Kargaların ciyaklamasına duydum ve gözlerimi kırpıştırarak uyandım. Uzandığım yerden kalktım ve bir kaç saniye boş boş odama baktım ve gözüme dün yarım yamalak yaptığım yere yığılmış çanta duruyordu. O an en son Kael'e yaptığım konuşma ve beni bayılttığı aklıma tak etti. Hızlıca kalktım ama bu baş dönmesine sebep oldu, umursamadım çantamı kapıp mobilyalardan tutunarak odadan çıktım. Kapımda bir asker vardı "Leydim, odadan çıkmanıza izin yok lütfen odanıza dönün. Bir ihtiyacınız olursa bana söyleyin."
Kaşlarımı çattım "Kael'in beni hapsetmeye hakkı yok." dedim ve askerin üstüne atladım, asker üstüne atlayacağımı beklemediği için onu gafil avladım ve boğazını sıkarken "Beni bu saraydan çıkar ve yeryüzüne sağ salim götür yoksa seni boğarım ve kül ederim." asker debelendi debelendi bayılmadan öne "tamam." diye bağırdı ve onu bıraktım. Onu bırakınca beraber derin bir nefes aldık, asker o kadar uzun süre dayanmıştı ki ben bile nefessiz kalmıştım. Bir kaç dakika sonra yola koyulduk ve askerlerin saraydan çıkışı için kullanılın ve yıldırımların çıktığı yere gelmiştik. Çıkış sarayın bahçesi gibiydi ama toprak yerine bulutlar vardı. Askerler bahçenin ortasında ki mor girdap gibi gözüken yerden koloni halinde saraydan çıkış yapıyorlardı. Bu kadar askerin burada olması kötü olmuştu yerimde öyle kala kaldım, siyahlar arasındaki askerlerin arasında bir kızıl kafa çok sırıtıyordu. Asker bir anda dönüp bileklerimi tuttu "Ne yapıyorsun?" dediğimde ne yaptığını anlamıştım, beni zorla götürüyormuş gibi yaparsa kimse sorgulamazdı. Asker gözlerini bana diktiğinde "Tamam devam edelim." dedim ve aşağı indik. Bulutlara basmak çok güzeldi ama sanki her an ağırlığımı kaldıramayıp beni kilometrelerce aşağı beni bırakacakmış hissi vermesi kötüydü.
Mor girdabın başında gri unformalı şapkalı kel bir asker vardı, rütbeli komutan olduğu belliydi. Girdaba girmeden yanımda eşlik eden askerle bakıştılar. O an panik olmuştum ama panik olmak için çok geçti, Sarayın en yüksek tepesinden bir bağırış geldi. Bütün askerler hazır ola geçip sesin sahibine baktılar yani büyücülerin kraliçesi Darquesse'ye.
Yutkundum. Şimdi hapı yuttum işte, acele işe şeytan karışırmış cidden.
Darquesse havada süzülerek bulutlara yumuşak bir iniş yaptı direk üzerime geldi ve kolumdan tuttu. Kolumdan tutmasıyla etrafım sanki ful fısıldayan insanlarla dolmuştu. Darquesse konuşmaya başladığında ise tüm konuşmları bastırıyordu "Kael sana bir şans vermem için yalvarmıştı ama anlaşılan sen o şansı tepiyorsun." omuz sikti "İyi öyle olsun." dedi ve beni bulutların bitimine zahmetsiz bir şekilde sürükledi, o an güçlü kız imajım beni terk etti ve yerde beni götürmemesi için süründüm. Tabii bu yersiz bir çabaydı, ellerime baktım ve sonra beni sürükleyen kraliçeye baktım. Son çare ellerime Darquesse'nin bacaklarını tutup alevlerimi çağırdım ve bütün fısıltılar ile Darquesse'den bir feryat duyulmuştu. Kraliçe acı içinde bağırıp beni yere bıraktı. Sinirle elimdeki kelepçeye baktı, kelepçede elflerin büyüsünü engelleyen kristalden vardı ama ben elf değildim, bir periydim.
Bu küçük zaferim için erkendi çünkü kraliçenin gözleri gitti ve gözünün beyazı tamamen siyaha dönüştü. İrislerinin morluğu daha parlak bir aldı. Elini kaldırıp öyle bir bağırdı ki tüm askerler kulaklarını kapattılar, benim ellerim bağlı olduğu için kulaklarımı tam kapatmadan yerde büzüldüm. Kraliçe kaldırdığı eliyle beni havayla ittirdiğinde ses çıkaramadan bulutlardan aşağı, kilometrelerce aşağı serbest dalış yaptım.2
Avazım çıktığı kadar bağırırken göz yaşlarım havadan süzülüyordu. Ellerimi yere doğru uzatıp hava elementini çağırmaya çalıştım, havanın parçacıklarına ve kendi enerjime odaklandım. Ama benim çağırıma yanıt vermedi. Yere yapışmama az kalmıştı, birinin beni kurtarması için dua etmeyecektim, çünkü başkasına bel bağlamak sadece hayal kırıklığıydı. Gözlerimi kapattım ve annemle olan konuşma aklıma geldi.
Annem mutfakta yemek yapıyordu bende av bıçağımı keskinleştirmek için biliyodum anneme döndüm "Bir hayvan olsan ne olurdun?"
"Kuş olmak isterdim, havada özgür bir şekilde uçmak isterdim. Harika bir his olmalı."
"Fiziken insanlar uçabilir mi?"
"İnsanlar değil ama bazı periler uçabilir."
Göz devirdim ve güldüm "Yani imkansız mı?"
Omuz silkti "Bilemeyiz." dedi, sanki bir oyun oyun oynuyormuşuz da oyunun kilit anahtarını söylemiyormuş gibiydi o an fark etmemiştim ama şimdi anlıyordum.
Gözlerimi sıkıca kapattım ve yere çarpmaya yüz metre kala tamamen kanatlarıma odaklandım. Sırtımda karıncalanma oldu, derin bir nefes alıp kendimi sıktım ve o an kanatlarım sırtımdan çıktı. O an çok acı vericiydi ama aynı zamanda harikaydı. Yere çarpmadan bembeyaz melek kanatlarımı açtım ve süzüldüm. Nasıl kullanacağım hakkında bilgim yoktu ama ava gittiğimde kuşların nasıl uçtuğunu hep izlerdim. Kuşlar yere inerken kanatlarını kapatıp açarlardı böylece yavaşça ilerlerdi. ben öyle yaptım, ilk dengemi kaybettim ama kanatlarım bana uyum sağladı ve yere iniş yaptım ama koşuyordum çünkü kanatlarım çok büyüktü. Hala ivmeliydim yavaşlamaya çalışırken taşa takıldım ve yuvarlandım. Yerdeki taşlar ve bitkiler kollarımı ve bacaklarımı çizdi, acıyla bağırdım. Kanatlarımı kendime çektim ve sonunda durdum.1
Yerimde oturup doğruldum, her yerim ağrıyor, sızlıyordu ve kanıyordu. Kollarıma ve bacaklarıma baktım kollarımda çizikler vardı ama alt bacağımda derin bir çizik vardı. Kanatlarıma baktığımda ise küçük sıyrıklar vardı. Kanatlarıma öylece bakıp kaldım. İnsan olmadığım gerçeğini yeni kabul etmişken kollarımdan daha uzun bembeyaz kanatlarım vardı. Kafamı hızla sağa sola silkip kendime geldim. Bacağımla ilgilenip, ailemin yanına varmalıydım. Kraliçe daha sarayda olduğuna göre ilk öncü birlikleri göndermiş olmalıydı, hala geç değildi. Yavaşça ayağı kalkarken sızlandım ve etrafa bakındım. Dikkatli bir şekilde bakınca ileride bir nehir gördüm ve o tarafa sızlanarak ilerledim. Her adımda sağ bacağım sızlıyor ve kanıyordu.
Sonunda nehire vardım, yanına çöküp ellerimi kollarımı suya daldırdım. Normalde açık yaraya su tutmak mikrop kapmasına sebep olabilirdi ama toprakta yuvarlandığım için su ile temizlemem gerekiyordu. İşimi halledip etrafa bakındım. Ellerim hala kelepçeli ve sırtımda ki çantam duruyordu.
O an kafama denk etti çantamda her zaman tel toka bulundurabilirdim. Çantamı kolumdan tamamen çıkaramasam da önüme alıp fermuarını açtım ve elimi en dibe daldırdım elime tel toka deyince mutluluktan ağlayacaktım. Hızla kelepçelerden kurtuldum. Bazen kendi kurduğum avlara takılırdım ve babam beni bulmadan o avların kilitlerini tel tokayla açardım. Kendi kendime gülerken çantamdan bir tişörtü yırtıp bacağıma sardım. Artık gitme vaktiydi.
Daha önce hiç büyücülerin topraklarına gelmemiştim ama evimin yönünü bilirdim, evim güneydeydi. Ağaçların yosun tutan yerlerinden yararlanarak yönümü buldum ve yürümeye başladım. Sonunda bir tepeye geldiğimde uçmaya karar verdim çünkü vakitim yoktu. Bir kaç adım geriye gittim ve koşarak kanatlarımı açıp çırptım. İlk dengemi kaybettim ama sonra ağaçların üstünde süzülmeye başladım, harika bir histi, keşke kanatlarımın olduğunu daha önce çıksaydı. Eminim her gün uçardım. Ağaçların arasına dalıp nehirin üstünden uçup elimi suya daldırdım ve süzüldüm.
Bir kaç saat uçuştan sonra yine yere yuvarlanarak yere iniş yaptım ama bu sefer çok yara almadım. Kendimi tebrik ettim ve kafamı kaldırdığımda İmparatorluk duvarlarını görünce kanım durdu. Duvarlardan simsiyah dumanlar yayılıyordu ama asıl kanımı donduran o değildi. Duvarlara İmparatorluk askerleri asılmıştı, ellerim ağzıma gitti. Böyle bir şey olamaz dedim kendi kendime.
Kanatlarımı açıp yerden hızla yukarıya uçtum, normalde bunu asla yapamazdım ama o kadar öfkeliydim ki. Hızla evimin yolunu tuttum. Eve giderken aşağıda büyücüler tarafından köşeye sıkıştırılmış bir kız gördüm, o kızı tanıyordum hızla oraya uçtum ve önüne kondum.
Beyza bana bağırdı "Mare! Senin kanatların var!" o anın korkusunu unutmuş kanatlarıma hayran kalmıştı.
Ellerime ateş topu çağırırken ona bakmadım çünkü büyücülerin gözlerinin beyazı gitmiş simsiyah olmuş ve üstlerinden siyah gölgeler alev gibi dans ediyordu. Onlar artık insan değil fısıldayanların esiriydiler.
"Arkamda kal Beyza!" dedim ve alev topumu önümde ki askerle göndermemle üç tanesi kül oldu. Geriye sağımda ve solumda kalmıştı. Beyza arkamdan çıktı ve Kılıcını kaldırıp sağımdaki askere savurdu bende solumdakini yaktım.
İşimiz bitince Beyza'ya sarıldım "İyi misin, annemleri gördün mü ?"
Beyza kollarımdan uzaklaştı "Büyücüler sadece kuleleri geçtiler, şuan bütün saraylar kendini koruyor. Çünkü bütün İmparatorluk'un çevresini sardılar. Sizin taraflara gitme şansım olmadı. Şevo sizinkileri saraya götürmüş olabilir oraya bakmalısın."
Kanatlarımı açtım "Önce eve bakayım sonra Ay sarayına bakarım. Sen de saraya dön bırak askerler sınırları korusun."
Beyza" Bende savaşacağım ama dediğin gibi biraz geri çekileceğim. Bu büyücüler çok güçlü." derken Güneş Saray'ın askerleri koştura koştura Beyza'nın yanına gelince, onun güvende olduğundan emin oldum ve hızla gökyüzüne uçup eve doğru uçtum. Evden dumanlar geliyordu hızla eve uçarken bir şey beni vurdu ve acıyla bağırdım. Dengemi kaybedip düşmeye başladım. Kanatlarımı çırpıp düşüşümü yavaşlattım yere hızlı bir iniş yaptım. Anca durduktan sonra sendeleyerek durdum. Belimin sağ tarafından vurulmuştum. Tişörtümü kaldırdığımda belim simsiyah olmuştu. İçimden bir küfür savurup eve yöneldim. Evin kapısı açıktı ama dumanlar akın akın çıkıyordu. "Anne! Baba!" diye bağırdım. Yanıt gelmedi, eve yaklaşmaya çalıştım ama Yapamadım.
"Mare!" diye bağırma sesi geldi arkama döndüğümde Kael gökyüzünden yere iniş yaptı. Endişeli gözlerle yanıma geldi "İyi misin?" dedi ve gözleri tişörtümün altında simsiyah yayılan damarları gördü, daha yeni vurulmuştum ama hızlı yayılıyordu. Ben itiraz edemeden tişörtümü sıyırdı. O an içim ürperse de o sadece yaram için endişeleniyordu. "Otur, yarana bakacağım. Askerlerim aralarında telepati ile konuşurken manyak bir kızıl saçlı kız büyücülere saldırdığını söylediğinde sen olduğunu hemen anladım." diye söylendi
Gözlerini yaramdan kaldırıp bana baktı "Bana güvenmiyor musun?"
Sadece dudaklarımı dudaklarıma bastırıp sessiz kaldım. Lanet okuyup kafasını çevirdi. Sonra tekrar bana bakarken omzuma ağırlığını verdi ve benle beraber çöktü. "Şevo ile anlaştım ve o onları savaş başlamadan önce saraya götürdü." evime bakıp "Evin için üzgünüm." dedi ve sonra kırmızı gözleri ciddiyetle bana baktı "Şuan askerle olabildiğince yavaş saldırıp, insanlara zarar vermemelerini söyledim. Sadece şu lanet kızı bulacağım ve Kraliçe'nin pençelerini buradan çekmesini sağlayacağım."
Ağırlığımı bir ayağımdan diğer ayağıma verdim ev derim bir nefes verdim " Sen onun babasını öldürdün, senle nasıl konuştu?"
Çenesi kasıldı "İyi bir biri olmadığımı kabul ediyorum ama o adamda iyi biri değildi. Zamanında karasını hayat kadınları ile aldatıp üstüne kızlarını dövüyordu." Ağazım açık ona baktım, Şevo şiddet gördüğü halde bana söylememiş miydi? Bir kaç dakika sessizlik oldu sonra Kael eliyle belimi okşamaya başladı. "Sanırım seni iyileş..." diyemeden gökyüzü bir anda karardı ve bulutların çıkardığı mor şimşekler gümbürtü ile bütün gökyüzünü kapladı. Gökyüzünde Kraliçe'nin bağırışı duyuldu. Gök gürüldedi tam üstümüzde yıldıırm düşecekken Kael ayağı kalkıp kanadını üzerimize siper etti.2
***
Bölüm sonukee kaç bölümdür bahsettiğimiz karanlık artık geldi. Bakalım diğer bölümler neler olacak. Desteklerinizi eksik etmeyin lütfen sizleri seviyore öptüm ballarım <3<3<3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.87k Okunma |
510 Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |