53. Bölüm

53. Bölüm- Son Gün

Melin Öğüt
melinogut

Selamlar, selamlarr🩷

Teknik olarak çarşamba günündeyiz😌 Bugün de erkenden atalım ama değil mi? Özleminize bu kadar dayanabildim soluğu burada aldım. Uyuyanlara güzel bir günaydın olsun. Gececilere selam olsun. 23 Nisan'ımız kutlu olsun 🌹

 

Düğün öncesi son bölüm..

Haftalardır ben bu ikisinin düğününde oynuyorum bu arada ama elim yazmaya kolay kolay gidecek mi emin değilim 😭 Duygusal bir anneyim.

Neyse mendilleri sonraki bölüme saklayalım bu bölüm keyfimiz yerinde

İyi okumalarr🩷

 

 

 

İnsan, bu hayatta dönüm noktası olabilecek seçimlerini hep çok ciddiye alır... Hangi okula gittiğin, hangi mesleği seçtiğin, kiminle evlendiğin... Ya da ilk dans şarkın...

 

"Ay yok artık bir de 'ben bal arısı gibiydim senden önce' olsun 2025 yılında! Yok istemiyorum. Aziz ben vazgeçtim dans etmeyelim."

 

Düğünümüze bir gün kalmıştı ve biz ilk dans şarkımızı seçmediğimizi fark etmiştik. Benim için korkunç bir yıkım anıydı. Bizimkileri toplayıp evde hep birlikte düğün çalma listesi oluşturmuştuk haftalar öncesinde ama nedense ilk dans şarkısı aklımıza gelmemişti. Şimdi de gecenin bir vakti yine hep birlikte ilk dans şarkısı bulmaya çalışıyorduk.

 

Seçmeyi bile unuttuğum bir şey nasıl bu kadar önemli olabilmişti birden hiçbir fikrim yoktu. Ama önemliydi işte. Anlamlı bir şey olmalıydı, bizi anlatmalıydı, kulağa güzel gelmeli ve dans edilebilir olmalıydı.

 

"Güllü'den 'Ödüm Kopuyor' olsun Aziz sever." dedi Erdem kucağındaki Akgün'ü pışpışlarken. Şu an büyük bir stres altında olmasam gülebilirdim ama gülemedim.

 

"Cem Adrian 'Herkes gider mi?' olsun." dedi Sarp gevrek gevrek gülerken bilgisayarında şarkı bakmaya devam ediyordu. İlla o şakayı uzatacaktı yani, başka yolu yoktu.

 

Gömüldüğüm ekrandan başımı kaldırdım "Yemin ediyorum şakalarınıza daha sonra güleceğim ama şu işi biraz ciddiye alır mısınız?" Herkes tekrar önündeki telefonlarına, bilgisayarlarına gömüldü. Gelin olmanın avantajı buydu. İnsanlar sen ne dersen onu yapıyor ve asla seninle tartışmıyordu.

 

"Ta uzak yollardan koştum geldim senin kollarına!" Leyla'nın şarkıdan ziyade tekerleme gibi okuduğu sözlerle güldüm. "Çok seviyorum o şarkıyı." deyip Aziz'e baktım. İngiltere'deki davette ettiğimiz dans gelmişti aklıma. O da bana gülünce onun da çoktan hatırlamış olduğunu fark ettim. Seviyordum gerçekten ama... "ama çok fazla ayrılıktan bahsediyor. İlk dans için bilemedim." Bakışlarım sanki onay alırmış gibi Aziz'in üzerindeydi. Bir şey söylemeden sadece başını sallayarak onayladı beni. Düğün sürecinde genelde yaptığı gibi. Seçebildiğim son noktaya kadar hiçbir seçimime karışmamıştı. Birkaç şeyin gerçekten arasında kaldığımda müdahale etmişti sadece. Bu şarkı konusunda da nedense öyle olacakmış gibi hissediyordum.

 

"O zaman ben Göksel-Gittiğinde'yi öneri listemden sessizce çıkarıyorum." dedi Meryem başını bilgisayardan kaldırmadan.

 

Büyük bir umutla Meryem'e döndüm. "Ne var listede başka?" Sessiz sessiz çalışarakişe yarayan bir şeyler toplamış olabilirdi.

 

"Bu şarkıyı çıkardığımızda elimizde kalan..." dedi sanki listede gözlerini gezdiriyormuşçasına. "Bir. O da Kenan Doğulu Tencere Kapak. Seviyorum ama sıradan dediğin için sessizliğimi korudum ama bence çok güzel şarkı."

 

Tam bezmişlikle başımı masaya koyacaktım ki Aziz önüme şarkı sözlerinin olduğu bir sayfa açtı. Arkada da çok güzel tatlı bir müzik vardı. Şarkı kulağıma çalınırken hızlıca sözleri okumaya çalıştım. İngilizce bir şarkıydı ve gerçekten de çok hoş sözleri vardı. Hızla ve heyecanla sözleri okurken bir yerde durdum. Yanlış anlamış olma ihtimalime karşı tekrar okudum. "Aziz?" dedim kendimi duyacağım cevaba hazırlayarak. "Burada 'make me come' yazıyor!"

 

Pislik hala ingilizcemin iyi olduğunu kabul etmiyordu. Belli ki fark etmeyeceğimi düşünmüştü. Hemen kıvırmanın yollarını aradı. "Gel ne olursan ol yine gel manasında o güzelim."

 

Dik bakışlarımı üzerinden çekmedim. "Aziiz!" dedim uyarır tonda.

 

"Bir tanem sadece o cümle var. Şarkının geri kalanı gayet güzel hem kim anlayacak zaten?"

 

"Kim mi anlayacak?" dedim büyük bir şaşkınlıkla. Gerçekten savunması 'kim anlayacak?' mıydı? "Sen sizin davetli listesini hatırlamıyorsun galiba? Birleşmiş milletler bizim düğünde toplanıyor be! O kadar insanın içinde 'make me come' diyen bir şarkıyla dans edemem ben."

 

İkna etmeye bile çalışmadı. Ben otururken ayakta yanımdaydı ve elini omzuma atarak başımı karnına yaslayıp saçlarımı okşamaya başladı. İşte gelin olmayı seviyorum derken bundan bahsediyordum. Normalde ağzımdan girip burnumdan çıkıp kendimi bir şekilde ikna olmuş bulacağım şeylerde tek karar mercii bendim. Zaten o yüzden bu kadar zorlanıyordum ya. Keşke birileri beni ikna etseydi.

 

"Siz gitmediniz mi lan evinize?"

Babam da salonun kapısının önünde pijamalarıyla görünmüştü işte. Arkasından gelen annem uyarıyla babamın kolunu cimcikledi.

"Öyle mi söylenir Adem!" Babama gözlerini belertip gerçek bir endişeyle bize döndü. Çocuklar saat geç oldu niye yatmadınız daha? Yarın sabahtan Aziz'in anne babası gelecek, Mahir abin gelecek, imam gelecek. Ay imamı unutmayın. Birce annecim göz altların şişecek." Annemin uyarısıyla bu kez kafamı masaya gömmüştüm işte. Ağlamama şu kadarcık kalmıştı.

 

"İlk dans şarkısını seçmemişiz anne. Onu bulmak için uğraşıyoruz ama pek kolay olmuyor." Aziz'in benim yerime yaptığı açıklamaya minnettardım çünkü bir kere daha 'ilk dans' demek istemiyordum.

 

"Ne var onu seçmekte ya? Şey yapın şey, bal arısı mıydı o şarkı pervane miydi? Bizimki oydu. Çok da güzeldi." Babamın önerisiyle kafamı koyduğum yerden küçük çığlıklar atıp kendime geldim. Başımı kaldırdım ve babama baktım. Bana bakmak yerine anneme bakıyordu. "Gel bir de dansımızı gösterelim." deyip annemi elinden tuttuğu gibi salonun ortasına getirdi. Şarkıyı mırıldanırken Meryem'e şarkıyı açması için kaş göz hareketi yapmayı da ihmal etmemişti. Salonun ortasında ilk dans şarkıları eşliğinde dans ederken oldukça güzel görünüyorlardı. Annem birkaç kere babamın elinden kurtulmaya çalışsa da babam izin vermedi ve birlikte dans ettiler. Annem genç kız gibi utanmış babamın dudaklarına da çapkın gülüşü yerleşmişti. Ben de yıllar sonra çocuklarımın karşısında ilk dans şarkımla dans etmek istiyordum. İşte tam da bu yüzden önemliyidi. Ben bunu düşünürken annemle babam şarkı devam ederken dans etmeye ara vermeden bize döndüler.

 

"Nasıl ama? Güzel şarkı değil mi?" dedi babam onayımızı bekler gibi.

 

"İyi şarkı iyi şarkı da ben Birce'den önce bal arısı falan değildim baba. Böyle bir iftirayla ilk dansımızı yapamayız."

 

Babam dans etmeyi bırakmış, bayık bakışlarıyla Aziz'e dönmüştü. "Allah allah gören de gözünü açtı bizim kızı gördü sanacak." Aziz omzumdan attığı eliyle babama göz dağı verir gibi yanağımı okşuyordu bir yandan da. "Biraz öyle oldu." dedi sırıtarak.

 

"Boş ver sen bakma babana oğlum." deyip ikilinin arasındaki yarışmayı bitirdi annem. "Annecim böyle de olmaz. Yarın tüm gün bir koşturmaca olacak zaten.Sonraki gün de düğün. Hadi şimdi doğru yatağa. Yarın gündüz gözü sakin kafayla bakmaya devam edersiniz. Rüyanda bile görürsün belki hadi annecim." Annem küçük bir çocuğu ikna eder gibi yanıma gelip saçlarımı okşaya okşaya beni uyumaya ikna etmişti. Bizimkilere de evde kalmalarını söylemişti ama onlar şimdi gidip yarın akşam tekrar geleceklerini söyleyerek çıktılar evden.

 

Kapının önünde onları uğurlarken babam yan yan Aziz'e bakıyordu. "Sen gitmiyor musun?" dedi yarım ağız bir tavırla.

 

"Ay Adem valla çatlattın beni." diyen annem bizi orada bırakıp odasına doğru gitti. Babam düğün günü yaklaştıkça Aziz'le farklı bir çeşit atışma içerisine giriyordu. Hayır yani ben ona üzülüyordum. Kızıyla evleniyor diye damadını sevmemek istiyordu ama Aziz de sevilmeyecek bir damat değildi şimdi. Babam ikimizi de aynı anda severken kayınbaba olmanın yükü altındaydı.

 

"Adem amca." dedi Aziz babamı uyuz etmek için. Bu ara ara kullandığı bir taktik haline gelmişti. Babam onu yeterince gıcık ettiğinde kendisine 'amca' diyerek karşılık veriyordu. İşin garip tarafı işe yarıyordu. Babam aynı Aziz bana Birce dediğinde davrandığım gibi davranıyordu Aziz'e. Kırılmış, yıkılmış, aldatılmış... "Yarın bu evden son kez tek başıma çıkacağım biliyorsun değil mi?" Aziz'in tehditkar bakışlarıyla birleşen yan gülüşü babamı sinir etmeye yeterdi aslında ama kurduğu cümleye iyice ayar olmuştu. Şu an karşısında pis damat Aziz vardı.

 

"Sen beni tehdit mi ediyorsun lan?"

 

Aziz konuşurken bir yandan da ayakkabılarını giyiyordu. "Estağfurullah hiç olur mu öyle şey?.. Sadece olacaklardan bahsediyorum. Bir gün sonra yerlerimiz değişmiş olacak bunu bilip birbirimize iyi davranalım diye belirtmek istedim."

 

Babam Aziz'in söylediği şeyi çözmeye çalışırken Aziz "İyi geceler." diyerek merdivenden inmeye başlamıştı bile. Çok sürmeden babam gecenin bir vakti demeden arkasından "Lan!" diye bağırdı apartmana doğru. "Vermiyorum kızı. Vazgeçtim vermiyorum."

 

"Artık çok geç!" diye seslenen Aziz çoktan gözden kaybolmuştu bile.

 

Babam, bu herifi sen bela ettin başımıza der gibi bakıyordu ama umurum değildi. Damadını ne kadar sevdiğini gayet iyi biliyordum. Sefasını sürüyorsa cefasını da çekecekti. Ben de yıllarca cefasını çekmiştim sefamıza çok az kalmıştı.

 

Sabahın erken saatinde alarm gibi üst üste çalan telefonumla uyandım. Saat daha 8'e bile gelmemişti ama telefonun ekranında gördüğüm isimle ayılıp telefonu açtım.

 

"Alo?"

"Kapıyı aç."

 

Bu kadardı. Konuşma bitmişti. Yataktan zorla kalkarken açamadığım gözlerim yüzünden kendimi sağa sola çarpmıştım. İnşallah bir yerlerim morarmazdı. Kapının önüne geldiğimde gözlerim biraz olsun açılmıştı. Kapıyı açtığımda elinde sırt çantası, gözünde gözlüğüyle duvara yaslanmış oldukça dinç duran Mahir abimi gördüm.

 

"Sen şu eve niye normal saatlerde gelmiyorsun Allah aşkına! İnadına beni arıyorsun bir de."

 

"Kimi arayacağım kızım sen varken? Dayımı mı uyandırayım yengemi mi? Hem gelin dediğin erken kalkar bu ne yatmış uyuyorsun?" Güneş gözlüğünü çıkarıp tişörtüne asarken aynı kaynana gibi beni eleştirmeye devam etti.

 

"Bugün değil çünkü nikahım yarın. Daha gelin değilim. Bırak da uyuyayım." deyip arkamı dönüp kapının önünden çekildim. Ben salona doğru ilerlerken onun da peşimden geldiğini duyuyordum.

 

"Dini nikah yok mu bugün? O da önemli sonuçta. Allah katında bugün evleniyorsun. Gelinsin artık. Birisinin karısı olacaksın."

 

Nedense o an tüm uykumun gözlerimden çekildiğini hissettim. Dediği doğruydu. Ben gelindim bugün. Aziz'in karısı olacaktım. Gerçekten gelmişti o gün. Arkamı döndüğüm esnada Mahir abim çantasını kapının kenarına bırakıyordu. Çantasını bırakıp dikleşip bana bakmasını bekledim. Bana baktığı anda da boynuna sarıldım hemen.

 

"Bir daha sabah erken saatte gelme uykum yüzünden hak ettiğin karşılamayı yapamıyorum." Gerçekten de öyle olmuştu. O sabahın erken saatlerinde eve geldiğinde lise zamanlarında hafta sonu yaptığı ziyaretler aklıma geliyordu. O zamanda inat gibi cuma akşamdan gelmez cumartesi sabahın bir köründe dikerdi beni ayağa ve ben ona asla hoş geldin demeden uyumaya devam ederdim. Tekrar uyandığımda sanki hiç görmemişçesine sarılıp halini hatrını sorardım.

 

Eminim onun da aklı o zamanlara gitmişti. Gülerek sarıldı bana. "Gelinsin deyince mi ayıldın?"

 

"Abi.." dedim içten bir şekilde. Ona hiçbir zaman sadece abi dememiştim. Hep Mahir abimdi benim. Ama şimdi... İçimden gelmişti. Geçtiğimiz aylarda fırsat bulabildiğimizde onunla da konuşmuştuk abimi. Onun ateşini düşürdüğüm o geceyi anlatmıştı bir keresinde. Duygulanmama izin vermeyip hep saçma sapan komik hikayelerimizle kapattı telefonu. Konuşmak için hiç müsait olmadığını bildiğim zamanlarda bile 'müsaitim' diyerek bana zaman ayırdı. "Evleniyorum ben gerçekten." dedim kollarımı çekmeden biraz uzaklaştığımda. Duygulanmıştım...

 

"Gözlerin niye doldu abicim." dedi gülerek. Yanaklarımı avuçlarının arasına aldı. Sanki 4 yaşındaki Birce'yle konuşuyor gibiydi. "Sevdiğinle evleniyorsun. Seni hak eden bir adamla evleniyorsun. Bak bir abinin ağzından bunu duyamazsın normalde ama Aziz'le olduğun için çok mutluyum."

 

"Of nesini seviyorsunuz siz de bu çocuğun dayılı yeğenli." dedim sinirim bozulmuş gibi. "Hayranı oldunuz maşallah fan kulübü açın isterseniz." Mırıl mırıl ettiğim şikayete kahkahayla güldü. Kafamı elleriyle iki yana sallarken hala gülüyordu.

 

"Sen de kulüp başkanısın herhalde. Bize diyene bak sanki yarın çocukla evlenecek olan kendisi değil."

 

"Benim değil mi?" dedim sırıtarak.

 

Mutlu mutlu sırıtmam hoşuna gitmemiş gibi kaşları çatıldı. "Sen yine de çok sırıtma. Gelin dediğin biraz ağırbaşlı olur."

 

"Ay aman" deyip ellerinin arasından kurtuldum. "Ne çok şey öğrenmişsin sen de gelinlerle ilgili hayırdır? Bilmemiz gereken bir şeyler mi oluyor Mahir Ali Bey?"

 

"Bir şey olduğu yok." dedi kestirip atarak ama canının bir şeye sıkıldığını görebiliyordum. Muhtemelen yine askeriyeyle ilgili bir mevzuydu. Sormak istedim ama sonraki saniye babam salona gelip yeğenini görünce bizim duygusal abi kardeş anımız bozuldu tabi ki.

 

"Vay benim aslan oğlum gelmiş! Dayısı kurban olsun. Şu boya posa bak maşallah." Sıkıca sarıldığında konuşmaya devam etti. "Oğlan dayıya çeker diye boşuna demiyorlar bu yakışıklılık ne lan?!" Elleri ensesindeyken hafif geri çekildi. Yüzünü gözünü vücudunu iyice inceledi. "İyisin değil mi?" diye sorduğunda Mahir abimin gözü bir anlık beni buldu. "İyiyim dayı." dedi babama bakarak.

 

Babam "Yaran nasıl oldu?" diye sorduğunda bu sefer ikimizin bakışları tekrar buluştu. Yaran derken? Ne yarasından bahsediyorduk? Neyin yarasıydı bu? Kimin yarasıydı?

 

"Dayı?" dedi Mahir abim hem uyarır hem de sorgular bir tonda. Babamsa kendinden oldukça emindi. "Yok, biz saklamıyoruz artık Birce'den bir şey. Birce, Mahir abin geçen operasyonda yaralanmış. Ama gördüğün üzere iyi şimdi. Kahvaltıya ne yersiniz?"

 

Babam söyleyeceği her şeyi olanca hızıyla söyleyip vereceğimiz cevabı bile beklemeden odadan çıkınca Mahir abimle baş başa kaldık "Abi?" dedim içinde hem korkuyu hem de ihaneti barındıran bir tını vardı. Niye bana söylememişti diyemiyordum çünkü nedenini biliyordum. Bana söylemediği çok yarası olduğuna adım gibi emindim. Ama şimdi duymuşken buna uygun davranmam gerekiyordu. Bu kadar aylık ve devam eden terapimin sonuçlarını hem kendime hem de etrafımdaki insanlara gösterebilirdim.

 

"Abicim önemli bir şey yok gerçekten bak iyiyim zaten. Bir sıkıntı olsaydı illaki duyardın. Buraya gelmem bile..."

 

Beni sakinleştirmek için peş peşe sıraladığı cümlelere dikkat bile etmedim. Zaten sakindim. Yani olabileceğim kadar sakindim. "İyi olduğunun farkındayım. Ayakta karşımdasın. O kadar saat yol gelmişsin. Kötü değilsin demek ki." derken kolundan tutup kanepeye oturttum. "Ama ne oldu? Ne yarası? Nasıl oldun?"

 

Benden göreceğini tahmin ettiği tepkiyi almayınca o da biraz rahatladı. "Kurşun yarası." dediğinde kalbimin şiddetle atışını hissettim. "Şuradan." Bir elini yara aldığı yere koydu. "Ama sorun da yok. 1 ayı geçti. Fiziksel aktivitelere bile döndüm çoktan. Hatta komutanım dedi 'seni göreve gönderelim.' Gidemem komutanım kardeşimin düğünü var dedim. Kıymetini bil."

 

İşi şakaya vurmasına güldüm ama sakinliğimi koruyup sorgulamama devam ettim. "Zor olmuştur tek başına." dedim üzüldüğümü belli etmemeye çalışsam da pek başarılı olamadığım bir sesle.

 

"Tabi sana haber verseydim hemen koşar gelirdin düğün hazırlığı falan dinlemeden. Aziz'i de benim yanıma yatırırdık mazallah o da kalpten giderdi çünkü düğün iptal olunca..."

 

Koluna bir şamar yiyince lafı ağzında kaldı. "Ne biçim konuşuyorsun tövbe de! Sadece zor olmuştur diye düşündüm. Yaralı yaralı. Evde yemek yapanın bile yok. Dışardan yemişsindir. Ya da askeriyeden. Hangisi daha kötü karar veremedim."

 

"Merak etme." dedi dudağının bir kenarı kıvrılmışken. "Yalnız değildim."

 

O bakışından ne anlamam gerekiyordu benim şimdi? Heyecanlandığımı gördüğünde anında değişti gülüşü. "Tim sürekli ilgilendi benimle. Sağ olsun lojman hanımları yemeklerimi de gönderdiler. Sıkıntı yok yani. İyi durumdayım."

 

"İyi!" dedim konuyu değiştirdiğini fark etmeme rağmen "Bundan sonra bir şey olduğunda benim de haberim olacak tamam mı?"

 

Tehdit eder gibi işaret parmağımı ona doğru uzattığımda parmağıma vurup kafamı göğsüne yasladı. Saçlarımı karıştırırken "Tamam, tamam." diyerek içimi rahatlatmaya çalıştı.

 

 

Kahvaltıdan sonra Mahir abim ve Aziz'le birlikte önce Ankara'dan trenle gelen babaanne ve dedesini alıp bizim eve götürdük. Sonra 1 saat aralıkla gelen anne babasını havalimanından aldık. Mahir abim son turda babamın arabasıyla halamı ve babaannemi alıp gelmişti. Adresimiz yine bizim evdi. Akşam büyük bir sofra kuruldu. Kamberlerimiz, arkadaşlarımız da tabi ki bizimleydi.

 

"Kız Birce helal olsun halacım bu sülaleden de ancak sen yalıda evlenebilirdin zaten."

 

Halamın birden gelen tebriğine hazırlıksız yakalanmıştım. Hayatımda bir gün yalıda evleneceğimi hayal etmedim desem yalan olurdu. Her genç kız gibi benim de uçuk kaçık hayallerim olmuştu. Ama gerçek olacağını da pek düşünmemiştim açıkçası. Yani halam haksız sayılmazdı. Yalıyı geçtim Mahir abim direkt evlenmiyordu zaten. Poyraz'ın yalıda evlenmesi için muhtemelen dayısına çekip abisini dolandırması gerekirdi. Dolandırıcı amcamın çocuklarından haberim yoktu ama Türkiye'ye döneceklerini düşünmüyordum. Yani evet bu sülalede ancak ben yalıda evlenebilirmişim. Kocam sağ olsun.

 

"Yalı da olsa ne olur halıda olsa ne olur Önemli olan nerde evlendiğin değil, kimlen evlendiğin. O evliliğin ne kadar sürdüğü. Eskilerin uzun uzun evliliği olurdu. Şimdikiler öyle mi hemen kestirip atıveriyorlar. O zaman da ne yalının kıymeti kalıyor ne halının."

 

Babaannemin öğütlerine gülen Aziz "Babaanne durduk yere niye boşadın sen bizi daha evlenmeden?" diye sitem ederek girdi söze. Hayırlısıyla bir evlenseydik de bu çocuk da bir rahatlasaydı iyi olacaktı.

 

"Olur, olur. Çok güzel bir yuvaları olur. Birlikte de uzun yıllar bir arada olurlar inşallah. Bunca yıl bitmeyen sevgileri bundan sonra daha da artarak devam edecek. Ben çocuklarımın gözlerinde görüyorum onu."

Ortama tüm pozitifliğiyle ayak uyduran tabi ki Aziz'in babaannesiydi. Benimkinden sonra güneş gibi doğuyordu kadın.

 

"Kendi çocuklarının gözlerinde de gördün müydü onu? Öyleyse yandık. Bak boşanmışlar."

Bizimki de kara basan gibi çöküyordu işte. İnsanda hiç mi dilini tutma refleksi olmazdı. Gerçekten artık şaşırmayı bırakmam gerekiyordu. 'Annene sahip çık' bakışlarımı babama gönderiyordum ama o şu an önündeki karpuz dilimlerini yemekle meşguldü.

 

"Her insanın olduğu gibi benim çocuklarımın da özgür iradesi var. İstediler evlendiler, istediler boşandılar. Bu bizim elimizde olan bir şey değil. İkisi de benim çocuğum. Birgül o zaman da benim kızımdı şimdi de öyle. İşte bu elimde olan tek şey. Çocuklarımı nedensiz nasılsız sevmek. Herkese tavsiye ederim."

Birsen babaanne oldukça vurgulu konuşmuştu. Sert diyemiyordum çünkü sesi hiç yükselmemişti ama ben sanki havada birkaç tokat görmüştüm. İşte bu elit kadının bile sabrı söz konusu babaannem olduğunda taşabiliyordu.

 

"Sevmekle olmuyor o işler. Her ailenin oluyor sorunları olmuyor mu? Bu ikisi hep güllük gülistanlık mı geldiler bu güne neler oldu neler." Anne babamı gösterirken bir yandan da 'oldukça' hüzünlendiğini saklamıyordu. Gerçekten en çok şaşırdığım şeylerden biri de bunca yıl babaannemin benim yanımda abimden bahsetmemesiydi. Mümkünü yok onun gibi bir kadın bu konuyu deşmeden bırakmazdı ama muhtemelen yıllar öncesinde babamdan çok sert bir uyarı almıştı. Şimdi her şeyi öğrendiğimi bildiği için yine düşünmeden konuşmaya devam ediyordu. "E Gülden de öyle. Çok mu iyi sanki kocasıyla? Hepsi severek evlendi de ne oldu? İşte önemli olan kurduğun düzeni bozmamak."

 

Birsen babaanne derin bir nefes alıp gülen yüzüyle bana döndü. "Birce'cim siz Aziz Çınar'la İstanbul'da mı yaşamayı düşünüyorsunuz bundan sonra canım. Planlarınızda hiç şehir değişikliği var mı? Ankara'ya bekleriz sizi. Sadece ziyarete de değil uzun soluklu."

 

Babaannemi kaliye almadığını konuyu değiştirerek göstermişti ama yazık kadın her gelişinde babaannemle karşılaşmaktan gına gelmiş olmalı ki bizi Ankara'ya çağırıyordu. Babaannem de Istanbul'da yaşamıyordu ama işte torunlarının özel günlerinde belli ki daha çok denk düşeceklerdi.

 

"Şu an öyle bir planımız yok babaanne ama sık sık ziyaret etmeye çalışırız. Zaten evimiz de yapılıyor burada. Bittiğinde de siz bizi ziyaret edersiniz. Ankara zaten şurası gider geliriz."

Söylediklerime içtenlikle gülüp masanın üzerinden uzanıp elimi sıktı. Bu küçücük anda bile sevgisini hissettirebiliyordu. Aziz'in çocukluğunda var olduğu için minnet duyduğum bir insandı. Her şeye rağmen Aziz'in içindeki sevgi tohumları dede ve babaannesinden geliyordu. Sevdiğim adamın küçüklüğünü koruyup sevdikleri için ben de onları daha çok seviyordum.

 

"Valla Ankara yakın. Asıl biz ne yapacağız?" diye dert yanansa Birgül anneydi.

 

"Gerçekten Çınar, düzeninizi kurmanız, yerleşik olmanız çok güzel ama yurt dışı sayfasını da öyle hemen kapatmasaydın. Birce için de harika imkanlar var. İleride çocuklarınız için de çok daha iyi olur. Sırf kendimi düşündüğümden söylemiyorum ama biz de isteriz yakın olmak."

 

"Yurt dışı sayfasını öyle hemen kapattığım yok baba. Ben hala yurt dışı merkezli bir firmanın yöneticisiyim. Zamanın ne getireceği belli olmaz tabi ama şimdilik buradayız. Yakın olmak isteyenler için yerimiz yurdumuz belli. Kendini emekli moduna alıp sen de Türkiye'ye taşınabilirsin. Sen de öyle anne."

 

Aziz sözlerinde oldukça ciddiydi ama yüzüne yerleştirdiği o gülüşte ailesini kırmak istememesinden çok daha fazlası yatıyordu. Sözlerinden anlayabiliyordum. Hak da veriyordum. Aziz küçükken, o fırsat ellerindeyken, o yakınlığı kuramamışlardı ve şimdi bunu Aziz'den talep etmeleri haksızlıktı. Ama Aziz her şeyin farkındaydı. Geçmişin de bugünün de geleceğin de. Hatalarının da, çabalarının da. Terapim bittikten sonra ben de böyle bir insan olmak istiyordum.

 

"Kusura bakma dünür biz senin oğlanı iç güveysi aldık." dedi babam ortamda alttan alta hissedilen gerilimi hiç umursamadan.

 

"Sorma Adem normalde kız alınır ailesi arkasından ağlamaz mıydı? Ben gittim gideli ülkedeki adetler de değişmiş." Tekin bey amca baba (evet hala hitap konusunda sıkıntılıydım) babamın can simidi gibi fırlattığı cümleye tutundu ve gülüşüyle az önceki sohbetin izlerinden kurtulmaya çalıştı.

 

"He valla öyle oldu. Nişan takıldı bizim evden çıkmamaya başladı senin bu oğlan. Sakın sağda solda gelin aldık falan diye övünme ben damat aldım çünkü."

 

Masadaki herkes gülüşürken Aziz babama döndü. "Aşk olsun baba. Hani ben senin oğlundum. Damat mı diyorsun sen bana dışarda da?"

 

Aziz'in yalandan alıngan tavrı hepimizi keyiflendirmişti ama Tekin amca muhtemelen Aziz'i ilk kez babama baba derken duyuyordu. Yüzünde bir tebessüm olsa da nedense buruk hissetmiş gibiydi. Ya da ben fazla duygusal düşünüyordum.

 

"Yok oğlum, hiç ele güne karşı damat der miyim? Babana diyorum, ayağını denk alsın diye. Kültürümüzü yanlış tanıtacak sonra İskoçyalarda. Bizde kız alınmaz oğlan verilir de aynen böyle söyle. Ne bu cümlenin İskoççası?"

 

Babamın sorusuna seslice güldü Tekin amca. "Çınar'ı bilen herkes sorup duruyor zaten. Evleniyormuş, ne zaman tanışacağız eşiyle diyorlar. Artık böyle cevap veririm."

 

Nerden geldi nasıl geldi bilmiyorum ama bir anda içimde küçük bir his peyda oldu. Aziz'in anılarında karşımdaki adamı çok dinlemiştim. Baba olamayışını, koca olamayışını, onların içinden Aziz'in çekip çıkardığı kıyamadığı iyi anılarını, pişmanlıklarını, çabalamalarını, oğlunun yanında oluşunu, ben yokken onun olmasını çok dinlemiştim. Nedenini bilmediğim bir şekilde o kelime döküldü benim de dudaklarımda.

 

"Merak etme Tekin baba. Ben bir gün gelirim Aziz'le, herkese kendimi gösteririm. Sen de o zaman gerine gerine bu benim gelinim diyeceksin ama ancak öyle gelirim."

 

Tanıştığımızdan beri çok samimi olamamıştık. Bunda tabi ki birbirimizle bu samimiyeti kuracak vakti bulamamamızın etkisi vardı ama biraz da ben kendimi geride tutmuştum. Tepkiliydim bir şekilde. Ama benim tepkim ne bana ne Aziz'e ne de bizim ilişkimize iyi gelecek olan şeydi. Bunu biliyordum ve bir adım atmak istemiştim. Korkarak atmıştım o adımı. 'Baba' kelimesi babama söylediğim gibi doğal çıkmamıştı ağzımdan ama çıkmıştı işte.

 

"Gelinim demem." demesiyle bir anlığına her şeyi yanlış anlayıp pişmanlığa bürünecektim ki. "Kızım derim." dedi. "Baban oğlum da oğlum diye dolaşıyor ben de kızım da kızım derim. Siz gelin de sizi orda inanılmaz bir tura çıkarırım. Görmen gereken o kadar güzel mimari yapılar var ki Birce. Hepsine hayran olursun. Hatta orda kalabileceğiniz köşkler var. Her zaman misafire açık olmuyor bazıları ama siz geleceğiniz tarihi söyleyin ben hemen ayarlarım. Mimarlarla da tanıştırırım seni istersen. Benim evde bir akşam çağırırım bütün dostlarımı, kızımı tanıştırma partisi düzenleriz."

 

Tek bir şey söylemiştim. Tek bir adım atmıştım. O adımın bana geri dönüşü böyle olmuştu. Aziz babasının heyecanla anlattığı planları dinlerken masanın altından elimi sıkıca kavradı. Bana attığı kaçamak bakışında ne kadar mutlu olduğunu görmüştüm.

 

"Eyvah eyvah Meltem bu adam kızı kandıracak. Bizim kız oralara gidince geri gelmek istemeyecek bir şey yap engel olalım."

 

Annem gülerek babamın omzuna vurdu. "Ay Adem. Kız gitsin de biz de fırsat bu fırsat peşine gideriz."

 

Babam neşeyle başını iki yana sallarken annemin tabağına meyve bırakmaklar meşguldü. "Bu baba oğul çok tehlikeli bak." dedi çatalının ucuyla Aziz'i ve Tekin amcayı göstererek. "Biliyorlar bizde yeşil pasaport var inadına kızı bize de vize isteyen ülkelere götürüyorlar ki peşinden gelemeyelim."

Babamın parmak bastığı nokta çok da doğru bir noktaydı gerçekten.

 

"Sizin vize randevusu gelecek hafta değil mi? Ayıp ettin dünürüm biz sizi buralarda bırakır mıyız?"

 

Babam omuzlarını kaldırmışken Tekin amcanın yüzüne bakmayıp tabağındaki cacığa odaklanmıştı. "Valla onu bilemeyeceğim. Bana vize vermezmişsin gibi geliyor."

 

"Kiim?" diye sohbetin ortasına dalan Sarp'tı. "Hadi bir vermesinler. İşte o zaman 83 Edinburgh değil mi Mahir abi?"

 

"Zevzekleşme Sarp."

 

"Emredersin abi."

 

Babam bu sefer de çatalını Sarp'a doğrultmuştu. Küçümser bir tavır yerleştirdi suratına. "İşte bunlar hep bedelli askerliğin ürünleri. Yazık Meryem'im tekrar düşün kızım. Bedelli askerlik yapmış adamdan koca olmaz."

 

Sarp bu eleştiriyi asla kabul etmezdi. Askere gitmeden önceki iki ay ve gittikten sonraki üç ay bize bedelli askerliğin devlete uzun dönem askerlikten nasıl daha yararlı olduğunu anlatıp durmuştu. Anında itiraz etti. "Aaa Adem amca ben en azından devletime katkı payımı ödeyip 30 gün hizmetimi yaptım. Senin damadın hiç yapmadı ya!"

 

Masayı derin bir sessizlik kapladı. İşte bunu söylemesini beklemiyordum ama söylemişti. Babam o ana kadar aklına gelmeyen bir gerçekle yüzleşiyordu şu an. Gerçekleri sindirmesi birkaç saniyesini aldı. Ardından."Lan Aziz!" diye parladı. "Sen asker kaçağı mısın?" Anneme döndü şaşkınlıka. "Asker kaçağına kız mı verdim ben?" Sonra da köşede sessizce yemeğini yemeye çalışan yeğenine. "Mahir, bizim ailemize askerliğini yapmamış damat nasıl aldık biz?"

 

"Dayı çocuğun kalbi delikti." dedi Mahir abim kısık sesle babama hatırlaması gereken gerçeği hatırlatarak.

 

"Ee şimdi turp gibi. Şimdi gitsin o zaman askere. Düğün iptal bu çocuk askerliğini yapmadan düğün yok."

 

Ben babamın ciddi olmadığını biliyordum da Aziz için aynı şeyi söyleyemeyecektim. "Babacım ne demek iptal? Yarın evleniyoruz ya biz. Birazdan imam gelecek. Ben giderim de askere o sorun değil de. Beni almıyorlar yani. Muafiyet belgem var benim." Neyse ki Aziz'in bu hali sadece düğünümüz tehlikeye girince ortaya çıkıyordu. Yoksa günlük hayatta daha sakin bir avukattı.

 

"Ne zamandan o belge?" dedi babam memur gibi sorgulamaya başlayıp. Bunları kızı verirken sorman gerekiyordu Adem bey diyemedim tabi. Yazık gaza getirilmişti o gün de. Leventoğlu erkekleri babamı hep kandırıyordu.

 

"Eski, eskiden. Ankara'ya gittiğimde işte. Babam çıkarttı hatta. Konuşsana baba." Aziz çoktan ayaklanmış mahkeme salonunda gibi tanık çıkarmaya başlamıştı bile.

 

"Otur lan otur." dedi babam gülerek. "Sana son düğün iptal şakasını yapmak istedim. Bu saatten sonra rahatsın."

Vicdansız babam müstakbel kocamın en hassas olduğu noktayla oynamaya bayılıyordu. Aziz de her seferinde geriliyordu bu 'düğün yok, evlenmiyoruz' cümlelerine. Bir yerden sonra ciddiye almayı bırakır diye düşünmüştüm ama her seferinde aynı ciddiyetle karşılık veriyordu.

 

"Adem amca bu yaptığın hoş mu? Senin damadın kalbinden ameliyat oldu. Bunları göz önünde bulundurursan sevinirim." Aziz'in babama trip atarak oturması hepimizi bıyık altından güldürse de 'amca' lafını duyan babam gülmüyordu.

 

"Amca mı? Lan, amca senin babandır."

 

"Ayıp oluyor Adem."

 

"Sana demedim dünürüm. Amca senin babandır. Ben amca. Aynı zamanda babanım. Doğrusunu söyle. Babayım ben."

 

"Ben şu imzaları atmadan kimseye bir şey demiyorum şu saatten sonra."

İşte bu ciddi bir adımdı. Çatalına taktığı karpuz dilimini benim tabağıma koyarken daha bir tatlıydı gözümde. İstediğine istediği tribi atabilirdi.

 

"Lan Aziz? Pişt bak lan!"

 

Babamın seslenmeleri cevapsız kalırken masada herkes çoktan farklı bir konu üzerine konuşmaya başlamıştı bile. Annem dünürüne ve halama yalıdan çektiği fotoğrafları gösteriyor. Meryem, Birsen babaanne ve Leyla, Leyla'nın karnı burnunda haliyle ilgili konuşuyor, tıbbi bilgiler havada uçuşuyordu. Sarp ve Erdem'in Mahir abimi vurulmanın nasıl bir his olduğunu anlatması üzerine darlamalarını duyuyordum. Susmayacaklarını anladığında en sonunda 'Kötü' demişti sadece. Aziz'in dedesi sessizce yemeğini yemeye devam ediyor, babaannem ise kimin sohbetine katılacağını seçememiş bir halde herkesi dinlemeye çalışıyordu.

 

Seslerin desibelleri yükselirken çalan kapıyı duydum ve yerimden kalktım. Kapıyı açtığımda karşımda mahallemizin imamı Ali hocayla mehir üzerine konuşan kuzenim Poyraz'ı görmeyi beklemiyordum.

 

"Hocam peki maksimum bir sınır var mıdır bu mehirde? Damat tarafı zengin de hazır elimiz değmişken bizim sülale de kalkınabilir mi?"

 

Kapının açıldığını fark ettiğinde gülerek bana döndü. "Canım ablam!" deyip ayakkabılarını çıkarıp sarıldı.

 

"Ne zaman ablan oldum be? Doğduğun günden beri Birce diyorsun sen bana."

 

Kollarını boynumdan çekti. "Mehir piyasasını öğrendiğimden beri." Karşımda hoca olmasa dilimin ucuna gelen çok şey vardı da işte. Bugün gelin kızdım. O yüzden sustum.

 

"Hoş geldin Ali amca." diyerek onu içeriye buyur ettim. İçerdekiler de kapının açıldığının farkına varmışlardı neyse ki. Biz Ali amcayla içeri girdiğimizde Poyraz'la selamlaşma faslındaydılar. Babam Ali amcayı görünce hemen ona yönelerek karşıladı. Bir sonraki saniyede de dünürüyle tanıştırdı. Kapıdan çıktığı andan itibaren Ali amcanın unutacağı herkesi de tanıştırmaya devam etti ama olsun.

 

Sofraya davet ettiklerinde Ali amca tok olduğunu buradan sonra başka bir nikaha gideceğini söyledi. Yoğun bir imamdı. O böyle deyince hemen ortam hazırlandı. Ben zaten yemek için üstüme uzun kollu midi beyaz bir elbise giymiştim başıma da çeyizim niyetine yapılmış beyaz bir örtü attım. Aziz'i Haziran sıcağında ona ördüğüm kazağı giymemeye zor ikna etmiştim ama yine benim geçtiğimiz aylarda aldığım bir gömleği giymişti. Herkes etrafımıza oturduğunda biz de Ali hocanın karşısına yere oturmuştuk. Neden yere oturmuştuk bilmiyordum. Bu işin raconu böyle miydi?

 

Ali Hoca şahitlerimizi sorduğunda ikimiz de aynı anda Mahir abime seslenmiştik. Düğüne gelip gelmeyeceği son ana kadar kesin olmadığı için resmi nikahta onu şahit yapma gibi bir niyetimizin olmamasını söylemişti. Şahitlerimiz arkadaşlarımızdı ama açıkçası onu da şahit yapmayı düşünüyorduk. O böyle deyince gelirse eğer dini nikahta şahidim olur diye geçirmiştim içimden. Belli ki Aziz de aynı şeyi düşünmüştü.

 

Ali hoca "Diğer şahit?" diye sorduğunda Poyraz hiçbir şey söylemeden gelip yere yanıma oturmuştu. "Abdestin var mı senin?" diye fısıldadığımda "Gusül aldım geldim." dedi kendinden emin bir tavırla. Aziz'le aylar öncesinde tanışmıştı Poyraz. Okulu çok yoğun olduğu için pek sık bir araya getirememiştim onları ama Aziz sevmişti kendisini. O yüzden şu an Poyraz'a gülerek bakıyor ve sesini çıkarmıyordu.

 

"Hocam bu arkadaş Aziz'in şahidi olacak." diye not düşmeyi de unutmadım. Ali hoca yavaş yavaş başını salladı. Önüne çıkardığı kağıda yazmaya başladı.

 

"Kızımızın adı Birce Işık. Babasının adı Adem. Annesinin adı Meltem." Bakışlarını kağıttan Aziz'e doğru çevirdi. "Oğlumuzun adı neydi?"

 

"Aziz Çınar Leventoğlu." diye cevapladı Aziz. İşte nedense şu an gerildiğini hissedebiliyordum.

 

"Baba adı?"

"Tekin?"

"Anne adı?"

"Birgül."

Aziz bir yarışma programında gibi ciddiyetle cevapladı soruları. Tamam aşkım sen kazandın dememek için kendimi zor tuttum.

 

"Şahitlerimizin adı?

"Mahir Ali Türkşanlı."

"Poyraz Ateş Türkşanlı."

 

"Hocam nikahı kıymadan önce bir kelime-i şehadet getirebilir mi damat? Gavur ülkelerde çok yaşadı. Bir emin olalım." Babam sessiz ortamdan istifade ederek araya bir şaka sıkıştırmayı kendine görev edinmişti.

 

"Adem amca?" dedi Aziz gerginlikle. Bilmediğinden değildi bu gerginlik. Şu an her şey çok ciddiydi ve evleniyordu. Yarının provasıydı resmen ve aylardır ortaya çıkmayan gerginlik şu anda ortaya çıkıyordu. Bu kadar gerginken onunla uğraşılmaması gerektiğini babam bilmiyordu tabi ama 'amca' kelimesini duyunca geri adım atması kolay oldu.

 

"Şaka yaptım hocam." dedi bir elini göğsüne koyarak.

 

Zaten Ali amca da pek takılmış gibi durmuyordu. Kağıda yazma işi bitince başını kaldırdı. "Nikahda aslolan duyurmadır. Onu da yarın en güzel şekilde yapacaksınız inşallah. Biz de uğrayıp tebriğimizi edeceğiz. Normalde dini nikahtan önce imam nikahı kıymam ama kırk yıllık ahbap olduğumuz bir aile Işık ailesi. Birce yavrum cami avlusunda, sokakta koşturarak büyüdü. Şimdi bu günlerini görmek de ana babası kadar beni de mutlu ediyor. Allah resulü (sav) nikah kıyacağınız zaman kadınlara mehirlerini veriniz der. Bir mehir miktarı belirlediniz mi?"

 

Ali amcanın sorduğu soruyla Aziz'le bakışlarımızı birbirimize çevirdik. "Ablacım, büyük düşün." diyen Poyrazı görmezden geldim.

 

Aziz gülerek bana bakıyordu. Ona soru soran gözlerle baktığımı fark ettiğinde "Senin hakkın, sen karar vereceksin." dedi.

 

Aziz'den izin çıktığı anda birkaç gündür düşündüğüm şey tekrardan kendini hatırlattı. "İstediğimiz türden yazdırabiliyoruz değil mi hocam illa altın olmasına gerek yok?" diye sordum. Ali amca gülerek başını salladı. "Hangi türden istiyorsun?"

 

"Dolar, 100 bin dolar istiyorum."

 

Etrafımda birilerinin tıkandığını, öksürüklerini ve gülüşlerini duymuştum ama tüm dikkatimi sadece Aziz'e verdim. Gülüyordu. Gözlerini sıkıca kapatmış gülüyordu. Bunu yapacağımı tahmin etmiş miydi bilmiyorum ama şu an oldukça eğleniyordu.

 

"Abla sen bir harikasın."

 

"Birce annecim o ne öyle görmemişler gibi. Tövbe estağfurullah. Öyle mehir mi olur?"

 

"Buldu yağlı kapıyı bu da sömürüyor. Anan mı öğretti Birce?" Babaannemin konuşması ise bir kulağımdan girmemişti bile. Sadece mehiri yazması için Ali amcaya çevirmiştim bakışlarımı. O da ciddi olup olmadığımı anlamak için Aziz'e bakıyordu.

 

"Yazın hocam. 100 bin dolar." Etrafımızdaki ailemize baktı tek tek. "Birce'yle aramızda olan bir şey." deyip açıklama da yaptı.

 

"Hocam bunu müeccel mehir olarak yazalım ama." diyerek ben de araya bir dip not düştüm. Araştırmamı yapıp gelmiştim. Ali hoca gülerek not aldı dediğimi.

 

"Abla o ne oluyor?" diye fısıldadı Poyraz ama Ali hoca duymuştu.

 

"İki tür mehir vardır bir muaccel yani peşin diğeri müeccel yani vadeli. Muaccel nikah sırasında ya da sonrasında kadına teslim edilir. Müeccelse yine kadının hakkıdır ama ileride verilir genelde de bir boşanma durumunda olur bu. Birce kızım işini sağlama alıyor maşallah. Muaccel mehrin nedir peki kızım?"

 

"Onu Aziz bana zaten verdi. Başka bir şey istemiyorum." diyerek mehir mevzusunu kapattım. Aziz anlamamış gibi bana bakıyordu. İngiltere'deki evi çoktan unutmuştu bile. Tabi o böyle bir düşünceyle vermemişti bana evi ama ben o niyetle alıp kabul etmiştim.

 

"Neyse en azından boşanırsa fakir kalmayacağız." dedi Poyraz çok da memnun olmayan bir halde.

 

"Bismillahirrahmanirrahim. Tekin oğlu Aziz Çınar, Allah'ın emri peygamberin kavliyle ve belirlemiş olduğumuz 100 bin dolar mehirle Adem kızı Birce'yi zevceliğe kabul ettin mi?"

 

"Kabul ettim."

Aziz gözlerini Ali hocaya dikmiş soracağı her soruya doğru cevap vermek isteyen öğrenci haline bürünmüştü. Aşkım tek cevap hakkın var demek istiyordum ama ortam müsait değildi.

 

"Kabul ettin mi?"

"Kabul ettim."

"Kabul ettin mi?

"Kabul ettim."

 

İnsanın eli bir alkış yapmaya gitmiyor değildi hani ama kendimi durdurdum. "Adem kızı Birce, Allah'ın emri peygamberin kavliyle ve belirlemiş olduğumuz 100 bin dolar mehirle Tekin oğlu Aziz Çınar'ı kocalığa kabul ettin mi?"

 

"Kabul ettim."

 

Aziz'in gerilen omuzlarının yavaş yavaş indiğini hissedebiliyordum.

 

"Kabul ettin mi?"

"Kabul ettim."

"Kabul ettin mi?

"Kabul ettim."

 

"Şahitler, siz de şahit misiniz?" dediğinde bakışlar Mahir abime ve Poyraz'a döndü.

 

"Şahidiz." dediler aynı anda. Bağırmadan sesleri nasıl bu kadar gür çıkabiliyordu o da tam şu an nikahım kıyılırken kesinlikle düşünmem gereken bir konuydu.

 

"Sizler de şahit misiniz?" diyerek odadaki herkese döndü bu sefer Ali hocanın bakışları. Herkes tek bir ağızdan "Şahidiz." dedi. Düşününce, gerçekten de öyleydiler.. Her şeyiyle bize şahittiler. 14-15 yaşlarımızdan 29-30 yaşlarımıza kadar. Araya zaman girse de... O araya giren zamana da şahittiler. Aziz'in anne babası onun bensizliğine. Benim ailem benim onsuzluğuma şahitti. Şimdi de bir olmamıza şahittiler.

 

Ali hoca 'amin' deyip duamızı ettikten sonra kağıda imzamızı attırmayı da unutmadı. Kağıdı da bana verdikten sonra ailelerimizi tebrik edip evden çıktıktan sonra salon birbirini tebrik eden insanlarla dolmuştu.

 

"Bircecim enişteden boşanacağın zaman haberimiz olsun. Parayı yiyebileceğimiz çok güzel fikirler var aklımda."

 

"Sen Aziz'in şahidisin salak. Parayı vermezse senden alacağım." Poyraz'ın dumura uğramış suratına dil çıkararak uzaklaştım yanından ve Mahir abime sarıldım.

 

"Hayırlı uğurlu olsun güzelim. Bir ömür mutlu olun."

 

"Amin inşallah abicim. Tez vakitte senin de nikahını görmeyi nasip etsin rabbim!" Abartılı abartılı ettiğim duama sesini çıkarmadı. Sadece gözlerini devirmekle yetindi.

 

Sonraki saniye Aziz'le göz göze geldik. Salondaki curcuna devam ederken sağı solu kolaçan edip bana yanaştı. Ellerini yanaklarıma çıkardı. Gözlerime tek tek bakarken gerçekten hala heyecanlı olduğunu görebiliyordum. "Şu an karımsın farkında mısın?"

 

"Evet aşkım az önce ben de 'kabul ettim' dedim. Gayet farkındayım." İkimiz de kendimizi tutamayıp gülüştük. "Yarın da resmen karım olacaksın. Her türlü. Benim karım." Tam ağzımı açıp ona karşılık verecektim ki aklıma gelen şeyle yüzüm düştü.

 

"Aziz.." dedim sızlanarak. "Bizim hala ilk dans şarkımızı yok." Onun da aklından çıkmış olacak ki. Duyduğu şeyle bir süre düşünceler alemine daldı. Sanki şu an bir şarkı ismi verecek gibiydi ama ağzından hiçbir şey çıkmadı. Derin bir nefes verip ellerini yanaklarımdan çekti.

 

"Herkes buraya bakabilir mi?" diye seslenerek herkesin dikkatini çekti. "Bir problemimiz var. İlk dans şarkımız yok. Bu gece o şarkıyı bulmadan kimseyi hiçbir yere gönderemiyoruz. Kusurumuza bakmayın."

 

Kimseden çıt çıkmıyordu ki "Aziz yemin ediyorum doğururum şuraya ha! Ne demek kimse hiçbir yere gidemez. Yorgunum ben yatıp uyuyacağım." diye isyan eden hamile Leyla biraz sinirli görünüyordu. Şu ortamda benden sonra lafının üstüne laf söylenmeyecek diğer insandı Leyla çünkü gerçekten çok hamileydi.

 

Ama onun ne kadar hamile olduğu Aziz'i pek ilgilendiriyor gibi durmuyordu. Bu meseleyi oldukça ciddiye almıştı. Kolundaki saatini kontrol etti. "Şu saatten itibaren sana 29 saatlik bir doğurma yasağı koyuyorum. Düğünümüzde doğuramazsın Leyla. Bizi bu klişeye mahkum etmen yasak. Senden tek isteğimiz bu. Şimdi içeri geçip uyuyabilirsin ama kocan burada kalacak."

 

Karısının kocası Erdem anında ayaklandı. "Beni rehin mi tutuyon olum?" dedi gülerek. Sonra hemen ciddileşti. "Hem ne demek doğurma yasağı lan! Sen ne karışıyorsun benim karımın doğurup doğurmayacağına! İstediği yerde istediği şekilde doğurur sana ne?!"

 

Aziz anlayışa başını salladı. "Politik olarak çok doğru olsan da sana düğünümüz geçtikten sonra hak vereceğim." Dedi oldukça ciddi bir şekilde. "O zamana kadar yapılması gerekenler Leyla'nın bebeği içerde tutmasını sağlamak, ilk dans şarkısı bulmak ve plana sadık kalmak."

 

"Ne kastınız bu kadar ilk dans şarkısı diye? Şeyi seçsenize..."

 

Gelecek önerinin önünü kesmek için atıldım anında "Abi Pervane dersen yemin ediyorum düşüp bayılırım şuraya Pervane gibi."

 

"Yok be kızım ne pervanesi. Şey vardı ya 'ben bal arısı gibiydim senden önce.'"

 

Attığım çığlığı bastırmak için Aziz'in göğsüne yasladım kafamı. O da anında sardı bedenimi. Beni rahatlatmaya çalışır gibi sırtımı okşamaya başladı bir yandan da Mahir abime olayı anlatmaya çalıştığını fark ediyordum.

 

"Abi o şarkının adı Pervane zaten."

 

"Pervane mi? Niye lan? Bal arısı koysalarmış en çok orası bilinmiyor mu?"

 

"Devamı var ya abi hani şarkının 'ben bal arısı gibiydim senden önce, bak pervanelere döndüm seni görünce..'" Aziz'in göğsünde bastırılmış bir çığlık daha attım. Aziz okşayışlarına devam etti. "Tamam ama güzel. Bu şekilde devam edebiliriz. Eminim farklı fikirler de çıkar."

 

"Ben İrem Derici'den Bu Şarkı Kalbimin Tek Sahibine diyorum. Klasiktir." Poyraz'ın fikir belirtmesi sonucu Aziz'in göğsünden ayrılıp Poyraz'ın kafasına bir şamar geçirdim. "Ah ne vuruyorsun kızım? Beyin hücrelerim ölüyor. Bu beyin hücrelerim ne kadar kıymetli benim senin haberin var mı?"

 

"Bir işe yaramıyorlar belli ki bir kısmı ölse çok da sıkıntı olmaz!"

 

"Sensiz saadet neymiş'i öneriyorum ben çocuklar. Çok severim çok güzel şarkıdır."

Babaannesinin önerdiği şarkıyla Aziz bana döndü. Bu kadar mıymıntı olmak istemiyordum ama sanki söylenilen hiçbir şarkıyı beğenmeyecek gibi hissediyordum.

 

"Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli, alıştım hasretine falan diyormuş şarkıda. Birce ayrılık temalı bir şey istemiyor." dedi Meryem elindeki telefondan şarkının sözlerine bakıp beni reddetmekten kurtarırken.

 

"Son Arzum!" dedi Aziz dede 'evreka' der gibi.

 

"Ardına da bir fatiha patlatırız." dedi Sarp fısıldayarak. "Aziz dedecim onda da fazla ölüm teması yok mu sence?"

 

"Onu bilmem güzel şarkı." diye cevap verdi Aziz dede müzik zevkine laf söylettirmeyerek.

 

"Anne? Senin aklına gelen bir şey yok mu?" Ağlamak üzere olan ses tonumu bastırmaya çalışarak anneme sordum.

 

"Annecim düşünüyorum ama aklımda sadece 'kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı' çalıyor. Sinir krizi geçirme diye söylemedim." Annemin utana sıkıla ağzından çıkan şarkıya gülmeye başladım. Sinirim bozulmuştu doğru ama komikti de gerçekten.

 

"Tu te reconnaitras diye bir şarkı var aslında çok da güzeldir."

Birgül annenin önerisiyle Aziz yine bana baktı. Ağzımı açmama gerek kalmadan tekrar annesine döndü. "İkimizin de anladığı bir dilde olursa daha iyi olur anne. İngilizce ya da türkçeden devam edelim."

 

"Abi kusura bakma ama biz yapay zeka mıyız ya? Bir de vur sırtımıza kırbacı tam olsun. Bu nedir?" İsyan eden Poyraz bu sefer de bacağına bir tekme yemişti ama bu kez benden değil abisindendi.

 

Onları umursamadan Aziz'e döndüm. "Aziz boş ver söyleriz ne çalarlarsa onunla dans ederiz olur mu? Valla yoruldum ya düşünmek istemiyorum."

 

"Tamam." dedi yine anlayışla ikna etmeye çalışmadan. "Sen düşünme güzelim. Kocana bırak. Söz ben en güzelini bulacağım sana tamam mı?"

 

"Rehineliğimiz bitti mi yani?" diye sordu Poyraz abisinin kolunun altına sıkıştırdığı kafasını zorla kurtararak. "Sen zaten burda kalacaksın? Senin için bir şey değişmiyor?" dedim sabır dileyerek. Susadabilirdim ama ben de cevap vermeden duramıyordum işte.

 

Herkes beni teskin edecek şeyler söylediğinde yarın erken kalkmamız gerektiğini hatırlayarak Herkes evlere dağılmak üzere ayaklandı. Hamile Leyla evden çıkarken Aziz uyarsını tekrarlamayı unutmadı. Leyla'ysa etrafında kimin olduğunu önemsemeden küfretti sadece. Meryem sabah kaçta gelmesi gerektiğini tekrar tekrar sordu teyit etti. Aziz annesi babası dedesi ve babaannesiyle bu geceden geçeceklerdi yalıya. Düğünden sonra bir geceliğine bizimkiler de orada kalacaktı. Tabi biz de...

 

Herkesi gönderdikten sonra kapıda Aziz'le baş başa kaldık. İçeriye doğru bir bakış atıp beni apartmanın koridoruna çekip kapıyı kapattı. Belimden tutup kendine çekti. Bakışlarının yüzümde gezerken dudaklarımda duruşunu görebiliyordum.

 

"Yarın kahvaltıdan sonra seni almaya geleceğiz, alacağız, mekana gideceğiz, sen hazırlanacaksın, gelinim olacaksın, nikahımız kıyılacak, çok güzel bir şarkıyla dans edeceğiz.." Anlatımın bu kısmında birazcık moralim bozulsa da ses tonundaki pus girdiğim kötü düşüncelerden beni anında çıkarıyordu. "İnsanlar bizi tebrik edecek, yemek yenecek, pasta kesilecek, eğlence başlayacak, eğlence bitecek..."

 

Bir süre sessiz kaldı. Elleri belimin iki yanını sıkıca tutmuştu. Kendine daha çok bastırdığında sıradaki aşamayı tahmin etmemem mümkün değildi. O da zaten tahmin etmeme gerek kalmadan dudaklarıma doğru fısıldadı. "Sonra da benim eğlencem başlayacak... Odayı hatırlıyorsun değil mi Birce?"

 

Evet, hatırlıyordum. Yalı adına uygun olarak döşenmişti ve içi buram buram tarih kokuyordu. Yarın gece kendimi Süleymanın mor mendilini kapan Hürrem gibi hissedeceğime emindim.

 

Sessizce başımı salladım. Dudaklarımı hissedilmesi zor ama devamının gelmesi için sızlanacağım bir öpücük bıraktı. Benden hafifçe uzaklaşırken ben hala etkisi altındaydım."Birkaç saat sonra görüşüz bir tanem. Karım olmana sayılı saatler..."

 

 

 

 

Fark ettiyseniz hâlâ bir ilk dans şarkımız yok. Önerilerinizi buraya alayım yoksa bal arısıyla evlendireceğiz çocukları😅

Bölüm : 23.04.2025 01:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Melin Öğüt / Yirmi Dokuz / 53. Bölüm- Son Gün
Melin Öğüt
Yirmi Dokuz
1. Bölüm Verilen Söz2. Bölüm- Ve Ayrılmaz Dostluğa!3. Bölüm- Etkileyici Hediye4. Bölüm- Karşılaşma5. Bölüm- Ellerimde Çiçekler6. Bölüm- Nedensiz, Nasılsız7. Bölüm- İhtimallerin Heyecanı8. Bölüm- Agop'un Meyhanesi9. Bölüm- Kim Bilir?10. Bölüm- Söz11. Bölüm- Kıskançlık12. Bölüm- Geçmemiş Geçmiş13. Bölüm- İnandır Beni14. Bölüm- Önce Sen!15. Bölüm- Aile16. Bölüm- Tırtıl ile Uğur Böceği17. Bölüm- İlk Bakış18. Bölüm- Geçmişin İzi19. Bölüm- Yüzleşme20. Bölüm- Yeniden21. Bölüm- Yarın Hiç Olmayabilir22. Bölüm- Yara23. Bölüm- Kendimden Bile24. Bölüm- İtiraf Çabası25. Bölüm- Tatil Öncesi26. Bölüm- Özgür Kelebek27. Bölüm- Çıkma Teklifi28. Bölüm- Korku29. Bölüm- Sevdalı Oldu, Felaket Oldu, Ayrılık Oldu30. Bölüm- Sevgili31. Bölüm- Her Şeye Rağmen32. Bölüm- Şimdi Uzaklardasın33. Bölüm- Uzak Mesafe34. Bölüm- İstanbul->İngiltere35. Bölüm-İlk Gün36. Bölüm-Ev37. Bölüm- Yüzük38. Bölüm- Davet39. Bölüm- Kavuşma40. Bölüm- Dönüş41. Bölüm- Bebek?42. Bölüm- Yemek.43. Bölüm- Plan44. Bölüm- İstiyorum, Veriyor Musun?45. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 146. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 247. Bölüm- Unutulan48. Bölüm- İyi ki49. Bölüm- Zafiyet50. Bölüm- Gizlenen51. Bölüm-Yanında52. Bölüm- Hayat53. Bölüm- Son Gün54. Bölüm- Evet!55. Bölüm- Yeni Bir Hayat56. Bölüm- Leventoğlu57. Bölüm- 2+158. Bölüm- Otuzuncu Mum Işığı (Final)Özel Bölüm: Hayat IşığıÖzel Bölüm: I.L.
Hikayeyi Paylaş
Loading...