39. Bölüm

Gelgit

Meltem Yaman
meltemyaman

Bizim vuslatımız bir "göz göze" gelmemize bakar.

Bin yıl geçse de sen bana yabancı olamazsın. (Alıntı)


Son sözler insanın içini nasıl acıtır çok iyi bilirim. Yapılan hesaplar hiçbir zaman çarşıya uymaz. Çabaladığımız, üzerinde kalmak için çırpındığımız sularda boğuluruz çoğu zaman. Suyun üstü kadar altı da güzeldir belki diye hiç düşünmeyiz. Derine indikçe acı çekeriz. Bir vakitten sonra çektiğimiz acının arsızı oluruz. İçleriniz belki ama yine de sesimiz çıkmaz. " herşeye değer" diye düşünür, çektiğimiz acıdan zevk almaya başlarız neticesinde. Oysa yavaş yavaş ölüyoruzdur. Bunu fark etmekse bazen uzun zaman alır. Onun için ölmek bile yakmaz da canımızı, anlaşılmamak, sanki hiç değer verilmemiş gibi tek kalem de silinmek koyar insana.

Ellerimi göğsümde birleştirmiş, gözyaşlarımdan saçlarımın önüme düşen telleri dahi ıslanmış halde yürüyorum bomboş sokaklarda. Ezbere bildiğim sokakların arasında kayıplara karışıyorum. Evimin neresi olduğundan haberim yokmuşçasına, amaçsızca yürüyorum. Sesim çıkmıyor ama kalbimin atışı sağır etmek üzere beni. Soğuktan donmak üzere olan burnuma aldırmadan, ciğerlerimi dolduruyorum derin derin. Kemiklerim bile sızlıyor. Varlığı az geliyordu. Şimdi ise yokluğuna alışmak fazla gelecek şu Anıl'la dolu kalbime.
Yüreğimden taşarken, gözlerimde parlarken, dudaklarımda yanarken, onsuzluğu nasıl anlatabilirim ki. Her bir zerrem aşıkken her bir zerresine bu mümkün mü? Mümkün olmayan şeylere mecburuz artık. Mecburiyet bile zorunluluk manasına gelirken, ben onun yanında, o benim dizlerimin dibinde olmak zorundayken, nasıl tersini düşünürüm. Belki yanlıştı, belki doğru. Önemi yok. Ben Bade. Bade Vuslat Sağlam. Kötüyle baş edebilirim ama şüpheyle edemem demiştim hep kendime. Olumlu, olumsuz ne olursa olsun bilmem gereken şeyi, aramızda ki duvarın sebebini bilmeden, tutamam elini, beni öldüren gözlerine bakamam eskisi gibi. Her dokunuşum da ilk dokunuşum gibi hissettiren saçlarına el süremem. Öperken içimin eridiği dudaklarına süremem onu öpmek için yanan dudakalarımı. Velhasıl ben içimde onu kaybetmek korkusuyla hergün kendimi öldürmek yerine tek seferde yaptım bunu. Hergün ölmek yerine kendimi de onu da öldürdüm bu gece.

Ben ellerimden kayıp gitmekte ısrarcı olan kadının, canımı istese sebep sormadan önüne altın tepsiyle sunacağım kadının ardında bıraktığı adam. Can çekiştirerek, yaşına başına bakmadan oturduğu bankta hüngür hüngür ağlattığı adam.
Yüzüne bakarken, elini tutarken, göğsüne bastırarak sarılırken bile incitmekten korkan, tırnağı kırılsa ciğeri delinmişçesine kendini kendi kanıyla boğmak isteyen adam. Dudakları, tenime değince her santimi alev alan, öpmeye bile kıyamayan adam. Vuslat gününü bir değil kırk iple çeken adam. Kokusunda boğulmak, eline aşk hançerini verip öldüreceği günü bekleyen aciz. En büyük yoksulluğu Bade'si olan adam. Şu yaşıma kadar kimsenin yokluğunu dert etmedim kendime. Ama bir gün Bade'nin olmayışı düşüncesiyle kendini dipsiz kuyuda hisseden adam. Ben Anıl. Anıl Arslan. Herkese yeten bir kendine yetemeyen, Her şiiri ezber edip, kendi hikayesini yazamayan Anıl.

Kendime kıyardımda seni incitmeye kıyamazdım. Sen ne yaptın? İki cümleyle öldürdün beni şu sensiz gurbette olduğum şehirde.
Ölüm yakmadı da canımı, Sensiz mutlu olabileceğime inanman kahretti beni. "Dilerim ki mutlu ol" dediğin cümle'nin neresindesin sen? Ben değil biz mutlu olacaktık. Biz gelmiş geçmiş en imkansız aşklar içinde, sevdamızla imkanlarımızı kendimiz yaratıp Vuslata erecektik. Ölümsüz olacaktık. Ölümle sınanmayacaktık. Sen bizi ölüme mahkum ettin.

Zar zor da olsa tırmandım merdivenleri. Donmasına ramak kalmış olan elimle açmaya çalıştım kapıyı. İçeri attığım adımın devamını getirmedim. Ardıma döndüm yüzümde ki acıyla. Anıl'ın evine açılmıyordu artık baktığım kapı. Gözümden süzülen damlalarla döndüm önüme tekrar. Kapıyı olabildiğince yavaş kapatıp az önce diz çöküp ağladığım duvara dayadım yine sırtımı. Sıkmaktan ağrıyan dişlerimi bıraktım artık. Ne halleri varsa görsünler. Dudaklarım titreye titreye attım adımlarımı banyoya doğru. Üç yaşında bir kız çocuğu gibi dudaklarımı büze büze ağladım. Sesim duyulmasın diye sonuna kadar açtığım suyun sesine karıştı hıçkırıklarım. Başımdan aşağı dökülen damlalar gözümden akan yaşlarıma karışıyordu. Kendime ettiğim en büyük kötülüğün ceremesini çekiyordum. Ruhum sızım sızım sızlıyordu. İliklerime kadar batmıştım aşka. Çıkamıyordum. Çıkamayacaktım. Çıkamayacaktık. İkimizinde canını ben yakmıştım. Kendi ellerimle ateşlemiştim fitili. Geri dönüşü olmayacağını biliyordum. Ama içimde ona güvenmek dürtüsüne karşı gelemedim. Şimdi ise o dürtünün bana yaptıklarını çaresizce bir köşe de izliyordum. Suyun sıcağı bile ısıtmıyordu buz kesen vücudumu. Tepemden balyoz yemiş gibiyim. Sarıldığım havluyu kenara bırakıp giyinecek halim bile kalmamış. Öylece yorganın altında buldum kendimi. Bu kez sarıldığım Anıl değil uyuduğu yastıktı. Halbu ki bana sarılıp uyurken izleyecektim bu gece onu. Hakikâten bir saat önce düşündüğümüzü bir saat sonra imkansız hale getiriyorduk. Kadere suç bulamayız. Herşeyin bir bedeli var. Aşkında. En büyük bedeli aşk ödetir insanı. Dokunacak kadar yakınız, elimizi değdirecek cesaretimiz yok. Islanan yastığı inlerken şişip şişip inen göğüs kafesime yapıştırdım iyice. Kafeste olan göğsüm mü, yoksa sevda hapsinde ki gönlüm mü?

Geçtiği yolları ağır adımlarla yürüdüm. Sanki her sokak onun kokusuyla dolmuş taşmış. Her nefes alış verişimde ciğerlerime onun Misk kokusu doluyor sanki. Koca şehre nasıl sığamaz insan diyordum. Sığılmıyormuş. Sığamadığım sadece şehir değil ki belli ki. Ben gönlüne de sığamamıştım onun. Peki o benim gönlüme sığabildi mi? Sığmak ne kelime, gönlüm taştı ismini zikrederken.
Daha bu sabah hoplaya zıplaya indiğimiz merdivenler dağ olup dizilmiş önüme. Bir adım atsam diğerine ömrüm vefa etmeyecek gibi geliyor. Adımlarımın sonu gönlümün baharına çıkmayacaksa ne anlamı var yürümenin. Yürümek bile onsuz anlamsız geliyor. Yürümek unutulur mu? Unuttum bir kaç saatte. Koşmak istiyorum oysa ki. Kapısını tek hamle de kırarak içeri girip elinden tuttuğum gibi göğsüme sıkıca bastırmak istiyorum. Peki ne diye kapısına kedinin ciğere baktığı gibi bakıp yaklaşmıyorum bile? Korkuyor muyum? Korkuyorum. Hiç korkmadığım kadar korkuyorum. Ömrüm de iki kez bu kadar korkuttuğumu hatırlıyorum. İlkini dile dahi getirmek istemiyorum. İkincisini ise en acı haliyle yaşıyorum. Elimi uzatsam dokunacağım kapıya hiç olmadığım kadar yabancıyım artık. Bir o kadar da uzak. Belki de bir müddet kendi haline bırakmalıyız birbirimizi. Neyi isteyip istemediğimizi ölçüp tartmalıyız. Özlem ağır basar elbet. Peki o zaman ne yapacağız? Ne yaparız dimam almıyor ama ne yapamayacağımızı çok iyi biliyorum. Bilmek bile onsuzken canımı yakıyor.

Anıl, tüm hissizliğiyle girdi evinin kapısından içeri. Karşısında telaşla gelmesini bekleyen Hüma ile göz göze geldi. Sinirliydi kardeşine. Gözlerinde ki öfkeyi fark etti Hüma. Yanına yaklaşırken gözlerini devirmişti. Belki utançtan, belki yaptığı şeyin farkına yeni varmanın verdiği pişmanlıktan olsa gerek bakamıyordu yüzüne. Anıl üzerinde ki montu fırlattı bir kenara. Hüma'ya aldırmadan geçti salona. Kitaplığın yanında ki berjerine oturdu yine. Kafasını ellerinin arasına almış, yaşadığı durumun içinden nasıl çıkacağını düşünüyordu. Hüma kalmıştı koridorda. Gerçekten korkuyordu. Soru sormaya bile cesareti yoktu ilk kez abisine. Parmak uçlarında usul usul yürüdü salona. Yine karşısına oturdu abisinin. Kafasını kaldırıp delirmiş gibi kendisine bakan abisini gördü. Ağzını açıp konuşmaya başlayacaktı ki, oldukça sert ve bir o kadar da tehditkâr tonlamasıyla Anıl'ın sesi yankılandı;

-Memnun oldun mu? Mutlu musun?

Bakışları yine yeri buldu Hümanın. Anıl'ın halinden ne kadar acı çektiğini anlamıştı. İyilikleri için yaptığı konuşma ters tepmişti belli ki. Karışmaması gerek meselenin tam da ortasından geçmişti. İki insanın kalbi onun yüzünden acılar içinde kıvranıyordu şimdi. Aralarında geçen konuşmanın hiçte iyi bitmediğini, belki de ayrılmış olabileceklerini düşündü. Öyle de olmuştu ama henüz bilmiyordu. Fısıltıdan da kısık sesiyle sordu sinirden mosmor, ağlamaktan gözleri şişmiş abisine;

-Ne konuştunuz? Özür dilerim abi. Ben aranız bozulsun istemedim. Yemin ederim.
Anıl eğdiği kafasını fısıltının geldiği yöne çevirdi yine.
-Ne mi konuştuk? Gerçekten ne konuştuğumuzda alakalı fikrin yok mu şu an? Diyerek azarladı Kardeşini.
Hüma yine eğdi başını. Kopsun diye dua ettiği kafasını fikrim var dercesine aşağı yukarı salladı.
-
Abi affet beni. Lütfen üzülme. Bade sana küsemez ki. Sen de ona küsmezsin. Birazdan arar merak etme.

Anıl acının verdiği şokla kendine hakim olamayarak kocaman bir kahakaha attı.

-Arar ha. Arar diyorsun. Yediğin bokun farkında değilmişsin gibi birde arar mı diyorsun. Hüma, Bade bana küsmez. Bade beni bir bankın üstünde dakikalarca ağlattı. Bade bana küsmez, Bade beni terk etti. Diye kahkasıyla birlikte döküldü sözleri titreyen dudaklarından. Hüma'nın duyduğu cümleler karşısında gözünde ki hare söndü. Kötü olacağını biliyordu. Ama ayrılık yoktu hesapta. Hesapta olmayan gerçeğiyle birlikte ağlamaya başlayan abisinin dizlerinin önüne çöktü. Gözlerinden damlalar ard ard dökülmeye başladı onunda. Sevgi gibi hüzünde bulaşıcıymış. Öğrendi. Ellerini tuttu Anıl'ın. Gözünde ki yaşlarla kekeleyerek düştü kelimeler bu kez dilinden.
-
Abi ben sadece ikinizinde iyiliğini istedim. Kötü birşey söylemedim. Sadece "Abim seni çok seviyor, sakın onu dinlemeden, ani kararlar" verme dedim. O zaten bizi dün balkonda ağlarken görmüş. Bana kendisi söyledi. Yemin ederim ben ayrılacağınızı tahmin edemedim. Diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı o da. Oturduğu yerden hızlıca ayaklandı. Kapıya doğru yönelerek;

-Ben Bade'ye gidiyorum. Herşeyi anlatacağım. Özür dilemem gerek. Diye adım atmaya başladı. Anıl arkasından koşup yakaladı kolundan. İzin veremezdi. Herşeyin sarpa sarmasına yol açmıştı zaten.
-
Gel buraya Hüma. Hiçbiryere gitmiyorsun.
-Abi bırak konuşacağım Onunla.
-Kes sesini geç şuraya. Diyerek fırlattı tabir-i caizse Hüma'yı salona.
-
Artık susacaksınız. Artık herkes susacak. Sende tek bir kelime daha etmeyeceksin. Zaten s*kip attın herşeyi. Bırak artık. Kapat çeneni.
Hüma abisinin karşına dikilip gözlerine baktı.

-Abi bak haklısın. Ben çok kötü bişey yaptım. Ama ben o kıza kıyamadım tamam mı? Ben ne olursa olsun üzülmesini istemedim. Belki şimdi daha çok üzdüm ama istediğim bu değildi. Sadece sana güvenmesini istedim ondan. Eğer seviyorsa imtihandan geçmek zorunda olduğunuzu söyledim.
Anıl'ın kıpkırmızı olan gözleri iyice büyüdü.
-
İyi yaptın. Gerçekten seni tebrik ediyorum. İyi bok yemişsin gibi üstte çıkmaya çalışma sakın.
-Üste çıkmak gibi bir derdim yok. Bugün olmasaydı yarın olacaktı bu. Kusura bakma ama belki iyi bile olmuştur. Hüma'nın cümlesi Anıl'ın fitilini ateşlemeye yetmişti. Patlamaya yer arayan yanardağ gibiydi zaten. Hüma'dan hızla uzaklaştı. Daha kötü sözler sarf edip kalbini kırmak istemiyordu. Odasına girip kapıyı kırarcasına kapadı. Yatağın üzerine hop oturup hop kalktı. En son kalkışında ise zarar vermeden oturmadı. Hem kendine hem de odasının her bir köşesine. Masanın üzerinde ki herşeyi öfkesiyle, savurdu etrafa. Yorgan, yastık ne varsa yerinden etti hepsini. Gardrobun önüne geçip yüzüne baktı aynasından. Son darbesi ise biraz kanlı olmuştu. Sıktığı yumruğunu tüm gücüyle aynaya vurdu. Dökülen, un ufak olan aynanın her bir parçası battı kalbinin en köşesine. Koşarak gelen, oda'nın kapısını dehşetle açan Hüma gördüğü manzara karşısında durursa uğramıştı. Can havliyle abisinin kanayan elini tutup etrafa saçılan kıyafetlerden biriyle sarmaya başladı. Aklını yitirdiğini düşündüğü abisinin yüzüne acıyarak baktı. Yatağın kenarına çöktü ikiside. Çocuklar gibi içli içli ağlıyorlardı. Dağılan odayı inceledi Anıl. Dağılan tek şeyin odası olmadığını biliyor gibiydi bakışları. Elinden akan kan masmavi tişörtü kızıla boymamıştı. Öylece kaldılar saatlerce. Bırak konuşmayı, çıt bile çıkmıyordu ikisinden de. Biri yaptığı hatanın nelere sebebiyet verdiğini, diğeri ise ayrılığın kendine neler yaptığını düşünüyordu. Hüma son bir kez şansını demek istedi. Konuştukça batıyordu ama son kez de olsa abisine şunları söyledi;

-Abi kalkıp gitsene. Niye kendine zarar veriyorsun. Kalk git bırakma onu. O seni bırakmak istese de sen bırakmamakta diret. Seni bu kadar severken asla aksini yapamayacak. Belki o da senin gitmeni bekliyordur. Sesi hem titriyor hem de ağlamaklıydı. Anıl kafasını kaldırıp gülümseyerek baktı bu kez yüzüne kardeşinin. Gülüşü solgundu.
-
Hüma ben onu bırakmayacağım zaten. Bırakamam. Vazgeçemem. Beni deli eden onun beni bu kadar kolay bırakmış olması. Sözleri inciticiydi. İncinen sadece kendisi zannediyordu.
-
Abi kalkıp koşsana o zaman. Ne diye burda mal mal işlerle uğraşıyorsun. Dedi söylediğinin farkında olmayarak. Anıl kaşlarını çatarak baktı.

-Mal sensin. Düzgün konuş abinle. Şimdi değil. Kalkıp gidersem daha çok kırarız birbirimizi. Siniri geçsin biraz.
-Peki anlatmayacak mısın herşeyi? Dedi. Yine sinirlendirmişti Anıl'ı.

-Kızım sen benimle dalgamı geçiyorsun. Hiçbirşey anlatamayacağım. Şu yakama yapışanlardan önce kurtulmam lazım. Sonra herşeyi en ince ayrıntısına kadar anlatacağım. Bu kez de Hüma çattı kaşlarını.
-
Abi kız seni sırların yüzünden terk etti. Diyerek pot kırmıştı çoktan. Dudaklarını ısırdı. Gayri ihtiyari söylediği sözler Anıl'ı yine acıyla tebessüm ettirmişti.
-
Değil mi? Terk etti beni. Terk ederken bile çok güzeldi insafsız. Dedi küçük bir kahkaha patlatarak. Hüma iyice kafayı sıyırdığını düşündü bu kez. Duygudan duyguya atlıyordu resmen.
-
Abi sen iyi değilsin. Az önce hüngür şakır ağlıyordun şimdi kahkaha atıyorsun. Delirdin mi?

-Delirdim. Ben delireli altı ay oluyor.
-O ne demek öyle? Altı ay ne demek. Diye sordu şaşkınlıkla.
-
Bade'yi göreli altı ay oldu işte. Altı aydır kendimde değilim ki ben. Kendi evim kendi yatağım bana dar gelmeye başlayalı altı ay oldu.
Hüma kocaman tebessümle baktı abisinin yüzüne sonra yerde kırık aynanın büyük bir parçasını alıp abisine doğrulttu;

-Ne görüyorsun?

-Bir insan nasıl tek gece de yaşlanır onu görüyorum. Dedi tek seferde.
-
Ben ne görüyorum biliyor musun? Diye sordu Hüma. Hala aynayı Anıl'ın yüzüne tutuyordu.
-
Ne görüyorsun?

-Kocaman bir şapşal görüyorum. Dedi kikirdeyerek. Anıl kafasını yavaşça kaldırıp Hüma'ya baktı. Dudağı yukarı kıvrılmıştı.
-
Senin ağzın çok bozulmuş. Ne zamandır abi dayağı yemediğindendir.
-Abi kalk hadi.
-Nereye?

-Bade'ye git. Vur kapısına. Gel lan buraya diyip yapış dudaklarına. Dedi. Sesi umut doluydu bu kez. Abisin de gördüğü sevgi herşeyi aşabilecek kuvvette olduklarının ispatıydı çünkü.
-
Lan mı? Bade'ye lan denir mi? Heralde beni gebertsin istiyorsun? Saçmaladın iyice.
-O zaman şiir oku şarkı söyle ne biliyim işte. Yap bişeyler. Hadi.
Anıl ayağa kalkıp elinden çekiştiren Hümayı tek hareketiyle oturttu yanına.
-
Hüma tamma. Ben halledeceğim. Ben onun sevgisinden de eminim. Ben güvenini istiyorum sadece. Bunun içinde zaman gerekiyor bize. Merak etme.
Az önce ki deli halinden eser yoktu. Gayet sakin ve aklı başında konuşuyordu.
-
Madem bu kadar eminsin ne diye ağlayıp zırladın kaç saattir. Odayı dağıttın mahvettin her yeri.

Anıl'ın gözleri yine uzaklara daldı. Gözüne tekrar çöktü hüzün.
-
Anlamıyor musun? Ben sevdiğimden de sevildiğimden de eminim. Bade sevmedi mi diye düşündüm eve gelene kadar. Hayır çok seviyor. Biliyorum. Sinirle öfkeyle çok şey düşündüm. Sadece ağrıma giden nasıl bu kadar net konuşabildi.
-Ne söyledi bu kadar kırıldın?

-Ben sizi tanıyamamışım hocam dedi. Bana kalkmış mutlu olun diyor. Aptal kız. Onsuz mümkünmüş gibi.
-Ahahah. Hocam mı? Diye güldü Hüma.
-
Hıı. Hocam. Derken sesi titremişti yine.
-
Hak vermemiz gerekmiyor mu sencede. Ne olursa olsun sakladığımız şeyden haberdar oldu. Ve bilmediği için aklına binbirtürlü şey gelmiştir eminim.
-O kadar haklı ki cevap vermeye bile utandım. O kadar haklı.
-O zaman ona kızmak yerine kırılan güvenini tamir etmemiz lazım.
Kafasını şiddetle Hüma'ya çevirdi yine.
-
Sen karışma. Bak sakın diyorum. Ben halledeceğim dedim sana. Tek bir söz dahi etmeyeceksin Bade'ye. Hüma gözlerini devirdi.
-
Tamam. Özür dilerim. Ben yarın giderken vedalaşmayacak mıyım peki?

-Vedalaş tabi. Ama tek bir söz bile söyleme. diye kesin bir dikle uyardı bir kez daha.
-
Tamam söz bu kez ağzımı açmam.

Biraz daha düşüncelere daldılar. Saat üç olmuştu. Gece bitmek üzereydi neredeyse. Hüma yarın yolcu olmasına rağmen uyumamıştı bu saate kadar. Uyuyacak kadar keyifli de değildi zaten. Oturduğu yerden kalkıp diğer odada ki bir kaç eşyasını toplayıp bavuluna yerleştirdi.
Anıl size oturduğu yerde sızmıştı bile. Hüma duştan çıkıp hala açık olan oda'nın kapısından girdi içeri. Abisi iki büklüm yatağın kenarına kedi yavrusu gibi kıvrılmıştı. Üzerini örttü küçük bir örtüyle. Uyandırırsa bir daha uyutmayacağını biliyordu. Sessizce çıktı odadan. Salona gidip oturdu koltuğa. Abisinin köşeye fırlatılmış telefonunu aldı eline. Telefonun çatlayan ekranına baktı dakikalarca. Tuşuna basıp ekranda duran resme baktı. Gözleri doldu tekrar. Çünkü fotoğrafta hiçte yabancı olmayan iki çift göz bakıyordu gözüne. Bu Bade'den başkası değildi. Belli ki küçüklüğünden kalma bir fotoğraftı. Buzdolabının üstünde de vardı bu fotoğrafın aynısı. Alt tarafında ise "Ömrümün baharı" yazıyordu. Bu kadar sevgi hiç iyi değildi. İnsan sevgiyle tamamlanırdı elbet fakat tamamlandığı sevgi dirhem eksilse tam da bu akşam gördüğü tablonun yaşanması kaçınılmazdı. Ama içinden bi yerleşen şu ses yükseliyordu "
Birgün böyle sevilir miyim. Bir gün böyle sever miyim?" İşte aşk bu kadar acımazsızdı aslında. Acı çekmek bile insana büyük bir zevk verir miydi? Veriyordu. Hüma telefonu köşeye bırakıp uzandı koltuğa. Bu gece anladığı tek şey şu olmuştu, Aşk gerçek bir aşksa her duygunun hakkını sonuna kadar vermek gerekti. Sevginin de acının da. Hüzün de neşeninde.

Sabahın ışıkları solgun yüzüne vuruyordu Bade'nin. Gözlerini yummuştu ama Araf'ta kalmıştı gece boyu. Uyumak ve uyanıklık arasında sıkışmıştı. Çok fazla ses duymuştu komşusunun evinden. Az çok tahmin edebiliyordu ne olduğunu. Kalkıp kapıya bile koşmuştu hatta. Ama bir adım atmaya cesareti yoktu. Kapının kolunu çevirmişti ama aralıktan göz gezdirmek için başını uzatamamıştı. Elini bağrına bastırıp geri dönmüştü yatağına. Gidilmiyormuş, kırdığın yere öyle kolay gidemiyormuşsun. Kırıldığın yerden kanıyormuşsun. Dilin lâl oluyormuşta yüreğine söz dinletemiyormuşsun. Feryadını bastıramıyormuşsun.

Üzerine doladığı havluyu kenara bıraktı. Öylece kalakalmıştı çünkü dünden beri. Okul kıyafetlerini geçirdi üzerine. Saçlarını ilk defa dağınık bir şekilde topuz yapmıştı okula giderken. Umrunda bile değildi nasıl gözğktüğü. Çünkü Anıl yoktu Bugğn okulda. Günlerden cuma. Gerçi olsa bile ne olacaktı ki bu saatten sonra. Yüzüne baktı aynada. Yüzü bembeyazdı. Elleriyle ovulturdu gözlerini. Kendini dünyanın en çirkin insanı hissediyordu Bugün. Sanki yaşadığı şeyler kolaymış gibi bir de çirkin okuluna üzülemezdi. Banyodan çıkıp mutfağa doğru ilerledi. Koridorda Anıl'ın elinden gelen çiçekleri ve tabloyu görünce ensesinden bir şağlak yemiş gibi oldu. "Dün yediğin hurmalar, Bugün bir tarafını tırmalar" dedi kendi kendine. Gidip çiçeklerin kokusunu çekti içine. Hala ilk gün ki gibi korkuyorlardı. Çizdiği resmin olduğu tabloya parmak uçlarıyla nazikçe dokundu. Anıl'ın ellerinden gelen herşey onun için paha biçilmezdi. En değerli hazinesini dün yağlamalatmıştı sanki. Aklı tekrar ona kayıyordu. Buna fırsat vermek istemiyordu. Dünden beri bir saniye bile çıkmamıştı zaten aklından. Hızlıca geçip gitti konsolun önünden. Buzdolabının kapağını daha tam açmadan geriye kapattı. Ne birşey yemek ne de bir yudum su içmek istiyordu. Balkona çıktı. Soğuk hava tenine temas eder etmez titredi tüm vücudu aynı anda. Gözlerini kapatıp ayazı içine çekti. Kafası istemsizce Komşusunun balkonuna kaydı. Issızdı balkon. Kimsecikler yoktu. Oysa daha bir gece de özlemişti Anıl'ı. Yüzünü görse biraz teselli olurdu belki. Canı sağya önemli olan oydu Bade için. Aklına dedesinden küçüklüğünden beri duyduğu şu cümle geldi"Tek canı sağ olsun da yel essin kokusu gelsin." Gülümsedi. İçinden "Yel essin kokusu gelsin." Diye mırıldandı tekrar. Çünkü birinin yanınızda olmasından ziyade bir yerlerde var olması bile yetiyordu.

"Kendine gel Bade. Daha bir gece oldu. Ne kadar dirayetsiz, ne kadar salak bişeysin sen. Aptal, adam sana güvenip derdini söylemedi. Hala yel esecekmişte kokusu gelecekmişte. Anca böyle boş işlerle uğraş. Topla yüzünde ki şapşal ifadeyi. Kendine gel yeter. " diyerek çevirdim kafamı karşı balkondan. İçimde kendimle de savaş veriyordum belli ki. Beynimle kalbim birbirine girmişti yine. Kim haklı kavgası aman vermeden devam ediyordu. Hızlıca girip kapadım kapıyı. Saat sekiz olmuştu bile. Montumu giyindim. Çantamın tek askısından geçirdim koluma. Dizime kadar uzanan çizmelerimi giydim. Telefonumu cebime atıp çıktım evden. Kapıyı kilitliyordum ki karşı dairenin açıldığını duydum. Kafamı çevirmeye korkuyordum. Elimde ki anahtar düştü yere. Elim ayağım birbirine dolaşmıştı. Dün ki dik duruşumdan eser yoktu. Eğilip aldım anahtarımı. Tekrar doğruldum. Hüma'nın sesiyle irkildim. Arkamı döndüğümde Hüma elinde bavula çıkmıştı dışarı. Yorgun görünüyordu. Postallarını hızlıca giyip yanıma yaklaştı.

-Günaydın Bade. Nasılsın? Nasıl olduğumu görmüyor, bilmiyor gibi soruyordu. Ne yapacaktı başka. Bende saçmalıyordum. Gözlerinin içine bakıp;

-Günaydın, iyiyim sen nasılsın? Dedim kısılmış sesimle.
-İyiyim bende. Yani işte. Sesinde tanımlayamadığım bir tını vardı. Üzgün müydü, ya da kızgın? Olanları öğrenmiş olmalıydı. Abisinin üzüntüsünden dolayı kızmış olabilirdi bana. Haklı olduğumun farkında değil miydi yoksa?
-
Sabah sabah nereye böyle? Dedim bavuluna bakarak.
-
Dönüyorum Antalya'ya. Sana veda etmeden gitmek istemedim. Diye ekledi. Bu kez sesinde ilk gün ki samimiyeti vardı. Kollarını uzatıp sarılmıştı sözlerini bitirmeden. Ellerimi sakince kaldırıp karşılık verdim bende. Kızgın olmadığını anlamıştım sıcacık sarkmasından. Gözüm açık kalan kapısındaydı Anıl'ın. Çok sürmeden gözlerim gözleriyle buluştu. Çıkıverdi kapıdan. Biz hala sarılmış vaziyetteydik Hüma ile. Gözlerimi hemen çektim. Kollarımı da Doladığım vücudundan çekmiştim aynı anda.
-
Güle güle. Kendine iyi bak. Umarım görüşürüz. Yani görüşürüz belki. Dedim kekeleyerek. Ne dediğimi ben de anlayamamıştım. Hüma gülümseyerek baktı yüzüme;

-Görüşürüz elbet. Hem düğüne geleceğim ya. Sesi oldukça yumuşaktı. Anıl Yüzüme bakmadı bir daha. Gözüm ister istemez kaymıştı yine. Ama o bavulu taşımak için plan yapıyor gibiydi. Tekrar Hüma'ya döndüm;

-Doğru. Düğüne geleceksin. O zaman görüşürüz yine. Sözümü bitirmemiştim ki Anıl Hüma'ya dönerek;

-Hüma bitir işini hadi geç kalacağız. Dedi. Sesi son derece net ve yüksek çıkıyordu. Ama kızgın değildi. Hatta gayet normaldi. Gözüm eline kaydı. Eli sarılıydı. Hemde küçük bir yara gibi de değildi. Dün gelen seslerin sırrını çözebilmiştim en azından. Hızlıca Hüma'nın önünden geçip Anıl'a yürüdüm. Kendine zarar verdiğine inanamıyordum. Kalbim sıkıştı. Acı çekmiş olmalıydı. Karşısına geldiğimde gözlerimin içine bakıyordu. Ama ilk kez gördüğüm biriyle bakışıyormuşum gibi hissettirmişti bana. Öyle yabancı. Öyle herkesmişim gibi. Kaçırmıyordu gözlerini. Ben ise gözlerinden çektim bakışlarımı. Elimi uzatıp yaralı elini turacaktım ki elini kendine doğru çekti. Hava da bomboş kalan elime baktım bu kezde. İzin vermemişti tutmama. Dün gece benim ona yaptığımı yapmıştı. Canının nasıl yandığını bizzat yaşatarak anlatmıştı bana. Yumruğumu sıkarak indirdim havada ki elimi.

-Elinize ne oldu? Diye sordum. Kısık sesimle. O ise yüzünü kardeşine dönerek;

-Gidelim mi? Dedi gayet kendinden emin şekilde. Hüma'nın cevabını bile beklemeden inmeye başladı merdivenleri. Hüma yüzüme bakıyordu. Ben ise şaşkınlıkla Anıl'ın ardından. Cevap vermeyişi yakmamıştı da canımı gözlerime yabancı gibi bakışı mahvetti beni.
-
Bade. Dedi Hüma. Sesinden acırmış gibi bir ifade vardı. Sözünü kestim hemen.

-Hüma bişey konuşmayalım olur mu? Belli ki elini benim yüzümden yaralamış. Böyle bir tepki beklemezdim ama önemi yok. Gerçekten konuşmaya değmez.
-Siz çıldırmışsınız. Başka sözüm yok gerçekten ikinize de.
Üzerimi çekiştirip düzelttim. Merdivenlere doğru yönelen Hüma'nın arkasından yavaşça inmeye başladım. Anıl aşağı da Gül ablayla konuşuyordu. Bugün dersi yokmuş ama bir kaç işi olduğu için okula gelecekmiş. Hüma Gül ablaya da sarıldı. Vedalaştı. Ben ise dikilmiş onları seyrediyordum. Gül abla bana dönerek;

-Annemler akşam yok. Bize gelin hep birlikte. Talha da gelecek. Film falan izleriz.
Gözlerim yine Anıl'ı buldu. Bana bakmıyordu bir kez bile. Bu normal miydi?
-
Hep birlikte derken? Diye sordum çatallaşan sesimle.

-Hep birlikte işte. Sen Melisa Anıl. Gelirsin değil mi Anıl? Talha'yla bayağı kaynaşmışsınız zaten.
Anıl şimdi karşı gelecek. Sağolun benim işlerim var gelmesem daha iyi diyecek. Eminim olduğum ortama gelmek istemeyecek.
-
Olur. Neden olmasın gelirim tabi. Siz ararsınız Talha gelince.
Gerçekten inanamıyordum kulaklarıma. Normalde ben geliyorum diye gelmemesi gerekiyordu. Ben gerçekten bu adamı tanıyamamışım sanırım. Sırf bana inat olsun diye hayır demeliydi. Demediği gibi ikiletmeden kabul etti. Gül abla tekrar bana döndü;

-Bade? Şaşkın gözlerimi Anıl'dan ayıramıyordum. Ağzım açık bakıyordum resmen.
-
Hıı diyebildim sadece.

-Hıı mı? Leyla mısın kızım? Gül ablanın uyarıcı sesiyle geldim kendime. Ayırdım gözlerimi Anıl'dan. Gül ablaya dönderdim tüm vücudumu.
-yani olur. Olur abla. Geliriz. Dedim. Dedim ama gitmek istemiyorum ki. Anıl'ı yargılıyorum ama aslında ben de gitmek istemiyordum. Anıl ve Hüma yürümeye başladılar önümüzde biz ise arkalarından. Bavulu bagaja yerleştirirken;

-Gül hanım bırakabilirim okula vaktimiz var daha. Diyiverdi Anıl.
Hani vakti yoktu. Acelesi vardı. Az önce Hüma bana sarılırken tam da böyle söylemişti. Beş dakika da kaç kez şaşırtmıştı bu adam beni. Bak hala yüzüme bakmıyor. Canımı yakmak için yapıyor belli ki. Gül abla yüzüme baktı;

-Vaktiniz varsa hayır demeyiz. Hava soğuk çünkü. Diye ekledi. Ben daha gelmek istemediğimi söylememiştim oysa ki. Gül abla arkaya Hüma öne oturdular. Anıl geçti şöför koltuğuna. Dışarda kalmıştım resmen. Gül abla yarı açık kapısından seslendi;

-Gelsene Bade niye dikiliyorsun?
-Ben biraz yürümek istiyorum. Siz gidin. Diyebildim sadece. Anıl ise asla diretmedi. Hemen çalıştırdı arabayı. Gül abla tekrar;

-Hava soğuk gel işte ne yürümesi? Diye ekledi sözlerine. Anıl araya girip;

-Zorlamayalım belki canı yürümek istiyordur. Yürüsün. Gidelim biz.
Otuzuncu şok falan geliyor bana galiba. Bu adama ne olmuş bir gece de. Resmen beni yok sayıyor. Cümlesini bitirir bitirmez uzaklaşmışlardı bile yanımdan. Bu soğuk hava da bıraktı beni. Resmen gitti. Eee ne bekliyorum dünde ben onu bırakmadım mı? Ardıma bile bakmadan yürümedim mi? Müstahak bana. Hayır tepkisine şaşırmam saçma. Ne yapacaktı? Elimden tutup zorla arabaya mı bindirecekti. Yok daha neler. Hem yapmasında istemiyorum. Şaşırıyorum çünkü ilk günden beri beni bir kez bile yok saymadı. Kızgın olduğu zamanlarda bile karşımda durup yüzüme bakarak konuştu. Şimdi ise kafasını olduğum tarafa çevirmiyordu. Haklı. Ama ben daha da haklıyım. Bunu isteyerek yaptım. Bundan sonra da böyle olacak. Peki canımı bu denli yakan ne? Madem bu kadar kolay söylüyorum bunları neden canım yanıyor. Alışkanlıklar. Alıştığım, tanıdığım Anıl yok artık karşımda. Anıl değil Anıl hoca var. Madem tanımıyormuş gibi davranacağız, madem herhangi biri olacağız bundan sonra bunlara da alışmam gerekecek. O benim saçlarıma dokunamayacak ben onun sakallarına. O benden hocam kelimesinden başka hitap duymayacak, ben ise bir daha "Ömrümün baharı" cümlesini duymayacağım ağzından. Dudaklarım titremeye başladı yine. Ağladım ayarlayacağım neredeyse. Bunları düşünürken gelmişim dün cennet Bugün cehennem olan okula. Bahçesinden girmişimde haberim olmamış. Oturmuşum dün kestane yediğimiz, başına gelen en güzel şey olduğumu duyduğum banka da farkına varmamışım. Her taraf anı, her taraf hatıra. Nasıl dayanılır buna. Bilmiyorum. Bilmiyorum. Bilmek istemiyorum.

Bade titreyen dudakları, üşüyen elleri, ağrıyan kalbiyle girdi okuldan içeri. Sınıfta oturduğu sırası batıyordu bugün sanki. Özürde cabasıydı. Yine gelip yanına oturmuş durup durup saçma sapan sorular sormaya, konuştukça konuşmaya başlamıştı. Kafasında zibilyon tane düşünceyle baş etmeye çalıştığı yetmiyormuş gibi birde Özgürün sorularına mantıklı cevaplar vermeye çalışıyordu. Bir iki derken öğleden önce ki sın derse gelmişlerdi bile. Ama yıllar geçmişti sanki. Yıllar geçmişti de bugün bitmemişti bir türlü.

Sınıf kapısı tıklatıldı. Dersimiz matematik hocamız; Aslı hanımdı. Buyrun sesinin yankılamasıyla Anıl sınıfta belirdi. İçeri son derece güler yüzle bir iki adım attı. Beni yine görmüyormuş gibiydi. Dikkatimi çeken mutlu olmasıydı. Mutlu olsun, olsun ama ben bu kadar mutsuzken o nasıl bu kadar mutlu olabiliyor. Kafamı önüme eğdim hızlıca. Madem yüzüme bakmaya tenezzül etmiyor umrumda bile değil. Bende ona bakmayacağım. Mutluluğunun beni kahredeceğini bilmiyordum. Sevinmem gerekiyordu mutlu olduğu için ama ben onun mutluluğndan kahrolmuştum. Bade kendine gel kızım. Adam ne güzel mutlu işte. Demedin mi mutlu olmanızı dilerim diye dileğin gerçekleşmiş işte daha ne istiyorsun. İstemiyorum. Ben bu kadar mutsuzken neden o mutlu oluyor? Nasıl canı yanmaz? Nasıl yüreği sızlamaz? Dün elini yaralayacak kadar gözü dönmüş madem üzüntüden bugün nasıl bu kadar gülücükler saçar etrafa. Dün ağlatarak yalvarır gözlerle bana bakıp bugün nasıl beni tanımıyormuş gibi davranır? Aklım almıyor. Amacı beni delirtmek olmalı başarıyor yavaş yavaş tebrik ederim.

Kafam eğik ne söyleyeceğine odaklanmış vaziyette bekliyorum. Sınıfın ortasına geçip;

-Arkadaşlar, bugün akşam üstü benimle kütüphane de ki kitaplardan fazla olanları seçip kardeş okullarımıza göndermem de yardımcı olması için bir kaç kişiyle ihtiyacım var. Gönüllü kimse var mı?
Diye son derece naif ve beni delirtmeye yetecek kadar güzel ses tonuyla girizgah yaptı. Her zaman ki gibi çok yakışıklıydı. Göz ucuyla bakıyordum. Çaktırmadan kaçamak bakışlar atıyordum ama onun umrunda bile değildi. Benim olduğum tarafa bir kez bile çevirmedi kafasını. İçimden kötü sözler söylemek geliyordu. Tut şu çeneni kızım. Tut.

-Eee kimse bana yardım etmek istemiyor mu?

Der demez arkada ki beni sinir krizine sokan o iki cadı ellerini kaldırdılar. Hani şu Anıl'a heykel diyen sinir bozucu mahlukatlar. Biliyorum Anıl şimdi erkek öğrenci olması tercihimdir diyecek kalakalacaklar öylece.

-Evetttt tam olarak istediğim iki öğrenci. Kızlar son dersten sonra ikinizi de bekliyorum kütüphaneye. Peki başka yok mu?

Allahım benim başım eğilmedi koptu şu an resmen. Ben ne diyorum bu manyak ne yapıyor. Ayağa kalkıp ağzına yapıştırmak istiyorum bir tane. Resmen bana kasıtlı yapıyor şimdi emin oldum. Biliyor ikisini de sevmediğimi. Çıldır Bade umrumda değilsin diyor bana bariz. Anıl. Dilini eşşek arıları soksaydı demeseydin şu cümleyi. Birde istediğim öğrenciler diyor Yarabbi tam delirmelik.
Ani bir hamleyle kaldırdım elimi. Bu kez baktı bana. Yüzüme bakıyordu artık. Şükür yarabbi. Kafasını tekrar sınıfa çevirip öldürücü darbeyi vurdu;

-Madem başka kimse yok o zaman üçümüz halledeceğiz kızlar. Bekliyorum. Diyerek Aslı hocaya döndü. Hocam kusura bakmayın vaktinizi aldım. İyi dersler. Diyerek çıktı sınıftan. 1

Kaldırdığım elim hala havadaydı. İkinci kez elim hava da hevesim kursağımda kalmıştı. Özgğr hava da ki elimi indirip yüzüme kahkahayla baktı;

-Mal gibi kaldın ortada. Ahahahahah.
Böğürerek gülüyordu bu çocuk. Ama haklıydı da aynı zaman da. Mal gibi kalmıştım. Anıl resmen tek atmıştı bana. Şahı görmeden mat etmişti. Hain. Ben sana gösteririm elbet.

Arkadakiler daha şimdiden sırıtmaya başladılar. Gözleri ışık tutulmuş tavşan gibi açılmıştı. İçimde ki sesi dinlersem ya katil olacağım ya da kıyısından döneceğim. Tut kendini. Tut kendini. Sakin. Sakin. Sakin.
Şu gün bir bitsin. İnşallah Allah sana merhamet eder, çünkü ben etmeyeceğim Anıl efendi.


Kafamdan dumanlar çıka çıka bitirdim bu dersi. Yanık kokusu geliyor burnuma. Saçlarım olabilir mi? Neden olmasın ki. Pek tabi mümkün. Malûm insan da kafa kalmıyor ki. Her yerden basıyorlar bana. Özgür bir yandan, Arkada ki kızlar bir yandan, bitmek bilmeyen gün de cabası.

Nihayet son zil çaldı. Artık eve gidebilirim. Yoksa gerçekten kafamı masaya vura vura bayıltayacağım asalak balıklar gibi.

-Koş Koş hadi. Bi lavaboya gidip saçımı başımı düzeltmem lazım. Sonra kütüphaneye gideriz.
Ve arka sıralardan hiçte şaşırmadığım sesler yükseldi. Başladı benim mesai. Önünde iki seçenek var. Kütüphaneyi ateşe verip çıksam mı? Yoksa Anıl'ın kafasını Ansiklopedi arasına sıkıştırıp pekmezini mi akıtsam. İkisi de makul. Önce pekmezini akıtıp sonra ateşe veririm.
Çantamı üç saniye de topladım. Hemen kütüphaneye çıktım. Kimse yoktu. Anıl efendi de gelmemiş daha. Sadece bir kaç koli var odanın ortasında. Demek ki kitapları bunlara yerleştirecekler. Hemen Kütüphanenin her köşesini gören manzarası güzel bir yere oturup yanımda getirdiğim test kitaplarından birini açtım. Amaç test çözmek değil test etmekti galiba. Saçımda ki tokayı çıkardım. Saç köklerim bile ağrımıştı stresten. Kalemlerimden biriyle oldukça bol bir şekilde tekrar topladım.
Ya şu an buraya gelememde ki amaç ne benim. Niye maratona çıkar gibi koşa koşa geldim ki buraya. Ruh hastası mıyım ben. Akşam terk ediyorum adamı sırrın var bilmem ne diye, sabah kıskanıyor muyum? Galiba benim de kendime kel ama herşeyi bilen psikolojlardan bulmam gerekecek. Saçı uzun olanın aklı kısa olurmuş. Bir atasözü anca bu kadar beni anlatabilirdi. Neyse dikkat dağıtma ciddi kal ve önünde ki sorulara odaklan. Derken kapı açılır ve içeri muhteşem üçlü girer. Tabi kimse beni burda beklemiyordu. Herkes bi şok geçiriyor. Yaaa Anıl efendi işte böyle donakalırsın. Yüzüme bakıyor Üçü birden. Ben gayet sakin ve şu an için geçerli olan hanımefendiliğimle kafamı kaldırdım önümde ki kitaptan.

-Eksiklerim varda tamamlamaya geldim. Siz rahatsız olmayın lütfen. Dedim kendinden emin bir şekilde. Sesimde dosta güven düşmana korku salan tonlamayla birlikte. Kafamı yeniden eğdim kitabıma. Anıl bıyık altından gülümsedi bu kez yakaladım. İnkar edemez. Kızlar ağızlarını kapatıp işlerinin başına geçmişlerdi. Sırayla raflarda ki kitapları inceliyorlar, ellerinde ki listede olan kitapları topluyorlardı tek tek. Anıl masaya oturmuş getirdikleri kitapları not alarak kolilere yerleştiriyordu. Neyse ki güzel bir amaca hizmet ediyorlardı şu an. İçimden kızlara dönüp;

-Çalışın kuzum çalışın memur olun. Diyip kahkahayı patlamaktan geliyordu. Tüh keşke yanımda Melisa olsaydı. Yaptığım esprileri bir tek o anlıyor çünkü. Birlikte gülerdik nefesmiz kesilene kadar. Neyse kızım önüne dönüp işine bak sen. Benim galiba durumum gerçekten kritik. Kendi kendime konuşup kendi kendime cevap veriyorum.
Acaba buna içimden geçip bastırdığım duygularım dışa vurumu diyebilir miyiz. Deriz.

Tam bir saat olmuştu. Hala pire gibi o raftan o rafa atlıyorlardı. Bu arada bende 100 den fazla soru çözmüştüm. Boş boş da beklemedim yani. Kızlar yorulmuş olacaklar ki Anıl'ın oturduğu masaya sandalye çekip dibine oturdular. Hatta biri cep telefonunu çıkarıo;

-Hocammmm bir kaç tane fotoğraf çekelim hatıra kalsın. Diyerek ilk taşı atmıştı. İstemsizce kahkaha attım. Anıl da diğerleri de bana baktılar. Delirdiğimi düşünmesinler diye aklıma ilk gelen cümleyi kurdum;

-Amma da komik soru ya. Neymiş Efendim, bir kişi üç kişiyi on dakika da dövebilirse üç kişi bir kişiyi kaç dakika dövenilirmiş?
Neler saçmalıyorsun Bade. Ayyy rezillik. Cümlenin saçmalığına mı üzülsem Anıl'ın gözünde aptal duruma düştüğümemi. Artık kes sesini.

Anıl hala bıyık altından gülümsüyor. Bade'nin Ne yapmaya çalıştığının o kadar farkında ki. Hoşuna gittiğini çaktırmamak için savaş veriyor resmen. Bade ise Anıl'a kalkıp yapıştırmamak için savaş veriyor. Kızlardan telefonu elinde olan tekrar kaldırdı kolunu.
-Hocam hadi bakın. Çekiyorum güzel çıkarsa paylaşacağım. Dedi. Bade'den yine hunharca bir kahakaha sesi geldi, ve ekledi;

-Altına şey yazın ama "Bu üçlü çok güçlü." Ahahhahaa

Kızlar iyice sinirlenmişlerdi. Tip tip bakıyorlardı. Bade aldırmadan gülüşüne devam etti. Sonra bir an duraksadı. Sadece duraksamadı. Aklına gelenler, aklından gidenler, hepsi kurcaladı hafızasını.

Ben ne yapıyorum. Niye kendime hakim olamıyorum. Ben evime gidip kafamı dinleyecektim. Peki bu kütüphaneye niye geldim? Ne kadar gurursuzum. Adam yüzüme bakmıyor, havaya kaldırdığım elimi görmüyor, sırrına ortak dahi etmiyor beni. Ben ise hala saçma sapan işlerle onun peşinde gibi gösteriyorum kendimi. Kalk aptal kalkta evine git kendini iyice rezil rüsva etmeden.

Bade'nin duraksayışı Anılı da üzmüştü. Çünkü aklına gelenleri, aklından geçip gidenleri tahmin ediyordu. Bade çantasını toplarken öylece izledi onu. İçi gidiyordu ama yanına gidemiyordu. Birinin gülüşü nasıl ki diğerini güldürüyorsa hüzün de aynı şekilde sirayet ediyordu.
Bade alel acele topladığı çantasıyla birlikte kalktı oturduğu sandalyeden. Kapıya doğru ilerlerken kızlardan biri dönüp aşalayıcı bir tınıyla;

-Bade. Diye seslendi. Sesinde belliydi sinir etme sırası ondaydı. Bade arkasına dönmeden cevap verdi;

-Efendim.
-Yanlış anlama ama Bugün saçların niye cadılar gibi olmuş . Çalı süpürgesi de denilebilir. İlk kez böyle gördüm. Diyerek hafifte kikirdemeyle birlikte aklınca canını sıkmak istemişti. Anıl sinirlenmişti bu saçmalığa ama Bade'nin altta kalmayacağından adı gibi emindi. Ayrıca gayet güzel göründüğünü düşünüyordu. Şimdi o saçları koklayarak öpüp, onların kokusunda boğulmak vardı diye geçiriyordu içinden. Bade yavaşça kıza döndü yüzünü. Dudağını yukarı kıvırıp gayet sakin bir tonda;

-Yanlış anlamam. Dedi kızı baştan aşağı süzerek.

-Bir günde ben cadı olayım siz prenses olun istedim. Dedi hiç beklemeden. Sonra tekrar gülümseyip çıkıp gitti kapıdan. Anıl gözleriyle gülüyordu. Dediği gibi olmuştu. Laf sokamdan laf sokmuştu Bade. Yanında ki kızlara baktı. Kireç kesilmişti yüzleri. Hazır cevap olduğunu unutmuşlardı Bade'nin. Hatırlamış oldular. Canlarını sıkmıştı Bade, akıllarınca onlarda aynı çabaya girmişti ama onların hesaplarda uymadı çarşıya.

"Bogön soçlaron nöyö codolor gibi olmuşmuş." Ekmek kafalı sürüngen. Söylediği şeye bak. Diye geçiriyordum içimden yürürken eve doğru. Sinirimden saçlarım bu kez sahiden elektriklenmeye başlamıştı. Asıl şimdi cadı gibi olmuşumdur kesin. Ahhh Anıl Ahh. Ben senin o dudaklarını büzüp kürekle vurmaz mıyım ağzına. Eşek herif.
İçimde ki ikinci beyin açılmış gibi kendi kendime konuşup birde cevap veriyordum. Yürürken insan daha çok düşünüyor sanki. Anlamadığım, şey şu ki daha dün neler konuşuldu herşeyimize şahit olan iskelede. Hani ben bakmayacaktım yüzüne? Hani beni değersiz görüp anlatmıyor derdini diyerek içerlemiştim. Üzülüp, kırılmıştım. Hani öldürmüştüm ikimizi de? Eee şimdi niye oyun bozanlık ediyor şu arsız yüreğim. Kararlı olan bendim, bırakıp giden bendim. Şimdi pişman mı oldum yani? Kıskandım mı? Ne zannediyordum. Benden ayrılınca ömür boyu kimsenin gözlerine o kadar güzel bakmayacağını mı? Her dokunuşunda beni öldüren sıcacık elleri başkasına dokunmayacak mıydı? Yakalaşınca dahi nefesimi kesen kor dudakları başkasını öpmeyecek mi zannediyorum. Bu zannetmek değil, istememek. İstemiyorum gözlerine başkasının gözleri değsin. İstemiyorum adını başka diller söylesin. İstemiyorum kokusunu başkası duysun. Sinesine başkası yaslansın istemiyorum. Ama ya aramızda ki buz dağı? Ben şimdi hangi ateşimle ısıtacağım buz gibi soğuttuğum yüreğini? Gözlerimden öpen adamın gözleri görmedi beni. Kulağı sağır olmuştu sanki duymadı beni.
Suç kimde? Akşamdan sabaha beni hiç hatırına getirmemiş gibi davranan Anıl'ın mı? Yoksa yaşanan o kadar şeye rağmen, kalbimde ki yaralarımı saran, en kötü günümde bile yanımda olmak için çırpınan, ilk günden beri her düştüğümde beni kurtaran adamı ilk şüpheyle sırtından vuran benim mi?
Lamı cimi yok ben onu dün gece sırtından vurdum. Bıraktım köhne baktın üzerinde. Öyle çaresiz, öyle kederli. Ardıma bile bakmadım. İsteyerek mi yaptım bunu. Katiyyen kabul etmiyorum. İstemedim. Ben onu kaybetmek istemedim. Elimle ittim belki ama sebeplerim vardı. Malûm, terk edeceğimi anladığı, ayrılık konuşmamı duyduğu halde söylemedi sandıklara gizlediği sırrını. Pişman mıyım? Değilim galiba. Herkes benim gibi yapardı sanırım. Anıl da ahkâm kesti ama eminim aynısını yapardı o da. Belki daha kötüsünü. Çünkü çok gururlu. Gururunu sadece benim için almıştı ayaklarının altına. Şimdi yine dimdik tüm heybetliyle gurur abidesi kesildi başıma. Baksana adımı bile unutmuş gibi davranıyor. Helal olsun. Ben yapamadım. Dün konuştuğumu bugün unutmuştum sanki. Eminim şu an benimle ilgili tek düşündüğü şey yüzsüzlük edişimdir. Eee haklı değil mi? Haklı.

Eve geleli bir saat olmuştu. Üzerimi değiştirip biriken işlerimi yapmaya koyulmuştum. Yarın okul yok. Bugün ders çalışmayacaktım. Zaten kaç gündür doğru dürüst kitap yüzü açtığım mı vardı ki. Ev işleriyle ilgilenmeyi küçüklüğümden beri seviyordum ben. Daha miniciktim annemin peşinden toz bezleriyle koştururdum. Bulaşık yıkarken tezgahın üzerine çıkıp dakikalarca onu izlerdim hayranlıkla. Önceden yardım ederdim anneme. Şimdi ise benden başka kimse yok bulaşık yıkayıp, toz alacak. Her anne deyişimde gözlerinden ışık saçan annem yoktu artık. İşten geldiğinde kaç yaşında olursam olayım koşarak boynuna atlayacağım bir babam yoktu artık. Kaybetmiştim. Sadece kaybettiğim annem ve babam değildi artık. Birde sevgisiyle beni iyileştiren adamı kaybetmiştim. Şimdi yine yaralıydım. Ama olsun. En azından canı sağ. Benim yaram önemli değil. Yeterki o iyi olsun. En hep yaralıyım. Alışık olmadığım birşey değil yani.
Elimdeki toz beziyle oturduğum koltukta ağlıyordum bunları söylerken. Sessizce, kimsesizce ağlıyordum. Dudaklarım titreyerek ağlıyordum. Özlemim büyümüştü yine. Kalakaldım öylece dakikalarca. Kapının tıkırtısıyla sildim gözyaşlarımı hemen. Sanki arkasından devamı gelmiyormuş gibi. İlerledim kapının önüne kadar. Tekrar sildim elimin tersiyle gözlerimi. Derin bir nefes alarak açtım kapıyı. Melisa gelmişti. Beni görünce donakalmıştı o da. Kızarmış olmalıydı gözlerim. Sesim zaten çıkmıyordu. Başımla içeri gelmesi için işaret ettim. Hiçbirşey söylemeden girdi içeri. Kapıyı ittiğim anda ise karşımda acıyla bakan Anıl'ı gördüm. Gözlerimin içine bakıyordu bu kez. Belli ki yeni geliyordu eve. Ben eşiğin içinde o dışında birbirimize bakıyorduk öylece. Kızaran gözlerimi o da gördü. İstemezdim görmesini. Gözlerine bakarken kulağının seğirdiğini gördüm. Yutkunmaya bile yetemediği anlarda böyle oluyordu. Daha önce de olmuştu. Elini yumruk yapmış sıkıyordu sertçe. Yutkundu bu kez. Gözlerini dudaklarıma kaydırdı. Benim ise o anda gözümden düşen yaşlar dudaklarıma değmişti. Tuzunu hissetmiştim. Gözlerimi çektim gözlerinden. Geri adım atarak kapının arkasına geçtim. Hala dikiliyordu karşımda. Benim o kadar kudretim yoktu belki de kapıyı yavaşça kapadım yüzüne.

Salona geçip beni bekleyen Melisa'ya yaklaştım. Oturdum yanına. Vücudunu oturduğu yerden dönderdi bana. Ben ise elimde ki toz bezine bakmaya devam ediyordum.

-Neden ağladın sen? Dedi sesi sıkıntılıydı.
-
Aklıma geldi şey.. Cümlemi tamamlayamadan yutkundum.
-
Annen baban mı? Dedi eminlikle.
Evet diyemedim. Sadece gözüne baktım damlalar dökülmeye devam ederken. Çenem titriyordu. Özlem beni bitiriyordu. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Başımı yere eğerken. Melisa doğrulup beni küçük bir çocuk gibi ğöğsüne sıkıştırdı. "
şşşşttttt" Diyerek.

-Bak sana ne söylersem söyleyeyim faydası yok biliyorum. O yüzden benim omzumda ağlamak istersen ağla. Anıl'ın yanına gitmek istersen kalk git onunla ağla. Hadi. Anıl mı kalmıştı. Haberi yoktu ki olanlardan. Yüzüne baktım acıyla gülümseyerek;

-Anıl'ın omzunda ağlayamam. Sen bana yetersin. Dedim titreyen sesimle.
-
Niye ağlamayasın. Hem ağlama daha iyi işte. Kalk git yanına ben beklerim. Gör bi kendine gelirsin. Dedi bu kez gülümsüyordu. Teselli etme şekli olmalıydı bir nevi.
-
Melisa. Biz Anıl'la... Ayrıldık diyemedim yine yutkundum. Kafamı tavana uzatıp gözlerimi kapatarak.
-
Ne? Ne siz Anıl'la Ne? Dedi anlamıştı.
-
Ayrıldık dün gece. Dedim hıçkırarak ağlamaya başlarken.
Hiçbirşey söylemedi. Başımı göğsüne yaslayıp sustu, sustum, sustuk. İçim bağırdı herşeyi ama dilim tek kelam edemedi. Anlatamadım yüreğimin nasıl sızladığını. Ama o anlamıştı. Hiçbirşey söylemeden de beni anlıyordu. Gözlerime bakması yetiyordu. Konuyu bilmese bile haklı sebeplerim olduğunu biliyordu. Ama ben yine de kendimi susturabildiğim saniyeler içinde kekeleyerek anlattım olanı biteni. Tepkisizdi. Gözleri boş bakıyordu. Belli ki sustuktan sonra konuşacaktı. Başımı ayırdı göğsünden. Kalkıp su getirdi kocaman bir bardakla.

-İç şunu. Katlanamıyorum bu halini görmeye. Dedi uyarıcı sesiyle. içi acıyordu.
Bardakta ki suyu tek nefeste içtim. Benim yangıma senin bir bardak suyun yeter mi ah benim kıvırcık marulum.
Ben onun pırasa saçlısı o benim kıvırcık marulumdu. Kıvır kıvır saçlarıyla her seferinde hep destek tam destekti yanımda. Saha fazla üzülmesine gönlüm razı olmadı daha fazla. Sildim hemen yaşlarımı. Tekrar oturdu yanıma.
-
Sen bişey mi diyecektin? Onun için mi geldin? Diye sordum konuyu dağıtmak istercesine.
-
Yooo. Gitmiyor muyuz? Onun için gelmiştim. Ayrıca bişey olması mı lazım gelmem için? Dedi sesinde ki moralsizlikle.
-
Yok canım öyle demek istemedim. Nereye gitmiyor muyuz?
-Gül ablalara işte. Mesaj atmış bize geliyorsunuz akşam diye.

Tamamen unutmuştum. Aklım uçup gittiğinden olsa gerek.
-
Ben unutmuşum onu ya. Şimdi sen hatırlattın. Dedim. İstekli olmadığımı anlamıştı.
-
İstemiyorsan gitmeyelim. Bişey uydururuz. Dedi. Eee ne de olsa demokrasilerde ve Melisa da çareler tükenmiyordu. Yüzüne bakıp gülümsedim.
-
Olmaz. Gidelim. Anıl da gelecek. Şimdi o geliyor diye gitmediğimi düşünür. Dedim.
-
Sen zaten o geliyor diye gitmek istiyorsun. Bana yutturamazsın. dedi bilmiş bilmiş.
-
Alakası yok. Hatta mümkünse bir kaç gün görmek istemiyorum. ( Külliyen yalan).
-Hıhı çok belli inan ki.
Kendi söylediğim cümleyle kafamın üstünde yanan ampülleri gördüm. Aklıma dahiyane bir fikir gelmişti. Vücudumu hızlıca çevirdim Melisa'ya.
-
Aklıma bişey geldi. Var mısın?
-Varım ama ne geldi yine aklına. Dedi korkarak. Var mısın sorusu sorulunca hayırlı bişeyler gelmiyordu çünkü aklımıza. Tıfıllığımızdan beri bişeyler çevirirdik. Mahallede ne olsa ikimizden bilinirdi. Bi çocuk mu dövülmüş, bir top mu patlamış, zillere basılıp kaçılmış mı, komşu çocuklarının kıyafetlerinden içeri böcek mi atılmış. Akla gelebilecek herşey. Başrolünde biz ikimiz. Ama hoşumuza giden şuydu; "Var mısın?" Diye sorulunca daha ne olduğunu duymadan "Varım!" Kelimesini duyabilmek.

-Seninle iki günlük bir tatile çıkalım mı? Yarın sabah gidelim, pazar gece dönelim. Ne dersin?
Şaşırmıştı. İlk kez teklif etmiştim böyle birşey. Çünkü evimden başka yerde uyuyamıyordum ki bir de istekle tatil planı yapayım.
-
Ciddi misin sen? Dedi tereddütlü.
-
Çok ciddiyim. Dedim.
-
Nereye gideceğiz?
-Söylüyorum Hazır mısın? Dedim meraklanmasını istiyordum.
-
Söyle hazırım. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Söyle

-Uludağ'a. Bursa'ya. Beş saatlik yol. Şimdi çok güzeldir orası. Pazar gecesi de biner döneriz.
Hayretle dinliyordu beni. Ağzı açık kalmıştı gerçek manada.
-
Sen bayağı ciddisin. Senin ateşin falan mı var? Dedi eliyle alnımı yoklayarak.
-
Ya ciddiyim diyorum. Ne şakası. Hadi kabul et.
-Bizimkiler ne der bilmiyorum ki. Bişey diyemem konuşmadan.
-Ee hadi gidip konuşalım. İstersen ben ariyim ya da.
-Yok olmaz öyle. Ne yapalım biliyor musun, ben eve gideyim şimdi. Babamla falan yüz yüze konuşmak lazım. Sonra Gül ablalarda buluşalım. Olur mu? Gelince de bilet bakalım.
Ayağa fırladım sevinçle. Ellerimi çırparak.
-
Tamam hadi git hemen. Çok sevindim. Bak kesin izin al. Oteli falan ben ayarlarım. Biletleri de. Ben davet ediyorum seni.
-Kes beee. Zengin Zübbesi. Dedi kahkaha atarak.
-
Terbiyesiz. İyilikte yaramıyor. Durduk yere masraf ettirmek istemiyorum. Sen sadece izin al yeter. Lütfennnnn.
Dedim sesimi incelterek.
-
Tamam sen izin aldım bil. Dedi göz kırparak. Belli aklında bişey vardı. Kim bilir hangi yumuşak karnından vuracak adamcağızı diye düşündüm. Gülerek boynuna atladım.
-
Tamam git hadi. Ben hazırlanıp aşağı ineceğim. Sen de gel hemen.
-Tamam hadi görüşürüz.

Hızlıca çıktı evden. Söylediklerime kendime de inanamıyordum ama uzaklaşmak istediğimden emindim. Belki böylesi daha iyi olacaktır. En azından kafamı toplarım. Kendimle kalırım. Hem seneler oldu kar görmeyeli. Doya doya izlerim kapa kapa yapan karları. İki gün bile olsa kaçarım herkesten, herşeyden.

Odama gidip kıyafetlerimi değiştirmeye koyuldum. Omzu düşük, kayık yaka bebek mavisi üzerinde papatyalar olan salaş kazağımı giydim. Yeterince çirkin görünmüştüm Bugün. Özenmek istedim biraz. Altıma da beyaz İspanyol paçaları olan pantolonumu giyindim. Saçımı oldukça bol ördüm arkadan. Yüzümü yıkayıp, sadece hafif bir maskara ve kiraz renginde bir parlatıcı sürdüm. Ve son dokunuş Misk kokululu parfümünden sıktım. Gayet hazır görünüyordum. Telefonumu elime alıp çıktım evden. Sık adımlarla indim aşağı.

Kapıyı tıklattım iki kez nazikçe. Telefonuma bakıyordum Melisa gelmemişti hala. Ne yaptı acaba. Kapı açıldı. Karşımda saçları dağınık, gözleri parlayan Anıl duruyordu. Çok yakışıklı görünüyordu. Bu soğukta yine tişörtle çıkmıştı evden. Kaslı kolları iyice kendini belli ediyordu. Baştan aşağı gayri ihtiyarı süzdüm. Yine hayran oldum. Yüzüm ifadesizdi ama içimde ki kelebekler çoktan uçuş moduna geçmişti. Keşke her kapıyı sen açsan bana. Gitmek istediğim her yerde sende olsan. Gözlerimi gözlerine diktim. O ise açıkta kalan omzuma bakıyordu. Sonra dudaklarıma kaldırdı bakışlarını. Ardından da gözlerime. Yutkundu. Yutkundum. Kenara çekildi geçmem için. Gözüm yaralı eline kaydı. Baktığımı fark edince gizledi elini arkasına.
küçük bir adım attım eşikten içeri. Geçip gittim yanından. Gül abla ve Talha abi mutfakta bişeyler hazırlıyorlardı. Yardıma ihtiyaçları olmadığını görünce gelip oturdum salona.

Bade yanından geçerken kokusunda boğulmuştu Anıl. İçine çekmek isterken dokunamıyordu. Açıkta kalan omzunda saatlerce uyusam diye geçiriyordu içinden. Bade'nin boynu ve omzu arasında kalan köprücük kemiğine gömmek istiyordu kendini. Teninde son nefesini vermek istiyordu. O an tam da şu andı. Ardından baktı önce sonra gözlerini kapatıp kapının dibinde bekledi. Kokusunu ciğerlerine doldurmuştu. İşte dünden beri ilk kez nefes almıştı.

Melisa hala gelmemişti. Ters giden bişeyler var demek ki. Anıl gelip tam karşıma oturdu. Bakmıyorum yüzüne. Kaldırmıyorum hiç kafamı. Telefona bakıyor gibi yapıyorum. O da bana bakmıyor. Eline aldığı dergiyi inceliyor. İçerden Gül abla ve Talha abinin kahkahaları geliyor. İstemsizce ben de gülümsüyorum onlarla birlikte. Ömürleri böyle gülerek geçsin. Bizim gülüşlerimiz yaramızda kaldı belki ama birbirini seven herkes birbiriyle gülmeli şu kısacık hayatta.
Gülümserken bana bakan Anıl'a kaydı yine kafam. Bana bakıyordu. Bişey diyecekmiş gibi bakıyordu. Dergiyi yavaşça orta sehpaya bıraktı. Hala gözlerime bakıyordu.

-Nasılsınız Bade hanım. Pek mutlusunuz. Dedi iğneleyici sesiyle.
-İyiyim. Sağolun siz nasılsınız? Ayrıca neden mutlu olmayacakmışım? Dedim. Sesim sakindi.
-
Neden mutlu olamayasınız. Olun tabi.
-Sizde pek mutluydunuz Bugün. Maşallahınız vardı. Dedim bu kezde ben iğneleyici konuşuyordum.
-
Benim her zaman maşallahım var. Dedi ukalaca.
-
Aaa öyle mi? Ne mutlu size. Fark ettim zaten. Eee ne yaptınız. Sevgili arkadaşlarımla bitirdiniz mi işlerinizi? dedim cürettkardım bu kez.
-Evet. Bitirdik. Bayağı tatlı kızlar. Enerjileri yüksek. Mızmız değiller. Cümlesini bitirince sinirden gözüm seğirmeye başlamıştı. Oturduğum yerden kalkıp yanında ki tekli koltuğa da ben oturdum. Kafamı iyice yaklaştırıp;

-O ne demek? Ben mızmız mıyım yani. Bunu mu demek istiyorsun. Pardon istiyorsunuz? Dedim sinirle. Gülüyordu. İyice deli olmaması istiyordu anlaşılan.

-Öyle biley kast etmedim. Ayrıca neden kendi üstüne alındın? Sakince arkasına yaslandı.
-
Sen varya. Seni.... sözümü bitirmeden yaşlandığı yerden doğrulup tüm vücuyla bana doğru uzandı. Koltuğun kenarından tutup beni de koltukla birlikte kendine doğru çekti. Neredeyse burun burunaydık. Gözlerini gözlerim ve dudaklarım arasında götürüp getirdi bir kaç kez. Sonra boğazını temizlemek istercesine yutkundu. Gözlerime dikti gözlerini;

-Deli gibi kıskandın. Hatta çıldırdın öyle değil mi? Dedi ukala ukala. Üst dudağı kıvrılmış gülümsüyordu. Sonra dudaklarıma baktı tekrar. Ben söylediğiyle afallamıştım. Kekelemeye başladım. Kokusuyla başım dönmüş, dilim tutulmuştu. Dudakları beni öp der gibiydi sanki. Gözlerimi çekemiyordum.
-
Ne, Ne alakası var? Diyebildim zar zor. Beni tahrik ettiğinin farkındaydı. Kendini hemen geri çekti. Yaslandı tekrar koltuğa.
-
Ben cevabımı aldım. Kekelemezdin sen ne oldu? Kafanı karıştıran şeyler mi var etrafında? Dedi küstah pislik. Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamıştı. Gözlerimden alevler çıkıyordu neredeyse sinirden. Yumruğumu sıktım gözlerimi devirdim. Öfkeyle ufak seste bir kahkaha attım;

-Yumruğunu niye sıkıyorsun? Sakin ol ya uzaklaştım. Merak etme. Dedi bu kez. Kafasını arkaya doğru çevirdi. Güldüğüne yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Hızlıca kalktım oturduğum koltuktan. Az önce ki yerime geçtim yine. Gözlerimi intikam bürümüştü resmen. Öyle delici bakıyordum. O ise bıraktığı dergiyi tekrar incelemeye başladı. Ben bunu sana ödetirim elbet eşek kafalı at vücutlu yaratık.

Sinirimden yerimde duramıyordum. Kalkıp mutfağa doğru ilerledim. Mısırlar patlıyordu. Gördüğüm manzarayla yerin dibine girerek çığlığı basmıştım. Elimle gözümü kapadım hemen. Talha abi Gül ablaya arkasından sarılmış öpüyordu resmen. İnsan da biraz utanma olur. Biz burda can çekişelim siz orda yarınlar yokmuşçasına... tövbe yarabbi. Çığlığımla ayrıldılar hemen. Utanmışlardı. Gül abla eliyle yüzünü kapadı. Talha abisiyse bize bakıp arsız arsız gülüyordu. Hemen geri çıktım mutfaktan. Salona geldim. Anıl da ayaklanmış ne olduğunu merak etmiş gözlerle bana doğru bakıyordu. Kafasını mutfağa doğru çevirdi sonra tekerar baktı bana. Tam yanında durdum.

-Ne oldu niye çığlık attın. Dedi endişeyle.
-
Zıkkımın kökü olmuş bakmak ister misin? Dedim. Yanından geçerken.
-
Senin ağzın iyice bozulmuş. Dedi alaycı bir sesle.
-
Evet konuşmayın o zaman benimle.
-Konuşmak için can atan sen gibisin. Yardımcı olmak istedim.

Ben bu gece katil olmazsam alnımdan öpün lütfen. Bu adam beni katil edecek gibi görünüyor çünkü. Cevap bile vermedim cümlesine. Sırf beni sinirlendirmek için konuşuyor. Ağzına yapıştıracam elimin tersiyle çok az kaldı.

Çeneme hakim olabilirim bir yerde ama bakışlarıma çözüm yok kusura bakmasın kimse. Öyle bakıyordum ki çiğ çiğ yiyecektim neredeyse. Yani bu pekte kötü bir fikir gibi gelmiyordu aslında. Aklıma kötü kötü şeyler gelmeye başlamıştı yine. Hem kızıyor, içten içe de eriyordum karşısında.

Nihayet gelebildi kumrular mutfaktan salona. Çaylar doldu bardaklara. İkisi de yüzüme bakamıyorlardı. Yani koca salonda kimsenin yüz yüze bakacak hali kalmamıştı. Allahım bu ne Çetin bir sınav böyle. Nerdesin marul kafa. Gel artık. Gül abla sessizliği bozan ilk fedai olmuştu.

-Eeee niye herkes susuyor. Konuşsanıza. Dedi bıkkınlıkla.
-
Beden diliyle mi? Diye sordum kikirdeyerek. Gül abla Talha'ya dönerek gülümsedi.;

-Badeeeee diye uzattı ismimi.
-
Tamam tamam. Melisa nerde kaldı ya. Ne yaptı acaba.
Dedim içimden konuştuğumu düşünürken dışımdan konuşarak.

-Neyi ne yaptı? Diye sordu merakla Gül abla. Söylemek istemiyordum.
-
Yani gecikti ya ne yapıyor acaba diyorum. Diyerek geçiştirdim.
Demeye kalmadan zil çaldı. Talha abi kalkıp açtı kapıyı. Gelen Melisaydı. Hızlıca merhabalaştı herkesle. Yanıma oturdu. Yüzünde mutlu bir ifade vardı. Kaş göz yaptım ne olduğunu sormak için. O da gözlerini hallettim manasında kırpıştırdı. Elimle ellerini tutup sıktım. İkimizde gülüşüyorduk. Eee tabi ki hemen fark edildi.

-Siz yine ne karıştırıyorsunuz? Dedi Talha abi merakla. Tam söze girip üstünü kapatacaktım ki Melisa benden önce atıldı;

-Önemli biley değil ya. dedi duraksamadan.
-
Yok yok var bişey. Dökülün bakalım. Niye kikirdiyorsunuz? Dedi bu kez Gül abla.
Melisa önce Anıl'a baktı sonra bana. Ne yapacağını adım gibi biliyordum. İçimden sakın sakın sakın diye tekrar ettim defalarca ama nafile;

-Yarın Uludağ'a gidiyoruz da bizimkilerden izin aldım ona seviniyoruz. Dedi tek nefeste.

Hepsi şaşkınlıkla baktı birbirine. Anıl yudumladığı çayı zor tutmuş olacak ki öksürük krizine girdi. Talha Anıl'a dönerek;

-Kardeşim sakin. Noluyor. Dedi kahkaha atarak.
-
Hayret, kimin fikriydi bu? Eminim Melisa'nın deliliği tutmuştur. Diyerek güldü Gül abla.
-
Bu kez ben değil Bade gitmek istiyor. Dedi Melisa yine İmalı şekilde.
Anılın gözleri beni buldu hemen. Gözlerini saniyesinde çevirdim. Talha ve Gül'e döndüm.
-
Biraz uzaklaşmak istiyorum. Hava değişimi olsun. Hem kar görmek istiyorum. Melisa da sıkkın. İyi gelir bize. Dedim. Anlayan anlamıştı sıkıntımın sebebini.
-
Ne zaman gideceksiniz? Diye ekledi Gül abla.
-
Yarın sabah gidip , pazar gece dönmeyi planlıyoruz bakalım. Bilet bakmadık daha. Vardır heralde değil mi? Dedim Talha abiyi sorgularcasına. Bu konularla alakasız şekilde ilgiliydi çünkü. Kafasını vardır manasında salladı. Melisa izin alabilmiş olmanın verdiği neşeyle;

-Gitmişken gece kulübüne de gidelim mi? Nolurrr. Dedi yalvarır gibi.
Anıl yine mosmor olmuş vaziyette bana bakıyordu hissediyordum. Hemen ekledi

-Neden gitmeyelim. Zaten eğlence programları vardır çoğu otelde.

Anıl yine öksürmeye başladı. Melisa alttan beni dürtüyordu. Hoşuna gitmişti Anıl'ın hali.
Benim hoşuma gitmedi. Aksırıp tıksıracak bir durum yok. Kendine gel diye geçirdim içimden. Hatta "Bide bayıl istiyorsan Feriha" Diye ekleyecektim ki son anda vazgeçtim.
Anıl öksürmeleri bitince söze girdi;

-Siz kayak yapmayı biliyor musunuz ki Uludağ'a kayağa gidiyorsunuz? Dedi şabalak suratıyla.
-
Biz Erzurumluyuz. Ömrüm Palandöken dağında geçti. Diye abartıyla karşılık verdi Melisa.
Doğru söylüyordu. Babası Erzurumluydu ama ömrü geçti mi derseniz külliyen yalan. Altta kalmak istemediği için yine bir yol bulmuştu. Aferin kıza sana. Verdin ağzının payını. Ha kayak yapmayı biliyor elbette. Ömrü geçmedi ama kayak öğrenecek kadar yaşadılar Erzurum'da.
-
Öyle mi? Diyebildi Anıl sadece. Canı iyice sıkılmıştı.
Talha Gül'e dönerek;

-Gel kız bizde gidelim. Dedi. Ne alaka der gibi baktık Melisa'yla birbirimize. Biz yalnız kalamayacak mıyız arkadaşlar. Kendinize gelin lütfen.
Bizim kızda pek istekli çıktı.
-
Ayy gerçekten mi? Vallahi yok dersem kanım kurusun. Diye de iğrenç bir espriyle karşılık verdi. Talha bu kez de bize döndü;

-Bilet bakmayın kızlar. Yani sizin içinde mahsuru yoksa bizde gelelim. Hem değişiklikten bizde nasipleniriz. Dedi. Melisa'yla birbirimize baktık yine. Gelmeleri sıkıntı değildi de rahat edemeyecektik. Sanırım bakışımızdan bunu anlamışlardı. Gül hemen söze girdi;

-Korkmayın kızlar. Sizi kendi halinize bırakırız. Gidersiniz gece kulübünüze. Dedi kahkaha atarak.
Melisa da bende hayır diyemezdik. Ne olursa olsun onlar bizim ailemizin parçasıydı. Hem bizi rahatta bırakacaklarmış. Sorun yok o zaman.
-
Vallahi rahat olacaksak hiç sıkıntı değil. Dedi Melisa gayet açık sözlülüğüyle. Küçük bir kahkaha da ben atmıştım bu kez. Talha da bana katıldı. Ortam da sesi çıkmayan tek kişi Anıldı.
-
Yok yok. Tatile gidiyorsunuz sonuçta niye karışalım. Dedi Gül. Bu kez sizde bizi rahat bırakın der gibiydi sesi. Sanırım öpüşmenin devamını getirmek istiyorlardı. Aklıma müstehcen bir çok şey geldi. Gül ablaya dönerek İmayla baktım.
-
Bade vallahi senin diline düşeceğimize bok çukuruna düşseydik. Dedi anında. Gözlerim büyümüştü cümlesiyle. İlk defa ağzından argo duyuyordum. Gayet kibar nazik bir kadındır. Ve son olarak beni kırk yerimden vuran cümleyi Talha kurmuştu;

-Kanka sende gelsene. Hepbirlikte gidelim işte. Korktuğum başıma gelmişti. Bunu Anıl'a bakarak söylemişti.
-
Yok ben araya kaynak yapmak istemem. Sizlere iyi eğlenceler dilerim dedi gözleri beni bulurken. İçim burulmuştu. Ama asla ısrar edemem ben senden kaçıyorum zaten. Gelme oraya be adam.
-
Ne kaynağı. Hem iki araba daha rahat gideriz. Eğlenceli olur. Bak getirmek istediğin biri varsa getir çekinme. Dedi çapkın çapkın Talha. Gözlerim yeri buldu. Anıl söze girmeden Ben atıldım.
-
Israr etmeyelim belki gelmek istemiyordur. Dedim. Gelememesi için. Gayet caydırıcıydım bence. İnsanın her yaptığımı amacı dışında herşeye hizmet eder. Bu da ters tepmişti. Anıl benim söylediğimden sonra gelmesini istemediğimi anlayacak ve uzatmadan reddecekti. Peki ne yaptı?
-
Yooo aslında iyi olur. Bende kayak yapmayı özlemişim. Düşündüm de gayet makul bir teklif. Dedi sesinde ki kararlılıkla. Melisa yine alttan bacağımı dürtüyordu. Sende bir dur kız zaten şurda moralim bozulmuş birde moraran bacağımla mı uğraşayım. Tüm keyfim kaçmıştı. Benim gerçekten amacım ondan uzaklaşmaktı çünkü. Gittiğim yere gelmek zorunda mısın be Adam sen. Zebellah gibi tepemden ayrılmıyor. Nereye baksam orda. Kafamı hangi tarafa çevirsen manzarada bu iri yarı kaslı, yakışıklı, güzel gülen, mis kokan adam var.
İki yüzlü Bade Sende karar ver nefret mi ediyorsun, hoşuna mı gidiyor. Ne dediğin belli değil. Diye ikinci sesim yine inmişti sahalara

Biliyorum yine bana inat gelmeyi kabul etmişti. Niye böyle şeyler yapıyorsun ki şimdi. Zaten ayrıldık ya biz. Koptuk yani. Bak dokunamadım sana, dokunamadın bana. Görmüyordun sabahtan beri beni. Tek kelime konuşmadın beni sinirlendirmek için söylediklerinden beri. Günde on kez Ömrümün baharı derdin bir kez bile demedin. Ne olacak geleceksin de. Sesimi Melisa'nın sesi bastırdı;

-Eee burada ki herkes geliyor yani. Kesin olarak değil mi? Dedi hepsine göz gezdirerek.
-
Evet geliyoruz dedi Gül. Herkesin adına.
-O zaman biz bilet almıyoruz. Dedi Melisa.
-
Yok almayın. İki arabayla gideriz işte. Diye ekledi Talha.
-
Biz Gülle gideriz. Siz de Anıl'ı yalnız bırakmazsınız. Olmaz mı? Dedi Güle imayla bakarken Talha. Sanırım Gül ablaya acımayacak. Kolaylıklar versin Allahım sana Ablacım.

