğinin farkındaydım ama ağzını açıp tek kelime etmiyordu da.
"Otoparkta Aziz ve Mahir abimle ne konuştunuz baba?"
Birden sorduğum soruyla annem anlamamış bir şekilde bakışlarını babama çevirdi. Babamsa elinde çatalı, çatalın ucunda salatalığıyla kalakalmıştı. Benim otoparktaki halimden daha şaşkın göründüğüne emindim.2
Birkaç saniye ölüm sessizliğinin ardından sanki hiçbir şey olmamış gibi salatalığı ağzına atıp geçiştirmeye çalışır gibi güldü. "Ne konuşacağız? Görev ne zaman? Düğüne denk gelir mi? Bir sıkın..."
"Baba!" diyerek lafını böldüm daha fazla konuşmasına engel olarak. "Ben sizden duymak istiyorum. Benden sakladığınız şey ne tam olarak?"
Annemin bakışlarının babamla benim aramda gidip geldiğini görebiliyordum. Onun da aklındaki şey belliydi ama doğru olmasını istemiyor gibi medet umarcasına babama bakıyordu. "Adem?" dedi tekrar babamın bir şey demesini bekler gibi.
Babam pes etmişçesine bir nefes verdi. "Ne duydun?" diye sordu.
"Önemli olan ne duyduğum değil benden ne sakladığınız! Sakladığınız birden fazla şey var da o yüzden mi bu sorgu?"
Babamın bakışları Aziz'i bulduğunda herhangi bir yanlış anlaşılmamaya mahal vermemek için "Aziz bir şey söylemedi." dedim. "Bildiğini bilmeme rağmen ben de sormadım çünkü sizden duymak istiyorum."
"Ben.." dedi babam bakışları anneme değerken. "Nerden başlayacağımı... bilmiyorum." Onu ilk kez bu kadar çaresiz görüyordum. Benim babam ne yapacağını hep bilirdi. Hep planları olurdu. Bizim onun yanındayken düşünmemize bile gerek kalmazdı ama şimdi o da gerçekten ne yapacağını bilmiyor gibiydi.
"Yardımcı olayım o zaman." dedim oturduğum sandalyede dikleşerek. "Benim bir abim mi vardı?"
Annemin masaya düşen çatalının sesinin üzerimde hiçbir etki yaratmamasına şaşırmıştım. Gözlerim babamdan bir an olsun ayrılmıyordu. Neden bilmiyordum ama bu konuda açıklamayı annemden değil de ondan bekliyordum. Annemle göz göze gelmek bile benim için zordu şu anda.
Babam derince bir nefes alıp yutkundu. Bakışlarını sofradan gözlerime doğru kaldırırken "Evet." diye mırıldandı.
Başka bir şey söylememesi beni delirtse de gece boyu Aziz'in de bana söylediği gibi bunun kimse için kolay olmadığını kendime hatırlatmaya çalışıyordum. Benden saklanan şey onların gerçekleriydi.
"Öldü mü?" dedim dilimi yumuşatmaya çalışmadan. Kendime sakin olmayı hatırlatmaya çalışıyordum ama sinirim sanırım kelimelerime yansımıştı. Babam bu sefer sadece başını sallamakla yetindi.
"Niye hatırlamıyorum?" dedim en çok merak ettiğim şeylerden birini sorarak.1
"Küçüktün." diyen babam annemin üzerine çevrilen bakışlarına aldırmıyordu.
"O kadar küçük değildin Birce. 4 yaşındaydın." dedi annem babamın sözünü kesip. Sanki o da bunu saklamaktan usanmıştı. Babamın anneme olan uyaran bakışlarını görebiliyordum. Gözlerimi ondan ayırmadan sorumu tekrar yineledim. Bu sefer annemin cevap vereceğini umuyordum ama ona bakamıyordum.
"Niye hatırlamıyorum o zaman?"
Annem bakışlarımı ona çevirmediğimi fark etmiş olacak ki gözlerini üzerimden çekip ayaklandı. Mutfaktan çıkıp koridordan ilerleyip gözden kayboldu.
Annemin nereye gittiğini anlamadığım için babama döndüm. O da oturduğu yerden kalkıp başıyla 'gel' işareti yaparak mutfaktan çıktı. Mutfaktan çıkan babamı izlerken bir süre sonra Aziz elimi tutarak ayaklandığında ben de onu takip ettim.
Annemle babamı salonda geniş koltuğun bir köşesinde otururken gördüm. Annemin elinde büyük sayılmayacak bir kutu vardı. Elini yanına üç kere vurdu hafifçe. Yanına oturmam için bir işaretti bu. Babam annemin solundaydı. Ben de sağına oturdum. Aziz de hemen yanıma oturdu. Hepimiz kanepeye dizilmiştik.
Annem elindeki kutuyu açtığında beni karşılayan sarı saçlı güler yüzlü bir bebekti. Fotoğrafı kutudan çıkarıp bana doğru uzattığında sadece tek bir kelime döküldü dudaklarından "Abin."
Elimi fotoğrafa uzattığımda parmaklarımın titrediğini fark ettim. Herkesin bunu gördüğünün farkındaydım ama kendimi kasmadım. Gözlerimi fotoğrafa diktiğimde sanki bir şey hatırlayabilecekmiş gibi dikkatle baktım ama bana tanıdık gelen hiçbir şey yoktu.
Annemin eli diğer fotoğrafa giderken bu kez onun elinin titrediğini görmüştüm. Bakışlarımı fotoğrafa çevirdiğimde sarı saçlı güler yüzlü bebekten eser yoktu. Saçları dökülmüş gülüşü solmuştu ve henüz hala çok küçüktü.
"Bu tedaviye ilk başladığı zamanlardan." dedi annem elindeki fotoğrafı okşarken. "Çok küçüktü, tedavi de çok zorluydu ama bir şekilde yenmeyi başardı."
Bir sonraki fotoğrafa geçtiğinde bu sefer hastane yatağında üçü yan yanaydı. Yüzleri gülüyordu. Annemin şişmiş karnı dikkatimi çekti. "Bu hastaneden ayrılmadan birkaç gün öncesi. Sen de buradasın. Sen doğduktan birkaç gün sonra hep birlikte çıktık hastaneden."
Yüzlerindeki gülümsemeye baktım. Gerçekten de mutlu görünüyorlardı. Gözlerimi bir süre annemin karnından çekemedim. "Bir tane çocuğunuz çok hastayken neden bir tane daha yaptınız?" dedim anneme bakmayarak.
Elindeki fotoğrafı kucağıma bıraktı ve bir diğer fotoğrafı aldı. Küçük çocuğun kucağında ondan daha küçük bir bebek vardı. Garip bir şekilde ikisi de gülerek bakıyordu kameraya. Bebeğin gözleri kapalıydı o yüzden gülüşü şansa kayıt altına alınmıştı ama küçük çocuğun gülüşü insanın içini sıcacık etmeye yetiyordu.
"Çok sevmişti seni. Adının Birce olduğunu öğrenince Görkem'in bir tanecik kardeşi diye dolaşmaya başlamıştı."
Duyduğum cümle kalbimi sızlattı. "Adı Görkem miydi?" dedim yeni öğrendiğim bu bilgiye tutunmaya çalışarak. Annem başını aşağı yukarı sallarken fotoğrafa bakmaya devam ediyordu.1
"Benim adım neden Birce?" dedim yıllarca sorduğum soruyu tekrar sorarken. Çünkü artık gerçekler ortaya çıktığına göre bu sorunun da gerçek cevabını alacağımı ümit ediyordum. "Çünkü sen bizim biricik kızımızsın." dedi babam alışık olduğum şeyi söyleyerek. İnanmamışlığın tebessümü yüzüme yayılmıştı. Bakışlarımı babama doğru kaldırdım.
"Adımı teyzemin koyduğunu biliyorum. Siz neden koymadınız? Ya da o neden koymadı?" dedim fotoğraflardaki küçük çocuktan bahsederek. "Böyle durumlarda genelde abilere ablalara söz hakkı verilirmiş. Benim adımı neden teyzem koydu?"
"O sadece önerdi bizim hoş..."
Annem babamın sözünü yine yarıda kesmişti. Belli ki babam beni 'korumak' için yalan söylemeye devam etmek istiyordu ama annem bugün buna izin vermeyecek gibiydi.
"Sana hamile kaldığım zamanlar Görkem'in hastalığının en sıkıntılı dönemleriydi. Hem o hem hamileliğin etkisiyle ben zaten çok uzun bir süre kendimi bile düşünemedim. Teyzen bir gün, hamileliğin son zamanlarında karnımı severken fark ettik isim düşünmediğimizi. O an biraz panik yapmıştım gerçekten ne zaman isim bulacağız diye. Sonra babanla düşünmeye çalışırken teyzen 'Birce olsun mu?' demişti. Nedense duyduğum anda çok ısınmıştım isme. Bilmiyorum sanki gerçekten bunca zamandır ismindi de biz onu sonradan bulmuşuz gibi hissetmiştim. Sen de tekme atarak ismini kabul ettin."
"Neden bir çocuk daha yaptınız?" dedim sorumu yineleyerek. İkisinin bakışları birbirini bulduğunda bu soruya cevap veremeyeceklerini anladım. O yüzden işlerini kolaylaştırmak için onlar yerine ben cevap verdim kendi soruma. "Donör olmam için miydi?"1
Babam anında oturduğu yerden doğruldu. "Yok öyle bir şey." dedi sert bir sesle. Annem dizine elini koyunca biraz olsun sakinleşmişti. "Doktorlar bundan bahsetti ama hamile kalmam, 9 ay geçmesi, senin donör olabilecek yaşa gelmen derken... Zaten Görkem için çok geç olması demekti. Sana yalan söylemek istemiyorum artık annecim. Düşünmedik demeyeceğim ama sen bizim planımızın bir sonucu değildin. Ya da bunun için üretilmiş bir çocuk da değildin. Bize gelmeyi sen seçtin. Sana yemin ederim."
Annem ellerimi tutmuş gözlerimin içine bakmaya çalışarak beni inandırmak için çabalıyordu. Öyle olsa da ne yapabilirdim ki? Kızabilir miydim anne babama? Evlatlarının canını kurtarmak için yaptıkları bir şey yüzünden onları suçlayabilir miydim? Benim başıma gelse ben ne yapardım ki? Yine de bir insan dünyaya geliş sebebini ruhunun en derinlerinde saklardı. İstenen bir bebek miydiniz istenmeyen bir bebek mi? Anne babanız sonrasında size hayatlarındaki en değerli şey gibi davransalar da siz fark etmeseniz dahi ruhunuzda bunun yarasını taşımaya devam ediyordunuz. Onlar beni hasta bir çocuğu iyileştirmek için dünyaya getirmiş olsunlar ya da olmasınlar. İçinde bulundukları durum buydu. Ben hasta bir çocuğun ardından o aileye umut olmak için gelmiştim. Ve bunu ruhumun en derinlerinde taşıyordum.
"Ama sonrasında donör oldum değil mi?" diye sordum. Dün gece gözümün önüne gelen doğru mu yanlış mı, hayal mi rüya mı olduğunu anlamadığım bazı kısa görüntüler yüzünden zihnim hala çok bulanıktı ama hatırladığım şeylerin boş yere olduğunu düşünmüyordum.
Annem birkaç fotoğraf daha çıkardı kutudan. Küçük çocuğun sarı saçları yeniden çıkmıştı. Yanındaki ben de biraz daha büyümüştüm. Bir elini üstüme atmış bana sarılırken yatakta yatıyorduk. Bu fotoğraflara bakmak çok garip hissettiriyordu. Bebeklik fotoğraflarımdan dolayı kendimi tanıyabiliyordum ama birden, 29 yaşıma geldiğimde ortaya çıkan bu fotoğraflar bana o kadar yabancıydı ki.
Tatlı görünüyordu. Tatlı görünüyorduk. Bu fotoğrafı hatırlamak için fazla küçük olsam da nedense o kolun üstümdeki hissini hatırlıyor gibiydim. Güvenliydi sanki orası. Sıcak ve güvenli. Sonra annem bir fotoğraf daha gösterdi. İşte o fotoğraf sanki zihnimde çok gerilerde kalmış bir anıyı sürükleyerek öne getirmeye çalışıyordu.
"Birce in abinin tepesinden kızım."
"Bir şey olmaz baba ben taşıyabiliyorum. Çok güçlüyüm artık."
"Abim güçlü abim! En güçlüsü abim!"
"Kimim ben biriciğim söyle bakalım?"
"Bircesinin bir tanecik abisi!"
Ne olduğunu anlamadan ellerimin arasındaki fotoğrafa bir damla yaşım düşmüştü. Fotoğrafın ıslanmasının paniğiyle hemen pantolonuma sürerek damlayı kuruladım. Ellerimi yanaklarıma çıkarırken bakışlarımı da tavana kaldırmıştım. Daha fazla ağlamamalıydım. Aziz kolunu omzuma dolayarak beni kendine çekti anında. Başım göğsüne yaslandığında aldığım kokusuyla göz yaşlarımı tutamadım. Sessizce ağlamaya başladım.
"Bu fotoğraf Görkem'e tekrar teşhis konulmadan bir süre önceydi. Bu da öyle." deyip başka bir fotoğrafı Aziz'in bacaklarının üstüne koydu. Fotoğraf bakış açıma girdiğinde gözlerimdeki yaşlar bir anlığına durdu. Bu çok... çok... komik bir fotoğraftı. O, ben ve Mahir abim vardık bu sefer fotoğrafta. Ben zaten saçma sapan bir haldeydim ama aramızdan en güzeli oydu. Sağlıklı bir çocukken gerçekten bir başkaydı ama hasta olduğunda bile gözlerindeki pırıltısından bir şey eksilmemişti.
Sonra bir fotoğraf daha geldi gözlerimin önüne. Hastane yatağında.. Altın sarısı saçları tekrar dökülmüşken, ben göğsüne yaslanmış elimde bir masal kitabını tutarken onun gözleri çoktan kapanmıştı.
"Ama hep yorgun anne, hiç benimle oynamıyor."
"Kalp atışlarını dinliyorum.."
Başımı Aziz'in göğsünden kaldırdığımda annemin bakışlarının kucağıma koyduğu hastane yatağındaki fotoğrafta olduğunu gördüm. Benim bakışlarım ise kutunun içindeki diğer bir fotoğrafa kaydı. Bu fotoğrafta sadece ben vardım ama yine bir hastane odasındaydık. Galiba bu yüzden bu zamana kadar hiç görmemiştim bu fotoğrafı. Elimde tuttuğum kahverengi saçlı barbienin uzun bir pelerini vardı. Gururla onu fotoğraf makinesine göstermiştim. Koluma bağlanmış bir damar yolu olduğunu görebiliyordum.
"Hani doktor abla senden kan aldı ya. Hani sen de hiç ağlamadın hatta. Evde senin büyütecin var ya hani aynı o büyüteçle kanına bakacaklar sonra diyecekler ki 'Aa burada kahraman minik kanlar varmışş, hadi bu kahraman kanları abiye verelim de onun kanlarında da kahramanlar olsun' diyecekler."
"Benim kanlarım mı kahramanmış yani? Masallardaki gibi mi? Yani ben de kahramanım o zaman?"
"Baba!" "Biliyor musun ben kahramanmışım."
"Tabi kahramansın. Babasının minik ve güzel kahramanısın."
Hayır, abimin kahramanıymışım. Ben iyileştirecekmişim onu. Kahraman kanlarım iyileştirecekmiş."
"Kahraman kızım benim!" "Abisinin kahramanı."
Zihnimde yankılanan seslerin geçmişten bir parça olduklarını biliyordum. Kahramandım ben. Bir zamanlar buna inanmıştım. İnandırılmıştım. Sonra ne olmuştu peki? O kahraman küçük kıza ne olmuştu?
"Kardeşini, çocuğa ilik verebilsin diye mi yapmışlar?"
"Görkem'in iyileştiği haberiyle kardeşinin doğum haberini aynı gün aldığımızı hatırlıyorum."
"Muhtemelen ne olur ne olmaz diye düşündüler. Bu kararı veren çok fazla aile var biliyorsun. Ama nasıl tatlı bir görsen. Boncuk gibi gözleri var, sürekli abisini görmek istiyor. İlik nakli için kan örneği aldıktan sonra 'ben abimi kurtaracağım.' diye ortalıklarda bir dolaşması vardı ki. Kuzum benim. 'Kahraman kanım var benim' diyordu. Duyunca ne yapacak hiç bilmiyorum."1
"Ailesine söylemek lazım. Bir pedagogla birlikte vermek lazım haberi. Yazık kıza da niye öyle kahramansın, abini kurtaracaksın falan demişler ki."
