
Sonunda kurtulmuştuk peşimizdeki adamlardan. Dora yanıma oturup bana sarılıyordu. O kadar korkmuştu ki titremesi geçmiyordu. Karargaha girerken bizi karşılayan o asker sağ koltukta oturmuş sigarasını içiyordu. Nereye gittiğimizi sormanın vakti gelmişti. “Pardon, ben nereye gittiğimizi soracaktım. Atlas’ın haberi var mı? Ve ya İlyas amcanın.” Camı yarıdan fazla açıp sigarasını dışarı atarken bir kaç zerre kül parçası yüzüme uçmuştu.
“Onlara nasıl haber vereyim? Numarası var mı sende, senin telefonun bile yoktur şimdi.” Kahkaha atmaya başlamıştı, yanındaki şoför de ona eşlik ediyordu. “Sen nasıl bir belaya bulaştığının farkında değilsin herhalde. Bizi kaçırmanın ne demek olduğunu biliyor musun? Atlas canını alacak senin.” Dudaklarından çıkan hırıltıyla beraber başını bize çevirmiş konuşuyordu. “Onun beni öldürmeye gücü yetmez. Siz öldükten sonra da kıymeti kalmaz zaten. İçin rahat olsun güzelim.” Başını öne çevirip bir sigara daha yakmıştı. Dora ise başını dizime dayamış, uyuyakalmıştı.
Kaçırıyordu, zarar verecekti. Bir şey yapmam lazımdı, hemde çok acil. Aklıma tek bir fikir geldi; o bizi öldürmeden ben onu öldürecektim. Eşofmanımın ipini yavaşça çıkarıp iki elime de sıkıca sardım. Ardından kıvrak bir şekilde karşımda oturan adamın boynuna geçirip ipi kendime doğru asıldım. Tüm gücümle, tüm hırsımla o ipi asılıyordum. Şoför telaş yapmıştı, farkındaydım. Boğduğum adamdan gelen sesler kesilmiş, hareketleri durmuştu. Şoför koltuğunda oturan adam ise arabayı durdurmuştu. Tam o sırada aklıma Atlas geldi, belindeki silahı evde bile çıkarmıyordu. Sağ tarafında kılıfın içindeydi. Elimi adamın sağ tarafına atar atmaz soğuk silah elime çarptı.
Ya ölecektik, ya da öldürecektim. Mecburdum. Silahı kavrayıp şoföre tek el atış yaptım, anında hareketsiz bedeni ileriye doğru düştü. Dora solumda ağlamaya başlamıştı, korkuyordu. Artık benden korkuyordu. Kapımı açıp hızlıca dışarı çıktım. Ardından silahı yere atıp Dora’yı kucağıma aldım. Eğilip silahı tekrar elime aldığımda Dora kendini geri çekti. “Bizi korumak için yaptım Dora, sadece seni ve beni.”
Dipsiz bir karanlığın ortasında kucağımda küçük bir çocuk ve elimde soğuk bir silah. Ne yapacağımı bilmemem bir yana biraz önce yaptığım hareketleri sorguluyordum. Hava fazlasıyla soğuktu. Bir ağaç bulup iri gövdesinin arkasına sığınıp güneşi bekledik.
Dora’yı kucağıma yatırmış, kollarımla sıkıca sarmıştım. Uyuyordu, bir bebek misali uyuyordu, kardeşim gibi uyuyordu. Bir kaç saat sonra gözlerimi bir araba farı kamaştırdı. Dora’yı arkama alıp elimdeki silahı arabaya doğrulttum. Bir kere ateşlemiştim. Bir kez daha yapabilirdim. Arabadan bir kadın indi, elimdeki silahı görünce arkaya doğru adımladı. “Ben, yardım etmek istemiştim.” Elimdeki silahı yere indirip Dora’nın elinden tuttum. Kadın korkak adımlarla yanımıza gelirken Dora bacaklarımın arkasına saklanıyordu.
“Bir kaç kişi peşimde, kaçırmaya çalıştılar. O yüzden bu silah, korkutmadım umarım.” Kadın elini uzatıp başıyla beni selamladı. “Eğer sakıncası olmazsa gideceğiniz yere kadar bırakayım. Hem hava yeterince soğuk, küçük kız üşümesin. Bu arada ben Azra.” Elini sıkıp kendimi tanıttım. Arabaya doğru ilerleyip kapıyı açtı. “Yalnız silahı bırakmanı istesem çok mu şey istemiş olurum? Biraz korkuyorum silahtan.” Gülümseyerek elimdeki silaha bakmıştı. Bende korkuyordum, daha çok can almaktan ama olmuştu. Yine de kadını kırmayıp silahı ağacın dibine bırakıp geri arabaya bindim.
Gideceğim yeri, Atlas’ın evini tarif ettik ve araba hareket etti. “Söylesene güzel kız, niye kaçırmak istediler seni? Fidye falan mı alacaklar ailenizden. Yoksa istismar falan mı vardı? Gerçi o zaman çocuğun ne işi olur ki?” Ne söyleyeceğimi ilk kez bilmiyordum. Bir kaç saniye durumu düşündükten sonra sonunda cevap vermeye hazırdım. “Ne para ne de istismar, yıllardır peşimdeler. Aileler arası kan davası diyelim. Bizim ailemizden birinin kanı akmadığı sürece durmayacaklar.” İnandırıcı olmuştu, en azından benim için inandırıcı bir yalandı. “Daha kalmış mı öyle geri kafalı töreler? Hayret ediyorum Derin, nasıl böyle bir davaya kurban gidiyor insanlar?”
Takıldığım nokta şuydu ki; adımı nereden biliyordu. İsmimi söylememiştim, ki söylesem bile şu sıralar dışarıda gerçek ismimi kullanmamın sakıncalı olacağını bildiğim için ‘Aslı’ ismini düşünüyordum hep. Tanışmamıştık, o kendini tanıtmıştı. Eyvah! Bir çözüm bulmalıydım. Düşün Derin, düşün Derin. Aniden yanımdaki kadına dönüp acil durmasını istedim. “Tuvalete gitmem gerek. Çok acil.” Kadın sıkkınlıkla nefes verip uygun bir yerde durdu. Her yer çalılıktı zaten. Arabadan inip çalının birine doğru ilerledim. Azra-gerçek adı buysa tabi- arabanın önünde bekliyordu. Arkamı dönüp ona seslendim. “Işığa ihtiyacım var ve telefon yok yanımda.”
Telefonun flaşını yakarak yanıma yaklaşmaya başladı. Çalının arkasına girdiğimde arkasını dönmesini güler yüzle rica etmiştim. Arkasını döner dönmez yavaş adımlarla arkasından yaklaşıp sağ kolumu boğazına, sol kolumu ise kollarına sımsıkı sarmıştım. Hareket edemiyordu, nefes almakta zorlanıyordu. “Kimsin sen, ismimi söylemememe rağmen beni nasıl tanıyorsun? O şerefsiz adam mı yolladı seni?” Biraz daha yaklaştığımda karnıma dokunan sert şeye baktım ve belindeki silahı gördüm.
Bırakmamla beni öldürmesi bir olacaktı. Kolumu biraz daha sıktığımda bir kaç saniye içinde cansız bedeni kollarıma yığıldı. Belindeki silahı ve yanına düşmüş telefonu elime alıp arabaya gidip şoför koltuğuna oturdum. Arabayı biraz önce geldiğimiz yola doğru sürerken Atlas vurulduğunda bana söylediği numarayı hatırlamaya çalıştım. “Neydi, neydi? Ah salak Derin, nasıl unutabilirsin?” Bir kaç kez hatırladığım numarayı çevirdim ve sonuncusunda telefon çalmaya başladı.
Bir kaç kez çaldı fakat telefonu açan yoktu. Kapatıp bir kez daha aradığımda telefon açıldı. “Alo!” Atlas’dı bu, oydu. “Atlas benim, şimdi araba kullanıyorum evden çok uzaklaşmış sayılmam fakat yolu bilmiyorum.” Şaşkın bir ifadeyle “Ne?” diyebilmişti yalnızca. “Sağ tarafımda bir kaç kule var, solumda ise geniş bir ormanlık arazi. Şimdi karşımda 4-5 tane köpek kulübesi var. Evin yolunu tarif et bana. Daha fazla vakit kaybetmeden eve gelmek istiyorum.”
“Birazdan karşına toprak bir yol çıkacak, sağ tarafında olacak. O zamana kadar düz git. Toprak yola gelene kadar da sorularıma cevap veriyorsun. Dora yanında mı?” Arka koltuktan Dora gülmeye başladı. “Abi Derin bir kahramanmış, senin gibi” Onunla beraber bende gülmeye başlamıştım. Benim gülmemle de Atlas…
“Peki tam olarak neden kahraman abicim?” Dora arka koltuktan ayağa kalktığında arabayı yavaşlatıp yanıma gelmesinde yardımcı oldum. “Çünkü Derin bizi kaçıran iki abiyi uyuttu. Bir tane de abla vardı, o da uyudu. Biz de onun arabasını aldık, geliyoruz.” Karşıdan korku ve öfke folu bir ses geldi. “Ne? Uyuttu mu? İyi misiniz siz?” İyi olduğumuzu bildirdikten sonra Atlas’ın sesini hoparlörden alıp telefonu kulağıma yasladım. “Toprak yol tam karşımda. Giriyorum.” Ses gelmiyordu karşı taraftan. Bu kez toprak yol ikiye ayrıldı. “Atlas iki yol var, biri aşağı iniyor biri karşıya gidiyor.” Bu kez telefondan Atlas’ın değil İlyas amcanın sesi duyuldu. “Aşağı inen yola gireceksin kızım.” Direksiyonu o yöne kırıp aşağı doğru inmeye başladım.
Dar patikanın karşısından gelen bir araba farı gözümü almaya başladı. Araba yaklaştıkça elimdeki silahı daha sıkı tutuyordum. “Dora aşağı doğru yat ve ben çık diyene kadar çıkma. Korkulacak hiç bir şey yok.” Bir elimle direksiyon, diğer elimle ise silahı kavrayarak arabayı durdurdum. Karşıdaki araba daha fazla yaklaşmıştı. Direksiyonu bırakıp iki elimle silahı kavrayıp cama doğru çevirdim. Duran arabanın içinden uzun boylu biri çıkmıştı. Arkasından vuran ışık yüzünden hiç bir şey belli olmuyordu fakat silahı tutan ellerim titremeye başlamıştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 251 Okunma |
134 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |