12 yaşımda bir çiçeğimiz vardı Adnan amcamla benim, pembe Begonvil çiçeği. Evimizin terasında büyütüyorduk, bir gün büyüyüp tüm evi sarmasını bekledik büyük bir umutla. İçine bir not bırakmıştı Adnan amcam, saksının altına. Olur da bir gün solarsa alıp oluyacaktım o notu. Çiçeği ektikten bir kaç ay sonra bir kuş gelmiş ve tüm çiçeği berbat etmişti.
Başında oturup ağlamıştım saatlerce, çünkü o Begonvil benim umudumdu. Tüm gün başında beklemiştim, belki düzelir diye ama ertesi gün yanına gittiğimde dallarının kuruduğunu, çiçeklerinin yere döküldüğünü gördüm. Bir kaç çiçeği kucağıma basıp ağladığım sırada Adnan amcamım yazdığı not geldi aklıma. Saksıyı kaldırıp notu aldığımda başıma bir kaç damla yağmur tanesi düştü.
Gözümdeki yaşları silip hızlıca odama koştum ve yatağımın üzerine uzandım. Zarfı açıp kağıdı elimde çevirdim.
“Umut nedir Derin? Canlı çiçeği sulamak mıdır umut? Sen sulamasan da yağmur yağar ve o çiçek yine de büyür. Yoksa plastik çiçeği sulamak mıdır umut? Belki büyür umuduyla başında beklemek midir? Bana umudu anlatır mısın? Umudunu kaybetmemeyi de anlat ama. Bir gün eğer tüm umudunu kaybedersen umudunu tekrar nasıl kazanacağını da güzel kızım…”
O gün koşa koşa Adnan amcamın yanına gitmiştim. Gözlerimdeki yaşları silip elimdeki bir çiçeği ona uzattım ve yanına oturdum.
“Umut kurak toprağa çiçek ekmektir Adnan amca. Yağmur yağmadığı için kuraktır o toprak ama senin umudun varsa o toprağa çiçeğini ekersin. Her gün bir bardak su götürürsen o çiçeğin başına, umudunu hiç kaybetmezsin, hep büyür o çiçek fakat bir gün bir fırtına kopar da çiçek ölürse işte o gün bir mezarın başındaki çiçeği sularım. En kuru, en soluk çiçeği sularım. Çünkü o çiçekler de umudunu kaybetmişlerdir. Beraber kazanırız.”
Bir kız çocuğu için umut bir çiçekti fakat benim için umut yaşamaktı, son bir nefes daha alabilmekti. Beraber bir nefes alabilmekti.
İlyas amca ve ardında bir kaç araba dolusu eli silahlı askerler koşarak yanımıza geldiklerinde İlyas amca, kanı durdurmak için bastırdığım elimin altındaki beze bastırmaya başladı Atlas’ın yanından kalkıp bir kaç adım geriye çekilip dizime yapışan çakıl taşlarını elimle çırptım. Tam o sırada sırtımda bir şey hissettim. Ani refleksle dönüp baktığımda bir asker omuzuma uzun bir örtü bırakmıştı. Örtüyü omuzlarıma sıkıca sarıp tekrar Atlas’ın yanına diz çöktüm.
İlyas amca elini omzuma koyup yüzümü incelemeye başladı. “Bir şeyin var mı senin?” Sanırım kimse Atlas’ın halini görmüyordu. Yüzümdeki acısını bile hissetmediğim bir kaç kesik kimsenin umrunda olmamalıydı şu an için. “İlyas amca müdahale lazım Atlas’a. Gerçekten acil bir müdahale lazım.”
İlyas amca ayağa kalkıp arkasındaki adama bir şeyler söyledi ve arabaya bir işaret verdi. Bir kaç saniye sonra portatif bir sedyeyle bir kaç asker daha yanımıza geldi ve Atlas’ı o sedyenin üzerine aldılar ve büyük araca doğru götürmeye başladılar. O sırada omuzumdaki örtüyü alıp Atlas’ın buz gibi bedeninin üzerine örttüm. Yaklaşık bir saat boyunca soğuk asfaltın üzerinde yatmış, deli gibi de kan kaybetmişti. Üşümüş olmalıydı.
Gözlerini açık tutmaya çalışıyordu, eminim çok zorlanıyordu. Büyük arabanın önüne geldiğimde kalıyı açtılar ve Atlas’ı uzun koltuğun birine uzandırdılar ve yanıma büyük bir çanta bırakıp arabada yalnız İlyas amca kalacak şekilde herkes çıktı. Elimi çantaya atıp açtığımda içinde onlarca hatta yüzlerce cerrahi alet gördüm. Şaşkınlığımı farkeden İlyas amca gülümseyerek bana baktı.
“Bizde ilk yardımlar ağrı kesici ve bir kaç yara bandıyla çözülmüyor. Maalesef ki ilk yardımımız ölüme yakınlar için kullanılıyor, aynı şimdiki gibi.”
Steril eldiveni elime geçirip saf alkolü bir pamuğa döküp yarasının üzerini temizlemeye başladım. Bu zamana kadar onlarca kadavra üzerinde çalıştım, stajımda onlarca gerçek hastayı tedavi ettim. Bazıları Atlas’ın durumundan bile beterdi fakat ilk kez kendimi bu kadar kötü hissediyordum.
Pamuğu tuttuğum elim titremeye başladığında Atlas’a takıldı gözlerim, sırıtarak bana bakıyordu. “İlk kez yara temizliyormuşsun gibi hissediyorum bazen. Ne olur öldürme beni Derin?” Gülmeye çalıştığında acıyla inledi ve nefesini kısa bir süreliğine tuttu.
Ardından İlyas amcaya seslendi. “İlk yardım bilen birini gönderir misin baba? Derin’in üzerindeki yükü azaltalım.” İlyas amca arabadan iner inmez Atlas’ın elleri titreyen yüzümle buluştu. Başparmağını yüzümde narince gezdiriyordu. Biraz olsun titremem azalmıştı, sakinlemiştim resmen. “Acımıyor zaten, rahat ol biraz. Korkmanı istemiyorum, gerilmeni istemiyorum. Sen nasıl rahatsan ben öyle davranırım.”
Titreyen ellerim ve duracak gibi atan kalbim tekrar düzene girmişti. Başını kaldırmaya çalıştığı sırada sol elimi ensesinin altına koyup başını kaldırmasına destek oldum ve hemen yanımdaki minik yastığı sırtının altına koydum. “Su mu istiyorsun? Hemen veriyim-“ Daha cümlemi tamamlamama fırsat vermeden iri elleriyle kolumu sıkıca sardı.
“Su istemiyorum Derin. Benim istediğim tek şey varlığın. Varlığından başka bir şey düşünemez oldum bir kaç günde. Ve şimdi beni uçuruma düşerken tutmaya çalışıyorsun. Sen olmasaydın, o buz gibi asfaltta nefessiz yatarken başını göğsüme yaslamasaydın ve bende sıcaklığını hissedip umudumun olmadığını bilmeseydim uçurumdan düşmüştüm Derin.yani şimdi sorarsan ne istiyorsun diye kısaca söyleyeyim. Seni istiyorum Derin.”
Onun tek seferde anlattıkları benim bir ömür aklımdan çıkmayacaktı. İstemsizce gözümden bir kaç damla yaş aktığında o da bana dolu gözlerle bakıyordu. Yapacağım hareketin iki sonucu olacaktı: Ya pişman olacaktım, sonrasında yaptıklarım için utanç duyacaktım. Ya da onu uçurumdan öyle bir asılacaktım ki bir daha düşemeyecekti.
Dizlerimin üzerinde yükselip yüzüyle aynı hizaya gelip bir kaç saniye bekledikten sonra dudaklarına doğru yaklaştım. Aramızda bir kaç santim kalmıştı ki aracın kapısı açıldı. Afallamıştım, utanmıştım. Ah Derin! Zamanımıydı bu saçmalığın? Yeri miydi? Sırtının altındaki yastığı düzeltir gibi yaparak geri minik tabureme oturmuştum.
“İlk yardımın da üstünü bilmen gerekiyor. Malzemeleri ve nasıl kullanıldıklarını biliyor musun?”
Adam başıyla beni onaylayıp hemen yanımdaki koltuğa oturdu. Yakasındaki karta bakıp ismini gördükten sonra eldivenlerimi değiştirip elime yeni bir pamuk aldım.
“İlk önce yarayı temizleyeceğim Ahmet. Sen o sırada sargı malzemelerini hazırla. Yara derin, ona göre hazırlıyorsun her şeyi. Bir de dikiş için malzemeleri hazırla. Dikişsiz olmaz bu yara.”
Yarayı tekrardan temizlemeye başladığımda Atlas’ın gözlerinin kısıldığını gördüm. Ya kan takviyesi yapılacaktı ya da uyumayacaktı. Başka çarem yoktu fakat Atlas’ın da artık dayanacak gücü kalmamıştı. Elimdeki pamuğu yere bırakır bırakmaz bir hareketlilik hissiyle Atlas’a döndüm. O an hiç olmaması gereken bir şey yaşanmıştı, korktuğum başıma gelmişti: Atlas bilincini kaybetmişti, kolu boşluğa düşmüştü.
Hemen boynundaki künyesini elime alıp kan grubuna baktım. “0Rh-. Ahmet bana en hızlısından 0Rh- kan buluyorsun. Çok hızlı.” Kan takviyesi verilmesi şarttı ve bu koşulda işimin ne kadar zor olduğunun farkındaydım. Damar yolu açmak için her şeyi hazırlamış, gelecek kişiyi bekliyordum.
Bir kaç dakika sonra kapı açıldı ve içeri iki kişi girdi, ardında da İlyas amca. Gözleri dolu bana masumca bakıyordu. Kan yoksa ölüyor diyemezdim elbet fakat durumundan da bahsetmem şarttı. Titreyen ellerimi ve yaş dolu gözlerimi ardımda bırakıp cesaretimi topladım. “Fazlasıyla kan kaybetti, normal bilincinin gitmesi fakat kan takviyesinde bulunmazsak bilincini daha çok kaybeder. O nedenle hızlı olmamız şart.” Koltuğa oturan askerler çoktan kollarını açmıştı. Ahmet’i yanıma çağırıp yardım etmesini istedim.
“Kaybedebilirim yani oğlumu.” dedi dolu gözleriyle. “Ölebilir yani. Doğru mu doktor? Doğru mu Derin?” Nasıl diyeceğimi bilmiyordum ama söylemek de zorundaydım. “Evet İlyas amca. Ama korkma, bak kan bulundu bile. Atlas’ı kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Hemde ne gerekiyorsa…”
Ahmet koltukta oturan askerden birine damar yolu açmış tüpü bağlıyordu. Ben ise çantadan bazı ilaçları şırıngaya doldurup Atlas’a damar yolu açmaya başlayacaktım. Üzerindeki ceketin kolunu çıkarttığımda ilk kez kollarını apaçık görüyordum. Kolundaki damarlar uzaktan bile oldukça belirgindi. Elimdeki iğneyi belirlediğim damara yavaşça dokundurup ilacı sıcak kanına serbest bıraktım. Ardından şırıngayı çıkarıp yerine bir tüp taktım ve kanın hazır olmasını bekledim.
Ahmet iki askerin de damar yolunu açmış, benim için altın değerindeki o kanlar iki farklı tüpe doluyordu. Yaklaşık 10 dakikada ikisi de dolmuş olacaktı. Bir yandan tüplerin dolmasını bekliyor, bir yandan da başımı Atlas’ın eline yaslayıp sıcaklığını bedenimde hissediyordum. Bir an olsun sıcaklığını kaybetmem demek onun ölümü demekti. Ne o pes ediyordu hayatı bırakmaktan, ne de ben pes ediyordum onu bırakmaktan.
Bir kaç dakika sonra gözlerimi koca bir karanlık sardı. Saniyeler içinde de bir kaç rüya… ‘Bir kuyu başında dizlerimi karnıma çekmiş çığlık çığlığa ağlıyordum. Bir kaç saniye sonra kalkıp tekrar kuyudan içeri başımı uzattığımda Atlas’ın her zamanki cesur ve kararlı yüzüyle karşılaştım. Elimi uzatsam dokunurdum ona, uğraşsam çıkarırdım onu o karanlık kuyudan fakat ben sadece ağlıyordum.
Kuyunun yanına tekrar oturduğumda yumuşak bir halat elime takıldı. Kalın yumuşak bir halattı. O an aklıma gelen ilk şey onu Atlas’a uzatmaktı. Kuyunun soğuk taşları üzerine çıkıp halatın bir ucunu Atlas’ın elleriyle buluşmasını izledim. Ardından tüm gücümle onu yukarı asıldığımda halat öylesine sert koptu ki kuyunun içine doğru düşmeye başladım.’
Berbat bir rüya olmalıydı. Olduğum yerde sertçe sıçramıştım. Gözlerimi açtığımda Ahmet bana sesleniyordu. “İçiniz geçmiş sanırım. Kanlar hazır Derin hanım.” Sıkıca tuttuğum eli bırakmadan tüpün birini Atlas’ın kolundaki tüpe bağladım ve sıcak kan damarından tüm bedenine dağılmaya başladı. Hafif bir gülümseme ve dolu gözlerimle Ahmet’e döndüm. “Siz çıkabilirsiniz. Her şey için çok teşekkürler. İlyas amcaya da haber verin. Çok sürmez, birazdan bilinci yerine gelir.”
Araba boşalır boşalmaz gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Avucunun içine minik bir öpücük bırakıp başımı karnına yatırdım. “Seni asla bırakmam. Sen ölüme gitsen bile peşinden gelirim. Sana iğne batsa yarası bende kanarmış Atlas, sen ölsen mezara ben girermişim. Bundan sonra seni benden ölüm dahi ayıramaz. Söz veriyorum!”
Saçlarımda bir el hissettiğimde gözlerimi açıp başımı kaldırdım. Karşımda yorgun bir çift ela göz görmüştüm. İşte bu… Bilinci tekrar yerine gelmişti. Başımı kaldırıp gözyaşlarım ve gülüşlerime hakim olmaya çalışmadan Atlas’ın dudağına küçük ama uzun bir öpücük bıraktım. Ardından geri çekilerek kapıyı açıp dışarı sevinçle atladım. Öylesine mutlu ve utangaç bir tavrım vardı ki kendi halime kendim bile gülüyordum.
İlerideki İlyas amcaya doğru koşup açtığı kollarına kendimi attım ve sımsıkı, sıcacık bir sarılmaya tüm bedenimi teslim ettim. “Biliyordum Derin, bizim için bir mucize olduğunu biliyordum. Seni seviyorum kızım, çok teşekkürler.” Kollarından kendimi ayırıp biraz önceki kasvetli havaya inat açan sıcacık güneşe ve önümden geçen bir kaç kuşa doğru kollarımı açıp bakmaya devam ettim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
250 Okunma |
134 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |