Bir şey demeyeceksen gidiyorum, dedi.
Gelmemiş birine git demek;
Dilsize konuş demek gibiydi.
Sustum...
Ve tarih, gelmemiş birinin gidişine şahit oldu.
~Özkan Sünbül~
İnsan esir olduğu duyguyu bastıramıyor hiçbir türlü. Kaçmak sadece yoruyor bir müddetten sonra. Herşeyiyle teslim olunca bir kez aşkın ellerine, yaprak gibi savruluyormuşsun sağdan sola. Bunu dün gece en net haliyle gördüm. Yanımda sıkı sıkı sarılıp uyuyan adamın feryadına kulağımı tıkayamadım. Beynimin içinde ki ses "ÜZÜLECEKSİN" Dedi büyük harflerle. Sonra kalbim girdi araya " ONSUZ DAHA MI AZ ÜZÜLECEKSİN?' Doğruydu. ikisi de haklıydı. Onsuz mahvolacaktım. Peki güvenirsem kahrolur muydum? Sırlarını, anlatamadığı gerçeklerini öğrenince herşey yerli yerin de kalır mıydı? Bilmiyorum! Bilmeden teslim ediyorum kendimi kollarına. Onsuz kendi kendime mahvolmaktansa onunla birlikte kahrolmayı seçiyorum. Ben kalbimi seçiyorum...
Kıvrılmış yanıma, derin derin nefeslenerek uyuyor masum bir çocuk gibi. Saçları dağınık, yüzü mahmur, elleri nedensizce buz gibi. Oysa hep sıcacık olurdu elleri. Benim cesetleşmiş ellerimi o ısıtırdı. Elleri gibi yüreği de soğumuş mudur benden? Asla olmaz. Olamaz. Dün gece " Git" derken bile yalvarıyordu her hücresi gitmemem için. Gitmedim Anıl. Senin yanında kaldım. Sana rağmen, sırlarına rağmen seni bırakmadım. Bırakamadım. Sende sakın beni bırakma olur mu? Sakın çıkıpta karşıma yapamadım deme. Ben nasıl ki yüreğime söz geçiremedim, nasıl ki sana gözüm kulağım kapalı güvendim, nasıl ki sana; sen anlatana kadar sorular sormamaya, canımı boş yere sıkmamaya söz verdiysem, senden de beni hep böyle sıkı sıkı saracağına dair söz istiyorum. Sen benim sonsuz güvenimsin. Sen benm dalgalar arasından kurtulup sığınabildiğim tek limansın. Beni denizsiz, limansız bırakma sakın.
-Madem bu kadar çok seviyordun neden can çekiştirdi günlerdir?
Sorusuyla allak bullak olan düşüncelerim dağılmıştı. Sesini duymam bile yeterken kendime gelmeme, Kötü düşüncelerden sıyrılıp hayallerime kaldığım yerden devam etmeme, birde ardıma bakmadan gitmeyi yeğlemiştim. Ben sahiden iflah olmaz bir leylaydım. Mecnun çöllere düşmüş aşkından ben karlarda yuvarlanmışım ne fark eder. İkimizde aynı dertten muzdarip. Mecnun abi neler yaşadın sen? Vallahi kader arkadaşıyız artık seninle.
Gözlerimi hızlıca kapayıp uyuma numarası yapmak istercesine çektim yorganı burnuma kadar. Yer mi Anadolu çocuğu;
-Bade aç gözlerini. Bırak numara yapmaı. Dakikalardır içinden düşündüklerini yüzüme söyleyebilirsin. Derken en içten gülücüklerini savuruyordu etrafa. Sanki dün gece hönküre hönküre sokak ortasında ağlayan biz değilmişiz gibi.
-Ya ne oluyor sabah sabah? niye kendi kendine konuşuyorsun? Delirdin heralde? Hiç utanmadan uykuluymuş gibi homurdanmaya başladım yarı açık gözlerimle.
-Bak hala numara yapıyor. Gel sen ben sana göstereceğim numara nasıl yapılırmış. Der demez üzerimde ki yorganı açıp üzerime çıkmıştı. defalarca yüzümün her bir bölümünü öptü. Öptü, öptü, doymadı sanki. Bende ona doyamadığımdan anlayabiliyordum. dağılmış saçlarının arasında inanılmayacak kadar güzel bakan gözleri yine aynı parlıyordu gözlerime. Demek ki değişen, soğuyan bişey yokmuş. Zaten kendi kendime kuruntu yapmakta çok ustayımdır. Olmayan şeyleri olmuş gibi düşünüp kendimi tiplere sokmak ilgi alanım maalesef.
-Bana bak üzerimden in hemen. İyice kendini kaybettin sen. Derken gözlerim gözlerinden kaymıştı. Utanmıştım sanırım. Bir eli belimin altında, diğeri saçlarımın her bir telini tek tek geziyordu. Gözlerimi kaldıramıyordum. Kalp atışlarım hızlanmışt. Şu an heyecandan saçma sapan şeyler söylemem an meselesiydi. O ise zerre tereddüt etmeden dudaklarını gömmüştü boyun girintime. Öpmüyordu. Bekliyordu sakince. Kokumu içine çekerken göğsü heyecanla inip kalkıyordu. Sonra ufak bir öpücük kondurup kendini tekrar sağıma fırlatıp uzandı yanıma. Ben ise başımı döndüren kokusundan kurtulmuş rahat bir nefes alabilmiştim. Herşeyin zamanı var ilkesini sonuna kadar sürdüyor, hatta filamayı en önde ben taşıyordum. Elini yumruk yapıp, başını yasladı. hafifçe bana yöneldi. Belli yine söyleyecekleri vardı. Bende onunla aynı pozisyona getirdim kendimi. gözlerim gözleriyle buluştu hemen.
-Niye öyle bakıyorsun? Dedim sorgulayıcı bakışlarımla. Derin bir nefes verip hareketlendi hızlıca. Bana geriye yaslanıp kendimi yatağa sabitlememi işaret etti. Yani en azından ben öyle anladım. inşallah doğrudur diye dua ederken bir yandan da dediği gibi yapıp yatak başlığına sırtımı dayadım. Hiç beklemeden heybetli vücudunu bıraktı kucağıma. insaf be kas yığını herif can bizimkide. demez misin bu narin hanımefendi beni nasıl taşısın. Demedi. Tıpkı küçük bir velet gibi bıraktı kendini kollarıma.Başımı hafifçe sağa yatırdım. kucağımda ki manzarayı saatlerce, günlerce, hatta yıllarca izleyebilirim. Elimi tutup okşamam için saçlarının arasına yerleştirdi. Ve tabii avuç içimi öpmeyi unutmamıştır yine. Zaten hep öperdi avuç içlerimden. İşte burada Sabahattin Ali beyefendiyi minnetle yad etmemek nankörlük olcaktı.
Dakikalarca kaldık öyle. Ben tebessümle saçlarını okşuyorum o ise gözleri kapalı, dokunuşlarımdan haz duyarak dizlerimde yatmaya devam ediyor. saçlarının her bir telini ezberleyen elimi sakallarına daldırdım bu kez. onlarda bir bir inceledim. yüzünde elimin değmediği tek bir nokta dahi kalmamıştı.
Olurda bundan mahrum kalırsam düşüncesi yine balyoz gibi inmişti ense köküme. Bu adam yüzünden verem olabilirdim. belki de olmuştum.''Varlığım olay, yokluğum koyar" cümlesinn sahibi Anıl olabilir miydi? muhtemeldi. Tam da öyleydi çünkü. Varlığı bir dertse yokluğu bin dertti. Ve benim bir derde yetecek olan gücüm bin derde yetmeyecekti.Yaptığım ergence espriye ufak bir kikirdemeyle devam ettim. Ne muzip kızsın Bade. Her konu da espri yapabiliyorsun valla helal kız sana. evett kendimi de tebrik ettiğime göre altın kelebek en komik kadın ödülüne aday olmuştum.
-Niye sürekli içinden konuşuyorsun sen? Diye girdi araya bazen ödül bazen ceza olan sesiyle.
-Sen benim içimden konuştuğumu nereden biliyorsun ya? Bu adam müneccim boku yemiş olabilir mi diye düşünürken yine beni mest eden bir cevap vermişti.
-Seninle alakalı herşey sanki önceden yüklenmiş bana. neden bildiğimi bilmiyorum ama biliyorum işte. Dedi yine tuttuğu elimin içini öperken. sonra tüm vücuduyla döndü bana. saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. gülümsedi kocaman. aklına bişey gelmiş gibiydi.
-Seninde aklında bişey var sanki dökül bakalım. dedim yine bütün cazibemle. Şüpheli diye parantez açmaya gerek duymuyorum artık.
-Ben küçüklüğümden beri anneme hep saçlarımı aynı böyle dizine yatıp okşatırdım. annem bazen bıkardı bırakmak isterdi. eee ev hanımı akşama kadar benimle uğraşacak değil ya. Ağlardım. Çok ağlardım hemde. canım annem çaresiz devam ederdi. Hala aynı. Ne zaman baş başa kalsak hiç beklemeden dizine uzanırım. Ne yapacağını ezber ettiği içi elleri saçlarımı bulur. Sonra dönüp "Bakalım evlenince karında böyle okşar mı saçını. Allah karına sabır versin" diye söylenir tebessümle. O geldi aklıma.
İlk kez kendisiyle alakalı bir anısını anlatmıştı bana. Hemde kara gözlerinin içi gülerek. Belli ki annesiyle çok güzel bir bağı vardı. Buna bu kadar mutlu olmam normal miydi. Peki benim boğazıma oturan bu yumru nedir? Beynimin en gizli yerinde ki anıların Acıyla kalbime hücum etmesi nedir? Niye yutkunmakta zorlanıyorum ben şu an da. Anısı, anıma denk olduğu için mi? Yoksa benim ki sadece anı olarak kalacağı için mi?
Annesizliğin ne demek olduğunu çok iyi bildiğimdendi belki de mutluluğum. En azından onun dizine yatıp saçlarını okşatacağı bir annesi vardı. Ve bu onun en büyük talihiydi.
- Anneni çok seviyorsun değil mi? diye sordum kendi talihsizliğimi düşünerek.
- Özür dilerim ben saçmaladım. affedersin. Sanki annesiyle alakalı konuşması suçmuş gibi özür diliyordu. Uzandığı dizimden doğruldu. Çekinerek bakıyordu gözlerime. Ah be üzümlü kekim. Niye mahçup mahçup bakıyorsun yüzüme.
-Saçmalama. Ne diye özür diliyorsun. Hem ben çok mutlu oldum. Şükür seninde insan olduğunu düşündürten şeyler söyledin. Biraz daha küçüktüm falan demesen insan olduğuna inancım azalacaktı. Amacım mahcubiyetini azaltmaktı asında. Tebessümümde bu yüzdendi. İnsanların benim yanımda ailelerinden bahsederken gözlerini kaçırmasına tahammülüm kalmamıştı.
-Bizde küçüktük Bade. Şimdi sen bu iri, yakışıklı, ve karşı konulamaz halime bakma bir zamanlar burnumdan sümükler akardı da peçeteler yetiştiremezdi annem. Bu kez de o beni güldürmek istemişti. Başarmıştı da. Sümüklü Anıl gözümün önüne gelince bayağı bir eğlenmiştim hatta. Sümüklü böceğim benim. Yakışıklı, iri, karşı konulamaz olduğunun farkında olması da beni biraz ürkütmedi değil.
-Bende bitliydim. Dedim. Sonra bu anektodu paylaşamam gerektiğini dişlerimle ısırmaktan morarttığım dudağımın acısıyla zuhur etmiştim. Anıl yatakta kendini savura savura gülüyordu. Yerler yarılsa da içine girsem diye dualar ediyordum. O an tam da bu andı çünkü.
-Bak gülme. Hala hönkürüyordu karşımda.
-Gülme Anıl. Komik değil.
Zeytin gözleri büyümüştü gülerken. Çok mutluydu sanırım. Bende öyle. Bırak herşeyi bir kenara Bade. Bırak ne varsa, fırlat sağa sola. Şu gülüşe neler feda edilmez bak bir kez daha.
-Bitli Bade. Alay konusu olmuştum resmen. Aferin Salak Bade. Aklına geleni hemen söylersen başka ne olacağını sanıyordun.
-Sümüklü böcek.
Dedim yine sonunu düşünmeden. Yataktan ayaklanmıştım saçımı sağa sola düzelterek. Üzerime dün gece odamdan aldığım hırkamı geçirdim hemen. Terliklerimi giyip kapıya yöneliyordum ki beni kedi yavrusu gibi ensemden kavrayıp kendine çekti nazikçe. Göğsüne bastırdı yine. Ses etmedim hiç. Canıma minnetti. Saçlarımı okşadı, öptü. İçine çekti her birinin kokusunu. Kollarımı beline doladım. Yaklaşabildiğim kadar yaklaştım. Sanki oksijen tüpüne bağlanmış gibi rahat ve seri nefeslendim bir kaç kez. Bu Sümüklü böcek benim nefesimdi. Önceden sadece evim derdim. Üç gün nefessiz kalınca anladım. Evsiz üşürmüşsün, nefessiz ölürmüş.
Saat sabahın yedisi. Herkesin mabadında kelebekler fink atarken biz sarmaş dolaş oluyorduk. Dün gece salya sümük ağlaştıktan sonra birbirimizi bir daha terk etmemeye, üzmemeye, işleri zorlaştırmamaya canımız pahasına söz vermiştik. Anıl; "Seni üzecek herşeyi, herkesi ateşe veririm. Arkamı döner alevlerin nasıl harlandığını izlerim. Sen benim ömrümün baharısın. Sen benim şu hayatta dimdik durupta önünde diz çöktüğüm tek yenilgimsin." Demişti. Söylediği herşey kulağıma en güzel şarkılardan birer kuple gibi geliyordu. Yalan olmasının imkanı yoktu. İnsanın dilinden dökülen her bir hece yalan olabilir belki ama gözleri yalan söyler mi? Gözleri aşkla bakıyordu. Sonsuz, derin bir bağı ispat etmek için çırpınıyordu sanki. Görmemek elde değildi. Ben senin yenilgindim. Peki sen benim mağlubiyetim değil miydin? En güzel pes edişim değil miydin. Senin aşkın karşısında dimdik duran yüreğim, el pençe divan olmamış mıydı? Sen benim sorgusuz sualsiz teslimiyetim, sen benim benim yaralarımın ilacı, sen benim derdimin dermanı. Nasıl ki ben senin "Ömrünün baharı", sende benim "Ömrümün miladı."
♾️
İtişe kakışa geldiğimiz bu yolu şimdi ellerimizi bir saniye bile ayırmadan dönüyoruz. Her çalan şarkı bizim, her şiir bize yazılmış, her sabah güneş bizim için doğacakmış, esen rüzgar bizim için, Yağan kar tanelerinin tek amacı günümüzü güzelleştirmekmiş. Kimse ne olduğunu anlamayacak, soracaklar neden bu kadar mutlusun diye. Tek bir cümlem var "HİÇ". Kimse bilmeyecek birbirimize dolup taştığımızı. Kimse anlamayacak yüreğimizin aslında bizim olmadığını. Ve kimse anlamayacak bizi, ya ölürsek, ölüpte bu kadar sevemezsek diye düşündüğümüzü kimseler bilmeyecek.
-Bade uçuşa geçtin yine. Arkada geldiği gibi yayılmaya devam eden Melisa'nın sesiyle gözlerimi vites kolunun üzerinde birbirine kenetlenmiş olan ellerimizden ayırdım. Gözlerimi Anıl'ın güneş vurdukça kızıl gibi gözükmekte olan sakallarına, sonra dudaklarına ve en son da gözlerine bakarak cevap verdim.
-Ayaklarımın yerden kesildiği doğrudur. Dedim. Bu kez gerçekten naiftim. Anıl'ın hoşuna gitmiş olacak ki cümlem anında bakışlarını bana çevirdi. Saniyelerce baktı ayırmadan güzel gözlerini, uzun kirpiklerini. İç çekiyordu sanki bakarken. Bu adam sevince çok güzel seviyordu.
-Biraz daha bakışmaya devam ederseniz, ahiret hava yollarında devam edeceğiz yolculuğumuza haberiniz olsun. Haklıydı. Gelirken şoförle konuşulmaz ilkesi savunucusu triplerini kenara bırakmıştım. Her saniye konuşmak, gülüşmek, dokunmak istiyordum.
-Haklısın Melisa. Ama gel gör beni aşk neyledi. Dedi Anıl gülümseyerek dikiz aynasından Melisa'ya baktı.
-Yemin ederim önceden imreniyordum ama artık kıskanıyorum. İnşallah nazarım değmez. Dedi kikirdeyerek.
"Elemtere fiş kem gözlere şiş" diye atılmasam ayıp olur muydu acaba.
-Senin de mutlu olacağın günler çok yakındır. Hiç kıskanma. Dedim bildiklerime istinaden. İkisi de kafalarını bana döndürüp bu ne diyor der gibi burunlarını kıvırdılar.
-Niye burun kıvırıyorsun Anıl. Bu kızın mutlu olmaya hakkı yok mu? Ne var yani bizim gibi deli divane olsa fena mı? Dedim göz kırpıştırarak. Öylesine söylemiş imajı vermekti amacım. Melisa öne doğru atılarak kafasını ikimizin arasına uzattı. Sanki önde üç kişi oturuyormuşuz gibi bir görüntü vardı.
-Bade sen ne ima ediyorsun kızım. Açık açık konuşsana? Dedi triplenerek.
-Aaa ne ima edeceğim deli. Öylesine söyledim işte. Dua gibi bişeydi yani. Hatta Aminnn. Sağıma dönüp camdan dışarı bakarken gülmemek sıkmaktan uyuşan çenemin acısını fark etmiştim.
-Uydurma. Senin kafan da dolaşan tilkileri görebiliyorum. Kırarım hepsinin bacağını. Hakikaten zorbaydı bu kız. Resmen ateş hattı.
-Biraz geri çekilir misin? Pek önümü göremiyorum da. Dedi bu kez Anıl ricadan incelen sesiyle.
-Ben sağındayım enişte. Ne önünden bahsediyorsun? Doğru Önün açık Anıl ne saçma bir bahaneydi bu.
-Benim önümde ardımda, sağ tarafımda. Görmemi zorlaştırıyorsun şu anda. Diye ekledi kafasını iyice geri yaslayıp koluna kafasını dayayarak.
Melisa'yla göz göze gelmiştik. Benim dudaklarımda utangaç bir tebessüm Melisa'nın gözlerinde ise kıskançlık vardı. Ama bizi değil beni kıskanmış gibiydi. Yavaşça geriye çekti kendini. Kollarını önünde bağlayarak başını sağa sola salladı. Anıl'a ters ters bakıyordu. Yapma be kızım. Sen benim ilk göz ağrımsın bilmiyor musun. Yani sen birincisin. İkinci kim onun yarışı bu. Boşuna yorma güzel kıvırcık kafanı.
-Siz çok oldunuz ama. Heryere bensiz gidiyorsunuz. Evlatlık mıyım ben? Sesinde sitem vardı.
-Aaaa olur mu bitanem sensiz bir yere gider miyim ben. Hiç kıpırdamadan gülmemek için zor tutarak kendimi zar zor cümle kurabilmiştim.
-Bade bu aralar beni çok ihmal ettin haberin olsun. Kendini koyvermişsin bir aşk deryasına. Bozuluyorum valla. Hala sapık gibi Anılı kesmeye devam ediyor. Ruh hastası manyak.
-Melisa sen biraz kıskanmış olabilir misin? Yani bizden çok Bade'yi kıskanmış gibisin.Yanlış anlama. Anıl sen az önce Melisa'dan ürktün mü biraz bana mı öyle geliyor. Allahım paylaşılamayan kadın olmak güzel ama kankam ve Sevgilim arasında değil yarabbim.
-Ne kıskanıcam sizi. Pardon. Hem Anıl'cığım hatırlatayım istersen sen yokken ben vardım. Yok daha nelerdi. Çüşler, ohalardı Melisa. Lütfen kendine gelir misin. Şu an Aşk-ı Memnu Beşir kıvamındasın. Nihal'in aşkından haberi bile yok ama kıza durduk yere trip atan Veremli kekim Beşir gibi bakmayı kes sevgilime lütfen.
-Melisa'm bitanem. Evet tabi ki sen vardın ve hep var olacaksın. Lütfen biraz daha ılımlı mı olsak. Sen acıktın mı? Çişin mi geldi yoksa. Sinirin o yüzden olabilir mi? Hoşuma gitmişti atışmaları. Başımı bir Melisa'ya bir Anıl'a çeviriyordum. İkisi de Birbirlerine delici bakışlar atıyorlar dikiz aynasından. Allahım bunlar nasıl dertler. Kan kokuyor resmen ortam.
-Yok ben iyiyim gayet. Hem ne kadar kaldı. Varamadık bir türlü. Araba da bir yavaş mı ne? Bunu yapmayacaktın Melisa. Anıl'ın ince çizgisine basmayacaktın ayağının ucuyla. Allahım asıl şimdi boku yemiştik tam anlamıyla. Şimdi "Benim arabam mı..." diye başlayacak.
-Neeee benim arabam mı? Saçmaladınız iyice. Bu size teneke gibi gelebilir ama benim öz evladım. Evladımla alakalı düzgün konuşalım lütfen. Alınıyor sonra. Öz evlatta öz evlattı yani. Bebeği gibi bakıyor resmen. Bir çizik dahi yok. Her köşesi ter temiz. Ayakkabıyla binerken bile korkulan cinsten.
-Haaa Benim arkadaşımın ki daha güzel. Üstelik gece mavisi. Şu an bu üstünlük taslamaya çalışmakta neyin nesi Melisa lütfen. Hiç sevmediğim konular.
-Hakikaten ben senin arabanı hiç görmedim. Bir ara bakalım şu senin gece mavisine. Derken gözlerinde kıskançlık olan bu kez Anıl'dı. Bu iki fırlama hakikaten saçmalamanın doruklarına ulaşmışlardı.
-Öfff yeter kesin ikinizde. Delirdiniz ha iyice. Çıt çıkarmayın inene kadar yangın var diye bağırırım şu camdan. Gerçekten bağırsam rahatlar mıydım acaba. Sanki herşey çözülecek gibi ama.
İkisi de susmuştu. Çıt çıkmıyordu. Anıl yola kitlenmiş. Melisa yine uzanmış arkada, ben ise az önce ki otoritemin kefini sürüyordum. Dünya varmış ya. Hemen hemen gelmek üzereydik. Gül ve Talha bu kez öndelerdi. Gece yarısına az kalmıştı. Bir an önce eve gidip duş almak istiyordum. Hem yorgunluğumu atmak için hemde donan iliklerimin açılması için. Ne soğuktu ama. Karlarda yuvarlanmıştık Anıl'la. Ama bu kez düştüğüm için değil;
♾️
-Bade yavaşça kay diyorum olabildiğince itiyorsun kendini. Yürümeyi öğrenmeden koşmaya çalışıyorsun kızım. Elini kolunu sallayarak konuşuyor bana sümüklü böcek kılıklı herif.
-Bak bana kızım demeyi kes. İkincisi de sen öğretemiyorsun. Benim suçum mu? Sıfıra inen moralimle elimde ki adını bir türlü aklımda tutamadığım çubukları iyice kara sapladım.
-Yeter kaymıyorum ben. Bana ne. Sende defol git başımdan sümüklü böcek kılıklı herif seni. Diye kükredim. Ağlayacaktım sanırım. Başıma belaydı bu adam. Üzerime üzerime hızla niye yürüyorsun şimdi. Kaymak zorunda mıyım?
-Gelme üzerime katil! Dedim. Şu kaçacağım zamanlarda bile espiri yapma yeteneğime hayrandım.
-Ben şimdi sana gösteririm defolu, sümüklü böceği gel buraya bitli kafa. Koşma üzerime zaten yürüyemiyorum. Allahım geldi, geldi... demeye kalmadan dibimde bitti. Ayağımda ki kızakları çıkardı saniyeler içinde. Kıyamayacağını düşünerek hata ettiğimi anlamam çok uzun sürmemişti. Beni kupa kaldıran milli sporcular gibi kaldırıp kar yığının içine fırlatmıştı. Evet evet resmen bok gibi yapışmıştım yere. Vücudumda ki her delikten kar hücum ediyordu içime. Kutup ayısı, fok balığı seni. Kendi doğal ortamında sana bişey olmaz mı sanıyorsun. Gör bakalım şimdi kul nasıl kader yazıyor.
-Anıl ben ayağa kalkana kadar kaç. Ayağa kalkınca dibimde olursan sana hakkın rahmetini çift perde olarak gösteririm. Yavaşça toparlanmaya çalışıyordum ama ellerimde ki eldivenler bile çıkmıştı fırlatılmanın şiddetiyle. Canım yanmamıştı. Biliyordu. Bildiği için camış gibi böğürerek gülüyordu arkamda. Ellerini dizine vuruyor bide arsız pislik. Zar zor da olsa ayağa dikilmiştim. Ellerime geçirdim yine eldivenleri. Üzerimde ki kar yığınlarını silkeledim. Kulağıma bile kar kaçmıştı.
-Kulağa kar suyu kaçırmak bu demek oluyor heralde! Gülüşe bak. Otuz iki dişi birden gözüküyor. Ağzımı yamuk yumuk yaparak taklit ettim gülüşünü, konuşmasını önce. Yok bu böyle olmuyor. Gel ben senin pekmezini şu beyazlara bi akıtayım da gör sen. Elime yerde ki ayağımdan çıkan kızaklardan birini aldım. O katilse ben seri katildim. Gözlerimi kan değil kar bürümüştü bu saatten sonra. Avını korkutmamak için yavaşça yaklaşan çita edasıyla attım adımlarımı. Elimde tuttuğum cinayet silahını görünce tadı kaçmıştı. Ben ona yürüyorum o ise Rabbi'ne.
-Kıpırdama sakın olduğun yerden. Elimdekini fırlatırım kırarım belini.
-Saçmalama Bade. Bırak şunu. Şaka yaptım sadece. Abartma. Korkunun ecele faydası yok. Sen daha bitli kafanın "Elm sokağında ki Freddy Krueger" hallerini görmedin.
-Kıpırdama dedim sana. Öyle kal ki sadece bacaklarına vurayım. Yoksa Allah ne verdiyse kafa göz dalacağım. Yüzümde intikam gülümsemesi vardı.
-Bak özür dilerim. Canın acıdıysa eğer. Kar yığınıydı acımaz diye düşündüm. Acıdı mı canın. Gel bakayım. Manipüle etmek istiyorsun Sayın yengeç. Ama karşında Manipülenin etkileyemeyeceği tek bir güç var. Yüce Kova. Kendine gel istersen.
-Korkma. Bende şaka yapıyorum. Ufak bir şaka. Gerçekten bak. Acımayacak fazla. Gözlerimi elimde ki suç aletine çevirdim. Muhtemelen çok acıtırdı. Yaa ama ben kıyamam ki bu serseriye. Nasıl yapıştırıcam totosuna. Gözümü çevirdiğim de artık Anıl karşımda değil Burnumun dibindeydi. Hangi ara yaklaştı bilmiyorum ama elimdekini tek hamleyle fırlatmıştı kenara. Gözlerimin içine fel fena bakıyordu. Sanırım avcı konumundan av konumuna ışık hızıyla geçiş yapmıştım. Dudaklarımı ısırdım korkuyla. Gözlerimi sağıma çevirdim önce, sonra soluma kaçacak delik arıyordum adeta. Eliyle çenemi kavrayıp yüzümü dikleştirdi. Gözünde ki dev gözlükleri çıkarmıştı çoktan. Zeytin gözleri bakıyordu bana dik dik. Beremin alnıma değen kısmından çekiştirip gözlerimi kapattım. En azından görmezsem daha az korkarım bu manyağın yüzünü.
-Ne yapacaksan yap. Üşüdüm. Dedim bir ihtimal merhamet eder diye.
-Bade sana öyle biley yapacağım ki unutamayacaksın ömür boyu. Acımasız köpek. Kazıklı voyvoda mısın ben insafsız.
-Tamam bak gözlerim kapalı fırlatıyor musun, vuruyor musun bi tane totoma vur ama çok acımasın. Dileklere bak. Hay Allahım sana sığındım.
Ses yok. Etrafta ki bir kaç insan dışında kimseler yoktu bize yakın. Biz yine zirvedeydik. Gül ve Talha kaymak istemedi. Melisa ise akrobatik hareketler yaparak beş dakika da inmişti yine aşağıya.
-Hadisene seni mi bekleyeceğiz sabaha kadar. Dedim. Sıkıldım. Ya vur ya sal arkadaşım. Delirtme beni. Yine ses yok. Kar usul usul yağıyordu yine. Düşen kar taneleri kuruyan dudaklarımı ıslatmıştı bile. Daha fazla dayanamayarak açtım gözlerimi. Anıl beş altı adım uzakta tüm kıyafetleri çıkmış vaziyette duruyordu karşımda. Sadece incecik tişörtü ve altında ki diz kapaklarına kadar uzanan termal içlik vardı. Ne yapıyor bu salak, kaslı, iri, yakışıklı, münasebetsiz adam diye içimden düşünürken, tok ve erkeksi sesiyle Bağırmaya başladı;
-Badeeeeeee Senii çooookkkk seviyorummmm. Sus ne yapıyorsun arsız. Elimin biri hala berenin ucunu tutuyor diğeri açık kalan ağzımı kapamakla meşgul. Tekrar böğürüyor toynağına diken batmış manda;
-Seniiii herşeydennn çoookkk seviyorummm. Tamam seviyorsunda niye soyunuyorsun. Kurdu kuşu mu baştan çıkaracaksın.
-Üzerime düşen, tenime değen kar taneleri kadar seviyorum seniiii. Ve ekliyor;
Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi
Öyle kar yağdı ki elim üşüdü
Ruhum seni düşününce ışıdı
Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın
Ellerimi bıraktım tutunduğu herşeyden. Ne yapmamam gerekli bilemiyorum ama ne yapmam gerek çok iyi biliyorum. Karşımda ki romantik kırmasına koşup sarılmak. Hızla kımıldadım ağaç kesildiğim noktadan. Koşar adımlarla yaklaştım. Burnunun dibindeydim neredeyse. Çekirge gibi zıplayarak kucağına atladım. Kollarımı boynunda dolayıp Alnımı alnına yapıştırdım. Elleriyle baldırlarımı kavrayıp benim bulunduğum yeri sağlamlaştırdı. Gözlerimi gözlerine diktim hem aşık hemde şımarık bakıyordum.
-Tam bir şapşalsın. Dedim en cilveli sesimle.
-Şapşal ne ki, delirmişim aşkından. Dedi tek nefeste. Gözlerimi kapayıp burnumu burnuna sürttüm soldan sağa. Gülümsemiyorduk. Artık dişlerimiz gözükecek kadar gülüyorduk.
-Bade bişey oluyor. Dedi endişeyle. Ben sarhoş olmuş vaziyette.
-Hııı. Ne oluyormuş. Dedim geveleyerek. Anıl'ın hareketlendiğini hissettim. Hissetmememle yere kapaklanmamız bir olmuştu. Anıl sırt üstü yerde ben onun üzerindeydim. Gözleri kapalı ve kısılmıştı. Canı yanmış olmalıydı.
-Canın mı yandı? Dedim telaşla sağını solunu kontrol ederken.
-Bade çok fazla kıpırdanma. Dedi. Gözleri her hareketimde daha da kısılıp açılıyordu.
-Ne? Ne demek kıpırdama bacağın mı acıyor? Anıl kırıldı mı yoksa? Yine telaşlıydım. O ise kıpırdamamak için büyük bir savaş veriyordu.
-Bacağım kırılmadı. Ama... diyerek sustu. Rengi morarıyordu. Allahım hakkın rahmeti falan derken yemin ederim şaka yapmıştım. Yavaşça üzerinden doğruldum. Kendimi sağına atıp indim kucağından. Kolundan çekiştirerek kaldırmaya çalışıyordum. Bir yerine bişey olduğu aşikardı ama inşallah düşündüğüm şey olmamıştır ve kaseyi dağıtmamıştır.
-Anıl az önce böğürüyordun şimdi ne diye susuyorsun konuşsana. Kaseyi mi kırdın? Dedim yine aynı telaşlı sesinle. Gözlerini gözlerime dikti.
-Daha ciddi. Dedi gözlerini devirerek. Yavaşça oturur pozisyona getirdi kendini.
-Ne daha ciddi. Kolun mu kırıldı? Bacağın mı? Yoksa iç kanaması mı. Allahım ne yapıcaz şimdi. Kızım bi sus der gibi bir bakış attı suratıma.
-Bade İlerde evlenirsek eğer, içerden baba, anne diye seslenecek çocuklarımız olmayabilir artık haberin olsun. Gözlerim gerim gerim gerilmişti. Aklımın ucundan geçmeyen yerleri hasar almıştı. Artık ağır hasarlıydı. Yapma şu salak espirileri Bade şimdi sırasımı gerçekten. Ciddileş hemen. Elimle yüzümü ovuşturdum. Çıplak kalan ve ıslanmış olan koluna okkalı bir tokat yapıştırdım.
-Gerizekalı. Senin gerçekten yaşınla zekan ters orantılı haberin olsun. Dedim yerimden hızla doğrulurken.
Şaka mı yoksa gerçek mi olduğunu hala anlayabilmiş değilim ama elveda tatlı kızım. Elbette da Aslan Oğlum. Hepinize elveda sevgili torunlarım.
-Tut elimden kaldır beni de hadi.
-Tutma falan yok. Kalk kendin. Çocuklarımın katili. Dedim çaktırmadan tebessüm ederken.
-Vallahi gitti evlatlarım. Yedisi de gitti. Salak bu çocuk. Yedi ne demek ya.
-Hayırdır. Futbol takımımı kuracaksın. Yedi ne demek? Hayretle sordum ama sormaz olaydım.
-Yok ya ben futbol sevmiyorum. Belki bi bi topluluk oluştururdum. Mesela yedi meşaleciler gibi. Bizim evlatlarda yedi...
Bu cümle gerçekten tamamlanmamalıydı. Bu kez böğüren taraf bendim.
-Allah'ın adını verdim sussss. Yeter. Zırvalama. Ağlamak istiyorum. Gerçekten şu an. Kalk giyin şu üstünü. Daha kendisi Velet kalmış birde kendinden yedi tane daha... Bu kezde o benim sözümü böldü.
-Bak öyle deme bi düşünsene.... Ben defansa geçtim bu kez.
- ESTEEUZÜBİLLAH. Dağ titremişti bağırışımla. Etraftan amin diyen var mı diye kontrol ediyordum ki on belki on beş kişi hayretler içinde bizi izliyorlardı. Anıl ise sesini kesmişti nihayet.
-Sus rezil olduk. Kalk giyin üstünü bir an önce terk etmek istiyorum burayı. Bu kez sahiden ağlayacaktım çünkü rezil olmuştum insanlara. Anıl romantik romantik öpüşecektik karlar altında. Ya da karlar üstünde. Her neyse. Düşmenin sırasımıydı şimdi?
-Senin Din kültürü ve Ahlak bilgisi dersin de iyidi zaten. Gözlerini gözlerimden çekti anında. Zira az önce ki katil bakışlarım geri gelmişti.
Hızla kardan donmak üzere olan kıyafetleri geçirdi üzerine. Yüz ifadesinden heryerini, özellikle hasar kayıtlı kısımların donduğu belliydi. Ben ise sağda solda olan güya kayak yapmak için getirdiğimiz zamazingoları toplamaya koyuldum. Yanımıza yüzünde ki kocaman gülümsemeyle yaklaşan genç çifti gördüm. Yaşları hemen hemen benimle aynıydı. Kaya kaya geliyordu mübarekler. Anıl montunun fermuarını çekiyordu ki Karşıdan yaklaşan genç seslendi.
-Merhaba. Anıl çevirdi kafasını sesin geldiği yöne.
-Merhaba. Dedi. Armut. Sesine bak donmuş resmen. Neredeyse dişleri birbirine vuracak titremekten. Eee bi dakika. O armutsa Bende iyisini yiyen Ayı mı oluyordum?
-Yanlış anlamazsanız bişey gösterecektik size. Dedi genç hanım. Bende onlara yaklaştım.
-Sorun yok, gösterin. Dedim merakla.
-Biz fotoğraf çekilmek için çıkmıştılar buraya. Sizi de öyle romantik görünce bir kaç kare yakaladık. Çok güzel oldu bizce. Sizde kalmasını daha uygun gördük. Eğer isterseniz. Yoksa hemen sileriz. Anıl da bende aynı anda birbirimize baktık. Çünkü bizim birlikte hiç fotoğrafımız yoktu. Akıl edememiştik hiç. Tek bir kare dahi görmemiştik ki içinde biz olan. Hem şaşkın hemde minnettar gözlerle baktım tatlı çifte.
-Çok Teşekkür ederiz. Çok isteriz. Dedim hevesle. Anıl gülümsemişti.
-Gönderme şansınız varsa size zahmet. Diye beni onayladı.
-Hemen bir telefon numarası alabilirsek aşağıya inince gönderirim dedi yine tatlı sarı kafalı kız. Sarışınlar bir sıfır öndedir abi bu hayatta.
-Tabi benim numaramı kaydedin. Atarsınız. Çok Teşekkür ederim tekrar. Biliyor musunuz bizim ilk fotoğraflarımız olacak. Dedim buruklukla.
-Nasıl yani? Kız şok geçirdi tabii.
-Şöyle ki biz daha yeni sevgili sayılırız. Hiç fotoğraf çekilmeyi akıl edemedik Şimdiye kadar. İkisi de bir bana bir Anıl'a baktı önce. Sonra gülümseyerek birbirlerine.
-Demek ki yanyanayken telefon aklınıza gelmeyecek kadar güzel vakit geçiriyorsunuz. Dedi delikanlı. Anıl'la yine göz göze gelmiştik. Aynen o kadar güzel dakikalar ki az önce birbirimizin selasını okuyacaktık.
-Öyle. Demekle yetindi Anıl gözlerime bakıp gülümserken.
Genç hanıma numaramı verip tekrar teşekkürlerimizi ilettik.
Yavaşça aşağı doğru ilerlemeye başladık. Kaymıyorduk. Yürüyemiyordum da ben. Kendimi şurdan salsam. Çığ olup otelin içine girsem gibi fikirler doldurmuştu kafamın içini. Acaba hipotermi geçiriyor olabilir miydim. Muhtemel. Bunlar sadece benim için mi geçerli. Bu adam kutup ayısı olduğu için mi düz yoldaymış gibi yürüyor.
-Biraz yavaşlar mısın? Yürüyemiyorum. Dedim aksi aksi.
-Offfff offffff. Derin derin yüzüme yüzme ofladı resmen.
-Koş Anıl. Nolur biraz daha hızlan ve koş. Yoksa şurdan yuvarlayacağım seni. Aksilik paçalardan akıyor tabii.
-Bade. Aşkım, Ömrümün baharı dedim diye mi bana zemheriyi yaşatıyorsun? Vay be vay ki ne vay hemde. İki zırladık diye hemen şikayetlere başladın. Anıl Arslan. Seni sümüklü böcek. Suratına dik dik bakıyorum olduğum yerde.
-Bakma bana şöyle. Üşüdün mü? Niye yürüyemiyorsun? Birde soruyor.
-Acıktım, Üşüdüm, yoruldum. Dedim ağlamaklı sesimle yere çömelirken. Kendime acındırmaya çalışıyorsa olabilirim.
-Bak çok az kaldı tereferiğe ha gayret. Dedi sesi yumuşamıştı. Demek ki acımıştı halime. Haydi bastır kızım. Az sonra emeline ulaşacaksın.
-Hayır daha çok var. Sen git ben biraz dinlenince gelirim. Dedim bu kez. Ölse bırakmayacağını biliyordum çünkü. Kafamı yere eğdim. Küçük Emrah misali boynumu bükmeyi de ihmal etmemiştim.
Anıl ise kafasını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes verdi. Sonra yerde ki aciz, biçare bana döndü. Ben gözlerimi kısmış en masum halimi takınmış bakıyordum yüzüne.
-Gel hadi gel. Başımın tatlı belası. Gel atla kucağıma. Dedi bir çırpıda. Az önce ki masum halinden eser kalmamıştı. Hızla ayaklanıp atladım dediği gibi kucağına. Elimde uzun çubuklar ve ayağımda ki kızaklar. Onun ise sadece snowbordu vardı elinde. Onu da mecbur kucağıma uzatmıştı. Pek rahat değildim ama idare edebilirdim. En azından seri adımlarla ilerliyorduk. Kolumu boynundan aşırdım. Başımı ise boyun girintisine yasladım. İşte şu an rahatsızlığım yerini huzura bırakmıştı. Hiç kafamı kaldırmadan sessizliği bozdum yine
-Anıl. Dedim cilveyle.
Anıl olduğunu doğrularcasına mırıldandı.
-Yaaa Anılll. Dedim tekrar. Cevaptan memnun olmamıştım çünkü.
-Efendim bitanem. Efendim canımın içi söyle. Söyle dinliyorum. İşte duymak istediğimiz cümleler.
-Böğürdüğün kadar seviyorsun beni değil mi? Dedim tatlı tatlı.
-Böğürmek mi? Dedi ufak bir kahkaha atarak.
-Şeyy yani bağırdığın gibi diyecektim. Böğürmek nerden çıktı? Dedim kikirdeyerek. Kendi yalanıma kendim bile inanmıyorum bazen. Durdu sadece bir an. Sonra ilerlemeye devam etti. Başımı hafifçe kaldırdım huzur dolduğum yerden. Yüzüne baktım. Bembeyaz olmuştu. cevap vermiyordu.
-Çok mu kızdın. Beni taşımak zorunda kaldığın için? Dedim bu kez mahcubiyetle. Kızsa da haklıydı. Üşümüştü o da. Yorulmuştu, birde kendimi taşıtıyordum. İnsafsız olan bendim galiba.
-Bade bu kadar şeye rağmen seni kalbimde taşımaktan bir an yorulmazken, tüy gibi bedenini taşımak koymaz bana merak etme. Dedi bir nefeste yine.
Hakikaten AŞK adamsın vesselam. Ne diyeyim Var ol. Sen var ol ki şu tüy gibi dediğin bedenim bana ağır gelmesin. Sen var ol ki nefesim bir daha kesilmesin.
İki dakika gözlerinin içine bakarak sevgimi haykırıyordum ki içimden, yine girdi araya topluluk adamı;
-Bade sen şu yedi meşleciler işini bir daha düşün. Yedi kere meşaleyle ağzına vursunlar Anıl.
-Anılllll. Kapat çeneni!
♾️
Sonunda evimize gelmiştik. Arabanın korkunç uğultusu kulaklarımı tırmalamaya devam ediyor hala. Bir kaç günde daha böyle olur. En babaanne özelliğim "Kafam ses kaldırmıyor." Olabilirdi.
Melisa tripleriyle evine gitmişti zar zor da olsa. Anıl ise "Gel bana." Diye tutturmuştu ama bu kez nazikçe reddedilmişti. Bi dur kenarda. İnsanız bizde kendimize gelelim diyemedim tabi. "Çok yorgunum yarın okul var, sonra görüşürüz." Demekle yetindim.
Bu aralar başımıza gelen olumsuzluklar etkilemişti ikimizi de. Ama kopmak şöyle dursun, iki milim uzaklaşamamıştık birbirimizden. Bedenler ayrı kalınca ruhlar daha çok yaklaşıyormuş. Her yeni gün yeni şeyler öğreniyoruz birbirimizden. Her gün daha çok yaklaşıyor ruhlarımız birbirine. Bağımız güçlendikçe sevgimiz büyüyor. Aramızda kimsede olamayacağını düşündüğüm bir çekim söz konusu. Canıma, kanıma, bağrıma gizlenmiş sanki. Hikayenin sonunu bilmiyorum. Belki peri masalı oluruz dillerde. Belki de ziyan oluruz ziyadesiyle.
Kendimi saklı odam da bulmuştum. Düşüncelerimle birlikte ayaklarımın çektiği yeri fark etmemiştim bile. Kapının kilidini açar açmaz beni Gül ablanın gelinliği karşıladı. Ne mutlu onlara. Kavga, gürültü eksik olmuyor ilişkilerinde ama hala ilk günki gibi birbirlerine bakarken yürekleri ağrıyla çarpıyor. Öyle diyorum çünkü zorlu yollardan geçip geldiler buralara. Talha abiye 14 yaşından beri Aşıkmış Gül abla. Ama Talha abi her bahçeden bir gül deren tiplerdenmiş. Bir gün olsun Gözü ilişmemiş Gül ablaya. Bir kez bakmamış yüzüne. Gül abla gün aşırı tatlılar yemekler yapıp götürürmüş evine. Sırf görmek için. Fark edilmek için. Nafile tabi. Talha abi nerde akşam orda sabah. Çoğu zaman evde bile olmazmış. Talha abinin Annesi de Gül ablanın sevdiğinden haberdar ama elinden birşey gelmiyor. Oğlu hergün başka bir kızla gezip tozuyor. Gül ablanın tatlıları, hamur işlerini, kimseye yedirmez Talha'nın eve gelmesini beklermiş annesi. Gül abladan geldiğini bilirmiş ama aklına gelmezmiş Aşk, meşk. Alt tarafı komşu kızı. Yapmış getirmiş diye düşünürmüş. Erkolar kapatılmalı diye boşuna demiyor bu kızcağızlar gerçekten. Gel zaman git zaman Gül abla artık bırakmış getir götür işini. Çünkü son gittiğinde Talha evde ve yanında bir çıtır. Mutfakta artık ne yaptıklarını Allah bilir. Elinde ki magnolya kasesini alır almaz evde ki kıza ikram ettiğine de şahit olunca kopmuş ipler Gül ablada. Ne yapsın Soluğu bizde aldı tabi. Annemle çok iyidi araları. Her sırrını, derdini anlatabildiği tek kişi annemdi. Ağlaya ağlaya geldiğini hatırlıyorum. Ama nasıl bir ağlama. Halıları yırtıyor. Parkeleri söküyor. O zamanlar saçma gelirdi. "Sanki başkası yok mu dünya da bir tek o mu var" diye düşünürdüm. "Yokmuş, bunu şimdi anlıyorum." Annem uzun uzun konuşup teskin etmeye çalışırdı saatlerce. Sustu sonra. Bir daha da ağladığını görmedim hiç. O günden sonra görmek için can attığı adamın yüzüne bir kez bile bakmadı. Sokakta görünce yüzünü çevirdi. Tatlı götürmedi hiç. Ara ara mesaj atar hal hatır sorarmış, onun yerine ödevlerini yapar, sunumlarını hazırlarmış. Hepsinden feragat etti. Hatta bir iki flörtü bile olmuştu. Ama ne fayda. Gönlü onu istiyor, mantığı ne kadar gurursuzsun diyordu. Benim aksime gönlünü değil, mantığını seçmişti. Belki de iyi yapmıştı. Sonra olanlar bunu gösteriyordu. Aradan aylar geçmişti, Babam işten yeni gelmiş, Annem sofra hazırlıyor, Ben ise Melisa'yla ayna karşısında makyaj denemeleri yapıyorduk. Kapı çaldı. Gül abla içeriye öyle bir girdi ki Cennetten on dönüm arsa almış gibi. Evin içinde deli danalar gibi dönüyor, çıldırmak üzere. Annem soruyor Ne olduğunu heyecanından konuşamıyor bile. Zar zor oturdu koltuğa. Bizde gizli gizli dinliyoruz Melisa'yla. Meğer bizim libido Talha herşeyin farkındaymışta kendini Gül'e layık görmediği için yanaşmıyormuş. Kendisi çapkınlıkta Nirvana'ya çıkınca tabi, eğitimli, güzel, hanım hanımcık gördüğü Gül ablaya yakıştırmamış kendini. Nasıl olsa bir gün vazgeçer diye beklemiş hep. Dediği olmuş. Vazgeçince Gül abla önce bi rahatlamış. Takii yolda selam veripte cevap alamayana dek. Gül ablaya "Kalbime bir ok saplandı sanki sen cevap vermeyince." Demiş. İlk kez gözlerinin içine bakarak konuşmuş bizim kızın. "Ben sana layık değilim, sen gördüğüm en temiz, güzel seven kadınsın. Getirdiğin tatlılardan anlamıştım." Demiş. Gül abla da" Benim için bir önemi kalmadı. Aşk layık olana verilmeli. Bunu anladığım için vazgeçtim ben senden." Demiş tabii. Çakmış lafı doksana. Yürü bee güllerin Gülü. Talha iyice kızarmış, bozarmış karşısında. Bin pişman ama burdan nasıl döner bilmiyor tabi. Aralarında ki tek bağ olan şeye tutunmuş. Gül abla arkasını dönmüş bir iki adım sonra yine bağırmış Libido reis. "Gül, Bana hep tatlı getirsen olmaz mı? Sen getir. Ben bundan sonra pencere kenarında hep bekleyeceğim. Yani tatlıyı." Gül gülümsemiş ama dönüp bakmadan uzaklaşmış yanından. Sonra soluğu bizim evde aldı işte. O gün başladı herşey. Gül abla bir hafta daha süründürmüş bu erkoyu. Sonra kıza ikram ettiği magnolyanın aynısından yapıp üzerine küçük bir not yazmış. "Bu kez sen ye." Magnolya görünce ikisi de birbirine tebessümle bakıyor. Sonra evlenmek istediler. Tabi Gül ablanın babası Talha'nın geçmişini biliyor. Önyargı hakim, kız babası malûm. Vermedi Gül'ü. Yine engeller baş göstermişti. Söz konusu aile olunca pek kolay olmuyor aşması. Ama Talha abinin bütün taktirleri toplayan hareketi ile sonunda Kavuştular işte. Ne yaptığını aklıma bile getirmek istemiyorum. Enver amcanın arabasının önüne uzanıp "Gülü vermezsen ez geç beni. Ölsem de vazgeçmem ondan." Enver amca iyice kıl oluyor bu zibidiye ama vicdanıda izin vermiyor ayrı kalmalarına. Uzun uğraşlar sonucu Komşularında araya girmesiyle ikna oldu Enver amca. "Kızımı üzersen seni hadım ederim." Diye de ekliyor. Enver amca biraz abartmamışsın hakikaten. O zaman üzüldüğümüz şeyleri şimdi gülerek yad ediyoruz. Her kötü gün unutuluyor, yerleri iyilerle doldurulduğunda. Unutulmayan birşey var ki elle tutulur gözle görülür hatıralar. İşte onları unutmak imkansızdır. Şimdi karşımda ki gelinliğe bakıyorumda, ne kadar çok şey yaşamışlar bu günlere gelene kadar. Sevgilerinden başka tutanacak hiçbirşeyleri yoktu oysaki. O gün bugündür bırakın ayrılığı, tek bir gün bile birbirlerini görmeden uyumadılar. Ve aylar sonra aynı yastığa baş koyacaklar.
Oturduğum sandığın üzerinde gülümseyerek hatırıma gelenler içimde yeni umutların ışıklarını yakmıştı. Bizim imkansız aşkımızda belki bir gün böyle mutlu sonla biter. Belki bir gün bizde sonsuza dek diyerek aynı çatının altına gireriz. "Her zorlukla beraber kolaylık vardır." En zor günlerimde içimden tekrar ettiğim bu kelamı uzun aradan sonra tekrarlıyorum. Zorluklar hep olur, insan hep imtihandan geçer. Bakalım bizim sevgimizde Gül ve Talha'nın sevgisi gibi geçer mi bu imtihanı. Bakalım bizde onların geçtiği sıratı tek nefeste geçebilir miyiz.
♾️
Okul Bugün çok durgundu. Dersler bitmek bilmemişti sanki. Anıl'la bir kaç kez koridorda karşılaşmıştık. Yetmiyordu, yetmeyecekti. Bir kaç saniyelik göz göze gelişimiz kesmiyordu artık bizi. Biz hep yan yana olmalıydık. Küçük bir konferansta verilmişti Bugün. Meslek seçimleri konulu bu konferans beni verdiğim kararım konusunda haklı çıkarmıştı. Kanservatuvar okuyacağım kesinleşmişti. Sevdiğimiz, yapmaktan haz duyduğumuz mesleğe yönelmemiz konusunda uzunca bir konuşma olmuştu. Başka hiçbir bölüm de gelmiyordu aklıma. Ben şarkı söylerken hürdüm. Belki avukat olabilirdim, belki hakim, belki savcı, hatta zorlasam doktor bile olabilirdim. Ama mutlu olamazdım. Ve ben mutlu olmadığım hiçbir yerde duramazdım.
Okuldan çıkınca hızla eve doğru ilerledim. Hala yorgundum. Biraz uyumak istiyorum ama yapmam gereken bir sürü işim olduğundan bu fikir pekte cazip gelmiyordu.
Bir sürü çamaşır, ütü, temizlik. Yığınla işim vardı. Üstüne birde sınav haftası. Ne yapsın bu Bade. Kaç parçaya bölünsün. Kadın olmak gerçekten zor. Her şeye yetişmek zorunda kalmak dünyanın en rahatsız edici şeyi olabilir. Bunların yanı sıra bir kez bile takdir görmemek, takdir şöyle dursun her hareketimizde kusur bulunması çekilecek dert değil. Keşke erkek olsaydım diye düşünmüyor değilim ara ara.
Çantamı fırlatır fırlatmaz üzerimi değiştirip sadık yarim olan olan çamaşır makinesini çalıştırdım. Eee kuması bulaşık makinesi durur mu? İlle de ben diye tutturdu. Ordan süpürge "Bende varım" diyordu. Varsın tabi kerata sensiz olur mu?
Kız kardeşim saçaklı paspasım seninle de yapılacak işlerimiz var diyip randevu oluşturdum hemen. Bir bir hepsiyle özel olarak ilgilendim. Hepsi memnun halinden ama ben kan ter tabi. Saç diplerim bile terlemişti. Saçma sapan bir topuz, kısacık şortlu bir takım vardı üstümde. Ben artık kış günü de yangınlardaydım anlaşılan. Saç baş dağınık, ben bitiktim artık. Saat sekiz olmuştu. Gün bitmişti, ben daha çok.
Kapı'nın feryadıyla yığıldığım emektar koltuğumdan doğruldum. İnşallah Melisadır ve bana köpüklü bir kahve yapar ümidiyle açtığım kapıda sümüklü böceğim dikiliyordu. Çamaşır suyundan kafayı bulmuş haldeydim birde bu beni tam manasıyla sarhoş etmeye gelmiş olmalıydı. Ayrıca sen niye XXl bedenine gri eşofman giyiniyorsun? Belli yine beni deli edecek. Yüzüme attığı bakışlardan belli.
-Evet? Söyle söyleyeceğini der gibi oldu sanırım.
-Evet mi? Kaşları çatıldı anında. Kızım Sen de ne salak salak tepkiler veriyorsun. Belli adam seni özlemiş gelmiş. Bi boynuna atla, sarıl. Ya da vazgeçtim. Şu an bu haldeyken yapma bunu. Leş gibi terlisin.
-Pardon ya. Biraz yoruldum da hoşgeldin. Gel içeri. Kapıdan kenara çektim yorgun bedenimi. Hiç bir fırsatı kaçırmadığı gibi bunu da kaçırmamıştı. İçeri hangi ara girdi, salona geçip oturdu anlayamamıştım.
-Noldu sana cin çarpmışa dönmüşsün? Dedi bir çırpıda. Biliyorum işte. Başladık.
-Evi temizledim. Beğenmedin galiba beni. Dedim kendimi koltuğa fırlatıp uzanırken. Dik oturmak bile imkansızdı şu an.
-Evine misafir gelmiş sen iki seksen uzanıyorsun. Valla ayıp artık. Bu kez haklıydı. Bende samimiyetin dozunu kaçırıyordum bazen. Hemen dikleştim uzandığım yerden.
-Kusura bakma ya. Oturacak halim bile kalmamış. Bişey içer misin? Dedim gözlerimi mutfağa çevirerek.
-Niye bu kadar yoruyorsun kendini. Madem işlerin var çağırsaydın yardım ederdim. Bende sınavları okuyup geldim film izleriz belki diye. İşte beni ona bağlayan en büyük etken bu ince düşünceleriydi.
-Daha iyi fikir olamazdı. Ben dizine yatarım. Uyurken sende filmini izlersin olur mu? Hakikaten iyi fikir.
-Ben niye tek izliyorum filmi. Hem bu saatte mi uyuyacaksın. Tavuk musun sen?
-Yok ben henüz civcivim. Ne vardı şöyle başımı omzuna yaslasaydım. Uyusaydım kokunu iliklerime kadar hissederek.
-Sen niye kıpkırmızı olmuşsun. Hasta falan mısın yoksa. Telaşla fırlamıştı yerinden. yanıma gelip, elini alnıma değdirdi nazikçe. Eee şimdi sen dokunuyorsun. Benim ateşim olmasa bile çıkar birazdan.
-Yok ya iyiyim. Çamaşır suyundan. Dedim elini tutarken.
-Kızım sen rahatsız mısın? Çamaşır suyunu içine mi çektin? Dedi. Yine bal damlıyordu ağzından.
-Bak şu kızım meselesini çözelim artık. Birde çamaşır suyu beni rahatsız ediyor zaten. İçime çekmekle alakası yok.
-Tamam çemkirme. Şaka yapıyorum.
Ama haklıyım kabul et. Seni rahatsız eden şeyi neden kullanıyorsun? Tuttuğum elini kendime doğru çekerek omzunun en geniş kısmına yaslandım. Dizlerimi karnıma çekerek gözlerimi kapadım hemen.
-Anıl. Dedim nazlı nazlı.
Nazlanışım hemen etkilemişti onu. Sesi derhal yumuşamıştı.
-Hı. Diyebildi sadece.
-Seni çok özledim. Biraz benimle ilgilenir misin? Bırak çamaşır suyunu, tuz ruhunu. Cilve konusunda kendimi aşıyordum artık.
-Senin beni özleme ihtimalin bile hayalken, şimdi dudaklarından dökülüyor. Canımı işte sererim yollarına. Canım cananıma kurban olsun. Kanım yine ılık ılık akmaya başlamıştı. Tek cümlesiyle insan insana bunu nasıl yapabilir bilmiyorum. Bilmediğim şeyi ise en doruklarda yaşıyorum. Kıvrılan dudaklarımla birlikte Kafamı kaldırıp beni seyreden gözlerine baktım.
-Ben ecelimle değil senin sözlerinle öleceğim. İçim gidiyor sana haberin olsun. Dedim kısılan sesimle. Alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Tekrar aşağı indirdim gözlerimi. Yaslandım yine koca dağıma. Sanki heryer yıkılırmışta Yaslandığım omuz milim kaymazmış yerinden gibi geliyor.
-Aşk filmi mi izleyeceğiz? Halim yok ama seni kıracağıma şu kafamı kırarım sevgilim.
-Ben korku filmi izleriz diye düşünmüştüm. Sen korkup bana sarılırsın falan. Sesinde ki tını tahrik ediciydi. Ama bilmediği bişey vardı.
-Korku filmi de olur ama benim izlemediğim korku filmi kaldığını sanmıyorum. Dedim hafif kıkırdayarak. Bir tık üzülmüş gibi dikleşti.
-Nasıl yani? Sen korkmuyor musun?
-Anıl ben tek başıma izliyorum o filmleri. Sence korkar mıyım? Başımı yaslandığım adelesinden kaldırdım. Yüzüne sen beni ne sandın der gibi bir bakış atmıştım.
-Şaka yaptığını söyle bana. Hala içinde umut kırıntısı var garibimin.
-Çok ciddiyim. İstersen açalım ama korkarsan kucağıma atlama. Hayallerinin üstünden ağır iş makineleriyle geçmiştim adeta. Yüzüme mahsun mahsun bakıyordu.
-Tek başına nasıl korkmuyorsun onu anlamadım. Şu an hayallerimin suya düşmesinden çok ona takıldım. Hala yüzü hayret içindeydi. Hak veriyorum. Tipime bakılırsa komedi filmlerini seven, romantik filmlerde ağlayan bir imajım vardı. Ambalaja değil içeriğe bakılmalı desem tam yeriydi.
-Sence ben o korku filmlerinden daha korkunç şeyler yaşamamış mıyım? Dedim tek nefeste. Bu kez gözlerini halının desenlerine dikmişti. Aslında doğruydu. Ben hayatta ki en korktuğum şeyleri duble olarak yaşamıştım. Enikken "Anneni mi seviyorsun babanı mı?' Annen mi gitsin baban mı?" Diye sorduklarında ikisinden birini seçmek düşüncesiyle bile saatlerce zırlarken, Her ikisini de aynı gün kaybetmiştim. Gözlerimin önünde kapatmışlardı örtüleri kafalarına kadar. Şimdi benim korkacak bişeyim kalmaması normal değil miydi? Uğultulu sesleri korkutur filmlerin. Ben kaç gece Annemin sesini kulağımın dibinde işittim de uykulardan sıçradım hatırlamıyorum. Saçma sapan bir kaç efektten mi korkacağım. Babam elimden tutarak bişeyler yemem için mutfak masasına getirip oturttu beni, sonra elimi tutan eli buharlaşıp kaydı gitti gözlerimin önünde. Bu efekt değildi, gerçeğimdi. Gerçeğin ta kendisiydi.
-Üzülme sevgilim brnim sana sarılmam için korkmama gerek yok. Dedim kollarımı kocaman açarak. Bedenimi ona doğru iterek yaklaştım dibine.
-Eeee sarılmayacak mısın? Başımı yana eğdim. Gözlerim hafif dolmuş olabilir. Aklıma istemediğim şeyler gelmişti. Ama yanımda ki aklımdan hiç çıkmayan şeylerin ta kendisiydi.
Sımsıcak kucağını açtı bana. Kalbimizin sıcaklığı birbirimize değen tenimize zuhur ediyordu adeta. Bugüne kadar bana bir kez bile sormamıştı. Ne kazayı, ne kazadan sonrasını. Anlatırken acılarımın tazeleneceğini çok iyi biliyordu. Bile bile yakmadı canımı. Tek bir an düşüncesizlik etmişti bana karşı. Tek bir kez ailemin olmayışını kağıt kesiği gibi ince bir sızıyla vurmuştu yüzüme. İlk karşılaştığımız gün. Benim onu ilk kez, onun ise beni ikinci kez gördüğü yerde. Nerden bilebilirdim o an beni yaramdan vuranın, yaralarıma derman olacağını. Senden öncemin kocaman bir boşluk olduğunu nereden bilebilirdim. Ansızın girdin binlerce kez kilitlediğim yüreğimin kapısından. İzin istemedin. Canım oldun. Canımdan da ötemdin artık. Nefessizdim, nefes oldun. Kırıktı kanadım, kendi kanatlarını da söktün attın.
Dakikalarca kalmıştık öyle sarmaş dolaş. Soluk sesimizden başka çıt çıkmıyordu ikimizden de. Arada derin derin nefes vererek saçlarıma dudaklarıyla imzasını bırakıyordu. Ben ise huzur deryasına dalmış boğulmaktaydım. Üzerinde ki tişörtten gözüken dövmesi çarptı gözüme bir an. Hafifçe yukarı kaldırdım tişörtün kolunu. Anıl ise ne yaptığımı anlamayarak bakıyordu kendi koluna.
-Bu dövmenin anlamı var mı? Kocaman hiç acımadı mı yaptırırken? dedim. Merak etmiştim gerçekten. Omzundan üst kol kasına kadar uzanıyordu. Pusula olduğu belliydi ama karmaşık bir görüntüsü vardı.
-Üniversitenin ilk yıllarında yaptırmıştım. Baksana seni gösteriyormuş meğer. Dedi yine anlamadığım şekilde.
-Anlamadım nasıl beni gösteriyormuş? Daha da kaldırdım tişörtü. Kalkıp dövmenin olduğu kolunun tarafına geçtim. Artık tamamen görüyordum.
-Pusulanın renkli oku kuzeyi gösterir normalde. Bak kırmızı olan. Dedi Saatlerdeki akrebe benzeyen ama diğerlerinden farklı olarak kırmızı olan ucunu göstererek.
-Anlamadım desem kızar mısın? Dedim gözlerimi kolundan ayırmadan.
-Kızmam. Normalde kuzeyi göstermesi gerekiyor işte o renkli ucun. Benim ki güney batıyı gösteriyor. Bak. Dedi. Gerçekten dediği gibi kırmızı uç güney batı yönüne doğru uzanıyordu.
-Neden böyle bişey yaptın? Yani niye güney batı? Gözlerimi dövmeden kaldırdım. Başımı Yüzüne çevirdiğimde ise bu kadar yakın olduğumuzu dudaklarımda nefesini hissedince anlamıştım. Gözlerim dudaklarına kaydı, sonra gözlerine. O ise dudakkarıma bakıyordu.
-Benim gönlüm hep Buralardaydı. Yani mesleğimi yapmak istediğim yerler. Dövmeyi yapan da arkadaşım olunca, "gönlümün istediği yeri göstersin pusulam" demiştim O yüzden böyle.
Dudaklarıma bakarak kısık sesle konuşması beni hayli zorlamıştı. Derhal çevirdim kendimi dövmeli koluna. Bıyık altından gülümsedi kaçtığımı anlamış gibi.
-Çok güzelmiş. Anlamı da güzel. Demek ki gönlünün istediği yeri gösteren yönü izlemişsin. Ne mutlu sana. Dedim dövmeyi baş parmağımla okşarken.
-Gönlümün istediğinden fazlasını bulacağımı bilememişim o zamanlar. Etkileyici konuşmaya başladı yine şair erkeğim.
-Yaaa Anılllll. Şair misin sen? Etkilemeye çalışıyorsun beni farkındayım. Yemezler. Dedim bir ona bir koluna bakarken.
-Ben şair değilim ama sen şiirsin Bade. Şiir gibisin. Belki binlerce şiir okudum. Hepsi bir bir şu kafamın içinde. İşaret parmağıyla sağ şakağına vurdu bir kaç kez. Ama hiçbiri senin kadar güzel değildi. Hangisini sana okusam, hangi kelimeleri birleştirip senin için yazsam eksik kalacak. Biliyorum. Diye ekledi.
Ben onun kadar süslü kelimeler bilmiyorum. Buna karşılık ne söylesem, tesiri olmayacak. Dilim sustu kelimeleri karşısında. Bedenim ise benden bağımsızca hareketlendi. Tüm vücudumu çevirdim. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp dudaklarıyla buluşturdum dudaklarımı. Ellerim sakallarında dolaşırken dudaklarım dudaklarıyla iç içe geçmişti tabiri caizse. Belimden kavrayıp iyice kendine çekti beni. Artık mesafe yoktu aramızda. Ruhlarımız gibi bedenlerimizde temas etmeye başlamıştı. Kollarımı boynuna dolayıp tadını çıkarıyordum beni tutkuyla öpen dudakların. Öyle bir tutku ki nefesimiz kesiliyordu. Biraz nefeslenmek adına ayırdım dudaklarından kendimi. Alnım alnında derin derin nefes almaya başladık ikimizde. Göğüslerimiz inip kalkıyordu hızla. Anıl hiç beklemeden ensemden kavradı beni. Tek hamleyle kucağına almıştı bile. Gövdesi bacaklarımın arasındaydı. Bir eli sırtımdan dudaklarına bastırıyordu, diğer eliyle baldırımı kavrayıp yerimi sağlamlaştırıyordu. Karşı koymanın imkansız olduğu dakikalar içindeydik. Kor gibi yanan dudaklarımız soğumuyordu bir türlü. Yanyanayken bile özlem biriktiriyorduk ve bu dokunmakla geçecek gibi değildi. Öptü, öptüm, öptük...
-Anıl dur. Dedim nefes nefese kalmıştım.
-Duramam. İsteme bunu benden. Dedi tekrar dudaklarıma yapışarak. Göğsünden hafifçe ittirdim.
-Dur lütfen. Bende sana doyamıyorum ama durmamız gereken noktadayız. Ciddiyetle söylediğimi anlamıştı. Kafasını geriye attı. Bir kaç kez nefeslendi derin derin. Kucağından kaydım kenara. Hala ona dönüktü vücudum. Eğilip yanağından öptüm bu kez. O ise kafasını yaslandığı yerden kaldırıp yine ensemden kendine doğru çekip alnımdan öptü, göğsüne bastırdı. Ve tuttuğu elimi öptü, yine avuç içimden öptü.
Elimi kalbinin üstüne koyup kendi eliyle bastırdı;
-Burası varya, Senden önce atmıyormuş. Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonnasında; "Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin." diyor. Başka nasıl anlatılır bilmiyorum Bade. Her cümlesiyle kalbim kanatlanıp uçuyor gökyüzüne. Yüzüm artık istemsizce gülümsüyor. Mutluyum, mutluyuz.
Yüzüne baktım, gözlerine. Gözlerinin derinlerinde gördüm kendimi. Ben gönlünde, gözünde, her hecesinde esirdim artık. Kurtulmaktan korktuğum tek esaretim.
-Anıl bende dövme yaptıracağım. Dedim. Bunu bende beklemiyordum. Şaşkın şaşkın baktı yüzüme.
-Nerden çıktı şimdi?
-Bilmiyorum. Yaptırmak istiyorum. Senin pusulan madem beni işaret ediyor, ben de senden bir iz taşımak istiyorum. Doğruldu endişeyle.
-Bade ne gerek var böyle birşeye. Ben senin kalbindeyim zaten. Daha alâ iz mi olur? Haklıydı. Ama kararlıydım.
-Kararlıyım. Göğsüme A yazdıracağım. Dedim ayağa fırlayıp mutfağa ilerlerken. Ardımdan koca bir haykırış işittim.
-Neeee? Göğüs nerden çıktı. Göğüs derken neresi yani tam olarak. Bir yandan kahveyi kaşıklıyor bir yandan da bıyık altı sırıtıyordum. Ne maksatla sorduğunu anlamıştım.
-Göğüs işte. Göğüs neresi oluyorsa tam olarak. Kalbimin üstüne. Dedim gülmemek için zor topladığım sesimle.
Ayağa fırlayıp yanıma yaklaştı.
-Saçmalama. Göğüse dövme ne demek Bade. Tamam istemiyorum. Yaptırmıyorsun? İşte kurmaması gereken cümleyi kurup beni delirtmişti.
-Yaptırmıyorsun? Anlamadım bu bir emir mi? Kesinlikle yaptırıyorum Anıl. Hatta niye bekliyorum ki yarın yaptırıcam. Dedim iyice sinir edercesine.
-Hayır. Yaptırmayacaksın. Göğüse dövme fikri nerden çıktı şimdi. Benim dövmem göğsümde mi? Hala sınırları zorluyor farkında değil.
-İşte benim ki göğsümde olacak.
-Aslaaa. Katiyyen öyle bişey yok. Diye feryat figan ediyordu ama bir kere koydum aklıma. Mecbur yaptıracağım. Yoksa bir gece bile uyuyamazdım. Zaten uyku problemi olan bir insanım. Birde kendime bunu dert edinemem.
-Al kahveni. Hadi düş peşime.
-Bade konuşuyoruz bırak kahveyi.
-Konuşmuyoruz. Konuştuk bitti.
-Yaptırmıyorsun değil mi şaka yaptın sinirlenmem için.
-Yoo gayet ciddiyim. Sen gelmiyorsun ama. Seninle birlikte gidelim diyecektim vazgeçtim.
-Aslaaaa. Bak aslaaa diyorum. Yaptırmayacaksın. Çok acıyor hem.
-Acısın. En fazla ne kadar acıyabilir ki? Ben dayanırım. Merak etme.
-Ağlarsın. dedi beni korkutmaya çalışıyordu ama sanki kıyamıyormuş gibi konuşuyordu.
-Ağlamam.
-Hüngür şakır ağlarsın.
-Of bile demem.
-Bade Şaka yapmıyorum. Sen dayanamazsın. Hemde göğsüne. Asla dayanamazsın.
-Nasıl dayanırım yarın görürsün. Çıt bile çıkarmam.
♾️
-Aaaaaaaahhhhh. Çokkkkk yandııııııı. Üfleeee üfleeeee. Nolur üfleyin yandımmmm Allahhhh. Diye bas bas bağırıyor, yeri göğü inletiyordum.
-Gerizekalı madem dayanamıyorsun ne bok yemeğe yattın kadının önüne. Melisa Allah aşkına çenen sadece acımı dindirmek için çalışsın. Lütfen.
-Melisa kapat çeneni. Aaaaaahhhhhh. Ya da kapatmaaa. Üfleeee. Bu nasıl bir acıdır.
-Bade biraz rahat bırak şu kolunu. Kıpır kıpırsın. Yapamıyorum. Dedi bu kez ölüm acısını ölmeden tattıran gotik ablamız.
-Hayatımda gördüğüm en aptal insansın. Melisa yine formunda can çekişiyorum. Umrunda değil, insafsız marul kafalı.
-Melisa ya üfle ya da çık git burdan. Aaaahhhhh. Zaten dayanamıyorum.
Elini yapıştırmak için kaldırdı. dudaklarını ısırdı.
-bir kez daha bağırırsan, elimin tersiyle bende yüzünün ortasına bi dövme yapıcam. Acı acı baktım yüzüne.
-Vicdansız köpek.
Vurması halinde iki seksen uzanacağımı bildiğimden üç buçuk atıyorum. Ama yine de kuyruğu dik tutmak için yüzümü ekşitiyorum ki belki o benden korkar.
-İsim yazdırmak ne demek? Hani sadece harf yazdırıyordun? Derken küçücük oda da kader mahkumu gibi volta atmayı ihmal etmiyordu. Bu kız gerçekten potansiyel bir katil. Bu yaşıma Allah'a emanet geldiğim aşikardı.
-Yaaa sadece harf hoş durmaz burda. Göğsüm olsa olurdu ama. Dedim köpek yavrusu gibi gözlerimi devirerek.
-Salak kısa kol giyince gözükmeyecek mi kolun? Herşeyi düşünen beynin bunu da düşündü mü? Ufak bir kahkaha attım.
-Kış günü ne kısa kolu? Dedim pişkin pişkin.
-Anıl senin omzuna dövme yaptırdığın gecenin sabahını s....
-Şşşşttttt. Susa terbiyesiz.
-Kes esini. Canının yandığına değiyor mu şu an. Haklı gerçekten canımın yandığına değiyor mu bilmiyorum. Anıl için herşey değer ama bu olmasaydı da olurdu. Kolumun iç tarafına tam eklem yerimin arka tarafının bir parmak altına, italik formda "Anıl" Yazdırıyordum.
-Değiyor, çokta memnunum halimden. Ahhhhhhh. Bitmedi mi dahaaa. Gotik abla kötü kötü bakıyor yüzüme. Melisa'dan daha fazla korkuyorum şu an.
-Son L harfi kaldı. Biraz daha sabır. Ve kıpırdatma kolunu. Tamam ablacığım sende biraz anlayışlı ol canımız yanıyor burda.
-Yılbaşında ne yapıyoruz? Dedim hem sinirini dağıtmak hemde acımı unutmak için. Yüzüme katil gibi bakmaya devam ediyordu.
-Yeni yılda senin yüzünü görmek istediğimi sanmıyorum. Bensiz deli olur farkında değil daha.
-Ben senin yerinde olsam büyük konuşmazdım. "Sen kimsin benim yerim de olacaksın lolipop" demesi yok mu şimdi Memati Baş kılıklı fok balığının.
Öyle deseydi keşke. Ses çıkarmadı hiç. Neredeyse bitmek üzereydi dövmem. Sanki madalya takacaklarmış edasıyla zafere koşuyordum. Artık benim de bir dövmem vardı. İçimde melodisine uygun yazdığım bir şarkı vardı;
Oldu en sonun da oldu Bin Ban Bom
Rüyalarım gerçek oldu bin Ban Bom
Duyduk duymadık demesin hiç kimseeee
Oh Ohhh Ohhhh Çok şükür dostlar benim de artık bir kol dövmem var....
İşte hemen hemen böyle bişeyler. Biraz abartıyor olabilir miydim ben bu işi.
İçimden şarkımı söylerken bitmişti sonunda. Oturduğum koltuktan bayılacak ayarda doğrulup ayağa kalkmıştım. Montumu giyinip Ters ters bana bakmaya devam eden Melisa'nın koluna girmiştim. Bende arsızdım. Sanki ne diye yanımda getirmiştim bu beş karış yüzünü asan Şam şeytanını.
-Asma şu suratını. Bitti çıktık işte.
-Tam dayaklıksın.
-Eee ne yapalım şimdi döv kurtul o zaman. Kolundan çıkıp tripli tripli önden yürümeye başlamıştım. Anıl tam 13 kere aramıştı. Mesajları saymıyorum bile. Korktuğu başına gelmemişti. Göğsümü açmamıştım kimseye. Hızlı adımlarla ben önde Melisa arkada eve yürümeye başlamıştık.
-Arkamda kalıyorsun. Dedim Deli olsun da ikimiz de kurtulalım diye.
-Ruh hastası sen öne geçmedin mi?
-Şşşşşttt. Lütfen birbirimize saygılı olmalıyız. Hayat bilgisi dersinden kalanlarla son bir hamle yapmıştım ki, koluma şaplağı yemem bir oldu.
Siniri biraz geçmiş olacak ki asık yüzü gülüyordu artık. Hani derleyen ya Birbirimiz kurşuna dizsek hastaneye el ele gideriz diye, bu kızla ben tam olarak öyleyiz. Birbirimize söylemediğimiz kalmaz ama başka biri en ufak bir eleştiri de bulunsa deniz üstü köpürür diyerek karınca yiyene dönüşmemiz saniyeler alıyor. Benim hiçkardeşim olmamış. Ben bile zar zor olmuşum. Ama bazen Allahın lütfu, bazen Allahın cezası olarak Bu kıvırcık marulu verilmiş bana. Lütfunda başım üstüne kahrında diyerek kabullenmişiz birbirimizi. İşte bu yüzden de başka hiçbir arkadaşımız yok. Yani kısacası bizim masa hep iki kişilikti.
-Ciddiyim yarın yılbaşı ne yapacağız? Ben tek mi giricem yeni yıla? Dedim aramızda ki sessizliği bozmak adına.
-Niye tek giresin, Bize gelirsin en olmadı. Bizimkilerin bir planı var mı bilmiyorum. Gerçi olsaydı söylerlerdi şimdiye kadar.
-Bizde mi kutlasak?
-Ahahaha. Bade öyle bi konuşuyorsun ki, sanki kutlamak derken mandalina soyup, TV deki programları izlemeyecekmişiz gibi. Komiksin hakikaten. Beni çok küçümsüyorsun Melisa Hanım. Belki farklı planlarımız var. Ha belki var?
-Yooo bu kez farklı planlarım vardı aslında.
-Ne gibi? Mandalina yerine nar mı kıracağız? Bak bak. Konuşmalara bak.
-Nar kafan da patlasın. Yeter artık insanın sabrı da bir yere kadar.
-Neymiş planların söyle bakalım?
-Gül ablalara da söyleyelim, tabi Anıl'a da.. derken kıskançlık damarlarının atmasıyla sözümü böldü.
-Sakın geç kalma. Hemen çağır.
-Ya bir dur. Bak hepiniz işte bize gelirsiniz, tombala oynarız, ben size şarkı söylerim, Gül ablayla Talha abi saçma sapan şeyler anlatırlar, Sen Anıl'la atışırsın. Eğleniriz yani. Manidar konuşmamı hava da kapmıştı.
-Hayatım da duyduğum en iyi plan gerçekten. Daha iyisi var mıdır sanmam. Bunu düşünen beyninin her bir köşesini seviyim senin.
-Beğendin değil mi? Bende öyle.
-Yürü Bade Yürü. Bugünlük kriz geçirme kotamı doldurdum. Güzel suratına patlatmamak için zor tutuyorum kendimi?
-Yaaaaa güzel miyimmm??? İltifatlara doyamıyorum. Daha fazla yüzümü riske atmadan kesiyorum sesimi. Ve yürümeye odaklanıyorum.
Anıl binanın önünde merdivenlere oturmuş bizi bekliyor belli ki. Renginden de anlaşılacağı üzere bir tıkta sinirli. Birini yitirdik birini bitirdik modundaydım şu an. Sabır taşı olsaydım şimdiye çatlamıştım. İyi ki etten kemiktenim diye dua ettiğim bir gündeydim.
-Siz neredesiniz? Arıyorum neden açmıyorsun telefonu? Anılcığım biraz sakin mi olsan?
-Biraz sakin olabilir miyiz? Duymamışım. Çantamda kalmış telefon. Dedim ama nafile bir kere fitili ateşlenmiş. Benim selvi boylum, siyah sakallım.
-Neredeydiniz peki? Söylemeyecektim dövme yaptırdığımı ama ters tarafından uyanan Melisa atlamıştı benden önce
-Dövmeciden. Dedi tek seferde. İnsan biraz düşünür cevap verirken.
-Neeeeee? Sakın bana yaptım deme Bade. Yaptın mı sahiden? Ne var bunda abartacak. Alnıma kazınmışsın ey yar, kolum sana feda olsun. Demek isterdim ama senin şiirlerinin yanında bu kamyon arkası gibi olacağından kapıyorum çenemi. Sadece evet anlamında kafamı aşağı yukarı salladım.
-Aferin. Hakikaten aferin sana. Dedi sitemle. Adını yazdırmışım biraz mutlu olsan mı acaba?
-Katılıyorum. Diye ekledi Melisa.
-Ya ben sizinle uğraşamam. Gidin ikiniz de başımdan. Ben eve gidiyorum. Gelmeyin peşimden de. Dedim bu kez. Gerçekten sinirlenmeye başlamıştım. İkisinin de saçma sapan tepkileri canımı sıkmaya başlamıştı. Benim bedenim benim kararım size ne oluyor anlamıyorum ki.
-Nerene yaptırdın? Diye bir ses yükseldi arkamdan. Binanın kapısından içeri attığım iki adımı geri aldım hemen. Usulca yüzümü dönüp en kibar tavrımı takındım üstüme. Tam bir salon kadını edasıyla;
-Götüme. Deyip önüme döndüm ve ufak adımlarla yukarı doğru salına salına çıktım.
Anıl Şaşkınlıkla Melisa'nın yüzüne baktı. Bade'nin söylediğine inanmamıştı ama söz konusu Bade olunca da insan bir düşünmüyor değildi. Melisa'dan duymak istediği cümleyi nihayetinde duymuştu.
-Saçmalıyor. Kolunun iç tarafına yaptırdı. Dedi nezaketle. Ve Bade'nin son cümlesinin verdiği gülme isteğini bastırırcasına.
-Ne dövmesi peki? Diye Saçma bir soru sordu bu kez Anıl. Ne yaptıracağını biliyordu zaten.
-Kendin görürsün. Sürpriz olsun. Dedi hafif gülümseyerek.
-Canı çok acıdı mı? Dedi gözlerini kısarak.
-Çok acıdı. Ama değermiş senin için. Öyle diyor. Derin bir nefes verdi.
-Neyse ben gideyim artık. Sonra görüşürüz.
-Görüşürüz Melisa. Teşekkür ederim yalnız bırakmadığın için. Melisa geriye dönüp Anıla baktı. Dudağını hafif kıvırarak;
-O benim arkadaşım. Hiçbir zaman yalnız bırakmam. Merak etme. Hem sen yokken ben vardım unutma. Dedi yine. Anıl'la aralarında ki jargon buydu. İkisi de espiri olduğunu anlıyordu ve rahatsızlık duymuyorlardı. Aralarında ki tek bağın Bade olduğunu ve Bade'nin hayatının en önemli yerinde olan iki insan olduklarının farkındalardı. Melisa tekrar gülümseyerek kendi evine doğru ilerledi. Anıl suratında ki istemsiz gülümsemeyle oturdu az evvel ayaklandığı merdiven basamağına. Tebesümünün sebebi Melisa'dan duyduğu kalbini okşayan cümleydi. "Senin için değermiş." Birşeylere değer görülmenin verdiği mutluluktu bu. Hemde bunun Bade tarafından olması iki katına çıkarıyordu hissiyatını. Demek ki ben de birşeylere değermişim, demek ki ben karşılık beklemeden de sevilebilirmişim. Memnundu ziyadesiyle.
Eve girer girmez aynanın karşısında kıpkırmızı olan koluma baktım. Canım çok yanmıştı. Kolumda ki güzelliğe bakınca uzaktan, haklı olduğumu bir kez daha anlamıştım. Gerçekten değermiş. Kocaman harflerle "Anıl" yazıyordu kolumda. Ben bitmişim haberim olmamış der gibi iç çektim. Annem görse beni terlikle Muğlayı 2 kez tur attırırdı. Bir keresinde piercing yaptırmak istediğimi söyledim diye iki gün Melisalarda kalmak zorunda bırakmıştı beni. Korkumdan gelemiyordum eve o derece. Şimdi şu halimi görse deli olabilirdi. Belki de sevinirdi? Olamaz mı? Belki de bu kadar aşık olduğumu görse mutlu bile olabilirdi. Şimdi bunları düşünmenin ne anlamı var bilmiyorum. Olanağı imkansız şeyleri düşünmenin bana ne faydası var ki. "Annen geri mi gelecek Bade?" Dedim kendi kendime. Sonra yine kendim cevapladım. Tüm hüzünlümle, bir başıma kalmışlığımla. "Annen gelinemeyecek bir yerde".
Ne kadar kabul ettiğimi söylese de dilim, kabullenmekte inat ediyor şu kırık kalbim. Kırıktı, Annem ve Babama kırıktı benim kalbim. Beni yalnız bıraktıkları için. Benden anne ve baba kelimelerini doya doya söyleme hakkımı aldıkları için kırgındım. Bir daha kimseye onlara güvendiğim kadar güvenemeyeceğimi bildiğim için kırgındım. Başım dara düşünce "Babam halleder." Diyemeyeceğim için kırgınım. Acıkınca "Anne ne yemek yaptın?" Diye soramayacak, kalkıp kendim yapmak zorunda olacağım için kırgındım. Şu hayatta başardığım, başaramadığım, herşeyi hevesle veya hayal kırıklığıyla anlatamayacağım için kırgınım. Ben en çokta neye kırgın olduğumu Anıl hayatıma girince anladım. Belki bir gün evlenmek isteyeceğim. Elinden tutup karşılarına çıkaracağım annem ve babam olmadığı için kırgınım. Beni yalnız bıraktılar. Beni küçücük yaşımda bir başıma bıraktıkları için çok kırgınım. Şu an beni aynanın karşısında gülümserken birden bire hıçkırarak ağlattıkları için kırgınım.
Kırgınım ve özlüyorum. O kadar çok özlüyorum ki en mutlu olduğum anlarımda bile ağlayacak kadar özlüyorum. Kalbimin üstünde ki ağrı geçmiyor bir türlü. Bazen nefes alamıyorum. Kendimden nefret ediyorum hatta. Sizinle birlikte ölmediğim için, O arabadan sadece ben sağ çıktığım için kendimden nefret ediyorum. Madem gidilecekti bende gelmeliydim. Bir gün bile beni bırakıp gitmediniz bir yere. Belki de sonsuz gidişiniz içindir. Beni bırakıp sonsuzluğa kanat çırparken üzülmediniz mi? Ben çok üzüldüm. Siz öldünüz, peki ben sağ mı kaldım sanıyorsunuz? Bilmediğiniz o kadar çok şey var ki. O kadar anlatmak istediğim ama anlatamayacağım şey oldu ki. Kırgınım. Anlatmak istediğim şeyleri anlatamayacak olduğum için kırgınım. Anne, baba beni yarım bıraktınız. En olmanız gereken zaman da yanımda değilsiniz ve bu beni öldürüyor yavaş yavaş. Anıl anlatınca saçını okşattığını benim boğazıma takılan yumru olduğun için kırgınım sana baba. Gül abla'nın aşkı için onunla birlikte üzüldüğün ama ben sana daha aşık olduğumu bile söyleyemediğim için kırgınım sana anne. Sıkı sıkı sarılamayacağım için kırgınım. Babamın dizin de yatıp her zaman ki gibi saçlarımı okşatamayacağım için, saç diplerimden uçlarıma geldiğinde ise koklayarak öpmeyeceği için, annemin doğrayıp bize uzattığı meyveleri yiyemeyeceğim için, ben şarkı söylerken, annemin gururla bakışına, babamın bilmese bile mırıltılarla bana eşlik etmesine bir daha şahit olamayacağım için kırgınım.
Ben Bade. Kırgınlıklarını, ailesinin eksikliğini, hiçbir sevginin, sevincin unutturamayacağı Bade. Daha dün babasının prensesi, annesinin dik başlısıyken, bugün ikisinin de yokluğuyla kendini terbiye etmiş olan Bade. Dağlara haykırsa derdini, dağların dize gelip acıyarak ağlayacağı Bade.
Hiçbir sevgi iyileştiremez yaralarımı diye düşünse de biraz olsun sızısının azalmasını umut eden Bade. Şimdi ise kalbinin sancılarını bir nebze de olsa dindiren adama, kimsenin anlayamayacağı kadar aşık olan Bade. Herşeye, herkese kafa tutupta gönlüne söz geçiremeyen Bade. Sevdiğim herkes bir gün gider derken sevgiden kendini kaybeden, yüreğinde ki korkuların üstünü örten, Anıl diyince kalbi ağzında atan Bade. Eğer Anıl da bir gün giderse yanıp kül olacak olan Bade.
♾️
-Kırmızı yakışmış. Dedi baştan aşağı her zerremi incelerken.
-Sana da kırmızı yakışmış. Dedim. İlk defa kırmızı giydiğini görüyordum ve bayılmak üzereydim. Elimden tutup salona ilerlerken, tuttuğu elime bakıp erim erim eriyordum.
-Bilerek kırmızı ruj sürdün yine değil mi? Kalabalık olacağız bişey yapamam sanıyorsan yanılıyorsun haberin olsun. Dedi beni dizinin üzerine oturturken. Sağ elimi boynuna dolarken, diğer elim sakallarını sevmeye durmuştu.
-Alakası yok. Konbinime uyduğu için sürdüm. Dedim Cilveyle omzumu silkerek. Biraz yalan söylemiş olabilirdim. Gözlerine bakarken kendimi görme olayına bayılıyorum. Sanki karşımda ki başka bir beden değil de benim yansımamdı.
-Çok güzelsin. Nefesimi kesecek kadar güzelsin. Dedi bir çırpıda. Dudaklarım kıvrılmış, dişlerim gözükecek kadar gülümsetmişti.
-Hmmm, öyle miyim. Bence beni kandırıyorsun sen. Tek amacımın ikinci kez duymak olduğunu biliyordu. Bacağımı tuttuğu elini saçlarımda gezdirmeye başladı. Bir saniye bile beklemeden devam etti sözlerine.
Bir kalbim var et,kan,sinir
İki gözüm var seni görür
Ayaklarım sana gelir
Ellerim seni arar
Bir dünya ki kocaman
Bir evren ki sonsuz
Sen olmasan neye yarar.
Ah tatlı dilli sevgilim. Nasıl bir adamsın sen. Beni böyle severken nasıl korkmazsın. Ben korkmuyorum derken bile zangır zangır titrerken, sen nasıl yüreğin bile titremeden bu kadar sevebilirsin beni.
-Ben çok alıştım sana. Dedim dudaklarının kenarına dokunurken. Gözlerim dudaklarına kaymıştı. Çok tahrik edici gözükse de kendime hakim olmalıydım.
-Mutlu musun peki? Sorusuna kızmıştım. Belli değil miydi ne kadar mutlu olduğum. Gözlerimin içi gülerken bunu sorması gerçekten saçmaydı.
-Tabii ki mutluyum. Sen değil misin yoksa? Belimden daha çok kavradı beni. Hala dizinin üzerinde oturuyordum. Yüzümü avcunun içine alıp gözlerime baktı. Derin ve ciddiydi.
-Ben hayatımda hiç mutlu olmadım, şu altı aydır olduğum kadar. Benim ömrüm hep kışmış sen gelene kadar. Sen geldin, bahar geldi. İşte bu yüzden Sen benim ömrümün baharısın. Dedi kısık sesiyle. Gözlerim dolmuştu. Bu kadar sevilmek bünyeye iyi gelmiyor tabi. Eğilip yanağından kocaman bir öpücük çaldım. Koklayarak öpmek, Anıl'la birlikte tattığım bir duyguyu. Ondan öğrenmiştim belki de. Bilmiyorum. Çünkü ben kimseyi koklayarak öpmedim.
-Seni çok seviyorum.
-Bende seni çok seviyorum Bade.
Bu kez ben mesafeyi sıfırlamıştım. Dudağının kenarına, sonra dudaklarının ta kendisine dokunmuştu dudaklarım. Nazikti bu kez. En naif şekilde karşılık veriyordu. Belimde ki elini yavaşça sırtıma çıkardı. Boynumdan kavrayarak daha çok yaklaştırdı kendine. Kalbim tekliyor, avuç içlerim terliyordu. Asla ayrılmak istemediğim dudaklarını delicesine öpüyordum. Nefes nefese kalmıştım ama durmak istemiyordum. Durmak istesem de bunu yapamıyordum.
- Sen ne yapıyorsun bana böyle? Diye fısıldadı. Dudaklarımız hala birbirine değiyordu.
-Bende ne yaptığımı bilmiyorum. Tek bildiğim seni çok özlediğim.Yanımdayken bile çok özlediğim. Dedim aynı kısık sesle
-Beni deli ediyorsun. Dedi bu kez. Dudaklarını benden ayırıp başını koltuğa yasladı geriye doğru. Ve ekledi.
-Aklımı başımdan alıyorsun yapma. Bu kez olacaklardan korkuyormuş gibiydi ses tonu. Bende korkmuştum. Kendimize hakim olamamaktan korkmuştu. Anlamıştım ve haklıydı. Üzerinden kalktım hızla.
-Kalkıp elini yüzünü yıkasan iyi olur. Dedim kikirdeyerek. Eliyle dudaklarının kenarlarını sildi önce.
-Ne olmuş?
-Heryerin kıpkırmızı. Hala gülmeye devam ediyordum.
Oturduğu yerden kalkıp banyoya doğru ilerlemeye başladı. Ben ise mutfağa geçip son kez kontrol ediyordum büyük özenle hazırladıklarımı. Bugün yılbaşıydı ve ben davet etmiştim herkesi. Gül, Talha, Melisa. İlk gelen Anıl olmuştu.
Ben hariç hepsinin bu gece ki en sağlık içeceği su olacaktı muhtemelen. Bende onların haline bakıp gülecektim. Anıl da çok içmezdi muhtemelen. Ama içmeyi seviyordu özel günlerde. Bu saçmalığı ömür boyunca anlayamayacağım. Özel günde içki içmenin manası nedir? Bugüne kadar ağzıma sürmedim. Sürmeyeceğimde. Zıkkımın köküydü benim için. Kokusuna tahammül edemezken birde yutmak fikri hiçte cazip değildi.
-Ne düşünüyorsun yine. Ayakta kollarımı bağlamış boş boş bakışımdan anlamıştı sanırım. Gelip arkamdan sarıldı sımsıkı. Boyun girintime ufak öpücükler bıraktı.
-Kokun başıma bela. Dedi yeni bir öpücük bırakırken. İltifat duyunca utanırdım hep. Şimdi ise mutlu oluyorum. İltifat eden Anıl ise tabi.
-Birazdan leş gibi kokacak mis kokulu evim onu düşünüyorum. Dedim gülerek. Anıl'a doğru döndüm.
-Biz niye buradayız bu gece. Başka bir yere de gidebilirdik. Mantıklı konuşma sırası değil şu an gerçekten. Haklısın ama buralar nasıl olur yılbaşı geceleri bilmiyorsun.
-Çünkü bu gece kıyamet toplantısını andırmayacak bir kalabalık olacak dışarda. Hırsızı, arsızı, tacizcisi. Her türlü insan anlayacağın. Burası İstanbul değil belki ama alt kalır yanı yok yani. Kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra elimi tutup beni kendi etrafımda bir kaç kez döndürdü. Yine kendine çekip burnunu burnuma değdirdi. Tok ve erkeksi sesiyle
-Vazgeçtim. Seni bu şekilde kimsenin görmesine izin veremezdim zaten. Diye ekledi.
Kırmızı, kısa, payetli bir elbise vardı üzerimde. Kolları mecburen uzundu. Malum artık kolumda gizlemem gereken bir iz vardı. Anıl'ın izi. Saçlarım sık dalgalı ve yarım topuz şeklindeydi. Gözlerimde siyah gölgeli bir makyaj hakimdi ama dudaklarım elbisemle aynı renkti. Kan kırmızı.
-Sen bu aralar çok kıskanç olmaya başladın. Dedim gözlerimi dudakları ve gözleri arasında gezdirirken.
-Şöyle elbiseler giymek zorunda mısın gerçekten?. Söylediğime aldırış etmeden mağara adamlığına devam ediyordu.
-Ne varmış elbisemde?
-Elbise de bişey yok. Sana çok yakışmış. Ve bu benim hoşuma gitmedi.
-O ne demek öyle?
-Bade, yani ev için çok fazla değil mi sence de?
-Ev için mi fazla senin için mi? Dedim göz kırparak.
-İnsanı delirtirsin gerçekten. Dedi yeni bir iç çekerek.
-Sende deliliğinin keyfini çıkar o zaman.
-Sen yine de insanların yanında bana çok yaklaşma. Söylediğine anlam verememiştim.
-Niyeymiş o?1
-Kendimde kalabilmem için. Yaaa şapşalll. Bu kadar mı baştan çıkıyorsun beni görünce. Deli çocuk ya.
-Anılll. Dedim uzatarak. Sesim biraz cilveli olabilir.
-Hıı. Sadece Anıl olduğunu kabul eden bir cevap verdi yine.
-Bugün ne dileyeceksin yeni yıldan? Diye sordum salona doğru ilerken.
Sustu önce cevap vermedi. Yan yana oturmuştuk. İkimizde kolumuzu koltuğa dayayıp başımızı da yumruk yaptığımız elimizin üzerine yerleştirmiştik. Birbirimize güzel bakıyorduk. Çok güzel bakıyorduk hemde. Hayran, aşık, mutlu.
-Benim yeni yıldan tek dileğim sensin. Bu dileği gerçekleştirebilecek olan da sensin. Dileğinde ki bendim. Ben bunu kime nasıl anlatabilirdim ki?
-Dileğini gerçekleştirmek için elimden geleni yapacağıma söz versem... derken sözümü bitiremeden Anıl'ın gözünden süzülen iki damla yaşla yutkundum. Elimle göz yaşını silerken
-Neden ağlıyorsun? Diyebildim sadece.
-Mutluluktan. Mutluluktan ağlarken gözünde neden acı görüyorum o zaman diyemedim. Demeyecektim. Söz vermiştim. Sorgulamayacaktım.
-Senin doğum günün yaklaşıyor. Dedi konuyu değiştirmek için.
-Evet ama şu an umrumda değil. Sesim de endişe ve korku vardı. Yine aynı korku. Kaybetmek korkusu. Bir türlü peşimi bırakmıyordu bu Allah'ın belası his.
-Hem yeni yıla, hem yeni yaşına birlikte gireceğiz. Mutluyum sadece. O kadar. Dedi bu kez. Beni inandırma çabası vardı, görüyordum.
-Evet. Sadece bu yıl değil ki. Bundan sonra ki bütün yıllarda birlikte olamayacak mıyız? Dedim ona daha çok yaklaşırken.
Boğazını temizleyerek, sesini topladı önce.
-Evet. Hep birlikte olacağız. Dedi. Ama bu cümlesine kendisi bile inanmıyor gibiydi. Aldırış etmedim. Gerçekten duygu karmaşası yaşıyor olabileceğini düşündüm sadece.
-Bade. Ben seni hep sevdim. İlk gördüğüm günden beri. Seni deli gibi değil gayet aklı başında sevdim. Koşulsuz sevdim. Karşılık beklemeden, bir gün beni sevebileceğini düşünmeden. Şimdi ise kolunda Benim adım yazıyor. Dediği an gözümden bir yaş daha damlamıştı bile. Sözüne devam etti2
- Beni sevebilmen sadece ihtimalken, şimdi ise senin sevginle ayaktayım ben. Bu lütufların en yücesi benim için. Sözleri beni mutlu etmeliydi ama ardında saklanan bişeyler var gibi hissediyordum.
-Neden şimdi böyle konuşuyorsun? Ben de seni çok seviyorum biliyorsun.
- iyi şeyler söylüyorum.
-Biliyorum ama üzgünsün şu an. Görebiliyorum.
-Değilim. Dedim ya çok mutluyum. Dedi gözlerini karşı duvara kitleyerek.
-Galiba senin için gece erken başlamış. Gülümseyerek söylediğim bu cümle onda mimik oynatmamıştı.
-Niye gelmediler hala?
-Bilmem belki vazgeçmiştirler. Fena mı başbaşayız işte. Başımı omzuna koydum. Elini sıkıca tuttum. Alnımdan öptü, saçlarımdan. Sonra ise
-Sana bişey göstericem. Ama gecenin sonunda. Şimdi değil. Dedi. Hemen kafamı kaldırıp gözlerinin içine bakarak gülümsedim.
-Ne göstereceksin. Hadi şimdi göster.
-Olmaz sürpriz.
-Yaaa Anılll lütfennn. Hadi çatlarım meraktan.
-Hiç öyle dudak büzerek konuşma. Etkileniyor olabilirim ama asla söylemem. Gıcıklık saati başlamıştı demek ki.
-Anılll. Diye uzatıyordum ki zil sesiyle kendimizi toparladık hemen. Anıl tekli koltuğa geçip otururken ben ise Kapıya yöneldim. Üçü de aynı anda gelmişlerdi. Hayret ederek bakıyordum çünkü ellerinde sayısız poşet ve içinde ne olduğunu anlamadığım şeyler vardı. Demek ki bu yüzden gecikmişler diye düşünürken bir yanda da terlik verip içeri alıyordum herbirini. Salona gelip Anıl'ı gördüğünde Gül ablanın yüzü ekşimişti. Belli etmemeye çalışsa da ben ve Melisa anlamıştık.
-Anıl erkencisin. Dedi imalı tavrıyla.
-Bende yeni geldim iki dakika faln olmuştur. Siz niye geciktiniz diye sordu Anıl.
-Yılbaşı eğlencesiz olmaz. Kös kös oturmaya gelmedik sonuçta. Hakkını vermek lazım. Dedi komedi adam olan Talha.
-Ne kadar şıksınız Bade hanım. Dedi Melisa bir bana bir Anıl'a bakarak. Kendisinin güzelliğinin gerçekten farkında değil bu kız.
-Sizin kadar değilim Melisa hanım. Ama yine de teşekkür ederim. Dedim gözlerimle onu süzerek.
-Ben nasıl olmuşum? Hiç fark etmediğinize göre güzel olmamışım. Gül abla balık burcu olduğu için hayli alıngandı.
-Sen dünyanın en güzel kadınısın. Kimse güzel demesin sana. Ben derim yeter. Vay Yürüyen libido vay. Sen Anıl'ı da bastıracaksın bu gidişle. Talha abi'nin cümlesiyle Gül abla'nın gözleri parlamıştı resmen. Gülümseyerek nişanlısına yaklaştı. Yanağına utangaç bir öpücük kondurdu. Bizim bile içimiz bir hoş oldu Gül hanım. Neler yapıyorsunuz siz.
-Ellerinizdekiler nedir öyle? Poşetleri bıraktıkları yerde kontrol etmeye başladım. Ve tabi ki şaşırtmadılar. Bir sürü alkol şişesi ve bir kaç koni şapka, parti manyakları. Bunları ölsem takmam kafama.
-Niye bok görmüş gibi bakıyorsun poşetlerin içine. Ahh ayarsız Melisa. Ahh patavatsız, edepsiz marul kafa. Herkesin gözü Melisa'yı buldu. Şaşırmakta haklılar. Kendi içimizde ayıbın yolları kayıp olabilir ama kimse bilmiyor ki bu hallerimizi. İçinde ki çirkefi dışına vurduğunu geçte olsa fark ederek kendisini izleyen gözlere tek tek baktı.
-Pardon ya. Sizleri unuttum. Sıçmıştı şimdi de sıvıyordu. Eline sağlık bitanem. Böyle devam.
-Ahahaha şakacı kız. Neyse hadi siz oturun biz Melisa'yla hazırlayalım masayı. Başka türlü bu bakışları üzerinden çekemezdim. Herkes kendi halinde makara ederken biz mutfakta fiskos yapıyorduk. Meğer Melisa da benim gibi şok yaşadığı bir kaç manzaraya şahit olmuş gelmeden önce. Bu Talha ve Gül binanın girişinde bayağı bi yakın haller içindelermiş. Melisa girince şok geçirmiş tabi. Benim gördüğümü görse düşer bayılır heralde. Mutfaktaaa... allahım hatırlamak istemiyorum.
-Ayyy ne kadar utandım. Gül abla da Talha abiye benzemiş. Nerde karanlık orda içli dışlı oluyorlar ya. Dedi kısık sesiyle. Dedikodu yapmamıştık ne zamandır. Kendimi tutamıyordum. Yere çömelerek gülmeye başladım. Sesim bir taraflarıma kaçmıştı neredeyse gülmenin şiddetiyle. Öyle bir anlatıyor ki sanki kendisi daha önce kimseyle öpüşmemiş.
-Tamam gülme artık. Kalk gelicekler. Yaa Bade sana da bişey anlatılmıyor yemin ederim. Derken kendisi de gülerken baygınlık geçirmek üzereydi.
-Be. Benim. Benim gördüğümü görsen napardın. Dedim zar zor kekeleyerek. Merakla kulağını dudaklarıma yaklaştırdı.
-Geçen Uludağ'a gitmeden önce Onlardaydık ya. Sen gelmeden işte. Talha Gül'ü... Yine bir gülme krizi geldi. Artık nefesimiz kesilmişti gülmekten. Sessiz gülmeye çalışmak daha fazla efor getiriyormuş. O yüzden bu ayağa kalkacak dermanı bulamayışımız.
-Anlatsana. Noldu sonra? Kendimi toparlasam anlatacağım. Ama nefes alamıyorum ki konuşayım. Tam nefesimi toparlamaya çalışıyordum ki
-Neye gülüyorsunuz bu kadar bakalım? Diyerek mutfağa gelen Gül'ün sesiyle adeta bacaklarımız titremişti korkudan. Hepimiz göz göze gelmiştik. Gül biraz anlamış olacak ki bize katil balina gibi bakıyordu.
-Bişey yok abla. Bu gerzekalı saçmalıyor yine bişeyler. Dedi Melisa. Hain köpek. Sattı beni.
-Ya şu şapkaları kafasına geçirince nasıl olacak dedim ona gülüyorduk. Kıvırcıkya bu. Çalıya konan küçük serçe gibi. derken göz göze geldiğimiz Melisa'yla son kez ve bu kez son ses olmak üzere bir kahkaha tufanı koparmıştık.
-Siz kafayı yemişsiniz. Diyerek ve bizi kınayarak çıktı mutfaktan.
-Belamızı s.... duysaydı eğer. Dedi Melisa.
-Dua ette duymamış olsun. Dedim daha çok gülerek. Elimiz ayağımız dolaşarak, güle oynaya hazırladık masamızı. Hakikaten iğrenmeden içmeye başladılar önlerinde ki bardakları. Anıl önünde ki bardağa elini sürmemişti henüz. Belki benden çekiniyordur. Belki içmek istemiyordur bilmiyorum. Melisa ise ar edep yokmuşçasına ikinci kadehine geçmişti.
- Sayın karım. Sen şu gelinliği ne zaman göstereceksin bana. Bu adam gerçekten hitabette usta.
-Karın değilim daha. İkincisi de düğünden önce görmeyeceksin. Gelseydin. Hakkını kaybettin. Sürekli aynı soruyu sorup durma. Gül abla sakin. Adamı niye yerin dibine soktun.
-Sen biraz agresif misin Bugün. Ama sen de şansını çok zorluyorsun Talha efendi.
-Aklıma getirdikçe sinirleniyorum. Gelmedin ya. Benimle gelinlikçiye gelmedin.
-Niye böyle yapıyorsun Gülüm işim olduğunu biliyorsun ya.
-Tamam canım. Düğüne az kaldı görürsün.
Tatlı tatlı atışıyorlardı. Kurtların arasında kalan kuzu olarak bir kez daha yudumladım kolamı. Anıl'ın gözü bende takılı kalmıştı dakikalardır. Bakmaması gereken zamanlarda bilerek yapıyordu bu işkenceyi biliyorum. Bende baksam adamlar kolumuzdan tutup camdan atacaklardı.
-Sende bir kere içseydin. Dedi Melisa.
-Yok canım. Benim midem çöplük değil. Bu kez herkes biz çöplük müyüz der gibi bana baktı.
-Yani siz içersiniz içmezsiniz saygı duyarım ama ben içemem. İğrenç kokuyor. Anıl ufak bir kahkaha patlattı. Aklına gelen şeyi çok iyi biliyordum. Onun gülüşüyle benimde aklıma aynı şey gelmişti.
İskele de onu içerken gördüğüm gece. Leş gibi kokuyordu ama ben ona sarılmıştım hatta neredeyse öpüşecektik. Ayyaş herif diye içimden geçirdiğimi adı gibi biliyordu. Gülüşü bu yüzden.
-Takıntılı manyak. Dedi marul kafalı sarhoş.
-Takınlı mı? Diye sordum gülerek.
-Evet takıntılı. Başka yerde uyumaz, içki içilen masa da süt içer, temizlik yapmadığı gün uyumaz. Perşembe geceleri.. derken kestim sözünü.
-Yeter kessen mi artık. Canım arkadaşım. Sus istersen. Bir yanda da alttan baldırına ufak bir çimdik attım.
-Ne perşembe geceleri. Ne oluyormuş? Diye merakla sordu Anıl. Kafamı aniden çevirip göz göze geldik. Melisa başını elinde ki kadehe eğmişti. Beni kimse yıkamazdı içimde ki Truva atı sen olmasaydın diyerek tokatı çarpma isteği. Allahım bu kızın ne ayık kafası ne sarhoş kafası, ikisi de aynı olabilir mi. Yani hiç mi gizlimiz saklımız yok. Allah aşkına ya.
-Eeeee ne oluyor perşembe geceleri? Dedi bu kez Talha abi. Melisa'ya ecelin benim elimden olacak der gibi baktıktan sonra önüme döndüm.
-Pavyona gidiyoruz desem inanır mısın? Diye giriş yaptım cümleye. Gül yaslandığı sandalyeden doğruldu ve can alıcı o cümleyi kurdu şaşkınlıkla.
-Öyle bir bokunuz vardı beni niye çağırmıyorsunuz? Gerçekten mi ? Şu an ciddi misin? Alay mı ediyorsun. Allahım içinde ki Pavyon aşkı hala bitmemişti bu kadının. Küçükken bize pavyonculuk oynatırdı. Biz ortada oynardık o da bizi izleyip para yapıştırırdı. En beğendiğim gelip yanıma oturacak diyerekte ödüllendirirdi. Biz iki mal da deli gibi kıvırırdık. Allahım salaklıkla imtihan etme kimseyi.
-Şaka yapıyorum. Dedim yüzümde yılmış bir ifade vardı. Anıl yüzüme dik dik bakıyordu. Galiba şaka yapıyorum cümlesini ciddiye almamış, ciddi ciddi pavyon spor olduğumuzu düşünüyordu. Manyak herif.
-Bakmayın öyle suratıma şaka yapıyorum. Dedim bu kez ciddiyetle
-Ne var o zaman bu perşembe gecesinde? Diye çıkıştı Anıl.
-Bişey yok. Söylemek istemiyorum. Sorgulamayın. Melisa biraz saçmalıyor. Siz bakmayın ona. Dedim gözlerimi devirerek. Anıl biraz bozulmuş olacak ki elinde ki kadehi tek seferde dikti kafasına. Aptal sanki bana ne olacak az sonra beyin aktiviteleri ölecek olan sensin.
-Neyse eeee ne var ne yok konuşsanıza. Dedim konuyu dağıtmak istercesine. Herkes kendince sohbet ediyordu. Kadehlerin biri boşalıyor diğeri doluyordu. Kafaları bir milyon olmaya yaklaşmıştı. Sessiz kalan sadece Anıldı. Onun da sessizliği Talha'yla son bulmuştu.
-Oğlum filinta gibi herifsin. Kimse yok mu lan hala? Diye sordu elini Gül'ün omzuna atarak. Anıl sandalyedrn doğruldu. Kadehini biraz daha doldurken gülümsedi.
-Var. Dedi. Net bir şekilde Var demişti. Gül çakırkeyf bir halde sordu;
-Ooooo kim bu şanslı? Niye söylemiyorsun? Dedi. Anıl'ın gözleri beni buldu. Bakma Allahın aşkına bana bakma şu an.
-Tanıyorsunuz aslında. Dedi bu kez. Allahım sana geliyorum ne saçmalıyor bu asalak. Melisa'yla göz göze geldik. Ne ara bu kadar sarhoş oldu da ötmeye başladı bilmiyorum ama artık yolun sonuna gelmiştik.
-Tanıyor muyuz? Kimmiş. Dedi meraklı melehat ablamız.
-Evet tanıyorsunuz. Diline köpekler işesin. Sus lütfen. Allahın adını verdim sus. Melisa mal mal bakacağına bişeyler yap der gibi bir bakış attım kızcağıza.
-Hahah. Neyse bizi ilgilendirmez ya. Boşverin bakın ben size ne anlatacağım. Diye girdi araya. Benim kahramanım. Senin o kıvır kıvır saçlarına kurban.
-Yok sus bi dakika Anıl'ı dinliycem ben. Dedi bu kez Gül. Hakikaten belamızı aramak için toplanmış olmalıydık. Anıl karşımda oturduğundan bir yerlerini sıkıp işarette veremiyordum.
-Şimdilik kimseye söylemiyoruz. Gün gelince öğrenirsiniz. Dedi bu kez. Eee bu sarhoş değil ki. Sadece salak. Ellerim titremişti resmen. Midem biz kalkalım diyor. Kalbim ar gelir Osman ağam ar gelir, safiyeme karyola dar gelir havasındaydı. Anıl bende senin o ağzını kırayım emi.
-Vayyy demek gizli. Niye gizliyorsun lan. Alıp gelseydin ya kızı. Dedi Talha. Allahım birde zaten burda diyormuş şimdi. Tam ölmelik bir gün değil mi ya.
-O sevmiyor içki falan. Demekle yetindi Allahtan. Bu günde intihar etmeden bitecekti şükür ki.
-Aynı Bade gibi desene. Gül abla senden hiçbişey kaçmıyor hakikaten.
-Aynı. Yaaa aşkım benim. Ama böyle konuşmaya devam edersen ben şimdi gelip kucağına atlarım. Ağır hasarlısın zaten yapma bak.
-Yarın evi siyanürle yıkayacağım. Haberiniz olsun. Dedim. Bu gece sabaha kadar konu değiştirmek için çalışacaktım. aşikardı.
-Yine hastanelik olmada. İyi dileklerin ve nur saçan surat ifaden için teşekkür ederim Canım arkadaşım.
-Yok merak etme. Dedim kikirdeyerek.
-kaç kez hastanelik oldu ki? Diye sordu Anıl. Herşeyi öğrenmek zorundaymışız gibi davranmayı bıraksak mı artık.
-İki kere. Çamaşır suyula kafayı bulmuştu da. İnsanlığından şüphe ettiğim bir gün daha. Bu kız benim ecelim olacaktı ben onun değil.
-Manyak bu. Sabaha kadar banyoyu diş fırçasıyla temizlemeye çalışmış. Gül bulmasaydı ölecekmiş neredeyse. Üç gün çamaşır suyu koktu. Yanına yaklaşamazsın. Talha abi de benimle dalga geçtiğine göre artık dağılabilir miyiz. Ciddiden fiziksel olarak değil ama ruhen beni çökerttiniz bir gece de. Allahın ayyaşları sizi.
Anıl bana mal dercesine bakıyordu. Bişey de diyemiyor garibim. Bakma öyle kırgın kırgın sende bana aşıksın nenesi çılgın. Desem mi acaba şimdi. Yoksa kessem mi şu dilimi kökünden.
-Bade. Dedi Gül ciddiyetle. Belli bişey geliyor.
-Bi şarkı söylesene. Al işte. Lan sarhoş karı ben solist miyim? Burası pavyon mu?
-Ne şarkısı şimdi. Söyleyemem valla.
-Kız bi Karadeniz türküsü söyle nolur be. Senin Karadenizli olduğunla şakalı şüphelerim hala devam ediyor. Gerçi Karadeniz'de yaşamamışsın hiç. Sayıldığın da söylemenez zaten. Talha abinin babası Trabzonlu. Annesi Giresunlu. Ama burda doğup büyümüş. Karadenizli olmayıp kendini Karadenizli sanan, İzmir görümlü abimizdir kendisi.
-Hadi söyle bari. Bende dinlerim hem. Dedi Anıl bu kez. Sen dinliyorsun diye söyleyemiyorum diyemiyorum tabi. Utanıyorum oğlum anlasana.
"Söyle, söyle, söyle," diye feryatlar yükseliyor. Melisa el çırpıyor hatta. Ne yapalım söyleyelim bari
Derken herkesi unutup sadece Anıl'ın gözlerine bakıyordum. Az önce konuşmaları yüzünden o kadar saydıran ben değilşim gibi. Türkü bitti ben hala bittiğim gözlere bakmayı bırakamıyordum.
Alttan Melisa'nın dürtmesiyle kendime gelmiştim. Gözlerimi devirip kolamdan bir yudum daha aldım. Ah kola kardeş inan benim yangımı sen söndüremezsin. Boşuna uğraşma. Kola "Ben ne alak." Dese yeriydi. Herşeyi duygusallaştırmam normal değildi. Bende normal değilim zaten.
-Dakikalar sonra yeni yıla giricez. Neler diliyorsunuz bakalım. Dedi Melisa yarı açık gözleriyle.
-Ben bir ömür Gül ile gül gibi yaşamayı diliyorum. Dedi eski playboy abimiz.
-Bende seninle bir ömür mutlu huzurlu yaşamayı diliyorum. Birde tartışmasız, kavgasız. doğru çok tartışıyorlar. Aşktan hep bunlar. Merak etmeyin dileğiniz kabul oldu gibi vibe alıyorum evrenden.
-Bende aşk diliyorum. Birde bol para, birde, sağlık, birde hukuk kazanmayı diliyorum bu sene. Birde....
-Evren hep sana mı çalışacak? Dedi Talha haklı olarak. Hepimiz kahkahaya boğulmuştuk.
-Ben dileğimi söyledim saatler önce. Diye ekledi yakışıklı prensim. Herkes ne dileğini merak eder gibi baktı Anıl'a. Anıl ise bana baktı. Herkes bana döndürdü bakışlarını.
-Sen ne diliyorsun Bade? Gül hanım meraklı yine. Herkesin dileğini öğrenmeden rahat vermeyecek belli.
Ben şimdi nasıl söyleyeyim, " Bir ömür Anıl'ın dizinin dibinde olmak istiyorum. Bir gece değil binbir gece birlikte uyuyup uyanmak istiyorum. Her geçen gün dolup taşmasını istiyorum sevgimizin, her gün ilk günmüş gibi olsun istiyorum." Diye nasıl söyleyeyim şimdi.
-Terk edilmek istemiyorum. Sevdiklerimin hep yanımda olmasını istiyorum. Yutkundum. Annem babam gibi beni terk etmesinler, bir başıma bırakmasınlar istiyorum. Diyebildim gözlerim dolarken. Herkes buz kesmişti. Belli ki böyle bir cümle beklemiyorlardı benden. Neden ki acaba? Ben başka be dileyebilirim ki. Ve ekledim;
-Birde kar yağmasını istiyorum. Böyle lapa lapa kar yağsın istiyorum. Bu kez yüzlerde belli belirsiz tebessüm oluşmuştu. Anıl gözlerimin dolduğunu, hatta taşmak için hazırda beklediğini sezdiğinden olsa gerek bakmıyordu yüzüme. Bakarsa daha da duygusallaşacağımı biliyordu.
-777, 835, 520, 418, 1176. Diye evrene kodlar göndermeye başladı Melisa yüksek sesle. Ben anlamıştım ama diğer Y kuşağı garibanları ne diyor bu salak diyerek bakıyorlardı.
-Aminn. Diye bir ses yükseldi Talha abiden. Ve yine hepimiz kahkahaya boğulmuştuk.
artık dakikalar kalmıştı. Dakikalar sonra yeni yıla girecektik. Hızla yerimden kalktım. Geri sayımdan önce mide bulantımı bastırmak için elimi yüzümü yıkamam gerekiyordu.
-Ben bi lavaboya gidiyorum. Seneye görüşürz. Diyerek ortama ölüm sessziliğini bırakmıştım. Arkamdan tiksintiyle seslendi Melisa;
-Senin saçın uzun aklın kısa haberin olsun.
Haklısın aklım artık benimle değil. Beni terk eyledi, aklım, fikrim, kalbim hep başkasındaydı artık. Bundan ziyadesiyle memnun olmam da benim şapşallığım olsundu.
Elimi yüzümü yıkamadan önce akmaya başlayan makyajımı temizledim. Sonra avuçla suyu boca ettim kızaran suratıma. Bir iki kez tekrarlandı bu. Buz gibi suyu suratıma yapıştırıyordum. Anca kendime gelecektim. Fena bir gece oluyordu benim için. Kafamı kaldırıp aynaya baktığım da ayna da yansıyan sadece benim görüntüm değildi. Tam arkamda durmuş beni yiyecekmiş gibi bakan Anıldı bu. Hızla arkamı döndüm. Koridora doğru kafamı uzatıp ortalığı kontrol ettim.
-Ne yapıyorsun burda. Niye geldin delirdin heralde. Demeye kalmadan göğsümü göğsünde, dudaklarımı ise onun dudaklarında hissetmiştim. Belimden kavramış göğsüne koyup uzaklaştırmaya çalıştığım ellerime aldırmadan kendine çekiyordu. Sanki kendine değil de içine çekiyordu. İçine hapsetmek istiyordu. Dudaklarını ayırdı alnını alnıma dayadı. Nefeslendi bir kaç kez.
-Seni burdan alıp kaçırmak, götürmek istiyorum. Bizi hiçkimsenin bulamayacağı yerlere gidelim desem gelir misin benimle? Dedi. Sanırım çok sarhoştu. Ya da cesaretli. Hiç tereddüt etmedim.
-Gelirim. Nereye istersen oraya gelirim. Dedim tek nefeste.
-Gözümün nuru, Ömrümün baharısın. Sensiz bir an yapamam ben. Sakın beni terk etme. Sakın beni bırakma tamam mı? Dedi sesi ağlamaklıydı.
-Beni nefessiz bırakma sakın. Yalvarıyorum sana. Diye ekledi sözlerine.
Anıl başkaydı sanki. Bu kez yalvarır gibi konuşuyordu. Gerek yok ki. Ben seni nasıl bırakırım? Ben senin nefesinken, sen benim sebebimken bırakmam mümkün mü?
-Asla. Asla bırakmam ki seni ben. Niye böyle şeyler söylüyorsun.
-Seni çok seviyorum. Dedi tekrar dudaklarıma yapışırken. Gerçekten delilikti bu. Biri görürse mahvımız olacaktı. Ama bizim umurumuzda değildi. Umrumuzda olsa, ayağımla kapıyı kapayıp, tek hamleyle beni kapıya yapıştırmazdı. Kapıyla kendi arasında nefesimiz kesilene kadar deli gibi öpüyorduk birbirimizi. Korkusuz muyduk yoksa bu kadarı aptallık mı bilmiyorum. Bilmediğim herşeyin içinde buluyorum kendimi. Üstüne pişmanlık şöyle dursun bir de gurur duyuyorum. Hakikaten benim saçım uzun aklım kısaydı galiba.
-Badee nerdesin? Diye seslenene Melisaydı şükür ki. Kapının dibine kadar gelmiş olmalıydı. Hızla ayrıldık birbirimizden.
-Geliyorum banyodayım. Dedim hemen. Anıl'a gidiyorum der gibi bakıp açtım kapıyı. Melisa bir bana bir Anıl'a baktı. Kapıyı geriye kapadım. Anıl içerde biz ise salona gidiyorduk.
-Allah belanı vermesin. Kirlendin artık gözümde. Mal . Ya bir kes artık. Gerçekten hiç yardımcı olmuyorsun şu an.
-Ne diyorsun sussana. Dedim koluna hafif vurarak.
-Dokunma bana pislik. Dedi iğrenerek.
-Ne pisliği. Zırvalama boş boş. Kaşlarımı çatmıştım korkar belli diye ama nafile.
-Ağzından mı öptün. Yaptın mı bunu?
Allahın cezası pislik kes sesini ya.
-Götünden öptüm Melisa. Oldu mu? Yeter artık. Benimki de can.
-Sen onu da yaparsın.
-Yaaa sabırr yürü artık. Sus bişey söyleme. Leş gibi korkuyorsun zaten. Konuşma yüzüme yüzüme. dedim ve az önce ne yaptığım aklıma gelerek duduağını ısırdım.
-Öpsem miden bulanmazdı. Öpmedim diye bunlar.
bu sefer haklısın. Konuş be kadın. Haklıysan susma konuş.
Zar zor çeke sürüye içeri götürmüştüm. Talha'yla Gül koltuğa geçmiş bekliyorlardı bizi. Karşılıklı oturmuştuk. Anıl da gelmişti usulca. Ve artık geri sayıma saniyeler kalmıştı. TV de ki programlardan biriyle birlikte başladık saymaya. Sayarken birbirimize baktık hep. Yeni yıla nasıl girersen öyle gidermiş neticede. 5, 4, 3, 2, 1, Veeeeeee hoşgeldin yeni yılllll. Güzellikler getir. Sadece getir ama hiçbirşey götürme olurmu? Ufaktan çalan şarkılarla iyice coşmuşlardı. Elimde ki telefonla videoya alıyordum hepsini. Gül ve Talha Dans etmeye başlamıştı. Melisa kafasından çevirmeye çalıştığı kadehi üstüne başına döküyordu. Anıl ise kendi halinde oturuyordu öylece.
Dakikalar kovaladı dakikaları. Bunlar bu halde bir yere gidemeyeceklerine göre mecbur burada kalacaklardı. Anıl gidecekti sonuçta yatağıyla benim salonumun arasında on beş adım vardı. Melisa gidemezdi. İçti sıçtı koktu. Hepsine sırayla yatak yaptım. Melisa salonda uyuyacak. Gül ve Talha eski odam da. Anıl gidiyor. Ben ise gitmesini istemiyorum. Ama bazen isteklerimiz olmuyor ne yapalım. Zaten çaktırmıyorum ama o da leş gibi kokuyor. İkinci defa kötü koktuğuna şahit oluyordum. Yakışmadı sana Anıl Arslan. Ben senin hep mis kokunu hatırlamak istiyorum.
Saat gece üç olmuştu. Hepsi horul horuldu ben hariç.
Uyuyamıyorum bir türlü. Gayet iyiyim. Ama uykum gelmiyor. Halbu ki hayvan gibi yorgunum. Kapa gözünü kızım. Kapa ki yarın sürünme yerlerde. Bugün iki kere öpüştük benim prensle. Bu da az değil ha. Talha'ya libido derken bu onu bastırıyor. Uslanmaz sümüklü böcek.
♾️
saniyeler, dakikalar, saatler, günler geçirdik birlikte. Mutluluktan, aşktan ölmek istediğimiz anlarımız oldu. Tüm dünyayı, herkesi bıraktık ardımızda. Sadece biz vardık. İkimiz. Başka kimse yoktu sanki. Benim Melisa'm vardı. Onun ise annesi ve küçük kız kardeşi. Geri kalan herkes bize baş kaldıracak gibiyd. Başka kimsemiz yokmuş gibi sarıldık birbirimize. Bizi bizden başka kimse anlamayacaktı. Biliyorduk. Anlasalarda anlamayacaklardı. Nasıl sevdiğimiz, nasıl yandığımızı görmeyeceklerdi. Bilmeyeceklerdi, bizim birbirimizin nefesi olduğumuzu. Birbirimize muhtaç olduğumuzu kimse bilmeyecekti.
Bir sürü anı biriktirdik kısacık zaman da. Birlikte resimler çizdik, şarkılar söyledik. Kitaplar okuduk, şiirler söyledik. Oyunlar oynadık, filmler izledik. Bir günümüz bile ayrı geçmedi. Bir dakikamız bile boş değildi. Birlikte yemek yaptık. Yaktık, beceremeik, bıkmadık tekrar yaptık. Yedik içtik. İskelemize gittik defalarca. Beni ilk öptüğü yere. Aşkını haykırdığı yere. Fotoğraflar videolar çektik. Uludağ'da ki fotoğraflarımızın hepsini bastırıp bana getirdi bi gün. Küçük bir albüme yerleştirmişti özenle. Her fotoğrafın arkasına farklı bir şiir yazmıştı. Ben albüme hayran hayran bakarken,"Dikkat et, hayatım iki parmağının arasında." Dedi. Gerçekten hayatı parmaklarımın arasındaymış gibi hissettirmişti. Dizlerinde uyuttu. Dizlerimde uyudu.
Saçlarımı okşadı, öptü, öptü doymadı sanki. Ve en bombasına geliyorum. Hani yılbaşı gecesi bişey göstereceğim demişti de unutup deryalar dalmıştık ya, ha işte aklımı yerinden oynatacak bişey yapmıştı.
Kolunda ki pusula dövmesi, Güney batıyı gösteren kırmızı göstergenin karşına Kocaman B.V.S yazdırmıştı. Bu bendim. Bade Vuslat Sağlam.
"Benim bütün yollarım sana çıkar, benim pusulam sadece seni gösterir." Diyerek açmıştı omzunu. Benim kolumda ki dövmeninse acısı geçmişti artık. Sadece Anısı kalmıştı. Bu kadar anıyı kısacık zamana sığdırmanın verdiği mutlulukla yaşıyordum artık. Kalbim onunkiyle birlikte atıyordu. Onun ki de benim kalbimle birlikte. Biz biz değildik artık. Birdik. Hep birlikte olmaya binlerce kez söz vermiştik. Sözlerimizi tutmaya yemin etmiştik. Ömrümün prime dönemindeydim sanırım. Bu kadar mesut olmak hafif bir sarhoşluğa sebep olmuştu bende. Aşk sarhoşuydum. İçmeden sarhoş olmak mümkünmüş. Anlamıştım bunu. En başta Anıl'ı istememiştim hiç. Hatta bana karşı olan ilgisini fark edince ondan uzaklaşmıştım. Sırf "Benim sevdiklerim beni terk ediyor. O da bir gün beni terk eder." Diye düşündüğüm için. Ama yanılmıştım. Ben onu terk etmiştim o ise benden bir saniye bile vazgeçmemişti. Bu da beni ona daha çok bağlamıştı. Ben terk edilmeye mahkumum sanıyordum. Değilmişim. Terk ettiğim adamın vazgeçmeyişinden anladım bunu. Ömür gelip geçiyor, bize vedalar değil, vefalar gerek. Sönmesin içimizde ki ateş, bitmesin yüreğimizde ki sevgi, dinmesin dudaklarımızda ki tutku. Bakışlarımız hiç solmasın, ruhumuz hiç yorulmasın...
♾️
-Üfle ama dilek dilemeyi unutma sakın. Dedi Melisa elini omzuma koyarak. Harika bir doğum günü partisi hazırlamışlardı bana. Sevdiğim herkes buradaydı. Sınıf arkadaşlarım, Melisa'm. Gül Talha, sevdiğim bütün öğretmenlerim, Sevgilim...
Bugün 25 ocaktı. Doğumuyla annesine ve babasına hediye olan, on yıllık çocuk hasretlerini bitiren, babasının Bade'si doğmuştu Bugün. Çocuk hasretiyle yanıp tutuşan annesinin Vuslatı doğmuştu. Onlar yoktu artık ama beni seven çok insan vardı etrafımda. Herkes benim için burdaydı. Beni mutlu etmek için ellerinden geleni yapmışlardı. Annem ve babamın vefatından sonra ilk kez doğum günü kutluyordum. İlk kez mum üflüyordum. Benim yaşamamın ne anlamı var diye kahrederken kendimi, şimdi yaşamak için sebepler arıyordum kendime. Ve en büyük sebebim tam karşımda aşk dolu yüreğiyle, dolu dolu gözleriyle bana bakıyordu. Dilek dilememi istiyorlar, ben Anıl'dan başka ne dileyebilirdim ki? Muma doğru eğilip kapadım gözlerimi, "Allahım hep yanımda olsun, yalvarırım sana." Dedim sadece. Çünkü başka isteyebileceğim bişey yoktu Allahtan.
Herkes eğleniyor, dans ediyordu. Anlık bir refleksle Kalbime dokundum sol elimle. Anlamsızca bir sıkıntı hasıl olmuştu yine. Tam olarak vurulduğum gün ki gibi bir sıkıntı. Hatta daha da beter diyebilirim. Kalbimi söküp atmak istedim o an. En mutlu olduğum zaman da ne diye saçmalıyordu ki? Niye benim içime kurt düşürüyordu. Kendimi böyle saçmalıklarla üzecek değildim umrumda bile değil. İsterse kalbim ağzımdan çıksın mutsuz olamayacaktım.
Herkes sırayla kocaman sarıldı bana. Bu kadar sevgi selinin içinde pofuduk bir ayıcığa dönüşmüştüm adeta. Anıl seri adımlarla yanıma yaklaştı. Diğerleri gibi sarıldı, sarılışının sıcaklığını sadece ben hissedebiliyordum. Kulağıma
-İyi ki doğmuşsun, iyi ki benim olmuşsun. Hayatında hep var olmamı dileğini biliyorum. Söz veriyorum her doğum gününde sana ilk sarılan ben olacağım. Diye fısıldadı. Sonra Bir eli arkasında diğerini tüm centilmenliğiyle bana uzattı
-Doğum günü kızı bana bu dansı lutfeder mi?. Dedi nazikçe. Benim için reddedilemez bir teklifti. Uzattığı elini tuttum. Usul usul ayaklandım. Parmak uçlarımda yürü gibi ilerledim arkasından. Bütün gözler bizim üstümüzdeydi biliyorum ama yanlış şeyler düşünecek değillerdi. Ne de olsa benim doğum günümdü ve herkes benimle dans etmek istiyordu. Özgürle bile dans etmiştim. Talha abiyle. Hepsi centilmen birer erkekti ama benim şair sevgilim bir başka tabi ki.
Sanki kıymetli bir mücevhere dokunur gibi dokundu belime. Elimi aynı özenle koydum omzuna. Gözlerinin içine baktım sadece. Milim kaydırmadan, başka hiç kimseyi görmeden sadece gözlerinde ki kendi yansımama baktım.
-Her zaman ki gibi çok güzelsin. Şarkı da çok güzel. Dedi etrafa da ufak bir göz atarken.
Çalan şarkı ise bize yazılmış gibiydi sanki.
"Bilmezdim bu derdin, seni yolundan,
Beni solumdan, edeceğini.
Bilmezdim en sessiz yanımdan,
Yağmuruna kan terleyeceğimi."
-Seni severken bilmiyordum, beni kendimden edeceğini. Dedim gözlerimi gözlerinden çekmeden.
-Bende bilmiyordum birgün gerçekten nefes alabileceğimi. Dedi. Gülümseyerek dansımıza devam ediyorduk.
-Herkes bizi izliyor. Dedim etrafa sahte gülücükler gönderirken.
-Farkındayım ve umrumda bile değil. Gerçekten umrunda değilmiş gibi bakıyordu bana. Ama benim umrumdaydı.
-Yine de bu kadar yeter ha. Oturalım.
-Hayır oturmuyoruz. Bakarlarsa baksınlar. Dedi umarsızca.
-Lütfen hadi. Dedim gözlerimle yalvarır gibi bakarken.
-Bade bakma şöyle. Dedi kafasını etrafa çevirerek.
-Nasıl bakmiyim?
-Bana adam bile öldürtebilecek gibi işte, ne istesen sorgusuz sualsiz yaptıracak gibi. Dedi derin nefesini verirken.
-Ne istesem yaparsın yani öyle mi?
-İstemene fırsat vermem merak etme. Yapmak için. Diye heceledi.
-O zaman benimle bu akşam iskele de buluşur musun? Dedim tekrar etrafa gülücükler savururken.
-Hava çok soğuk hasta olursun.
-Olmam. Hem gece sekiz, dokuz gibi kar yağacağını duydum. Belki izleriz birlikte. Dans ederiz kar altında. Olmaz mı?
-Yağacağını sanmıyorum ama seninle cehennem de bile buluşurum. Yaaa manyak adam. Beni deli etme insan içinde kendini öptürtme.
Kendime gerçekten zor hakim oluyordum.
Nihayet şarkı bitmişti. Zar zor da olsa ayırmıştım kendimden ellerini. Herkes hediyeler almış koca bir masanın üstü tamamen hediye paketleriyle doluydu. Hepsini burada açmam imkansızdı.
-Herkese çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız. Bugün Burda beni yalnız bırakmayan hepinize binbir kez teşekkür ederim. Dedim masanın başına geçerken.
-Hediyelerinizi eve gidince açmak isterim. Her birini özenle açacağımdan şüpheniz olmasın. Dedim hediyeleri seyrederken.
-Bende öyle düşünmüştüm. Bu kadar paketi toplayamayız. Kaybolurlar falan. Diye beni destekledi Melisa.
Ve herkes kaldığı yerden eğlencesine devam etti. Saat beş olmuştu. Yorulmuştuk. Teker teker vedalaşıp ayrılıyordu herkes. Melisa ve Anıl hediyelerimi Anıl'ın aracına taşıyorlardı. Ben ise misafirlerimin hepsini tek tek öperek uğurluyordum. Bir günde bu kadar insanı öpmemiştim. Herşeyin bir ilki vardır. Ama en büyük öpücüğümü Anıla saklıyordum.
Eve varır varmaz üzerimi değiştirdim. Mor renkli yine payetli, uzun kollu ve kol uçları otrişli mini bir elbise giyinmiştim. Saçlarım dağınık güzel bir topuzdu bu kez. Ama toplamaya çok alışık olmadığımdan saç diplerim acımaya başlamıştı. Hepsinden kurtulup kendi sadeliğime geri dönmüştüm. Üzerime triko siyah bir elbise giyindim. Saçım zaten dalgalı olduğu için öylece bıraktım. Üzerime siyah bir kaban giydim. Sadece telefonumu alarak çıktım evden. Anıl'dan önce gidip biraz nefes almaya ihtiyacım vardı. Gerçekten yorgundum ve kalbimi sıkıştıran şu sancıdan da kurtulmam gerekiyordu. İskeleye gidip oturdum. Hava soğuk değildi. Hatta anlamsızca ılıktı. İnşallah kar sıcaklığıdır. Diye dua ettim.
Anıl ne almıştı çok merak ediyorum. Keşke en azından onun hediyesini açsaydım. Acele ettim. Ne vardı erken gelecek.
Dedem de defalarca aradı bugün. Ne hediye istersin diye sorup durdu. Hiçbişey istemiyorum desem de biliyorum duramayacaktı. Geçen sene araba almıştı ve ben bir kez bile binememiştim. Ama artık değişecekti bu gidişat. Yapmaktan çekindiğim herşeyi korkusuzca yapmaya karar vermiştim. Bugün gözlerimi bir başka açmıştım sanki. Sanki başka bir Bade olarak uyanmıştım. Radikal kararlar almak için doğum günümü seçmek kadar doğal ne olabilirdi ki.
Burnuma gelen tanıdık kokuyla dağıldı tüm dikkatim. Cebime soktuğum ellerimi çıkardım. Ayağa kalktım hızla. Anıl bir eli arkasında Bana doğru yaklaşıyordu. Yanıma gelince tek elini bana uzatıp kendine doğru çekti. Diğer elini ortaya çıkardığında yine minnet dolu gözlerle bakmama sebep olmuştu.
Koca bir buket şakayık ve koca bir keseyle Kestane vardı elinde.
Şu an hiçbirşey beni bu ikili kadar mutlu edemezdi. Pardon bu üçlü kadar. Anıl, şakayıklar, kestane. Bakmaktan, yemekten ve koklamaktan asla bıkmayacağım vurucu tim karşımda duruyordu. Elinde ki çiçekleri dişlerim gözükecek kadar gülümseyerek büyük bir heyecanla aldım. Boynuna atlamıştım resmen.
-Delisin sen? Yine ne ara çıkıp aldın?
dedim. Gerçekten minnet borçluyum bu adama. Beni yer zaman farketmeksizin en ince ayrıntılarla mutlu etmesini biliyor.
-Çıktım işte boşver sen onu. Adem amcanın çok selamı var. Gel bakalım buraya. Diyerek iyice kendine çekip gözlerimden öptü önce, sonra ise alnımdan. Gözlerimden adem amca yerine öpmüştü. Alnımdan ise kendi için.
-Adem amcadan mı aldın kestaneleri? Dedim heyecanlı sesimle.
-Evet. Her zaman ki yerindeydi. Melek kızıma söyle iyi ki doğmuş dedi. Başımı yana yatırdım teşekkür manasında.
-Sen ne dedin peki?
-Melek kızın gerçekten melek gibiydi Bugün dedim.
-Bitanem teşekkür ederim. Bak bugün yeterince teşekkür ettim. Daha fazla teşekkür ettirme bana. Diye hafif sitemle gülümsedim.
Elinden tutup tekrar banka yaklaştım. Çiçeği yavaşça kenara bırakarak dip dibe olacak şekilde oturmuştuk. Başımı omzuna yaslayıp, elini sıkıca tutmuş ve sanki kaçacakmış gibi koluna sarılmıştım. Başını başıma yaslamıştı. Öylece sessizce kaldık dakikalarca. Gecenin uğultusunu dinledik. Denizin dalgalarını, kuş seslerini. Huzurun tarifi nedir deseler tam olarak bu anı tarif ederdim. Öyle büyüleyici, öyle güzeldi ki ben bile gerçek olduğundan şüphe duymuştum. Başımı hafifçe yukarı kaldırdım. Anıl'la burun buruna gelmiştik. Ben bu herifin kokusuyla baş edemiyordum. Daha ilk nefeste mağlup olmuştum. Gülümseyerek baktım yüzüne.
-Sence kar yağar mı? Dedim yağar demesini bekler gibi.
-Yağar. Dedi. Yağmasa bile tövbe haşa yağdıracak gibi konuşmuştu.
-Karda dans ederiz. Yürürüz. Çok istiyorum. Dedim bu kez.
-Bade biliyor musun ben ilk defa bugün seninle dans ettim ömrümde. Dedi gözlerini denize çevirerek.
-Gerçekten mi? Hayrete düşmüştüm. İlk defa dans eden biri değilmiş gibi dans ediyordu çünkü.
-Gerçekten. Hiç bir kadınla dans etmedim daha önce. Bu kez sesi ciddiydi. Çünkü doğruydu. Doğruydu. Şaka yapmadığı ve geçiştirmediği sürece sesi hep ciddiydi. Ciddi söylediği şeylerin gerçektliğinden şüphe etmiyordum artık. Çünkü tanımıştım onu. O da beni.
-Anıl. Dedim şöyle konuşma dediği ses tonumla.
-Hıı dedi yine. Sadece Anıl olduğunu kabul ettiği ses tonuyla.
-Bana şiir okusana. Lütfennn. Biraz nazlansam zararı olmaz. Çünkü benim en nazlı olmam gereken günümdü bugün.
-İstediğin bişey var mı, kafama göre mi takılayım. Dedi alaylı sesiyle. Koluna hafifçe vurdum.
-Yaaa Anıllll. Romantik olsun bana fark etmez. Dedim bu kez.
-Sana okunan herşey romantik olmak zorunda. Ama kestanelerini ye. Soğumasın.
-Tamam ben sessizce kırıp yiyecem sen oku.
Okurken sadece ona odaklanmam gerekiyordu. Değil birşey yemek, nefes almak bile istemem şu an. Yeter ki kulağıma senden başka hiçbir ses ilişmesin.
Seni böyle seversem asarlar beni
Bir deniz fenerinin söndüğünü görürsün
Evlerine kapanır gemiler
Sis basar bütün limanları
Seni böyle sevdiğimi bilseler
Asarlar beni
Yokluğunu anlatırlar önce bir güzel
Dudaklarım çatlayınca susuzluğuna
Sabah beş buçukta ipe çekerler
Seni böyle sevdiğimi bilemezler
Bilseler de bilemezler
Ay batar
Gün doğar
Yer oynar yerinden
Duyamazlar..
İlk defa okuduğu bir şiir bana hüzün getirmişti. Çok güzel, bir o kadar da kasevetliydi. Gözlerim denizden çektim. Gözlerine baktım.
-Çok güzeldi, ama çokta üzücü. Dedim kasvetli sesimle.
-Evet biraz kederli, ama en sevdiğim şiirlerden biridir. Dedi bilmiş bilmiş. Zaten bişeyi de bilmesen şaşardım. Der gibi devirdim gözlerimi.
-Bende sana şarkı söyliyim mi? Dedim hevesle bu kez.
-Sen bana şöyle sıkı sıkı sarılsan olmaz mı? Sussak. Hiç konuşmadan binlerce şey anlatsak birbirimize. Dedi sıkıca kolları arasına alırken.
-Eski günlerde ki gibi. Dedim tebessümle.
-Eski günlerde ki gibi. Dedi tebessümle.
Bilmem kaçıncı kestaneyi dünyanın en lezzetli şeyi gibi çiğniyordum.
-Çok mu seviyorsun kestaneyi? Diye sordu.
-kestaneyi değil kokusunu seviyorum. Dedim kendimden emin bir şekilde.
-Nasıl yani? Diye sordu bu kez.
-Üç kez kestane yiyorsam ikisi kokusu için. Dünyanın en cezbedici kokusu. Zehir olsa kokusu için yerim. Öyle bir tutku bende kestane. Babamdan hafta bir isterdim. Alırdı. Şimdi de sen alıyorsun işte. Bende hevesle yiyorum.
Derken yutkunmuştum. O ise gözlerinden çekti gözlerini. Denize döndü tekrar. Başımı eğip bir kestane daha aldım keseden. kabuğunu kırıyordum ki dizimin üzerine düşen kar tanesiyle allak bullak olmuştum.
Kafamı hızla yukarı çevirdim. Kocaman kocaman kar taneleri dökülüyordu başımızdan aşağı. Hem de sicim gibi. Resmen hayallerimden daha güzeldi görüntüleri. Ayağa nasıl fırladım bilmiyorum bile. Kollarımı açarak yağan tanelere karşı etrafımda yavaşça dönmeye başladım. Her tane taa içime nüfuz ediyordu sanki. Dileğim gerçekleşmişti. Kar yağmasını diledim, yılbaşı ve mum üflerken dileğim kar dileğimden daha güzel yağıyordu. Saçlarım savruluyor, ben ise Leyla oluyordum. Hemen telefonu çıkarıp kendimi kayda almaya başladım.
Dileğim gerçekleşti diye bağırırken kendimi kayda aldım. Dedem'e ve Melisa'ya gönderdim derhal.
Anıl ise yüzündeki gülücüklerle bana bakıyordu. Ağır ağır doğruldu yerinden. Yanıma yaklaşıp hala sevinçle, çocuklar gibi dönen bedenimi durdurdu. Yüzümü avuçları arasına alıp alnımdan öptü defalarca. Göğsüne bastırıp sıkı sıkı sarıldı. Karla birlikte en romantik saatlerimizi geçiriyorduk sanki.
-Bu gece birlikte uyuyalım mı? Dedim kapalı gözlerimle. Hiç beklemeden cevap verdi.
-Uyuyalım.
Belinden aşırdığım kollarımı daha da sıktım. Daha sıkı sarıldım.
Saçlarımı öptü. Derin derin çekti kokumu içine.
Belimden çözdüğüm ellerimle sakallarına dokundum. Bu kez boynuna sarıldım sıkıca. Bende derince çektim kokusunu içime. Sanki bir daha koklayamayacak gibi çektim hemde. İlk kez kokluyormuşum gibi çektim. Boyun girintisini öptüm. Sonra yanağını.
Yüzünü avuçlarım içine almıştım. Gözlerine baktım gülümseyen gözlerimle
-Ne kadar sarılsam da, ne kadar öpsem de hiç bitmeyecek bir özlem var içimde sana karşı. Dedim kısık sesimle.
-İnan ne demek olduğunu benden iyi kimse bilemez. Dedi. Yavaşça yaklaştı dudakları dudaklarıma. Nefesi nefesime değiyordu artık. Dudaklarının sıcaklığını hissetmeye başlamıştım. Saniyeler sonra cenneti dudaklarımda hissedecektim. Derin bir iç çektim. Uzun bir nefes verdim. 1
Kim bu münasebetsiz şimdi. Tam da zamanıydı yani. İkimizde kapadığımız gözlerimizi aralamıştık. Anıl'ın gözüne baktım. Bağıran kişiyi görememiştim henüz. Anıl'ın arkasında olmalıydı. Ellerini yüzümden ayırdı hiddetle.
Bende ondan ayrıldım hemen. Arkasına dönüp baktığında ifadesiz bir hal vardı yüzünde. Muhtemelen tanıdığı biriydi ve bu özel anımızı bozduğu için sinirlenmiş olmalıydı.
Gözlerimi arkada ki kadına çevirdim. Genç güzel bir kadındı. Sarışın belli ki renkli gözlü. Üzerinde beyaz bir kaban vardı. İnceledim epey. Anıl hala cevap vermemişti. Kadın tekrarladı
-Anıl Merhaba.
Belki de bir öğretmen arkadaşıdır diye tahmin ettim ve umarım zor duruma düşmez diye geçirdim içimden. Anıl'dan bir iki adım uzaklaşıp bankın üzerinde ki kestane kesesini aldım elime. Bir kestane daha attım ağzıma. Kadın usul usul yaklaştı Anıl'a. Şüphe duymayacağıma dair söz verdiğim için rahattım belkide. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı.
-Sen telefonlarıma cevap vermeyince bende yüz yüze konuşmak için geldim. Dedi bu kez. Anıl buz kesmişti. Kurduğu cümleyle bende öyle.
-Eee bişey söylemeyecek misin? Diye tekrarladı.
Kimdi bu kadın ve benim sevgilime neden hesap soruyordu. Benzi soluktu. Soğuktan olmalıydı. Biraz da gıcıktı sanırım. Bizim okuldan değildi. Belki başka bir okuldan öğretmen arkadaşı mıydı? Belki de Nesrin ablasıydı. O da Hüma gibi Sürpriz yapmıştı. Bir iki adım atarak Anıl'a yaklaştım. Gözlerini ayırmadan dehşet içinde kadına bakıyordu. Havadan daha soğuktu şu an ki ortam. Kimsin sen kadın? Niye burdasın? Niye Anıl'a dik dik bakıp hesap soruyorsun? Anıl'ın eline doğru uzattım elimi. Çok yakındım zaten eline. Hafifçe ileri kaldırmam yetmişti. Tam omzunun arkasındaydım.
Tutmadı. Elime baktı. Sonra tekrar çevirdi yüzünü kadına. Buz kesen elimi geri çektim hemen. Kadın ise gözlerini ayırmadan bakıyordu Anıl'a. Sonra Gözlerini bir an bana kaydırdı. Gözlerimin içine düşman gibi bakıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Anlayamıyordum. Anıl neden susuyor bilmiyorum. Cevap verde gitsin artık der gibi baktım yan profiline. Kadın Elini uzattı bana.
-Merhaba tatlım, ben Çiğdem. Dedi. Uzattığı eline baktım önce. Sonra bakışlarımı tekrar Anıl'a çevirdim. Anıl ise bana korktuğumun başıma geldiğini ifade eder gibi bakıyordu. Yüzü kireç gibi olmuştu. Alnında ki terleri görebiliyordum. Sakın bana öyle bakma. Nolur öyle bakma bana. İnsana sevgilisine öyle bakmaz. Güzel bak bana. Beni asla bırakmayacakmış gibi bak. Neden bana mahçup ve utançla bakıyorsun? Neden elimi tutmuyorsun?
Ve ekledi kadın;
-Anıl'ın müstakbel Karısı...2
İnsanın aldığı nefes titrer mi? İçine çektiği nefes ciğerlerini yakar mı?
İnsan yutkunmak isterken nasıl yutkunamaz, nasıl yutkunmaya bile gücü yetmez?
Sen karşımda ki koca koca laflar dizdiren adam, sen nasıl karşında ki yalan söyleyen kadına hiçbirşey söylemezsin?
-İkinizde dilinizi yuttunuz galiba. Anıl sana söylüyorum kim bu kız? Bi izahın vardır inşallah.
İzahı hak eden sen misin? Yoksa az önce sıkı sıkı sarıldığı adam tarafından nefesi kesilen ben mi?
-Hoşgeldin Çiğdem. Dedi. Sesi ifadesizdi. Titremiyordu. Üzgün de değildi.
-Hoşbulduk. Bu hanım kim? dedi yine zebani gibi dikilen kadın.
Anıl bu kez yutkundu. Öyle bir yutkundu ki gırtlağı çökecekti neredeyse. Dolmaya başlayan gözlerime baktı. Sonra
-Öğrencim, bir öğrencim sadece. Sohbet ediyorduk öyle.
Binalar yıkılmadan önce gerekli tedbirler alınır, yıkım ekibi temkinli ve usulca halleder işlerini. Benim şu an tepeme çöken binayı kimse kontrol etmemiş olmalıydı. Karnıma sertçe vurulan balyozu kim tutuyordu peki? Ya şu boğazıma çöküp, bana nefes aldırmayan yumru neyin nesiydi?
Bade sadece kabus, merak etme birazdan uyanacaksın ve kabus olduğunu anlayacaksın. Sakin ol ve kendini çimdikle.
Hayır kabus değil. Kabus değil bu benim ödümün patladığı gerçeğim. Bu benim yaşamaktan korktuğum, korktuğum ama sırf Anıl üzülmesin diye yuttuğum gerçeğim.
Açılmayan telefonlar, gizlenen o koca sır ete kemiğe bürünmüş halde karşımda şimdi.
İşte şimdi ben korktuğum şeyle karşı karşıya, göz gözeyim.
"Sadece öğrencim. Sohbet ediyorduk". Sadece öğrencin miyim ben senin. Hani Gözümün nuru, Ömrümün baharı? Hani nefesim, hani Sönmeyen yangınım? Hani sonsuzluğum, hani seni sevdiğimi bilseler asarlar beni?
Hani sevmezsem öleceğim? Hani seversemde sevgimden öleceğim?
Hani nerdesin Anıl?
Elimde ki kestane kesesi şiddetle düştü yere. Bana uzatılan ele baktım öylece. Gözümden akan yaşı sildim elimi zar zor kaldırarak. Anıl'a çevirdim bakışlarımı. Bakmıyordu bana. İlk defa en ihtiyacım olduğu anda bakmıyordu. Kadın ise gözlerini ayırmadı gözlerimden. Gözüne bakıyorum Anıl. Cevap versene. Lütfen cevap ver. Kötü bir şaka de. Seni kandırdım de. Seni üzmek istedim ama şakaydı de.
Susuyordu. Dili kopmuş gibi susuyordu.
Bir iki adım uzaklaştım yanlarından. Ardımdan seslenecek biliyorum. Bade gitme diyecek biliyorum. Hani burda terk ettiğimde seslendiği gibi. Sakın beni bırakma diyecek biliyorum.
bir iki adım daha attım. Hala seslenmiyor. Bir iki adım daha attım. Oturduğumuz bankın önüne gelmiştim. Boynu bükük şakayıklara baktım. Elimi uzatıp almak istedim. Uzanamadım. Alamadım. Çünkü hala seslenmedi arkamdan. Hala gitme demedi. Şaka yapıyoruz demedi.
Bir adım daha. Bir adım daha ve bir adım daha. Adımlarım serileşmişti. Uzaklaşmıştım iskeleden. Arkama dönüp bakmadım. Arkamdan koşup gelsin diye dönmedim ardıma. Gelmedi. Sıra sıra yürüdüm kaldırımları. Ha geldi ha gelecek diyerek yürüdüm. Gelmedi. Ses yoktu etrafımda. Anıl'ın sesi yoktu. Kaldırımda ki ağaca elimi koyup diğer elimi kalbime bastırdım. Atmıyordu sanki. Ben o iskelede düşüp ölmüştüm belkide. Çünkü böyle hissetmiştim. Belki de acı çeken ruhumdu buralara gelen.
Yandım diye feryatlar etmek isterken, dudaklarımın titremesiyle nefes almam bile zorlaşırken, ben nasıl ayakta durabiliyordum.
Ben şu an ne yaşıyordum? Bugün benim en mutlu olmam gereken gün değil miydi? Bugün benim doğum günümdü.
Ben gerçekten kabus gördüm değil mi? Birazdan uyanacağım ve Anıl'a beni aldattığı için kızacağım o da bana sadece rüya gördün benim ne suçum var Ömrümün baharı diyecek.
Sendeleye sendeleye ilerlemeye devam ettim. Kar hala yağmaya devam ediyordu. Ben daha yarım saat önce dileğim gerçekleşti diye sevinirken, şimdi ne diye hüngür hümgür gibi ağlıyordum.
Beni aldattın, yüzüme bakarken, elimi tutarken, sarılırken ve hatta öperken. Hiç utanmadın, sıkılmadın, ve acımadın. Meğer sırrın ne büyükmüş. Meğer sırrın bizi sadece üzmezmiş, bizi öldürürmüş. Ve tabi biz diye bişey varsa.
Şimdi nerdeyim bilmiyorum. Burası buz gibi bir kaldırım. Uzanmışım üstüne. Ayaklarım daha fazla taşımamış bedenimi. Yarı açık gözlerimden akarken binlerce damlacık, gördüğüm sokak lambasının altında senin yüzün var. Gerçek değilsin ve artık baktığım hiçbir yerde olmayacaksın.
Ben sonunu bilmiyor muydum. Biliyordum. Ve bile bile bir kez daha kırıldım düşlerimden. ikimizde bilmezdik, bu sırrın bizi bizden edeceğini...
Ben Bade. İstekleri dünyaya ağır gelen, her isteği getirdiğinden çok götüren Bade. Hayal kuran, kurduğu her hayal başına yıkılan Bade. Ben Bade, dünya da hep sevdikleriyle sınanan, ya kaybeden, ya kaybeden Bade. Ve Ben Bade. Daha az evvel sevgilisinin kollarında sımsıcakken, şimdi bir kaldırım üzerinde buz kesen Bade. Bir kar yağsa da sevinsem derken, asıl karın başıma yağacağını nerden bilebilirdim ki?
Ben Bade şimdi kurduğum tüm düşlerin altında kaldım.
Bayıldığım bu kaldırımda soldu gönlüm.
Ben Bade. Bir kez daha güvendiğim dağların üzerime yıkılışını seyrettim.
Ben Bade Vuslat Sağlam. Doğduğu gün ölmek zorunda kalan, hasret çekmek kaderinde olan...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
29.91k Okunma |
1.42k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |