14. Bölüm

14. Bölüm: Kanlı Gece

Mervenur Habacı
merve_liviana

12 ocak, karşı bir geceydi. Ben daha 9 yaşındayken kader örmüştü acılı ağlarını üzerime. Orada, o küçücük odada kardeşimin uyuyuşunu izlerken huzurla uykula dalmıştım. Öyle güzel uyuyordu ki nice ninniler yazışır, nice masallar anlatılırdı adına. Onu ve onunla geçen zamanlarımızın izinde kaybolurken kapının çaldığını duydum fakat fazla önemsemeden geri uykuya daldım. Oysa felaketim dayanmış kapıya, yumrukluyormuş hayallerimi.

Bir kaç dakika sonra yatak odamızın kapısı sertçe açıldığında irkilerek yatağımda fırladım. Gözlerim ilk Lina’yı buldu, küçük bedeni yatağın içinde öylece çırpınıyordu. Odanın içini dolduran uzun boylu be mafya kılıklı adamların içinden sıyrılıp merdivenlerden aşağı tüm hızımla inmeye başladım. Merdiven boşluğunun altında, önünde geniş bir askının bulunduğu ve “Gizli Oda” adını verdiğim bir kilerimiz vardı. Firuze yengem oraya bakliyatları koyardı. Dışarıdan kapısı bile belli olmadığı için adı “Gizli Oda” olarak kalmıştı.

Merdivenlerden indikten sonra kilere koşup içeri girdim. Etrafımda bulduğum bir kaç bez parçasıyla üzerimi kapatıp sessizce bekledim. Yaklaşık 30 dakika boyunca orada hareketsiz ve sessizce kalmıştım. Sesler de kesilmişti zaten. Cesaretimi son bir kez daha toplayıp üzerimdekileri bir kenara attım ve dışarı çıktım. Parmaklarımın ucunda yürüyüp etrafımdaki sesleri duymaya çalışıyordum. Ne mümkün ki tek bir fısıltı dahi yoktu etrafımda.

Korkak adımlarla evin büyük salonuna bir kaç adım atar atmaz yerdeki kan gölünü gördüm. Bir adım daha atacak gücüm de cesaretim de yoktu artık. Tek bir korkuyla daha yüzleşemezdim. Geri adımlarla odadan çıkarak sertçe arkamı döndüm ve amcamın telefonunu aramaya başladım. Salona başımı bir kez bile çevirmeden telefonu arıyordum. Yardım gelmeden kendimi kaybetmekten korkuyordum ve bunları düşünürken ben daha 9 yaşındaydım. Ben çocukluğumu bile adam akıllı yaşayamamıştım.

Telefonu bulmamla kişilerine girmem bir olmuştu. Kimi arayacaktım? Polis? Ambulans? Amcamın arkadaşları? Babam? Babam mı? Benim babam yok. Keşke olsaydı ama yok. Polis, evet polisi arayacaktım. Numarayı tuşlayıp telefonun ahizesini kulağıma yaklaştırdım. Başta gelen cızırtılı sesi bir kadın sesi takip etmişti. Kadının konuşmasını umursamadan omuzlarımı düşürüp tek bir cümle kurdum. “Yardım edin bize!”

Telefonun karşısındaki kadın ne olduğunu soruyordu. Cevap veremiyordum. Adımı soruyordu, adresimi soruyordu, yanımda kim olduğunu soruyordu. Bunların hiç birine verecek cevabım yoktu. Tekrarladığım tek bir cümle oldu: “Çok korkuyorum.” Gözlerimden süzülen yaşlarla beraber telefonu kapatıp duvarın dibine çöküp boş gözlerle karşımdaki kan birikintisine bakmaya başladım. Kimin kanıydı bilmiyordum ama eminim felaketim olacaktı. Bir kayıp daha kaldıramazdım artık. Tüm bunları düşünürken bir yandan da üç kayıba bedenimi hazırlıyordum.

Çok sürmedi ki tekrar zilin çaldığını duydum. Polis olmalıydı, arayıp yardım istemiştim. Tek korkunç olan ise dış kapıya ulaşmanın tek yolu, yerde kanlar serili olan salonun ortasından geçmekti. Hep kaçtığım o an sonunda gelmişti: Yüzleşme. Biz insanlar hep bir şeylerden kaçarız, hafif acılarla bile yüzleşmek istemezken bizleri hep daha büyük acılar bekler. Yakınımızdadırlar hep büyük acılar, sessizce bakarlar bize. Öylece uzanır, hareketsiz, soğuk. Tıpkı amcam gibi. Kanlar içinde hareketsiz yatan bedenini görünce gözümden akan yaşlar çocukluğumun sonunu getirmişti. Yavaş adımlarla amcama yaklaşıp yüzünü ellerimin arasına aldım.

Sımsıkı sarılıp deli gibi ağlamaktan başka bir çarem yoktu o an için. Israrla kapıya vurmaya devam ediyorlardı, açmamı söylüyorlardı. Amcamı zaten benden almışlardı, kapıyı açarsam geri getirebilecekler miydi? Açamadım. Amcamın kucağına öylece yatıp ona daha sıkı sarıldım. “Baba, sende mi? Sende mi bırakıyorsun beni? Kayboluyorum ben, korkuyorum ben. Kimsem kalmadı benim. Bana yol göster.” Arkamdan kapımın açıldığını duydum. Biri benim omuzlarımdan tutup amcamın üzerinden kaldırıp bahçeye çıkardı.

Dışarıda deli gibi yağan kara rağmen hiç üşümüyordum. Tüm bedenim kanla kaplıydı, amcamın sıcak kanıyla kaplıydı. Kendime bir kılıf örmüştüm resmen. Parmaklarımdan akan bir kaç damla kan yerdeki ince kar birikintisine damlamış ve o bembeyaz, saf rengi bir anda vahşice ortadan kaldırmıştı. Ardından üzerimdeki pijamaya baktım. Pembe gömlek ve pantolonun altındaki pembe terliklerim birden kırmızıya dönmüştü. O an farkettim ki ben geride sadece amcamı değil, çocukluğumu da bırakmıştım.

Etrafımdaki kargaşayı unutmuş, yerdeki kana bulanmış kara boş boş bakıyordum. Bir anda gözümün önünde Lina belirdi, güzel kardeşim benim. Öyle güzel gülüyordu ki tüm dünya dursun onu izlesin isterdim hep. Şimdi ben bile göremiyordum ışık saçan gülüşlerini. Gözümden akan yaşlara bir üşüme ve titreme eşlik etmiş, yanımdaki görevli beni kucağına alıp ambulansa götürmüştü.

Soğuk bir sedyenin üzerine oturmuş omuzuma bırakılan örtüye sarılıyordum. Tam karşımda bir asker vardı, öylece durmuş beni izliyordu. Gözlerimi gözleriyle buluşturduğumda başını omuzuma yatırıp ellerimi tuttu. O an elimi tutan tanımadığım biri değildi sanki, o amcamdı, babamdı! Yavaşça sedyeden inmeye çalıştığımda beni kucağına alıp yere indirdi.

“Biz buradayız Derin, hepimiz senin yanındayız. Ama senin de yanında olman gereken biri var; amcan, baban. O senin için savaş verirken senin yıkılman çok yanlış olur. Sil şimdi gözündeki yaşları, gülümse hayata. Teşekkür et, teşekkür et ki bir daha aynı şeyleri hiç birimiz yaşamayalım.”

Gözyaşlarımı silip yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirmiştim. Yaşıyordu, bırakmamıştı beni. “Evet Derin, yaşıyor baban. Yanına gidince ona ‘baba’ de ve sımsıkı sarıl. En büyük isteği hep buydu. Senin baban olmak. Emin ol dünyalar onun olacak.” Ne? Tanıyor muydu? Ben daha sormadan gözlerimden her şeyi anlıyordu. “Evet tanıyorum. Askerlik arkadaşım. İlyas Çelik. Askerdeyken ölümden kurtardı beni, bende ona can borcumu ödeneye geldim. Ama yine ödeyemedim, ondan güçlü bir adamla daha tanışmadım ben. Çok şanslısın Derin, çok.”

Bana bakıp yalnızca gülümsüyordu fakat yüzündeki gülümsemeyi aniden silen, hiç beklemediği bir soru sormuştum. “Peki Lina ve Firuze yengem neredeler amca?” Gözlerini benden kaçırıp sıkıntılı bir nefes vermişti. Bir şeyler ters gidiyordu farkındaydım. Beni kucağına alıp bir zırhlı aracın kapısının önüne getirdi. Bir çocuk vardı orada, benden büyüktü. Elinde bir kağıt ve yanında onlarca kağıttan uçak vardı.

İlyas amca çocuğa dönüp başını okşadı. “Oğlum bu Derin, siz biraz vakit geçirin. Ben birazdan yanınıza geri geleceğim. Belki koltuğun altındaki özel kutuyu gösterirsin Derin’e.” İlyas amca dışarı çıkıp kapıyı kapattığında karşımdaki çocuk-zira artık çocuk değildi- utangaç bir tavırla gözlerini elindeki kağıtla yaptığı uçaktan ayırmadan benimle konuşmaya çalıştı. “Merhaba Derin.” Onun utangaç tavrına göre biraz daha sıcakkanlı bir şekilde yalnızca “Merhaba” diyebilmiştim. Elindeki uçağı büyük aracın içine doğru attı. Kağıt uçak bir kaç kez takla attıktan sonra kapıya çarpıp yere düştü.

Her hareketini izlemeye başlamıştım. Önce yere eğilip oturduğu koltuğun altından siyah bir kutu çıkardı. Kutuyu yanına bırakıp beni incelemeye başladı. Ardından ayağa kalkıp ön koltuğun üstünden bir kutu daha çıkardı. Yanıma oturup kutuyu açtı, içinde ilaçlar ve bezler vardı. Evet, ilk yardım çantasıydı. “Benim yaram yok ki.” Bana cevap vermeden temiz bir bez alıp üzerine biraz su döktü ve elimdeki kanları temizlemeye başladı.

Bezi yenileyip yüzüme geldiğinde gerilmiştim çünkü boynumda kocaman bir doğum lekesi vardı. Okuldaki arkadaşlarım kimi zaman gülerdi, dalga geçerlerdi. Doğduğumda küçük bir kızarıklıktan ibaretmiş fakat ben büyüdükçe leke de büyümüş. Şimdi karşımdaki çocuk boynumdaki lekeyi yakından görecek ve benimle dalga geçecekti. “Güleceksin değil mi sende?” Yüzüm düşmüş, gözlerim dolmuştu. “Neye gülmem gerekiyor?” Ciddi ifadesi yüzünden hiç kaybolmamıştı. “Boynumdaki lekeye. Herkes gülüyor çünkü.” Çenemden tutup boynumu açığa çıkardı ve silmeye devam etti.

“Bende isterdim boynumda bir kalp olmasını, bence çok güzel, çok özel.” Şaşkın bir ifadeyle yüzüne bakakalmıştım. “Cidden ister miydin? Ben hiç sevmiyorum, sana verebilseydim keşke?” Tek bir kelime etmeden elindeki kanlı mendilleri bir poşete koyup çantasına attı. Ardından karşımızdaki büyük siyah kutuyu aramıza getirip açtığında onlarca kağıttan uçak vardı. Bazı uçakların üzerinde yazılar yazıyordu. Uçakları çıkarttıktan sonra kutunun altında çeşitli kalemler vardı. Kırmızı keçeli kalemi elime alıp bana uzattı.

“Kalbini bana versene”

Kalemi kutuya geri bırakıp boğazını temizledi. “Galiba annen ve baban yabancılardan bir şeyler almaman konusunda seni uyarıyor.” Elini uzattı. “O halde tanışalım. Ben Atlas, Atlas Gökay Çelik. Tanıştığımıza memnun oldum Derin. Artık yabancı değilim.” Elini sıkıp kutudan kalemi aldım. Boynuna bir kalp çizip kalemi geri bıraktım.

Öylece sessiz karşıya bakarken kapı açıldı ve İlyas amca içeri geldi. İkimizin de başını okşayıp gitme vaktimizin geldiğini söylemişti. Araçtan inip arkamı döndüm ve Atlas’a seslendim. “Tanıştığımıza memnun oldum Atlas, bu arada benim annem babam yok. Amcam var ama babam gibi. Ama yine de annem yok. Görüşürüz Atlas.” Atlas da ayağa kalkıp el sallamıştı bana. “Benim de annem yok, babam var. O benim her şeyim. Umarım sende her şeyin olacak birini bulursun.”

İkimizde birbirimize el sallayıp uzaklaşmaya başlamıştım fakat gözlerim arkada Atlas’a bakarak binmiştim farklı bir arabaya. Sanki yarım saat önce kardeşim kaçırılmamıştı, yengemi kaybetmemiş be en kötüsü de amcamın kanlı bedenine sarılmamış gibiydim. Unutmuştum, unutturmuştu her şeyi bana.

Bölüm : 04.02.2025 22:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...