Sesizleşmiştim. Kaçtığım şey dolu dizgin peşimden geliyor yine.
-Getiriyor musun birilerini Anıl? Kızlar bizimle gelsin istersen. Dedi Talha. Ben kafamı kaldırmıyorum elimde ki bardaktan. Melisa ise pür dikkat Anıl'ı dinliyor.

-Bilmem adayım yok. Gelebilirler benimle. Dedi yine sinir bozucu tavırda.
Lütfettiniz paşam. Yoksa ne diye takılıyorsun peşime demek istiyorum ama diyemiyorum yerim dar. Gül imayla girdi söze

-Aaaa oysa ki ne çok aday var görmek isteyene. Dedi . Ne demek istediğini anlamıştım. Bizde bahsettiği şu gizemli hocalardan biri herhalde. Anıl oturduğu yerden doğruldu. Dikkatini çekmişti konu. Belki de hoşuna gitmişti.
-
Öyle mi? Kimmiş o adaylar. Ben bilmiyorum kimseyi. Dedi bana Belek eblek bakarak. Ha birde bilseydin. Allahım duyduğum şeylere bak.
-
Valla ben bilmem. Bakarsın etrafına. Belli kimin kime nasıl baktığı. Derken bana baktı Anıl. Bende gözlerimi dikmiş ona bakıyordum. Ahh be Gül abla. Sen Esra Erol musun be kadın. Sana ne kim kimden hoşlanmış. Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokuyorsun en olmadık zamanlarda.
-
Ben bi bakayım o zaman etrafıma. Dedi tekrar yaslanırlen Anıl. Benim güzel kalbim. Ne hale getirdiler bak seni. Kalk durmayalım buralarda. Gidelim kendi yalnızlığımıza. Kim kimi istiyorsa görsün. Biz seninle sessizce oturalım köşemizde. Melisa gerçekten bu kez morarttı bacağımı. Dur biraz zaten kıvranıyorum şurda.

Pekte istekli beyefendi etrafına bakmaya. Eee ne istiyorum işte daha iyi ya. Bırakır seni. Hem gelmesini bile istemiyorsun hemde kimsenin peşinden gitmesin. Bende de bir gariplik var.
Bırak şimdi tatavayı da şu kalbim niye hızlı hızlı atmaya başladı yine. Ağrısı artmıştı. Üstünde tepiniyorlar gibi geliyordu. Sözleri beni incitmişti. Bilerek yapıyordu biliyorum ama kırılabileceğimi nasıl düşünemedi. İncitti beni. Oturduğum koltuk artık rahatsız ediyor beni. Ortam üstüme üstüme gelmeye başladı. Bakmak istediğim yüze bakamayınca amma da çirkef oluyorum. Telefonumu elime alıp Melisa'ya mesaj attım.
-
Ben çok daraldım. Yukarı çıkacak. Sen beni idare et. Sonra sende kalkarsın. Gelirsin bana. Olmaz mı?

-Noldu?
-Ben duramam buralar dar efendi. Diye cevap verdim aklıma gelen şarkıyla. Anladı anlayacağını.


-Tamam git sen.

Hızlıca ayağa kalktım. Herkes pür dikkat bana baktı. Yüzüm solmuştu sanki. İfadesizce

-Benim eve gitmem gerekiyor. Yarın görüşürüz. Dedim kısık sesimle.
-
Ne oldu? Niye kalktın daha yeni oturduk? dedi Gül endişeyle.
-
Bişey yok abla. Yapmam gereken önemli işlerim var. Birde eşyalarımı toplamam lazım. Yorgunum erkenden uyurum sonra.
-Tamam ısrar etmiyorum ama iyisin değil mi? Dedi yine teredddütle.
-
İyiyim. Çok iyiyim merak etme. Dedim. Kocaman bir yalan söyledim.
-
Peki sabah Görüşürz.

Hızlıca kimsenin yüzüne bakmadan çıktım evden. Koşar adımlarla çıktım merdivenleri. Kapının kulounu tutup hızlanan nefesimi dizginlemeye çalıştım. Anahtarı deliğe sokmaya çalışıyorum nafile. Titriyor ellerim. Beveremiyorum. Allah kahretsin bütün herşey üst üste geliyor. Diye yakınıyorum. Elimde uğraştığım anahtarı yine düşürdüm paspasın üstüne. Eğilip alırken "Bir sen eksiktin." Diye söylendim dışımdan. Doğruldum tekrar o an ensemde, çok yakınımda, boynumun dibinden bir nefes hissettim. Sonra kapının üstüne dayanan bir el. Kafamı kaldırdım tam karşıya bakıyordum. Ensemde ki nefes daha da yaklaşmıştı. El de Nefeste Anıl'ındı. Kafamı asla çevirmedim geriye. Çünkü ne kadar yakın olduğunu tahmin edebiliyordum. Sadece bekledim. Bedenime bir titreme düştü. Gözlerimi kapatıp derin derin nefes alıp vermeye başladım. Nefesini hissetmem bile yeterince tahrik ediciydi. Yavaşça kulağıma eğilip yumuşak bir ses tonuyla fısıldadı;

-Ağlayacaksan oynamayalım.

Gmzlerimi dehşetle açtım. Amacı hala beni delirtmekti. Aşağıda söyledikleri yetmemeli gibi birde peşimden gelmişti. Hızla döndüm yüzümü. Tam da düşündüğüm gibi dudaklarımız birbirine değiyordu. Gözlerini kapattı o an. Ciğerlerini doldurdu. Ben ise kendimi bir adım geri çektim. Çeksem ne fayda kapıyla Anıl'ın arasında kalmıştım zaten. Gözlerini açtı. Aramızdaki mesafeyi tekrar sıfırladı. Yine dudaklarıma değecek kadar yaklaşmıştı.
-
Uzaklaşır mısın? Dedim titreyen sesimle.
-
Neden? Rahatsız mı oluyorsun? Dedi serserice gülümseyerek. Gözlerimi iyice açarak gözlerine diktim. O ise dudaklarıma bakıyordu.
-
Evet rahatsız oldum. Hem sen ne ara geldin.
-Ağlama diye geldim arkandan. Dedi ukala ukala.
-
niye ağlayacakmışım? Bak uzaklaş biraz. Diye ikaz ettim tekrar ama çekilmeye niyeti yoktu. Bende kıpırdayamıyordum.
-
Bade. Uzatma da sarıl işte hadi artık. Sabahtan beri kıvranıyorsun. Söz affedeceğim seni. Resmen deliye dönmüştğm.
-
Ya sen ne ukala bişey çıktın. Ben ne diye sarılacakmışım sana. Affedermiş. Affedilecek taraf ben miyim? Kendine gel. Dedim sinirli halimle.
-
Böyle sinirli olunca daha çok cezbediyorsun beni. Dedi hemen. Bu tepkiyi beklemiyordum. Ellerimle göğsüne vurarak ittim. Uzaklaşmasını istercesine. Dağ mısın mübarek milim oynamadı.
-
Bade,

-Ne var Anıl, ne diyorsun Bade Bade. Ne ? Git başımdan. Sinirlendirme beni yoksa... cümlemi tamamlamama izin vermeden girdi araya;

-Ne yoksa? Yoksa dayanamam kendimi kollarına bırakırım mı demek istiyorsun? Allahım kırılan ağzını sen sabır ver yarabbim.
-
Sen manyak mısın? Hayal mi kuruyorsun?
-Hayır gerçekleri söylüyorum. Aklından geçen bu değil mi?
Dorğu söylüyordu. Atlayabilirdim kollarına ama şu an bunu yapmam güneşin batıdan doğması kadar imkansız görünüyordu.
-
Yok öyle bişey. Rüyanda görürsün anca. Çekil şimdi içeri gireceğim. Kollarına faln atlamak gibi hayallerim yok.
Sözlerimle vücudunu çekti üzerimden. Uzaklaştı iki adım geriye. Serserice gülüyordu yine.
-
Bade kollarıma koşarak geleceksin.
Ya sabır, ya selamet.

-Ne diyorsun? Bak vallahi yapıştırmamak için zor tutuyorum kendimi.
-Cididyim. Anıl Anıl diye koşacaksın kollarıma.
-Ahahah gerçekten mi ya? Kollarımı göğsümde birleştirdim kendimden emin bir şekilde. O ise ellerini cebine koymuş sırıtıyordu karşımda.
-
Umarsızca öperken bulacaksın kendini kollarımda. Yüzümü yine ciddileştirdim.
-
Sen delirmiş olmalısın? Nasıl olacakmış bunlar? Dedim. Sakince.
Yine yaklaştı bir adım. Yüzüme doğru eğilip

-Şimdi böyle konuş bakalım sadece iki gün veriyorum sana. İki gün içinde dediğimi yapacaksın.
-Yemin ederim sen iyi değilsin. Uğraşamam seninle git başımdan.
diyerek sinirle döndüm kapıya tekrar o da kendi dairesinin önüne doğru ilerledi. Deli deli şeyler söylüyor bu çocuk bazen. Neymiş efendim koşacakmışımda umarsızca öpecekmişimde. Başka? Delirmiş iyice. Kapıyı açabilmiştim sonunda. Eşiği atlayıp içeri geçtim. Anıl ise hala aynı yerde bekliyordu. Arkamdan seslendi;

-İki gün, iki gün sonra koşa koşa geleceksin. Anıllll Anılll diye. Bak görürsün. Bu kez güldürmüştü beni. Anıl fitili tıpkı benim gibiydi taklit etmişti beni. Arkama bakmadan kapadım kapıyı. Yine kendi kendine hayaller kuruyor deli. Yüzümde ki bu gülümseme de neyin nesi. Sinirliydim hani. Hani kıvranıyordum az önce. Ne yapıp edip yine güldürmüştü gün sonunda yüzümü. Düzenbaz...

Anıl içeri girdi Bade'nin ardından. Bir gün bile küs kalamıyorlardı. Bade'nin söylediği gibi ne ayrılmışlardı ne de bağları kopmuştu. Öyle bir bağ var ki aralarında yıllar, yollar girse araya santim incelmez. Yaralayan da saranda kendileriydi. Varsın darılsınlar, gözleri görmesin birbirini. En fazla daha çok özlerler. Daha çok düşünürler birbirlerini. Ne yani siz yüzünü görmeyince aklınıza gelmeyecek mi sanmıştınız. Sesini duymayınca, kokusunu almayınca, dokunamayınca unutulur mu sanmıştınız?

Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var.
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil.
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil,
Çünkü ayrılanlar hala sevgili...

~Attila İlhan~

 

 

 

 

 

Bölüm : 30.11.2024 03:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...