
Selamlar, selamlarr🩷
Şu sıralar herkesi olduğu gibi benim de keşfetimde Rıza Tamer- Benden Sonra var ve ben şarkıyı hep 'birce'ye birazcık sinirli kalabilseydi aziz de bunları söylerdi' diye dinliyorum 😭
Hatta tiktokuma bir uğrayın o şarkıyla attığım post beni çuk üzüyor
hesap: melin.ogut
Yemedin içmedim size uzun bölüm getirdim. Depomu doldurmak için yorumlarda buluşalımmm 🩷
Kulaklarımdaki sessizlik ve vücudumdaki soğukluk bedenimin artık uyandığını ve gözlerimin de ona uyum sağlaması gerektiğini anlatmaya çalışıyordu.
Sessizlik sinirimi bozuyor, üşümek sinirlenmeme neden oluyor, mesanemdeki doluluksa ağlamak istememe sebep oluyordu. Diğerleri neyse ama sonuncusu büyük sıkıntıydı çünkü görmezden gelip tekrar uyumayı başarsam bile tuvalet içeren bir rüya görme ihtimali büyük bir risk taşıyordu. Zihnim bu düşüncenin korkunçluğuyla tamamen ayıldı ve gözlerime de açılma emrini verdi.
Bulanık görüş alanıma ilk giren şey yatakta yanımdaki boşluktu. Bugün bu boşlukla uyandığım dördüncü gündü.
Anne babamın evinden çıktıktan sonra kapı önünde Aziz'le yaptığımız konuşmanın ardından Aziz 'hayatımıza devam edeceğiz' felsefesini fazla ciddiye aldığını gösterir bir şekilde beni işe bırakmıştı. Evimizin çizimleri birkaç gün öncesinden bitmişti o gün ise çizimleri mühendislik tarafına teslim ettim sadece. Başka hiçbir iş yapmadım. Kafam çok dağınık olduğu için kendimi yeni bir işe girişecek kadar güçlü hissetmiyordum ki Şahin de bir projeden diğerine koşmama izin vermezdi ama o ofiste geçirdiğim en verimsiz gün olabilirdi.
Zaten yaşayan bir ölü gibi dolaşarak insanların dikkatini çektiğime emindim hatta öyle ki patronumun bile dikkatini çekmiştim. Beni yanına çağırıp bir sorun olup olmadığını sordu. Bunu sorarken bakışlarının parmağımdaki yüzüğe gittiğini fark etmiştim. O an dank etmişti, dışarıdan bakıldığında ailesinin yıllar boyunca ondan sakladıkları abisini öğrenen bir kız olduğum anlaşılmıyordu muhtemelen. Yeni nişanlanmış bir kadın olarak moralim bozuksa bu doğrudan Aziz'le ilgili bir konuya bağlanıyordu.
Ona hiçbir sorun olmadığını sadece yorulduğumu ve biraz hasta hissettiğimi söyledim. Bana erken çıkmamı önerdiğinde iş çıkış saatimden 2 saat önce çıkıp bana hafta sonunun ardından rapor yazması için soluğu Meryem'in yanında almıştım. Evet doktor arkadaşımı kendi yararım için zaman zaman kullandığım oluyordu ama bu sefer buna gerçekten de ihtiyacım vardı. Ben Aziz'in dediği gibi hiçbir şey olmamamış gibi hayatıma devam edemiyordum. Bunu bugün çok daha iyi anlamıştım. Ve birilerinin beni kenara çekip 'iyi misin?' diye sormasına ne kadar daha katlanabilirdim bilmiyordum.
Meryem'in yanında biraz oyunculuk yapmam gerekti çünkü daha kendime bile anlatamadığım bu durumu arkadaşlarıma anlatmak da benim için kolay değildi. Ona biraz şımarıp evin tasarımını yaparken yorulduğumu ve iznimden yemek istemediğim için rapor almak istediğimi söylemiştim. Beni gözleriyle kınasa da raporumu yazmıştı. Sadece o hafta için yazabilmişti ama yine de hiç yoktan iyiydi.
O gün kendimi Aziz'in evine atmıştım ve 6 gündür de evden dışarı adımımı atmıyordum. İşin kötü tarafı gün içinde bir şey yapmamama rağmen çok uyuyordum bu yüzden sabahları Aziz'in işe gidişini kaçırıyordum ve bu soğuk ve boş yatağa uyanıyordum.
Üstümde uzun kollu pijamalarım olmasına ve üşüdüğüm için ısıtıcının derecesini içeriyi yaza dönüştürecek kadar arttıran Aziz'e rağmen sabahları o yanımda olmadığında hep üşüyerek uyanıyordum. Elimi komodinin üzerindeki telefonuma attığımda '14.26' rakamlarımı görmemle yatağın içinde huysuzca tepindim. Uyumaktan vazgeçmeyen de bendim uyumaktan pişman olan da. Böyle bir döngünün içindeydim.
O ilk gün ben eve geldikten birkaç saat sonra Aziz de gelmişti. Onu beklerken biraz yemek yapmıştım. Birlikte yemek yerken bakışlarının sürekli üzerime düştüğünü fark ediyordum. Tam sabahın konusunu açacaktı ki onu durdurdum. Bu konuyu konuşmak istemiyordum. Hele de bu kadar tazeyken hiç istemiyordum. Beni anlayışla karşıladı ve o konunun yanından bile geçmedi. Bana gününü anlatarak kafamı dağıttı. Beni tekrar mutfağa sokup beni izleyip minik yardımlarda bulunurken bana tarçınlı kurabiye yaptırdı. Gece olduğunda bugün çok yorulduğumu söyleyerek beni yatağa yatırıp uyuttu.
Sonraki gün ise yorgun olduğum için uyandırmamıştı ve ben hafta sonuna 15.18'de giriş yapmıştım. Zaten gün çoktan bitmiş gibiydi. Miskin bir şekilde televizyon karşısında günün geri kalanında benimleydi Aziz de. Konuşmak isteme ihtimalime karşın her an yanımdaydı ama konuşmak istemediğim zaman da oradaydı.
Pazar gününü ise neredeyse hatırlamıyordum bile. Aziz sonraki gün işe gideceğimden bahsederken rapor aldığımı söylediğimde bunun hoşuna gitmediğini fark etmiştim ama üstüne bir şey demedi.
Normalde onun için kalkıp kahvaltı hazırlamak istiyordum ama sabah Aziz gitmeden önce beni uyandırmaya geldiğinde bile kendimde değildim. Tekrar gözlerimi açıp onu yanımda bulamadığımda kötü hissetmiştim ama tekrar uyumaktan da kendimi alamamıştım.
Günlerim uykuyla, evde Aziz'i beklemekle, o geldiğinde bir daha gitmesin diye ona sıkı sıkı sarılmakla geçiyordu. Bu konuda ciddiydim. Yemek yemekten, bulaşık yıkamaya, film izlemekten, telefonla görüşmeye kadar Aziz'le aynı bedende bir bütün gibiydik. Onu bırakmaya hiç niyetim yoktu ama o beni her gece uyutup sabah da yanımdan ayrılıyordu.
Boş yatağa uyanmak hiç güzel bir duygu değildi ama bundan daha kötü bir şey varsa benim için Aziz'i, en azından, yolcu edememekti. Ki o her zaman yanağıma öpücüğümü konduruyor kahvaltıyı hazırlayıp öyle çıkıyordu. Bugün de o günlerden biriydi. Yataktan zorla da olsa kalkıp aşağıya indim. Tahmin ettiğim gibi Aziz kahvaltıyı da hazırlamıştı. Özenli tabağım masanın üstünde duruyordu. Oldukça sağlıklı ve besleyici görünüyordu ama iştah konusunda pek iyi bir dönemden geçmiyordum. Yine de sabah kalkıp benim için kahvaltı hazırladığını düşününce yemek için kendimi zorladım. Kahvaltı yapmayı bitirdiğimde telefonumun yukarıda olduğunu hatırlayıp tekrardan yukarı çıktım. Yatağa kendimi atıp telefonu elime aldım. Elim önce Aziz'in mesajına gitti.
A.Ç.L
"Sana gün aydı mı?"
"Aydıysa benim günümü de aydınlatır mısın?"
Hem uyanıp uyanmadığımı kontrol ediyor hem de beni görmeye çalışıyordu deli. Dolabın aynasını kullanarak bir fotoğraf çekip ona gönderdim.
Siz:
*fotoğraf*
"Günaydııınn"
Mesajımı anında gördü. O mesaj göndereli oluyordu aslında ama ara ara sohbetimize girip kontrol ediyor olmalıydı.
A.Ç.L:
"Yataktan çıkmadın mı daha?"
"Kahvaltını yap lütfen."
"Akşam çok beğendiğim bir uzak doğu restoranından yemek getireceğim. Kahvaltını yapmazsan yiyemezsin."
Son attığı mesaja gerçekten sesli bir şekilde güldüm.
Siz:
"Yemeğimi yedikten sonra çikolata da yiyebilir miyim babacım?"
"Çocuk mu kandırıyorsun?"
"Hem yaptım kahvaltımı. Alabilirsin yani restorandan yemek."
"Kahvaltımı yapıp sonra yukarı çıkıp tekrar yattım."
A.Ç.L:
"Belli ki yoğun bir gün oluyor senin için."
"Kendini çok yorma akşam geldiğimde çok güzel bir şey izleyeceğiz."
İlk cümlesindeki ironiyi almıştım ama muhatap olmayacaktım. İkinci cümlesi beni merakta bırakmıştı.
Siz:
"Ne izleyeceğiz?"
A.Ç.L:
"Şu sıralar favorim olan bir kısa film."
Bu mesaj beni daha da meraklandırmıştı çünkü ben yanında yokken bir film izlediğini sanmıyordum. Belki de yanılıyordum. Emin değildim.
Siz:
"Merak ettimm"
A.Ç.L:
"Merakına değecek."
"Ee ne yapmayı planlıyorsun bugün?"
Siz:
"Bilmem, bir şey düşünmedim."
"Banyo yapabilirim."
A.Ç.L:
"Vaayy."
"Çok çılgın planlar."
Mesajını görünce direkt göz devirmiştim. Ne yapmamı bekliyordu ki? Kolumu kaldıracak enerjim yoktu. Bence sevgilisi olarak banyo yapıyor olmama memnun olmalıydı. O benimle böyle uğraşınca benim de onunla uğraşasım gelmişti.
Siz:
"Banyoda ne yapacağımı bilmiyorsun."
"Belki gerçekten de çılgın planlar olabilir.."
Bu mesajı atıp telefonu bir kenara attım. Kudurabilirdi. Bir iki dakika hiçbir şey yazmadı ardından bir bildirim sesi duydum. Umursamadan tekrar aşağı indim. Televizyondan müzik açıp sesi yükselttim. Çıkardığım süpürgeyle evi süpürmeye başladım. Bu günlerde favori etkinliğim uyumaktan sonra buydu. Süpürmemin ardından bir güzel de silmiştim tüm evi. Zaten büyük bir ev olmadığı için temizliği kolay oluyordu.
Temizlikten sonra terlediğim için artık banyoya girmeye hak kazanmıştım. Havlum zaten banyoda olduğu için doğrudan banyoya giyip üstümü çıkarıp duşakabine girdim.
Sıcak su gerçekten de iyi gelmişti. Bedenim rahatlasa da zihnimde pek aynı etki oluşmamıştı. Aklımda sürekli anne babamla yapacağım konuşmanın provası dönüyordu. Kiminde çok anlayışlıydım, kiminde çok sinirli. Daha doğrusu sakin başlamaya çalışıyordum ama bir şekilde bir şeylerin hesabını sorarken buluyordum kendimi. Ardından bunun için de kendime hesap soruyor, kendimi suçluyordum.
Kendimle savaş halindeyken banyonun kapısının hızla çalındığını duydum. O kadar dalmıştım ki duyduğum ses beni ekstra korkutmuştu. Anında elim musluğa gitti ve akan suyu kapattım. Ben daha banyoya gireli yarım saat ya olmuş ya olmamıştı. Aziz'in bu saatte evde olmaması gerekiyordu. Ama ondan başka birinin kapının önünde olma ihtimali vücudumdaki kanı çekiyordu resmen. Aklıma binbir çeşit senaryo dolarken Aziz'in "Birce?" diyen sesini duydum.
Duyduğum sesle rahatlasam da ellerim hâlâ titriyordu. Duşakabinden çıkıp havluma sarıldım. Alışkanlıktan kitlediğim kapıyı açtım ve karşımda son derece endişeli bir Aziz gördüm.
"Ne oldu?"
"Birce Allah aşkına!" deyip kolumdan tutup beni göğsüne doğru çekti. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kollarıyla beni sımsıkı sarmıştı. O kadar aniden ve o kadar sıkıca sarılmıştı ki benim ellerim havada kalmıştı. Kulağım göğsüne yaslandığı için kalbinin sesini duyabiliyordum. Çok hızlı atıyordu. Kalbinin sesi beni paniklettiği için kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Şu an ben de en az onun kadar paniktim.
"Aziz ne oldu?" dedim bu sefer daha yüksek ve korkuyla çıkan bir sesle.
"Birce sana kaç saattir ulaşamadığımın farkında mısın?"
Dediği cümleyle kaşlarım çatıldı. Saat 3'ü geçerken konuşmuştuk. En fazla kaç saat olmuş olabilirdi ki? "Abartma aşkım, ne kadar oldu ki? Hem aradın mı? Ben niye duymadım?"
Gözüm telefonumu attığım yatağın üstünü bulduğunda telefonumu elime almak için Aziz'den ayrılacaktım ki Aziz buna izin vermedi.
"Birce saatin kaç olduğundan haberin var mı?"
"Aziz abarttın ama gerçekten en fazla 5 olmuştur. Hem sen niye erken geldin?"
"Birce saat yedi! Kaç saattir banyodasın sen?"
Aziz'in ağzından çıkan şeye inanmıyormuş gibi çıktım kollarının arasından. Şüpheli gözlerle yatağın üstündeki telefonumu elime aldım. Gerçekten de saat yedi olmuştu. Ve bunun ne ara olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Gerçekten banyoda o kadar uzun mu kalmıştım. Yatağın üstüne oturup sanki baktıkça düzelebilecekmiş gibi telefonumdaki saate bakıyordum. Oturduğum yerin yan tarafı biraz çöktüğünde Aziz'in de yanıma oturduğunu fark ettim. Telefonu elimden alıp komodinin üstüne koydu. Kollarını tekrardan omuzlarıma doladı, beni boynuna doğru çekti. Saçlarıma birkaç öpücük kondurdu. Onlara havlu saramamıştım. Hala fazlasıyla ıslaktılar.
"Sana ulaşamayınca korktum sadece biraz. Sorun yok." diyerek kendi paniğini bir kenara bırakıp beni sakinleştirmeye çalıştı. "Saçlarını kurutalım mı? Çok ıslaklar."
Başımı iki yana salladım sığındığım boyundan bir gram ayrılmayarak. "Yok, havlu saracağım. Kendi kendine kurusun." Boynuna doğru mırıl mırıl konuştuğum için sesim nazlı çıkmıştı ama ben sadece korkuyordum.
"Kendi kendine mi kurusun?" dedi Aziz çocuk nazlatır gibi. "Kendi kendine mi kurusun benim güzelimin saçları?" Başını hafifçe indirip dudağının yetiştiği her yere küçük öpücükler kondurdu. "Tamam öyle olsun. Ama sen daha fazla üşüme. Üstünü giy. Saçlarına havlunu sar ben de sofrayı kurayım tamam mı?"
Başımı boynundan kaldırdım. Demek ki bu olayın üzerine gitmeyecekti. İçten içe buna minnettardım. "Çok adil bir görev paylaşımı oldu." dedim konudan uzaklaşmaya çalışarak.
O da başını sallarken beni onayladı. "Çok adaletli bir insan olduğumu bilirsin." Ben de başımı sallayarak onu onayladığımda yanımdan kalktı. Bakışları benden ayrılmadan alnıma bir öpücük bıraktı. Sonra yanaklarımı tutup başımı biraz daha kaldırarak küçük bir öpücük de dudaklarıma bıraktı.
O aşağıya indiğinde birkaç saniye kendimle baş başa kaldığımda bu durum hoşuma gitmemişti o yüzden üstüme pijamalarımı geçirip hemen aşağı indim.
Aziz dediği restorandan yiyecekler almıştı ve paketleri tabaklara boşaltmış oturma odasında koltuğun önündeki sehpaya hazırlamıştı sofrayı. "Burada mı yiyeceğiz?" dedim gayriihtiyari. Burada yememizin bir sakıncası yoktu ama ilk bu cümle çıkmıştı ağzımdan.
"Evet." dedi Aziz hafifçe tebessüm ederek. "Bir film izleteceğimi söylemiştim ya."
Dediği şey o an aklıma geldi. Evet şu sıralar favorisi olan filmi izleyecektik. Belki ben de izlerken kafamı boşaltabilirdim. İkimize de iyi gelebilirdi. Koltuktaki yerimi aldım. Aziz elindeki harddiski televizyona taktığında ne izleyeceğimizi merakla bekliyordum. Son ana kadar televizyonun önünde durduğu için nerelere girdiğini, ne açtığını göremiyordum. Sonunda kendi kendine onaylayan bir mırıltı çıkardığında kumandayı alıp yanıma geldi. Ağzıma bir tane suşi attı önce. Sonra kendisi de bir tane yedi ve play tuşuna bastı.
Önce siyah ekrandı ama ardından gelen görüntüyle suşi ağzımda kalmıştı. Bu bendim... Gelen misafirlere oryantal şov yaptığım doğum günümdü...
"Mahir abim mi verdi bunu sana?" diye çığlık attığımda işaret parmağını dudaklarına koyup bana 'şş' dedi. Gözlerini ekrandan almıyor suratında büyük bir sırıtışla ekrandaki halime bakıyordu.
"Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Bugün benim doğum günüm diye geldiniz. Yani ben olmasam bu pasta börekleri yiyemezdiniz. O yüzden iyi ki varım bence. Ama yine gelmeniz önemliydi. O yüzden teşekkür ederim. Size teşekkürümü göstermek için bir şov hazırladım. İyi seyirler."
Allahım! Keşke şu salonun ortasında kocaman bir yarık açılsa da ben içine düşsem! Bu kadar özgüvenli bir çocuk nasıl olabilmiştim acaba? İnsanda birazcık da mı utanma duygusu olmazdı. Üstümde elbisem vardı ama onun üstüne babama yalvar yakar aldırdığım dansöz kıyafeti vardı. Moda ikonuydum.
Birden en bilindik mezdeke melodisinin çalınmasıyla ben de oynamaya başladım. Kameramanım Mahir abimdi. Kamera onların kamerasıydı. Yıllardır bu videoyu tutup nişanlıma doğum günü hediyesi olarak vermesi gerçekten inanılmazdı. Kameraman yetenekleri ise üst düzeydi. Dansıma, yüzüme belime, bacağıma zoom yapıp uzaklaşıyor, etrafımda dönüyor kanepelerin üstüne çıkıp tepelerden beni çekiyordu. Ara ara da beni izleyen heyecanlı kalabalığa çeviriyordu kamerayı. Babaannemin tövbeler eşliğinde göz ucuyla beni izleyişini görüyordum. Halam alkışlarıyla yanında somurtan annesini pek umursamıyor gibiydi. Şu an bile görüştüğümüz eski komşularımızı gördüm. Benimle yaşıt çocuklar şaşkınlıkla beni izliyorlardı. Kızların gözlerindeki kıskançlığı bugün bile görebiliyordum. Benden büyük olanlarsa kıkır kıkır gülüyorlardı. Pislikler kim bilir nasıl dalga geçiyorlardı. Tekrar dansımı gördüm hareketler keskinleşmişti. Kıvraklığım konusunda kimseye laf ettirmezdim ama dansın komik olduğunu itiraf edebilirdim.
Kamera tekrardan seyircilerin arasına girdiğinde teyzemi gördüm. Duvara yaslanmış, ayakta beni izliyordu. Bana hep gözlerindeki bu bakışla bakardı. Büyük bir hayranlık ve sevgiyle. Sanki ne istesem o an yapabilecek gibiydi bakışları. Bu danstan sonra beni nasıl tebrik ettiğini de hatırlıyordum. Hatta sırf bu yüzden annemlere beni halk oyunları kursuna göndermeleri gerektiğini söylemişti. 1 yıl gitmiştim. Bayağı da iyiydim.
Kamera teyzemin yüzünden ilerlediğinde annemle babamı gördüm. Onları görmek nedense kalbime ağır bir darbe vurdu. Şimdiki hallerinden çok daha gençlerdi. Annem iki elini birleştirmiş parmaklarını şıklatırken omuzlarını belini benim gibi oynatıyordu. Yanında duran babama omzuyla vurup nazlanmayı da ihmal etmiyordu. Babamsa parmaklarını ağzına götürmüş ıslık çalıyordu. Parmaklarını ağzından çekip "Oyna bir tanem!" diye bağırdı bana doğru. "Birce annecim omuzlar omuzlar!" diyerek bana yol gösteren annemi kolunun altına alıp ıslık çalmaya devam etti babam.
Mahir abim kamerayı tekrardan bana çevirdiğinde anne babamın olduğu tarafa bakıyordum. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Omuzlarımı da dansın içine katmıştım ve çok daha coşkuluydum. Bir süre daha dans ettiğimde müzik bitti ve odadan alkış sesleri yükselmeye başladı. Oryantal şov yaparken değil de şimdi utanmaya başlamıştım işte. Elbisemin kenarlarıyla oynamak utancımı uzaklaştırmayınca anne babamın olduğu tarafa doğru koştum ve ikisinin bacaklarına sarıldım. Babam beni anında kucağına aldı. İkisi de kocaman sarılıp öpmeye başladılar. Bir şeyler söylüyorlardı ama ortam çok gürültülü olduğu için duyulmuyordu. Utanç ve naz karışık bir ifadeyle başımı babamın omzuna yasladığımda annem yanağıma bir öpücük bıraktı. Tam o anda yanımızdan geçip içeri giren doğum günü pastasıyla kameranın odağı tamamen pasta olmuştu.
"Oha pastaya bak!" diyen Mahir abim bu sefer zoom yapmak yerine pastaya doğru gitmeyi tercih etmişti. "Yengee! Pastayı ne zaman yiyeceğiz?" diye anneme seslenirken kayıt bitiyordu.
Videonun sonu gözlerimdeki yaşlarla beni güldürmüştü.Daha az önce sorduğum soruya cevap vermişti bu video. Nasıl mı bu kadar özgüvenliydi o küçük kız? Arkasında onu destekleyen anne babası vardı çünkü. Ne yaşanmış olursa olsun.
"Bir şey itiraf etmem lazım.." Aziz'den duyduğum cümleyle bakışlarımı ona doğru çevirdim ama o hala bitmiş videoya bakıyordu. "Eğer ki o yaştayken tanışsaymışız ben yine sana aşık olurmuşum."
Böyle bir cümle duymayı beklemediğim için şaşırsam da bir sonraki saniye büyük bir gülüş kaplamıştı yüzümü. "Ya Aziiz." diyerek omzuna küçük bir fiske vurdum.
"Güzelim gerçekten tüm samimi hislerimle söylüyorum. 6 yaşındaki Aziz 6 yaşındaki Birce'nin doğum günü partisine katılsa tüm gün peşinden ayrılmazdı. Anne babası işe giderken de beni Bircelere bırakın diye mızmızlanırdı bak adım gibi eminim."
Onun söylediği şeyler çok hoşuma gitmişti. Aziz öyle birisiydi ki onu hayatımın her anında yanımda isterdim. Kanepede biraz daha sokuldum yanına. Kollarımı beline dolayıp başımı göğsüne yasladım. Elindeki suşiyi ağzıma atıp o da kollarını doladı bedenime. Başını başımın üzerinde dinlendirdi.
"Anne baban sana gözleri parlayarak bakıyordu."
"Biliyorum Aziz." dedim sözünü keserek. "Bununla ilgili konuşmak istemiyorum.
"Ne zaman konuşacağız peki?" dedi sahici bir merakla. Bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Hazır olduğumda diye geçiriyordum içimden ama sanki her geçen gün daha da uzaklaşıyordum hazır olmaktan.
"Sonra.." diyerek kestirip attım. Başka bir şey söylememesini kabulleniş olarak almıştım.
"Mahir abin pastayı görünce seni unutmuş." demesiyle konuyu değiştirmeye çalıştığını anladım. Ona anında ayak uydurdum. Başımı yasladığım göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. "Değil mi ama ya?" dedim büyük bir alınmışlıkla. "Ama o hep böyleydi. Yemek gördüğü yerde gözü ikinci bir şeyi görmüyor." Güldü bu tepkime.
"Siz de benim arkamdan iş çevirmeye iyi alıştınız bakıyorum. Bu video doğum gününde sana verdiği flashın içinden çıktı değil mi?" dedim gözlerimi kısarak. Benim için tehditkar bir bakıştı ama ona o şekilde etki etmiyordu galiba.
"Kaynaklarımı ifşalayamam." dedi dudaklarına eliyle fermuar çekerken. "Hem bence sen Mahir abinin bana doğum günümde verdiği flaşı değil de senin, doğum günümde bana vermediğin hediyeyi konuşalım."
Resmen ağzım açık kalmıştı. O gece Aziz'e hediyesini vermemiştim ve sonrasında tamamen aklımdan çıkmıştı. Şu an bana öyle beklenti dolu gözlerle bakıyordu ki, bunun sebebi biraz da olsa bendim, hediyem bu beklentiyi karşılayacak mı emin olamadım. "Ben vermedim mi onu sana ya?" diyerek biraz da olsa zaman kazanmaya çalışıyordum.
"Sevgilimin, nişanlımın, müstakbel karımın bana 30. yaş günü hediyesini hatırlardım diye düşünüyorum." dedi oldukça ciddi bir ifadeyle.
"Beklentini yükseltme. O kadar olaylı bir şey değil." Sanki öncesinde anlaşma yapar gibi konuşuyordum. Sakince başını sallarken gülüyordu. "Senin hediyelerinin yanında biraz şey kalıyor... Yani ne saatlerimiz gibi, ne yüzüğüm gibi, ne de İngiltere'deki ev gibi..." Sayarken onlardan ne kadar da uzak olduğunu fark etmiştim. Ve Aziz'in hediyelerinin ne kadar pahalı olduğunu.. Mahir abimle babam haklıydılar bu kadar parası olan bir adama hediye almak zordu.
"Yüzüğün hediye değil. Evlilik teklifimi kabul etmenin bir sonucu. Ev de bir hediye değil. İkimizin ve geleceğimizin yuvası. Saatlerimizse o gece seni beklettiğim için bir özür ve bizim olması gereken değerli bir anıydı."
"Ne yani? Sen bana hiç hediye almadın mı?" dedim sahte bir kınamayla.
Eli pijamamın üst kısmına doğru gittiğinde bir an için ne yaptığını anlamayarak heyecanlandım. Boynumdaki kelebek kolyesini dışarı çıkarıp pijamanın üstünden sarkıttı. "Bunu unutma." dedi kolyeden elini çekerken.
"Doğru, bir de elbiselerim var tabi. Ama senin bakış açınla bakarsak onlar da hediye değil. Senin kız arkadaşın olmamın doğal bir sonucuydu değil mi?"
"Aynen öyle." dedi başını sallarken. "Ama konuyu değiştirerek hediyemi unutturacağını düşünüyorsan çok yanılıyorsun. Günlerdir aklımda ama soramadım."
"Bu, konuyu değiştirerek karşıdakine ne konuştuğunuzu unutturma işini bir ara bana öğret tamam mı? Sen çok iyi yapıyorsun çünkü."
Gülerek masaya uzandı. Tabaklardan birini eline aldı. "Eğer ki hediyemi şu an verirsen dana etli ramyeonlardan birini yemeye hak kazanırsın."
Omzuna bir şamar daha yedi. "Çocuk mu kandırıyorsun?" Bakışları hareket etmemi bekler gibiydi. Ve ne yazık ki haklıydı da.. "Ben sana hediyeni vermek istediğim için kalkıyorum. Yemek için değil yani. Tamam mı?"
Ben uzaklaşırken "Tabi ki, başka niye olabilir ki zaten?" diye arkamdan kıkırdıyordu. Üste çıktığımda önce kafamdaki havluyu dolaba astım. Ardından da dolabın kuytu köşelerine sakladım kutuyu çıkardım. Umarım beğenirdi..
Aşağıya indiğimde Aziz küçük bir çocuk gibi beni bekliyordu. Ellerini önünde bağlamış başını merdivenlere çevirmiş gelişimi izlemişti. Ben koltukta yanına oturup, bacaklarımı altıma alıp tüm vücudumu ona döndüğümde o da bir bacağını altına alıp vücudunu bana döndü. Kurdeleyle bağlanmış beyaz kutuyu Aziz'in eline bırakırken gergindim. Sanki 'beğenmedim' mi diyecekti? Hayır. Ama içimde bir onaylanma isteği vardı.
Kurdelenin ucundan tutup çekerken konuşmaya başladım "Hani sana aldığım kazağı eskir diye korktuğundan bir köşede saklıyorsun ya..." Gözleri bana değse de cümlelerim onu durdurmadı. Kurdeleyi açıp elini kutunun kapağına götürdü. "Bunun eskimesinden korkmana gerek yok. Çünkü eskirse ben yeniden örerim. Ne zaman eskirse, o zaman yeniden örerim. Çünkü hep yanında olacağım."
Aziz'in kapağını kaldırdığı kutunun içinde bir kazak vardı. Ben örmüştüm.
"Bana kazak mı ördün?" dedi Aziz bakışlarını kutudan çekip.
"Ben öğle aralarında tahtadan 'Ben Tabi Ki' açıp oynadıktan sonra her seferinde sen de Mustafa Sandal açıyordun. 'Bu kız beni görmeli, bana kazak örmeli.'" Mırıldanarak söylediğim şarkı sözleri Aziz'i içten gülümsetmişti.
"Farkında mıydın?" dedi gözlerimin içine bakarak. Demek ki gerçekten rolümü iyi yapmıştım ki farkında olmadığımı düşünüyordu. Başımı aşağı yukarı salladım hafifçe. "Leyla'ya atkı ördüğümü görünce de 'sen örgü biliyor muydun?' diye şaşırmıştın. O zaman düşünmüştüm bir sonraki doğum günün için sana bir şey örmeyi. Örmüştüm de. Bir atkı örmüştüm ama sen sonraki doğum gününde Ankara'daydın. Ben de kendimi biraz aptal gibi hissediyordum o atkıyı ördüğüm için o yüzden sana vermedim. Birkaç ay önce odamda eski fotoğrafları karıştırırken o atkıyı da dolabın bir köşesinde buldum. İçimden bir an sana vermek geçti ama sonra vazgeçtim. Yani ne bileyim ona bakınca çok da iyi şeyler hatırlamadım. O yüzden ben de söktüm atkıyı."
Gözlerindeki anlık korkuyu gördüm. Sanki atkıyı söktüm dememiştim de seni söktüm attım demişim gibi bakıyordu. "Sonra ben de düşündüm dedim ki bu ortaya çıkan iplerle ne yaparsam onlara bulaşmış bu hüzün dağılır... Bu kız seni gördü, yalnız seni sevdi. Tek bir şey kalmıştı yapmadığım ben de onu yapmak istedim." Aziz'in bana bakan gözlerinin içinde kaybolmak istiyordum şu an. O kadar güzel bakıyordu ki ne söyleyeceğimi unuttum kısa bir süre. Sonra bakışlarımı kazağa çevirdim. Parmak uçları sanki dokunmaktan korkar gibi duruyordu kazağın üzerinde. Kutudan bile çıkarmamıştı daha. "E tabi atkının ipi koca kazağa yetmezdi. Ben de aralara farklı renkler de ekledim. Rengarenk bir kazak da değil ama renkleri birbiriyle çok uyumlu oldu bence. Bu kazağa bakanlar bir zamanlar atkıydı demez mesela ama o atkı hala bu kazağın içinde. Daha da güzelleşti ve daha da büyüdü."
Bakışlarımı Aziz'in gözlerine doğru kaldırdığımda oradaki parıltılar yüzümü gülümsetti. Sanki birazdan küçük bir damla akacak gibiydi. "Güzelim sen böyle konuşmayı ne zaman öğrendin?"
Kahkaha attım bu dediğine. "Pislik şimdi de sen romantik anımızı bozuyorsun." dedim akmak isteyen yaşlarımı geri gönderirken. "Hem ne demişler körle yatan şaşı kalkar. Kaptık bir şeyler."
Dudaklarındaki çapkın gülüş şu an aklından geçen bambaşka cümleler olduğunu gösteriyordu ama bu anı bozmamak için hiçbir şey söylemeyecekti. Onun yerine gözleri beni süzerek kazağını kutudan çıkardı. Kazağını yukarı kaldırdığında ikimizin arasına perde girmişti sanki. Kazağına bakarkenki tepkilerini göremiyordum. Tam sağdan soldan bakmak için eğilecektim ki kazak bir tarafından açıldı. Sanki aramızdaki perde aralandı. Ben daha ne olduğunu anlamadan Aziz iki eliyle yanaklarımı tutup beni kendine çekip dudaklarımı öpmeye başlamıştı. Sağ yanağıma değen ipten sol elinde hala kazağı tuttuğunu anlamıştım. Dudaklarını çekip peş peş peşe birkaç kısa öpücük daha kondurdu. Gözlerimi açtığımda bana aşkla bakıyordu. Burnuma ufak bir öpücük kondurup ellerini yüzümden çekmeden çok az geri çekildi. Konuşabileceğimiz kadar bir mesafe bıraktı.
"30. yaş günüm ömrümdeki en güzel doğum günümdü. Senin sayende... Ve bu, bu zamana kadar sahip olduğum en değerli üçüncü şey."
Gayet iyi gidiyordu aslında ama son cümlesi kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. "Bari yalandan en değerli şey deseydin be!" dedim anlık gelen bir huysuzlukla. Gözümün önünde kıkırdayan gülüşü çok öpülesiydi ama sahip olduğu en değerli iki şeyi öpsündü onu.
"İlki sensin." dedi başka şeyler düşünmeme bir saniye bile daha fazla izin vermeden. "İlk görüşte dibimin düştüğü kızdın, arkadaşımdın, ilk aşkımdın, vazgeçmeye kıyamadığım oldun, özlemim oldun, vuslatım oldun, sevgilim oldun, nişanlım oldun, şimdi müstakbel karımsın, karım olacaksın, çocuklarımın annesi olacaksın, her zaman benim bir tanem olacaksın. En değerlim senden başka hiçbir şey olamaz."
Sözleri vurması gereken yeri çok iyi biliyormuş gibi kalbimi delip geçiyordu. Ama yumuşayıp akıp gideceğim anda aklıma ikinci değerli şey geldi. "İkinci değerli şey ne?" Annem falan deseydi de düşüp bayılsaydım şuraya. Ya da mesleğim.. Arkadaşlarım falan derse de evlendikten sonra arkadaşlarına bir ayar çekmem gerekebilirdi.
"Bendeki sen..." dedi ama tüm bu düşündüklerimin yerine. "Fotoğrafların.. Ama en çok da benim için sürekli bıraktığın o videoların." Biraz durup beni süzdü. Söyleyeceği cümleleri tarttı sanki. Sonra cesaretini topladı sanki. "Sen kahraman olmak zorunda değildin Birce ama oldun. Hiç haberin yokken oldun hem de. Videoyu açıp 'Matematikten ödeviniz varmış sakın yapmayı unutma' deyip kapattığın video bile beni bu hayata bağladı." Videoyu direkt hatırlamıyordum çünkü öyle aptalca çok video bırakıyordum Aziz'e. İlk yıllarda telefonum yoktu ve ben o videoları bıraktığım için okuldan sonra da bağımız hiç kopmamış gibi hissediyordum çünkü ertesi gün olduğunda Aziz koşarak yanıma gelip videolarla ilgili bir şeyler söylüyordu sürekli.
Bu anılar beni gülümsetirken Aziz ellerini yanaklarımdan çekti ve sol elindeki kazağı tekrar iki eliyle tuttu. Bu sefer yukarı kaldırmamıştı o yüzden birbirimizi görebiliyorduk ama o kazağa bakmayı tercih etmişti. "Ben yanında uyuyorum bir gün kütüphanede, sıkıntılar var yine evde.. Biliyorsun sen de bir şeyler ama her şeyi de anlatamıyorum sana, anlatmak istemiyorum. Ne ben yüzleşmek istiyorum hayatımın o tarafıyla ne seni yüzleştirmek.. Konuyu kapatıyorum senin bugünlerde yaptığın gibi ve sen bunları yüz yüze konuşamayacağımı bildiğin için benimle dertleştiğin, kafamı dağıtmak için espri yaptığın, her zaman yanımda olacağını söylediğin, babamı tehdit edip anneme 'bakamıyorsanız bize verin' dediğin yarım saatlik bir video kaydı bırakıyorsun."
Aziz'in söyledikleriyle o an gözümün önüne geldi. Evet gerçekten öyle bir video çekmiştim. Aziz'in sınırları vardı. Benim için onları esnettiğini biliyordum ama beni durdurup içeri girmeme izin vermediği bir yer vardı. Ben de oranın kapısına yaslanıp onu bekledim. Beklerken de konuştum durdum. Mesela sonraki gün o videolarla ilgili hiçbir şey söylemezdi ama ben izlediğini bilirdim. Bu aramızdaki küçük bir anlaşma gibiydi. Tıpkı Aziz'in günlerdir bana anlatmam, konuşmam, ailemi görmem, ya da psikoloğa gitmem için baskı yapmak yerine yanımda durması, bana yemekler getirmesi, sofralar hazırlaması, bir bebek gibi her gece kollarına alıp güzel şeylerden bahsederek uyutması gibi... O da benim kapımda bekliyordu.
Bakışlarını bana doğru kaldırıp kazaktan çektiği elleriyle ellerimi tuttu. "Sen kahraman olmak zorunda değilsin ama benim kahramanımsın. Lisede de bu böyleydi, Ankara'da da, İngiltere'de de, şimdi de... Bir kişiyi kurtaramamış olmanın yükünü hatırlamasan bile ruhun yıllar boyunca çekti ama lütfen kurtardıklarına da bak sevgilim. En başta annen baban Birce... Senin sayende hayatlarına devam edebildiler. O videodaki o mutlu ailenin temeli sensin. Sonra ben... Ben bendeki seni ömrümün sonuna kadar anlatacağım sana. Leyla, Erdem, Meryem, Sarp... Benim tanıma fırsatım olmadığı arkadaşların... Adını anmak istemediğim şahıslar.. Onlar için bile kahraman oldun... Ama sen, seni hak etmeyen insanlar için bile kendinden yedin Birce. Ve her şeyi kendine yük ettin. Biz senin yanıdayız. Senin korumana, senin kahramanlığına, senin bize bakıcı olmana ihtiyacımız olduğu için değil seni sevdiğimiz için yanındayız. Oturalım soluklanalım birlikte ama kalkıp devam edelim lütfen. Ne bileyim bu kazağın üstüne kus, yatakta kahvaltı yaparken reçel dökelim, üzerine kokun sinsin, aile albümümüzde 5 fotoğraftan 3ünde olsun ve biz buna kahkahalarla gülelim, senin kusman az geldiği için bebeğimiz de kussun sonra sen bana kız 'daha yeni emzirdim Aziz gitti bütün sütlerim' de." Gülerek anlattığı hayal içinde gözyaşlarım bu sefer kendini tutamamıştı. Birer birer gözlerimden akarken hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
"Anılarımız olsun istiyorum Birce. Yaşanmışlıklarımız olsun. O kazağı çok seviyorum çünkü ilk doğum günümde bana aldığın hediye ama eskiteceğim korkusuyla o kadar yaşamamışım ki onunla.. Yaşayalım Birce. Korkmadan. Dedin ya eskir diye korkmana gerek yok ben sana yenisini örerim diye. Ör... Bana yenilerini ör... Çocuklarımıza yenilerini ör. Biz buradayız. Bir yere gitmiyoruz. Lütfen sen de gitme ve bizimle kal. Bizimle kalabilmek için ne yapman gerektiğini biliyorsun değil mi?" Biliyordum... Ama gözlerinin içine baktım çünkü onun söylemesine ihtiyacım vardı. "Kapının arkasında durma Birce. Dışarı çık. Yanımıza gel. Biz seni bekliyoruz. Orada ne kadar kalman gerekiyorsa kal ama çözümün o kapının dışında olduğunu unutma olur mu?"
Aramızdaki kazağı çekip kenara koyduğumda kutunun içi tekrar gözümüzün önündeydi. Benim bakışlarımın oraya kaydığını fark ettiğinde Aziz de kutunun içine baktı. Açık pembe bir aile albümüydü bu. İlk sayfasını açtığımda Aziz'le benim çocukluk fotoğraflarımız gülerek bize bakıyordu. "Bu albümü birlikte dolduralım mı?" dedim fısıldamaktan öteye geçemeyen sesimle. Ardındanda albümün altında kalan minik kazağı açığa çıkardım. "Çünkü zamanı geldiğinde bebeğimizle bu kazakları giymiş halinizin bir fotoğrafına çok ihtiyacım var galiba."
Aziz gözünü minik kazaktan çekemiyordu. Aslında böyle bir niyetim yoktu ama aldığım ipler artmıştı ve kendimi birden bunu örerken bulmuştum. Aziz'e verip vermemek arasında kararsız kalmıştım aslında yaptığımız çocuk muhabbetlerinden sonra ama birazcık da onunla uğraşmak için koymuştum bu kutuya. Gerçi planım ters tepmişti. Şu an daha çok kendimle uğraşıyordum çünkü bunu her ne kadar çok istesem de yapabileceğimi, iyi bir anne olabileceğimi, daha doğrusu delirmeyeceğimi düşünmüyordum. Ama Aziz benimleyken 'belki bir gün' diyebiliyordum.
Ben bunları düşünürken Aziz aramızdaki kutuyu umursamadan beni kendine çekip sarıldı. Başını boynuma gömdüğünde derin nefesler aldığını duyabiliyordum. Dudaklarını boynuma bastırdı ve uzun bir süre çekmedi. "Sen benim başıma gelen en güzel şeysin." dedi boğuk çıkan sesiyle. Belli ki kendinden hiç haberi yoktu...
Kulağıma dolan hafif bir müzik ve burnuma gelen patatesli börek kokularıyla güzel bir gün başlangıcı gibiydi. Galiba bu sefer Aziz'in işe gidişini kaçırmadım diye sevinçle gözlerimi aralarken önümde akan yolu görmemle şok içinde kalakaldım. Ben şu an arabaydım! Üstümde pijamalarım, emniyet kemerim takılı, akan yolda yanımda Aziz'le gidiyordum. Panik içinde uyandığımı gördüğünde elini bacağıma atıp sakince okşadı.
"Bir şey yok, bir şey yok ben burdayım."
Burda olduğunun farkındaydım ama ben neden burdaydım onu anlamıyordum.
"Ne yapıyoruz şu an?" dedim gözlerimle etrafı tararken. Bir tabela bir iz bir şey arıyordum çünkü zihnim hiçliğin ortasındaydı.
"Sözlerimde ne kadar ciddi olduğumu sana göstermek istiyorum ve yoğun bir süreç öncesi küçük bir kaçamak diyelim."
"Ne sözü?" dedim henüz çalışmaya başlamayan beynimle. Dün gece Aziz'le biraz daha konuşmuştuk. Ben albümü çıkardığımda o da yukarı çıkıp birkaç fotoğraf getirmişti. Fotoğrafların arasında annemin kutusundan çaldığı fotoğraflar da vardı. Onun dediğine göre 'kopyalayıp geri götüreceğini' söylemişti hatta kopyalamıştı da ama henüz geri götürmemişti. Biraz onun çocukluğundan biraz benim çocukluğumdan doldurmaya başladık albümü. Ardından Aziz'in zamanında çıkardığı lise fotoğraflarından da biraz serpiştirdik aralara. Benim odamda da vardı birkaç fotoğraf. Onların da burada olmasını istiyordum. Sonra hızımızı alamayıp Aziz'in laptobundan çıkarılacak fotoğrafları seçmeye başladık. En son ekranın gözlerimi ağrıttığını ve Aziz'in omzuna başımı koyduğumu hatırlıyordum.
"Gidince görürsün." dedi soruma karşılık. Paniğim biraz azaldığında kendimi kolayca Aziz'in akışına bırakabildim. "Bana hafta sonu kaçamağı mı yaptırıyorsun?" deyip güldüğümde o da sırıttı. Gözlerinde güneş gözlüğü vardı ama ben o bakışların bile şu an bana güldüğüne emindim.
"Birce bugün cuma." dedi beni farklı bir gerçekle yüzleştirirken. Ha cumaydı ha cumartesi benim için bir şey fark etmiyordu.
"İzin mi aldın?" Dedim onun için fark ettiğini hatırlayarak.
"Haber verdim." dedi bayıldığım patron edasıyla. "Yoldan börek aldım. Bir şeyler atıştır. Gidince daha iyi bir şeyler yeriz." deyip arka koltuktaki poşeti kucağıma koyduğunda elini tekrar bacağıma yerleştirmeyi ihmal etmemişti.
O sırada ben de üzerimdeki pijamalarıma tekrar baktım. Onun üzerinde ona ördüğüm kazak vardı. Hemen giymişti. "Umarım güzel bir valiz hazırlamışsındır aşkım." dedim poşetten böreği çıkarırken.
"Merak etme." deyip güldü. "Üstünü değiştirmeyi düşündüm ama uyanmanı istemedim. Gerçi seni evden otoparka indirip arabaya koyarken ve kaç saatlik yolu gelirken uyanmadın ama.."
Laf çarpıtmasına alınacak durumda değildim çünkü çok doğruydu ben de kendimi nasıl uyanmadım diye sorguluyordum. "Ölü gibi uyuyorum şu sıralar."
"Seni korkutmak istemiyorum güzelim ama son günlerde biraz depresyon belirtileri gösteriyor gibisin." dedi bacağımı hafif sıkarken. Gözlerini bana çevirip tepkimi kontrol etti.
"Korkacağım bir şey değil. Ben de normal olmadığımın farkındaydım ama kabullenme aşamasının zamanı gelmemişti. Sevgilim beni kaçırırken ruhum duymamışsa, bir tık zamanı gelmiş gibi artık." Daha önce de 'kötü' günlerden geçmiş biri olarak kendimi tanıyordum. Uykunun favori kaçış yolum olduğunu biliyordum mesela ama bunu kabullenmek işime gelen bir durum değildi. Çünkü kabullendikten sonra iyileşmen gerekirdi ve benim bunun için gücümü toplamam gerekiyordu.
"Uykunun ağır olması çok tatlı ama bu kadar ağır olmasa çok daha işime gelirdi." dedi Aziz gözlüklerini yukarı kaldırıp gözünü kırptıktan sonra geri indirdiğinde. Omzuna vurup gülerek 'salak' dedim. Ardından da bir ısırık aldığım böreği onun ağzının önüne getirdim. O da bir ısırık aldığında geri kalanı ağzıma attım. Bir ona bir bana börekleri meyve sularıyla birlikte bitirdik.
Yoldaki tabelalardan nereye gittiğimizi tahmin edebiliyordum. Sesimi çıkarmayıp tahminimin doğruluğunu gördüm. Gideceğimiz alana varmdan önce bir benzinlikte durduk ve Aziz'in uyandığımda giymem için hazırladığı kıyafetlerin olduğu poşeti alıp kendimi lavaboya attım. Üstümü değiştirip dışarı çıktığımda Aziz arabanın yanında durmuş ilerideki tepeye bakıyordu. Onun yanına gidip kollarımı boynuna dolayıp kafamı onun baktığı yöne çevirdim.
Bunu bir gün yapacağımızı biliyordum. Zamanı ise gerçekten ironik olmuştu. Belki de en ihtiyaç duyduğum andı bilmiyordum.
"Korkuyor musun?" dedi bakışlarını gökyüzünden çekmeden.
Kollarımı biraz daha sıkıştırdım. Yanağımı iyice yanağına yaslamıştım. "Sen varken hiçbir zaman."
"O zaman gidelim de biraz uçalım uğur böceğim ne dersin?" Gülerek biraz daha sarıldım Aziz'e. Bu evet demekti. Korkmuyordum ama çok heyecanlıydım. 16 yaşındaki Birce heyecanlıydı. Aziz'le boş derste ekstrem sporları konuşup deli gibi yapacakları günü hayal eden Birce heyecanlıydı. Saçma bir ortak noktamızdı. Sonra ikimiz de kaybetmiştik bu noktayı. Aziz hastalığı yüzünden, ben yanımda Aziz yok diye...
Aklıma gelen şeyle başımı Aziz'e doğru çevirdim. "Doktorunun böyle şeylere onayı var değil mi?" diye sordum panikle. Nefes verişinden bu sorudan hoşlanmadığını fark etmiştim ama yüzüne bir gülümseme yerleştirerek başını sallayarak onayladı beni. "Var. 'Güzeller güzeli nişanlının kalbine yaptıklarının yanında bu hiçbir şey.' dedi."
"Ne yapıyormuş güzeller güzeli nişanlın kalbine?" dedim nazlanarak. Burnumu burnuna sürterken gözlerinin dudaklarıma indiğini görebiliyordum ama dudaklarımı es geçip kulağıma yöneldi.
"Kaç kere şu tepeye çıkarıp paraşütsüz aşağı attığını anlatamam.."
Duyduğum örnek ve kulağımdaki fısıltısı yanaklarımı kızartmıştı. Öyle ki ne Aziz'den ayrılabiliyor ne de sağına soluna sille çakıp 'salak' 'aptal' diye uzaklaşabiliyordum. Biraz fazla özlemiştim galiba. Benim son haftamı ve doğum günü öncesi attığım trip günlerini sayarsak bir süredir de özlem giderememiştik. Onun da benimle aynı şeyleri hissettiğinden emindim.
"Paraşütsüz atmamıştır ya o kadar vicdansız değildir.." dedim mırıldanarak. Kaçmaya çalışıyordum ama nereye gittiğim konusunda bir fikrim yoktu.
"Paraşüt yoktu ama haklısın, hava yastıkları çok kaliteliydi vicdansız diyemem."
İşte bu fazlaydı. "Aziz!" deyip ondan uzaklaşırken dudaklarıma şaşkın bir gülümseme hakim olmuştu. Deli, ne manyak manyak şeyler söylüyordu öyle!
"Ne Aziz? Hatuna bak, kendi yaptıklarından habersiz yamaç paraşütü kalbine zarar verir mi diyor?"
Kurduğu cümleye takılmayarak "Hatun mu?" dedim sırıtarak. "Kimden öğreniyorsun sen böyle hitapları İngiliz beyefendisi?"
Sanki İngiliz diyerek ona hakaret etmişim gibi çattı kaşlarını. "Angaralıyım kızım ben! Kanımda var." dedi birazdan Türk bayrağı çıkarıp sallayacak gibi bir gururla.
"Ya yürü git allah aşkına bürokrat çocuğu seni!" Küfür gibi kullandığım hitapla kaşları havalandı. "Dedesi babaannesi üniversite okumuş Angaralı mı olur? Sen olsa olsa 'Merhabalar efendim ben güzide başkentimiz Ankara'danım' diyebilirsin."
Sesli bir kahkaha attığında elimle ağzını kapatarak panikle sağa sola baktım. Ben de gülüyordum ama sabah saatlerinde benzinlikçide çok da abartmamalıydık bence.
"Güzide başkentimiz Angara'ya gelin getireceğim seni." Kollarımı boynundan çekerek göğsüne koyup kendimi biraz geri çektim ama belimdeki elleri uzaklaşmama izin vermiyordu.
"Fazla errrkek oldun sen. Mahir abimle görüşmelerinize sınır getirmenin vaktı geldi." dedim alayla. Ben kollarının arasından çıkmaya çalışırken izin verdi bana ve arabanın sağ kapısına doğru ilerleyip kapıyı açtı. "Biraz dengeleyelim o zaman bir tanem." deyip koltuğa oturmama yardımcı olmuştu. Denge iyiydi. Dengeyi severdim.
Yarım saat sonra biz de yamaç paraşütü yapılan alandaydık. Hava şubat ayı olduğundan dolayı çok sıcak değildi ama Ölüdeniz'de olduğumuzdan dolayı da soğuk değildi. Yağmur ya da fırtına yoktu, bu da bugünü yamaç paraşütü için gayet uygun bir gün yapıyordu. Alandaki eğitimci bize bazı bilgiler verdi. Aziz'in zaten sertifikası olduğu için onunla birlikte uçacaktık. Ama tabi bu imzalanacak daha fazla belgeydi. Bu esnada ben de bilmediğim şeyler öğrendim. Zamanında çok araştırmıştım ama eğer tek başınıza uçacaksanız kendi paraşütünüz olması gerektiğini bilmiyordum. Ve Aziz daha lise zamanlarında bile tek başına uçuyordu. Sen Angaralı olamazsın derken şaka yapmıyordum. Hangi Angara'lının 16 yaşında hobi için yamaç paraşütü olurdu ki?
Tüm işlemler bittiğinde önce Aziz giydi paraşütü sonra beni önünde aldı. Zamanında bu aşamalarla ilgili yaptığım araştırmalar hala zihnimdeydi ama Aziz kulağıma sürekli ne yapmam gerektiğini söylüyordu. Zihnim karman çorman olmuştu ama şu an için bildiğim tek şey bu yamaçtan Aziz'le birlikte var gücümle koşmak ve ayaklarım yerden kesildiğinde yerime oturup kendimi ona bırakmaktı. Onunlayken yapmaya alışık olduğum gibi.
Öyle de oldu. Birkaç saniyenin ardından gökyüzünde süzülüyorduk. Yukarısı daha da soğuktu ama insanı canlı tutan, uyandıran bir soğuktu. Manzara'ya bakarken havada olmanın etkisiyle heyecanımı karnımda hissedebiliyordum. Aziz kulağımın dibine girip "Nasıl?" diye seslendi. Bir süre sadece gülümsedim bu soruya. "Hiç korkutucu değil!" diye bağırarak yanıt verdim.
"Tabi kızım ben varım yanında!" diye gururlandığını duydum. Başımı biraz daha çevirip ona baktığımda dudaklarındaki gülüşe bir öpücük kondurdum. Tuttuğu kontrol kollarından birini kısa bir süreliğine çektiğinde daha hızlı ve dönerek ilerledik aşağıya doğru. Dudaklarımı dudaklarından çekmemiştim.
Gözlerimi açtığımda ben de ona sordum. "Nasıl?"
"Nefes kesici..."
Verdiği cevaba gülerken yüzümü tekrardan manzaraya döndüm. İkimiz de bir süre manzaranın keyfini çıkardık. İniş için bayağı yaklaştığımızda doğru inebilecek miyim diye biraz panik yapmıştım ama o kısmı da hasarsız atlatmıştık. Birbirimizden ayrıldığımızda kendimi sırt üstü yere attım. Çok garip hissediyordum. Sanki hala düşüyor gibiydim. Gözlerim kapalı anın tadını çıkarırken Aziz'in tepemde dikildiğini fark etmemle gözümü açtım. "Ağır mı geldi?" diye sordu. Tam gülerek başımı iki yana sallıyordum ki başımı sallamamın etkisiyle başım yattığım yerde dönmeye başladı. İşte işin korkutucu kısmı gelmişti galiba. "Ay Aziz.." dediğim yattığım yerden sanki ulu bir şahıstan yardım dilenir gibi.
Bacaklarımı bacaklarının arasına alarak dizini kırıp çömeldi. Kollarımdan tutup beni yattığım yerden kaldırdığında sanki beynimdeki sarsıntı mideme inmiş gibiydi. Biraz engel olmaya çalıştım ama başaramayacağımı anlayınca ayağa kalkmak istedim. Aziz ne yaşadığımı anlamadığı için buna izin vermedi ve kaçınılmaz olan yaşandı... Aziz'in kazağının üstüne kustum...
Ben galiba bunu huy edinmiştim. Ama suçlu ben değildim. Dün kendisi istemişti kazağının üstüne kusmamı. Kendimi içten içe aklamaya çalışırken sabahki böreğin değil de sadece meyve suyunun çıkış yapmış olmasına minnettardım. Aziz tek bir kelime bile etmeden ayağa kalktı ve üzerine pek temas ettirmeden beni de kaldırdı. "Özür dilerim." diye mırıldandığımda yüzüme baktı ve o ana kadar tutmaya çalıştığı gülüşünü saldı. "Keşke dün başka bir şey dileseymişim." deyip daha çok güldüğünde ben de utancımdan gülmeye başlamıştım.
"Hayat bu Birce biriciğim." dedi aynı lisedeki gibi. "Bazen çok heyecanlı yollardan geçeriz. Her şey mükemmeldir. Çok güzeldir. Sonunda sen kusarsın." O sırada ayağı bir şeye takıldı. hiç bozuntuya vermeden devam etti. "Sonra benim ayağım taşa takılır. Ama devam ederiz yolumuza. Yan yana.. Tamam mı?"
Dün gece zaten kafamda bir şeyleri netleştirmiştim ama Aziz beni bunaltmadan bana mesaj vermeye devam ediyordu. Anne babamla tekrar konuşacaktım. Psikoloğa gidecektim. Daha iyi olacaktım. Ve hep Aziz'in yanında olacaktım.
Kafamı salladım gülerek. Eli sırtımdan belimi bulmuştu ben de onun beline tutunup göğsüne yaslanmıştım. "Ama üzerimde daha az kusmuk tercih edebilirim. Yine de sen bilirsin tabi.."

Arkadaşlar 🥹🥹🥹
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 131.89k Okunma |
10.07k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |