
Bir bekleyiş, bir hayal kırıklığı ve koca bir özlem… Bir kaç günü tüm bu duygularla beraber geride bırakmıştım. Unutmamıştım, zira hayatım boyunca unutamayacağım şekilde zihnimin her köşesine acıyla kazınmıştı. Fakat acısı diniyordu, eskisi kadar acıtmıyordu.
Geride bıraktıklarımızı sonsuza dek kalbimizde taşıyabiliyormuşuz da ne kadar uğraşırsak uğraşalım ne ilk günkü acıyı yaşayabiliyormuşuz ne de unutabiliyormuşuz. Ne yeniden var oluyormuş ne de tamamen yok oluyormuş….
Öyle bir son düşlerdim ki kendim için; mutlu, huzurlu ve yaşlı bir Derin. Sanki insanlar yaşlanmadan ölmeyecekler gibi gelirdi hep bana. Oysa 26 yaşındaki annemi kaybettim ben. Yine de her şeye rağmen yaşlanıp ölecekmişim diye düşlerdim hep.
Yaklaşık 7 saat önce birinin ölümüne daha şahit olacakken şimdi o kişi sıcacık yatağında huzurla uyuyor. Ölüm artık birini daha alırsa benden, tüm düşlerim bir bir yıkılacaktı. Ben ölüme inanacak, istemeden de olsa her gün ölümüme yürüyecektim.
Şimdi yan odamdaki yabancının hayata tutunması için kendi canımı bile ortaya koyuyorum. Nasıl benim canım ona emanetse onun canı da bana emanet. Nasıl o beni korumayı kendine vazife bildiyse bundan sonra onu olacak hee şeyden korumak da benim vazifem.
Beni tüm bu düşüncelerin içinden tutup çıkaran yan odadan gelen gürültüydü. Kısa geceliğimin üzerine saten ceketimi atıp adamdan çıktım ve Atlas’ın kapısına doğru yaklaştım. İstemsizce kapıyı tıkladığımda içeriden acılı ve iniltili bir ses geldi: “Dora şimdi vakti değil.”
Başımı kapıya dayadım ve tekrar kapıyı tıklatıp içeri seslendim. “Atlas benim, Derin. Bir gürültü duydum da merak ettim bir şey var mı diye. Sorun olmazsa gelebilir miyim?” Yarım dakika boyunca içeriden sadece kısa nefesler ve iniltiler işitmiştim. Tekrardan konuşmaya başlayacağım sıra kapı aralandı ve Atlas kapının önüne çıkıp ardından kapıyı kapattı.
“Bu yaptığın yalnızca delilik Atlas. Daha iyileşmeden böyle ayağa kalkıp gezmen hiç sağlıklı değil. Odandan gelen ses, düştün mü? Bak Atlas böyle olmaz-“ Eliyle ağzımı kapatıp karşımda sinir bozucu sırıtmasıyla duruyordu. “Tamam doktor, haklısın hata yaptım. Ölmedim sonuçta, değil mi? Ama bir şüphem var, birazdan beni kendi ellerinle öldürecekmişsin gibi bakıyorsun.”
Tek bir kelime etmeden aralıklı kapısından loş ışıklar süzülen odamı elimle işaret edip Atlas’ın koluna destek oldum ve onu odama getirdim. Odama girdikten sonra yavaşça yatağıma uzanıp yüzündeki gülümsemeyi daha da genişletti.
Şu an istediğim tek şey ona sımsıkı sarılıp teşekkür etmekti. Umutlarımı kırmadığı için, beni tekrar yaşamaya ikna ettiği için teşekkür etmeyi fazlasıyla istiyordum fakat onun gözünde şımarık bir çocuk gibi gözükmek şu hayatta isteyeceğim en son şey olacaktı.
Yatağın diğer ucuna geçip yatağa oturdum ve elimle tişörtünü kavrayıp yularıya doğru sıvamaya başladığım sırada Atlas bileğimi kavradı. “Önce yatağa at beni, sonrasında da soy. Fazla hızlı gitmiyor muyuz sence de Derin?” Yanaklarıma basan yangının farkındaydım ama utancımdan tek bir düzgün kelime bile çıkaramamıştım ağzımdan. Derin bir nefes alıp devam ettim. “Benim tek bir niyetim vardı; o da yaranı kontrol etmek.” Yataktan kalkmamla gözlerimi kısıp sinirle tıslamam bir oldu. “Küstah! Hem sen yattın yatağıma teknik olarak seni yatağa ben atmış olmuyorum. Ayrıca böyle bir niyetim olsa daha önceden de yapabileceğim fırsatım vardı.”
Sinsi ve tatlı bir kahkaha atmıştı. “Yani aslında fırsat kolluyordun ama yapmadın, öyle mi?” Paniklemiştim, hemde deli gibi paniklemiştim. “Öyle bir şey demek istemedim ben, sadece yarana bakmak istedim. Hem neden fırsat kollayayım ki?” Başını kaldırıp tekrar gülümsemişti ama ben artık gülümseyemiyordum. Yerin dibine girmiştim. Tekrardan kendimi açıklama ihtiyacında bulundum.
“Ben sadece yaranı kontrol etmek istemiştim.” Utandığımı fark etmiş olacak ki yüzündeki gülümsemeyi anında soldurmuş, eliyle yatağın diğer ucunu göstermişti. “Hey! Tamamen şakaydı. Deyse biliyorum senin beni yatağa atmak istemeyeceğini. Bilmiyorum tabi ama tahmin ediyorum. O yüzden gel ve bak ne hale gelmişim.”
Tekrardan yanına otururken bu sefer Atlas üzerindeki tişörtünü çıkarıp tekrar uzandı. Dizlerimi yana doğru kıvırıp yaranın üzerindeki sargı bezlerini yavaşça çıkarıp yarayla tamamen yüz yüze geldim. “İlk yardım çantanız nerede? Pansumanını yenilemem gerek.”
Yerini tarif ettikten sonra odadan dışarı çıktım. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Merdivenlerden inerken olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordum fakat yanımdaki kapının birden açılmasıyla olduğum yerde sekip ufak bir çığlık attım. Kapının ardındaki kişi İlyas amcaydı. “Kızım bu saatte ne işin var senin dışarıda. Uyku tutmadı sanırım.” Yalan söyleyemezdim zira anlardı.
“Yok Atlas’ın pansumanını yenileyeceğim İlyas amca. Biraz kanaması olmuş, yenilemem şart.” Gözlerinde oluşan soru işareti her şeyi fazlasıyla ortaya çıkarıyordu. İstemeden gerilmiştim. “Gecenin bu saatinde ne pansumanı Derin. Biz hallederdik. Senin nereden haberin var kanamasından falan.” Daha ben tek kelime etmeden Atlas’ın odasının kapısını tıklatmıştı fakat ses gelmeyince kalıyı araladı. “Atlas nerede?” Başımı mahçup bir şekilde yere eğip odamı gösterdim. Tek kelime etmeden hızlıca odaya daldı.
“Ne bu halin Atlas? Niye bize haber vermiyorsun da bu saatte kızı rahatsız ediyorsun? Hemde odasına, yatağına kadar yerleşip. Allahım sabır ver! Atlas sen ne yaptığının farkında mısın? Biz bu kızı sana emanet ediyoruz, ama beyefendi kızın yatağına uzanmış keyif çatıyor. Bu münasebet biraz daha böyle devam ederse seni tekrar eğitime gönderirim. Haberin olsun!”
Dışarı çıkıp kıpıyı ardından sertçe örtüp bir hışımla yanıma geldi. “Kızım, bir daha olmasın böyle bir şey lütfen. Birde üstündeki geceliği odanda yalnızken giy lütfen.” Tam arkasını dönüp gidecekken tekrardan seslendim. “İlyas amca, odasından bir gürültü geldi ve ona bir şey olduğunu düşünüp odasına gittim. Pansumanını yenilemek için de odama getirdim. Hepsi bu kadar. Zaten ilerisi de olamaz. İçin rahat olsun.” Gülümseyip merdivenlerden inmeye başladım. İlk yardım çantasını alıp tekrar yukarı, odama gidip kapıyı ardımdan kapattım.
“Babam diyene kadar farketmemiştim, geceliğin ne kadar güzelmiş. Ama doğru söylüyor bence. Yalnızken giy.” Geceliğimin üzerindeki saten ceketi önümde sıkıca bağlayıp yatağa tekrar oturup bir kaç sargı bezi ve bir merhem çıkardım. “Ben zaten yalnızken giyiyordum, sen odama misafir oldun. Kim aldıysa ona söylersin güzelmiş diye.” Yarayı tekrar temizleyip üzerine merhemi sürdüm.
“Sana yakışacağını biliyordum da göreceğimi hiç tahmin etmiyordum. Şimdi rahat rahat ölebilirim.” Parmağımla yarasına biraz fazla dokunduğumda acıyla ve gülerek inledi. “Öldürebilirim Atlas. İstediğin buysa tabi.” Tekrardan gülümsemeye başlamıştı. Eliyle yarasının üzerindeki parmaklarımı kavrayıp elimi tam yarasının üzerine bırakıp elimin üstüne kendi elini koydu.
“Ölümüm de yaşamım da senin ellerinde. Sen öl dersen ölür, yaşa dersen yaşarım. Ufak bir dokunuşun bedenimdeki tüm hücreleri yaşatırken benden uzak kalman, hemde bir kaç saniye uzak kalman tüm bedenimi öldürüyor. Bu sebeple istediğim şu ki: dokun bana!”
Beni öylesine manipüle etmişti ki ellerim zihnimden izinsiz çalışıyordu. Parmaklarım öncelikle boynundaki künyeye takılmıştı. Üzerindeki kabartılardan parmaklarımı çekerken Atlas’ın eli sol kolumu sardı. Bedenini yatağımın başına yaslayıp oturur pozisyona geldi. Çıplak dizimi bacaklarına dokunduracak kadar yaklaşmıştı bedenim. Soğuk ellerini yüzümde gezdiriyordu. Ardından eli yatağa bıraktığım elime yavaş yavaş gittiğinde tüm tüylerim bir direnişe kalkmıştı. Elimi nazikçe tutup yüzündeki yara izine bıraktı.
“Tanı beni Derin. Gözünle görmenin yetmediği yerde dokun bana.”
Bedenime daha fazla hakim olamıyordum. İkimizin de gözü ne yarasını görüyordu ne de acıyı hissediyordu. Bacaklarımı bedenine daha fazla yaklaştırarak yüzüyle aramdaki mesafeyi gittikçe azalttım. Göğsüne ellerimi koyup yavaş masajlar yapmaya başladım. “Demek senden uzak kalmam seni öldürüyor. O halde bu zamana kadar hayatta kalman bir mucize.” Biraz geri çekilip çıkardığım sargı bezini makasla kesip bir kaç parça bant aldım elime. Bezi yarasının üzerine bırakıp kenarlarını bant ile tutturdum.
Ardından yataktan kalkıp Atlas’a elimi uzattım. “Ne oluyor Derin?” Bu sefer elini tutup onu kaldırmaya çalıştığımda destek olup kalkmaya çalıştı. “Odana gidiyorsun Atlas. Birazdan baban gelip seni götürmeden sen git.” Biraz önce yüzünde devasa bir gülümseme olan Atlas Gökay Çelik şimdi somurtarak odasına doğru gidecekti.
Kapıya bir kaç adım kalmıştı ki eliyle durması gerektiğini işaret etti. Komutu tekrarlayarak durdum. Evi sessizlik kaplamış, tek ses yerde yürürken halının üzerinde çıkardığımız seslerdi. O sessizliği bozan Atlas’ın iniltili nefesi oldu. Bana doğru dönmüş ve ellerini belime sarmıştı. Ufak adımlarla üzerime gelirken ben arkaya doğru adımlıyordum ki sırtım duvara çarpmıştı.
“Hayat öpücüğümü al o halde.” Dudağıma ufak ve yumuşak bir öpücük bırakıp kapıya doğru yürümeye başladı. Ben orada öylece durmuş, gidişini izliyordum. Kapıyı açıp dışarı çıktı ve kapatırken ardındaki esintinin içine kokusunu bırakıp gitmişti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 251 Okunma |
134 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |