54. Bölüm

54. Bölüm- Evet!

Melin Öğüt
melinogut

Selamlar, selamlarr🩷

Yirmi Dokuz'un en uzun bölümüü

Gün içinde bölüm kontrolü yapamadığım için cumartesi yükleyemedim ama uzunluğuyla bunu telafi edeceğimi düşünüyorumm

İyi okumalarr 🩷

 

 

 

 

 

"Bircee, uyanmam lazım yoksa geç kalacağız."

 

Kulağıma gelen sesle gözlerimi açtığımda burnumun dibinden gelen kurabiye kokularının sebebi kurabiye değildi. Kahverengi saçlı, boncuk gibi kocaman kahverengi gözlü bir bebekti ve uyanmam için gözlerimin içine bakıyordu sanki.

 

2 yaşlarında gibiydi. Bana bakıp uyandığımı anlayınca öyle nazlı nazlı gülmüştü ki alıp içime sokasım geldi. Dayanamadım yaptım da. Başını göğsüme yasladım. Doya doya kokladım başını. Aziz gibi kokuyordu. Tarçını biraz eksik kalmıştı sadece. Başının üzerine öpücükler kondururken o da başını kaldırıp benim yanaklarımı öpmeye başladı. Birbirimizi yeni bulmuş gibi öpüp duruyorduk.

 

"Ohoo bir dakika bir dakika burada anne kız aşkı mı yaşanıyor? E hani baba?"

 

Aziz'in sesiyle ikimiz de kafamızı odanın kapısına doğru çevirdik. Canım sevgilim tişörtsüz giydiği mutfak önlüğüyle biscolata erkeği olmuştu.

 

Kollarımın arasındaki minik kurabiye "Babam" deyip kollarını Aziz'e doğru uzatınca Aziz'in suratındaki yalancı kızgınlık da yerini kocaman bir gülümsemeye bıraktı. Önlüğünü çıkardı ve yatağa gelip ikimizin üstüne ağırlığını vermeden çıktı. O bize yukarıdan bakarken biz kıkırdamadan duramıyorduk.

 

Aziz önce benim boynuma öpücüklerini kondurmaya başladı. Yüzü boynumdayken başını da salladığında gıdıklanmadan edemedim. Benim yeterince güldüğümü düşünüp kızının boynunu da öpücüklere boğdu. Bir ona bir bana sayısız öpücük verirken kahkahalarımızı durdurmak çok zordu.

 

"Aa inanılmaz gerçekten. Uykusunda gülüyor. Birce annecim ne görüyorsun acaba bu kadar?"

 

"Birce gerçekten uyanman lazım yoksa geç kalacağız."

 

Kocamla ve kızımla yatak odamızdayken duyduğum bu sesler bu odada olabilecek insanlara ait değildi. Beynimin aniden ayılmasıyla gözlerimi açtım ve karşımda annemle Meryem'i gördüm.

 

Benim kızım nerdeydi? Kocam nerdeydi? Evim nerdeydi?

 

Gördüklerimin rüya olduğunu algılamam birkaç saniyemi aldı. Anladığımda ise kafamı yastığa gömüp neredeyse ağlamaya başladım. Ciddi ciddi bir ağlama değildi ama elimdekileri kaybetmiş, aslında hiç sahip olmamışlığın verdiği o isyan dolmuştu içime.

 

“Ay ne oldu şimdi birden?” diyerek yatağa yanıma oturdu annem. Gerçekten endişelenmişti.

 

“Anne ya..” dedim mızmızlanarak. “Çok güzel rüya görüyordum.”

 

“Ne görüyordun annecim?”

 

Sanki o anları tekrar yaşar gibi hissettiğim tüm duygularla anlatmaya başladım. “Aziz’le evlenmişiz. Bir de bir tane bebeğimiz olmuş. Kız hem de. O kadar tatlı ki!”

 

Annem de benim ona anlatışımın etkisine öyle kapılmıştı ki “Oy anneannesi sevsin onu!” diyerek olmayan torununu bağrına bastı resmen. “Ama rüyanın ilk kısmını gerçeğe dönüştürmek için şu kıçını yataktan kaldırman gerekiyor Birce. Geri kalan da sizin kararınız çocuğum.” Anında modunu değiştirmişti. Kaynana modu aktif olmuştu. Kızını bu yataktan çıkarmak asli göreviydi.

 

Annem haklıydı. Ben bugün evleniyordum. Yastığı yüzümden çekip doğruldum. Yataktan çıkarken annemin beni baştan ayağa bir süzdüğünü gördüm. Kolumdan tuttuğunda ona çevirdim bakışlarımı. “Birce annecim, bu rüyaların altında başka bir şey mi var?”

 

Zaten üç saniye önce falan uyanmıştım. Ne demek istediğini pek anladığım söylenemezdi şu anda. Boş bakışlarımdan sıkılmış olacak ki “Hamile misin?” diye sordu dan diye. Gülmek dışında hiçbir şey yapamadım.

 

“Anne Allah aşkına. Kaç aydır Aziz’le baş başa kaldığımız mı var? Tövbe estağfurullah ya.” Babamın sıkı yönetimi, düğün hazırlıkları, ev inşaatı, iş hayatı derken bizim o işler biraz nanay olmuştu.

 

Annem muhtemelen cevabımın sitem barındıracağını düşünmemişti “Hayırdır, dertlendin herhalde kaç aydır baş başa kalamadınız diye? Bundan sonra yıllarca kalırsınız baş başa. Annen baban bir başına siz baş başa kalırsınız.” diyerek o da karşı sitem saldırısında bulundu.

 

“Ay ay ay aman aman aman..” diyerek benden uzaklaşan anneme sarıldım. “Sen kızın evden uçuyor diye üzüldün mü? E evleneyim diye yolumu gözlüyordun anne ne oldu şimdi?”

 

Sırrını açığa çıkarmışım gibi ağzıma bir tane vurdu. “Sus kız onla bu bir mi?”

 

“E evlenmeyeyim anne istemiyorsan?”

 

Bu belli ki işine hiç gelmiyordu. “Ay ben onu mu diyorum Birce insanı bir rahat rahat duygulandırmıyorsun gerçekten!” diyerek kıskacımdan kurtuldu.

 

“Sen de hem duygulanıp hem kızını verme derdindesin.”

 

Omuzlarını silkti burnunu yukarı dikip “Hem ağlarım hem veririm ne var?”

 

“Tamam tamam bir şey yok.” dedim gülerken. Kız annesiydi, hakkıydı, istediğini yapabilirdi.

 

“Gidiyorum ben. Az kaldı kahvaltının işi. Ondan önce yapacağınız bir şey varsa yapın.”

 

Burada hemen başımı Meryem’e çevirdim. Ne yapacağımı o bilirdi.

 

“Hızlı bir duş al Birce. Gözeneklerin açılsın. Sonra maske yapacağız. Saçlarını da evden çıkarken toplayacaktık değil mi? Çok iyi bir model buldum. Sana çok yakışır. Zaten akşam hazırlığı yalıda olacak. Hafif de bir makyaj yaparız sonra makyöz silip tekrar yapar.”

 

Kafasındaki yapılacaklar listesini kontrol edip her şeyi yerli yerine koyduğunda bana sadece duşa girmek kalmıştı. Bornozumu ve duş sonrası giyeceğim tişört şortu da dolabımdan aldım. Meryem dolabın kapağına asılı, evden çıkarken giyeceğim beyaz elbiseye bakıyordu.

 

“Aklın mağazada gördüğümüzde kaldı değil mi? Boş ver kız onu da sen after elbisen yaparsın.” dediğimde güldü içten bir şekilde. Sarp’la işleri yoluna koymuşlardı. Her şey gayet iyi gidiyordu. O kadar iyi gidiyordu ki ikisi de bu gidişatı bozmak istemediğinden bir adım daha atmıyorlardı.

 

“Onun için bakmadım.” dedi gözlerini devirerek. Onlar böyle tatlı olunca bizim de onlarla uğraşmalarımız artmıştı tabi bu dönemde. Artık çok ciddiye almamaya çalışıyorlardı. “Elbise çok hoş ve zarif sana da çok yakışacak zaten ama bunu giyiyor olman gerçekten çok özel.”

 

Dolabımın kapağında asılı olan, herhangi bir farklı tarafı olmayan, belden oturmalı, kalın askılı, mini beyaz bir elbiseydi. Onu özel kılan zaten kumaşı, kesimi ya da şekli değildi. Teyzemin olmasıydı. ‘Nerde giyeceğim ben bunu Birce, beyaz beyaz gelin gibi?’ demişti. Her dediğine itiraz edip aldırmıştım ve öylesine dışarı çıktığımız bir gün giymiştik birlikte beyaz elbiselerimizi. ‘Düğününde de bunu giyeyim de çıldır.’ demişti bana. Keşke giyseydi.

 

“O burada olmayı hak ediyordu. Böyle olunca ne bileyim… Bir şekilde yanımdaymış gibi hissedeceğim galiba.”

 

“Çok garip değil mi?” dedi elbise bakmaya devam ederken. “Teyzenin korkularıyla geldin bir yaşına kadar, sonra teyzenin yaşadığını yaşama korkusuyla. Ama tutunduğun da o oluyor… Ne kadar güçlü bir bağ.”

 

“Öyle..” diyebildim sadece ben de elbiseye bakarken.

 

“Bizi evinde toplayıp erkeklere genç yaşta güvenmememiz gereken öğütler verdiği günü hatırlıyor musun?” dedi Meryem gülerek. Çok iyi hatırlıyordum. Zaten o ve onun gibi konuşmalarıydı beni korkutup aşktan kaçıran.

 

“O da çok şey yaşamış… Belli ki kalbi çok kırılmış.” dedim teyzemin o konuşmalarda ne kadar ciddi olduğunu hatırlayarak.

 

“Hikayenin tamamını asla bilemeyecek olmamız çok garip. Annen bile bilmiyor değil mi?”

 

“Hiç anlatmamış.” dedim dudağımı büzerek. “Bittiğinde sadece bitti diye ağlamış anneme. Sonra da konusunu bir daha hiç açmamış.”

 

“Sır olarak kalacak gerçekten.”

 

“Belki bir tek o adam biliyordur aralarında ne olduğunu. Onun da kim olduğunu biz bilmiyoruz.” dedim omuzlarımı silkerken. Bu konu üzerinde eskiden çok düşünmüştüm ama bir yerden sonra kabullenmekten ve düşünmemeye çalışmaktan başka yapacak bir şeyim yoktu.

 

“Telefonun çalıyor.” dedi Meryem yatağın üstünde titreyen telefonumu gösterip. Telefonumu elime aldığımda Kemal Bey’in aradığını gördüm.

 

Telefonu açtığımda “Birce’cim şimdiden tebrik ederim sizi.” diyerek beni karşıladı Kemal Bey. Her şeye rağmen düğüne davet etmiştik ama o tarihte iş için İzmir’de olması gerektiğini söylemişti. Yeğeniyle olan geçmişimiz yüzünden mi yoksa gerçekten de işi mi vardı bilmiyorum ama düğüne gelemeyeceği için arayıp tebrik etmek istemişti.

 

“Çok teşekkürler Kemal Bey. Nasılsınız, iyisinizdir umarım.”

 

“Büyük evimde, kocaman balkonumda tek başıma çayımı yudumluyorum. Hayallerimin evi için teşekkür ederim sana Birce. Ev dışındaki diğer hiçbir şey hayallerimdeki gibi değil ama yine de bu evin içinde olmak iyi hissettiriyor.”

 

Bu adamın da melankolik tarafı bazen çok baskın geliyordu. Tek başına yaşamak için o evin çok büyük olduğunu zamanında ona ben de söylemiştim ama bu şekilde olmasını istemişti. İzmir’de sarhoş olduğu gece geldi aklıma. Belli ki onun da teyzem gibi acı veren bir aşk hikayesi vardı. Aşk, her yaşta zorlayıcı olabiliyordu…

 

“Lütfen tadını çıkarmaya bakın. Evinizde olmayı çok seveceksiniz.”

 

Güldü sadece bu dediğime ve tekrar teşekkür etti. Ardından yine tebrik edip Aziz’i arayacağını söyleyerek kapattı. Ben de telefonu kapattıktan sonra vakit kaybetmemek için duşa girip çıktım.

 

Annem kahvaltıyı salondaki masaya kurmuştu. Ev ahalisi çoktan ayaklanmıştı bile.

 

“Evlere şenlik kızımız var, gelin de olmuş gidesi var. Belki biraz da durası var, olmaz vericez vallahi.” Poyraz’ın benibeni gördüğü anda uydurduğu şarkıyla tüm gözler üzerimeüzerime çevrildi.

 

“Ayy halacım günaydıın.”

 

“Günaydın güzel yavrum benim.”

 

“Günaydın abisi.”

 

“Günaydın, günaydın.”

 

Fazla günaydınlı karşılanmamın etkisiyle olduğum yerde durup bu ilginin sebebini sorgulayacaktım ki gelin olduğum aklıma geldi. Bunu galiba bugün kendime birkaç kere hatırlatmam gerekiyordu. Babaannem bile hiç adeti olmadığı halde günaydın demişti. Belli ki öncesinde uyarılmıştı. Annem sofra hazır deyip herkesi sofraya çağırdığında hep birlikte kahvaltıya oturduk.

 

“Birce’cim, abim de tam yıllar önceki İzmir gezinizde kafanı nasıl suya sokup seni ayılttığını anlatıyordu.”

Kafasına yediği darbe Poyraz’ı susturmamıştı. Bu çocuğun okulunda böyle bir karakter olmadığına yemin edebilirdim ama bizim yanımızda şımarıyordu.

 

“Ben boşuna mı gitmelerini istemedim o tatile. Biz sanki bilmiyorduk Aziz’in bizim kızı sevdiğini. Bu kadar da belli edilmezdi yani.” O sıralar ben daha kendi duygularımı zor kabullenmişken etrafımdaki herkesin Aziz’in gözlerine bakıp tüm olayı çözmeleri biraz sinir bozucuydu. Bu kadar açık mıydı gerçekten ya? Ben o zamanlar bile şüphe içerisindeydim.

 

“Benim anladığımı fark ettiğimde öyle bir korku ifadesi yerleşti ki dayı yüzüne. Dedim ‘korkma dışardan anlaşılmıyor o kadar, dayım anlamamıştır.’ Yalan! Gün gibi ortadaydı her şey de işte kendi kendilerine çözsünler işlerini diye sessiz kaldık.”

 

“Keşke o sessizlik yeminini bir yerde bozsaydınız üsteğmenim. Mesela Aziz’i Ankara’da hastanede gördüğünüz ve hastalığını zorla öğrendiğiniz zaman.”

 

Mahir abim ağzındaki zeytinle masada kalakalmıştı. Bu olayı bu masada özellikle dayısının yanında dökeceğimi hiç düşünmemişti belli ki.

 

“Mahir?” dedi babam sorgulayan bakışlarını yavaş yavaş Mahir abime çevirirken. İşte şu an gerçek bir ihanet yüzleşmesi izleyebilirdik.

 

“Sen ta o zamandan mı biliyordun oğlum?” Babamın yüzünde ‘sen benim oğlumdun.’ diyen Adnan Bey’in ifadesi vardı.

 

“Dayı neden sakladığımı biliyorsun. Şimdi bu güzel günde geçmişi deşmeyelim değil mi Bircesi?” Bakışları bana uyarı gönderiyordu ama hiç takmadan kahvaltımı yapmaya devam ediyordum.

 

“Lan sakladın tamam da niye benden sakladın lan!”

 

Babamın yükselmesine karşı Mahir abim oldukça sakindi. “İki kişinin bildiği sır, sır değildir dayı.”

 

“Oğlum zaten iki kişi biliyor anasını satayım! Bana niye söylemiyorsun?”

 

Mahir abim ‘yaptığından memnun musun?’ Bakışlarıyla beni öldürmeyi planlıyor gibiydi. Madem evleniyordum eteğimde taşlar kalmasındı değil mi? Aziz ve Mahir ikilisinin yıllarca arkamdan iş çevirmesi hiç hoş değildi. Bir tanesini kocam yapıyordum onun çilesi ömür boyu bitmeyecekti. Diğerine de minik minik rahatsızlıklar vermekten mutluluk duyacaktım.

 

"Dayı, biz bunu sonra bilahare konuşuruz seninle.”

 

Babam tek bir kelime etmeden önündeki kahvaltıyla ilgilenmeye devam etti. Yeğenine küs kalmayacağını biliyordum ama o da biraz trip atabilirdi. Malum, bu konuda benden daha iyiydi.

 

“Dayı, kızı almaya geldiklerinde tutulacak kapının bir sınırı var mı? Sen bilgili birine benziyorsun.”

 

Poyraz’ın yalnız bize gösterdiği bu gevşekliği babamdan geliyordu. Oğlan tam da burada dayıya benzemişti. Bir yeğeninden darbe yiyen babam yüzünü diğerine döndü. “Poyraz’ım Ateş’im bak şimdi, bi bahçe kapısı var biiir. Binanın kapısı var ikiii. Evin kapısı var üüç. Odanın kapısı var döört. Şimdi bunları hem girerken hem çıkarken tutarsan etti mi sana sekiiz. İstediğini tut benden sana sonsuz kapı izni.”

 

“Ya baba ne diyorsun Allah aşkına! Poyraz’ı doyurmak için mi evleniyorum ben?” Ben isyan ediyordum ama masadakiler için bu oldukça komik bir durumdu.

 

“Dün 100 bin dolar mehir isterken öyle demiyordun ama ablaların gülü. Senin kastın bana mı? Söz senden mezuniyet hediyesi istemeyeceğim. Şu eniştemi biraz sömürmeme izin ver.” Poyraz yine işi düştüğü için bana abla diyordu.

 

“Bir de sana mezuniyet hediyesi mi alacaktık?” dedim yargılayan bakışlarımı Poyraz’a göndererek. Tabi ki olacaktık ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.

 

‘Öyle mi?’ der gibi bir bakışla başını eğdi yavaşça. “Bunu bildiğim iyi oldu Biricik Hanım. Enişte Beye öyle bir muamele gösteririz biz de.”

 

Poyraz’ın tehditlerini ciddiye bile almadım. Çatalıma taktığım zeytinimi yerken “Abi, kardeşin beni tehdit ediyor.” diyerek durumu Mahir abime havale ettim. Az önce onu ele vermeme rağmen masadan aldığı poğaçayı kardeşinin ağzına tıktığında en azından bir süre için Poyraz’ın sesini duymadım.

 

“Birce kız, kayınlarının tarafında çok yabancı olacakmış biz onlarla nasıl anlaşacağız?”

 

“Halacım senin onlarla anlaşmana zaten gerek yok da çok anlaşmak istersen dans yoluyla anlaşabilirsin. Herkes piste döküldüğünde ankara havasında tüm milletler bir araya geliyor sen merak etme.”

 

“Benim istek parçamı koydunuz değil mi listeye?” Poyraz’ın ağzındaki poğaçası bitmişti belli ki konuşmaya devam ediyordu.

 

“Hayır Poyraz Ateş’cim çünkü düğünümde damat halayı oynayamazsın.”

 

Adeta isyan etti. “Niye ya! Niye oynayamıyorum?”

 

“Çünkü abin damat olmuyor ve sıra da sana gelmiyor! Ben evleniyorum ben! Ablan! Salak çocuk.”

 

“Ulan abi! Hep senin yüzünden bir evlenemedin gitti. Sıra bana gelemedi annemi öpeyim. Ne zaman evleniyorsun sen?”

 

Masadaki menemene ekmek banarken Mahir abimin öldürücü bakışları Poyraz’ın üstündeydi. “Seni hiç alakadar etmez.” dedi gram umursamadan. ‘Evlenmeyeceğim’ dememişti. Bu da bir gelişmeydi. Şu mühendis kız Sumru’yla Mahir abimi düğünde bir denk mi düşürsem diye düşünmeden edemiyordum. Kendisi bizim görüşmemizin üzerine bir ay sonra Kürşat’la yolları ayırıp kendi firmasını kurmuştu. Şahin de memnun olmadığımız mühendislik firmasıyla anlaşmayı yenilemeyip Sumru’nun kurduğu firmayla el sıkışmıştı. Bizim evimizi de onun firması yapıyordu şu anda. Riskli bir karardı ama kıza güvenmiştim. Mahir abimle evlenmesi de riskli bir karar olurdu ama yine ona güvenebilirdim bence.

 

“Abi bak akademiden de mezun oluyorum artık. Önümü aç hadi.”

 

“Varsa biri getir tanışalım, benden sana ne ulan!”

 

“Senin yüzünden olmuyor. Ben hissediyorum. Sen evlenmeden ben hayallerimdeki kızı bulamayacağım.”

 

Mahir abim dudağının kenarına küçük bir gülüş kondurdu “Çok hayal kurma deli çıkarsın.”

 

“Oo tecrübe konuşuyor diyorsun.” Poyraz’ın gevşekliğine babam bıyık altından gülerken Mahir abim pek de keyif alıyor gibi görünmüyordu.

 

“Uğraşma abinle boş ver evde kaldı o. Biz seni evlendireceğiz Birce’den sonra. Birce hanım sıra mıra dinlemedi zaten.”

 

Babam tarafından topun birden bana atılmasıyla ağzımda ananasla kalakaldım. “Bu kadar bekledim yetmedi mi ya! Evlenseymiş bu zamana kadar banane!” diye yükseleceğimi hiç düşünmemiştim.

 

“Az daha vermeseymişiniz kocaya kaçacakmış bu kız Adem!” Babaannem sanki ağzından hiçbir şey çıkmamış gibi yüzüme bile bakmamıştı.

 

“He babaanne kaçacaktım. İyi ki verdiniz Allah razı olsun. Hazır vermeye başlamışken bu akşam seç düğünde birini seni de ona verelim. Ya sabır ya selamet ya!”

 

Belli ki sessiz kalmamı bekliyordu. “Pü, Adem kızının ağzına ayar çek.” dedi beni hemen babama şikayet ederek. Sanki babam aynı masada değildi de dediğimi duymamıştı.

 

“Adem, annenin ağzına ayar çek!" Canım annem rahatını bozmadan babaanneme gözlerini belerte belerte önüme set çekmişti.

 

Babam sağındaki ve solundaki kadınlara baktı ağzında salatalıkla “Benim görev tanımım bu evde yanlış anlaşılıyor. Böyle bir görevim yok."

Babamın ellerini teslim olurcasına kaldırışına dayanamayıp kahkahayı patlattım.

 

Kahvaltıyı bitirmemizle Leyla'nın kapıya dayanması bir oldu. Düğünde kız tarafı olacaklarını iddia eden arkadaşlarım Erdem ve Sarp'a Aziz tarafından el konulduğunu da Leyla'dan öğrendim. İşin kötü tarafı Akgün kuzumu da erkek tarafına kaptırmıştım.

 

Kızlarla odamda hafif bir makyaj yapıp sıkı olmayan bir topuzla saçlarımı toparladım. Teyzemin beyaz elbisesini üstüme giydiğimde nedense kendimi tamamlanmış gibi hissediyordum. Herkesin üstünde daha rahat ama yine de güzel görünen kıyafetler vardı. Herkes yalıya gidince odasında hazırlanacaktı. Topuzuma çok uzun olmayan bir duvak da takmayı ihmal etmedim. Sonuçta evimden çıkan bir gelindim. O kadarı da olmalıydı.

 

Odamdan çıkmadan önce Aziz'in 'Geliyoruz.' mesajını görüp heyecanlandım. Suna'yı da alıp odadan çıktım. Aziz dünden bende kalmasını istemişti. Hazırlığımın her anını hatta kahvaltıyı bile fotoğraflarla ve videolarla kayıt altına almıştım.

 

"Mahir, Poyraz." diye seslendim odaya girer girmez. İkisi de emir erlerim gibi başlarını bana çevirdi. Yalnız Mahir abim ona Mahir dediğimi fark ettiğinde kaşlarını çatmaya başlamıştı ki fırsatını vermeden söze girdim.

 

"Bu elimde görmüş olduğunuz makine çok kıymetli. Gün boyu sadece sizin elinizde olacak. Poyraz sen kendi telefonunla çekebilirsin ama önceliğiniz bu makine olacak tamam mı? Sizden sıradan fotoğraflar istemiyorum. Asker gözlerinizi kullanarak en doğru anın, en doğru açısının en doğru karesini, en doğru saniyelerini yakalamanızı istiyorum. Fotoğrafçı ve videocu zaten var. O yüzden kendinizi baskı altında hissetmeyin ama dediğim gibi gözlerinize güveniyorum.."

 

Poyraz tek bir kelime daha söylememe izin vermeden makineyi elimden aldı. "Abim düz adamın teki Allah aşkına ona fotoğraf mı çektirilir? Vesikalık çeker size iki tane tamam der sonra da. Eğer istediğim kadar kapı tutmama izin verirsen bu iş bende Bircesi."

 

Bir an için Poyraz'ı süzdüm. O bilmediğimizi sanıyordu ama fotoğrafçılığa tutkusu olduğunun farkındaydık. Zaten mezuniyet hediyesini de çoktan seçmiştik Mahir abimle.

 

O gururla kamerayı eline alırken abisi de kafasına bir sille yapıştırmayı ihmal etmemişti. O sırada sokaktan gelen korna sesleriyle dikkattimiz dağıldı. Meryem balkondan bana seslenince hemen balkona koştum. Sokağın girişinden giren arabaları gördüm. Bu kadar kalabalık geleceklerini düşünmemiştim.

 

Ben gelin arabamızın içinden Aziz'in çıkmasını beklerken babam balkona gelip beni kolumdan tutup içeri çekti.

 

"Odaya odaya yürü yürü." diyerek beni içeri çekiştirdiğinde engel olmadım. "Poyraz! Kapılar oğlum!"

 

"Lan, doğru!" deyip çizgi filmlerdeki gibi arkasında bir toz bulutu bıraktı Poyraz. Ben gülerek annemle babamın odasına geçtiğimde Meryem ve Leyla da benimle birlikte geldiler.

 

"Ay valla evleniyorsunuz Birce! Yeminle heyecandan karnıma ağrılar giriyor."

Leyla'nın tatlı heyecanı benim heyecanıma heyecan katarken dışarda başlayan davul zurna sesleriyle birbirimizle bakıştık. Odanın balkonuna çıktığımızda sokağı görebilmek için biraz çaba sarf etmem gerekiyordu ama müstakbel kocamı görmüştüm. Geniş, beyaz gömleği ve güneş gözlükleriyle çok karizmatikti.

 

Ona baktığımı fark etmiş gibi başını balkona doğru çevirdi ama gözünde güneş gözlüğü olduğu için bana bakıp bakmadığını anlayamadım. Sanki düşüncelerimi hissetmiş gibi gözlüğünü çıkardı ve kocaman gülümsedi.

 

Davul zurna bilindik bir Ankara havası çalmaya başladığında Aziz bana bakarak kollarını kaldırdı. Karşısında hemen yerini almış dedesiyle oynamaya başladılar. Diğer arabalardan da çıkan insanları görüyordum. Kısa sürede 10-15 kişilik bir grup bir tur Ankara havası oynayıp kurtlarını döktü.

 

Aziz oyununu bitirip bana döndü. Sanki o vakitte izleyip izlemediğimi, hala orada olup olmadığımı merak eden bir bakışla baktı bana. Onu izlediğimi fark ettiğinde de gülümseyip göz kırptı.

 

Salak. Evleneyim senle de gör.

 

Davul zurna çalmaya devam ederken etrafındaki insanlara bir şeyler söyleyip binaya doğru gelmeye başladıklarında beni almak için gelmeye başladıklarını anladım.

 

Dış kapının önünde Poyraz'ı gördüm. Neyse ki bahçenin giriş kapısı hemen olduğum balkonun önündeydi de bu anı keyifle izleyebilecektim. Poyraz, Aziz'in ona doğru gelişinin fotoğraflarını çekti önce ardından kamerayı boynuna takıp ellerini arkasına attı.

 

"Abi sana kötü haberlerim var." dedi sesinde sanki biri ölmüş gibi bir hava varken.

 

"Ne oldu?" dedi Aziz gülerek. Bir yandan da balkondaki bana kaçamak bakışlar atmaya devam ediyordu.

 

"Kapı bozulmuş. Açılmıyor. Tüm bina içerde kaldılar."

 

"Vah vah. Nasıl olmuş o öyle?"

 

"Valla hiç bilmiyorum abi."

 

"Bir şeyler sıkışmış olmasın arasına falan? Sen mühendis çocuk değil misin? Bir çöz bizim şu işi. Mühendislik yeteneklerinle çözemezsen askeri yeteneklerinle çöz. Çöz bir şekil."

 

"Abi senin güzel hatırın için elimden gelen her şeyi yapacağım. Desteklerini eksik etme." deyip kapıya döndü. Sanki açmaya çalışır gibi zorladı kapıyı biraz. O sırada Aziz yanındaki Erdem'e başıyla bir işaret yaptı. Erdem cüzdanını çıkarıp kurcalarken Poyraz sanki hiç oralı değilmiş gibi kapıyı açmaya çalışıyormuş gibi davranmaya devam ediyordu.

 

Erdem cüzdan çıkardığı paraları omzunun üstünden Poyraz'a uzattı. Başını yavaşça paralara doğru çevirdi. Uzatılan parayı alıp hızla arkasını döndü.

 

"Türk lirası mı? Enişte? Cimri çıktın ha!"

 

"Ne cimrisi lan? Kaç tane 200 var orda?" Erdem’in isyanına, kucağındaki Akgün de katılmış gibi “Var!” dedi sadece.

 

"Erdem abi, bu paranın senden geldiğini tahmin etmeliydim abi." deyip memnuniyetsiz bir şekilde kapıyı açtı Poyraz. Babamın 8 kapı planını uygulayacağını düşünüyordum. Yoksa bu kadar kolay vazgeçmezdi.

 

İçeri girerlerken Aziz son kez bana baktı. Ben de sırıtarak ona baktım. Ardından nazlanarak kaçar gibi içeri geçtim. Ne derlerdi? Kız evi, naz evi.

 

"Ay ben gerildim ya." dedim kızlar heyecanımı azaltsın diye.

 

"Ben bile heyecanlandım seni düşünemiyorum şu an." dedi Meryem karnını tutarak. Belli ki şu an hepimiz heyecanımız karnımızda hissediyorduk. Kelebekler görev başındaydı.

 

"Kendi kız almama gitti aklım. Yine böyle odada hep birlikteydik. Ay ağlayacağım şimdi. Biz ne ara büyüdük ya! Benim karnımda çocuk var şu an!"

 

Leyla'nın yüksek farkındalığı gözlerinin dolmasına sebep olmuştu. İşin kötü tarafı haklıydı.. Zaman gerçekten çok garip bir şeydi. Bir yıl önce, şu 9 ayda yaşadıklarım,hiç hayal edebileceğim şeyler bile değildi.

 

"Sadece karnında olsa iyi bi de babasının kucağında var." dedi Meryem Leyla'ya başka bir gerçeği hatırlatarak.

 

"Ay ben ne ara iki çocuk yaptım ya!" diyen Leyla ağlama modunu tamamen açmıştı. "Siz de yapın hemen tamam mı?"

 

İkimize doğru söylediği cümleyle Meryem'le birbirimize çevirdik bakışlarımızı. "Ben evli değilim çocuk falan yapmam." dedi Meryem bunun ihtimalinden bile oldukça gerildiği belli olurken.

 

"Bismillah Leyloş ben daha bugün evleniyorum."

 

"Aziz de o yeteneği görüyorum." dedi burnunu çekerken. Hamileliğinin son zamanlarında daha da arsızlaşmıştı. Hiç ayıp da demiyordu.

 

“Leyla!”

 

“Ne Leyla Allah Allah! İkiniz de çocuk isteyen insanlarsınız. 30 yaşınıza geldiniz. Kaç yaşında yapacaksınız çocuğu 45 mi?”

 

“Ben daha 30 olmadım.” dedim aynadan makyajımı kontrol ederken. Daha 3 ay vardı 30’uma.

 

“Elini çabuk tutmazsan 31’inde doğurursun.” Leyla bana laf yetiştirirken tam ona geri cevap verecektim ki…

 

“Bu Sarp niye bana evlenme teklifi etmiyor?” Diyen Meryem’e ikimiz de sessizce bakışlarımızı çevirdik. “Cepte falan mı görüyor bu artık beni? Annesi gelinim gelinim diyor bizimki hiçbir şey yapmadan duruyor.”

Sanki bize değil de kendine anlatıyor gibiydi. Başını yerden kaldırıp bakışları bizi bulduğunda kendini toparladı. “Ay pardon ya. Birden öyle şey oldu.”

 

“Anlaşılan bu gece Sarp’ı güzel bir trip bekliyor.” dedi Leyla bir yandan elindeki muzu soyup bir yandan göbüşünü okşarken. Olayların arasında bir şeyler yemeyi asla ihmal etmiyordu.

 

O anda kapı açıldı ve annem gülerek içeri girip kapıyı arkasından geri kapattı. “Eve girdiler geliyorlar.” dedi genç kız gibi gülerek. “Poyraz aşağıdaki kapıda Erdem’i evin kapısında Sarp’ı soydu. Sıradaki muhtemelen kayınbaban annecim.” Annemin olaylardan oldukça keyif aldığı her halinden belli oluyordu. Yaklaşan adım seslerini duyabiliyordum. Kalbim her şeyin farkına şu an varıyormuş gibi hızlı hızlı atmaya başladı.

 

“Poyraz yemin ediyorum iliğimizi kemiğimizi sömürdün oğlum. Yeter lan!”

 

Sarp’ın isyan eden sesi bize kadar ulaştığında gülmeden edememiştim. “Arkalarda ücretini vermeyenler var abi. Baş harfi kayınbaba.”

 

Kapının diğer tarafından gülüşme sesleri yükselirken Tekin amcanın “Gençlere öncelik verelim dedik. Yoksa her zaman buradayız yani.” diyen sesini duydum.

 

“Yine çenesini çalıştırıyor bu adam. Elini çalıştıracaksın elini. Gelin kaldı kapı arkasında.”

Babam Tekin amcayla uğraşırken biz odada sessizce diğer taraftan gelecek konuşmaları bekliyorduk.

 

“Dayı bu nerenin parası ya? Senin dünürün beni dolandırıyor mu şu an?”

 

“O bizi dolandırmıyor da sen bizi fena utandırıyorsun Poyraz aç kapıyı oğlum.” Babamın utanç dolu sesinin ardından kapı açıldı. Kapı önündeki kalabalık kafalardan Aziz’i göremiyordum. Geriye çekilip izin verdiklerinde Aziz’le göz göze geldik.

 

Elinde şakayık buketimle duruyordu. Yıllar önceki o yaz tatilinde çiçekçi abladan aldığı şakayık buketi gelmişti aklıma. Gelin buketim canlı çiçek olsun istemiştim ve bu görevi Aziz’e vermiştim. O da belli ki başarıyla altından kalkmıştı çünkü gerçekten içimdeki o genç kızın heyecanını taşıyordum.

 

Aziz bana doğru adımladığında sağımızdan solumuzdan birilerinin fotoğraf çektiğini hissedebiliyordum ama benim gözüm ondaydı. Baştan aşağıya süzdü beni. Elbisem sadece beyaz bir elbiseydi ama bakışları bana kendimi çok güzel hissettiriyordu. Aramızda bir adım kala durduğunda çiçeğimi bana doğru uzattı. Çiçeğimi elime aldığımda diğer elimi tutup üzerine minik bir öpücük kondurup sıkıca tuttu. Bakışlarını odada, kapı kenarında bize gülümseyen yüzlerle bakan insanlara çevirdi.

 

“E hadi gidelim.” dedi ben ne yapacağımızı çözmeye çalışırken.

 

Gülüşmelerin arasında babam “Bırak len kızımı.” diyerek odaya girdi. Bize izin verircesine çekti elini elimden. Babam yanıma gelip anlıma bir öpücük kondurdu. Ardından da sımsıkı sarıldı. Bugün duygudan duyguya girecektim galiba çünkü şimdi de ağlayasım gelmişti. Omzumda hissettiğim minik öpücükten sonra babam başını kaldırıp bana baktı. Onun da duygulandığını görebiliyordum. Ağzıdan çıkacak tek bir cümle beni ağlatabilirdi.

 

“Kızım… Hiçbir şey için geç değil.” Dedi oldukça ciddi bir şekilde. Tek cümle beni ağlatabilirdi ama bu ağlatamazdı. Gerçekten kendimi duygusal bir konuşmaya hazırlamaya çalışırken babamdan gelen bu öneriyle sadece gülebilmiştim. “Evlenmek istemiyorum dediğin an geri gönderirim herkesi yemin ediyorum. Sakın buraya kadar geldik, zorundayız gibi düşünme tamam mı?”

 

“Ya baba ya!” deyip gülerek sarıldım tekrardan. Babam da gülüyordu ama gözlerinin dolduğunu görüyordum.

 

“Bana olan sevgin gözlerimi yaşartıyor Adem amca.” dedi Aziz sarılmamızın arasında. Babam beni kendinden uzaklaştırmadan Aziz’e baktı. “Şu an kızım en kıymetlim.” Bir kolunu Aziz’in omzuna koydu. “Birazdan sen de benim tam anlamıyla oğlum olacaksın. İşte o zaman sakın birbirinize bir hata yapmayın. Hata yapan karşısında beni bulur.”

Babamın tavsiyesini kulaklarımı açtım çünkü doğru söylediğini biliyordum. İleride bir konuda haksız olsam kızım falan demez Aziz’i tutardı. Bunun bilincindeydim. Ama zaten öyle de yapmalıydı. Aziz’in bir an bile kendini ailemin dışında hissetmesini istemiyordum.

 

Babam ikimizi iki kanadı altına alıp sarıldı. Daha fazla sarılırsa ağlayacağını anlayınca hiçbir şey olmamış gibi uzaklaşmak istedi ama ona izin vermeden elini öptüm. Aziz de aynı şekilde öptü babamın elini. Sonra annem geldi sarılmaya. Maalesef ki o babam kadar güçlü durmaya çalışmıyordu. Çoktan akmış birkaç yaşın izini görebiliyordum. Onun gözlerine bakmamaya çalışarak sarılıp elini öptüm. Aziz küçük bir çocuk gibi ne yaparsam onu yapıyordu. Onun ailesine giden de yine ben olmuştum. Peşimden beni takip etmişti. Elini öpeceğim insanlar tamamlanınca Aziz elimi tuttu. Koridordan geçip kapıya doğru ilerlerken Poyraz’ın sırtını kapıya yaslamış, gülerek bize baktığını gördüm.

 

Aziz gülüşüyle karışık derin bir sabır nefesi alıp verdi. Boştaki eliyle pantolonunun arkasından cüzdanını çıkarıp Poyraz’ın eline tutuşturdu. “Bunu al ve bir daha karşıma çıkma.” dedi ‘kızımın peşini bırakmak için ne kadar istiyorsun?’ diyen Yeşilçam babaları gibi. Poyraz, ‘benim sevgim parayla satın alınamaz!’ diyecek bir başrol değildi ama. Anında açtı kapıyı. Biz önden inerken ailelerimizin de peşimizden geldiğini duyabiliyordum.

 

Apartmandan çıkıp bahçeyi geçerken Aziz bahçe kapısını geçmem için açtı. Davul zurna sesi hiç kesilmemişti. Arabalarından inmiş bir grup çoktan düğün moduna geçmişlerdi bile. Bizi gördükleri an melodilerini değiştirdiler. Kenan Doğulu’dan Güzeller İçinden davul zurna remix olarak tüm mahalleyi inletiyordu. Aziz adımlarını biraz daha hızlandırdığında beni ilerideki oyun çemberinin içine soktu. Çemberdeki herkes gelişimizi coşkuyla kutladı. Bir an için sarhoş olup olmadıklarını düşündüm ama değillerdi.

 

“Bizim şirketteki tüm stajyerleri topladım. Bugünkü görevleri ortamı şenlendirmek.” dedi Aziz kulağıma davul sesini bastıran bir tonda. Kahkaha atmaktan başka bir şey yapamadım. Hepsi oldukça mutlu görünüyordu. Oralarından birkaçını Aziz’in şirketinde evimizin çizimini yaptığım dönemden tanıyordum. Kırk yıllık ahbaplarıymışız gibi oynamalarının tek sebebi Aziz’in bunu onlara görev olarak vermesinden kaynaklanmadığını anlayabiliyordum. Gerçekten de keyif alıyorlardı. Çok geçmeden evden inenler de oyun çemberine katıldı. Neyseki evin yanında geniş bir alan vardı da şu an yol kapatarak magandalık yapmıyorduk.

 

Bir an için anne babamla göz göze geldim. Annem babamın koluna girmiş, başını da omzuna yaslamış gülerek bana bakıyordu. Şu an hem bana hem kardeşine baktığına emindim…

 

Babam başını annemin başı üzerine yaslamıştı. Ona destek olurken bana alkışlarıyla eşlik ediyordu. İkimize de ihtiyacımız olanı veriyordu. Her zaman olduğu gibi…

 

Poyraz’ın yan kesici modunu kapatıp fotoğrafçı modunu açması beni oldukça mutlu etmişti. Ona gülerek poz verdiğimde sırıtarak fotoğrafımı çekip ardından bana bir öpücük göndermişti. Arada şebekti falan ama çok seviyordum gerçekten.

 

Mahir abim de aynı babam gibi halkanın kenarında alkış tutuyordu. Orada durmasına izin vermeyeceğimi anladığında benim zorlamama gerek kalmadan yanımıza geldi. Önce benimle sonra da Aziz’le karşılıklı oynadı. Bir yerden sonra kim kimle kaç kişi oynadığını bilmediğimiz bir hal almıştık. Davul ve zurna sesi yavaş yavaş kesildiğinde hepimiz keyifle gülüyorduk. Oynamaya devam eden Leyla’yı gördüğünde gülüşü solan Aziz hariç.

 

“Leyla çok oynama gözünü seveyim. Yerinde tut şu çocuğu.” dedi gerçek bir isyanla.

 

“Sus be!” diye cırlayan Leyla’yı şu an kimse oynamaktan geri tutamazdı. “Ben kaç yıldır bu anı bekliyorum biliyor musun? Sizden bile fazla! Oynayacağım tabi ki! En çok ben oynayacağım! En çok benim hakkım!”

 

Şu an Leyla’ya karşı bir savunmayı kazanamayacağının farkına çabuk vardı Aziz. “Tamam oyna ama çocuk sabit kalsın olur mu?”

Omzuna yediği şamara sadece kocaman bir kahkaha attı. Leyla işaret parmağını ona sallayarak tehditlerine devam ederken herkes yavaş yavaş arabalarına geçti.

 

Biz de arabamıza bindiğimizde Poyraz’ı birden ön koltukta bulduk. “Enişte normalde arabanın da önüne atlayacaktım ama sen cüzdanı bana vermek gibi kral bir hareket yaptın ya, hah işte orda biraz yakınlaştık seninle. Merak etme önümüze çocuk falan atlarsa ben bunları kafalarına atıp uzaklaştıracağım.” Elinde tuttuğu bir avuç şekeri bize gösterirken gözünü kırpmayı da ihmal etmemişt.

 

“Çok sağ ol Poyraz. Sen olmasan ne yapardık.”

 

“Rica ederim enişte.”

 

Poyraz önüne döndüğünde Aziz anında gözlerini bana çevirdi. Tuttuğu elimin üstüne bir öpücük bıraktı tekrardan. “Çok güzelsin.” dedi gözleri yüzümün her bir yanında dolaşırken.

 

“Daha hazırlanmadım. Bu öncesi halim sayılır.”

 

“Ee..” dedi umursamaz bir tavırla. “Bu çok güzel olduğun gerçeğini değiştirmiyor..”

 

Yalıya geldiğimizde herkes hazırlanacağı odasına çekilmişti. Benim hazırlanmam daha uzun süreceği için ben hiçbir şeyle ilgilenmeden doğruca odaya geçtim ama pencereden Aziz’in bazı görevlilerle konuştuğunu görebiliyordum. Kızlarla aynı odadaydık. Kıyafetlerimizi çıkarıp o saten sabahlıkları üstümüze geçirdik. Makyözlerden biri benimle biri onlarla ilgileniyordu. Benim çoktan makyajımın nasıl olacağı belli olduğu için zaman kaybetmeden başlamıştık hazırlıklara. Leyla son anda fikir değiştiriyor. Meryem, makyöz kurbanı olacak diye çok korkuyordu ama hem Leyla içine sinen bir şeyde karar kıldı hem de Meryem’in korktuğu olmadı. Tuttuğumuz fotoğrafçı ve kameraman bu süreçte bizimle birlikteydi. Özellikle Meryem’in korku dolu bekleyişini çektiklerini umut ediyordum. Bu videoları ve fotoğraflarını da Aziz’in arşivine ekleyecektik.

 

Saçımız ve makyajımız tamamlandığında odanın kapısı tıklandı ve müsaade isteyerek Poyraz girdi içeri. İçeride yabancı insanların olduğunu görünce suratındaki o şebek gülüş kayboldu. Şu an benim minik kuzenim Poyraz değil, Hava Harp Okulu öğrencisi Poyraz Ateş Türkşanlı vardı karşımda.

 

“Müsait miydiniz?”

 

“Müsaitiz müsaitiz gel.”

 

Odadaki yabancıların üzerinde göz gezdirmeyi es geçmedi. Yabancıların potansiyel suçlu olmadığını bu çocuğa anlatamamıştım. “Damat tarafı hazırlığa başlayacak. Galiba haber verilmesini istemişsiniz.” dedi elinde kamera olan insanlara dönüp.

 

“Kısa bir çekim yapıp geliyoruz Birce Hanım. Sonra sizdeyiz.” diyerek odadan ayrıldılar.

 

“Sen ne zaman giyineceksin sen de giyinsene.” dedim kamerayla değişik açılar deneyen Poyraz’a.

 

“Az önce sizinkileri çektim. Şimdi sizi çekiyorum. Kamera ekibi gelsin ben de giderim giyinmeye. Rekorum var benim 57 saniyede tören kıyafetlerimi giyiyorum.”

 

“Helal olsun!” dedim gerçek bir saygıyla.

 

Kamerasını camdan dışarı çevirdiğinde ben de onunla birlikte dışarıya döndüm. “İnsanlar gelmeye başlamış. Maşallah dünyanın dört bir yanından sizin düğün için bir araya gelmişler resmen.”

 

Anne ve babalarımız çoktan insanları karşılamaya başlamışlardı bile. Tekin amcanın her gelen misafiri babamla tanıştırdığını görebiliyordum. Bizimkiler geldiğinde kimsenin onları tanıştırmasına ihtiyaç duymayacaklardı..

 

“Pişt küçük Mahir, ablanın düğünü şerefine hazırladın mı bir uçuş gösterisi?” Leyla elindeki kuruyemişlere dadanmışken Poyraz’la uğraşarak kendini eğlendiriyordu. Poyraz’la Mahir abim birbirine benziyordu. Abisine benzetilmek Poyraz’ın her zaman hoşuna giderdi o yüzden gülerek Leyla’ya döndü.

 

“Ben normalde Türk Yıldızları’nı ayarladım da düğün akşam olunca göremeyiz karanlıkta şovu diye iptal ettim sonra.”

 

“Tüh!” dedi Leyla sahte bir üzüntüyle. “Benim de canım tam şov izlemek çekmişti.”

 

“Sen yeter ki şov izlemek iste Leyloş Hanım, birazdan pistte yapacağım şova kadar sabret.” Poyraz’ın göz kırpışıyla ben de kendimi şova hazırlamam gerektiğinin farkındaydım.

 

“Dj’imize damat halayı açtırma. Düğünümün elitliğini bozma. İnsanlar şok yaşamasın diye kendi favori şarkımı bile koymadım ben listeye döverim seni.” Uyarımı pek de ciddiye almış gibi görünmüyordu.

 

“Ohoo millet için mi yapıyorsunuz düğünü? Ne anladım ben o işten?”

 

“Gerçekten biraz millet için yapıyorlar.” dedi Meryem camdan dışarı bakarken. “Birleşmiş Milletler Japon heyeti giriş yapıyor.”

 

Hepimiz camın önünde toplanmış içeri giren insanlara bakıyorduk. Poyraz gülerek kapının gerisinde bir noktayı işaret etti. “Bak bunlar da bizimkiler.” Babaannemin kardeşlerini ve onların çocukları etraflarına onlara has olan bakışlarını atarak ilerliyorlardı. “Gelinliğin bir yerine nazar boncuğu mu sıkıştırıyorsunuz, nas felakla koruma çemberimi yapıyorsunuz ne yapıyorsanız yapın şu kızı bu akşam koruyun.”

 

“Hatta başlayalım okumaya.” diyen Meryem’le üçü birden ellerini kaldırıp dudaklarını oynatmaya başladı. Üç tarafımdan yediğim dualı nefesler umuyorum ki bu gece hepimizi korurdu…

 

 

***

 

 

 

“Ay Birce gerçekten çok güzel oldun ama yaa!”

 

“Birce Hanım, bir de yüzünüzü cama doğru çevirir misiniz? Teşekkürler.”

 

Gelinliğimi de giymiştim. Artık tamamen hazırdım. Başımı pencereye doğru çevirdiğimde aşağısının oldukça kalabalık olduğunu gördüm. Bu daha da gerilmeme sebep oluyordu ama derin nefesler alıp vererek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Umuyorum ki fotoğraflarda gerginliğim belli olmuyordu. Kapı çalındığında gel sesimle içeri giren Mahir abimle Poyraz’dı. İkisi de takım elbiselerinin içinde jilet gibiydi. Bakışları aynı anda beni bulduğunda ikisinin de tebessümlerini tuttuklarını fark ettim. Beğenmişlerdi karşılarında duran kardeşlerini ama bunu bu şekilde ifade etmeyeceklerine adım gibi emindim.

 

“Babaannen dantellerini kullandığını biliyor mu?”

“Babaannen dantellerini kullandığını biliyor mu?”

 

İkisinin de aynı anda kurduğu cümleyle masanın üstünden elime gelen ilk makyaj malzemesini alıp onlara doğru fırlattım. İstediğim etkiyi yaratamasa da ikisine de çarpması beni yeterince tatmin etmişti.

 

“Kapının önünde buna mı hazırlandınız?” dedim suratımı asarak. Hazırlanmadıklarına oldukça emindim. Sadece, ikisi beni gıcık etme konusunda aynı beyin hücrelerini kullanıyordu.

 

“Çok güzel olmuşsun abicim, çok yakışmış.” dedi Mahir abim bana doğru gelirken. Sarıldığında “Hep mutlu ol.” diyerek kulağıma fısıldamıştı.

 

Gözüm Poyraz’a kaydığında ondan da bir iltifat beklediğimin farkındaydı. “Valla işlerimi çok zorlaştırıyor bu kız benim. Artık bir gelinin bu kadar güzel görünebildiğini öğrendiğim için çıtam daha da yükseldi. Evde kalacağım ben de abim gibi.”

Kafasına bir şamar yese de umursamadan gelip bana sarıldı. Odanın bir köşesine geçip ‘pusuya geçtiğini’ söyledi. Ne dediğini anlamaya fırsatım olmadan kapı tekrar açıldı. Bu sefer gelenler annemle babamdı.

 

“Bunlar az önce de gelmedi mi dedim? Yok onlar Japon’du bunlar Koreli dedi bana. Ne bileyim ben? En son işin içine Taylandlılar dahil olunca bıraktım ben dinlemeyi.”

 

Babam anneme bir şeyler anlatmanın derdinde başı gerisindeydi. Annemin bakışları bende kalınca babam da bana doğru çevirdi bakışlarını. Bir anlığına olduğu yerde kalakaldı. Bunu çok iyi hissettim. Gözünün önünde minicik halimin olduğundan emindim. Galiba hiçbir zaman kendini hazır hissetmeyecekti bu ana.

 

“Ay anneciim, şu güzelliğine bak kızımızın Adem. Maşallah sana güzel kızım benim.”

Annem bir saniye bile beklemeden soluğunu yanımda almıştı. Sarıldıktan sonra açık olan omuzlarımdan birine minik bir öpücük kondurdu. İşte yine dolmuştu gözleri.

 

“Anne yapma ağlayacağım valla makyajım akmasın.”

 

“Ağlayabilirsiniz Birce Hanım, makyajınız akmaz merak etmeyin.”

Makyözüm oldukça güven veren bir tonda cümlesini kurduğunda ben yine de gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum.

 

“Benim makyaj akacak gibi. Mendili olan var mı?”

Babam gözlerini kırpıştırarak, yukarı doğru bakarken Mahir abim ceketinin cebindeki mendili çıkarıp gülerek babama uzattı. O gözyaşını silerken göz göze gelmemizle benim de tutmaya çalıştığım bir damla gözümden firar etti.

 

Hemen yanıma gelip akan damlayı mendilin ucuyla makyajıma dikkat etmeye çalışarak durdurdu. Maalesef bu daha çok ağlamak istememe sebep olmuştu. “Bu yaşların akacaksa hep mutluluktan aksın canım yavrum benim.” deyip açıktaki diğer omzuma da o bir öpücük kondurdu, ardından da kocaman sarıldı.

 

Kapı tekrar çalındığında herkesin bakışları oraya döndü. Sarp kapı aralığından başını sokmuş içeri bakıyordu. “Damat gelecek, izin var mıdır?”

 

“Damadın cüzdanı bende abi. Tüm kapılar açık buyur.”

Poyraz’ın odanın bir köşesinden Sarp’a izin vermesi hepimizi güldürmüştü.

 

Biz gülerken görüş açıma müstakbel kocam dahil oldu. Onu takım elbiseyle görmeye alışıktım ama şu an gerçekten bir başka geliyordu gözüme. Benim buketimdeki gibi bir şakayık ceketinin cebindeki yerini almıştı. Yelekli takımı, traşlı yüzü, geriye atılmış ama dalgalarını belli eden saçıyla tam olarak benim kocamdı. Galiba bu kapının önünde bir şey vardı çünkü her gelen duygulanıyordu. Evet kesinlikle benim karşısında gelinlikler içinde durmamdan değil, kapının önünde bir şey olduğunda duygulanıyordu. Omuzlarının hafifçe çöktüğünü gördüm ama kendini hemen toparladı. Galiba şu an dağılmayacaktı.

 

Bize doğru adımladığında babam elinin içindeki elimi biraz daha sıkı tuttu ama Aziz önümüzde durduğunda elimi onun elinin içine bıraktı. Herkes sanki anlaşmış gibi tek kelime etmeden yavaşça çıktı odadan. Erdem Aziz’in eline bir takı kutusu verip öyle çıktı. Gözüm kutuya kaydığında Aziz de anında açtı kutuyu. Çok zarif ve ince bir kolye küpe setiydi gözümün önündeki.

 

“Annemle babam senin için almışlar.” dedi onun da gözleri elindeki kutudayken. “Benim de haberim yoktu. Yıllar sonra ortak bir karara vardıkları ilk şeyin gelinlerine aldıkları hediye olacağını hiç düşünmemiştim.” dedi gülerek. “Gelinliğine uyar mı bilmiyorum ama boynundan hala çıkarmadığın kelebek kolyesinden daha çok uyar diye düşünüyorum.”

 

Gözleri boynumdaki kolyeye gittiğinde benim de elim kolyemin ucunu tutmuştu. Ne yapayım? Seviyordum bu kolyeyi. Aziz’in varlığı gibi her an yanımdaydı. “Uyar tabi.” dedim kolyeye bakarak. “Ama ne istiyorsun sen benim kelebekli kolyemden?”

 

“Yanında tüm gece ben olacağım, kelebek biraz uzaklaşsın. Gece bittiğinde boynunda dinlenme görevini bana devretmesi gerekecek çünkü.”

 

Bana geceyi hatırlatmasıyla asıl benim karnımdaki kelebekler uzaklaşmaya çalışır gibi hareketlenmeye başlamıştı. Zaten hazırlandığım oda geceki odamızdı ve gözüm sürekli yatağa kayıp durmuştu. Babaannem haklıydı beni iyi ki vermişlerdi yoksa kocaya kaçmam yakındı.

 

Tek bir kelime söylemeden sadece kolyemi çıkarıp yenisini takması için arkamı döndüm. Eğer üste çıkmaya çalışsaydım Aziz’i gerçekten üstümde bulabilirdim şu anda o yüzden sessiz kalmak doğru tercihti. Gece istediğim kadar konuşabilirdim.

 

Kolyemi çıkarıp yenisini taktığında aynadan göz göze geldik. Benden uzaklaşmadan ellerini kollarıma koyup boynuma bir öpücük kondurdu. Gözlerini kapatıp kokumu içine çekmesi gözümden kaçmamıştı. Sırıtarak aynadan onu izlerken kapı tekrar çalındı. Benden biraz uzaklaşıp kapıya döndü.

 

“Her şey hazır efendim. Sizi bekliyoruz.” diyen görevliden bir dakika isteyerek kutudaki küpelerle kulağımdakileri yer değiştirdim. Masanın üstündeki çiçeğimi de aldığımda hazırdım. Aziz kolunu bana doğru uzattığında koluna girdim.

 

“Hazır mısın karım olmaya Birce Işık?”

 

Gergin yüzüm onun bu sorusuyla ışıldadı. Kocaman gülümsediğimde onun da benden bir farkının olmadığını gördüm. “Bu sabah çok güzel bir rüya gördüm. O rüyayı yaşamak için sabırsızım. Karın olmaya oldukça hazırım Leventoğlu.”

 

Rüyamı çok merak ettiğine emindim ama şu an bana bunu sorması için bile zamanımız yoktu. Giriş müziğimizi duyduğumuzda bakışlarımızı birbirimizden kopardık ve bahçeye inen merdivenlere doğru adımladık. Merdivenlerin başında göründüğümüzde tüm misafirlerden oldukça güçlü bir alkış sesi duyuldu. Gözüm yanlış basıp da düşmeyeyim diye bir merdivenlerde bir de gülümseyip imajımı iyi çizmek için misafirlerdeydi. Aziz’in bakışlarını da ara ara gelinliğimin eteğinde yakalıyordum. Çalan müzik beni gerçekten de moda sokmuştu. Merdivenleri atlattığımda adımlarım çok daha güçlü gülüşüm çok daya büyüktü. Ara ara Aziz’le göz göze geldiğimizde gözlerimiz gülmekten kısılıyordu.

 

Masaların yanından geçerken misafirlerin çoğunun bizi ayakta alkışlamaya devam ettiğini fark ettim. Kızlar tatlı tatlı el sallıyor, annem Mahir abinin elden ele dolaşan göz yaşı mendiliyle yaşlarını siliyordu. Onlara ufacık el sallayarak yanlarından geçip nikahımızın kıyılacağı alana geçtik. Arkamızı boğaza doğru verdik. Güneş henüz batmamıştı ama kızıllığı etrafı boyamaya başlamıştı. Aziz’in bu kadar doğru bir nikah saati seçmiş olması kocam olarak onu seçmemde ne kadar doğru bir karar verdiğimi bana tekrar hatırlatıyordu.

 

Müzik azalarak kesildiğinde nikah memuru hemen yanımızdaki yerini aldı. Misafirlerimize hoş geldiniz deyip şahitlerimizi de masaya çağırdı. Hepimiz ayaktaydık. Önümüzdeki küçük masada nikah defteri vardı sadece.

 

Meryem, Leyla, Erdem ve Sarp da masanın yanına geldiklerin artık hazırdık. Tüm gözler nikah memurunun üzerindeydi. “Kıymetli misafirler, değerli aile büyükleri ve saygıdeğer şahitler, bugün burada belediyemize müracatları sonucu bu genç çiftimizin nikahlarını kıymak üzere toplanmış bulunuyoruz. Nikah işlemlerine başlamadan önce gelinimizi ve damadımızı tanıyalım.”

 

Arkadan elime bir mikrofon verildiğinde tekrar heyecanlanmıştım. “Gelin hanım adınız soyadınız?”

“Birce Işık.”

 

“Baba adınız?”

Gözlerim birden bana heyecanla bakan babamı buldu. Bence ilk kez baba dediğimde de bana böyle bakıyordu.

“Adem.” dedim gözlerimi babamdan ayırmayarak.

 

“Anne adınız?” Bu seferde bakışlarım babamın omzuna yaslanmış annemdeydi. Anında başını kaldırıp ilkokulda şiir okurken unutacak mıyım ya da yanlış söyleyecek miyim diye gergince beklerkenki haline büründü. Gülümsedim kocaman. “Meltem.”

 

“Gelin Hanıma teşekkür ediyoruz.” dediğinde herkes alkışlamaya başlamıştı. En son annemle babamın adını söyledim diye alkışlandığımda 2 yaşında olabilirdim.

 

“Şimdi de damat beyi tanıyalım. Damat Bey adınız soyadınız?”

 

Elimdeki mikrofonu Aziz’e doğru uzattım. O çok daha profesyonel görünüyordu. Hatta belki de heyecanlı değil gibiydi.

“Aziz Çınar Leventoğlu.” dedi ses tonuyla kalbimi çarptırırken. ‘Marka mısın be adam’ demem için fazla kalabalık bir ortamdaydık. Yoksa derdim.

 

“Baba adınız?”

“Tekin.”

“Anne adınız?”

“Birgül.”

 

Benim aksime bakışlarını memurdan çekmemişti. O an anladım gergin olduğunu. Bakışlarını sadece adamın üstüne dikmiş, söyleyeceği bir sonraki cümleyi bekliyordu. Memur “Şahitlerimizi de tanıyalım.” dediğinde sesli bir nefes verdi. Elindeki mikrofon sayesinde onun bu derin nefesi daha çok duyulmuştu.

 

“Damat Bey hızlı olmamızı istiyor galiba. Hızla tanıyalım o zaman.” Bizimkilere gelen mikrofonla hepsi sırayla isimlerini ve soyadlarını söylediler. “Tarafların beyanları doğrultusunda ve belediyemize yapmış oldukları resmi müracaatın değerlendirilmesi sonucunda evlenmelerinde herhangi bir mani bulunmamıştır. Şimdi burada bir kez daha siz değerli misafirler, aile büyükleri ve şahitler karşısında bu isteklerini tekrar edecekler. Siz Sayın Birce Işık, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan yanınızda bulunan nişanlınız Aziz Çınar Leventoğlu ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”

 

Kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Bu anın bu kadar heyecan verici olduğunu bana kimse daha önce söylememişti. Ben ki başkalarının nikahında bile heyecanlanan birisiydim şu an bayılmamak için Aziz’in elinden tuttum sıkıca. Göz göze geldiğimizde diğer elimdeki mikrofona “Eveeet!” diye bağırırken gözlerimi kısa bir süreliğine kapatıp geri açtığımda gülerek bakan gözleriyle karşı karşıyaydım. ‘Evet’imden memnun olduğu oldukça aşikardı. Elini tutmuyor olsam onun da misafirler gibi beni alkışlayacağına emindim.

 

“Sayın Aziz Çınar Leventoğlu, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan yanınızda bulunan nişanlınız Birce Işık’la evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”

 

Tek bir saniye bile beklemeden gür bir “Eveet!” döküldü dudaklarından. Onun ‘e’si benimkinden daha kısaydı ama sesi öyle tok çıkmıştı ki dünya üzerinde hayır diye bir cevap olamazdı sanki.

 

“Sevgili şahitlerimiz çiftimizi duydunuz siz de bu evliliğe şahitlik ediyor musunuz?”

Dördü birden mikrofona uzandı ve hep bir ağızdan “SONSUZA KADAR EVEET!” diye bağırdılar. İçimden uçup giden gerginlikle onların bu hallerine çok daha fazla güldüm. Bunu planladıklarına emindim. Çünkü öncesinde bu tarz evetlerden hiç hoşlanmadığımı konuştuğumuz bir akşam olmuştu. Ben uyarımı Aziz’e yapmıştım tabi ama canım arkadaşlarım bunu kenara yazmayı unutmamışlardı.

 

“Ben de belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. Bir ömür boyu mutluluklar diliyorum.” Alkışlar eşliğinde biz daha birbirimize dönemeden önündeki nikah defterini bize doğru uzatan memurla resmen karı koca olmamıza kalan son bir adımla hayatımda attığım en çirkin imzayı atarak defteri Aziz’e doğru iteledim. O imza atmaya oldukça alışkın olduğu için hem hızlıca atmış hem de imzasının karizmatikliğini konuşturmuştu. Bir adamın imzası bile karizmatik olabilir miydi? Evet benim kocamın öyleydi. Benim kocam…

 

Ben kocama dalmışken arkadaşlarımız da deftere imzalarını atmıştı. Defter tekrardan nikah memuruna gelince elinde salladığı evlilik cüzdanını fark ettim. “Aile cüzdanını gelin hanıma teslim ediyor, uzun yıllar bugünkü gibi bir mutluluk diliyorum.”

 

Aile cüzdanımı elime aldığımda nedense bir kupa tutuyormuşum gibi hissettmiştim. Kameralara dönüp poz vermeyi ihmal etmedim. Sonra heyecanla aile cüzdanımızı göstermek için Aziz’e döndüm ama o çoktan bana bakıyordu zaten. Evet… Şu an birbirimizi tebrik etmemiz gereken o aşamadaydık. Aziz’in elleri yanaklarıma çıktığında baş parmaklarıyla yanaklarımı hafifçe okşadı ardından da dudakları alnımı buldu. Karnımdaki kelebekler özgür kalmış gibi hissediyordum. Şu an içimde büyük bir huzur vardı.

 

Dudaklarını alnımdan çektiğinde ben de gözlerimi açtım. Etraftaki alkış sesleri şiddetini arttırarak devam ediyordu. “Karımsın.” dedi sanki hem kendine hem bana hatırlatmak ister gibi. “Karımsın değil mi?” Bu sorusuna sadece gülüp başımı sallayabildim. Onu yargılayamadım çünkü ben de içimden sürekli ‘kocam, kocam, kocam’ diye mırıldanıyordum.

 

Sanki benim başımı sallayıp karısı olduğumu onaylamam Aziz’de farklı bir pencere açmıştı. Gözlerinden geçen minik pırıltıyı gördüm ama ne anlama geldiğini fark ettiğimde artık her şey için çok geçti. Ne ara belimden tuttu ne ara beni çevirdi ne ara sırtım geriye doğru yaslandı ve ne ara üzerime doğru eğildi bilmiyorum ama dudakları dudaklarımın üstüne kapandığında artan alkışların ve ıslıkların sesini çok net duyabiliyordum. Birkaç saniyenin ardından belimden tuttuğu elleriyle beni hiç zorlanmadan kaldırdığında sadece şokla yüzüne bakıyordum.

 

“Kocan olduğumu kendime kanıtlamam gerekiyordu bir tanem kusura bakma seni de yüzlerce kişinin önünde öpmüş bulundum.”

 

Pislik bir de şakaya vuruyordu. Sülaleye 50 yıllık dedikodu malzemesi vermiştik resmen. Şu saatten sonra ben bir 7 yıl kadar babamla görüşmesem çok hoş olabilirdi mesela. Ama birazdan pistte kurtlarımızı dökecektik yani bu imkansızdı. Aziz’in omzuna minik bir şamar yapıştırdım. Benim de az önceki olayda parmağım olduğunu düşünmesinler istedim. Ben hala sizin küçük masum kızınızım demenin bir başka yoluydu bu.

 

“Elimde cüzdan var cüzdan! Bu yeterli bir kanıt değil mi?”

 

Şu an umurunda falan değildim. İstemişti ve yapmıştı. Aziz’i kocam yaparak bu hakkı ona ben vermiştim. Utanmam da dahil olmak üzere hiç kimseyi umursamazdı artık. Arsızlığının dozunu arttıracak imzayı az önce atmıştım.

 

Şahitlerimizle de sarıldıktan sonra dj için kurulan sahnede bir hareketlilik fark ettim. Sahnede bir adam eline mikrofonu almış kulaklığını takarken yanındakilere bir şeyler söylüyordu. Aziz elimden tutup beni dans edeceğimiz alana doğru ilerletirken ben sahnedeki adamın ingiliz bir şarkıcı olduğunu fark ettim. Fanı değildim ama zamanında şarkılarını dinlediğim bir dönem olmuştu. Aziz ilk dansımız için İngiltere’den şarkıcı mı getirmişti? Bunu bir günde mi yapmıştı? Daha önceden planladıysa ben neden ilk dans şarkımız yok diye hop oturup hop kalkmıştım.

 

Elinde mikrofonu tutan adam önce bize ardından da misafirlerimize baktı ve konuşmaya başladı. “Aziz’le tanışıklığımız bundan yıllar öncesine dayanıyor. Onu ilk gördüğümde şimdiki neşesinden oldukça uzak bir adamdı. Sanatçı bir adamım, melankoliyi gördüğüm yerde tanırım. Onunla arkadaş olmak için ısrar eden bendim. Arkadaş olduğumuzda da bakışlarının ardındaki o özlemin nedenini anladım… Bir gün bana artık özlemini bitireceğini söyledi. O zamana kadar hayatımda daha kararlı bir adam görmemiştim. Onun aşkı benim sanatıma ilham oldu. Bir gün, bugünün geleceğini biliyordum. Bu şarkının çıkışının üstünden yıllar geçti… Başka insanların ilk dans şarkısı oldu ama bugün ilk kez onu en çok hak eden insanlar için söyleyeceğim… Birce ve Aziz Leventoğlu çiftine! Mutlu çiftimize!”

 

Elindeki kadehi bize doğru kaldırdığında piyanonun sesi duyuldu. Aziz’in bir eli belimdeydi. Ben ne düşüneceğimi bilemez bir haldeydim ama Aziz beni kendine doğru çevirdi. Belimdeki eli yerini korurken diğer eliyle elimi tuttuğunda ben de boştaki elimi anında omzuna koydum. Güneşin kızıllığı bizi boyarken ilk dansımızı etmeye başladık.

 

‘There goes my heart beating

‘Cause you are the reason’

(İşte kalbim atıyor

Çünkü sebebi sensin)

 

Aziz omzundaki elimi kalbinin üstünde doğru çekti. Şarkıda söylediği gibi kalbinin nasıl attığını bana göstermek ister gibiydi. Gözlerimin içine bakıyor ve ‘senin sayende’ diye haykırıyordu sanki.

 

‘I’m loosing my sleep

Please come back now’

(Uyuyamıyorum

Lütfen şimdi geri dön.)

 

İster istemez bu şarkının yazıldığı zamanı düşünüyordum.

 

‘And there goes my mind racing

And you are the reason

That I’m still breathing

I’m hopeless now’

(Ve düşünceler aklımda dönüp duruyor

Ve sebebi sensin, hala nefes alıyor olmamın

Şimdi umutsuzum)

 

Birbirimize yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşmıştık. Sanki o yıllarda aramızdaki mesafeyi şimdi kapatmak ister gibiydik. Bir koreografimiz falan yoktu. Onun kollarında gözlerinin içine bakıp teninin kokusunu duyarken salınıyordum sadece. Halimden de oldukça memnundum ama Aziz gözlerimin içine bakarak nefes alıyor olmasının sebebi olduğumu söylediğinde sabahtan beri beni ara ara yoklayan göz yaşları tekrardan gözlerimdeki yerlerini almışlardı.

 

‘I’d climb every mountain

And swim every ocean

Just to be with you

And fix what I’ve broken’

(Her dağı tırmanırım

Ve her okyanusu yüzerim

Sırf seninle olabilmek

Ve kırdığım şeyi tamir etmek için)

 

Yapmıştı da, sadece bir kere değil iki kere bana geri dönebilmek için vücudunu ameliyata, ameliyat sonrası hayatına hazırlamak için çalışmıştı. Bıçak altına yatmadan huzurlu ve sakin bir hayat yaşamayı seçebilirdi ama o benim yüksek dağlarıma tırmanıp derin okyanuslarımda boğulmadan yüzmüştü. Kırdığı ne varsa tamir etmenin çok ötesinde şeyler yapmıştı. Bana kocaman bir gelecek inşa etmişti kendi elleriyle.

 

‘Oh ‘cause I need you to see

That you are the reason’

(Çünkü sebebinin sen olduğunu görmeni istiyorum.)

 

“Sebebi sensin.” diye fısıldadı kulağıma doğru. Artık göz göze değildik. Bir yapboz parçası gibi bütünleşmiştik. Benim bir elim hala göğsündeyken diğeri omzunu sarmalıyordu. Onunsa bir eli belimde bir eli sırtımda beni kendinden bir santim bile uzaklaştırmıyordu.

 

‘There goes my hands shaking

And you are the reason

My heart keeps bleeding

I need you now’

(İşte ellerim titriyor

Çünkü sebebi sensin

Kalbim kanamaya devam ediyor

Şu an sana ihtiyacım var.)

 

Elim istemsizce yarasının üzerini okşarken daha da sokuldum boynuna. Etrafımızdaki insanların varlığından tamamen soyutlanmıştım. Sadece ben ve o bir de kulağıma çarpan bu sözler vardık sadece.

 

‘And if I could turn back the clock

I’d make sure the light defeated the dark

I’d spend every hour, of every day

Keeping you safe’

(Eğer zamanı geri alabilseydim

Işığın karanlığı yendiğinden emin olurdum

Her günün her saatini harcardım

Seni güvende tutmaya)

 

Başımı yavaşça kaldırdım sokulduğum boynundan. Zaten benim için zamanı geriye almıştı. Yaşayamadığım şeyleri aynı heyecanla bana yaşatabilecek tek insan oydu ve bunu yapmıştı. Beni güvende tutmuştu. Ondan uzakta olsam da, güvende olmamı istemişti.

 

 

‘And I’d climb every mountain

And swim every ocean

Just to be with you

And fix what I’ve broken’

(Ve her dağı tırmanırım

Ve her okyanusu yüzerim

Sırf seninle olabilmek

Ve kırdığım şeyi tamir etmek için)

 

Kısa bir süreliğine elimi tutarak beni kendinden uzaklatırdı. Önce etrafımda döndürdü ardından tekrar kendine çekti. Tekrar uzaklaştırıp bu sefer koluna dolanmamı istedi iki koluyla da beni sardığında başını eğip açıktaki omzuma bir öpücük kondurdu. Kollarının arasından kurtarıp tekrar belimden çekerek kendine yaklaştırdı.

 

‘Oh ‘cause I need you to see

That you are the reason’

(Çünkü sebebinin sen olduğunu görmeni istiyorum.)

 

 

‘I don’t wanna fight no more

I don’t wanna hide no more

I don’t wanna cry no more

Come back I need you to hold me’

(Artık kavga etmek istemiyorum

Artık saklanmak istemiyorum

Artık ağlamak istemiyorum

Geri dön, bana sarılmana ihtiyacım var)

 

Şarkı daha hareketli bir hal aldığında nasıl olduğunu fark etmeden Aziz ayaklarımı yerden kesmişti. Ben koreografi yok diyordum ama belli ki her şeyde olduğu gibi onun bunda da bir planı vardı. Beni havada birkaç tur etrafında döndürdüğünde tekrar hafifçe yere bırakıp elimden tutarak kendine çekti.

 

‘Be a little closer now

Just a little closer now

Come a little closer

I need you to hold me tonight’

(Şimdi biraz daha yakın ol

Sadece biraz daha yakın ol

Biraz daha yakına gel

Bu gece bana sarılmana ihtiyacım var)

 

Öyle de yapmıştı. Belimden sıkıca sarılıp beni kendine yapıştırdı. Benim ellerim de sırtındaki yerini almıştı. Artık dans etmiyorduk, sadece sarılıyorduk. Şarkının son sözleri de biz sarılırken küçük küçük vurdu kulaklarıma.

 

‘I’d climb every mountain

And swim every ocean

Just to be with you

And fix what I’ve broken

cause I need you to see

That you are the reason’

(Her dağı tırmanırım

Ve her okyanusu yüzerim

Sırf seninle olabilmek

Ve kırdığım şeyi tamir etmek için

Çünkü sebebinin sen olduğunu görmeni istiyorum.)

 

Kulağımdaki şarkının hafif melodisinin yerini sağır edici alkışlar almıştı. Şarkının bittiğinin farkına o an vardım. Aziz başını geriye çekerek gözlerime baktı önce ardından da tekrar anlıma bir öpücük kondurdu.

 

“Hanımlar, beyler… Bay ve Bayan Leventoğlu!”

Sahnedeki sarkıcı bizi tekrar anons ettiğinde alkışlar ve ıslıklar daha da yükseldi. Yanımıza gelip Aziz’le sarılıp tebrik etti. Ardından bana da elini uzatarak tanıştığına çok memnun olduğunu bir gün oturup konuşmamız gerektiğini bana anlatacağı çok şeyi olduğunu söyledi. Aziz gülerek onu yanımızdan uzaklaştırırken ‘git anons yap’ dedi gülerek. Tekrar sahneye çıktığında tüm çiftleri dans pistine davet etti.

 

Bu sefer çok daha tanıdık bir melodi çalındı kulağıma. Aklım hala az önceki şarkının sözlerinde olsa da herkes çifter çifter piste doğru geliyordu. Annemle babamı gördüm önce onların peşine Aziz’in dede ve babaannesinin birbirlerine kur yaparak gelişleri ilişti gözüme bizimkilerin de çoktan ayaklandığını görünce tüm odağımı Aziz’e çevirdim.

 

“Şu an çalan şarkıyı da sen seçmiştin aslında.” dedi gözünü kırpıp. Bu şarkıyı biliyor ve çok seviyordum ama ne ara seçtiğime dair hiçbir fikrim yoktu. “Balonun şarkı playlistini sen yapmıştın. Dans şarkısı olarak bu vardı. O gün sana dans etmeyi teklif etmek çok istemiştim ama sen kenarda sınıftan kızlarla dans eden çiftlerle dalga geçiyordun o sırada. Cesaretimi toplayamamıştım.”

 

‘Bir akşam gözünde aşk tüterse

Geçmiş günler aklından geçerse

Kalbin bomboş ümitler biterse

Sen üzülme ben varım’

 

“Çok iyi seçim çocuklar aferin.” dedi Aziz dede yanımızdan geçerken. Kime şaşırsam, neye şaşırsam bilemiyordum artık. En iyi yaptığım şeyi yapıp kendimi Aziz’in kollarına bıraktım.

 

‘Neler geçti kim bilir başından

Sevgi umdun hep başkalarından

Ağlama gidenlerin ardından

O giderse ben varım’

 

“Burdaki giden sensin farkındasın değil mi?” dedim üzerimdeki duygusallığı şakaya vurarak bastırmaya çalışırken.

 

“Sus yoksa öperim seni şimdi.” deyince tekrar ağzımı açamadım.

 

‘Zaman durdu sanki

Beklerken seni

Ben bir tek sevgiye

Bağladım kalbimi’

 

Yanağına çaktırmadan küçük bir öpücük kondurdum. Çok öpülesi duruyordu. Kocamdı, çok düşünceliydi ve kocamdı. Öpmeyip ne yapacaktım?

 

‘Ayrılmam istersen hiç yanından

Çağırsan gelirim çok uzaklardan

Eskiden korkardım yalnızlıktan

Korkmam artık sen varsın’

 

Gözümün içine bakıyordu benden bir şey duymak ister gibi. “Korkmuyorum artık.” dedim tereddüt etmeden. “Yalnızlıktan hiç korkmuyorum.” Bakışlarını gözlerime kilitlediğinde şu an karşısında mezuniyet günü duvarın üstünden yalnızlıktan ne kadar korktuğunu anlatan o kız olduğuna emindim.

 

“Ağlama gidenlerin ardından..” dedi az önceki şarkı sözüne atıf yaparak. “Artık asla kendi rızasıyla gitmez ama Aziz giderse Çınar var. Çınar giderse de Leventoğlu hep seninle…”

 

Doğruydu. Ben artık Birce Işık Leventoğlu’ydum. Aziz’in hiç bir yere gittiği yoktu onu doğduğuna pişman ederdim ama artık adımda bile benimle birlikteydi. Adımda, adımımda, her anımda…

 

Ben duygusal duygusal düşüncelere dalmışken şarkı bittiğinde her şeye rağmen bir Angaralı’yla evlendiğimi bana hatırlatan o melodiler kulağımı doldurdu. Pist dans eden çiftlerle oldukça dolmuştu hepsi de oldukça alışık gibi Ankara havasına hemen ayak uydurdu.

 

‘Bir yanında kalesi bir yanında efesi

Bir yanında kalesi bir yanında efesi’

 

Aziz çok bile durmuş sözler girer girmez kollarını kaldırıp pozisyonunu almıştı.

 

‘Biter mi sandın canım Ankara’nın neşesi

Biter mi sandın canım Ankara’nın neşesi’

 

Bu sözleri bana söylüyordu sanki salak. Az önceki romantik sözler kadar bu sözleri de ciddiye aldığı oldukça belliydi.

 

‘Ne paşasın ne paralı

Olsa da bahtın karalı

Bu alemin tek kralı

Bir tek sensin Ankaralı’

 

Geniş insan topluluğu bizi içine aldığında ben de kocamın memleketine anında uyum sağlamıştım. Ne de olsa kütük Ankara’ya gitmişti artık. Geçmişimizde aramız pek iyi olmasa da ben de bir ‘Angaralı’ydım artık. Aziz açılmış kollarıyla öyle iyi oynuyordu ki daha önce bu kadar başarılı Ankara havası oynayan bir erkek görmemiştim. Aşırı oynak benden bile kıvrak çok erkek görmüştüm ama Aziz’inki öyle değildi. Çok doğru hareketlerle oynuyordu ne kütük gibi duruyor ne de fazla kıvrak görünüyordu. Attığı omuzlarıyla önce yanıma sonra arkama geçip yanağıma bir öpücük kondurup tekrar önüme gelmişti. Bu çocuk böyle hareketleri nerden biliyordu böyle? Gerçekten içindeki Angaralıyı salıvermişti resmen.

 

Bir süre sonra kimin kiminle oynadığı belli değildi artık. Bir ara kızlarla karşılıklı döktürdüğümü hatırlıyorum. Aziz gelip Leyla’ya ‘az oyna’ uyarısı yapınca Leyla eğlencenin asıl adresi Aziz’in stajyerlerinin yanında aldı soluğu. Birkaçıyla ben de karşılıklı oynarken bir ara İtalyan komitesinin içine düşmüştüm. Birçok Türk’ten daha iyi Ankara havası oynadıklarını söyleyebilirdim. Oradan çekilip alındığımda eski mahalle ekibinin neşeyle beni kucaklayışının içine bıraktım kendimi. Hem oynuyor hem kucaklaşıyorduk. “Kız nasıl öptü seni damat allah canınızı almasın şap diye!” diyerek çoktan eğlenmeye başlamışlardı bile. Zaten benim de sıkıntı ettiğim isimler onlar değildi. Masalarında oturup eğlenceye dış ses gibi dışardan bakan babaannem ve tayfasıydı. Bu gece burada çok tövbe çekilecekti.

 

Kalabalıklar içinde Poyraz’la karşılıklı döktürürken bunun bir boy büyüğünü görmediğimi fark ettiğimde etrafa bakarken bahçenin bir köşesinde telefonla konuştuğunu gördüm. Göreve çağrılma ihtimali beni aşırı korkuttuğu için hızla yanına gittim. Benim geldiğimi görünce telefonunu kapattı.

“Bir sorun mu var?” dedim müziğin sesini bastırabilmek için biraz bağırarak.Başını olumsuz anlamda salladı. “Çok korktum göreve çağırdılar diye.” Gerçek hislerimi itiraf ettiğimde gülerek beni kolunun altına aldı. Onu piste götüreceğimi biliyordu o yüzden karşı çıkmadan benimle kalabalığın arasına karıştı. Ortaya geldiğimizde etraftaki insanlar bize geniş bir yer açtılar. Mahir abimle karşılıklı oynarken Angaralım da bize katıldı. Bir ara ikisinin arasında kaldım. Poyraz kıskanarak üçüncü oldu. Sonra babam yeğenlerini ve beni kıskanarak olaya dahil oldu. Tekin amca Aziz dedeyle birlikte anında olaya müdahale ederek Angaralılar olarak şov yapmaya başladılar. Aziz’in oynama genleri belli ki ailenin erkeklerinden geçiyordu çünkü annesi ve babaannesi daha çok alkış yaparak onlara desteklerini gösteriyorlardı.

 

Geçişin nasıl yapıldığını anlamadığım bir şekilde Ankara havasından sonra o tanıdık melodi geldi kulağıma.

‘Kaşları karam, gözleri cezam

Aman, aman, aman, halim duman’

Aziz çapkın bakışlarını hiç çekinmeden bana gönderiyordu. Bu şarkı da geçmişten bir şarkıydı. Daha lisedeyken düğünümde bu şarkıyla oynayacağımı söyleyip her teneffüs açtığım bir zaman dilimi vardı. Bu şarkıyla düğünümde oynayacağım dememin sebebi tabi ki kocamın sözleri bana söyleyerek cilvelenmesiydi ve Aziz de tam olarak bunu yapıyordu şu an.

 

‘Saçları belam, dudağı ikram

Aman, aman, bu can ah sana kurban’

Ellerini saçlarımda dolaştırıp yanağımdan bir makas alırken şarkı sözlerini de gözüme bakarak söylüyordu.

 

‘Sensiz bu hayat bana ziyan

Seni görmeden geçen günler bana haram’

 

Bir de dertli dertli rol yapmıyor muydu? Yiyecektim bu çocuğu. Neyse ki o zamanlar pek uzakta değildi.

 

‘İnsaf eyle

İnkar etme’

Önce sol elinin işaret parmağını ardından sağ elinin işaret parmağını bana doğru kaldırıp beni işaret etti.

‘Söyle, söyle, söyle’

Sanki üçlü çektirirmiş gibi ellerini indirip kaldırdığında kahkahamı tutamamıştım. İyice dibime yanaştı derken arkama geçti.

 

Önce sol tarafımdan baktı yüzüme

‘Seni bu dünyada en çok kim sever?

Ben tabi ki.’

 

Ardından sağ taraftan çıkardı kafasını

‘Seni bu yerlere göklere kim sığdıramaz?

Ben tabi ki.’

 

Etrafımızdaki herkes de hem bize bakıyor hem de kıvıra kıvıra oynuyordu. Ankara havasına oranla katılım biraz azalmıştı ama hala oldukça kalabalıktık. Kimse karşılıklı oynamak için tanıdık birini aramıyordu. Karşısına kim çıkarsa iki kıvırıyordu. Sanki etraftaki herkes kırk yıllık ahbap gibiydi.

 

Kocamın serenatına karşılık vermemek olmazdı nakarat tekrar geldiğinde bu kez ‘ben tabi ki!’ diye etrafında dolanan bendim. Bir şarkıdan sonra bu iş böyle giderse kuduracağımızı anladık ve kendimizi fazla dağıtmadan tebrikleri kabul etmeye karar verdik.

 

Yemekler biz gelmeden önce çoktan dağıtılmıştı. Şu an ekstra olarak acıkacaklar için açık büfe vardı o yüzden hemen takı törenine geçelim diye düğün pastasını kesip dağıtımına başladık. Yalı böyle görüntülere şahit olmasın diye boynumuza kurdele takmak yerine bileğime bir kese takmıştım. Paralar da zarflarla hemen yanımızdaki kutuya atılacaktı.

 

Önce benim anne babam ardından onunkiler derken önümüzde uzunca bir kuyruk oluşmuştu. Zarflarla ilgilenen Meryem bir ara kulağıma eğilip “Dünya üzerindeki tüm para birimleriyle bu gece tanıştım artık.” diyerek beni güldürmüştü. Kuyruk akıp giderken Leyla bir ara açık büfeden kaptığı bir kanepeyle yanıma gelip “Şunu ye şekerin düşecek” deyip ağzıma kanepeyi tıkıştırmıştı. Bu anın kameralara çıkmaması için önümde durmuş çiğnemem bitince diş kontrolü bile yapmıştı.

 

Sıra iş yerimden arkadaşlarıma geldiğinde Emre’yle sarıldık önce. O erken gelip bir ara yanıma uğrayıp tekrar aşağı inmişti ama şimdi sanki birbirimizi ilk kez görür gibi sarılmıştık. Altınını keseye atarken Aziz’e dönüp “Düğünümde aynısını bekliyorum.” demeyi de ihmal etmedi.

 

Sumru da düğüne gelmişti ve ben bunun için çok mutluydum. Hemen arkasındaki Şahin’e aldırmadan “Seni biriyle tanıştıracağım tamam mı piste gel takıdan sonra.” diyerek etrafta Mahir abimi aramıştım. Sumru sadece güldü dediğime ve tebrik etti beni. O Aziz’i tebrik ederken Şahin dümdüz bir şekilde yüzüme bakıyordu. Ben ne olduğunu anlamayınca “Hayır.” dedi sadece. Hayırlı olsun demenin yeni bir yolu muydu bu? Anlayamamıştım. “Hayır, Birce.” dedi bu kez gülümseyerek. Ama ben hala anlamıyordum. Aziz Şahin’in elini sıkıp tokalaştı. Aziz gülüyordu ama ben hala anlamamıştım. Elindeki altını keseye atarken tekrar “Lütfen Birce.” dedi ve uzaklaştı. Ben ne olduğuyla ilgili hiçbir fikrim yokken Aziz’e döndüm.

 

“Benim aşkımı bu kadar geç fark etmene şaşırmamak lazım. Sarp’la Meryem’i de fark edememiştin zaten. Sende seven insan algılayamama problemi olabilir güzelim.”

 

Takı töreninin sonuna geldiğimizde kolumdaki bilezikleri kesedeki altınları ve zarflardaki paraları güvenceye almak için odamıza çıktık. Poyraz saymaya yardım etmek amaçlı peşimizden gelirken Aziz keseden çıkardığı bir altını Poyraz’ın cebine sıkıştırarak bertaraf etti. Çocuğu parayla susturmaya alışmıştı resmen. Bolca fotoğraflar çekilmiş düğünün en önemli kısımları bitmişti bundan sonrası sadece eğlenceydi o yüzden Aziz paraları kasaya koyarken ben de after party elbisemi giymem gerektiğine karar verdim.

 

Duvağımı çoktan çıkarmıştım. Aziz kasayı kilitlerken fermuarı bulmak için elbisemin arkasına gitti kollarım. Aziz bana döndüğünde yüzündeki ifadenin değişimini oldukça net bir şekilde görmüştüm.

“Geldik mi o ana ya?” diyerek önce bulunduğumuz zaman dilimini sorguladı. Ardından da bana doğru yürümeye başladı. “Yalnız o işlemi benim yapmam gerekiyor.” diyerek belimi iki yandan tutup beni kendine çekti.

 

“Daha düğünümüz bitmedi aşkım. Kurtlarımızı yeterince dökmedik.”

 

“Ben dökerim kurtlarını ya. Bak mesela şurası çok uygun görünüyor.” diyerek başıyla yatağı işaret etti. Ellerimi yanaklarına çıkarırken yüzümde oldukça anlayışlı bir ifade olduğuna ve Aziz’in şu an bundan nefret ettiğine emindim.

 

“Aşkım, saçmalama istersen aşağıda onlarca insan var.”

 

“Birçoğu gitti zaten. Biz inmezsek diğerleri de gider.” dedi sanki dünyanın en mantıklı planını yapmışcasına.

 

“Zaten sülalemin ağzına kırk yıllık dedikodu verdin Aziz, bir de ‘kocayı görünce düğünü unutan Birce’ dedirtemem arkamdan.” dediğim şeyle gür bir kahkaha patlattı yüzüme yüzüme pis. “Hem sen git şimdi gidenlere hoşçakalın de ben üstümü değiştireceğim makyajım tazelenecek, saçım başım toparlanacak daha.”

 

“Ne varmış ya saçın başında? Gayet düzgün. Ama makyajın tazelenecekse..” deyip dudaklarıma yapıştı birden. Gecenin ön gösterimini yapıyordu sanki. Gayet sakin sakin konuşurken bu ateşi hiç beklemiyordum doğrusu ama benim de biraz yanasım varmış belli ki hemen ellerim Aziz’in gömleğindeki yerini aldı. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama bunun tam anlamıyla birbirini yemek olduğunu biliyordum. Ve ne tuhaftır ki uzaklaşan ben değil Aziz olmuştu.

 

“Keşke şöyle öpseydim de o dedikodular boş yere çıkmasaydı.” dedi yan yan sırıtırken. Benim aklımı başımdan alıp bir de böyle gülerek konuşuyordu ya…

 

Aziz’i zor bela odadan çıkarınca kolaylıkla gelinliğimi çıkarıp üçüncü ve son elbisemi giydim. Makyözüm ve kuaförüm de gelip bana bir ayar daha çekmişlerdi. Uzun sürmemişti ama o arada müzik çalmaya devam etmişti. Pist boş değildi.

 

 

Ben de aşağıya indiğimde çalan şarkı farklı bir Ankara havasından zeybeğe dönünce Aziz’i, Erdem’i Sarp’ı, Poyraz’ı ve Mahir abimi tam karşımda buldum. Bizimkiler lisede bir bayram gösterisinde sahne almaları gerektiği için öğrenmişti zamanında. Askerlere de bu özelliğin otomatik yüklendiğini düşünüyordum. Hepsi gayet profesyonel görünüyordu. Günlerce çalışmışlar gibi zeybek oynadılar. Bittiğinde ben dahil herkes bayılmıştı. Yabancılar için oldukça ilgi çekici bir gösteriydi zaten ama birkaç kişiden ‘Bunlar evli mi?’ Soruları duymadım desem yalan söylemiş olurdum. Muhtemelen halam da şu an bir yerlerde oğullarına en uygun adayı bulmaya çalışıyordu.

 

Zeybeğin peşine hakların birleştiricisi olarak bir misket patlattık. Ankara havasının çok garip bir etkisi vardı. Bir şekilde kalabalıkları piste toplamayı en iyi o başarıyordu. Erdem’le Sarp ‘El oğlu değil midir? Sevdi de kaçıverdi.’ derken Aziz’le uğraşmaya devam ediyorlardı. Ama Aziz benim peşime gelip ‘Ağzım dilim kurudu sana yalvara yalvara’ diyerek onları takmıyordu.

 

Poyraz’ı dj’le bir şeyler konuşurken gördüğümde başımıza gelecekleri az çok tahmin ediyordum ki damat halayının melodisi yankılanmaya başladı. Ben ona kötücül bakışlarımı atarken onun umrundan bile değildi. Hemen abisini yanına aldı. Mahir abim illallah etmiş görünürken kardeşine hayır dememişti. Erdem’le Sarp da davete bile gerek duymadan girdiler halaya. Halayın ardını alamadık… Emre, Aziz’in stajyerler, iş yerinden arkadaşları derken kısa sürede ortamdaki yabancılar da çözmüştü oyunu. 5 dakikalık bir damat halayının sonlarına doğru artık o kadar hızlanmışlardı ki çok keyifli göründüğü için ben de dahil olmuştum. Leyla dahil olamadığı için çok üzülse de videomuzu çekerek teselli bulmaya çalıştı.

 

Oyun bittikten sonra herkes sularına, içeceklerine koşturmuştu. Ama ben pistin ortasında kaldım çünkü elit misafirlerimizi düşünerek çıkardığım şarkı çalıyordu tam da şu an. Güllü’den Eminönü-Laleli’nin ritmi vücudumu sararken oynamamam imkansızdı. Hemen Aziz’e çevirdim bakışlarımı. O eklemişti tekrar şarkıyı. Başıyla bir ‘hadi’ işareti yaptığında elindeki şişedeki az kalan suyu saçlarından aşağıya boşaltıp yanıma doğru adımladı. Ceketi ve yeleği zeybekten önce çıkmıştı kravatı da odaya çıktığımızda çıkarmıştı. Şu an üç düğmesi açık beyaz gömleği ve dağınık saçlarıyla tam bir serseriydi. Bizim eski mahalledekiler de müziğin sesine hemen toparlanmışlardı. İşte oynak erkek derken bundan bahsediyordum. Bunların birçoğu benden kıvraktı. Tebrik ediyordum.

 

‘Bu kafayla gidersen sen beni daha çok istersin’ derken Aziz’e göz süzmeyi de ihmal etmemiştim. Zaten devamında da kocama oynayıp durmuştum. Gece Süleyman-Hürrem odamızda daha fazlasını da gösterecektim. Bunu düşünerek keyifle güldüğümde hiçbir şeyden haberi olmayan kocam kulağıma eğilip “Şu an bu şarkıyla oynaman o kadar gerçek dışı geliyor ki.” dedi. Ben roman havası oynuyor oluşuma atıfta bulunduğunu düşünmüştüm ama “Aynı kadının şarkılarını dinleyip gecelerce seni düşünürken şimdi onun bu şarkısında düğünümüzde oynaman çok gerçek dışı..”

 

Canım kocam… ben onun hakkında terbiyesiz fikirler içerisindeyken o oldukça romantik şeyler düşünüyormuş meğer. Kendimden birazcık utandım yalan yok ama utancımı daha çok kıvırarak baskı altına aldım kolaylıkla.

 

Partinin devamında 3 şarkı 1 Ankara havası şeklinde ilerlemeye başlamıştık. Kenan Doğulu tabi ki Güzeller İçinden demişti. Sezen Aksu Kaçın Kurası demezse kendimi eksik hissederdim. Ebru Gündeş Yakışıklı derken Kaçın Kurası’ndaki gibi kur yapan bendim. Biraz kocamı övmese miydim? Kocamdı sonuçta, övmeliydim.

 

“Hem sempatik, hem yakışıklı. Doğrusu çok mert bir delikanlı. Bir gülüşüyle kalbimi çaldı. Seviyorum onu çok seviyoruuuumm!”

 

Doğruyu söylemek gerekirse içmemiştim ama ortam öyle neşeliydi ki sarhoş hissediyordum. Mutluluk sarhoşu tam olarak böyle bir şeydi sanırım.

 

“Ölürüm heyecandan beni öptüğü zaman!” dediğimde Aziz yanaklarımdan tutup minik bir öpücük bırakmıştı dudaklarıma. Artık bunu da umursamıyordum. Herkes istediği kadar dedikodu yapabilirdi. Kocamdı sonuçta.

 

Araya bir Ankara havası sıkıştırdığımızda Tarkan Ölürüm Sana derken bu sefer kur vakti ondaydı. Ama en sonunda herkes her şarkıyı herkese söyler hale gelmişti. Yani ben en son Mahir abime ‘şşşt zilli’ diyordum.

 

Pistteki müziğin sesi birden hiçbirimizin bilmediği bir şeye dönüşünce Aziz’le birbirimize bakakaldık. Bunu playliste ekleyen ikimizden biri de değildik. Derken şarkının sözleri başladı.

 

‘Çarşıdan aldım lahana

Kıydım koydum sahana

Çarşıdan aldım lahana

Kıydım koydum sahana’

 

‘Hiç ömrümde görmedim böyle de cadı kaynana

Hiç ömrümde görmedim böyle de cadı kaynana’

 

Pistteki annelerimizle göz göze geldik. İkimiz de kendi kaynanamıza yönelip açıklama yapmaya çalışırken şarkı dur durak bilmiyordu.

 

‘Aman aman aman kaynana

Bir ayağı topal kaynana

Aman aman aman kaynana

Dişleri gedik kaynana’

 

“Kız bu biz değiliz, senin kaynanan melek seninki hiç değil. Kız bu benim kaynanam ya!”

Annem bir sırrı çözmüşçesine gülerek oynamaya başladı. Ama ne oynamaktı o. Sanki şarkının tüm sözlerini dansıyla babaanneme gönderiyordu.

 

‘Oğlun kebap getirdi de sensiz yedik kaynana

Oğlun çerez getirdi de sensiz yedik kaynana’

 

Şarkının sözlerini de söylemeye başlamıştı. Kenarda oturan babaannem kötü bakışlarını yollarken annemin umrunda bile değildi etrafına toplanmış insanlarla keyifli keyifli oynuyordu bense sadece Aziz’e yaslanmış gülüyordum. Derken babam da gelip annemle birlikte oynamaya başladı. İşte ben de kayışları koparan nokta o olmuştu. Gülmekten karnıma ağrılar giriyordu. Sadece ben de değil Leyla da gülerken kocaman karnı hareket ediyordu. “Ay işicem şimdi” derken gülmeye devam ettik. Annemle babam kollarını açmış ayaklarını yere vura vura öyle komik oynuyorlardı ki bunun bir nispet oynayışı olduğu çok belli oluyordu. Canım babam kaynana gelin savaşında her zaman doğru safta yer alarak mutlu bir hayat kurmuştu kendine.

 

‘Kaynanayı ne yapmalı?

Kaynar kazana atmalı.

Kaynanayı ne yapmalı

Kaynar kazana atmalı

Yandım gelin dedikçe

Altına odun atmalı’

 

Çoktan diğer güne geçmiştik. Gece şarkılarla ilerlemeye devam ediyordu. Ara sıra İngilizce şarkılar açarak aramızdaki yabancıları da es geçmiyorduk. Gerçi onlar bizim şarkılarda daha çok eğleniyorlardı. Kimsenin enerjisi bitmiş gibi değildi ama ben biraz yorulmaya başladığımı hissediyordum. Tam o an Aziz elinde bir bardakla yanıma geldi ve “İç.” Dedi. Normalde pek sorgulamazdım ama şu an nedense gözümün önünde Nuri Alço canlanmıştı. “Enerji içeceği.” dedi sorgulayan bakışlarımı gördüğünde. “Gece devam ediyor.”

 

Bu ‘gece devam edecek!’ demenin farklı bir yoluydu. Canım Süleymanım nasıl da kendine yol yapıyordu oda için. Totomu dönüp yatsam ne yapardı acaba?

 

Enerji içeceğiyle geceye devam ettiğimizde tabi ki Yaşar Birtanem demeyi ihmal etmemişti. Şarkılar peş peşe ilerlerken gece bitmeye yakın artık tam anlamıyla biz bize, düğünün ardından yalıda kalacak ekip, olarak kaldığımızda açılan mezdekeyle Aziz gelip kulağıma “Toplum kurallarına uygun kısmı burada, sansürsüz kısmı odada” diye fısıldadı.

 

Onu düşünmemeye çalışarak tabi ki mezdekeden önce klasik teşekkür konuşmamı yaptım. “Düğünümüze geldiğiniz için çok teşekkürler şimdi size mezdeke şov yapacağım.”

 

Herkes aşırı eğleniyordu ama bir o kadar da yorgundu. Saat 2’ye gelmişti. İçimizdeki oynaklıkla yorgunluk çatışma halindeyken babam polisliğini yaparak hepimizi odalarımıza dağıttı. Zaten sabah kalkıp birlikte kahvaltı yapacaktık o yüzden vedalaşma durumlarına hiç girmedik. Herkes birbirine iyi geceler dileyerek sakince odalarına çekildi.

 

Odaya girip kendimi yatağa attığımda hala pistten bazı sahneler aklıma getirip gülüyordum. Aziz’i bir anda üstümde bulmamla gülüşüm yüzümde dondu. “Bu elbisen çok güzel. Ben çıkarabilir miyim?” Sanki barbie giydirmece oynayan küçük bir çocuk gibi çok masum görünüyordu ama hiç de öyle değildi.

 

“Sana bir sürprizim var.” dedim onu da heyecanlandıracak bir tonda. “Bunu çıkarmayacaksın ama daha çok hoşuna giden bir şey çıkaracaksın. Olur mu?”

 

Anında üstümden kalkıp yatağın yan tarafına kendini attı. Ellerini de başının arkasına koymuştu. Hızla yataktan kalktım banyoya girdim. Üstümü değiştirmeye geldiğimde banyoya bıraktığım kıyafetlere baktım hınzır bir gülüşle. Mezdekenin sansürsüz hali şimdi bu odada olabilirdi işte. Açık pembe bir dansöz kıyafeti bulmuştum ve inanılmaz seksiydi. İçinde ben de çok iyi görünüyordum. İlk gecemde dansöz kıyafeti giymeyi düşünmemiştim daha önce ama hem Aziz hem de bu yalı bunu hak ediyordu. Hızlı bir duşa girip peşine hemen kıyafeti üzerime geçirdim. Banyonun kapısını açıp dışarı çıktığımda Aziz telefonla konuşuyordu.

 

“Lan sizin arabanız nerde?.. Ne demek bozuldu anasını satayım? Senin karın hamile lan ne demek bozuldu?”

 

“Aziz ne olmuş?”

 

Sesimi duyduğunda bana doğru döndü tam bir şey diyecekti ki beni görünce tam anlamıyla dili tutuldu. “Le.. l… l.. la… La ilahe illallah!”

 

“O Aziz’e söyle ben Birce’siz doğurmam!”

Telefondan yükselen Leyla’nın sesiyle gözlerini benden alamayan dili tutulmuş kocamın elinden telefonu hızla aldım.

 

“Leyloş? Noluyor? Doğruyor musun?” Duyduğum sesler tam olarak bana bunu anlatıyordu.

 

Aziz’in istediği olmuştu. Leyla düğünümüzde doğurmamıştı… Ama doğumu, ilk gecemizin ortasına bomba gibi düşmüştü..

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 04.05.2025 03:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Melin Öğüt / Yirmi Dokuz / 54. Bölüm- Evet!
Melin Öğüt
Yirmi Dokuz
1. Bölüm Verilen Söz2. Bölüm- Ve Ayrılmaz Dostluğa!3. Bölüm- Etkileyici Hediye4. Bölüm- Karşılaşma5. Bölüm- Ellerimde Çiçekler6. Bölüm- Nedensiz, Nasılsız7. Bölüm- İhtimallerin Heyecanı8. Bölüm- Agop'un Meyhanesi9. Bölüm- Kim Bilir?10. Bölüm- Söz11. Bölüm- Kıskançlık12. Bölüm- Geçmemiş Geçmiş13. Bölüm- İnandır Beni14. Bölüm- Önce Sen!15. Bölüm- Aile16. Bölüm- Tırtıl ile Uğur Böceği17. Bölüm- İlk Bakış18. Bölüm- Geçmişin İzi19. Bölüm- Yüzleşme20. Bölüm- Yeniden21. Bölüm- Yarın Hiç Olmayabilir22. Bölüm- Yara23. Bölüm- Kendimden Bile24. Bölüm- İtiraf Çabası25. Bölüm- Tatil Öncesi26. Bölüm- Özgür Kelebek27. Bölüm- Çıkma Teklifi28. Bölüm- Korku29. Bölüm- Sevdalı Oldu, Felaket Oldu, Ayrılık Oldu30. Bölüm- Sevgili31. Bölüm- Her Şeye Rağmen32. Bölüm- Şimdi Uzaklardasın33. Bölüm- Uzak Mesafe34. Bölüm- İstanbul->İngiltere35. Bölüm-İlk Gün36. Bölüm-Ev37. Bölüm- Yüzük38. Bölüm- Davet39. Bölüm- Kavuşma40. Bölüm- Dönüş41. Bölüm- Bebek?42. Bölüm- Yemek.43. Bölüm- Plan44. Bölüm- İstiyorum, Veriyor Musun?45. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 146. Bölüm- Kız İsteme Volume 3 Part 247. Bölüm- Unutulan48. Bölüm- İyi ki49. Bölüm- Zafiyet50. Bölüm- Gizlenen51. Bölüm-Yanında52. Bölüm- Hayat53. Bölüm- Son Gün54. Bölüm- Evet!55. Bölüm- Yeni Bir Hayat56. Bölüm- Leventoğlu57. Bölüm- 2+158. Bölüm- Otuzuncu Mum Işığı (Final)Özel Bölüm: Hayat IşığıÖzel Bölüm: I.L.
Hikayeyi Paylaş
Loading...