"Tey. Ze. Abim. Abime. Kan. Lazım. Kan. Vermem. Lazım. Doktor. Ablaya. Söyle. Beni. Uyutsun. Yine."
Uyutmamışlardı bu sefer. Küçük Birce abisini iyileştirememişti. Tek umut oydu oysa. Ama becerememişti. Ne kadar da mutluydu oysa kahraman olduğu için. Abisini kurtaracağı için. Belki biraz da üzerindeki ilgi çok hoşuna gitmişti. Herkes abisiyle daha çok ilgileniyordu hep. Terlediğinde ilk onun sırtına bez konuyordu. 'Aman oğlum düşme, aman oğlum kalkma' diye peşinde dolaşıyordu anne babası. Birce düştüğünde çığlık ata ata ağlamak istiyordu ama annesinin ne kadar telaşlanacağını da biliyordu. İlgi deli gibi kendi üstünde olsun istiyordu ama anne babasını ne korkutmak ne de üzmek istiyordu. Çünkü biliyordu ki annesi de babası da geceleri gizli gizli ağlıyordu. O yüzden düştüğünde sesini çıkarmaz gizli bir köşeye siner acısının dinmesini beklerken akan boncuk boncuk yaşlarını silerdi. Onu o anlarda bulan kişi teyzesi olurdu. Birce'yi kucağına alır dilediğince ağlamasına izin verirdi. Abisinden gizli sadece Birce için abur cuburlar alırdı çünkü abisi yiyemediği için Birce de anne babasından abur cubur istemezdi. Teyzesi zaman zaman onu evine götürür yemek istediği şeyleri yedirirdi. Yerken abisi yiyemediği için kendini suçlu hissetse de tatları çok güzel olduğu için dayanamazdı.
Bu hislerin hepsini hatırlıyordum. Küçük Birce'nin kalbinden geçen her duygu sanki şu anda kalbimi zorlayıp dışarı taşmaya çalışıyordu. Kahraman olmak çok hoşuna gitmişti. Öyle çok hoşuna gitmişti ki hayat amacı gibi sahiplenmişti bu düşünceyi. Çünkü hem çok sevdiği abisini kurtaracaktı hem anne babasını sevindirecekti hem de herkes ona kahraman küçük kız diyecekti.
"İyileşti!" dedi kahkahayla gülerken. Bu uzun zamandır attığı en gerçek kahkahaydı. "Abim iyileşti! Abimi iyileştirdim!"
O, Mahir abim ve benim olduğum fotoğrafa tekrar bakarken zihnimde yankılanan ses buydu. Kahraman küçük kız olmayı o kadar sevmişti ki başaramadığını kabullenmek istememişti küçük Birce. Ya da ağır gelmişti belki de. Kendini kandırmıştı. Sonra da herkesin onu kandırmasına izin vermişti.
Ben yıllarca herkesin beni kandırmasına izin vermiştim. Kendimi kandıran bendim. Onlara bu yolu gösteren bendim. Canım daha az acısın diye, kendimi korumak için kendimi kandıran bendim.
"Neden kahraman olduğumu düşünmeme izin verdiniz?" dedim dudaklarımın arasından zorla dökülen bir sesle.
İkisi de sessizce birbirlerine baktılar önce. Eminim kendince sebepleri vardı. Ve belki haklıydılar da. Ya da hiç düşünemeyecekleri bir şeyin suçlusu olamazlardı. Peki ben neden hiç suçum olmayan bir şeyin kurbanı olmuştum.
Aptal değildim. Karakterim olduğunu düşündüğüm çoğu şeyin temeli hatırlayamadığım bir geçmişte yatıyordu. Hatırlayamadığım o geçmişin ruhuma, zihnime etkisi yıllarca peşimden gelmişti. Belki aptalca kararlar verdirmişti belki kendime zarar vermeme sebep olmuştu. Ama içimi en çok yakan şey Aziz'in haklı oluşuydu. Dediği doğruydu. Beni benden daha çok tanıyor, beni benden daha çok düşünüyor ve beni benden daha çok seviyordu.
Her şeyi geride bırakabilirdim ama bu... Bunu nasıl kabullenebileceğimi bilmiyordum. 10 yıl. Koskoca 10 yıl girmişti bizim aramıza. Aziz'in yanında olmam gereken 10 yıl. O acı çekerken her şeyden habersiz onu suçladığım 10 yıl. O benim için kendinden vazgeçerken hayatıma devam etmeye çalıştığım 10 yıl. Benim yüzümden, unuttuğum geçmişim yüzünden mahvettiğim 10 yıl...
"Kahraman falan değilim ben! Neden kahraman olduğumu düşünmeme izin verdiniz?!!"
Kontrol artık zihnimde değildi. Kendimi sanki dışarıdan izliyor gibiydim. Ne ses tonumu ne hareketlerimi kontrol edebiliyordum. Oturduğum yerden aniden kalktığımda kucağımdaki fotoğraflar da yeri boylamıştı. Annemin bakışları yerdeki fotoğraflarla benim aramda gidip geldiğinde bugün belki de ilk kez gözlerinin içine bakabilmiştim. Ona bağırmak istemiyordum ama çok kızgındım. Ağlamak istemiyordum ama çok üzgündüm. Yaptıklarımın tek suçlusu olmak istemiyordum. Hayatımı bok eden sadece ben olmamalıydım.
"Birce.." dedi babam sakince. Ayağa kalkıp yanıma gelecekti ki bir adım uzaklaştım. "Neye sebebiyet verdiğinizin farkında mısınız?!" diye bağırmamı ne onlar ne de ben bekliyordum. İçimde taşmak isteyen bir öfke ama ona engel olmaya çalışan bir sevgi vardı. Anne babamdı onlar benim. Ne için suçlayabilirdim ki onları. Mantığım herkese anlayışla yaklaşırken kalbim isyan içindeydi. Hem herkese hem de kendisine karşı büyük bir isyan içindeydi.1
"Güzelim hadi biraz sakinleşelim." diyerek bana bir adım atan Aziz'e bakmak şimdi daha zordu. İçimde bu suçluluk duygusuyla nasıl onda sakinleşebilirdim ki? Ona bakmadan salondan dışarı çıktım. Kapı girişindeki montumu ve çantamı alıp kapıyı açıp kendimi apartmana attım. Merdivenleri hızla inerken arkamdan gelen bir ayak sesi duymamıştım. Apartmanın iç kapısını açıp bahçeden dış kapıya doğru ilerledim. Göz yaşlarımın benden izin alır gibi bir tarafı yoktu. Kolay olmayacağını biliyordum ama bu sanki 6 haftalık bir terapi seansı gibiydi. Çok fazla gerçekle yüzleşmiştim ve bu gerçekleri doğru bir şekilde ele alacak mantaliteye sahip değildim. Önüme gelene bağırmak çağırmak kızmak istiyordum. En çok da kendime.
Sesini duyduğum bu adamdansa kaçmak istiyordum. Bana kendimi daha çok suçlu hissettiriyordu. Aziz'in arabayı park ettiği yerin yanından geçerken aniden bileğimin tutulmasıyla daha fazla kaçamayacağımı fark ettim. Fiziksel olarak kaçamasam da gözlerimi kapatarak bakışlarımı kaçırdım. "Aziz bırak lütfen."
"Neyi bırakıyorum ya?" dedi beni kendine daha çok çekerken. "Nereye bırakıyorum hayırdır? Nereye gidiyorsun sen öyle beni geride bırakıp? Birlikte girmedik mi o kapıdan? Her zaman yanındayım demedim mi? Nereye gidiyorsun şimdi."
Aziz kolumu sıkıca tutarken ondan uzaklaşamayacağımı biliyordum. Yine de bedenimi geriye çekmeye çalıştım birkaç kez. Gözlerim o hariç her yere değiyordu. "Bana bak." dedi az öncekine kıyasla çok daha nazik bir sesle. Bakmadım. Gözlerine bakmıyor olmam onu sinirlendirmiş olacak ki sesinin tonunu yükseltti. "Güzelim bana bak diyorum!"
Vücudum Aziz'in vücuduna yapışmışken daha fazla kaçacağım bir yerimin olmadığını düşünüyordum ki sırtımın arabaya yaslanmasının şokuyla sonunda Aziz'in gözlerine baktım. Bir eli hala kolumdayken diğerini arabaya yaslamış beni arabayla arasına sıkıştırmıştı. "Ne olursa olsun..." dedi tane tane. Onu dinlemekten başka bir çaremin olmadığını fark ettiğinde sesini yükseltmesinin bir gereği olmadığının da farkındaydı. "Ne olursa olsun... Geride bırakıp gitmek yok. Yok tamam mı? Anlıyor musun beni?" İki elini de yanaklarıma çıkarıp başımı sabitlediğinde ondan başka kaçacak hiçbir yerim kalmamıştı.
Kollarımı beline dolayıp yüzümü göğsüne yaslayınca bu anlık hareketimi beklemiyor olacaktı ki yanaklarımdan ayrılan elleri bir süre havada asılı kaldı. Ardından sıkıca gövdemi sarmaladı. Saçlarımın üstünde dudaklarını hissettiğimde gözlerimi huzurla kapatıp başımı boynuna doğru çıkarttım. Bu kokuya ihtiyacım vardı. Her ne kadar bu kokuyu almayı kendime hak görmesem de o benimle olmak istiyordu.2
"Biz bir yolda birlikte yürümeye söz verdik. Sakın beni geride bırakmayı aklının ucundan bile geçirme. Ben neyin ne olduğunu bilecek yaşta bir adamım artık. Gittiysem bu benim kararımdı. Yanında olmayı seçtiysem yine benim kararım."
"Benim yüzümden gittin." dedim en çok kabullenmek istemediğim şeyi cesurca söyleyerek. Bedenini benden biraz uzaklaştırdı. Elleri tekrar yanaklarıma çıktı. Küçük bir çocukla konuşur gibi iyi anlamam için sürekli gözlerime bakıyordu.
"Senin yüzünden gitmedim. Bizim için gittim. İkimiz de birbirimize zarar verecektik. Senin ailenden yaraların varsa benim yok muydu? En iyi sen biliyorsun nasıl yaralarım olduğunu. Ben de sana iyi gelmeyecektim. Anne babama benzemekten bu yüzden korktum. Ne ben babam gibi sorumsuz bir insandım ne sen annem gibiydin. Ama geçmişlerimiz en ufak bir pürüzde birbirine zarar vermek üzere hazırda bekliyordu ben sadece bunu görebildim. Tedavi olması gereken tek yanım kalbim ya da panik atağım değildi. Geçmişimdi de. Şanslıyız ki sen bunlarla uğraşmak durumunda değilsin. Sadece hatırladıklarını ve hatırlamadıklarını, içindekileri bir psikologla paylaşman gerekiyor."5
O kadar sakin ve kontrollüydü ki. Belki de zamanında o da bu yollardan geçtiği için şimdi benimle birlikte yürürken bu kadar kendinden emindi. O tek başınaydı ama ben ona sahiptim. Bu içimi eziyordu ama içimdeki şımarık kız çocuğu Aziz'e sahip olduğu için çok mutluydu.
"Sen o yüzden mi babama öyle dedin?"
"Ne dedim?" dedi hatırlamaz bir tavırla. Belli ki babama bu dönemde çok şey demişti.
"Biz bir aile kuracağız, bizim çocuklarımız olacak. Ben Birce'yi ateşin içine atamam.." Sessiz kalmayı tercih etti. Sanki konuşmaya devam etmemi istiyordu. "Bir bebeğimiz olduğunda takıntımın neye dönüşeceğini bilmediğin için babama gerçeği anlatsın diye baskı yapıyordun değil mi? O gün, nişan günü babamla balkonda 'kızımı üzersen karşında beni bulursun.' konuşması yapmadınız. Babam seni tehdit etmedi sen babamı tehdit ettin. O yüzden 1 aydır sana sesini çıkaramıyor! Evinde kalmama hiçbir şey söyleyemiyor!"
Farkındalığım arttıkça sesimin tonu da artmıştı. Aziz gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. Derin bir nefes verip ellerini yanaklarımdan çekip kollarını belime doladı. Bu sefer başını boynuma gömen oydu. "Benim başım büyük belada. Müstakbel karım fazla zeki." deyip boynuma bir öpücük kondurdu.
"Bizim bebeğimiz olmayacak." dedim konuyu tekrar Aziz'in beklemediği bir noktaya getirirken. Başını yavaşça boynumdan kaldırıp kısık bakışlarıyla gözlerimin içine baktı.
"Haklısın ki. Çok haklısın. Ben ne yaparım minicik bir bebekle düşünebiliyor musun? Bunun sarılığı var, diş çıkarması var, düşmesi kalkması var... Çocuğu pamuklara sarıp beşiğe yatırıp okula gidene kadar bitki yetiştirir gibi orda yetiştiririm ki. Okula gönderir miyim ona bile emin olamıyorum şu an. Düşmesi kalkaması, hastalığı, ateşi, kusması.. Ben onunla ölür ölür dirilirim Aziz!"1
Ellerimin kollarımın en çok da çatlayan sesimin kısacası tüm bedenimin içine girdiği panik dalgası Aziz'in dudaklarımda hissettiğim dudaklarıyla sessiz bir çınlamaya dönüştü. Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyorum ama Aziz dudaklarını dudaklarımdan çektiğinde az önceki kadar panik değildim.
"Panik olduğunda nefes tutmanın iyi bir yöntem olduğunu söylüyorlar. Daha öncesinde deneyip onaylamıştım. Şimdi iyice emin oldum."
Kurduğu cümleyle zihnim anında başka bir yöne kaydı. Önümde durana bedenine şamarı geçirdim. "Kim panik oldu da kimi öptün daha önce pislik! Bir de deneyip onayladım diyor!" Her kelimenin ardından vücuduna yediği şamarlara göğüs gerdi. En sonunda elimi tutup avucumun içine büyük bir öpücük kondurdu.
"Panik atağım vardı ya benim Biriciğim. Nefes tutmanın iyi geldiğini daha önce deneyimledim yani. Ama böylesini ilk kez deneyimliyorum. Sana kısmetmiş. Belli ki sadece paniğe değil rahatsız edici düşüncelere de iyi geliyormuş. Senin o iki saniyede aklından geçenleri unutup kıskançlıktan kuduran nöronlarını severim ben." deyip başıma bir öpücük daha kondurdu. Öpücüğüyle sanki tüm yüklerimi tekrar hatırlamış gibi omuzlarım çöktü ve yine Aziz'e sığındım. Kollarımı gövdesine dolayıp başımı sol göğsüne yasladım.
"Aziz ne yapacağım?" dedim çaresizlikten zor çıkan sesimle.
"Yanlış soru." dedi saçlarımı düzeltirken. "Ne yapacağız? diye soracaksın. Ve ne yapacağımız çok belli. Hayatın normal akışına devam edeceğiz. O normal akışta sen psikolojik destek alacaksın. Artık ne gerekiyorsa. Ben Leyla'yla konuştum. Yani tabi ki bu meseleleri bilmiyor ama onların kliniğinde çok iyi eğitimli bir psikolog varmış. Özellikle EMDR konusunda kendini çok geliştirmiş. Benimki sadece tahmin ama bence süreçte kesinlikle ihtiyaç duyacağın bir tedavi şekli olacak. Onun yanı sıra da günlük Aziz Çınar dozlarını iki katına çıkarmamız gerekecek."
Kendimi çok gergin hissetsem de son cümlesiyle kıkırtıyla bile olsa gülebilmiştim gerçekten. Çok haklıydı. Bu halde bile gülebildiğimde bunu daha iyi fark etmiştim. Benim ilacım oydu. Evdeki ruh halimden, zihnimde yankılanan seslerden, aklımdan geçenlerden beni bir tek ona duyduğum aşk çekip çıkarabiliyordu. O da bunun farkındaydı. Saçlarımın arasında gezinen parmakları bile gerginliğimi uzaklaştıran bir büyü gibiydi.
"Asla yalnız uçmayacaksın benim güzel uğur böceğim. Tırtılın büyüdü ve kelebek oldu. Seninle her yere uçabilir artık."1
Uçalım kelebek.. 🦋 🐞
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
31.93k Okunma |
3.44k Oy |
0 Takip |
56 Bölümlü Kitap |