30. Bölüm

29. Bölüm

Yasemin yaman
mermarid

Umarım seversiniz. Keyifli okumalar.

***

Genç kadın çocuklarına kahvaltısını yaptırarak evi toparlamaya başlamıştı. Banu da ona yardım ediyordu. Nasıl ikna etmişse Efnan’ı okula gitmemek için ikna etmişti. Ondaki durgunluk Suna’nın dikkatinden kaçmazken merakla sormuştu.

“Ne oldu bugün keyfin yok gibi?”

“Babaannem aradı, açmadım telefonu. Buraya gelmesini istemiyorum,” Banu’nun yüzü asılırken genç kadın elindeki toz bezini kenara bırakarak kızın yanına yaklaşmıştı.

“İyide olsa kötü de olsa onlar senin ailen Banu, elbet karşılaşacaksınız.” Banu başını sallarken elinde bir dergiyle salona Amine girmişti.

“Suna teyze bunu okuyabilir miyim?” Suna kapağında kendisinin bile anlamadığı farklı bir dilde başlıkla yazan bitki içerikli dergiye bakarak duraksamıştı. Bazen bu çocuk on korkutuyordu.

“O senin okuyabileceğin bir dergi değil küçük hanım, nereden aldın?” Banu gülümseyerek küçük kıza bakarken Suna başını iki yana sallayarak Banu’ya gülmüştü. Amine’yi azıcık biliyorsa birazdan Banu’ya dergide olan tüm bitkileri ve özelliklerini saymaya başlardı ki nitekim öyle olmuştu. Banu bir süre sonra beyni yanmış bir şekilde Suna’ya bakarak “Abla ne anlatıyor bu?” diye sorduğunda Suna dayanamayarak tiz bir kahkaha atmıştı.

“Amine farklı bir çocuktur Banu, zekasıyla yarışmak mümkün değil.”

“Abla bu çocuk daha beş yaşında…”

“Beş buçuk bir kere…” Amine itiraz ederken Banu elini kaldırarak onu onaylamıştı. Bir yandan da şaşkınlığını gizlemeye çalışıyordu.

“Annem çok kızacak Asil, ona dokunmamalıydın!” Asel ikizine kızarak salona girdiğinde Banu bu kez onlara dönmüştü. Üçüzlerle baş etmek gerçekten çok zordu. Alya nasıl baş ediyordu bilmiyordu ama şu birkaç saatte yaşlandığını hissetmişti. Amine olmasa bu çocukları zapt etmesine olanak yoktu.

“Ne oldu çocuklar?”

“Asil dayımın odasına girdi. Yengemin resmini alıp sakladı.” Suna küçük kızın tatlı kızgınlığını izlerken son sözleriyle duraksamıştı.

“Yengenin resmini ne yapacaksın Asil?” diye sorarken Ahmet’in nikahta çekilen fotoğrafından bahsedildiğini anlamıştı. Ahmet o fotoğrafı çerçeveletip odasındaki çalışma masasının üzerine yerleştirmişti. İlk o zaman kardeşi için tam anlamıyla sevinmişti. Ahmet farkında değildi belki ama Efnan’a çoktan tutulmuştu. Asil omzunu sallarken cevap vermişti.

“Büyüyünce Efyan’la evlenecem ben, dayımda resmi var bende de olsun!” Suna ve Banu birbirine bakarak gülmüştü. Küçücük çocuk boyuna posuna bakmadan konuşurken çok sevimli görünüyordu.

“Serdar aşağıya in!” Suna önündeki kitabı okuyup bir yandan konuşan Amine’ya bakarken onun uyarısıyla etrafa göz atmaya başlamıştı. Üçüzlerin en haşarısı Serdar tv sehpasının üzerine çıkmaya çalışıyordu. Suna onun ablasının uyarısıyla aşağıya indiğini görünce duraksamıştı. Küçük kız bakmadan bile kardeşinin hareketlerini takip edebiliyordu.

“Abla annem ne zaman gelecek?”

“Süt dayımı görüp gelecek. Şimdi odaya gidip oynayın. Yaramazlık yok birazdan uyuyacağız.” Amine o kadar düzgün konuşuyordu ki hayran kalmamak elde değildi.

“Ama bize masal anlatacaktın!” Amine başını kaldırıp küçük kız kardeşi Asel’e bakmıştı. Başını sallarken elindeki dergiyi kapatarak yerinden kalkıp kız kardeşinin elini kavramıştı. İki erkek kardeşine küçük bir bakış atarak öne çıktığında üçüzler annesini takip eden civcivler gibi onun peşine takılmıştı.

“Abla bu neydi? Bu kız kaç yaşında…” Banu’nun hayret nidası Suna’ya da sirayet etmişti. Amine’nin anaç tavrı şaşılacak derecede baskındı. Üçüzler de onu hiç üzmeden her dediğini yapıyordu.

“Uyumadan sütlerini ısıtıp vereyim. Sonra oturup kahve içeriz olur mu?”

“Tamam abla sen git. Ben de şuraları toparlayayım,” derken Banu oldukça heyecanlıydı. Ev işi yaparken heyecanlanan tek kişi olabilirdi. Onun büyüdüğü evde asla iş yapmasına izin verilmezdi. Her şey önüne altın tepside sunuluyordu. Annesi toz aldığını görseydi saçını başını yolardı. Elit kızına yakışmayacak bir davranıştı ev işi. Narin elleri nasır tutmamalıydı. Şarkı mırıldanarak salonu toplarken on dakika sonra Suna’yla mutfağa geçmişlerdi.

“Senin kızlar odada mı?”

“Çocukları kıskandılar onlarda yattı. Bugün yoruldular.” Suna kahve yaparken Banu dikkatle onu izleyerek öğrenmeye çalışıyordu.

“Kocan nerede abla? Onu hiç görmedim?” Banu’nun sorusuyla Suna gerilmişti.

“Boşanıyoruz,” kısa ve öz cevapla genç kız susmuştu. Kahveleri alıp geniş balkona geçtiklerinde havanın güzelliğiyle keyif yapmaya başlamışlardı. İkili son yudumlarını alırken evin kapısından yükselen zille Suna yerinden kalkıp hızla kapıya yönelmişti. Silin tekrar çalınmasını göze alamamıştı. Çocukların uyanmaması için aceleyle kapıyı açtığında daha önce görmediği iki kadını kapısında bulurken istem dışı kaşları çatılmıştı.

“Ay yanlış mı geldik!” kadınlardan daha yaşlı olan konuşurken Suna araya girerek “Kime bakmıştınız?” diye sordu.

“Ahmet oğlumun evine gelmiştik ama…”

“Doğru geldiniz ben ablasıyım?” Suna kadının kendisini kenara çekip içeri girmesiyle şaşırmıştı.

“Ay kızım çekil de bir soluklanalım değil mi? Annen yok mu? Geçmiş olsuna gelmiştik.” Kadının tavrından hoşlanmayan Suna Banu ile göz göze gelmişti. Banu’da etrafı inceleyen kadından hoşlanmışa benzemiyordu.

“Kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?” iki kadın salona geçerken kadın hala evi inceliyordu. Suna bu durumdan hiç hoşlanmamıştı.

“Evi değişmişsiniz, bulmak zor oldu. Bu ev güzelmiş,” diyen kadın Suna’ya döndüğünde genç kızın dik bakışlarıyla karşılaşmıştı.

“Annem yok, ben sizi tanımıyorum. Kovmak gibi olmasın ama sonra gelseniz daha iyi olacak.”

“Uzaktan geldik, o yolu bir daha çekemem. Anneni görüp geçmiş olsun deriz.”

“Telefon da edebilirdiniz!”

“Anne rahatsız ettik milleti, dedim sana gelmeyelim diye.” genç olan kız annesine yakınırken kadının laftan anlayacağı yoktu.

“Niye rahatsız edelim canım. Kardeşini duydun, Ahmet oğlum yaralanmış. Ailesini ziyaret etmeyelim mi? İleride aile olacağız nasıl olsa!” dediğinde Suna ve Banu birbirine bakmıştı.

“Pardon siz kimsiniz? Ne ailesinden bahsediyorsunuz?” genç olan mahcupça gözlerini kaçırırken kadın kendinden emin bir şekilde “Ahmet’in sözlüsünün annesiyim ben,” dediğinde Banu bir adım öne çıkmıştı.

“Siz yanlış Ahmet’i görmeye geldiniz sanırım. Bu evde bir tane Ahmet var o da benim ablamın kocası, siz de ablamın ailesi olmadığınıza göre…” Banu’nun çıkışıyla kadın kaşlarını çatmıştı.

“Ahmet evlenmez, o Aslı’yı seviyor.” Aslı adını duyan Suna öfkeyle öne çıkmıştı.

“Aslı ne alaka? Siz kimsiniz?”

“Kızım biz geldik, çay koyda içelim.” Suna annesinin sesini duyunca oldukça gerilmişti. Salon kapısından içeriye girdiğinde duraksayan Gülay Hanım “Misafir mi vardı kızım?” diye sorarken kadın oturduğu yerden kalkarak arkasını dönüp Gülay hanıma bakmıştı.

“Ay ne misafiri dünür, biz geldik. Duyduk Ahmet oğlum yaralanmış bir geçmiş olsun demek istedik.” Gülay hanım yıllar sonra gördüğü kadınla kaşları çatılmıştı. Bu kadının kendi evinde ne işi vardı. Az önce ağzından çıkan ‘dünür’ lafıyla kaşları iyice çatılırken “Sizin benim evimde ne işiniz var?” diye sertçe sormuştu.

“O nasıl söz dünürüm…”

“Kes Mukadder hanım, siz beni pek bilmezsiniz ama ben sizi iyi tanırım. Hangi yüzle kapıma geldiniz?” kadın kendisine söylenen sözleri üzerine alınmazken yanındaki kızının kolunu çekiştirmesiyle ona bakmıştı.

“Anne gidelim, gelmemeliydik.”

“Dur kız ne yapıyorsun? Niye gelmeyelim?”

“Anne…”

“Kızın haklı bu evde size yer yok. Dışarıda ki dilencilerin hepsine yer olurda size bu kapıdan ekmek çıkmaz. Şimdi topla üstünü başını çık evimden.”

“Gülay sakin ol, o nasıl söz?”

“Sen bu kadının ne şirret olduğunu bilmezsin Zeynep. Zamanında oğlumu hor görüp kızını başkasına vermişti. Şimdi aldı paranın kokusunu yine kızını oğluma yamamaya çalışıyor ama yemezler. O tren kaçtı Mukadder Hanım, defol evimden. Oğlumun yanına yanaşayım demeyin. Ne sen ne de paragöz kızın…”

“Gülay Hanım Aslı burada olduğumuzu bilmiyor…”

“Öyle mi? Ama ne halt ettiğini siz biliyorsunuz? Yine oğlumun çevresinde dolanmaya başladı. Ama bu kez avucunu yalar. Benim oğlum evlendi, evli bir adama yanaşmaya çalışması da onun ahlaksızlığını gösterir. Oğlum karısıyla mutlu, onun mutluluğunu bozana dünyayı dar ederim. Şimdi git o kardeşine de söyle oğlumdan da gelinimden de uzak dursun. Yoksa paralarım onu!” genç kız annesinin koluna girerek evden çıkmaya çalışırken kadın hala Gülay hanıma laf yetiştirmeye çalışıyordu. Ahmet’in evlenmiş olması onun umurunda bile değildi. Ona göre Ahmet Aslı’dan başkasıyla evlenemezdi. Kapı ikilinin yüzüne kapanırken Gülay Hanım tüm bedeni sinirden titrer şekilde kanepeye yığılmıştı.

“Kızım ne alıyorsun bu uğursuzlar eve, sinirden titriyorum. Tansiyonum çıktı,” diyen kadınla Suna hızla annesi için ilaç getirmeye gitmişti.

“Kadına bak, kızını oğluma yamamaya çalışıyor. Oğlum onlar yüzünden kaç sene acı çekti. Tam mutlu olacak ortaya çıkıyorlar. Tabi aldılar paranın kokusunu durular mı? Parçalarım onları, kimse evlatlarımın mutluluğunu bozamaz. Zeynep Ahmet çıkar çıkmaz ertesi gün düğünü yapıyoruz. Bunların sesi kesilmeyecek yoksa.”

“Sakin ol Gülay kriz geçireceksin.”

“Nasıl sakin olayım kadını görmedin mi? Hiçbir şey olmamış gibi nasıl konuşuyor.”

“Gördüm, boşuna endişeleniyorsun. Çocukları görmedin mi birbirine nasıl bakıyorlar. Bundan sonra onları kimse ayıramaz. Allah nasip ederse çok mutlu olacaklar.”

“İnşallah.” Suna annesine ilacını ve suyu uzatırken Gülay Hanım kızına ters bir şekilde bakmıştı.

“Anne bana öyle bakma ben nereden bileyim kim olduklarını.”

“O daha da kötü ya, tanımadığın kadınları eve niye alıyorsun? Hırlı mıdır, hırsız mıdır bilmeden.”

“Kendi girdi içeriye. Banu’ya sor istersen.” Banu hızla başını sallarken Suna konuşmasına devam etmişti. “Valla bak siz girmeden hemen önce kim olduğunu söyledi. Gönderecektim sen geldin.”

“Ben anlamam bu kadının gözü göz değil kızım. Sakın evin etrafına yanaştırma. Bunlar yüzünden gelinim üzülür o zaman korksunlar benden.”

“Ahmet’e söyleyecek miyiz anne? Bilmesi gerekmez mi?” Gülay hanım hiddetle “Asla,” dediğinde Zeynep Hanım şaşkınlıkla ona bakmıştı.

“Neden?”

“Öğrenirse deli damarı tutar, oğlumu tutamam sonra.”

“Ahmet aklı başında bir çocuk, sakin olacaktır.”

“Oğlumu tanırım Zeynep, söz konusu ailesi olunca sakinlik onda işe yaramaz. Başını derde koymasından korkuyorum.” İki kadın kendi arasında konuşurken Suna kızlarına bakmak için odasına gitmişti. İki kızı da çift kişilik büyük yatakta birbirine sarılı bir şekilde uyuyordu. Boşama davasını açmıştı şimdiye kadar kocasına mahkeme celbinin gitmiş olması gerekiyordu. Karşı taraftan ses çıkmaması genç kadını endişelendirirken tek düşündüğü çocuklarının velayetini almaktı. Bunun için düzenli bir geliri olması gerektiğini biliyordu.

“Anne?” Suna büyük kızının uyanarak kendine seslenmesiyle düşüncelerinden sıyrılmıştı.

“Uyandın mı kızım, hadi sessizce kalkalım kardeşin uyanmasın.” Küçük kız başını sallarken uyku sersemi yataktan usulca çıkmaya çalışmıştı. Suna kızına yardım ederken bir yandan da yüzüne dökülen saçlarını geri çekiyordu.

“Anne bir daha babamı görmeyecek miyiz?”

“İstersen görebilirsin kızım, neden öyle düşünüyorsun?” Esra annesine üzgün bir şekilde bakmıştı.

“Dedemler konuşurken duydum, babamın yeni bir bebeği olmuş.” Suna gözlerini kısa bir anlığına kapatarak kızını kucağına çekmişti. Saçının üzerini öperken içindeki acıyı bastırmaya çalışıyordu. Kocasına olan sevgisini o hastane koridorunda bırakmıştı. Zeynel’in onun kalbinde artık yolu yoktu. Suna her zaman keskin kararlar alan bir yapıya sahipti. Zeynel onun için ölmüştü ama kızlarının babası olduğu için çocukları istediği sürece babalarını görecekti.

“Siz ne zaman isterseniz babanızı göreceksiniz. Yeter ki üzülmeyin.”

“İstemiyorum…”

“Ne?”

“Babamları görmek istemiyorum. Babam bizi sevmiyor,” dediğinde Suna’nın canı acımıştı. Bu düşünceye kızını Zeynel itmişti. Kızlarını hor görerek, onlara sevgi göstermeyerek kendinden uzaklaştırmıştı kızlarını.

“Siz nasıl isterseniz öyle olacak kızım,” Suna kızını alarak odadan çıkarken oldukça düşünceliydi. Esra artık büyümesine rağmen annesinin onu kucağında taşımasına bayılıyordu.

“Kızım ne yapıyorsun, koca kız oldu artık belini inciteceksin.” Gülay hanım kızını görünce onu uyarmadan edememişti.

“Bir şey olmaz anne, benim kızım hala küçük,” derken kızının başını öpmüştü.

“Anane, Esma babaanneye gidelim mi?” Suna ve kadınlar şaşkın bir şekilde küçük kıza bakarken Gülay Hanım ‘ne iş’ dercesine kızına bakmıştı. Suna omzunu silkerek annesine bilmediğini belli ederken Zeynep Hanım araya girmişti.

“Esma babaannene neden gitmek istiyorsun yavrum?”

“Onun evinin bahçesinde salıncak var. Karan abimle biz sallandık. Hem meyve ağaçları da var…” dediğinde kadınlar birbirine bakarak gülümsemişti.

“Suna bu çocuklar sana çekmiş, sende o evin bahçesinde oynamayı severdin.” Gülay hanım anlayışla kızına bakarken Suna buruk bir şekilde gülümsemişti. Onun çocukluğu çok güzel geçmişti. Mahallesindeki komşular sıcacık bir kalbe sahipti. Elbet arada çekememezlik dedikodu oluyordu ancak gün sonunda hepsi unutuluyor, bir araya gelinerek eğleniliyordu.

“O evdeki huzuru hiçbir yerde bulamazdık anne. Alınma ama Esma teyze mahalledeki tüm gençlerin dert ortağıdır.”

“Bilmez miyim, bana anlatmadığın şeyleri ona anlatırdın. O uğursuzu da ilk Esma’ya anlatmıştın.”

“Sanki sen anlatmıyordun anne? Siz kadınlar da Esma teyzeye giderdiniz. Şu mahallede sırrını ona anlatmayan tek bir kişi bulamazsın.”

“Allah var doğru, bizim Esma’yı herkes sever sayar. Ona anlatılanı başka bir ağızdan duymadım. Sizi gönül rahatlığıyla ona emanet ederdim.” Suna başını sallayarak annesini onaylamıştı. Küçük kıza sonra gideceklerinin sözünü vererek akşam için hazırlık yapmaya mutfağa geçmişti.

“Banu nerede anne?”

“Aşağıya indi, ders çalışacakmış.” Zeynep hanım ona cevap verirken derin bir nefes almıştı. Onun hüzünlü gözleri Gülay hanımın dikkatinden kaçmamıştı.

“Ne oldu Zeynep’im neden iç çektin?”

“Bazen düşünüyorum Gülay, Mehmet benimle evlenmeseydi kendi çocukları olurdu. Onunda baba olmaya hakkı vardı.”

“Mehmet’in özellikle seni seçtiğini biliyorsun Zeynep. Sakın ağabeyimin yanında böyle konuşup üzme. Demek ki baba olma ihtiyacı duymadı. Efnan ona yetiyor.”

“Öyle de… Banu bizimle kalmaya başladığından beri düşünmeden edemiyorum. Elimde değil, o genç kızın hali içimi acıtıyor. Ailesinin duyarsızlığı belli etmese de canını yakıyor kızın. Kaç gün oldu bir kez olsun arayıp sormadılar. Dün bir telefon aldı ama ne duyduysa yüzü asıldı kızın. Banu pırlanta gibi bir çocuk, eğitilmemiş sadece. Ziyan olmasından korkuyorum.”

“Siz varsınız ya Zeynep, Efnan kardeşine yardım edecektir.”

“Öyle de ne bileyim…” Zeynep susarken Gülay anlayışla ona bakmıştı.

***

“Daha ne kadar orada oturacaksın?” Ahmet bir süredir odadaki koltukta oturup dosyaları inceleyen kızı izliyordu. Efnan o kadar dalgındı ki genç adamın kendisini izlediğinin farkında değildi. O çalışmaya başladığında genç adam uykuya dalmıştı. Duyduğu sesle irkilen genç kız başını kaldırıp genç adam bakmıştı.

“Ne zaman uyandın sen?”

“Bir süredir seni izliyorum. Bırak şu dosyaları da biraz benimle ilgilen.” Efnan adamın sözleriyle kızarırken elindeki dosyayı bırakarak yerinden kalkmıştı. Yatağa yaklaştığında içini garip bir heyecan sarıyordu. Ahmet kendisine doğru gelen kızın zarafeti karşısında nefesi tutarken yutkunmadan edememişti.

‘yok yok, düğünü yapmamız şart.’ Bu şekilde uzaktan bakmak, sınırı aşmamaya çalışmak ona göre değildi çift nikahlı karısıydı ama ona dokunmaya çekiniyordu. Bu onun karakterinde biri için zor bir durumdu. Ahmet sevdiklerine şaka yapmadan duramazdı ki.

“Ne düşünüyorsun?”

“Düğünü!” Efnan adamın sözleriyle duraksarken başını iki yana sallamıştı.

“Sen iyi olunca yapacağız işte düşünecek ne var?” Efnan adamın sürekli düğünden bahsetmedi onu hem heyecanlandırıyor hem de gerilmesine neden oluyordu.

“Öyle de Ramazan girmeden yapalım. İki bayram arası düğün olmazmış, annem öyle söylemişti bir keresinde.” Efnan tek kaşını kaldırarak ona bakmıştı.

“Ne zaman söylemişti bunu?”

“Çok oluyor, hatırlayamadım şimdi…” dediğinde Efnan imayla kocasına bakmaya başlamıştı.

“Hayırdır Ahmet Efendi, daha önce evlenmeye mi karar vermiştin. Gülay annem seni neden uyardı ki?” dediğinde Ahmet yaptığı gafı anlayarak susmuştu.

“Benimle ne alakası var Efnan, ben sana kadar evlenmeyi düşünmüyordum. Kim bilir kimin düğünü için söylemişti.” Ahmet yüzünü asarken Efnan aldığı cevapla duraksamıştı. Kızın sessizliği genç adamın dikkatini çekerken Ahmet uzanarak karısının elini kavramıştı. Efnan dikkatle ona bakarken Ahmet derin bir soluk alarak kızın gözlerine odaklanmıştı.

“Korkuyorum Efnan!” dediğinde Efnan adamın devam etmesi için susmuştu.

“Korkuyorum… İnan içimdeki bu korkuya anlam veremezsem de korkuyorum. Sanki düğün olmazsa avucumdan uçup gidecekmişsin gibi hissediyorum. Bu çok farklı bir duygu, o evin içine seninle girmeden sanki tüm bu olanlar rüyaymışta uyanacakmışım gibi hissediyorum. Davranışlarıma anlam veremediğini biliyorum ama inan bana bazen bende anlam veremiyorum. Tek istediğim tek göz oda da olsa seninle bir yuvamız olsun. İçinde ikimizin ayak sesleri duyulsun.” Efnan adamın sözleri karşısında duygulanırken gözlerini kaçırarak başını eğmişti. Çenesinde hissettiği dokunuşla başı yeniden yukarı kalkarken istem dışı gülümsemişti. Öyle ki yataktaki adamın bacaklarındaki dermanı alırcasına içten bir gülümsemeydi.

“Sen nasıl istersen öyle olsun. Bizimkilere söylerim mekanı ayarlarlar.”

“Sen onu düşünme Alya ve Akasya halledecektir. Sen sadece evimizle ilgilen.”

“Onlara çok yük olmuyor muyuz? Akasya doğuracak gibi,” dediğinde Ahmet gülmüştü.

“İnan o kız dokuzuncu ayında da olsa bizim düğünü yapmadan doğurmaz.” Efnan adamın sözlerine gülerken derin bir iç çekmişti.

“Onlara değer veriyorsun, onlarda sana…”

“Onlar benim kardeşim Efnan. Alya benim süt kardeşim ama Akasya da can kardeşim. Dışarıdan belli etmese de Akasya sınırlarını her zaman korumuştur. Ne varsa dilindedir art niyet taşımaz. Ama damarına bastın mı seni canından bezdirir.” Efnan başını sallayarak adama hak vermişti.

“O zaman ben eve gidiyorum, birazdan arkadaşın gelir.”

“O gelene kadar gitme. Hem Açelya da gelmedi.” Açelya karakola kadar gitmişti. Alya ve Akasya da hasret gidermek için hastaneden ayrılıp okulu yolunu tutmuştu. Sefa ve Asya’yı ziyaret edip oradan da seraya geçeceklerdi. Efnan Karan gelene kadar genç adamın yanında kalmıştı. Karan’la birlikte Açelya da geldiğinde Efnan ikiliyi yalnız bırakarak hastaneden ayrılmıştı.

“Kapıya bakmayı kes dostum, karın çoktan çıkıp gitti.” Ahmet yaklaşık on dakikadır kapalı kapıya bakıyordu. Arkadaşının sözleriyle kendine geldiğinde Karan imayla onu süzüyordu.

“Boş yere öyle bakma. Seni yıllardır böyle görmemiştim. Eski arkadaşım geri geldiği için mutluyum.”

“Ona kıyamıyorum.” Ahmet’in açık sözlülüğü Karan’ı güldürmüştü.

“Sen ona çocukken de kıyamazdın. Unuttuğunu söyleme sakın.”

“Ona baktıkça alıp içime saklayasım geliyor. Öyle naif ve kırılgan görünüyor ki bir zarar görecek diye korkuyorum.”

“Onu koruyamazsın Ahmet. Her zaman yanında olamazsın. Allah en sevdiklerimizle sınar bizi.”

“Seni kiminle sınadı?” Ahmet’in sorusuyla şaşıran genç adam gülerek başını iki yana sallamıştı.

“Ben öyle bir şey söylemedim.” Ahmet arkadaşını gülümsemesinin sahte olduğunu anlayacak kadar iyi tanıyordu onu. Üzerine gitmemek için konuyu değiştirerek “Haber var mı?” dedi.

“Henüz kimlik tespiti yapacak bir delile ulaşamadık ama eli kulağındadır.”

“İçerden biri olmalı, amcamın odasına öyle herkes giremez. Özel anahtar ve şifresi var. Hadi anahtarı aldı, şifreye nasıl ulaştılar?”

“Bu ihtimal üzerinde de duruyoruz. Sen iyi olmaya bak biz hallediyoruz.”

“Anlamıyorsun, yine deneyecekler. Bu kez hedef başkası olabilir. O ihale çok önemli bir ihale. Alacak kişi kanseri bitirecek ilaçları üretecek. Bunun ne denli büyük olay olacağının farkında mısın? Eğer ilaç başarılı olursa iyi olmak için binlerce lira kimyasal ilaçlara dökülmeyecek. İnsanların kemoterapi almasına bile gerek kalmayabilir.”

“Bu mümkün mü?”

“Bilmiyorum ama Efnan’ın üzerinde çalıştığı bir ilaç var. Onun peşinde olduklarını düşünüyorum.”

“O zaman ihale bir paravan. Asıl hedef ihale dosyası değil, Efnan’ın formülü mü?” Karan’ın sorusuyla genç adam olaya bu yönden bakmadığını düşünmüştü. eğer öyleyse karısı tehlikede olabilirdi.

 

 

***

Yorumlarınızı bekliyorum.

Bölüm : 19.04.2025 19:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...