

Defne, adının seslenildiğini duyunca şaşkınlıkla arkasını döndü. Babaannesini karşısında görünce bir an duraksadı. Onu daha önce birkaç kez halasının yanında, babası ortalıkta yokken görmüştü. Cem, annesiyle görüşmediği için Defne’nin de onunla görüşmesine izin vermiyordu.
“Feride Hanım?” dedi Defne, şaşkınlığını gizleyemeden. Gözleri istemsizce kadını süzdü. Üzerinde kalem etek ve krem rengi bir bluz vardı. Altmışlı yaşlarında olmasına rağmen çok daha genç görünüyordu; hem zarifti hem de oldukça bakımlı.
Kadın, ağlamaktan gözleri kızarmış torununa sımsıkı sarıldı. Sesi titrek ama içtendi.
“Ah canım torunum... Baban izin verseydi, hastaneye de geldim ama beni yanına bile yaklaştırmadı. Başın sağ olsun. Zamanında anneannenle aramız pek iyi değildi ama seni bu yaşlara getirdiği için ona minnettarım. Yaşadıklarına çok üzüldüm... Seni ağlarken görünce dayanamadım.”
Defne, hafifçe geri çekilip temkinli bir şekilde baktı. Babasından bu kadına dair pek iyi şeyler duymamıştı. Aslında babası konuyu hep geçiştirir, ne iyi ne kötü bahsederdi. Bildiği tek şey, babaannesinin hem annesini hem de kendisini istemediğiydi. Hatta anne ve babasını ayırmak için uğraştığını bile duymuştu.
“Beni takip mi ettiniz?” dedi, sesi tedirgin ama düzgündü.
“Affedersin kızım” dedi kadın hemen. “Amacım sadece seninle konuşmaktı. Arkandan geldim ama seni rahatsız etmek istemedim. Ağladığını görünce dayanamadım...”
Defne’nin yüzü gerildi. Kaşlarını çatıp, sert bir sesle karşılık verdi.
“Beni gizlice takip edemezsiniz!”
Feride Hanım başını önüne eğdi.
“Özür dilerim. Seni kızdırmak istemedim. Kötü bir niyetim de yoktu. Sadece... kendimi çok kötü hissediyorum. Bir torunum var ve ona bu kadar uzak olmak bana ağır geliyor...” dedi, sesi sona doğru kısılmıştı.
Defne, kadının bu haline istemeden de olsa üzüldü. İçinde bir tereddüt belirdi.
“İstersen birer kahve içelim, konuşalım... Ne dersin?” dedi Feride Hanım.
Defne, bu teklifi reddedemedi. Babaannesinin ne kadar güçlü bir manipülatör olduğunu farkında olmadan, sadece onu tanımak istemişti.
Birlikte deniz kenarında lüks bir kafeye geldiklerinde babaannesi Feride Hanım ona ve kendine güzel bir kahve söyleyip gülümsedi.
"Babanla neden konuşmadığımızı merak ediyorsundur."dedi.
Defne etrafa bakınıp tebessüm etti. Aslında az çok biliyordu ama bozuntuya vermeyip bekledi.
"Baban ve anneni asla desteklemedim. Onunla ilgili daha iyi planlarım vardı, dinletemedim. Onu daha başarılı biri yapabilirdim ama o aşkı tercih etti. Herneyse... tabii ki tek sorun bu değil. Rahmetli deden,eşim, aramızdan çok erken ayrıldı ve çocuklarım beni başka biriyle görmek istemediler. Berfu çok karışmaz bunlara ama baban çok katıdır, bir daha görmek bile istemedi beni. Tekrar sevilmek hakkım değilmiş gibi..."
Defne kadını sessizce dinlerken düşünüyordu. Babasının sevgi hakkında kesin kuralları vardı. Onun için yalnız bir kere aşık olunurdu ve ölmek bir ayrılık değil, uzak mesafeli bir ilişkinin başlangıcı gibiydi. Annesine olan aşkından bunu görebiliyordu. Babaannesinin anlattıklarına da hak veriyordu. İnsan yeniden sevilmek isteyebilirdi...
Öylece onu dalmış dinlerken kahveler geldi ve kibarca kahveyi alıp gülümsedi. Feride Hanım da kahvesini alıp devam etti.
“Yeniden birini sevdiğim için pişman değilim,” dedi. “Ama oğlumu kaybettiğim için pişmanım. Onun da yeniden sevebilmesi için çok uğraştım ama bu onu benden tamamen uzaklaştırdı. Torunumu bile görmeme izin vermiyor.”
Defne şaşkın bakışlarla bakıyorken, babaannesi de onun eline uzanıp konuştu.
“Bugün seni ağlarken gördüm. Sanırım başka bir kalp kırıklığın daha var. Anlatmak ister misin? Babaannen olarak seni dinlemeye hazırım.”
Defne duraksayıp bugün ağladığı ve pamuk şeker yediği anı düşündü. Evet, anneannesinin üzüntüsünün yanında bir de aşk acısı çekiyordu ama bunu henüz tanımadığı kadına nasıl söyleyebilirdi bilemiyordu. Feride Hanım ısrarlı gözlerle baktı ve Defne bir şey demeyince konuştu.
"Aşk, can yakıcı bir şeydir ama sen izin verdiğin kadar yakar canını... Benim torunum aşk denen duygunun kendini bu kadar ele geçirmesine izin vermemeli. Savaşmalısın, tüm bu duygularla... "dedi.
Feride Hanım kendinden emin konuşurken, Defne elini usulca geri çekti. Bu kadın onun ne yaşadığını bile bilmiyordu ama nasihat vermeye kalkıyordu.
Defne kahveden hızlıca birkaç yudum aldı ve ayağa kalktı.
“Kahve için teşekkür ederim ama evdekiler merak eder. Size iyi akşamlar,” dedi kibar ama mesafeli bir sesle. Feride şaşırarak ona bakarken Defne kapıya yönelmişti.
"Her ne olursa olsun, bir babaannen olduğunu unutma. Ağlamak yerine toparlanmak istersen,ben burada olacağım kızım."diye seslendi Feride Hanım.
Defne kaşlarını çatıp bir an duraksadı, sonra hiçbir şey demeden hızla oradan uzaklaştı. Eve dönmek için taksi ararken epey zaman kaybetmişti. Üstelik telefonunun şarjı da bitmişti. Nihayet bir taksi bulup eve vardığında saat neredeyse akşam ona geliyordu. Trafik yüzünden daha da gecikmişti.
Defne anahtarıyla kapıyı açıp içeri girerken evdekilere seslenerek salona yürüdü. Cem, Caner ve Açelya orada telaşlı bir şekilde onu bekliyorlardı. Cem, sakin görünmeye çalışsa da yüzündeki kaygı belliydi. Kızına sıkıca sarıldı.
“Neredeydin sen?!”
Defne şaşkın bakışlarla bakarken Caner ve Açelya da rahat bir nefes almıştı. Cem geri çekilirken Defne mahcup ama sakin bir gülümsemeyle konuştu:
"Beni merak mı ettiniz? Ben ... biraz yalnız kalmak istedim sadece"
Babaannesiyle buluştuğunu söylemeye cesaret edememişti. Cem’in nasıl tepki vereceğini biliyordu. Bu yüzden susmayı tercih etti.
Cem de sinirli bir tonda Defne'ye bakıp söylendi.
"En azından bir haber verebilirdin değil mi?" dedi. Defne mahcup bir bakışla onlara bakıp kafasını eğerken konuştu.
"Haklısın baba, sizi telaşlandırmak istemedim ama ben çocuk değilim."
Cem derin bir nefes aldı ve sitemle söylendi.
“Hâlâ çocuksun Defne Hanım. On sekizine daha çok var. Hem kırk yaşına da gelsen, benim çocuğumsun.” dedi kararlı bir tonla. Ardından Caner ve Açelya’ya dönüp yumuşadı.
" Size de çok yüklendim çocuklar kusura bakmayın. Defne Hanım'ın sorumsuzlukları işte. "
Caner ve Açelya sessizce birbirlerine bakıp salondan çıktılar. Defne’nin kaşları çatıldı.
" Alt tarafı biraz geç kaldım ve telefonumun şarjı bitti. Abartılacak bir şey yok! Hem ben senin çocuğunsam sen de annenin çocuğusun. Git de her dediğini yap o zaman."dedi ve arkasını döndü. Cem bu söz karşısında dondu. Kızının sesinde öfke kadar sitem de vardı. Bir an sessiz kaldı; sonra dayanamadı, sesini yükselterek konuştu:
"Git,ilaçlarını iç! Benim de asabımı bozma!"
Söyleyecek çok şeyi vardı ama kızını kırmaktan korktuğu için sustu. Sadece yorgun, çaresiz bir baba gibi arkasından baktı.
Defne cevap vermeye bile gerek duymadı. Sert adımlarla merdivenleri çıktı, odasına girdi ve kapıyı hızla kapattı. Üzerindekileri çıkarırken her parçayla birlikte sinirle söyleniyordu:
“Uyuz adam!”
“Huysuz!”
“Deccal!”
Üzerini değiştirip rahat bir şeyler giydi. Telefonunu şarja takıp çalıştırdı. Tam o sırada kapı tıklatıldı, Fatma Hanım içeri bir tepsi yemek ve ilaçla girdi.
“Küçük hanım, beni babanız yolladı. Yemeğinizi yiyip ilaçlarınızı almanız gerekiyormuş,” dedi nazikçe.
Defne hiçbir şey demedi, sadece derin bir nefes alıp iç çekti. Ne söyleserse söylesin boşa konuşmuş olacağını farkındaydı. Kadın tepsiyi bırakıp çıktıktan sonra Defne zorla birkaç lokma aldı, ardından ilaçlarını içti. Bu ilaçların işe yaradığını hiç hissetmiyordu ama babası ona zorla içiriyordu. Günler geçmişti ama içindeki acı hiç azalmamıştı.
Birden telefonu çalmaya başladı. Ekranda numara görünmüyordu. Defne kaşlarını çattı.
“Bu saatte kim arıyor?” diye mırıldandı ve merakla açtı.
“Alo?”
Cevap gelmedi. Tekrar denedi.
“Alo?”
Telefondan yalnızca bir nefes sesi duyuluyordu. Defne sıkılmış bir şekilde iç çekti.
“Gece gece benimle dalga mı geçiyo—” derken bir anda sustu.
Aklına bir ihtimal gelmişti.
“Ege… sensin değil mi?” diye fısıldadı. Arayan Ege olabilir miydi? Gizliden arayıp susmak tam da korkaklara göre bir hareketti.
Yavaşça pencereye yöneldi. Gökyüzüne, en parlak yıldıza baktı. Gülümsemesi buruk, sesi kırıktı.
"Bana o yalanları söylerken cesaretin vardı. Şimdi sesini çıkartacak hiç mi cesaretin yok? Biliyor musun Ege, tanıdığım en korkak insansın sen. "
Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü ama ses tonu değişmedi. Karşıdan hâlâ o nefes sesini duyuyordu; giderek yavaşlayan, bastırılmış bir nefes. Defne canı acıyarak fısıldar gibi konuştu.
"Bir daha arama beni... Ne gökyüzünde ne yeryüzünde hiçbir yerde yoksun artık benim için. Korkaksın... Konuşmaya bile cesaret edemeyen bir korkaksın sen!"dedi.

Son kelimeler boğazında düğümlendi. Elini ağzına kapattı, ağlamasının duyulmasını istemiyordu. Karşıdaki kişi sessiz kalıp sadece dinledi. Sonra arama sona erdi. Defne telefonu elinden bırakıp ağlayarak pencerenin dibine çöktü. Her ne kadar gururundan onları dediyse de onu seviyordu ve ona çok kırgındı.
Ağlarken ellerini kalbinin üstüne koydu, nefesi kesilir gibi oldu.
“Madem gittin,” dedi hıçkırıklar arasında, “giderken içimdeki aşkını da alsaydın bari…”
Sanki kalbinde saplı kalmış bir hançer vardı ve orası hep kanıyordu. Aklına anneannesini getirip özlemle mırıldandı.
"Sen olsan bacağına yatırır saçımı okşar yaralarımı sarardın. Mutlu olmamı istiyorsun biliyorum ama olamıyorum anneannem... Ben bir boşluktayım ve nasıl çıkacağımı bilmiyorum"diyerek ağladı. Boynundaki kolyeye tutundu ve yutkundu. Bunu bile çıkaramıyordu... Bu aciz duygu öyle bir ele geçirmişti ki onu bunun sonsuza kadar sürmesinden korkuyordu.
Babaannesi belki de haklıydı, o buna izin verdiği için bu kadar canı yanıyordu.
Aşk, can yakıcı bir şeydir ama sen izin verdiğin kadar yakar canını... Benim torunum aşk denen duygunun kendini bu kadar ele geçirmesine izin vermemeli. Savaşmalısın, tüm bu duygularla...
Feride Hanım'ın söyledikleri kulağında yankılanırken tebessüm etti ve oturduğu yerde dikleşti.
"Toparlayacağım kendimi."dedi alçak net bir sesle. "Onu da bu acıları da unutacağım."
Kendine verdiği bu söz, acısının ortasında ilk defa bir umut kıvılcımı gibiydi.
***
Yedi gün sonra...
Defne, tüm çabasına rağmen acılarını dindiremiyor, Ege’yi unutamıyordu. Her yolu denemişti. Dışarıda güçlü görünmeye çalışıyor, unutmuş gibi davranıyordu ama yalnız kaldığında anılar zihnini istila ediyor, kalbini yeniden sızlatıyordu. Ege'nin yaşadığı şeyleri bilmediği için onun mutlu bir hayatı olduğunu düşünüp deliriyordu.
Unutmaya çalıştığı neredeyse her gün rüyasında onu görmüştü ve yapamıyordu. Onu orada her gördüğünde affediyor olmasını da kendine yediremiyordu. İçten içe o yapmaz demek istiyor ama yaptığı için kahroluyordu.
Bugün karar verdi, babaannesinin yanına gidip ondan yardım isteyecekti. Anneannesinden gördüğü şefkati onda bulmayı umuyordu kendince. Torunu olarak ona bir şans vermek istiyordu,
belki de babasıyla da barışmalarını o sağlardı.
Okuldan sonra Açelya ve Caner'e görünmeden uzaklaştı, halasının daha önce verdiği ev adresine doğru yola çıktı. Geldiği yer babasıyla yaşadığı yerden çok daha güzel,büyük ve gösterişliydi. Bahçesi bile kocaman,rengarenkti. Halasının buradan sıkılıp neden ara sıra onlarda kaldığını anlayamamıştı burayı görünce.
Çekingen tavırla zile bastı ve çalışanlar kapıyı açınca kendini tanıtıp içeriye geçti. İçerisi Defne'yi resmen büyülemişti. Babasına göre babaannesi daha zevkli bir kadındı. Ona yolladığı hediyelerden de bu belli oluyordu.
“Defnekuş?” dedi bir ses arkasından. Berfu şaşkınlıkla içerideki bir kapıdan çıkmıştı.
“Berfu hala…” dedi Defne, gülümseyerek.
“Hayırdır, senin ne işin var burada? Babanın haberi var mı?” diye sordu Berfu, kaşlarını çatıp hızlıca yaklaşarak.
Abisinin Defne’nin buraya gelmesine izin vermediğini biliyordu. Hatta ona bu adresi verdiği için bile çok kızmıştı. Cem, kardeşine Defne’yi annesiyle görüştürmemesini defalarca tembihlemişti. Hoş, zaten abisi mümkün olsa onu da annesiyle görüştürmezdi ama Berfu, Feride Hanım'a kıyamıyordu. Zaten babasız büyümüştü bir de annesiz kalmaktan korkuyordu.
Defne derin bir nefes aldı, sakin ama kararlı bir sesle konuştu:
“Haberi yok. Babaannemi ve halamı ziyarete geldim, bunda yanlış bir şey var mı?”
Berfu hafifçe tebessüm etti.
“Şaşırdım sadece. Babaannenle senin de görüşmek istemediğini sanıyordum.” dedi.Defne omuz silkti, bakışlarını kaçırdı. Berfu da yeğeniyle dürüst bir şekilde konuşmaya devam etti.
"Belli ki onu anneannen yerine koymaya çalışıyorsun ama bilmelisin ki o Nilgün Hanım gibi biri değil."
Defne kaşlarını çatıp halasına sinirlendi.
"Anneannemin yerini kimse alamaz. Ben sadece babaannemi de tanımak istedim Berfu hala. "dedi. Berfu onu bir süre sessizce izledi, sonra başını salladı ve geri çekilerek kapıya yöneldi.
" Pekâlâ. Sen bilirsin canım, ben dışarı çıkıyorum size babaannen ile iyi tanışmalar. Baban sorarsa seni bugün hiç görmedim."dedi ve Defne'ye öpücük atıp evden çıktı.
"Teşekkürler hala"dedi Defne de ve salonda babaannesini beklemeye başladı.
Merdivenlerden topuklu ayakkabı sesleri duyulurken Defne biraz gerilmişti ve onu tanımanın iyi bir fikir olup olmayacağını sorguluyordu. Halasının da dediği gibi Feride Hanım anneannesi gibi biri değildi. Bu bilinmezlik de onu geriyordu.
"Hoş geldin torunum" dedi kadın ve tüm dişlerini göstererek güldü. Oldukça güzel, zarifti. Boynundaki pembe renk fular yürürken göğsüne çarpıyordu.
"Hoşbuldum, nasılsınız?"dedi Defne kibar olmaya çalışarak.
“Sen gelince daha iyi oldum,” diye karşılık verdi Feride Hanım, salondaki koltuğa zarifçe otururken. “Seni buraya getiren şey nedir bakalım?”

Defne de çekinerek yanına oturdu.
“Sizi tanımak istiyorum.” dedi içten ama tedirgin bir sesle. Gülümsemeye çalıştı ama gülümserken bile içindeki acı açığa çıkıyordu. Feride Hanım, yılların biriktirdiği deneyimle torununun içindeki kırıklığı hemen fark etti. Dudaklarının kenarıyla belli belirsiz bir tebessüm oluşturdu.
“Yalnızca bu olmadığını biliyorum. Hadi anlat bana. Neden buradasın?”
Defne şaşkın şaşkın bakındı . Derdinin başka olduğunu nereden anlamıştı ki ? Belki de gerçekten sadece onu tanımak için gelmişti.Nasıl bu kadar kendinden emindi?
"Ben dün doğmadım, kızım.” dedi Feride Hanım sakin ama kendinden emin bir sesle. “Ben de senin yaşındaydım bir zamanlar. Genç de oldum, aşık da… Şimdi sıra sende. Anlat bakalım."
Defne derin bir nefes aldı, sonra gözlerini yere indirdi.Kendini babaannesine yavaşça açmaya başladı.
" Peki, anlatacağım... Ben birini gerçekten çok sevdim ama o beni bırakıp gitti. Bir mektup bırakmış ardında hem de canımın en acıdığı ve ona ihtiyaç duyduğum zamanda ..."
Feride Hanım kaşlarını çattı ve sinirli bir şekilde söylendi.
"Erkekler... Her nesilde aynılar. Yarı yolda bırakmak ata sporları olmuş sanki."
Defne buruk bir gülümsemeyle yere baktı.
“Artık onu düşünmek, sevmek istemiyorum. Ama kendi başıma üstesinden gelemiyorum... Her yerde anılar, onun yüzü,kokusu,sesi karşıma çıkıyor.”
Feride Hanım yavaşça yanına sokuldu ve torununu nazikçe kollarının arasına aldı.
“Unutmak zor, ama imkânsız değil” dedi yumuşak bir sesle. “Aklına geldiğinde kendini başka şeylere yönlendireceksin. Zamanla, o görüntü bulanıklaşacak.”
Defne önce duraksadı, sonra utanarak sarıldı. Bu sarılmada uzun zamandır hissetmediği bir güven vardı.
" Tamam o zaman bugün babaanne-torun günü yapıyoruz, çıkıp eğleniyoruz " dedi tebessümle Feride Hanım.
Defne de hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Feride Hanım çalışanlardan çantasını getirmelerini isteyip Defne'yi süzdü.Üzerinde okuf forması vardı ve saçları bakımsız görünüyordu. Feride Hanım, torununa baktığında onun yalnızca sevgiye değil, yönlendirmeye de ihtiyacı olduğunu anladı. O an kendi kendine karar verdi: Bu kızı hem iyileştirecek hem de hayata hazırlayacaktı.
“O zaman,” dedi kararlı bir ifadeyle, “ilk işimiz sana yeni bir stil yaratmak.”
Defne kafasıyla onaylarken babasına geç geleceğine dair bir mesaj yazıp yolladı. Ardından Feride Hanım’la birlikte bir güzellik merkezine doğru yola çıktılar.
Defne hiç olmadığı kadar tasasız hissediyordu. Cilt bakımı, kesilen saçları ve yeni görünümüyle adeta yeniden doğmuştu. Anılarını saklayan saçlarını babaannesinin ısrarıyla kestirmişti ama bu karardan memnundu. Saç telleri yere düştükçe, sanki geçmişinin ağırlığı da biraz hafifliyordu.
Telefonu sürekli çalıyordu; babası arıyor, ama Defne açmıyordu. Bugün hiçbir şeyin keyfini bozmasına izin vermeyecekti. Feride Hanım’ın ilgisi, şefkati ve zarafeti onu yıllardır eksikliğini hissettiği bir sevgiye doyuruyordu.
Birkaç mağazaya uğrayıp sayısız kıyafet denediler. Feride Hanım torununa kadın olmanın inceliklerini gösteriyor, onu acısından uzaklaştırmak için elinden geleni yapıyordu. Defne de gerçekten Ege'yi düşünmeden yalnızca keyfini çıkartıyordu.
“Bunları da alalım,” dedi satış görevlisine, ardından Defne’ye dönüp gülümsedi.
“Zahmet etmeyin,” dedi Defne utanarak ama gözleri vitrindeki elbiselerde parlıyordu.
“Ne zahmeti, sen benim torunumsun.”Defne bunları da duyunca rahatladı ve aldıkları şeylere tebessüm ederek baktı. Uzun zaman sonra ilk defa içten bir şekilde gülümsüyordu.

***
Akşam yemeğinde yalnızca Açelya ve Cem vardı , Açelya oldukça çekingen ve tedirgindi. Yine Defne yüzünden laf işitmek istemiyordu. Yemekten sonra Cem onu salonda yanına çağırınca istemeden oturmuştu.
" Açelya, seni zor duruma sokmak istemiyorum yalnızca detleşmek istiyorum. Defne'ye bir haller oldu, artık sizinle de vakit geçirmek istemeyip kaçıyor. Onunla ilgili benimle paylaşmak istediğin bir şey var mı?"dedi Cem. Açelya derin bir nefes alıp konuştu.
"Yok Cem amca. Aslında aramız iyi ama Defne hala kırgın görünüyor. İyileşmeye çalışıyor, artık sorunun bizimle ilgili olmadığını onun kendisiyle yalnız kalmak istediğini düşünüyorum. Belki bu ona iyi geliyordur. Onu bu kadar darlamaktan vaz mı geçseniz? Bence o bundan kaçıyor."
Cem düşünceli bir ifadeyle uzaklara daldı. Kafa sallayıp tebessüm etti.Ardından saate baktı.
"Bu saate kadar o halde dışarıda olması beni tedirgin ediyor. İyileşmeye çalışırken kötü bir yola düşmesinden korkuyorum. Darlamaya değil onu korumaya çalışıyorum... "dedi.
Açelya Cem'i de anlıyordu ama bir şey diyemiyordu. O da Defne'nin iyi olmasını istiyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Onlar salonda otururlarken Defne elinde poşetler ve yeni edindiği tarzı ile içeri girdi. Neşeli ve şımarık görünüyordu ya da böyleymiş gibi yapıyordu. Cem şaşkın bir şekilde ona bakıp ayaklandı. Hızlı adımlarla Defne'nin yanına geldi.

"Bu ne hâl Defne?!"
" Beğenmedin mi?" dedi Defne elindekileri yere koyup gülümseyerek , Cem tedirgin bir yüz ifadesiyle Defne'yi süzüp konuştu. Bu karşısındaki kız Defne miydi gerçekten? Onun boyalı bir repkilası gibi görünüyordu.
" Kızım sen bu kadar şeyi alacak parayı nereden buldun? "diye sinirle sordu. Defne ondan bu kadar para almıyordu. Bu süsü, bu eşyayı nasıl almış olabilirdi bilemiyordu ve bu bilinmezlik onu sinirlendiriyordu.
Defne tebessüm etti ve babasının omzuna dokundu.
“Babaannem aldı. Onunla alışverişe çıktık, bakım yaptırdık. Aranız kötü biliyorum ama o gerçekten iyi niyetli. Seninle de artık barışmak istiyor.”
Cem’in damarları belirginleşti. Sesi öfkeyle yükseldi ve parladı. Kızının gerçekten delirmiş olma ihtimalini sorgulamıştı.
“Sen bana söylemeden o kadının evine mi gittin? Ben sana alamaz mıydım bunları? Onunla ne işin var senin kızım!?”
Defne babasının zaten tepki vereceğini biliyordu ama buna rağmen kırılmıştı. Ürkek bir şekilde geri çekilirken yüzünü düşürmüştü.
"Baba,babaannem'i tanımak ve vakit geçirmek istedim! O da bana hediye aldı, ne var bunda... O benim babaannem ,senin de annen!"
Cem bunun üzerine daha da sinirlendi ve sonunda sabrı taştı.Bir aslan gibi kükreyerek poşetlerin içindekileri tek tek yırtmaya başladı. Yırtarken siniri geçmiyor daha da artıyordu.
"Sen daha onu tanımıyorsun kızım! Onun kimseye bir faydası yok,sana mı olacak!? Seni de kendine benzetmeye çalışıyor işte, gözünü boyuyor bu pahalı şeylerle. Senin neyini eksik ediyorum da bunlara kanıyorsun sen!?"
Defne ürkek bir kuş gibi babasına bakarak ağlamaya başladı. Bugün hevesle aldığı kıyafetlerin yırtılma sesi kulaklarında yankılanıyordu.
"Ne yapıyorsun sen baba, nasıl yırtarsın onları!? O bana iyi gelmeye çalışıyor, senin aksine bana yardımcı olmak için elinden geleni yaptı. "dedi bağırarak.
"Sus Defne... Bana bunca yıllık annemi mi tanıtıyorsun!? Bir daha kıyafet de yok, onunla görüşmek de! O senin sandığın gibi seni mutlu etmeye değil, kendine benzetmeye çalışıyor. Bir çıkarı olmasa senin yanına yaklaşır mı sanıyorsun ?"diyerek Defne'nin üzerine doğru bir adım attı. Açelya korkarak onları izlerken Defne babasına nefret dolu bir bakış atarak hışımla odasına çıktı. Açelya da Cem'e kaşlarını çatarak mırıldandı.
"Keşke böyle yapmasaydınız..."
Cem sinirle soluyarak alışveriş poşetlerini tekmeledi ve dişlerini sıkarak tısladı. Açelya da tedirgin bir şekilde Defne'nin ardından hızla yukarı koşturdu.
"Ben diğer şerefsizlerden korkarken meğerse sinsice kızımı ele geçirmiş!" diyerek annesine söylendi Cem. Ardından yerdeki paçavralara bakarak bağırdı.
"Alın şunları da atın çöpe gözüm görmesin!" Fatma Hanım bunun üzerine korkuyla salona gelip yerdekileri toplarken duyduğu gürültü ile titredi.
Cem sinirle cam orta sehpaya tekme atıp üzerindeki bibloları ve camı tuzla buz etmişti.Her yere cam parçaları saçılmıştı. Bunun üzerine kendini dışarı atıp evden çıktığında içinde devamlı artan bir sinir vardı. Berfu da dediklerine uymayınca gözünü belli ki Defne'ye dikmişti ama Cem bunun hesabını ondan sorup o evi başına yıkacaktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.38k Okunma |
1.48k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |