
Selamlar, selamlarr 🩷
Son 1..
Ama üzülmüyoruz neden? Çünkü özel bölümlerimiz olacakk. Çocuklarımın her halini okutmadan içim rahat etmezdi zaten.
Uzun bir bölüm olduu yorumlarda buluşalımm
İyi okumalarr 🩷

En saçma sapan rüyalarda bile birlikte göremeyeceğim bir ekipti şu an karşımdaki dörtlü.
Hepsinin gözleri benim üstümdeyken ben Aydan Hanım'ın sözlerinde takılı kalmıştım. Kimin vasiyetinden bahsediyordu? Bahsi geçen kişi nasıl ben olabiliyordum? Bu insanlarla bir bağım kalmamıştı. Şimdi nasıl yine aynı odanın içine düşmüştük?
"Ne oluyor burda?" dedim içimde hissettiğim tüm absürtlüğü gün yüzüne vurarak. Aziz anında adımlayarak yanıma geldi. Ellerini kollarıma koyup yavaşça okşamaya başladı.
"Bir tanem gel şöyle otur bir." diyerek beni odadaki oturma grubuna doğru yönlendirdi. Koltuğa oturduğumda o da önümde diz çökerek dizlerimin üzerindeki ellerimi tuttu.
"Aziz ne oluyor?" dedim onun ağzından çıkacak kelimeleri beklemeyerek.
Tam olarak nasıl söyleyeceğini bilemediği belliydi "Güzelim... Kemal Bey..." diye mırıldandı.
Duymayı beklemediğim bir isim dökülmüştü Aziz'in dudaklarından. "Ne olmuş Kemal Bey'e?" dedim hala daha zihnimin ucundan geçmeyen ihtimalin kara dumanlarıyla sarılmaya başlamışken.
Derin bir nefes alıp gözlerimin içine baktı. Oldukça net bir tavırla yara bandı çeker gibiydi. "Bir restoranda öğle yemeği yerken kalp krizi geçirmiş..."
Her şeyi tüm gerçekliğiyle açıklayan bir cümleydi ama bir insanın ölümüne bu kadar kolay ikna olamayan beynimden geçen düşünceler gayriihtiyari dilimden döküldü. "İyi mi şimdi?"
Bu saçma ümidim Aziz'in yüzünün acıyla buruşmasına neden oldu. Ellerimi avuçları arasında hapsetti. "Maalesef güzelim. Kemal Bey dün hastaneye kaldırılmış ama daha hastaneye giderken kalbi durmuş. Geri döndürememişler."
Kemal Bey'le birlikte çalışmıştım. Onun hayallerindeki evi tasarlamıştım. Onun yaşlarında gördüğüm en kibar en centilmen müşterimdi. Onun hayallerini inşa etmiş olmak bir yana birkaç ay öncesinde görüştüğüm, düğünüm için beni tebrik eden, hediye gönderen bir adamdı. Vardı... Ama artık yok olduğunu bilmek... Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Ne hissetmem gerektiğini de bilmiyordum. Kötü hissediyordum. Gerçekten kötü hissediyordum.
Ben bu kadar kötü hissederken karşımdaki insanların nasıl hissettiğini bile düşünemiyordum. Aydan Hanım'ın abisiydi Kemal Bey. Giray'ın dayısıydı. Sahi onlar nasıl bu kadar sakin kalabiliyorlardı şu an karşımda.
"Evet, çok güzel. Birce de öğrendiğine göre devam edebilir miyiz avukat bey?"
Aziz hızla başını Aydan Hanım'a doğru çevirdiğinde yüzünü görmesem de bakışlarının öldürücülüğünü hissedebiliyordum. Hızla ayağa kalktığında ellerini ellerimden çekmemişti.
"Avukat bey değil Aydan Hanım. Avukat Aziz Çınar Leventoğlu. Şu anda da avukat kimliğimle değil yönetici kimliğimle buradayım. Ve tabi Birce'nin eşi olarak." Aydan Hanım'dan cevap beklemeden kapıdaki asistanına seslendi. Kadın içeri girdiğinde de "Tolga'yı çağır gelsin." deyip yanıma oturdu. Eliyle karşıdaki kanepeyi işaret etti. "Siz de buraya oturabilirsiniz. Kemal Bey'in özel avukatı şimdi geliyor."
Aziz elimi tutmaya devam ederken Aydan Hanım ağzında bir şeyler mırıldanarak kalkıp karşımızdaki koltuğa oturdu. Kocası ve oğlu da iki yanına. Gözlerimi ikisinden alamıyordum. Nasıl böyle sakın olabiliyorlardı aklım almıyordu.
Çok geçmeden kapı çalınıp açıldığında Kemal Bey'in avukatı Tolga içeri girdi. Hepimize başıyla selam verdikten sonra tekli koltuğa geçti. Aziz'in işaretiyle Tolga elindeki zarfı açtı ve içinden çıkardığı bir kağıdı bize doğru çevirerek gösterdi.
"Merhum Kemal Bey'in yaklaşık iki ay önce kendi el yazısıyla hazırlayıp imzalayarak bana teslim ettiği vasiyetname şu anda elimde. Yanımda, biri asıl, iki adet de kopyası mevcut. Elbette sizler detaylıca inceleyebilirsiniz ama ben şimdi, vasiyetnamenin içeriğini kısaca özetlemek isterim." deyip gözlerini kısaca elindeki kâğıtta gezdirdi.
"Öncelikle, İzmir'deki evden bahsediyor. Bu ev, mimari tasarımını da üstlenen Birce Işık Leventoğlu'na bırakılmış. Vasiyetinde Kemal Bey şöyle yazmış: 'Birce'nin hayallerimi gerçeğe dönüştürdüğü evin yine ona geri dönmesini istiyorum. O eve en iyi o bakacaktır.' Bu ifadesiyle, söz konusu evi Birce Hanım'a bırakma iradesini açıkça ortaya koymuş." Bakışları hem bana hem de diğer kanepedeki insanlara değdiğinde ortamdaki herkesin ilk vasiyeti anladığından emin olup başını tekrar kağıda çevirdi.
Anlamıştım anlamasına da Kemal Bey'in neden böyle bir şey yaptığını anlayamamıştım. Daha önce ne başıma gelen bir şeydi bu ne de başına gelen birini gördüğüm..
"Devamında, yeğeni Giray Bey'e saat koleksiyonunu ve onun adına bir bankada yıllar içinde biriktirmiş olduğu birikimi bırakıyor." dedi sadece Giray'la göz teması kurarak.
"Kız kardeşi Aydan Hanım'a ise İstanbul'daki evinde bulunan mücevherlerin verilmesini istemiş."
Aydan Hanım çatık kaşlarıyla avukatın vasiyetin devamını okumasını bekliyordu.
"Şirket hisseleriyle ilgili de özel bir isteği var: Kurucusu olduğu şirkette yalnızca kendisi ve çalışanlarının emeği olduğunu belirterek, sahip olduğu hisselerin, çalışanlar ve yöneticiler arasında, çalışma yılları ve görevlerine göre adil şekilde paylaştırılmasını talep etmiş. Bu şirket yöneticileriyle halledeceğimiz bir konu. Sizin düşünmeniz gereken bir durum yok."
Giray'ın durgun bakışlarının yanı sıra annesinin kaşları gittikçe daha da çatılıyordu.
"Son olarak da, geride kalan tüm taşınmazların, araçların, yatırımların ve banka hesaplarında bulunan paranın, Hasret Yıldız adına 'Kız Çocuklarına Işık' isimli vakfa bağışlanmasını istemiş."
Duyduğum ismi kesinlikle yanlış duymuş olmalıydım. "Pardon? Kim dediniz?" dedim birazdan bu yanlışlığın düzeleceğini umarak.
"Hasret Yıldız." dedi tekrardan hiç bir yanlışlık yokmuş gibi. Teyzemin bu işle ne ilgisi olabilirdi ki? Bir cevap arar gibi başımı Aziz'e doğru çevirdim. Sadece sakince gözünü kapatıp açmakla yetindi. Bir de elimi daha sıkı tuttu.
"Kim bu Hasret Yıldız Allah aşkına? O vakıf hangi vakıf? Abim niye böyle bir şey yapsın?"
"Vasiyetname açık, sade ve niyeti net şekilde yazılmış Aydan Hanım. Hasret Yıldız'ın kim olduğuyla daha doğrusu Kemal Bey'le ilgisinin ne olduğu üzerine bir bilgimiz yok. Vasiyetnamede böyle bir şeyden bahsetmiyor."
Giray'ın gözleri benim üzerimdeydi. Unutmadıysa Hasret Yıldız'ın teyzem olduğundan haberdardı ama arada ne gibi bir bağlantı olduğundan belli ki o da emin değildi.
"Bunlar da kişisel mektuplarınız." deyip üçümüzün önüne de birer zarf bıraktı.
Birden sesi yükseldi Aydan Hanım'ın "Bu ne ya? Kamera şakası mı? Abim birden kalp krizinden ölmedi mi? Ne bu vasiyetler? Mektuplar?"
Onun aksine Tolga oldukça sakindi. "Kemal Bey bu mektupları bir süredir yazıyordu aslında ama 6 ayda bir imha edip yenisini yazıyordu." dedi açıklayarak.
"Yani 6 ay önceki vasiyetinin farklı olabileceğini mi söylüyorsunuz?" diyen Aydan Hanım az önceki haline göre daha sakin ve çirkin bir şekilde ümitli görünüyordu.
Tolga hafifçe tebessüm etti ve tamamen Aydan Hanım'a doğru döndü. "Aydan Hanım, emin olun ki diğer vasiyetlerinin hiçbirinde size bu mücevherlerden daha değerli bir şey bırakmamıştı." Tolga'nın net cümlesiyle lafları ağzında kaldı. Bir an için bağırıp çağırıp üste çıkmaya çalışacağını düşündüm ama Giray elini annesinin elinin üstüne koydu uyarır bir tavırla. Bu, onu durdurdu.
"Bu vakıf?" dedi Giray. "Şu an aktif mi? Çalışanları vs. durumu nedir yani?"
Teyzemin okumasını sağlayan vakıftı o. Anne babalarını kaybettiklerinde iki genç kızdılar annem ve teyzem. Üniversiteye o vakıf sayesinde gitmişti teyzem. Ve yıllar sonra teyzemin ısrarlarıyla benim de başvurup burs aldığım vakıftı...
"Vakıf zaten dedenizin yan şirketlerinden birinin altında kurulmuş. Yıllar boyunca da Kemal Bey'in gölge yöneticiliğinde ilerlemiş. Sınırlı sayıda öğrencisi olan bir vakıf. Dedenizin vefatından önce Kemal Bey vakfın tüm yetkisini üzerine almış. Şu an aktif bir şekilde çalışıyorlar ama Kemal Bey'in isteği bu vakfın daha da büyümesi yönünde."
Memnuniyetsiz bir tavırları kollarını göğsünde bağladı Aydan Hanım "Bize hayırseverliğini miras bırakmış canım abim."
Onu duymazdan gelerek önündeki kağıda tekrar baktı Tolga. "Şimdilik bu kadar. Sorularınız varsa cevabını mektuplarda bulabilirsiniz belki. Başka bir şey olursa lütfen benimle iletişime geçmekten çekinmeyin." diyerek kartını uzattı Giray'a ve annesine. "Siz zaten istediğiniz zaman ulaşabilirsiniz Birce Hanım." derken hafifçe tebessüm etti.
"Bu mu yani? Bu kadar mı?" diyen Aydan Hanım çoktan ayaklanmıştı. Siniri kimeydi hiçbir fikrim yoktu ama hayatımda gördüğüm en çirkin sahnelerden birinin içerisindeydim.
"Anne lütfen durur musun?" diyerek annesini sakinleştirmeye çalışan Giray'ı bile duymuyordu.
"İtiraz edeceğiz biliyorsunuz değil mi? Hiç bir alakası olmayan bir kıza bile ev bırakmış. Kendi yeğenine nasıl saat koleksiyonu bırakır?"
Tolga da ayaklandığı için ikisi karşı karşıya kalmıştı. "Oldukça pahalı bir koleksiyon Aydan Hanım. Ayrıca banka hesabındaki Giray Bey için özel olarak biriktirilmiş bir para da var. Anne babanızla abinizin küslüğü yüzünden yıllarca yüzünü göstermediğiniz yeğeniniz için çok bile."
Kurduğu cümlenin ardından ortamdaki herkesin büyümüş gözleri Tolga'ya çevrildi. Teslim olur gibi ellerini havaya kaldırdı. "Benim değil Kemal Bey'in sözleri." Diyerek vasiyeti işaret etti.
Aziz birden elini dizine vurup ayağa kalktı. "Evet, ilgilendiğiniz her şey açıklığa kavuştuysa sizi uğurlayalım artık." dedi sol eliyle kapıyı gösterirken. Diğer eli hala elimi sıkı sıkı tutuyordu.
"Daha Birce'yle konuşacaklarımız vardı. Onun mektubunu da okumalıyız. Belki neden böyle bir şey yaptığı..."
Aydan Hanım'ın sözü daha da ilerlemeden Aziz tarafından kesildi. "Neden böyle bir şey yaptığını anlatmış zaten Kemal Bey. O eve en iyi mimarının bakabileceğini düşünmüş. Devamında sizi ilgilendiren bir kısım yok zannımca. Cenaze işlemlerini de biz hallediyoruz. Katılıp katılmamak da kararınıza kalmış."
"Ne demek o? Abim o benim. Tabi ki katılacağım."
"Öyle mi? Ben de ofise geldiğiniz andan itibaren ne zaman cenazeyle ilgili bir şey soracaksınız diye bekliyordum. Yarın öğlen ezanından sonra olacak cenaze namazı. Yine vasiyeti üzerine İzmir'e defnedilecek. Adres bilgilerini Tolga Bey size ulaştırır."
Aydan Hanım tek kelime etmeden kapıya yöneldiğinde Giray'ın bakışlarının hala üzerimde olduğunu fark edebiliyordum. Benim bakışlarım önümdeki zarfın üzerindeydi.
"Birce seninle konuşabilir miyiz?" diyen sesiyle bakışlarımı zarfın üzerinden ona doğru çevirdim. Ağzımı açmama bile fırsat kalmadan "Ne konuşacaksın lan sen benim karımla?" diyerek araya giren Aziz'le sessiz kaldım.
"Konuşulacak çok şey var bence Aziz. Bu kaba tavra gerek yok. Bırak da Birce karar versin."
Sanki sakinleştirici almış gibi sakindim. Gözlerimi yavaşça Giray'a çevirdim. "Eşimle yetişmemiz gereken bir uçak var. Kaybedecek zamanım yok. Konuşmamız gereken bir şey de yok."
"O ismi biliyorum Birce. O vakfı da hatırladım. Sence de konuşmamız gereken bir şeyler yok mu?"
"Geçmişte kalan şeyler için dil dökmeye gerek yok. Lütfen artık çıkar mısınız kocamın odasından? Tolga lütfen müvekkilinin ailesiyle kendi odanda ilgilenir misin?"
Ona karşı kurduğum cümleyle Tolga da şaşkınlıkla bana baktı. Bakışlarını Aziz'e çevirdiğinde ondan bir onay aldığının farkındaydım. Neyse ki odadan çıkmak konusunda bir sıkıntı çıkarmamışlardı. Aydan Hanım'ım söylenmesini duyabiliyordum. Giray'ın kapıdan dışarı çıkarken bile dönüp bana baktığını hissetmiştim. Babasıysa her zamanki gibi yok gibiydi.
Kapının kapanmasıyla ayakta duran Aziz'in elinden çekerek tekrar yanıma oturmasını sağladım. Gözlerim hala daha zarftaydı. "Aziz... Kemal Bey o adam değil mi?" dedim bana aksini söylemesini isterken. "Teyzemi yalnızlığına iten adam. Onu geride bırakan adam."
Eli yanağımı buldu anında. Baş parmağıyla yanağımı okşarken kendine çekip diğer yanağımı hafifçe öptü. "Bunu öğrenmek için bu zarfı açman gerekiyor güzelim." dedi gözlerimin içine bakerken.
Bir yanım hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmek istiyordu. Bunca zaman öğrenmemiştim. Bundan sonra da öğrenmesem olmaz mıydı? Diğer yanım da olmaz diyordu. Kelebek etkisi gibi hayatına etki eden bu gerçeği öğrenme fırsatın var artık. Öğren.
Elimi Aziz'in elinden çekip zarfa uzandım. Zarfın üzerinde 'Birce Işık Leventoğlu'na :)' yazıyordu. Önemsemeden açtım zarfı. İçinden çıkan kağıdı açtığımda beni karşılayan çok güzel bir el yazısı olmuştu.
'Sevgili Birce, eminim ki şu an kafan çok karışmış bir haldesindir. Her şeyi yüzüne söyleyecek cesaretimin olmasını çok isterdim ama sen zaten bu satırları okuyorsan artık bunun için bir şansım kalmadı demektir.
Sen zeki bir kızsın. Teyzene çekmişsin. Olan biteni az çok anlamışsındır belki ama konduramıyorsundur. Teyzenin sana benden bahsettiğine hep inanmıştım ama düşündüğümden de az bahsetmiş. Hatta annene bile beni anlatmamış. Ben onun için böyle bir utanç kaynağıydım.
Onun utandığı bu hikayeyi tekrar gün yüzüne çıkarmayacağım. Bizim hikayemiz bizimle birlikte kaybolacak.
Sadece... Kızımıza vermeyi düşündüğümüz ismi sana verdiğini öğrenince... Kalbimde Hasret'i hiç bitiremediğimi anladım. O benim dindiremediğim Hasret'im olarak kaldı.
Bu ev... Mimarlığını yaptığın bu ev aslında teyzenin hayaliydi. Bana anlattığı şekilde anlatmaya çalıştım sana. Bence görseydi bir mimar olarak seninle gurur duyardı. Bu yüreksiz adama ev yaptın diyeyse yeğeni olarak seni fırçalayabilirdi.
Ben o evi hiç hak etmedim. Hakkını da veremedim zaten. Hasret orada mutlu bir ailenin yaşamasını istiyordu. Gülüşme sesleriyle çocuk cıvıltıları birbirine karışsın istiyordu.
Biz bunu başaramadık ama senin başarabileceğinden eminim. Öğrendiklerinden sonra orayı ne kadar istersin hayatında bilmiyorum ama beni yok say. Sadece teyzen için, onun hayalleri için doldur orayı. Oranın kıymetini en iyi sen bilirsin.
Hasret umarım bana hakkını helal etmemiştir. Öteki dünyada onu bir kere daha olsa görmek isterim.."
Birkaç dakika öncesine, bu mektubu okumadığım dakikalara dönmek istiyordum. Aklımdaki düğümler çözülmek bir yana daha sıkı bağlanmıştı. İkisinin de istediği gibi hikayeleri onlarla birlikte toprağa gömülmüştü.
Elimdeki mektubu okuması için Aziz'e uzattım. Emin miyim diye gözlerime baktı. Ondan saklayacak hiçbir şeyim yoktu. Kaldı ki bu mektupta da hiçbir şey yoktu. Çabucak okuyup bitirdi. Bakışları üzerimdeyken konuşup konuşmamak arasında kaldığı çok belli oluyordu.
"Ne garip değil mi?" dedim bakışlarımı yüzüne çevirirken. "Kemal Bey'in teyzeme yaşattığı her neyse teyzemin öğütleri yüzünden erkeklerden uzak durdum. Senin aşkını görmedim. Sen bana kendini açmaya korktun, bekledin... Böyle bir şey olmasaydı ya da teyzem bana bunları anlatmamış olsaydı ve biz birlikte olsaydık ne olurdu düşünebiliyor musun?"
"Daha beter parçalanırdık." dedi Aziz tekrar elimi tutarak. İlk defa bu konuda ona hak verecektim. Çünkü artık kendimi tanıyordum. O zamanki Birce'ye de kararlarına da oldukça hakimdim. Kendimi dışardan görebiliyordum. Aziz'in ne olursa olsun o zaman aynı şeyi yapacağını da biliyordum. Bana hastalığından bahsetmeyecekti çünkü kendimden vazgeçeceğimi biliyordu. Kendimden vazgeçmeyeyim diye benden vazgeçen 'arkadaşım' değil de 'sevgilim' olsaydı eğer, bana hiçbir şey söylemeden benden ayrılıp gitseydi uzaklara, tam anlamıyla teyzeme dönüşmem işten bile olmazdı. Belki ona da olan buydu... Onun da yaşadığı buydu..
"Çok saçma." dedim gözlerimi tavana dikerek. "Bizimle ilgisi olmayan şeylerin bizi bu kadar etkilemesi çok saçma."
"Değil." dedi bana biraz daha yanaşarak. "Böyle bir ailede doğmasaydım, annemle babamın meşguliyetlerinin içinde büyümeseydim. Onların aptal kararlarının sonuçlarına maruz kalmasaydım seninle belki de hiç tanışmazdım." Tüm cümlelerinin arkasında durduğu her halinden belliydi.
"Benimle tanışmayı sağlıklı bir ailenin olmasına tercih mi ediyorsun gerçekten?"
Güldü bu dediğime. "Seni bana getiren her şeye şükrediyorum."
Onun gibi bakmak istemiyordum. "Sağlıklı ailelerde büyüseydik de yine bir şekilde birbirimizi bulabilirdik. Ben benden saklananlarla büyümeseydim, sen ailenin yaşadıklarına bu şekilde şahit olmasaydın iki sağlıklı insan olarak yine lisede, üniversitede, sokakta, işte bir şekilde birbirimizi bulabilirdik." dedim hayata itiraz eder gibi.
"Hmm." dedi Aziz bir kolunu belime atıp beni gövdesine çekti iyice. Diğer eliyle parmaklarımla oynuyordu. "Ne olurdu peki sence o zaman şu yaşımızda? Evli mi olurduk? Balayımıza çıkmak üzere mi olurduk? Yeni evimizin inşaatı bitmek üzere, taşınacağımız günü mü sayardık? Tüh, yazık olmuş bunların olmayışına."
Gözlerimi devirdim hafifçe. "Tamam, anladım ne demek istediğini." Bunların hepsini zaten yaşıyor olduğumuzu, o güzel gelecek ihitmalinin içinde uyuyup uyandığımızı anlatıyordu. "Ama sen de benim ne demek istediğimi biliyorsun. Bunca sıkıntı, bunca acı..."
"Bizi daha güçlü kaldı." dedi anında cümlemin devamını getirmeme izin vermeden. "...aşkımızı da." Birkaç saniye gözlerini yüzümün her köşesinde gezdirdi. Sonra konuyu değiştirir gibi "Tolga eşinden boşanıyormuş." dedi. "Ayrı dünyaların insanı oldukları gerekçesiyle. Şu saatten sonra bana 'ayrı dünyaların insanıyız' desen 'İstersen seninkine istersen benimkine yerleşelim ya da ara bir gezegene göç edelim.' derim sana. Benim senden vazgeçebileceğim hiçbir şey yok artık. Ben sensiz olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum çünkü. Sensizliktense tercih edeceğim şeyleri duysan dudağın uçuklar. Haberin yok tabi ama burda stajyerlerin maskotu oluyorum arada senin yüzünden."
"O ne demek?" dedim kaşlarımı hafifçe çatıp. Zihnimdeki her şey buhar olup uçmuştu. Tamamen Aziz'e ve onun diyeceklerine odaklanmıştım.
"Bunlar arada birbirlerine sana şu kadar para verseler şunu yapar mısın gibi sorular soruyorlar. Bir gün tabi ki bana da sorma gafletinde bulundular. Dediler 'size 100 milyon dolar verecekler eşinizden boşanır mısınız?' Güldüm tabi yüzlerine önce. Ben öyle yapınca dediler ki 'ama sonra tekrar evlenebilirsiniz'"
"Ee sen ne dedin?" dedim cidden merak ederek.
Çenesini hafifçe yukarı kaldırıp yüzüme biraz daha yaklaştı. "Bana o eşimle boşanmam için 100 milyon dolar verecek olan piçi çağırın buraya onunla görülecek bir hesabım var dedim."
"Aziiz!" dedim kendime hakim olamadan yüksek çıkardığım sesimle. "Çok ayıp niye küfür ediyorsun hem de stajyerlerinin yüzüne. Senin ağzın bozuldu bu sıralar."
Yanağıma tekrar bir öpücük bıraktı özür mahiyetinde. "Mahir abimle takılmanın bazı dezavantajları güzelim ne yapayım? Senin sayende silmiştim küfürü ağzımdan zaten şimdi ara ara geri dönmeye çalışıyor işte."
"Siz de maşallah Mahir abinle benle konuştuğundan daha çok konuşuyorsundur telefonda."
Benim kıskançlığımı kulağına bile takmadı. Duymazlıktan gelerek lafı tekrar çevirdi. "Sen konuyu değiştirme. Bir şey anlatıyorum burada."
"En son 'piliçle' görülecek bir hesabın vardı. Ben hikayen orda bitti sandım." Dedim oldukça masum bir tavırla. Ama gerçekten de bitti sanmıştım.
"Yok bitmedi. Bunlar baktılar ben boşanmıyorum. Bu sefer soru tarzını değiştirdiler. Yok senle boşanacakmışız ama bale yaparsam boşanmazmışız bale yapar mıymışım? Yok aslanla güreşir miymişim? Maymunlarla bir hafta yaşar mıymışım? Kayın ailemle 1+1 evde 1 yıl yaşar mıymışım? Falan filan."
Dudaklarıma yerleşen gülüşle "Son sorunun cevabını ben de çok merak ettim şu an." diye sordum.
Burnumun ucuna bir öpücük kondurup gözlerimin içine baktı. "Yok başka bir cevap güzelim. Cevap tek. Her şeye evet. Beni senden ayıracak hiçbir şey olamaz. Yaşanaların da biliyorsun ki yaşanması gerekiyormuş. Harika ailelerde, sorunsuz büyüyen, aptal çocuklar olabilirdik ama biz öyle değiliz."
Başımı biraz geriye çekip hafifçe kaşlarımı çatarken dediği şeyin komikliğiyle hafifçe gülümsüyordum. "Harika ailelerde sorunsuz büyüyen çocuklar aptal mı oluyor?"
"Bilmiyorum daha önce harika bir ailede sorunsuz büyümedim. Çok istiyorsan deneyini yapabiliriz."
Ne demek istediğini tabi ki anlamıştım. Bu iki ayda lafını bile açmadığı bir konuydu bebek konusu. Ama o ne kadar açmasa da ben Aziz'i her gördüğümde zihnimin bir köşesinde açılıyordu o konu. Özellikle Akgün'le ve Kuzey'le gördüğümde hormonlarım tavan yapıyordu.
Kuzey'e kini bitmemiş olsa da, çocuğu zaman zaman 'karagün' diye seviyor olsa da, göğsüne yatırıp uyutuyor, gazını çıkarıyor, kafasını koklarken mest oluyordu. Akgün'ün kıskançlığını fark edip hemen müdahale edebiliyor, ikisine de ilgi veriyordu.
Bunları görüp de ne yapabilirdim ki? Doğum kontrol hapını bırakmıştım kısa bir süre önce. Sadece Aziz'in iyi bir baba olacağını düşündüğüm için değil. Zaman zaman arkadaşlarımız nefes alsın diye bebek bakıcılığı yaptığımız dönemde kendimi de gözlemlemiştim. Akgün'ün boğazına yemek kaçtığında panikle ne yapacağını bilemeyen birine dönüşmemiştim mesela. Kendimden bile beklemediğim bir soğuk kanlılıkla çözmüştüm problemi. Kuzey çığlık çığlığa ortalığı birbirine katarken "Annesini ara çabuk!" diye bağırmamıştım mesela Aziz'e. Bundan bir ay önce Aziz'in rutin kontrolleri için hastaneye gideceğimiz günün gecesinde gözüme uyku girmemesi gerekiyordu normalde ama onun yerine kendimi de kocamı da yorup güzel bir uyku çekmemizi sağlamıştım.
Hareketlerimi korkularım yönetmiyordu artık. Mantığım devredeydi. Ve mantığım bana doğum kontrol hapını artık bırakabileceğimi söylemişti. Ben de öyle yapmıştım. Aziz'in tabi ki bundan henüz haberi yoktu. Bir süre daha olmasını istemiyordum. Çünkü kocamın manyaklığına hakimdim. Ben hapı bıraktığım an iki gün reglim gecikse, ki bunun takvimini telefonundan tutuyordu, yanıma testle gelebilme ihtimali çok yüksekti. Hem kendi ruh sağlığımı hem de kocamınkini düşündüğüm için bunu bir süre daha gizli tutmaya karar vermiştim.
"Yok kocacığım sağ ol. Deneme yanılma yöntemini hayatımdan çıkaralı çok oldu." dedim onu reddeder gibi. Bir süre daha bu konudaki fikrimin olumsuz olduğunu bilse bir sorun olmazdı.
Güldü bu dediğime. Şakağıma bir öpücük kondurdu. "Balayına mı gidiyoruz, İzmir'e mi?" dedi konuyu değiştirerek.
"Seninle her yere gelirim kocam." deyip göğsüne yaslandım iyice. Şaka yapmamıştım. Yanımda Aziz olduğu sürece her yere giderdim ve ne yaşarsam yaşayım onun varlığının bana verdiği güçle her şeyin üstesinden gelirdim.
Kararı bana bırakmıştı aslında ama topu ona geri attığımda İzmir'e iki kişilik bilet aldı. Balayımızı cenazeye katıldıktan sonraya ertelemiştik. Bu şehr-i İzmir'in yeri ilişkimizde çok garip bir yere evrilip duruyordu. Şimdi bir de burada evimiz olmuştu. 1 sene önce kendi evime çıkmayı bile düşünmezken biri Londra'da biri İzmir'de iki tane evim olmuştu. Bir diğeri de İstanbul'da bitmek üzereydi. Hayat gerçekten fazla şakacıydı.
Cenazede gerçekten ne hissedeceğimi bilemez bir haldeydim. Tek yaptığım karşı karşıya geldiğimiz zamanlarda bana söylediği güzel şeyleri düşünüp bir fatiha okumak olmuştu. Teyzem ne düşünürdü diye de geçirdim içimden ama hikayelerinin bir parçası olamamışken o hikayenin esas karakterlerini yargılayamazdım.
Cenazeden sonra daha fazla orada kalamayacağımı söylediğimde Aziz beni arabaya bindirip bomba yemeye götürdü. Evet birbiri ardına yaptığımız şeyler böyle alakasızdı. Aslında bir noktada da hayatın en gerçek yüzüydü. Bir hayat sona eriyordu. Kalanlar hayatına devam ediyordu. Büyüyorduk, olgunlaşıyorduk. Bazen de sadece kendimizi kandırıp büyümüş gibi davranıyorduk. Büyümüş gibi davranarak büyüyorduk. Güçlüymüş gibi davranarak güçleniyorduk. Dış dünyaya karşı hep bir oyun halindeydik.
Neyse ki şu an karşımda bombasının bir kısmını bana uzatan kocama karşı en çocuk, en güçsüz, en aşık halimi gösterebiliyordum.
"Aşkım valla doydum."
Bunu dememle birlikte yanağımdan tutup öptü beni. Beklemediğim anda gelen öpücüğün sarsıntısıyla bakakaldım suratına.
"Güzelim çok tatlısın ama biraz daha yersen daha da tatlanacaksın gibi. Benim için bir ısırık daha alır mısın?"
Buna nasıl hayır diyebilirdim ki. Küçük de olsa bir ısırık aldığımda kalanını ağzına attı. Kolundaki saatine baktığında ağzını peçeteyle silerken "Hadi." dedi. "Yolcu yolunda gerek. Her şeyi geride bırakıp benimle uçar mısın uğur böceğim?"
Ayaklanıp elini tuttum anında. "Uçarım kelebeğim."
✈️✈️✈️
"Aziz Allah kahretsin ekstrem spor seviyoruz dedik ama bunu da yapmasak olurdu bence ne dersin?"
"Uçacağız demedik mi güzelim uçuyoruz işte."
Doğru, uçuyorduk. Skydiving öncesi atlayacağımız uçağın içindeydik.
"Gel bir poz ver hayatım Mahir abiye atalım inince." deyip beni kameraya doğru döndürdü. Fotoğraf çekinmek için sırıtırken lise sıralarında Aziz'le ekstrem spor hayalleri kuran Birce'ye güzel dileklerimi ilettim. İşlerin bu kadar ciddi boyuta varacağını düşünmemiştim. Yamaç paraşütü iyiydi. Dalış çok zevkliydi. Rafting inanılmaz eğlenceliydi. Ama bu... Ben şu an gerçekten atlamak için bir uçağın içindeydim. Hala gerçekliğini sorguluyordum. Hocalarımıza bağlandığımızda belirli bir yüksekliğe çıkmıştık ve atlamak üzere uçağın kapısı açıldığında birbirimize bakarak 5'ten geriye sayıp atladık.
Bugün balayımızın 4. günüydü. Düşündüğümüzden biraz daha uzun bir tatil yapacaktık. Bunu da 10 günlük planımıza başladığımız ilk gün öğrenmiştik. Aziz birinci haftadan sonra İngiltere'deki ofisine 2 günlüğüne uğrayacağı için onun işinin bizi kısıtlama durumu ortadan kalkmıştı. Ben de özellikle son iki ayda Aziz'in çevresi başta olmak üzere şirketimize bir sürü müşteri kazandırmıştım. Öyle ki, Şahin oldukça şaşkın bir şekilde 'büyümemiz lazım' temalı bir toplantı yapmıştı. Bana da ortaklık teklif etmişti. Gerçi ben bu ortaklığı getirdiğim müşterilerden ziyade Sumru'yla arasını yapmam sayesinde olduğunu düşünüyordum. Evet, taze bir ilişkileri vardı. Garip ama tatlı bir çifttiler. İş yerinde o kadar profesyonellerdi ki bazen ben bile sevgili olduklarını unutuyordum.
Ortaklığımın bana tatil anlamında ne yazık ki iyi bir geri dönüşü olmamıştı. Şahin'in yurt dışında bir iş görüşmesi yapması gerektiği için erken dönmem gerekiyordu ama canım kocam "Görüşmeyi sen yap Şahin otursun oturduğu yerde." deyince çok mantıklı gelmişti. Böylece 10 günlük tatilimiz 15 güne uzayabilmişti. Evet o 5 gün için çekilecek çileler vardı.
"Bugünkü planlarımızda biraz oynamaya gidelim mi ne dersin?" dedi pis sırıtık ayaklarımız yere bastığı an kendimi sırt üstü zemine attığım için. "Kalkabilecek misin?"
Yardım dilenir gibi elimi uzattığımda gülerek elimi tuttu. O beni kaldırmaya çalışırken ben onu kendime çektim. Ayağına taktığım çelmeyle anında yanımı boyladı. Bir iki saniye ne olduğunu anlayamasa da ardından kahkaha atmaya başladı. "Tamam, günün planı biraz gökyüzünü izlemek galiba.." dedi gülerek.
Hafifçe yan döndüm ve kolunu açıp göğsüne sığındım. Açtığım kolunu omzuma sarıp beni iyice kendine çekti. İkimizin de bakışları gökyüzündeydi. Bir süre sessizce izledik gökyüzünü. Sevilla'nın gökyüzüsü de bir başka oluyordu cidden. Bugün İspanya'daki de 4. günümüzdü. Ülke her şeyiyle beni büyülemişti ama özellikle bir mimar olarak bazı noktalarda o kadar aşık olmuştum ki Aziz'in beni durdurması gerekmişti. Bugün de gece uçuşuyla Fransa'ya geçecektik. Birgül anneyle bir sonraki günü ayırıp üç gün de orada kaldıktan sonra yine üç günlüğüne İngiltere'ye geçecektik. Neyse ki Aziz'in ve benim iş ile ilgili görüşmelerimiz aynı şehirde olacaktı. Oradan da İskoçya'ya geçip Tekin babayla görüşecektik. Çoktan bizim için vereceği partinin hazırlıklarıyla meşguldü.
Fazla huzur ve oksijenden uyuyacağımı hissettiğim an uzandığım yerden kalktım. Aziz rahatı bozulmuşcasına bana bakıyordu. Sanki uzandığımız yer çok normal bir yermiş gibi. "5 dakika daha." dedi bana mızmızlanarak.
"Akşam eve gidince yatarız hadi. Şimdi programa uyarak gezmeye devam!"
"O programı yapan ellerimi si.." bakışımı anında yakaladı. "..seveyim."
"Niye öyle diyorsun? Geceleri programdan oldukça memnundun.
Sırıtarak doğrulup kollarıyla yerden destek alarak oturduğunda bakışlarında gecelerden aşina olduğum bir duygu geçti. "O başka.. Hayatımda uymayı sevdiğim en güzel program."
Aziz her şeyi planlı programlı bir şekilde hazırlarken ağzımdan şakayla karışık dökülen "Bir de sevişmelerimizi de planla." sözünü fazla ciddiye almıştı. Şakasına (!) da olsa günlük planımıza eklemişti. Saat aralığı ve pozisyonların yer aldığı bu programın sabahına (ya da bazen gecesine) değerlendirme anketi de vermeyi unutmuyordu. Gerçekten inanılmazdı. Aziz de.. Sevişmelerimiz de..
"Ne güzel o zaman." deyip dudağına küçük bir öpücük kondurdum. "Programa uymaya devam edelim."
Öyle de yaptık. Sevilla sokaklarında dolaşırken tam anlamıyla gördüğüm her şeyi yiyordum. Farklı kültürler farklı hayatlar derken bu balayından kilo almış bir şekilde döneceğime emindim. Elimde churosumla Aziz'in 'Suna'sına poz verirken video çektiğini fark ettim.
"Ben bunu her seferinde nasıl yiyorum ya!" dedim sitemle.
Kameranın arkasından kıs kıs gülen Aziz "Churosu mu, fotoğraf çekildiğini sanarken video çekiliyor olmayı mı?" derken kamerayı yüzüme daha da yaklaştırdı.
Bana laf sokması tabi ki gözümden kaçmadı. "Churosumda mı kaldı gözün? Yazıklar olsun. Koca diye aldığımız beye bak. Lokmalarımı da saymışsındır sen benim şimdi."
Başını salladı iki yana şu an yüzündeki gülüşü ben de kaydetmek istiyordum. "Sen bu kadar güzel yerken lokmalarını saymaya odaklanabileceğimi mi düşünüyorsun? Teessüf ederim. Karımın dudaklarını izlemekle meşguldüm." dedi dudaklarıma küçük bir öpücük kondurup.
Öpücüğünün etkisinden çıkmaya çalışırken dilim asla durmuyordu. "Ha o kadar güzel yemesem lokmalarımı sayacaksın yani?" dedim süper alıngan modu aktif ederek.
"Güzelim?" dedi Aziz soru sorar gibi. "Tahmini ne zaman şaşı kalkarsın?" Ne demek istediğini hiç anlayamadığım için gülerek "Ne?" dedim kurduğu cümleye.
"Benim gibi tatlı dilli, romantik bir adamla yatıp duruyorsun ama şu kır atın bir huyundan suyundan alayım demiyorsun. Aşktan kör olmuşum karımızın gözleri kartal mübarek."
Sevilla sokaklarındaki müziğe kıkırtım da karıştı anında. Aziz'in elindeki kamerasını alıp ikimizi de görebileceği bir duvarın üstüne sabitledim. Bir kolumu boynuna dolamışken diğer elimdeki churosu dudaklarına doğru uzattım. "Benim kocam karısından romantiklik mi istiyormuş?" diye onu nazlatmaya başladığımda bana yan yan memnuniyetsiz bakışlarını atarken uzattığım churostan bir ısırık almayı da ihmal etmemişti. "Karısı ona romantik olamıyor muymuş?"
"Valla istedi mi öyle güzel oluyor da işte genelde benimkileri bozmak gibi bir hobisi var."
"Ama aşkım bu da bizim serseri tarzımız." Sessiz kalıp churosumdan bir ısırık daha aldı. Bakışları bende değil sokaktaydı. "Ama sen biliyorsun neden böyle yaptığımı.." dedim fısıldayarak. "Sen romantik olunca ben utanıyorum. Hemen o atmosferi dağıtasım geliyor. Karını utandırmak hoşuna mı gidiyor?" Biraz daha dibine girdim. Burnumu yanağına sürttüm hafifçe.
Başını bana doğru çevirdiğinde sanki ilk kez öpüşecek gibi heyecanlandım. Nefeslerimiz birbirine karışırken "Çok hoşuma gidiyor." dedi mırıldanarak. "Karımı utandırmaya bayılıyorum. O kızaran yanakları öyle çok hoşuma gidiyor ki onları o halde görmem için ya utandırmam lazım ya da..."
"Churos?" diyerek elimde kalan son küçük parçayı da aramıza soktum. Gözleri bir bende bir churosta gidip geldi. Derin bir nefes verdi. Yine onu kesmemden oldukça mutsuzdu ama churosu ağzına atmasıyla dudaklarım hafifçe kıvrılırken sırıtmaya başlayan bendim.
"Churosumun son parçasını yedin." dedim sanki çok üzülmüş gibi. Ağzındaki parçayla kalakalmıştı. "Kimseye kaptırmam." diyerek dudaklarımızı birleştirdiğimde bunu beklemediğine oldukça emindim. Dudaklarımın arasında bayıldığım iki tat vardı artık. Böylesi öpüşmek de daha bir güzel oluyordu. Uzun süren öpüşmemizin ardından hafifçe geri çekildiğimde dudaklarımızın birbirinden kopması daha zor oldu. Sesli bir şekilde ayrıldıklarında sanki onların bu ayrılışına üzülmüş gibi küçük bir öpücük daha kondurdum. "Bunca zaman boş yere yemişim ben bunu tek başına. Kocamın dudaklarıyla yemem gerekiyormuş."
Şaşkınlığını çoktan üzerinden atmıştı. Belimin iki yanındaki tutuşu sertleşti, biraz daha bastırdı beni kendine. "Bak sen. Churosunun son parçasını kaptırmamak için yapışmadın yani dudaklarıma öyle mi?"
Benim yaptığımı yapıyordu. Romantikiliği gerçekçilikle bozuyordu. Evet kabul etmeliydim yaparken çok zevkliydi ama sana yapılınca pek hoş olmuyordu. "Yoo, ne münasebet. Ben kimseye kaptırmam derken kocamdan bahsediyordum."
Gür kahkahasıyla keyfinin ne kadar yerinde olduğunu anlayabiliyordum. Benim de keyfim oldukça yerinde olduğu için küçük küçük bir sürü öpücük kondurmaya başladığım dudağına. Tebessümü gittikçe büyürken ben de onu gülüşünden öpüyordum.
Geri çekilip ifadesine baktığımda memnun suratını görmek kıkırdamama sebep oldu. Öyle ki gözleri neredeyse kapanacak gibiydi ama gülüşümle açıldı. "Ben arada sana böyle trip atayım bari." dedi belimden tuttuğu elleriyle beni hafifçe sağa sola sallarken.
"Sakın ha! Çok fena ters teper görürsün unut sen tribi falan."
"Niye baban da annene trip atıyor. Çok da başarılı bu konuda. Damat kayınbaba toprağına çekermiş."
Tehdit eder gibi diktim gözlerimi üzerine. "Ben de kaynana toprağına çekeyim mi canım benim?" dedim bir taraftan yanağını okşarken oldukça tehditkardım.
"Annemle babamın boşanmasına bir gönderme miydi bu?" dedi hafifçe kısılmış gözleriyle.
"Aynen öyle." dedim ben de sakince, yüzümdeki tebessümü silmeden.
"Yok almayayım." diyerek önümde eğildiğinde birden dizlerimden tutarak beni sırtına attı. Ağzımdan kaçan küçük çığlığı hiç umursamadan kamerayı koyduğum yerden alıp yürümeye başladı.
"Aziz ne yapıyorsun?"
"Beni bırakma diye önlem alıyorum biriciğim."
"Elimi de tutabilirdin."
"Ben işimi şansa bırakmam."
Gülmeye" devam ederken aklıma gelen şey dilimden çıkmak için mücadele ediyordu. İzin verdim. "Neydi başarmanın sırrı çok çalışmak mıydı?"
"Yok başarmanın sırrı hayatınızda bir ışık olması. Ben benimkini buldum."
"Onu Leventoğlu'na çevirmek ne peki?"
"O da benim başarı belgem."
Hala Aziz'in omzunda, ters bir şekilde Sevilla sokaklarında dolaşırken kahkahalarla gülüyordum. Bu şekilde bile atışmamıza devam ediyorduk.
Akşam üzeri flamenko gösteri yapılan bir sokaktaki kafede bir şeyler atıştırıp dansçıları izledik. Bir süre sonra tüm çiftleri de eşlik etmeleri için çağırdıklarında Aziz tabi ki anında biz de yaparız diyerek beni dansa kaldırmıştı. Başta ciddi ciddi iyi gidiyorduk ama bir noktadan sonra sululuğumuz yüzünden işin ciddiyeti kaçmıştı. Eve döndüğümüzde havaalanı için hazırlanmadan önce dinlenmek için birkaç saatimiz vardı ama Aziz'in programına göre dinlenme saatimizin bir kısmını daha farklı bir şekilde değerlendirdik.
Ben göz kapaklarımı açık tutamayıp uykuya yenik düştüğümde neyseki kocam valizlerimizi hazırlayıp çıkmamız gerektiğinde beni uyandırmıştı. Beynimi rafa kaldırmış bir şekilde Aziz'in peşine takılmayı seviyordum. Tam olarak da öyle yapmıştım. Taksi mi çağırmışız, hangi uçağa binmişiz, hangi havaalanına gidecekmişiz hiçbir fikrim yoktu. Olmasına da gerek yoktu. Havada geçirdiğimiz sürede de Aziz'in omzuna yaslanıp uyudum. Paris'e vardığımızda Birgül anne bizi havaalanında tam anlamıyla coşkuyla karşıladı. Elindeki özenle hazırladığı kartonda Mr and Mrs Işık yazıyor olmasına dakikalarca güldüm. Kartonla birlikte fotoğraf çekinip annemle babama atmıştım yolda giderken.
Geceyi Birgül annenin evinde geçirip sonraki gün kendi kiraladığımız dairemize geçecektik. Birkaç kere tatil boyunca onda kalmamızı istediğini söylese de benden önce Aziz reddetmişti bu talebi. Annesinin evinde uslu durması gerektiğini bilecek kadar beni tanıyordu. O da uslu durmak yerine annesinin evinde kalmamayı tercih etmişti. Gerçekten de oğlan çocukları biraz şeydi...
Öğlene doğru kalkıp kaynanamın hazırladığı Fransız Türk karışımı kahvaltıyla kahvaltımızı etmiştik. Baget ekmeğini menemene banarken kendimi garip hissetmiştim ama Aziz kruvasanın arasına sucuk koyunca hiçbir şey bana kendimi daha garip hissettiremez diyerek kahvaltımı olanca normalliğiyle yapmaya devam etmiştim. Kahvaltının ardından Aziz'i birkaç saatliğine azad edip kaynanamla alışverişe çıktığımızda da anneme hemen fotoğraf atmıştım. Geçen ay ben bir hafta sonu ofise gitmek zorunda kaldığımda Aziz'le annem Nişantaşı'nda alışverişe çıkıp beni çatlatırcasına fotoğraflar atmışlardı. İntikam ılık yenen bir yemekti. 1 ay sonra ben de kaynanamla hem de Paris sokaklarında alışverişteydim. Bu fotoğraftan annem mi daha çok etkilenir yoksa babam mı emin olmasam da gönderdim. Babam sürekli evde 'Fransa'da yapılacak şeyler, İskoçya'da yenecek yemekler' diye Google araştırmaları yapıyordu. Tatil sezonu bittiğinde daha iyi havalarda onlar da dünürlerinin yanına bir gezi planlıyordu. Geziye bizi de dahil etmişlerdi ama zamanın ne getireceğini hiç bilemiyorduk.
Birgül anneyle geçirdiğimiz günün akşamına Aziz de bize katılmıştı. Balayımızda annesiyle takıldığım için tüm yemek boyu sitemleri bitmese de aslında onun da bazı görüşmesi gereken insanlar olduğu için planımızı böyle yapmıştık. Ama tabi ki Aziz üste çıkmak için bulduğu hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Karısını çaldığı için annesini suçluyor, kocasını dışladığı için karısına laf yetiştiriyordu. Yemekte nişanlığımın tasarımcısı olan Charlotte hanımefendiyle de tanıştım. Birgül annenin etrafında gerçekten de çok güzel insanlar vardı. Charlotte hanım yanında bir beyle yemeğe katıldığında eşi ya da sevgilisi olduğunu düşünmüştüm ama nedense isminin Leon olduğunu öğrendiğimiz beyefendi Birgül anneye daha samimi davranıyordu. Yemeğin ilerleyen vakitlerinde Charlotte ve Leon'un uzun yıllardır iki yakın arkadaş olduğunu ve Leon'la Birgül anneyi Charlotte'un tanıştırdığını öğrendik. Anında tüm ship damarlarım coşmuştu ama yanımda oturan çakma İngiliz ama kütüğü Angaralı kocam vakit geçtikçe adama karşı bilenir bir hale gelmişti. Neyse ki yemeğimizi sorunsuz bir şekilde tamamlayabilmiştik.
"Puşta bak. Bir de uzatmış saçlarını bağlamış arkadan. Bu nasıl bir tip ya. İnsan biraz yaşının insanı olur."
Yemeği sorunsuz tamamlamıştık tamamlamasına ama belli ki Aziz'in içine dert olan şeyler kolayca akıp gitmeyecekti. Yemeğin ardından kalacağımız eve geçmiştik ve Aziz'in söylenmeleri başlamıştı.
"Aziz şu an tam olarak kayınbaba toprağından gibi davranıyorsun. Babam da olsa tam olarak bu cümleleri kurardı. Sen 30 yaşında bir gençsin kendine gel. Sanane adamın saçından. Hem gayet iyi duruyor. Yakıştırmış kendine."
Gömleğinin düğmelerini çözerken bana ters bir bakış attı. "Öyle mi Birce hanım. Çok mu beğendiniz? Hoşunuza mı gider uzun saçlı Fransız erkekler? Yuvasındayız buyrun hiç durdurmayın kendinizi."
Şu an mantığıyla konuşmadığının oldukça farkındaydım. Mantığıyla konuşan bir Aziz'in kuracağı cümleler değildi bunlar. Belki siniri belki kıskançlığı ama şu an onu başka bir şey yönetiyordu. Kalan düğmelerini çıkarmaya yardım etme maksatlı dibinde bittim. Onun aksine bu işi daha yavaş yapıyordum. "Benim hoşuma giden tek bir erkek var şu dünya üzerinde aşkım. O da kocam oluyor ve karşımda duruyor." Gömleğin tüm düğmelerini açıp önümdeki manzarada gözlerimi yavaşça gezdirdim. Gömleği omuzlarından geriye doğru ittiğimde Aziz'in gözündeki sinirin yavaş yavaş yok olduğunu görebiliyordum.
Kollarımı omuzlarından saçlarına doğru çıkardım ve hafifçe çektim. "Saçları tam sevdiğim gibi." Bakışları ağzımdan çıkacak kelimelere odaklanmışken bir elimi saçından indirip omzundan göğsüne oradan da karnına getirdim. "Vücuduna söyleyebileceğim tek bir kelimem bile yok. Yıllarca yüzdüğü o sulara teşekkür edebilirim ancak." Gözlerindeki bakıştan şu an zihninde ne annesinin ne de Leon'un olmadığına yemin edebilirdim. "Benim kocamdan başkası hoşuma gitmiyor. Sadece o." Elleri belimden hafifçe inip kalçamı bulurken sanki bu diyaloğumuzun nasıl başladığını hatırlamaya çalışır gibiydi. Ve hatırladı da...
"Puşt." dedi suratıma baka baka. Şaşkınlığım tüm yüzümden okunurken ne yaptığının farkına vardı. Yüzündeki o anlık paniği görmek çok komik olsa da gülmedim. Küfrü ben yemiş gibi açık ağzımla Aziz'e bakmaya devam ettim.
"Güzelim.. Çok özür dilerim. Sana demedim tabi ki. O Fransız puşta dedim. Yani o herife dedim işte. Bir anda aklıma gelince öyle ağzımdan çıkıverdi güzelim valla özür dilerim."
Elleri yanaklarımda ondan başka bir yere bakmamı ve ondan uzaklaşmamı engelleyen hafif panik bir tavırla beni yaptığına inandırmaya çalışıyordu. Doğruyu söylemek gerekirse umrumda değildi. Umrunda olan tek şey Aziz'in bu gece bu konuyla ilgili daha fazla düşünmemesiydi.
"Otur bakayım sen şöyle." dedim yatağı kaşlarımla gösterirken. Anında uydu sözüme ve oturdu. Karşısına geçip kollarımı gövdemde bağladım. Az önce tam anlamıyla çıkaramadığım gömleğini işaret ettim yine kaşlarımla. "Çıkar şu gömleğini de." Ne dersem yapacağı o kadar belliydi ki. Gömleğini de çıkarıp yere attı. "Annen kaç yaşında kadın. Bu adamla ilişkisi var veya yok. Birilerini beğenmedin diye arkalarından öyle kelimeler kullanamazsın. Aralarında öyle bir durum olsa vakti geldiğinde annen çıkartır karşımıza böyleyken böyle der. Biz de adamda gözle görülür bir sorun olmadığı sürece ona saygı duyarız. Sen evlenip hayatını kuruyorsun da o kadın kuramayacak mı? İsterse evlenir isterse gezer tozar. Yılda kaç gün annenin yanına geliyorsun? Bu kadın burada nasıl bir hayat yaşıyor biliyor musun? İstese yıllarca dost hayatı yaşar haberin bile olmaz. O yüzden sakın Birgül annenin üzerine gitmiyorsun. Ne olursa olsun yanında olacağını bilmeli. Haksız mıyım?"
"Haklısın bir tanem." dedi başını hafifçe öne eğip.
"Haklıyım tabi ki. Kocamın karısıyım. Benim kocam dünyanın en haklı adamı aslında da hayatındaki kadınları biraz kıskanıyor gibi." Az önceki otoriter tavrımı bir kenara bırakıp diz çöktüm Aziz'in önünde. Hep dayak hep dayak olmazdı. Biraz da şefkat gerekliydi. Ellerimi dizlerine çıkardığımda yavaşça okşadım yukarı aşağı. Zihni an itibariyle sözlerimde değil ellerimdeydi. "Kıskanabilirsin de bir tanem. Hakkındır. Ama mantıklı düşünen tarafını annene karşı kaybedemezsin tamam mı? Bana karşı kaybedebilirsin. Mantıksız kıskançlıklarınla çok güzel bir baş etme yöntemi geliştirdim."
"Öyle mi?" dedi odanın içinde buharlaşan sesiyle. "Neymiş o?" Şimdi de ben buharlaşıverecektim. Ellerimi bacaklarından omuzlarına çıkarırken ben de dizlerimin üstünden kalkıp Aziz'in dizine oturdum. Ellerimle yavaşça ovmaya başladım omuzlarını. "Gerim gerim gerilmişsin. Karın biraz rahatlatsın mı seni?"
Bakışlarının dudaklarıma düştüğünü fark ettiğimde bu işin de bittiğinin farkındaydım. "Karım elinde oyuncak etmiş zaten beni. Biraz da lastik etsin. Gıkım çıkmaz."
"Gıkın çıkabilir." dedim dudaklarına doğru fısıldayarak. "Sesini duymayı seviyorum..."
Sonraki saniye ikimizin de sesi kesilmişti. Yalnızca dudaklarımız konuşurken Aziz bir koluyla belimi sarıp sert bir hareketle beni yatağa atıp ayağa kalktığında bu gece sesini istediğim kadar duyacağımı biliyordum.
✈️✈️✈️
"Sen toplantı bittiğinde bana mesaj at ben birini gönderirim seni alması için."
"Ya da taksiye binip sizin şirketin adresini verebilirim?"
"Evet bu daha mantıklı."
İngiltere'deydik. Balayı modundan iş moduna seri bir geçiş yapmıştık. Dün sabahtan evimize gelmiştik. Evimize... Hayallerini kurduğum, Aziz'in benim için gerçeğe dönüştürdüğü evimize. Bu evi gerçekten bir ayrı seviyordum. Eve geldiğimizde gerçekten evime gelmiş gibi hissetmiştim. Öyle ki hemen üstümü başımı değiştirip önceki gelişimizde buzluğa attığımız yemeklerden çıkarıp Aziz duş alıp, bazı kıyafetlerimizi yerleştirene kadar sofra bile kurmuştum. Sanki hep bu düzendeymişiz gibi alışkanlıkla hareket etmiştik. Bugün de evimizden çıkmış her zamanki işlerimize gider gibi yola koyulmuştuk. Aziz beni görüşmenin yapılacağı restorana bıraktıktan sonra iş yerine geçecekti. Benim işim ondan daha erken biteceği için sonrasında ne yapacağımızı konuşuyorduk. Taksi fikrinde anlaştığımızda Aziz'i öpüp arabadan inip restorana doğru ilerledim. Ben içeri girene kadar, hatta görüşmeyi yapacağım insanlar gelene kadar kapının önünden ayrılmadı. Bir an için gelip insanlarla tokalaşacağını falan düşündüm ama neyse ki öyle bir şey yapmadan alandan uzaklaştı.
Toplantı düşündüğümden çok daha güzel geçti. Doğruyu söylemek gerekirse gergin olduğum doğruydu. Sonuçta balayımı bahane ederek erken dönmemek için bu görüşmeyi bugüne aldırıp Şahin'in yerine katılmayı ben istemiştim. Riskli bir istekti ama kendime güveniyordum. Başarılı da olmuştum. Anlaşma sağlanıp eller sıkışıldığında yemeğin geri kalanı çok daha keyifli ve şakalı geçmişti. Dün gece Aziz "Bir konuş bakayım nasıl konuşuyorsun?" diyerek dil konusunda beni germiş olsa da gayet güzel konuşabilmiştim. İngilizce şaka yapıp karşımdaki insanları güldürebilmiştim bence bu bir dil için yeterli bir seviyeydi.
Yemek tamamen bittiğinde Türkiye'de görüşmek üzere onları uğurladığım an anında Şahin'i görüntülü aradım. Telefonu açtığı anda önümdeki saçlarımı parmaklarımla hafifçe geriye atıp oldukça gururlu bir bakış fırlattım ekrana.
"Bu her şey çok yolunda bakışı mı?" dedi gülerek.
Başımı iki yana salladım. "Hayır, dünyanın en iyi ortağına sahip olmak nasıl bir duygu anlatsana biraz bakışı." dediğimde telefonun diğer ucundan oldukça memnun bir gülüş geldi.
"İşi bağladım diyorsun."
"Şüphen mi vardı diyorum."
Aynı şekilde o da saçının önünü hafifçe geriye doğru atıp benimkine benzer bir bakış atmaya çalıştı. Bu bakışın ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ve buruşmuş suratımla Şahin'in ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. Anlayamadığımı fark ettiğinde pes etti. "Bu da benim 'bir an bile şüphe duymadım.' bakışımdı."
"Sumru'ya söyle de şu bakışların üzerinde biraz çalışın. Ona karşı da böyleysen sen, işin yaş."
"Benim özel hayatımla ilgileneceğinize balayınıza odaklanmanızı tavsiye ederim Birce Işık Leventoğlu. Zira döndüğünüzde işinizdeki bu başarınızın bir bedeli olarak sizi daha zorlu günler bekliyor."
Hatırlattığı şeyle bir an için tüm enerjim çekildi bedenimden. "İmdat ya gerçekten. Adamların yanına gidip vazgeçtik diyeceğim şimdi."
Genelde müşterilerimize attığı, gerçeğini gördükten sonra samimiyetsiz olduğunu öğrendiğimiz tebessümüyle "Yapmazsın öyle bir şey çünkü şirketimizi seviyorsun. Şirketimiz de seni seviyor. Dönüşünü dört gözle bekliyor. Çalışma arkadaşların yolunu gözlüyor." dedi.
"Gelmeyeceğim çok beklemesinler. İltica edeceğim."
Gözlerini devirdi hafifçe. "İltica etmene gerek yok Birce senin kocan İngiltere vatandaşı."
İşaret parmağımı ona doğru sallarken bu fikir üzerine düşünmeye başlamıştım bile. "Bunu hatırlattığın iyi oldu. Gelmiyorum ben haberin olsun."
"Evet evet biz de seni çok özledik. 1 hafta sonra görüşürüz."
"Gelmiyorum ben. Gerçekten. Gelme..."
Daha fazla boş konuşmama dayanamamış olacak ki telefonu kapattı. Bu gerçekten nasıl bir işti anlamıyordum. İş bağlıyordum başıma bela alıyordum resmen. Neyse ki yaptığım işi seviyordum. Kendimi de ancak böyle motive edebiliyordum.
Restorandan çıkıp bir taksi çevirdiğimde 'Within'in adresini verdim. Çok uzun sürmeyen taksi yolculuğumun ardından kocamın şirketine gelmiştim. Evet. Kocamın şirketiydi. Her ne kadar küçük ortak olsa da benim gözümde hep kocamın şirketi olacaktı. Geçen seferden aşina olduğum birkaç simayı görerek Aziz'in buradaki odasına doğru ilerledim. Oda cam kaplı olduğu için içerde kalabalık bir ekibin toplantıda olduğunu görebiliyordum. Aziz yanında Henry'yle birlikte yapılan sunumu dinlerken gözleri anında beni buldu. O saniye konuşan kadını durdurup ayağa kalktı. Ben daha ne yaptığını anlamadan kapıyı açıp elini bana doğru uzattı. Adımlarımı ona doğru attım ama ne yaptığını anlayamamıştım daha doğrusu ihtimal vermemiştim. Elimi tutup beni odanın içine çekti anında. Arkalarda oturan gençlere işaret verdiğinde kendi sandalyesinin yanına bir sandalye daha eklendi. Henry beni ayakta karşılayıp tokalaştığında utancım iki katına çıkmıştı. Aziz elimi bırakmadan önce beni oturtmuş sonra kendi oturmuştu. Tuttuğu elimi kucağına doğru çektiğinde önündeki su ve kahve dolu bardakları benim önüme koydu. Üzerimizdeki gözlere beni işaret ederek "Karım Birce. Birçoğunuz daha önce görmüştü zaten. Görmeyenler de duymuştur." dedi kısaca ve sunum yapan kadına devam etmesini söyledi.
Hayatımda hem bu kadar utanıp hem de bu kadar gururlandığım başka bir an olmadığına emindim. Aziz toplantı boyunca aralara girip konuşurken elimi hiç bırakmamıştı. Başkaları konuşurken gözleri onların üstünde olmasına rağmen parmaklarımla oynamaya devam ediyordu. Onu izlemekten toplantının tam olarak neyle ilgili olduğunu bile anlayamamıştım. Development mevelopment falan bir şeyler diyorlardı ama gerçekten dinlememiştim. Sadece kocamın İngiliz aksanını dinleyip sinirlenip sesini yükselttiğindeki haline ağzımın suları akmasın diye çabalamakla meşguldüm.
Toplantı bittiği an oturduğu yerden kalktı, beni de kaldırdı. Henry'yle tokalaşıp geride kalanlara kolay gelsin diyerek benimle birlikte odadan çıktı. Hala gerginiliğinin üzerinde olduğunu görebiliyordum. Koridorda yürürken ona selam verenlere hafifçe başını eğerek karşılık veriyordu ama yüzünde gram değişme yoktu. Asansöre bindiğimizde "Sinirlisin galiba.." dedim cevabı kendi gözlerimle görebilsem de.
"Özür dilerim bir tanem. Şurdan bir çıkalım geçer söz." dedi kendini sakinleştirmeye çalışarak.
"Önemli değil." dedim elini hafifçe çekiştirerek. "Hoşuma gitti."
İşte her şeyin rengini değiştirebilecek o kelimeler dökülmüştü ağzımdan. Her ne kadar sinirli olsa da sözlerimin altındaki imayı alan kocamın dudağının kenarının yavaşça kıvrıldığını gördüm. Sonra anında eski haline geri döndü.
"Bayağı sinirliyim." dedi kaşlarını iyice çatıp. Bu haline gülmemek için zor tuttum kendimi.
Asansör kapısı açıldığında tuttuğum elin koluna iyice sarıldım. "Evimize gidelim de ben bir kocamın sinirini alayım." deyip göz kırptığımda sırıtmasına engel olamadan çıktık binadan. Kocamı sinirli bırakamazdım...
✈️✈️✈️
"Çok afedersiniz ama kıskançlıktan ne yapacağını şaşırdı bir noktada. Onlarda aile ilişkileri böyle değil tabi. E ne oğlu benim oğlum gibi ne kızı benim kızım gibi. O yüzdendi dünkü o halleri."
İskoçya'da, tam olarak bir şatoda, sabah kahvaltısında dün gecenin kritiğini yapıyorduk. Tekin babanın bizi cemiyete tanıttığı keyifli bir davet olmuştu. Bizi her tanıştırdığı insana tek tek işlerimizden, nerede çalıştığımızdan ve ne kadar başarılı olduğumuzdan bahsedip duruyordu. Nerden öğrendiğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu ama her seferinde üniversiteden birincilikle mezun olduğum bilgisini vermeden geçmiyordu. Sohbet biraz koyulaştığında birbirimizin çocukluk aşkı olduğumuzu anlatıp düğünümüzden bahsedip fotoğraflar gösteriyordu. Bir an için düğündeki fotoğraflarla slayt gösterisi yapacak diye korkmadım diyemezdim ama tüm davetliler bizimle aşırı ilgili olduğu için severek dinliyorlardı tüm hikayeleri. Sadece bilmem kimin bilmem kimi bir adam vardı. Tavırları üçümüzün de dikkatini çekmişti Sabah kahvaltısı dedikodumuzu onun üzerinden döndürüyorduk.
"Ay boş ver Tekin baba Allah aşkına. Diğer herkes inanılmaz tatlıydı. Birkaç kişi gelip bana yurt dışında da iş yapıpı yapmadığımı sordu. Çok fazla ev yaptırmak isteyen arkadaşın var."
"Var tabi Birce. Ben boşuna mı size gelin diyorum sürekli. Tek başına kafan rahat çalışırsın burda. İster proje alırsın ister almazsın."
Aziz Tekin babanın özellikle yaptırdığı peynirli börekten tabağına alıp benim tabağıma da patateslisinden koyarken "Sen merak etme baba Birce buraya taşınmadan da halletti o işleri. Artık yurt dışına açıldılar zaten iyice. Gördüğü hiçbir müşteriyi kaçırmaz, bir şekilde ikna eder işleri gidiş gelişle yürütmeye." dedi benden oldukça emin bir şekilde.
Ben de saçımı kulağımın arkasına atarken hafif özgüvenli hafif çekingen bir halde "Yani ayıptır söylemesi bana ev yaptırma isteğiyle gelen herkesi ikna ettim bizim şirketle çalışmaya ama bakalım. Neler olacak göreceğiz. Hepsi de şimdi beni isterse işler işte o zaman biraz sıkıntıya girebilir." dedim biraz da gerilerek.
"Sınırlama getireceğim artık aldığın projelere." diyen Aziz memnuniyetsiz bir şekilde yüzüme bakıyordu. İşimin yoğun olması tabi ki en çok kocamın hoşuna gitmiyordu. Ama yine de ben mutlu olduğum için herkese benden bahsediyordu.
"Ben senin şirket yönetirken aldığın davalarına karışıyor muyum kocacım? Sus bakayım." diyerek reçel sürdüğüm ekmeği Aziz'in ağzına doğru uzattım. Gözlerime bakarak elimden yedi küçük parçayı.
"Bu dönemler en güzel dönemleriniz çocuklar. Aynı zamanda en verimli dönemleriniz de. Tabi ki geleceğiniz için çalışacaksınız ama ne kendinizi ne de birbirinizi ihmal etmeyin tamam mı? İnsan, içindeyken zamanın nasıl hızlı geçtiğini fark etmiyor. Bugün yapamadığımı yarın telafi ederim diyorsun. Yarın yapamadığıma haftaya bakarım. 'Eşim dışarı yemeğe çıkalım demişti şimdi iş arkadaşlarımla çıkmak zorundayım onu erteleyeyim. Çocuğun törenini kaçırdık hediyeyi unutmayayım..' derken ömür geçiyor ve arkasında bir yığın pişmanlık bırakıyor. İkiniz de neyin ne olduğunu biliyorsunuz. Ne yaşadığını en iyi sen biliyorsun Çınar. Bunları ne birbirinize yaşatın ne de evlatlarınıza. Hiçbir şey aileden daha önemli değil şu hayatta."
Hatalar yapmış bir kişiden alınan tavsiye daha başka oluyordu. Aziz de bunun farkında olarak durgunlaşmıştı biraz. Ağzındaki dilimi çiğneyip babasına döndü hafif bir tebessümle. "Merak etme baba. Kontrol elimizde. Dediğin gibi bunlar en verimli yıllarımız. İşlerimizde de çok iyi pozisyonlardayız. Bunun sancını çekeceğiz biraz. Karşılıklı olarak birbirimize anlayış gösterebiliyoruz ki ne olursa olsun birimizin kendini kaybettiği noktada diğerinin onu toparlayacağına eminiz. Çocuk konusunda da henüz endişe etmemiz gereken bir durum yok. Bir süre de öyle olacak."
Tekin baba anlayışla salladı başını. "Siz en iyisini bilirsiniz oğlum. Bizim yaptığımız hataları yapmayacağınıza eminim." Bir süre sessiz kalarak kahvaltı sofrasını izledi sonra yüzüne buruk bir gülüş kondu. "Keşke biraz daha kalabilseydiniz."
Aziz onun bu hüzünlü halini silmek ister gibi büyük mimiklerle itiraz etti bu duruma. "Sıra sende baba. Sen bir gel belki dünürlerin gelirken biz de peşlerine takılırız."
Aziz'in tavrı etkili olmuştu. Tekin babanın da yaşanacak günleri düşününce belli ki neşesi yerine gelmişti. "Gelmem mi? Gelirim tabi. Aslında şu sıralar emekliliği çok düşünüyorum ama emeklilikten sonra ne yapacağımı hiç düşünmemişim onu fark ettim. Onu bulduğum an br bakmışsın temelli dönmüşüm Türkiye'ye."
"Emeklilikte boş durabileceğini hiç zannetmiyorum baba. Seni hobi falan da kesmez. Sen yine iyisi mi bir iş kur bir şey yap. Küçük çaplı da olsa sana iyi gelecek tek şey o."
"Birce'ye müşteri çekerim işte. Olur mu kızım?"
"Olmaz olur mu baba. Olur tabi ki. Şahin'e söyleyeyim de seni hemen kadroya alalım." Oldukça mantıklı bir şeydi ama masada gülüştük bu ihtimale. Aziz'in de dediği gibi babası için boş durmak, tatil yapmak, keyif yapmak zordu o yüzden istese de onu emekli edecek bir etken henüz yoktu hayatında.
"Hadi artık kalkalım yoksa uçağa geç kalacağız." diyen Aziz'le istemeyerek de olsa yemek masasından kalktık. Bugün valizlerimiz geceden hazırdı. Hatta öyle hazırdı ki arabaya bile yüklenmişlerdi. Tekin baba arabasıyla bizi havaalanına bıraktığında onunla vedalaşıp kapımıza doğru ilerledik. Aziz'in biraz buruk, biraz yorgun olduğunu görebiliyordum. Anne babasını görebilmek için bu kadar emek harcamak bile insanı yorardı. Onda da böyle olmuştu. Bu sefer ben izin verdim omzumda uyumasına. Uçak tekerleklerini yere değdirmeden 5 saniye önce uyandırdım Aziz'i.
Balayımız bitmişti. Normal dünyamıza geri dönmüştük. Döner dönmez de kaosun içine düşmüştük. Sanki hiç balayından gelmemiş gibi işlerimize koşmuş. Biten evin mobilyalarının tek tek teslimatıyla, temizliğiyle ilgilenirken bir yandan ailelerimiz ve arkadaşlarımızla görüşüp her şeyin raporunu vermiştik. Balayımızdaki programımızı çok özlüyordum çünkü aynı evin içine girdiğimiz an yorgunluktan geberecek durumda olduğumuz için yatağa girer girmez uykunun derin kollarına çekiliyorduk. Ben uykunun değil kocamın kollarına çekilmek istiyordum ama kocamın kolları şirketinin yükünü taşımaktan bitap düşmüştü. Bizse bir yandan büyümekle uğraşırken bir yandan gelen projeleri en doğru şekilde çıkartma derdindeydik. Benim kollarımın da Azizinkilerden bir farkı yoktu.
Doğum günüme 1 hafta kala tüm bu telaşın içinde sonunda evimize yerleşebilmiştik. Şu süreç beni o kadar yormuştu ki sanki üstümden tır geçmiş gibi hissediyordum. Derin bir yorgunluk vardı bedenimde ve tek istediğim yatıp uyumaktı. Balayının yorgunluğuna iş ve ev yorgunluğu da eklenince birkaç haftadır doğru düzgün dinlendiğim söylenemezdi.
Bugün tüm büyük eşyalar yerlerine yerleştirilmiş ardından da temizlik yapılmıştı. Sarp ve Meryem bu aşamada yardımcı olup birkaç dakika önce çıkmışlardı evden. Onların da nişan düğün telaşı vardı artık. Sabahtan çok bir ihtiyacımız olmadığı için annemler akşama doğru gelecekti. Leyla ve Erdem'i ise 'oturun oturduğunuz yerde' diyerek engellemiştim. İki çocukla bize yardım etmelerini beklemek saçma olurdu. Mutfağı zaten önceki haftalarda yavaş yavaş doldurmuştuk. Kıyafetlerimiz bu sabah gelmiş valizlerin içinde yerleştirilmeyi bekliyordu. Aklıma onların gelmesiyle kendimi salondaki kanepeye atmak yerine doğruca yatak odasına çıktım. Aziz nakliyecilerle konuşuyordu. İyi bir ev sahibi olarak onlara ev yapımı limonata ikram etmiştim. Ve ben yapmıştım evet. Odaya çıkarken tekrar kendime de bir bardak koydum. En azından bu bana biraz hayat verebilirdi.
Odaya geldiğimde kutuların ve valizlerin çokluğu gözümü korkutsa da küçüklerden başlayarak ilerlemeye karar verdim. Büyük kutuların üstündeki küçük kutuya baktığımda bunun banyoya yerleştirilmesi gereken kutu olduğunu gördüm. Gözümde büyüyen kıyafetlerden kaçmak için iyi bir yoldu. Kutuyu alıp ebeveyn banyosuna girdim ve kutuyu açtım.
Cilt bakım setleri, tıraş köpüğü, traş losyonu, tıraş makinesi, tarak, diş fırçası derken kutuyu yavaş yavaş boşalttım. Sona kalan şeyle gülmemi tutamadım. Bundan aylar öncesinde Aziz'le ilk kez birlikte olduktan sonra Türkiye'ye geldiğinizde korunmadığımız için sonrasında ertesi gün hapı kullanmama rağmen hamile olduğumu düşündüğüm o geceden kalma hamilelik testi kutunun içinde bana bakıyordu.
O gün yapmayıp banyo dolabına koymuştum ve toparlanırken de her şeyi kutuya attığım için dikkatimi bile çekmemişti. Ne kadar da deli gibi panik yapmıştım ama o gün. Gerçekten saçmalıktı. Sonuçta hamile olsam da gayet güzel bir şekilde büyütürdük değil mi? Düğünümüz Aziz'in istediği gibi daha erken olurdu. Bir süre babamla göz teması kurmakta sıkıntı yaşayabilirdim ama olurdu yani...
Ben yaşanmamış ihtimalleri düşünürken telefonumdan gelen bildirim sesiyle testi elimden bırakmadan cebimden telefonumu çıkardım. Mesaj ya da önemli bir bildirim değil diye düşünürken gözümün önündeki yazıyla bir an için dondum kaldım.
'Regliniz 7 gün gecikti.'
Hadi ya... O kadar olmuş muydu? Ama normaldi. Fazla yoğundum. Yoğun ve stresli olduğum zamanlarda gecikmesi normaldi. Değil mi?
'Tabi' dedi zihnimin içinden bir ses. 'Tabi normal. Ama sence de onlarca kez korunmasız birliktelik yaşadıktan sonra tek sebep stres midir?'
Değil midir? Olmuş mudur? Yani sonuçta ben de olsun diye bırakmıştım hapı ama bu kadar çabuk ve kolay olmuş mudur? İnsan ilk çocuğunu yapana kadar bilemiyor hep bir ihtimal var ya, 'ya çocuğum olmuyorsa?' diye... Galiba ben o ihtimali biraz fazla ciddiye almıştım...
Bir elimde test bir elimde telefon olduğum yerde dururken böyle boş boş düşünmenin hiçbir şey çözmeyeceğinin farkına vardım. Telefonumu bir köşeye bıraktım. Neyse ki bugün çok limonata içmiştim o yüzden daha çok beklemek zorunda kalmamıştım. Çok basit bir düzenek olmasına rağmen kutuda yazanları birkaç kez okudum ve testi yaptım.
Telefondan iki dakikalık zamanlayıcıyı da başlattığımda onlar lavabonun kenarında beklerken ben de klozet kapağının üstünde bekliyordum. Aklıma gelen ihtimallere heyecanlanacak gibi olduğumdaysa kendimi durduruyordum. 'Olumsuzu düşün.' dedim içimden. 'Böylece ona hazırlıklı olur istediğin olursa da daha mutlu olursun.'
Bir an fark ettiğim şeyle durdum. Benim için olumsuz hamile olmamamdı... Fark ettiğim şeyle gözlerim doldu. Ben bu bebeği gerçekten istiyordum. Evet ilacı bunun için bırakmıştım ama hiçbir zaman tam emin olamazdınız. Ben şu an bu ihtimalin içindeyken tam olarak emindim. Bundan aylar öncesinde benim için korkunç bir şeye dönüşebilecek mucize şimdi istediğim bir şeydi.
Tekrar heyecanlandığımı fark ettiğimde kendimi tekrar düşürdüm. Olmamış olabilirdi. Gerçekten yoğunluk ve stresten gecikmiş olabilirdim. Olmamış olması da kötü bir şey ifade etmiyordu. Sonuçta hamile kalmak her zaman göründüğü gibi kolay olmayabiliyordu. Herhangi bir sağlık sorunu olmayan insanlar için dahi bu böyleydi.
Hem hiç midem bulanmadı dedim kendi kendime. Başım falan da dönmedi. 'Ama yorgunsun ve sürekli uyumak istiyorsun.' dedi içimdeki ses. Doğru ama yorgun olmak hakkımdı. Hem geçmişimle ilgili gerçekleri öğrendiğimde de böyle olmuştum. Yorgun ve uykuya muhtaç... O zaman depresyon eşiğinde olabilirdim ama şu an değildim gerçi. Hayatımdan gayet memnundum.
Kendi kendime hamileliğin başka ne gibi belirtileri var diye düşünürken telefonumun alarmının çalmasıyla oturduğum yerde sıçradım. Anında gidip telefonu kapattığımda aynadaki kendimle göz göze geldim. Kendimi hazırlamak için birkaç saniyeye ihtiyacım vardı. Ne diyeceğimi bilemeden aynadaki yansımama baktım. "Yapabilirsin!" dedim fısıldayarak. Neyi yapabileceksem artık. Bir şey yapıldıysa çoktan yapılmıştı zaten. Kendi kendime gülerken ters çevirdiğim testi elime aldım. Gülüşüm dudaklarımda dondu kaldı.
Tek kırmızı çizginin yanındaki biraz silik kırmızı çizgi bana bakıyordu. Dudaklarımın arasından çıkan derin nefesin arasından duyulan kısık bir 'ay' sesi banyoda duyulan tek sesti. Elim kalbime gitti anında. Kalbim çok hızlı çarpmaya başlamıştı. Gözümden akan bir damla yaşın devamının geleceğini biliyordum ama şu an olmazdı. Daha fazla ayakta durabilecek gibi hissetmiyordum. Gerisin geri tekrar klozetin üstüne oturdum. Gözyaşlarımı tutmaya çalışırken ne kadar bakıştım elimdeki testle hiçbir fikrim yoktu. Kapının çalınmasıyla kendime geldim.
"Birce Işık.." diye seslendi Aziz. "Nakliyeciler gitti. Oradan çıksan da yeni hayatımıza adım mı atsak bir tanem?"
Aziz bunu evimiz için söylüyordu ama şu an elimde tuttuğum minik bombadan haberi bile yoktu. Kesinlikle yeni hayatımıza adım atacaktık ve bugünden sonra iki kişilik ailemiz üç kişi olacaktı...
Hamileyiz 🥹 (evet hep birlikte)
Ölümle başlayıp yeni bir hayatla devam eden bir bölüm🥲
Şimdi size bir sorum var sizce hangi ülkede oldu bebiş? wldkwldkwldk
Cevapları bekliyorumm😙
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 131.89k Okunma |
10.07k Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |