
Pek içime sinmedi ama nasıl olmuş lütfen doğru söyleyin ona göre düzeltirim.
Azat’ın bakışları, bana daha önce hiç olmadığı kadar soğuk ve uzak geliyordu. Sözlerimin onun üzerinde hiçbir etkisi olmadığını görmek, içimi daha da boşaltıyordu. Onunla bu şekilde yüzleşmek, bana gerçekten hiçbir şey kazandırmıyordu. Bir adım daha attım, ama her adımımda o korkunç duvar daha da kalınlaşıyor, daha da uzaklaşıyordum ondan.
Azat, ellerini göğsünde birleştirerek, o kasvetli ifadesiyle bana bakıyordu. Hala o alaycı gülümseme dudaklarında beliriyordu. “Beni değiştirebileceğini mi sanıyorsun, Cemre?” dedi, sesi keskin ve soğuk. “Bunu unut. Seninle hiçbir şey değişmeyecek. İkimizin de buradaki yerimiz belli.”
Her kelimesi, bir bıçak gibi içime saplanıyordu. Ne kadar çabalasam da, bu adamla bir yere varamayacağımı kabullenmek zorundaydım. Ama işte, işin en garip yanı, her şey bir anlaşma yüzünden başlamıştı. Zoraki bir evlilik, bir anlaşma... Hadi, isterseniz buna "berdel" deyin. Bizimki de tam olarak buydu.
Bütün bu yıllar, bu acı, bu suskunluk, hepsi bir anlaşmaya dayalıydı. Anlaşmayı bozmanın herhangi bir yolu yoktu. Zihnimde bu düşünceler yankılandıkça, Azat’ın bana baktığı o boş, duygusuz bakışlar her geçen saniye daha da keskinleşiyordu. O an, içimden tek bir soru geçti: Neden?
Evet, evet… Neden? Ne vardı bu evlilikte? Beni neden zorla bu hale getirmişti? Benim suçum neydi? Bir anlaşmaya imza atmak zorunda kaldığımız gün, aslında ikimizin de en büyük hatayı yaptığını anlamıştım. Ama her şeyin bu kadar çabuk ve acımasızca sonlanacak olması… Beni gerçekten çok yoruyordu.
Azat, gözlerimi daha da zorlayarak bana doğru bir adım attı. “Beni değiştirebileceğini sanıyorsun, değil mi Cemre?” dedi, sesi iyice yükselmişti. “Ama unuttuğun bir şey var. Bu evlilik, senin istediğin gibi bir şey değil. Bu bir zorunluluk, bir anlaşma. Başlangıçta sadece bir tercih değildi. Ben sana her şeyi anlatmaya çalıştım. Ama sen her zaman kendini savunmaktan başka bir şey yapmadın.”
Benim için bir tercih değildi. Onun için de değildi. Ama bir yola girmiştik ve o yolun geri dönüşü yoktu. O yüzden Azat’la bu kadar derin bir çatışmaya girmek, sadece daha fazla acı çekmek demekti.
Yavaşça başımı eğdim ve derin bir nefes aldım. “Sen de biliyorsun, Azat,” dedim, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. “Bu evlilik ikimizin de isteğiyle olmadı. Zorla yaptık. Sen de ben de.”
Azat, hiçbir şey söylemeden bakışlarını bir an için indirdi. Ama sonra o soğuk bakışları yine üzerime çevirdi. “Zorla mı?” dedi alaycı bir şekilde. “Zorla yaptık, değil mi? Ama bu sözleri boşuna söylüyorsun. Çünkü her şeyin sorumluluğunu almak zorundasın. Bu evlilik senin de seçimin. Sonuçta sen de bir tercih yaptın. Ve o tercih seni buraya getirdi.”
Bir an daha sustum. O an gözlerimde bir boşluk vardı. Azat’ın sözleri, bana hep aynı şeyi hatırlatıyordu: Bunu bir tercih yaparak kabul ettik. Bir anlaşma. Bir zorunluluk. Ama hiçbirimiz burayı gerçekten istemiyorduk.
“Evet, evet… belki de haklısın,” dedim, sesimi zorlayarak. “Ama farkında değilsin, Azat. Ben sadece anlamak istiyorum. Neden bu kadar soğuksun? Bu kadar uzak? Neden bu kadar kuralcı ve duygusuzsün?”
Azat, gözlerinde bir kırgınlıkla, ama aynı soğuk tavrıyla bir adım geri çekildi. “Duygular bana göre değil, Cemre. Anlamak istemiyorum. Anlamanızı da beklemiyorum. Çünkü ne yaparsan yap, bir çözüm yok. Anlaşma zaten burada.”
O anda o kadar sıkıştım ki, içimdeki her şey patlayacak gibi oldu. Bu zoraki evliliğin ardında bir anlam arayışım vardı, ama hep daha da uzaklaşıyorduk. Azat ve ben, birbirimizi anlamaya çalışmadan, birbirimize her gün daha da yabancılaşıyorduk.
Kapalı bir alanın içinde gibiydim. Her şey dört duvarın içinde sıkışıp kalmıştı. Azat’la bu evliliği devam ettirmenin ne bir anlamı vardı, ne de bir yolu. Ama bunu kabul etmek, her geçen gün daha zor oluyordu. İçimde, ona dair bir şeyler hala vardı. Ama o, duygusuz bir şekilde duvarını örmüş, her şeyden uzaklaşmıştı.
Bir an düşünmeden, yavaşça ona doğru birkaç adım attım. Sonra sesimi çıkararak, gözlerimin içine bakarak söyledim: “Azat, duygular insanı güçsüz yapmaz. Senin söylediğin gibi… ‘Beni anlamaya çalışman boşuna,’ demekle hiçbir şey çözülemiyor. Zoraki evliliğimizle her şey çözülecekse, o zaman buradaki tek çözüm kimse birbirini anlamadan bir ömür boyu birbirine acı vermek olacaktır.”
Azat, gözlerimi bir süre sessizce inceledikten sonra, başını hafifçe eğdi ve sonra alaycı bir şekilde gülümsedi. “Ne kadar da hırslısın Cemre,” dedi, gözlerinden hiçbir şey anlaşılmadan. “Bu savaşı kazanmak için uğraşman gerçekten anlamsız. Ama işte, bu evliliğin tek gerçeği bu. Ne sen, ne ben birbirimizi değiştirip değiştiremeyiz. Bunu kabullen. Ve bu kadar üstüme gelme.”
Gözlerim dolmuştu ama yine de ağlamadım. Ne de olsa, Azat’la her şeyin sonu gelmişti. Birbirimizi anlamak ya da sevgiyle yaklaşmak gibi bir niyetimiz yoktu. Her şey sadece bir anlaşmaya dayanıyordu ve bu anlaşma asla değişmeyecekti.
Zoraki bir evlilik, zoraki bir hayat demekti. Kaderin acımasız bir oyunu gibi…
Azat’ın son sözleri, yüreğimi derinden yaralamıştı. Gözlerimdeki bulanıklığı, ne kadar bastırmaya çalışsam da engelleyemedim. Her şeyin bir anlaşmaya, bir zorunluluğa dayalı olduğunu söylediği an, içimdeki umut kırıntılarını birer birer yok etti. Azat’la bu evliliği devam ettirmenin anlamı kalmamıştı. Ama yine de bir şeyler vardı, bir köşe başında, derinlerde. O köşe, bir zamanlar birbirimize duyduğumuz o küçük, masum hayalleri saklayan bir yerdi. O yüzden, onunla her gün daha da yabancılaşmak, beni içinde kaybolmuş gibi hissettiriyordu.
Bir an sessizlik çökmüştü aramıza. Azat, gözlerimi bir süre inceledikten sonra, geriye doğru bir adım attı. O kadar soğuk ve mesafeli duruyordu ki, sanki aramızda hiç bağ yokmuş gibi hissediyordum. Herkesin bizi izlediği o anki rahatsızlık yoktu, ama içimde bir boşluk, bir hüzün vardı.
“Bu kadar çaba harcaman anlamsız Cemre,” dedi, sesi daha yumuşak ama yine de sertti. “İstediğini elde edemeyeceksin. Bu evlilik bir anlaşmadan ibaret, onu da anlaman gerekiyor.”
Ben de ona bakarak, “Evet, belki de öyle,” dedim, fakat sesimdeki kırgınlık onu fark etmiyordu. “Ama senin gibiler için her şey anlaşma, zorunluluk olmaktan ibaret. İnsanları anlamadan, onlara dokunmadan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ne gördün ki, sadece bir anlaşma olarak görüyorsun?”
Azat, yine o kasvetli bakışlarını bana çevirdi. "Sadece gerçekleri görüyorum Cemre. Sen de görmelisin," dedi, ama içindeki acıyı saklamak için her şeyi kaybediyordu.
O an, içimdeki son güçle, bir kez daha ona yaklaşmaya karar verdim. Artık kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. "Azat, seni gerçekten anlayabilmek istiyorum. Belki de daha önce yapmadım. Ama her gün seni anlamak için daha fazla çaba harcıyorum. Senin bu duvarını aşmak istiyorum. Ama sen hep geriye çekiliyorsun, hep daha uzaklaşıyorsun. Neden?"
Azat, gözlerini bir süre benden kaçırarak yere indirdi. Gözlerinde bir kırgınlık belirdi, ama hemen kayboldu. “Çünkü ben değiştirilmek istemiyorum, Cemre. Bunu anlaman gerek. Benimle yaşamanın zorluğu da burada, işte bu duvarlarda. Hem seni, hem de kendimi korumam lazım. Bir adım daha atsan bile, sana söyleyebileceğim tek şey bu.”
Azat’ın gözlerindeki acı, ona dokunmak için hissettiğim o yumuşaklıkla çelişiyordu. Ama ona yaklaşmak, ona dokunmak istemek, bir yanımın ondan bir şeyler beklemesi, bir yola çıkma ümidiyle kalmak, bana yalnızca daha fazla acı getirecekti.
Cemre, ne kadar direnmeye çalışsan da, Azat'la her şeyin sadece bir anlaşmaya dayalı olduğunu anlaman gerekiyordu. Ama bir şey vardı ki, o da hayatın ne kadar adaletsiz olduğu, insanların birbirlerine sarılmak ve gerçek anlamda anlamak için bile bir yol bulamadan birbirlerinden uzaklaştıklarıydı.
Azat’la bu kadar derin bir bağ kurmaya çalışmak, bana hep aynı sonucu getiriyordu: Soğuk, duygusuz bir boşluk. Yavaşça, yavaşça o boşluğa daha fazla çekiliyordum. İçimde, bir zamanlar istediğim, arzuladığım şeyi bir türlü bulamıyordum. Bunu biliyordum.
Her şey bir anlaşma, bir zorunluluk, bir yük... Peki, o zaman gerçekten sevgi neydi? Bu evlilikten ne bekliyordum ki? Her gün biraz daha sıkıştığımı hissediyordum.
“Beni değiştirmen gerekmiyor,” dedi Azat, sonunda sesinde yumuşak bir tonla, ama yine de hissettiğim duygusuzlukla. “İkimiz de birbirimizi değiştirip değiştiremeyiz. Ama bunu kabul etmek zorundayız, Cemre.”
Ve o an, her şeyin sona erdiğini düşündüm. Bir anlaşma gibi… Ne sevgi, ne de bir bağ vardı aramızda. Ama belki de bu acımasız yolculuğu bitirmenin tek yolu, birbirimize olan beklentilerimizi terk etmekti. Azat’ın bakışları, o uzaklık, beni her geçen gün daha çok silip süpürüyordu. Ve ben, bu evliliği bir anlaşma olarak kabul etmiş bir kadındım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |